Sie sind auf Seite 1von 232

Sayi: 3 Yil: 2006

Ana
Sayfa
Kitaplik
Eski
Sayilar
Bulmaca Forum Site Íletiçim







Íçindekiler
Editörden
Yol Haritasi Felsefe Ekibi
Dil Üstüne: Terimler,
Kavramlar, Görüçler
Felsefe Ekibi
Ísimler Felsefe Ekibi
Dil ve Felsefesi Anlamak

::FELSEFE EKIBI DERGI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/
1 -~ 2 19.11.2008 19:16

::FELSEFE EKIBI DERGI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/
2 -~ 2 19.11.2008 19:16
.........................................Sayi:3 Yil:2006
Ana Sayfa Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


"DÍLSÍZLÍGÍNDÍR DÍLÍN"
Ferda

!"#- Bu ne "cüret¨, nerden, neyle ve nasil olur da karçima çikma cesareti
bulabilirsin? Benimle ugraçanlar olsa-olsa kafayi yer, çildiriyi yaçayip, dagilirlar.
Sen "dedigim¨ nasil bir "bilinç¨ ile "bütünleçik¨ olarak durabilirsin karçimda, hangi
aklinla diyecegim ama onu da sana giydiren ben-im. Söyle bana, nasil olup da
"karçima¨ geçebildin?
$"%- Artik sana inanmiyorum! Dedigin, demeye çaliçtigin, hiç-bir çeye
inanmiyorum. O nedenle yukarida savurdugun ve "tehdit-sandiklarin¨ beni
korkutmuyor. Çok eskidendi senin "tanrilarina, çeytanlarina ve bilumum
"kurgularina¨ inancim ve o zamanlar korkuyordum, çeytanindan, çeytanliklarindan,
ama artik, senin ben-dedigin oldu bir çeytan veya bilmem ne içte ve ne oldugum da
artik umurumda degil. Bir zamanlar ben dediginde, senin bir kulun-kölendi ve hep
senin belirledigin, algi, anlam, mantik v.b. düzlemlerine göre düçünüyor, konuçuyor
ve yaçiyordu. Senin "dost¨ bildirdiklerine karçi sevecen, düçman bildirdiklerine
karçi "öfke¨ doluydu. Senin "ötende¨ duran bir agaci, geceyi, sabahi, günü, güneçi
ve hele de " MOOR olani (ki senin koflugunu, boçlugunu, hiçleme ve piçlemelerini o
fark ettirdi bana, dil-ötesi yogunluklari onda yaçadim, bir de BEBÍÇLERDE,
sen-öncesi olanlarda yani ve bir de SEVÍÇMELERÍMDE. Mora, bebiçe
"b-akarken¨, seviçirken sen yoksun "orada¨) g-öremiyordum. Dikkat ediyorum da,
sana en sadik olanlar, "bekçi-köpeklerin¨ yani, "estetik olana¨ en uzak duranlar.
Seninle "nemalananlar¨ sanat alanina uzak duruyorlar. Senin en çok sertleçtigin
alanlar olan, din/bilim/ ideoloji söylem alanlari en façizan, "militarize¨ olan alanlar.
Zaten "iktidarini¨ bunlar sayesinde, bu alanlarda oluçturdugun, dogruluk, iyilik v.b.
"degerler¨ üzerinden üretiyorsun. Insan dediklerinin "vicdanlarini¨ bunlarla
çekillendirip, onlari kulun-kölen haline getiriyorsun.
!"#- Ne kadar "zavallica¨ bir avuntu bu! Bir bebiç, bir seviç, bir mor dediklerimle
sen "benden¨ kurtuldugunu "ötemde¨ oldugunu mu saniyorsun? Bu mu yani
dayanaklarin, bu kadar mi? Oysa sana bunlari "s-öyleten¨ akli-bilinci ve "fark ediç¨
gücünü de ben "dedigim¨ vermiyor muyum?
$"%- Içte "bu-sun-sen¨ ve "bu-kadarsin¨. O kadar "ince¨ ve "haince¨ tuzaklarin
var ki, aninda "konuçma-dedigini¨ kendi zeminine çeki-veriyorsun. Senin
"zemininde¨ kalindigi sürece "ben-dedigini¨ vurman kolay. Önce beni bir "benlige¨
sahip olduguma ikna ediyorsun, sonra bu benlikte bir "bilinç/akil¨ ve bunlara b-agli
olan "farkindaliga¨ sahip olduguma inandiriyorsun, bu arada sen "kendini-
kaybettiriyorsun¨ ve "konuçana¨ kendince konuçtugu "sanisini¨ oluçturuyorsun. Bu
"sanida¨ olan garibim insanlar da, ha bire yine senin "üzerinden¨ senin "dediklerini¨
arayip duruyor. Bulamayinca da, "baçlarini¨ belalardan belalara sokup duruyorlar.
Birak ben-o, çu, bu, akil, bilinç, farkindalik, tanri, madde, uzay, zaman v.b.
"dediklerini de¨, ben dedigine sen "kendini¨ anlata-bilir misin?! Buyur bakem!!!
::"DILSIZLIGINDIR DILIN":: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y13.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:35
::"DILSIZLIGINDIR DILIN":: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y13.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:35
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


"I" ÍÇÇÍSÍ NEREYE
(Türkçeye özel hikaye II)
Faruk KORKMAZ
Insanlar yokuç açagi sürüklenen taç parçasi gibidirler. Ne kadar hizla inerlerse
insinler, yuvarlanmayi hiç ihmal etmezler... Bu hikâye de böyle bir insanin, bir "i¨
iççisinin onurlu hatiratidir.
Yalnizlarin atlarinin olmasinin adet oldugu zamanlarda yaçamamiç biri olarak, yaya
kaldirimlarini topuklarimla dövüp duruyorum. Evet, bir atim yok, evet biyiklarim
Dogu Prusya tarzi kesilmiç, evet evet. Ne, ha evet. Ama ben onurlu biriyim, asla
geri geri yürümem. Tamam, tamam neden diyorsunuz, neden biz bu adami
dinliyoruz diyorsunuz? Söyleyeyim çünkü sesim yanik, çünkü türkülerim
degirmenlerden çirildayarak akan sular kadar berrak, çünkü ben bagri yaniklarin
önde gideniyim, çünkü sizin bir televizyonunuz yok ve yoldan geçen ayyaçlarin
çarkilariyla idare etmek durumundasiniz. Ya da bu bahti kara, bitap "i¨ iççisine
acimak için onu dinliyorsunuz.
Ama bana acimayiniz, sadece önyargilarinizdan ve kibrinizden kaynaklanan göz
çapaklarinizi, duygulari paylaçmanin hoç kokulu sabunuyla yikayiniz.
Telefon kablolarindan düçen kelimeleri toplama kurumuyla, çamurlu su
birikintilerindeki hafif dalgalaniçlari yaratma enstitüsündeki içlerim pek yolunda
gitmedi ve ben yine konuçmalara ve düçüncelere "i¨ harfi yerleçtirme cemiyetindeki
sikici içime döndüm. Yine her lanet olasi günümü, masamda daginik bir çekilde
duran "i¨´lari kelimelere gömerek geçiriyorum. Bizim büro yirmi dört saat usulüne
göre çaliçtigi için, hiç durmadan diçlilerini gicirdatiyor, eleman eksikliginden
kaynaklanan boçlugu, ruhumuzun karanliklarindan çikip gelen zorunlulugun çevkiyle
dolduruyoruz.
Patron içeri girdiginde büronun tavanina dogru yükselen yorgunluk bugusu
genizlerine dolarak, aniden yere yuvarlanmasina sebep oldu. Bürodaki herkes çok
yorgun oldugundan, kimse yerinden kalkmadi, yalnizca ben aciyiçimi patrona
gönderdim, o da acima tutunarak ayaga kalkti, bana bakip gülümsedi. Bu
gülümseyiçin içi doluydu, yani olgun bir armut gibi sapsari, dolgun, tatli bir gülüçtü.
Ellerim hemen önümden geçmekte olan "hrka¨ kelimesini otomatik olarak h¨i¨rka
haline getirdi, itiraf etmeliydim ki, içimde ustaydim. Patron masama yaklaçirken,
elini cebine daldirip birkaç tane daha "i¨ firlatti, kelime h¨i¨rkalar¨i¨m¨i¨ haline
geliverdi.
"Sadi, seninle konuçmamiz lazim¨ dedi, ben de "Elbette¨ dedim. Içimi yenilerden
birine biraktim, patronla beraber odasina gittik. Bu odaya birçok kez gelmiçtim,
ama her geliçimde yeni bir ayrinti keçfetmek beni hep çaçirtiyordu, odanin agdali
bir geçmiçi oldugu kafama üçüçen uçan ani parçalarindan anlaçiliyordu. Anilar
küçük finolar gibi kafanizin etrafinda dolaçiyor kuyruk sallayip, dil çikartiyorlar bir
::'I¨ ISÇISI NEREYE:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y11.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:36
::'I¨ ISÇISI NEREYE:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y11.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:36
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim



10 Ünlüden 10 Ünlü Söz
Felsefe Ekibi

Sözün en güzeli, söyleyenin dogru olarak söyledigi, dinleyenin de
yararlandigi sözdür. Aristoteles
1.
Söylenmedigi müddetçe söze sen hakimsin. Bir kere söylendi mi, o
sana hakim olur. Beydeba
2.
Akilli insan kimseyi sözleriyle degerlendirmez; ne de kendi sözlerini
kimse için degiçtirmez. Konfüçyüs
3.
Sözcükler, maddenin görüntüsünden baçka bir çey degildir; onlara
açik olmak resme açik olmaktan farksizdir. Bacon
4.
Sözcükler bilge adamlarin fiçleri, aptallarin parasidir. Hobbes 5.
Bir sözün ardindan koçmamaliyiz, söz bizim ardimizdan koçmali,
bize hizmet etmeli. Montaigne
6.
Insan dilini tutup konuçmadikça, ayibi da hüneri de gizli kalir. Sadi 7.
Güzel söz, yaçamimizda hayat bulmadigi sürece kuru gürültüden
ibarettir. Anonim
8.
Küçük kafalar insanlari, orta kafalar olaylari, büyük kafalar fikirleri
konuçur. Hyman G. Ricover
9.
Sessizlik, çok kez toplumun deger ve hükümlerini sözlerden daha
güçlü olarak belirtir. Benjamin Disraeli
10.



Felsefe Ekibi SOLÍS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2006 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar, kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü
sorumlulugu yazarlara aittir.

::10 Ünlüden 10 Ünlü Söz :: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y14.html
1 -~ 1 19.11.2008 19:37
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


!"#$!%!
Yusuf ERYIGIT

Ne zaman bir açk yaçasa.
Düçerdi kiskançliktan peçine bütün tanrilar.
Açk tanriçasi Antuara´nin.
Akil dedi hikmetli Antuara.
Ya yaçim?
Eger birleçtirebilirsem akilla yaçi.
Yenerim bütün tanrilari.
Tarihte yaçamiç ve aciyi damaklarinda tatmiç.
Tüm âçiklari topladi baçina.
Iki beden dedi Antuara.
Iki beden, ki Tanrilari ve çeytani bile dize getirmeli.
Kendi içinde yogunluga giren kudretli tanriça.
Buldu sonunda bir elmanin iki yarisini.
Özünde bir insan bedeni olan.
Sen dedi, Jülyet, Kleopatra, Leyla, Asli, Çirin ve digerleri.
Girin çimdi çu kutsal bedene deyip gösterdi kudretli bedenini.
Sen dedi Antonius, Romeo, Mecnun, Kerem, Ferhat.
Siz de girin bakalim kudretli Aki´nin bedenine.
Indi yeryüzüne iki soylu beden.
Antuara´nin iki çaheseri.
Bir üçüncüye, sen de in kudretli Leyla dedi.
Kiskançliktan damagi kuruyan tanrilar.
Düçtüler açk tanriçasi Antuara´nin peçine.
Burundan ateç, yürekten kin saçarak.
Sen dedi kudretli tanriça.
Evleneceksin Aki ile.
Bozacaksin tanrilarin planlarini.
Jüpiter´e bile hükmetseler.
Yanacaklar açkimin ateçinde.
Düçecekler kendi kazdiklari kuyuya.
Baçarabilecek miyim efendim acaba.
Böylesine soylu bir görevi.
Taçiyabilir miyim boynuma takacagin zümrüt gerdanligi.
Bu yük bana agir gelmez mi.
Sen ki Leyla çeytani bile zincire vurmuçtun kendi kafesinde.
Geçirmiçtin burnuna halkayi da.
Nefessiz kalmiçti Edenin zindaninda.
::ANTUARA:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y10.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:36
::ANTUARA:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y10.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:36
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim



Bir cümle ile beç köprü kurarim, milyon milyon akilli geçer üstünden!
Imza: Deli!..
Muharrem YILDIRIM
Bir cümle
beç köprü kurup
milyon milyon insani geçiriyorsa üstünden,
felsefedir.
Bir cümle
söylediginin üzerine bagdaç kurdurup
oturtup
yap boz oynatiyorsa,
dildir.
Çöyle de söylenebilir;
dil akillidir,
felsefe deli!
Filozof?
Zirdeli!..
Dil köprü kuramaz.
Çünkü o,
sonsuza kadar kendi inçasi ile ugraçmaya mahkum kilinmiçtir.
Felsefe alir onu
ve ne kadarsa o kadarindan sayisiz köprü yaratir.
Yani felsefe,
bir pervane oyununda hep ateç;
dil,
rüzgarin koynunda töz töz kül,
toz toz külüne kul.




Felsefe Ekibi SOLÍS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2005 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...
Yayimlanan yazilar, kaynak gösterilerek alinti yapilabilir. Yazilarin her türlü

::Bir cümle ile bes köprü kurarim:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y12.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:37
::Bir cümle ile bes köprü kurarim:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y12.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:37
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


CAMUS VE ÍNSAN
Mustafa GÜNAY
Oldukça açik ve anlaçilir bir dille yazmiç olan Albert Camus, teknik ve akademik bir
felsefeci olarak görülmese de, önemli düçünceler, görüçler ortaya koymuçtur.
Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger gibi filozoflarin oluçturdugu gelenegi izledigi
söylenebilir. Camus, insanin dünya içindeki konumuna anlam ve eylem açisindan
bakar. Baçka bir deyiçle Camus, düçüncesinin zarini insandan, yaçamdan ve
dünyadan yana atar. Düçünce ve eylem arasindaki yabancilaçmayi ortadan
kaldirmayi dener. Çünkü eylemler dayandiklari düçünceyi ve degeri
gerçekleçtirmiyorsa, orada, amaçlar, araçsallaçmiç, asil deger ve varlik olan insan
bir gölge, bir kopya durumuna düçmüç demektir.
Camus, dünyanin akla uygun olmamasindan hareketle bir etik olanagini araçtirir.
"Alçalmiç düçünce gelenegi¨ olarak eleçtirdigi düçünce tarzi, "akla-aykri¨yi
yüceltirken, Camus´nün açiklik yolunda ilerleyen bir düçünme tarzi vardir. Bu ayni
zamanda, belli bir filozof duruçunun ve felsefe yapma tarzinin ifadesidir. Camus´nün
felsefesi, ilk kez Nietzsche´nin dikkati çektigi nihilizm sorunu ile felsefi yoldan onu
açmaya çaliçmiç en önemli çagdaç görüçlerden biridir. Camus´nün düçünsel
temellerini ve tarihsel-toplumsal sonuçlarini çözümlemeye çaliçtigi nihilizm, aslinda
bir felsefe sorunu olmaktan öte çagin bir sorunu olarak karçimiza çikmaktadir. Ve
bu sorunun agirligi üzerimizde artarak sürmektedir.
Camus, Sisyphos Efsanesinde nihilizmi saçma (absurd) kavramindan hareketle
inceler. "Saçma¨ kavrami, onun düçüncesinin temeli durumundadir. Saçma
kavrami, insan açisindan evrenin akla, mantiga aykiriligini, tutarsizligini anlamiç;
herçeyi oldugu gibi gören, bilinçli insani ya da düçünceyi dile getirir. Varoluçumuzun
ya da yok oluçumuzun kararini veremedigimiz bu yaçam, insan yaçami, saçma ve
anlamsiz bir yaçamdir.(1) Camus, düçünsel geliçiminin birinci döneminde "saçma¨
kavrami üzerinde durur, intihari içler. Ikinci dönemde ise "baçkaldirma¨yi ele alir.
Iki dönemin ortak yanini olan mutlak son (ölüm) ise, yaçamin anlamsizligini ve
dolayisiyla "saçma¨ yaçantiyi ortaya çikaran temel olgudur. Ancak saçma her
zaman için bir baçlangiç noktasi olarak kabul edilir. Camus de yapitlarinda, saçmayi
açma, onunla bir hesaplaçma çabasi içinde karçimiza çikar.
Camus´nün birinci dönem felsefesi içinde yer alan Sisyphos Efsanesinde kullandigi
temel kavramlar, saçma (uyumsuzluk), yalnizlik ve intihardir. Ikinci dönemde
ise¨baçkaldiri¨ ve "dayaniçma¨ kavramlari agirlik kazanir. Baçkaldirma, metafiziksel
ve tarihsel olmak üzere ikiye ayrilir. Baçkaldirma düçüncesinin ahlaki ve metafizik
boyutlari vardir. Camus, baçkaldiriyi, politik ve tarihsel devrimlere karçit olarak ele
alir. Sisyphos´ta uyumsuzluk bilinci açikliga kavuçur, saçma´nin farkina varilir ve
insan bununla hesaplaçarak kendi konumunu belirler. Baçkaldiran Insan´da ise bu
bilinç baçkaldirma düçüncesine baglanir ve bir eylem ilkesi haline gelir. Bu ayni
zamanda, bireyselle toplumsal, kiçiselle evrensel arasinda bir iliçki ve iletiçim
::CAMUS VE INSAN:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y9.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:35
::CAMUS VE INSAN:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y9.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:35
.........................................Sayi:3 Yil:2006
Ana Sayfa Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


DÍL ve FELSEFESÍ
Anlamak
¨Dil nedir ki? Kimse bana sormayinca, biliyorum.
Birine açiklamaya kalkinca da bilmiyorum¨
Nermi Uygur.
¨Insan dogasi geregi bilmek ister¨
Aristoteles
BAÇLARKEN
Dil! Deyip geçmeyelim. Bizler dili konuçmaya baçladigimizda, onun içine çoktan
dogmuçuzdur. Dili, en siradan yetimiz olarak kendi dogalligi içinde kullaniriz. Ancak dilimiz
üstüne düçünmeye baçladigimizda, ne kadar karmaçik, geniç ve tartiçmali bir alanda
oldugumuzu fark ederiz.
Burada, dil üzerine yapilan çaliçmalari temel alarak, dilin genel bir görünümünü vermeyi
deneyecegim. Daha sonra, felsefece düçünmenin dil olgusuna yaklaçimi konusunda
görüçleri özetlemeye çaliçacagim.
Metin, alan diçindan bir meraklinin, anlama çabasi olarak degerlendirilmelidir. Her alt
baçligin bagimsiz bir alan oluçturdugunun bilincinde olarak, dikkatimizi alanlararasi
iliçkilere çekmek, metnin amacini oluçturmaktadir.
Dil gerçegi, dirimsel (biyolojik), fiziksel, tinsel, bireysel, toplumsal, tarihsel, estetik birçok
etken ile iliçkilidir. Insana yönelik tüm anlama çabalarinda var olan sorun,"dil¨ için de söz
konusudur. Dil sonuçta, kendini kullanarak, kendini betimlemeye, bilmeye, yorumlamaya,
anlaçilir kilmaya çaliçir. Dil üstüne düçünme, kimi durumlarda, "üstdil¨ dedigimiz dile
getirme katmani ile olanakli hale gelmektedir. Ayrica, "dil¨in gerçekligi yansitmadaki sinir
ve olanaklarinin, kendini betimlemesi ve anlamlandirmasinda da söz konusu oldugunu
belirtmeliyiz.
::DIL ve FELSEFESI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y3.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:31
::DIL ve FELSEFESI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y3.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:31
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


DÍLÍN BÍYOLOJÍK DAYANAKLARI
DENEYSEL KANITLAR, DÍLÍN DOGUÇTAN OLMASINI DESTEKLÍYOR MU?
Bora Lee
Çeviren: Gökçen YAÇAYAN
"Dil biçimleri içindeki gramerin prensip ve kurallari, düçüncenin evrensel biçimlerine
karçilik gelmek için yapilmiçtir... Her bir cümlenin yapisi, bir mantik dersidir."
John Stuart Mill

DÍLÍN BÍYOLOJÍK TEMELÍ
"Gerçekte insan bilgisi, dil baçarimi araciligiyla dilbilimsel yeterlilik tarafindan
organize edilir ve gerçekligi keçfimiz her zaman dil araciligiyla olur" (Danchin 29).
Geliçmiç omurgalilar, türlerin yavaç evrimi sonucu "sezgisel bilgi"ye sahiptir.
Bununla birlikte, dil yoluyla bilgi yaratma yetenegine sadece insanlar sahiptir.
Benjamin Whorf'a göre, "dil... sadece fikirleri seslendiren kopya edici araç degil;
daha büyük ölçüde, fikirlere çekil verendir... Biz dogayi dilin ortaya çikardigi sinirlar
dâhilinde çözümleriz" (Joseph 249). Beraberinde, dilin geliçimi ve edinimi,
"kompleks ardiçik içlem, kavramlara çekil verme yetenegi ve basit uyaricilari çoklu
biçimde siniflandirma" ile baglantilidir (Joseph 178). Antione Danchin, kendimizi,
üzerinde araçtirma yapilabilecek nesneler olarak algilamamizi saglayan "kiçiyle ilgili
döngü" yoluyla çok daha yeterli olan gerçeklik modelleri oluçturmak için, evrenin
geri kalanindan kendimizi ayirt etmemizi sagladigini ileri sürer. Danchin'in iddia
ettigi, tüm insanlarda ortak olan bu "nesneden özneye uzanan yol", dilin evrensel
özelliginin varligini ileri sürer (29).
Dilin biyolojik buluntulari, bu evrensellige önemli derecede katkida bulunabilir. Konu
burada, dilin doguçtan oldugu degildir; çünkü, kesin olarak, dil ögrenilmelidir.
Konu, dil ögrenme egiliminin doguçtan olup olmadigi da degildir; dil ögrenmek için
içlevsel bir beyne gereksinim vardir. Araçtirilan soru, dil organizasyonunun kökünde
biyolojik dayanak olup olmadigi ve dilin içyapisidir.
Konuçulan dilin edinimi üzerine düçünen bilim adamlari ikilemin içsel ve diçsal
nedenleri konusunda bölünme yaçamaktalar. Dil edinimlerinin iki tipik modeli,
"selektivist (seçici, çev.)" ve "konstruktivist (zihinsel inçaci, çev.)" modellerdir.
Selektivist model, iç sebep görüçüne baglidir ve Noam Chomsky ile
iliçkilendirilmiçtir. Selektivist model, "dil kalibi beyindeki sinirsel yapi tarafindan
önceden organize edilir, böylece varolan bir çevrenin gerekli parçasi olma durumu,
her bir bölünmez sinir yapisinin sinirlarini oluçturur, bunu yaparken önceden
varolmuç organizasyonu etkilemez" (Danchin 30) diye varsayar. [Demet Öngen'in
::DILIN BIYOLOJIK DAYANAKLARI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y7.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:33
::DILIN BIYOLOJIK DAYANAKLARI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y7.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:33
Sayi:7 Yil:2007
Ana Sayfa Kitaplik Arçiv Forum Site Íletiçim



DÍLÍN GÜCÜ II
M.Gül ÖZGEÇ



IM AD DEGILDI DAHA

Bir zamanlar sözcüklerin bizim diçimizda da yaçamlari vardi, ama
anlamlari yoktu. (Anlam sikicidir. Bencildir. Günde üç kez aynada
kendine bakar. Baglar. Adlandirir. Adlandirmak ölümdür.)

Eskiden bir ustura, bir su kovasi, bir at yan yana geliyordu. Dünya
anlaçilmak için degildir.

Eskiden sözcüklerle bu denli yakinligimiz yoktu. Balkon ile taniçmamiz yenidir. (Balkon
çocuklugumuzdur.) Kirmizi sesti eskiden. Nergis kendi adini bilmezdi, aklina estigi gibi
yaçardi. Ölüm sözcügü eskiden de iki heceydi, evlere girer çikar, yatak turlari atar,
agaçlarla alay ederdi.

Im ad degildi daha.

Bir zamanlar anlam sözcüklerin umurunda degildi. Nuh Peygamberin: ¨Ben iki bin yil
önce karim, çocuklarim, gelinlerim, hayvanlarimla Cudi Dagi´nda gemisi karaya oturan
Nuh Peygamberim.¨ sözlerine karçi, -anlamin kiyilmasi adina- imgeleri sürerler (çairlerin
her gece kâgitlarina yeçil Muhammedler, sari Isalar indiren imgeleri) sözcük olduklarini
unuturlardi. (imgelere dönüçtügünde sözcükler taninmaz. Sözcükleri kaldirin dünya
yoktur.) Bagzilari egretilemelerin büyüsüne kapilip, (egretilemeler çiirin kral yoludur)
adlarinin üstünü çizerlerdi. Bagzilari da simgelerin buyrugunda (simgelere elini kaptiran
kurtulamaz) ordan oraya savrulup giderlerdi.

Im ad degildi daha.

Ilhan Berk
Gösteri-Nisan 1981


Önce gösteremeyecegimiz vardi.
Sonra ¨adlandirdik¨.
Daha sonra ise adlandirilani adlandirana taptik.
Taptigimiz kim, ne?
Içte bunu unuttuk...


¨Yola çikiyoruz, yaniniza hiçbir çey almayin.¨ dedim. Biri kitabindan ayrilamadi, digeri
köpeginden... Onlari da mi almayacagiz? Evet, hiçbir çey almayin! Biri ise para almaya
kalkti, gerekli olur diye. Yaniniza bir çey almadan gelin, göreceksiniz ki böyle bile
::DILIN GÜCÜ:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi7/s7¸y9.html
1 -~ 2 19.11.2008 20:36
::DILIN GÜCÜ:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi7/s7¸y9.html
2 -~ 2 19.11.2008 20:36
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim



Editörden
Selma Yildiz
Merhaba,
3. sayimizla yine sizlerleyiz. Kapak konumuz önceden duyurdugumuz gibi Dil ve Felsefesi. Özneyle dili ve diliyle de dünya
arasindaki iliçkinin felsefesi. Ekip imzali yazilarin yanisira yazarlarimiz konu hakkinda özgün, derleme ve çeviri yazilariyla
konuyu içlediler.
Akademisyenlerimizden henüz yeterli ilgiyi göremesek de ilerleyen sayilar için umudumuzu hala koruyoruz. Bunun için
kendilerine ulaçma çabalarimiz sürüyor.
Kapak konumuza kisaca deginirsek.
Lacanci bir deyiçle dil, simgesel düzen tarafindan üretilir. Bizler önceden belirlenmiç bu simgesel düzen içine dogariz.
Dogdugumuz andan ayna evresine geçiçe kadar yaçadigimiz süreç, henüz anlamlandirilmamiç yani simgeselleçtirilmemiç
olan süreçtir. Ayna evresiyle yeniden üretim açamasina geçer ve kendimizi bir bütün olarak kurgulamaya baçlariz.
Mitolojide Narkissos´un sudaki aksini görerek kendi gerçekliginin farkina vardigi gibi bir farkindalik yaçariz. Ancak bu
farkindalik Narkissos´un sudaki aksinde, baçka bir deyiçle farkinda olmayan ötekinin aynasinda, kendi kendini baçtan
çikardigi, kendini tanidigi an kendini yokettigi ve nergis çiçegine dönerek yapibozuma ugradigi gibi, olumsuz anlamda bir
farkindalik degildir. Bu farkindalik, kendimizi yoketmenin degil, ötekinin yazgisi olmakla kendimizi baçtan çikardigimiz,
yeniden kurmaya baçka bir deyiçle özneleçme sürecine girdigimiz bir farkindaliktir. ¨¨Öteki var, onunla karçilaçtim,¨
dememeli. ¨Öteki var, onu izledim,¨demeli¨ diyor Baudrillard. Ayna sürecine girmekle "Öteki¨yle karçilaçan özne, bir
"Öteki¨ nin varligini ögreniyor. Ancak Narkissos gibi "Öteki var, onunla karçilaçtim¨ demiyor. Ekho gibi özne de, Öteki ile
karçilaçmanin Ötekinin varoluçunun bir kaniti oldugunu görüyor, kendine yabancilaçarak onu izliyor, yüzleçiyor.
Dilsel dünyaya yani simgesel alana giriçle birlikte arzularimiz tarafindan belirleniriz. Bunlari dil yardimiyla baçkalarina iletir,
bildiririz. Duygularimizi dille açiga çikarir, isteklerimizin yerine getirilmesini saglariz.
"Dil gerçekligi kavrayamaz¨ diyen Lacan, içinde yaçadigimiz gerçekligin bizim dilsel yapimizin bir ürünü oldugunu
söylüyor.
Siz de farkinda misiniz bilemiyorum... günümüzde hayati nasil beynimizde, zihnimizde devasa prangalarla yaçiyoruz.
Kendi tünellerimizde, kendi hapishanelerimizde ama yine de digerleri farkinda olmadan onlari izleyerek, izini
sürdügümüzün kendimiz oldugundan habersiz.yeni sabahlara uyaniyoruz. Her uyandigimiz sabah, labirentlerimizde
"öteki¨yle karçilaçacagimizi biliyoruz. Kendi ötekimizi istiyor, bu buyurgan gereksinim içinde istemlerimizin alanina giriyor
kendimizi anlamlandirilmasi açik uçlu bir süreç içinde buluyoruz. Anladigimizi anlatmakta zorlaniyor, dile getirmek
istedigimizin dile geldigi an anlamsizlaçmasini sikça yaçiyoruz. Dilimiz, kendini eksik olarak söylediginde, söylemediginde
bir baçka deyiçle sessiz kaldigi yerde ifade ediyor.
Genelleçmiç iletiçim ve enformasyon fazlasinin insanin tüm savunmalarini tehdit ettigini söyleyen Baudrillard´a kulak
verdigimizde simgesel alanimizi, dilsel dünyamizi, zihnimizin muhakeme alanini koruyan hiçbir çeyin kalmadigini
görüyoruz. Yine dili kullanarak onu anlatmaya, betimlemeye çaliçiyoruz. Gerçekligimizin nasil bir yapi tarafindan
üretildigini görmek, anlamak, üzerinde düçünmek için sizleri dergimizin sayfalarinda gezinmeye davet ediyor ve eleçtiri,
öneri ve yazilarinizla katkilarinizi bekledigimizi bir kez daha yinelemek istiyoruz.
Sevgilerimizle....




Felsefe Ekibi SOLÍS'in saglamiç oldugu hosting hizmeti ile sizlere ulaçmaktadir.
© 2001-2005 Felsefe Ekibi Tüm haklarini sakli tutar...

::EDITÖR'den:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y0.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:17
::EDITÖR'den:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y0.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:17
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


Ínsan ve Dil
M. Gül ÖZGEÇ
Okunur kilinan dizeler, yazilar araciligiyla,
binlerce yil ötelerden bir insanin sevgiyi
tanilayiçi, dogayi betimleyiçi, yakarisi ve tüm
insancil duygularini duyumsayabilmek ya da
duyumsayabildigimizi sanmak, gerçekte tüyler
ürpertici bir olay. Homeros´un dizeleriyle
etkilenmemiz, Ludingirra´nin anasinin
ninnileriyle gülümseyiçimiz, insanligin bireyde
ya da özünde pek farklilaçmadiginin bir kaniti
gibi önümüze çikmaktadir.
Dillerin, budunlari tanilamadaki baskinliklarini
söyleyebiliriz. Ama tek baçina tanikliklarini da
söyleyebilir miyiz? Sanirim önyargi, yanilgi ve
yanliçlarimizin ufkumuzu daraltmasiyla, binlerce
yildir kariçmiç yani karkaçmiç insan/kültür tözü
üstünde sanrisal yükseldigimizin gerçekligini de
yitirmekteyiz. Ayni dili konuçan farkli budunlarin
varligi gibi, ayri dili konuçan, kökte ayni
budunlarin varliginin insanligin önünde bir engel
oluçturmamasi düçüncesiyle yola çiktigimizda, insan, insan yapisinda ses/dil
oluçturan örgenleri/organlari, bunlarla ilintili ses/dil/yazi yaratiminda etken/etkin
olan kanitlanmiç ya da kanitlanmamiç bazi unsurlari görebilmekteyiz. Okuyacaginiz
yazi böyle bir yolculugun kimi duraklamadan geçilerek, kimi ise uzunca
konaklanarak yazilmiç bir denemesidir.
"Insan, Yapisi ve Yaçami¨ kitabinda, anakaralardaki insan dagiliminda kan
gruplarinin (farkli/ayni) etkinligine deginilir (s. 229 v. i.):
"Kisa da olsa, sadece kan gruplarina dayanilarak bir Avrupa tarihi yazilabilir.
Yüksek oranda A gruplu kiçiler, baçta Iskandinavya, Ispanya ve Türkiye olmak
üzere Avrupa´yi istila etmiçlerdir. 0´li kiçiler köçelerde kalmayi seçmiçler ve
buralarda kalmaya zorlanmiçlardir. Bu grup Irlanda´da, Iskoçya´da, Pirenelerde,
Izlanda´da, Sardunya´da, Korsika´da, Dogu Karadeniz´de çok görülür. Hiçbir zaman
fazla görülmeyen B´lere Avrupa´nin dogusuna dogru gidildikçe rastlanir. Örnegin,
Ortadogu ve Rusya´da B´ler, A´lari yenilgiye ugratan ikinci bir istila gibi
görünmektedir (Acaba Mogollar mi?).
Dünyayi ele aldigimizda durum daha da karmaçiktir. Güney Amerika´daki yerliler
yüzde yüz 0 grubundandir. Kuzey Amerikali Kizilderililerin çogunlugu da 0´lidir.
Yalniz kuzeye gidildikçe aralarinda A´ya rastlanir. Hemen hemen hiç B görülmez.
Eskimolar gibi, Maoriler ve Avustralyali yerlilerin yarisi A, yarisi 0´dir. Bati Afrikali
zenciler çogunlukla 0´lidir (yüzde elli iki) fakat A yüzde yirmi bir oraninda ve B
::Insan ve Dil:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y8.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:34
::Insan ve Dil:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y8.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:34
.........................................Sayi:3 Yil:2006
Ana Sayfa Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


ÍSÍMLER
Felsefe Ekibi
AUSTIN, John
Langshaw
AYER, ALFRED
Jules
BAHTÍN,
Mihail
Mihailoviç
BARTHES,
Roland
BALLY.
Charles
BAUDOUIN
de Courtenay
Jan
BENVENÍSTE,
Emil
CARNAP,
Rudolf
CHOMSKY,
Noam
COQUET,
Jean-Claude
DERRIDA,
Jacques
FREGE, Gottlob
GADAMER,
Hans Georg
GREIMAS,
Algridas-
Julien
GUILLAUME,
Gustave
HARRIS,
Zellig
Sabbettai
HJEMSLEV,
Louis
HUMBOLDT,
Wilhelm
Von
JAKOBSON,
Roman
KRISTEVA,
Julia
MARTINET,
Andre
PEIRCE, Charles
Sanders
QUINE,
Willard Von
Orman
RUSELL,
Bertrand
RYLE,
Gilbert
SAPIR,
Edward
SAUSSURE,
FERDINAND de
STRAWSON,
Peter
Frederick
TESNÈIRE
Lucien
TODOROV,
Tzvetan
TRUBETSKOY,
Nikolay S.
WITTGENSTEIN,
Ludwig

AUSTIN, JOHN LANGSHAW
(1911-1960) Ingiliz filozof, 1952-1960 yillari arasinda Oxford Üniversitesi´nde
ahlak felsefesi profesörü olarak görev yapti. Aristoteles etigi ve Leibniz felsefesi
üzerinde uzmanlaçti. "Dilci fenomenoloji¨ adini verdigi bir dizi söz edimleri
çözümlemesi teknigi kullandi ve böylece ardili olan Searle´ün katkilariyla daha
saglam bir kuramsal çerçeveye oturacak olan "söz edimleri teorisi¨ nin temellerini
atti. Austin, gündelik dilde olagan olarak kullanilan sözcelemlerin ciddiyetle ele
alinmasinin felsefedeki kimi geleneksel sorunlarin çözümüne katki saglayacagini
savundu ve bu saviyla Wittgenstein´in post-Tractatus döneminde açtigi yoldan
::ISIMLER:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y2.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:30
::ISIMLER:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y2.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:30
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


KENDÍ DÍLÍNDEN YORUMSUZ
Dilbilim Göstergebilim
Felsefe Ekibi
FERDINAND de SAUSSURE: Genel Dilbilim Dersleri
Giriç
Bölüm1:Dilbilim tarihine kisa bir bakiç
Dil olgulari çevresinde oluçan bilim, gerçek ve tek konusunun ne oldugunu
anlamadan önce üç evreden geçti. Önce, "dilbilgisi¨ diye adlandirilan çaliçmalar
yapildi.(...)
Daha sonra filoloji ortaya çikti. (...)
Üçüncü dönemse, dillerin birbirleriyle karçilaçtirilabilecegi anlaçilinca baçladi: Bu da
karçilaçtirmali filolojinin ya da "karçilaçtirmali dilbilgisi¨nin kökenini oluçturdu. (...)
Karçilaçtirma olgusuna tam olarak uygun yeri veren asil dilbilim ise Roman dilleri ile
Germen dillerinin incelenmesiyle dogdu. (...)
Bu alanda ilk atilimi yapan, The Life of Language (Dilin Yaçami) [1875] adli kitabin
yazari, Amerikali Whitney oldu. Kisa bir süre sonra da yeni bir okul oluçtu. Ileri
gelenlerinin hepsi Alman olan yeni-dilbilgiciler okuluydu bu: K. Brugmann, H.
Osthoff, Germen dili uzmanlari W. Braune, E. Sievers, H. Paul, Slav dili uzmani
Leskien, vb. Söz konusu yeni-dilbilgiciler karçilaçtirmanin bütün sonuçlarini tarihsel
bakiç açisina yerleçtirmeyi ve bu yolla olgulari kendi dogal düzenlen içinde birbirine
baglamayi baçardilar. Onlarin sayesin de, dil, artik kendi kendine geliçen bir
organizma olarak degil, dilsel topluluklarin ortak düçünme biçiminin yarattigi bir
ürün olarak görülüyordu. Ayni zamanda filoloji ile karçilaçtirmali dilbilgisinin ortaya
attigi fikirlerin ne kadar yanliç ve yetersiz oldugu da anlaçildi. Ancak, dilbilime
yaptigi hizmetler ne kadar büyük olmuçsa da, bu okulun da sorunun bütününe içik
tuttugu söylenemez ve genel dilbilimin temel sorunlari bugün bile bir çözüm
beklemektedir.
Bölüm II :Dilbilimin gereci ve görevi, yakin bilimlerle bagintilari.
Dilbilimin gerecini öncelikle insan dilinin bütün gerçekleçme biçimleri oluçturur:
Ister ilkel topluluklar ya da uygar uluslar, isterse arkaik, klasik çaglar ya da çöküç
dönemleri söz konusu olsun, dilbilim her dönem , yalnizca dogru dille ve "güzel
konuçma¨ ile degil bütün anlatim biçimleriyle ilgilenir. Ayrica, dil, genellik insanin
gözleminden kaçtigindan, dilbilimci, yazili
metinleri de hesaba katmak zorundadir, çünkü geçmiçteki ya da uzaktaki dilleri
ancak onlarin araciligiyla taniyabilir.
Dilbilimin göreviyse çu olacaktir:
::KENDI DILINDEN YORUMSUZ:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y5.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:31
::KENDI DILINDEN YORUMSUZ:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y5.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:31
Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


KENDÍ DÍLÍNDEN YORUMSUZ
Felsefe
Felsefe Ekibi
PLATON: Kratylos
Hermogenes - Bak, içte Sokrates karçimizda. Konuçmamizin konusunu ona da
bildirelim ister misin?
Kratylos - Elbette, nasil istersen.
Hermogenes - Sokrates, Kratylos varliklardan her birinin, kendi dogasindan gelen
dogru bir adi bulundugunu iddia ediyor; ad denen çey bazi kimselerin aralarinda
anlaçarak, konuçtuklari dilin bir parçasini, bir objeyi belirtmek için kullanmalari
sonucunda meydana gelmiç olmayip, Grekler için olsun, Barbarlar için olsun,
herkese göre ayni olan bir dogru ad varmiç. Ben, ona, Kratylos´un onun hakiki adi
olup olmadigini soruyorum: öyle oldugunu söylüyor. "Peki, Sokrates´in hakiki adi
nedir?¨ diye soruyorum. "Sokrates´tir¨ diye cevap veriyor. "Baçka insanlar için de
öyle mi, her birinin bildigimiz adi, onun hakiki adi mi?¨ diyorum. O, bana "Herhalde
seninki hariç; senin adin Hermogenes degil, isterse bütün dünya sana böyle desin¨
diyor. Bunun üzerine, ne demek istedigini ögrenmek için ona sorular sordugum
halde, hiçbir açiklama yapmiyor; ve de, üstelik, bu konuda gizli bir fikri varmiç,
açikça söyledigi takdirde, beni hemen onu onaylamak ve onun tezini desteklemek
zorunda birakacak bir bilgiye sahipmiç gibi yapip, benimle inceden inceye alay
ediyor. Kratylos´un bu kâhince sözlerine açiklik getirecek bir yol biliyorsan, seni
zevkle dinlerim. Ve en çok da - eger anlatmak istersen - adlarin dogrulugu hakkinda
senin ne düçündügünü ögrenmek beni memnun edecektir.
Sokrates - Hermogenes, Hipponikos´un oglu, bir atasözünün dedigi gibi: "güzel
çeyler güçtürler¨, onlarin dogasini bilmek istiyorsan eger. Bunun gibi, adlarin
incelenmesi de kolay iç degildir. Eger ben, Prodikos´un agzindan, onun -
söylendigine göre - dinleyene bu konu üzerinde eksiksiz bir bilgi edindiren elli
drakhmelik dersini dinlemiç olsaydin çimdi senin, adlarin dogrulugu hakkinda
hakikati bilmene hiçbir engel kalmazdi. Ne var ki, ben ancak bir drakhmelik ders
dinledim; onun için, bu gibi, konularda hakikatin ne olabilecegini bilmiyorum. Ama,
seninle ve Kratylos´la birlikte bunu araçtirmaya hazirim. Hermogenes adinin, senin
hakiki adin olmadigina (Hermogenes: kazanç tanrisi Hermes´in soyundan gelen)
gelince, bu herhalde Kratylos´un bir çakasi olsa gerek derim: servet edinme
yolundaki çabalarinin hep boça gittigini düçünerek böyle diyordur belki. Ama, tekrar
ediyorum, bilinmesi güç konulardir bunlar. Ikinizden hangisinin hakli oldugunu
görmek için, meseleyi oturup birlikte araçtirmamiz gerekir.
Hermogenes - Dogrusu, Sokrates, ben Kratylos´la da, baçka birçok kiçiyle de
defalarca konuçtum; ama, adlarin dogrulugunun bir mutabakattan, bir itibari
anlaçmadan baçka bir çey olabilecegine kanaat getiremedim. Bence, bir objeye ne
::KENDI DILINDEN YORUMSUZ:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y6.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:32
::KENDI DILINDEN YORUMSUZ:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y6.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:32

Sayi:3 Yil:2006

Ana
Sayfa
Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


YOL HARÍTASI
Felsefe Ekibi
Bu sayidaki yol haritamiz, "dil¨ konusunda site ve forumda yer alan metinleri ve
tartiçmalari kapsiyor. Baçliklara tiklayarak metinlere ulaçabilirsiniz.
Baçlangiç için, "dil¨i genel olarak ele alan bir metin :
Dilin Serüveni
Yine dile çok boyutlu bakan bir metin de Yeni Kantçi E. Cassirer´den;
Dil
Açagida baglantisini verdigimiz sayfa, dil felsefesine giriç niteliginde olup, dil
felsefesi-dilbilim iliçkisini göstermeyi amaçlamaktadir.
Dil Felsefesi
Dil konusunu temel sorun olarak gören felsefi görüçlere iliçkin baglantilari
vermeden, Atakan Altinörs´ün "Dil Felsefesine Giriç¨ adli yapitinda yer alan bir
uyariyi burada deginmemiz uygun olacaktir:
¨Dil felsefesi, baçta analitik(Çözümleyici) felsefe olmak üzere birçok kavram ile
kariçtirilmakta ve bu kariçtirmalar sonucunda dogru olmayan sonuçlara
varilmaktadir. Birbiriyle iliçki içinde olduklari halde ayni çeyi belirtmeyen dil
felsefesi, dilci felsefe (linguistic philosophy), gündelik dilin felsefesi (ordinary
language philosophy), analitik felsefe ve mantikçi pozitivizm gibi kavramlar
arasindaki ayrimlari belirtmek gerekmektedir.
Dil felsefesi bir felsefe disiplinidir ve onu analitik felsefe gibi birtakim felsefi
geleneklerden dikkatle ayirmak gerekir. Insan felsefesi, etik, tarih felsefesi gibi dil
felsefesi de kendisine özgü problemleri ve kavramlari olan bir felsefe disiplinidir.
Anlam, gönderge, belirli betimlemeler, düçünme-dil iliçkisi, söz edimleri, vb.
sorunlar dil felsefesinin konulari arasinda yer almaktadir. Dil felsefesinin analitik
felsefe gibi, felsefe etkinligini tümüyle dilsel çözümlemelere indirgemek gibi bir
öncülden asla hareket etmediginin / edemeyeceginin altini önemle çizmek gerekir.¨
Dilbilimsel Yaklaçim
Habermas´in metninin giriçinden alintiladigimiz bu paragraf, metin üzerine ipucu
vermektedir.
Dilbilimsel yaklaçim da, görüngübilimsel yaklaçim gibi, sosyal eylemi öznelerarasilik
düzleminde inceleyen, anlayici bir sosyolojiye götürüyor. Ama artik öznelerarasilik,
::YOL HARITASI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y4.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:17
::YOL HARITASI:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y4.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:17
........................................Sayi:3 Yil:2006
Ana Sayfa Kitaplik Eski Sayilar Bulmaca Forum Site Iletiçim


DÍL ÜSTÜNE: TERÍMLER, KAVRAMLAR, GÖRÜÇLER
Felsefe Ekibi
Dil, dilbilim, göstergebilim, dil felsefesindeki, "dil¨ baglaminda örtüçmelere dikkat çekmek, söz dagarcigimiza yeni giren
kavramlari ve terimleri göstermek amaciyla küçük bir sözlük derledik. Derlemede temel kaynak olarak, Prof. Dr. Berke
Vardar yönetiminde bir grup dilbilimcimiz tarafindan hazirlanan "Dilbilim Terimleri Sözlügü¨nden yararlandik. Diger
sözcüklerin alintilandigi kaynaklari her sözcük için belirttik.
Adcilik Adlandirma Aktarma Alici Alimlama
Alimlama
Estetigi
Aniçtirma
Anlam
Anlam
Belirsizligi
Anlambilim Anlambirim Anlambirimcik
Anlam
Degiçimi
Anlati
Artsüremli
Artsüremli
Dilbilim
Ayrim Metafizigi Baginti Baglam Belirtke
Ben-Merkezcil
Terimler
Benzetme
Betikbilim
(Filoloji]
Betiksel Dilbilim Betimleme Betimleyici Betimleyicilik Betimsel
Biçem Biçim Biçimbilim Biçimbirim
Biçimsel
Dilbilgisi
Bildirgesel Bildirim
Bildiriçim
Bilinç
Akimi
Biliçsel Íçerik
Birlikte Anlamli
Terimler
Budundilbilim Bürün Bürünbilim
Çifteklemlilik Çokanlamli Çokanlamlilik Dagilimcilik
Davraniç-
Belirticiler
Davraniççilik Deger
Derin Yapi Différance Dil Dil Oyunlari Dil-Dilyetisi Dilbilgisi Dilbilim
Dilci Felsefe
Dilsel
Çözümleme
Dilsel Dönemeç Dilyetisi Dizge Dizi Dizim
Dogal Dil Dogrulama Dogrulanabilirlik
Dolayli
Konuçma
Dolaysiz
Konuçma
Dönüçüm
Dönüçümsel
Dilbilgisi
Duygusal
Anlatim
Düzanlam Düzdegiçmece
Düzenleyici
Kurallar
Düzsöz Düzsöz Edimi Edim
Edimbilim Edimsel Edimsel Anlam Edimsel Ön-Ek Edimsöz Edimi
Edimsöz
Eregi
Edimsöz Gücü
Edimsözel
Sonuçlar
Edimsöz
Eregine
Ulaçma
Yolu
Edimsöz
Ereginin Çiddet
Derecesi
Edimsöz Fiili Edinç Egretileme Eksilti
En Az Çaba
Ílkesi
Epigraf Epik
Eçsüremli
Dilbilim
Etkisöz Edimi Fragman
Genel
Dilbilgisi
Genel Dilbilim Gönderge
Göndergeci
Kuram
Gönderme
Edimi
Gönderme
Yapmak
Gösteren Gösterge
Göstergebilim Gösterilen
Göstergenin
Gösterilme /
Gösterme Gözlemleyiciler
Gündelik Dil Íçtenlik
::DIL ÜSTÜNE: TERIMLER, KAVRAMLAR, GÖRÜSLER:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y1.html
1 -~ 2 19.11.2008 19:29
::DIL ÜSTÜNE: TERIMLER, KAVRAMLAR, GÖRÜSLER:: http://www.IelseIeekibi.com/dergi3/s3¸y1.html
2 -~ 2 19.11.2008 19:29
AnIama ÍIiçkin Kimi Karçìt YakIaçìmIar
Arda Denkel
ANLAMA ÍLÍÇKÍN KÍMÍ KARÇIT YAKLAÇIMLAR
Anlam, düçünce tarihinin her döneminde, insanda bazen
hayranlik bazen de kuçku uyandiran bir tür büyü gibi
görülmüçtür. Bunun nedenini anlamak pek güç degil.
Kendiliginde cansiz, gösteriçsiz ve tekdüze olan kimi
nesne, ses ya da çizgiler, belli bir degerlendirmeyle
bizim için yepyeni, özgün ve zengin dünyalar
yaratabiliyorlar. Agizdan çikan seslerle evrenin ve yaçamin
çeçitli yönleri arasinda kurulan bu köprüler; sonuna geldigimiz
yüzyilin ilk çeyregine degin bir tür (anliksal ya da nesnel) varlik
biçimi olarak kavranmaktaydi. Böylesi bir varliklaçtirma ya da
nesneleçtirmenin sorunlari çözmek yerine onlara yenilerini
ekledigine inanan, daha yakin zamanlarin kimi felsefecileri,
semantik büyüdeki zenginlik ve gücü almaçik yollarla açiklamaya
çaliçmiçlardir. Ne var ki, bu çabalarin oldukça kisir ve baçarisiz
kalmasi, ussal olarak anlaçilir kilmakta zorlandigimiz gizemlere
karçi pek çogumuzun yaptigi gibi, baçka bir gurup düçünürü
anlam denilen çeyi oldugu gibi yadsimaya yöneltmiçtir. Giriç
olarak;. anlam açiklamalarindaki bu görüç karçitliklarini- kisaca
ele almak, ve temel tutumlari, onlarin içerdikleri güçlüklerle
birlikte özetlemek istiyorum.
Insan anlam üzerine düçünmeye baçlar baçlamaz, bunun
anligimizi (zihnimizi) dogrudan ilgilendiren bir yönü oldugunu
sezinliyor. Eger zihinler olmasaydi, denebilir, anlamlar da
olamazdi. Herhangi bir çeyin belli bir anlama gelebilmesi için,
onu o çekilde degerlendirmeye olanak verecek bir yapi
gerekiyor. Böylesi yapilara örnek olarak, insanlardaki anlik
dedigimiz çeyi, hayvanlarda da bunun daha ilkel biçimlerini
düçünebiliriz. Zihnin anlama varliksal açidan bir zorunlu koçul
oluçturmasi, kimi filozoflari anlami tümüyle bir anliksal varlik,
örnegin anlik içindeki bir düçünce, bir imge, ya da bir kavram
olarak görmeye yöneltmiçtir. Burada anligin dogasini tartiçacak
degilim. Benim inancim, anligin beyin gibi karmaçik bir fizyolojik
yapi üzerinde temellendigi ve ona bagimli oldugu. Ancak,
anlamin anlikla ilgisini açiklamalarina çikiç noktasi yapan
filozoflarin birçogu, zihni özdekten (madde) ve dolayisiyla insan
gövdesinden bagimsiz bir varlik olarak kavramiçlardir. Örnegin,
ileride daha yakindan taniyacagimiz John Locke'un görüçü de
böyledir. Anlama anliksalci bir biçimde yaklaçan belki ilk düçünür
olan Aristoteles ise, zihnin gövdeden bagimsiz bir varligi
olabilecegine inanmiyordu. Zihin üzerindeki görüç ayriliklari bir
yana, Aristoteles'in anlama iliçkin düçünceleri Locke'daki anlam
kuramina temel oluçturmuçtur. Aristoteles çöyle diyor:
"Söylenmiç sözler anliksal içeriklerin, yazilmiç sözler de
söylenmiç sözlerin imleridir. Yazi nasil tüm insanlarda bir
degilse, konuçulan sözcükler de bir degildir. Oysa bunlarin
dogrudan imi olduklari anliksal içerikler, ve bu anliksal içeriklerin
kendilerine benzedikleri (kendilerini imgeledikleri) gerçek çeyler
herkes için birdir.... Bir ad, anlamini belli bir zamana bagli
olmaksizin uzlaçimla kazanan bir sestir. Bu sesin bölümleri,
bütünün diçinda anlamli degildir... 'Uzlaçimsal' nitelenimiyle,
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Anlama Iliskin Kimi Karsit Yaklasimlar http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷487
1 -~ 6 19.11.2008 19:25
hiçbir adin kendi dogasi geregi bir ad olmadigini, ancak bir im
olmak dolayisiyla öyle oldugunu saptadik. Hayvanlarin
çikardiklari düzensiz sesler bir anlama gelseler bile, birer ad
olamazlar"
Burada dile getirilen tipteki kuramlara "ANLIKSALCI"
diyecegiz. Bunlar anlami hem bir nesne3 olarak kavriyor, hem
de bu nesneyi içrek, yani herkesin gözlemine açik olmayan bir
çey olarak irdeliyor. Günümüzün birçok düçünürü, böyle bir
yaklaçimla anlamlilik dedigimiz çeyin aydinlatilmiç olmayacagini;
buna karçilik kimi önemli felsefe sorularinin daha çetrefilli, ve
açiklanmasi çok daha güç olan bir alana kaydirilmiç, bir baçka
deyiçle "hasiralti edilmiç" olacagini öne sürüyor. Ben, anlamliliga
salt anliksal içerikler üzerinden yaklaçan tutum hakkindaki böyle
bir yargiya katiliyorum. Anlamin kendileri içrek olan ilkelerle
açiklanmasini olanakli göremiyorum. Öte yandan, bütünüyle
anliksalci olan temeller üzerine kurulmuç bir kuramin
geçersizliginden, örnegin "Anlamak zihinsel bir süreç degildir"5
gibi bir sonuca atlayarak, anlamin anlikla tüm baglantisini
koparmanin da oldukça hatali olduguna inaniyorum. Anliksalci
kuramlarin eleçtirilmeye deger kimi yönleriyle, onlardan
saglanabilecek yararlari daha ileride yeniden ele alacagim.
Anlamin tek tek zihinleri açip, onlardaki içerikleri bir arada, ortak
olarak kucaklayan nesnel bir yönü de var. Böyle bir sezgiyi bir
çogumuz onaylayacagiz. Aristoteles'in görüçüne göre,
zihinlerimizdeki içerikler bu diçsal ve nesnel olguyu tasarimliyor;
ondan iki bin yil sonra Locke'un da vurguladigi gibi, içerikler bir
çekilde nesnelerin yerini,tutuyor. Böyle olmasaydi anliksalligin
içrekligini açip düçüncelerimizi (hiç olmazsa benzer içerikler
olarak) birbirimize iletemezdik.6 Peki anlamin bu nesnel yönü
nasil bir çey; onun sözlerimizle olan baglantisi ne? Böyle bir
soruya egildigimizde, aklimiza dili kullaniçimiz içinde siklikla
karçilaçtigimiz bir örnek, bir model geliyor. "Galata Kulesi" gibi
bir dile getiriç, Karaköy'deki o görkemli eski yapiyi çagriçtiriyor.
Burada çöyle düçünmek mümkün: Sözcügü kullandigimizda
belki zihnimizde o kule canlaniyor ama, bunun nedeni, sözcügün
kuleye dogrudan bagli olmasi. Kulenin düçüncesi böyle bir
baglantinin varligi sayesinde çagriçtirabiliyor. Bir baçka deyiçle
anlam, sözcük, nesne ve bu ikisi arasinda bulunan baglantiyla
ilgili olan bir çey. Çagriçtirilan anliksal içerikse, bu baglamda
ancak ikincil öneme sahip olan bir olgu, anlamliligi dogrudan
temellendiren olgular yanisira gerçekleçen bir çey.
Tartiçmakta oldugumuz bakiç açisina göre, anlamliligin temel
dogasi, adlara ve adlandirmaya özgü olan bir düzenek, bir içleyiç
biçimiyle belirleniyor. Sözcüklerimiz bizim diçimizdaki nesneleri
adlandiriyorlar; biz de böylesi sözcüklerle dilin kurallarina uygun
tümceler kurdugumuzda, bu adlarin karçiligi olan çeyleri
birleçtiren anlamlar elde ediyoruz. Belki sonuçta birimizin
anligindaki bir düçüncenin içerigi bir baçkasinin
anliginda oluçturularak, bu düçünce oraya taçinmiç
oluyor oluyor ama, bu süreçte taçiyici görevini yapan
çeyler anliksal varliklar degil. Burada asil görevi,
sözcüklerin kendileriyle baglantili olduklari; yani
sözcüklerin adlandirdigi, çeyler yapiyor. Anlam, bir
sözcügün adlandirdigi nesneden baçkasi degil. Bu
yaklaçimin belki en kolay onaylanabilecek uygulamasi, özel
adlarin anlamlarinin onlarin adlandirdiklari nesneler oldugu
FelseIe Ekibi ~~ Anlama Iliskin Kimi Karsit Yaklasimlar http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷487
2 -~ 6 19.11.2008 19:25
ögretisi? Ne var ki, sözcükler yalnizca özel adlardan ibaret degil.
Her sözcügün bir çeyi adlandirdigini ve onun anlaminin bu
adlandirdigi çey oldugunu öne sürünce kimi sorunlarla
karçilaçiyoruz. Bilindigi gibi dilde çok sayida nesneyi bir arada
ifade eden tür adlan, nitelikleri dile getiren sifatlar, eylem
türlerini dile getiren fiiller ve benzeri genel terimler vardir.
Tartiçmakta oldugumuz kuram, böylesi sözcüklerin anlamliligini
açiklamak için, tikeller yanisira kimi tümel varliklari da gerekli
kiliyor. Kuçkusuz tümellerin varoldugu savi yalnizca böyle bir
anlam kurami nedeniyle ortaya çikan bir çey degil. Bunlarin
varlikbilimsel, hatta bilgibilimsel gerekçelerinden de söz
edilebilir. Ancak bir anlam kuramini varlikbilimsel bir kuramdan
bagimsiz olarak benimsemek mümkün olabilmelidir. Anlam
kurami; felsefecinin varlikbilimdeki seçimlerini belirlememelidir.
Çimdi tartiçmakta oldugumuz kuram, gerçekçiligi son derece
kuvvetli olan bir felsefi anlayiç içeriyor. Hakkinda
düçünebildigimiz, söz söyleyebildigimiz her çeyi "varediyor" ve
nesneleçtiriyor. Üstelik algiladigimiz dünyada böylesi genel
varliklar bulunmadigi için, onlari içinde barindirdigi öne sürülen
bir baçka gerçekler dünyasi varsaymak geregini de doguruyor.
Böyle bir genel düçünce biçiminin ortaya atiliçi, felsefe tarihinde
zamanindan daha öncelere rastliyor. Onun bir kökenini
Parmenides'in çu savlarinda buluyoruz: "Varolmayani (gerçek
olmayani) ne bilebilirsin ne de dile getirebilirsin". "Çünkü
varolan ve düçünülen, ayni çeydir". "Düçünmek ve
varoldugunun düçüncesi ayri çeydir; çünkü varolanin diçinda
onunla ilgili olarak öne sürülen bir düçünce bulamazsin".
"Hakkinda konuçulan ve düçünülen çeyin varolmasi zorunludur;
çünkü varolan vardir, varolmayan da yoktur 9 Bu tür bir anlayiç,
geçmiçte varolmuç ama artik varolmayan nesnelere bir tür varlik
yükledigi gibi, imgelem ve kurgu ürünlerini de varediyor.
Kimi kaynaklarini Parmenides'te buldugumuz bu yaklaçim
Platon'un felsefesinde ayrintili bir kuram haline gelmese de,
anlamin dogasini açiklayan çu ünlü savi doguruyor: "Ayni adi
verdigimiz her ayri nesne çogullugu için ayri bir Form saptamak
aliçkanligindayiz" Eger Platoncu varlikbilim dogruysa, böyle bir
anlam kuraminin açin bir ontolojik yük getirdigi öne sürülemez.
Kendiliginde zaten kuvvetle gerçekçi olan bir felsefi bakiç açisi,
bu gerçekçiligin anlamlara da yansimasindan bir rahatsizlik
duymayacak, tersine, daha büyük bir kuramsal tutarlilik
kazanacaktir. Böylesi bir bakiç açisinin tartiçmakta oldugumuz
anlam kuramini onaylayip onaylamamasi kuramin yolaçtigi baçka
teknik güçlükleri çözüp çözemeyecegiyle ilgilidir. Oysa durum,
farkli felsefi tutumlar açisindan bambaçka. Varlikbilimde
gerçekçiligi benimsemeyen adci ve kavramci yaklaçimlarin
yukarida betimlenen gibi bir anlam kuramini hoç görmeleri söz
konusu olamaz. Dünya, Parmenides ve Platon cephesinde
gözle görebildiklerimizden çok daha fazla sayida varlikla
dolduruluyor. Onlarin dogrultusundaki bir anlam kurami,
düçünebildigimiz her sözün karçiligini nesneleçtirdigi için; daha
ekonomik varlikbilimler açisindan son derece aykiri bir manzara
oluçturuyor. Yüzyilimizin son üç çeyregi, felsefede daha
ekonomik ontolojilerin baçat oldugu bir dönemdir. Bu,
kendiliginde oldukça saglikli bir tutum oluçuna karçilik, amacini
açan adimlara da yol açiniçtir. Bir yandan Ludwig
Wittgenstein ve dilci felsefenin etkileri, öbür yandan da
Willard Quine ve Nelson Goodman gibi adcilarin, mantiksal
FelseIe Ekibi ~~ Anlama Iliskin Kimi Karsit Yaklasimlar http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷487
3 -~ 6 19.11.2008 19:25
pozitivizmin de bunlara eklenen güçlü eleçtirileriyle, oldukça
açiriya kaçan bir tepki ortami oluçmuç, sonuçta anlamlarca
nesneleçtiren anliksalci ve nesnelci kuramlarin tümü, saygin
sayilan felsefe alaninin diçina itilmiçtir.
Anlami anliksal ya da fiziksel bir nesne (entity) olarak
degerlendiren yaklaçim biçimi diçlaninca, bir kesim felsefeci,
günlerinin modasina da uyarak, anlami anlamli oldugu söylenen
çeylerin içlerinde üretildigi ortamlara dayanarak açiklamaya
çaliçmiçtir. "ORTAMSAL"diye anabilecegimiz bu yaklaçim, yine
anlamliligin belli bir yönünü genellemekle elde edilmiç oluyor.
1930'lu yillarda yayginlaçan, ve 50'lerin sonuna dogru yavaç
yavaç terkedilmeye baçlanan ortamsal yaklaçim, kimi
düçünürlerin elinde, anlami tümcenin içinde üretildigi
fiziksel ortamla özdeçleçtirirken, daha geliçkin biçimlerinde,
onu anlamli oldugu söylenen çeyin yolaçtigi davraniçsal tepki, ya
da tepki egilimiyle özdeçleçtirmiçtir.i2 Bu son türdeki
yaklaçimlarin baçlica sorunu, anlamliliktaki "semantik büyü"
dedigimiz çeyi kavrayip açiklamakta açin ölçüde yetersiz
kaliçlaridir. Burada ayrintili bir eleçtiri amaci gütmeden, yalnizca
bir fikir vermek için, bir iki noktaya içaret edecegim. Eger anlam
davraniç egilimiyle özdeç olsaydi, birbirinden farkli anlami olan
her bir dile getiriçin farkli bir davraniç egilimi dogurmasi zorunlu
olurdu. Belki "Fermuariniz açik kalmiç" gibi bir tümce karçisinda
belli bir davraniç egilimi içine girersiniz ama anlamlari
birbirinden farkli olan, okudugunuz çu son elli tümceye iliçkin
belirgin tepki egilimleri oluçturdunuz mu, bilemiyorum. Eger
oluçturdunuzsa, bu egilimleriniz benim tümcelerimin arasindaki
anlam farkliliklarini ortaya koyacak biçimde, anlaçilir farkliliklar
taçiyorlar miydi? Baçkalari ayni tümceler karçisinda sizden farkli
davraniç egilimleri oluçturmuç olamazlar miydi?
Bir yandan anlami nesneleçtirmeyi yasaklar, bir yandan da
kisirliklari yüzünden ortamsal açiklamalari yetersiz bulursaniz,
daha önce gözönüne alinmamiç baçka ilkelere dayanan yeni bir
anlam kurami geliçtirmek durumundasiniz demektir. Öte
yandan, böyle bir çeyi baçaramiyorsaniz, sizde oluçan
düçkirikligi nedeniyle, anlam denilen çeyi bütünüyle yadsimak
egilimine girebilir; onun aslinda gerçekmiç izlenimini verdigi
halde varolmayan bir kuramsal sanri olduguna karar
verebilirsiniz. Anlami kavramaya yarayacak bir kuram
geliçtirilemedigine göre, onun, kendileri açiklanabilir olan baçka
kavramlara indirgenmesi gerektigini öne sürebilirsiniz. Bu
dogrultuda, örnegin, anlamin sözcüklerin uygun baglamlar içinde
kullanilmalarindan baçka bir çey olmadigini savunup, akademik
çevreler içinde "Bana anlami degil kullanimi sorun" gibi
"özdeyiçler" yayabilirsiniz. Yine örnegin, anlamin aslinda
dogruluktan öte bir çey olmadigini savunup, bir dil içinde dogru
olmak denilen çeyin açiklamasini,o dil için bir anlam açiklamasi
yerine kullanabilirsiniz. Anlamliliga temel olan dogrulugun,
içinde varoldugu dilin bütünselligine bagli bir çey oldugunu,
tümcelerin tek tek dogruluk degeri taçimak yerine; ancak çok
sayidaki baçka tümceyle birlikte dogru ya da yanliç kilinabildigini
öne sürebilirsiniz. Buna almaçik olarak (ya da onunla bir arada)
tutabileceginiz çöyle bir yol daha var: Anlami "iki terimin ya da
tümcenin eçanlamliligi" denilen çeye indirgeyip, farkli kültürlerin
dilleri arasinda kesin bir eçanlamlilik saglanamayacagi
gerekçesiyle, hepsini bir arada yadsiyabilirsiniz. Bu yaklaçimlarin
FelseIe Ekibi ~~ Anlama Iliskin Kimi Karsit Yaklasimlar http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷487
4 -~ 6 19.11.2008 19:25
tümünü "OLUMSUZ TUTUM" adiyla anabiliriz.
Quine'in felsefesi, yansitmaya çaliçtigim bu tepki durumuna iyi
bir örnek oluçturuyor. Yüzyilimizin bu taninmiç düçünürü,
olumsuz tutumu yerleçik hale getirmek ugruna oldukça büyük
bir felsefi çaba harcamiç ve çok sayida felsefeci üzerinde de
etkili olmuç bir kimsedir. Onun gözünde, anlami "bir çeyin
anlamliligi'! ötesinde düçünmeye baçladigimiz yerden itibaren
bir tür kavramsal batakliga gömülmeye de baçliyoruz. Quine
hem adci bir varlikbilim benimsiyor, hem de içinde
fiziksel olgulardan baçka ögeleri barindirmayan
"dogallaçtirilmiç" bir felsefi tutumu savunuyor. Bu bakimdan,
onun çürütmeye çaliçtigi felsefi savlar arasinda bir yandan tümel
oldugu söylenen varliklar girerken, öte yandan da, fiziksel
çeylerin yanisira varoldugu öne sürülen, örnegin Descartesçi
anlik ve anliksal içerikler girmektedir. Ona göre anlamlari
nesneleçtiren Platoncu bir anlam düçüncesi, anliksalci
Aristoteles-Locke tipindeki anlam kuramlariyla çok yakindan
ilintilidir. Bunlar birbirlerine yakin olan kuramlar, çünkü hepsi
anlami dile getiriçlerin karçiligi olan varliklar olarak kavriyor.
Anlami bir varlik olarak gören kafasi bulanik bir filozof, bu
duruma çogunlukla anlamla adlandirma denilen çeyi birbirlerine
kariçtirmasi yüzünden düçüyor. Bundan dolayi, örnegin "kanatli
at" gibi varolmayan çeylere de bir tür varlik yüklemek
durumunda kaliyor. "Anlami adlandirmayla kariçtirmasi, ona
yalnizca Pegasus'un (kanatli atin) geçerli bir biçimde
yadsinamayacagini düçündürtmekle kalmadi; bu kariçikligin
sürmesi, Pegasus'un bir ide, yani zihinsel bir nesne (entity)
oldugu saçma düçüncesini oluçturmasina da yardimci oldu.
Kafasindaki kariçikligin yapisi çöyle: önce adlandirilmiç bir nesne
olarak düçündügü Pegasus'un kendisini 'Pegasus' sözcügünün
anlamiyla örtüçtürüyor, sonra da bu sözcügün anlamli olabilmesi
için Pegasus'un varolmasi gerektigi sonucunu çikarsiyor. Peki bu
anlamlar ne türden çeyler? Bu tabii belirsiz bir nokta; anliktaki
ide düçüncesini dogru dürüst açiklayabiliyor olsak, anlamlari da
anlikta bulunan ideler olarak açiklayabilirdik. Sonuçta, bir anlam
ile kariçtirilmiç olan Pegasus zihindeki bir ide haline dönüçmüç
oluyor. Quine'a göre anlamlar hem yararsiz çeyler, hem de
mantiksal yanilsamalar yaratmalari açisindan "habis" olan çeyler.
"Anlamlarin özel bir türe ait nesneleri4 olduklari söyleniyor:
Buna göre bir dile getiriçin anlami, böylece dile getirilen ide.
Çagdaç dilbilimciler arasinda, ide idesinin, yani bir dilsel yapinin
zihinsel karçiliginin dilbilim için degersiz olmaktan bile beter
oldugu yönünde önemli bir görüç birligi vardir... Ide idesinin
habisligi, tipki virtus dormitiva(uyuçturucu etkisi)'nin5 Moliére'ce
ortaya konan içlevsizligi gibi, sanki bir çeyin açiklanmiç oldugu
yanilsamasini dogurmasindandir".i6 Quine'in bu noktadan
hareketle, baçka kavramlara indirgenemeyecek bir çey olarak
düçünülen anlami bütünüyle yadsimasi artik bir iki adimlik bir iç:
"Adlari bu çekilde konmuç olsun ya da olmasin, anlamlarin, birer
tümel.... (olduklari söylemine) karçi çikmak için tutabilecegim
tek yol, anlamlari reddetmekten geçiyor. Anlamlari yadsimak
benim için istenmedik bir çey degil, çünkü böylece sözcük ve
tümcelerin anlamli oluçlarini da yadsimiç olmuyorum. (Benim
rakibim) anlam taçimak denilen çeyi (anlamliligi), bir sözcügün
kendisince anlam diye adlandirilan, soyut bir nesneye sahi
olmasi biçiminde düçünürken, ben böyle düçünmüyorum. Bir
dilsel söylenimin (utterance) bir anlama gelmesini, (...)
FelseIe Ekibi ~~ Anlama Iliskin Kimi Karsit Yaklasimlar http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷487
5 -~ 6 19.11.2008 19:25
dogrudan, o dilsel söylenim ile benzerleri karçisinda
insanlarin nasil davrandiklarina dayanarak
çözümlemekte özgürüm... (Sözcük ile davraniç arasinda)
anlam adindaki özel ve indirgenmez nesneleri
varsaymanin açiklayici bir degeri oldugu görüçü, olsa
olsa bir yanilsamadir.... Anlam adi verilen nesnelerden
oluçan bir alanin varligini onaylamak gerekmeden
söylenimleri anlamli, anlamca farkli, veya eçanlamli
olarak kavrayabiliriz". i8
Belli bir köktenci görüç, kimi felsefe topluluklarinca
benimsenmeye görsün. Ortaya, bu görüçü daha da keskinleçtirip
sloganlaçtiran, sonra da adeta militancasina bayrak açip bunun
misyonerligine soyunan ikincil felsefeciler çikiverir. Bu ikincillerin
elinde çiçirilip sonra da kemikleçen yeni akim kendine hedef
seçtigi felsefi görüç ve tutumlarla birlikte, onlara yakin ya da
iliçkili olarak algiladigi baçka ögretileri de "tabu" hanesine yazar,
"saygin" konularda çaliçan düçünürlerin bu " yasaklanmiç"
savlara arka çikmalarini hoç görmez. Bu durum bir iki kuçak
felsefeci emeklilik yaçlari gelip devre diçi alana degin sürer
gider. Felsefe çevrelerinde böylesi modalarin düçünürlerin
ilgilerini belli alanlara çekmek kadar, belli yaklaçimlari ve
tutumlari afaroz eden etkisi de hiç küçümsemeyecek bir
güçtedir. Yirminci yüzyilin büyük bir bölümünde anlama iliçkin
her türlü varlikbilimi yasaklayan baçat felsefi tutum bu
betimlenen çeyin örneklerinden birini oluçturmuçtur.
Anlam ve Nedensellik- Arda Denkel -Kabalci
Yayinevi-1996>
FelseIe Ekibi ~~ Anlama Iliskin Kimi Karsit Yaklasimlar http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷487
6 -~ 6 19.11.2008 19:25
DiI - Düçünme ÍIiçkisi
Ömer Naci Soykan
DÍL - DÜÇÜNME ÍLÍÇKÍSÍ
Dil ve düçünme içlevi arasindaki iliçki sorunu üzerinde en eski
düçünürlerden günümüzdeki bilginlere kadar pek çok kimsenin
zihin yordugunu görürüz. PLATON , düçünme ve konuçma
eylemlerinin ayni çey oldugunu, yalniz içinden konuçma'nin
ruhun ses açiga vurmadan, kendi kendine konuçmasi
sayilabilecegini belirtiyordu.
Günümüze gelinceye kadarki çaliçmalarda birbirinden ayrilan
görüçler ve yargilara rastlanir. Kimi bilgiiiler PLATON gibi,
konuçma ve düçünmeyi bebirinden ayirmazlar. Örnegin,
davraniççilik (behavior ism) akiminin görüçünü belirten
WYGOTSKI , bu konuda çu formülü getirir: DIIÇIÎNME = DIL -
SES~~. MARTINET , örgütlenmiç bir düçüncenin ancak dille
var olabilecegini belirterek bunun toplumla iliçkisine dikkati
çeker.
Daha çok XIX. yüzyilin dilbilimcileri dil ve düçünmenin iki ayri
içlev, nitelikleri ayri iki ruhsal eylem oldugunu savunmuçlardir.
Kimi bilginler de onlari birbirine çok siki bagli, birlikte oluçmuç
degiçik ruhsal içlevler olarak benimserler.
Günümüz dilcilerinden LANGACKER , kitabinda dil-düçünce
iliçkisine uzun uzadiya deginmiçtir.Dille düçüncenin iliçkileri
nelerdir, dil olmadan düçünebilir miyiz, düçüncemiz, dilimizin
yapisinca mi biçimlendirilir?" sorularini ele alan bilgin,
düçüncenin bilinçli bir fikir ugraçi olarak incelendiginde dilden
bütün bütün ayri olarak ortaya çiktiginin saptandigina deginir.
Müzik besteleme, heykel yapma gibi bazi içlerin dile bagli
olmadigini belirten bilgin, kimi zaman, düçüncelerimizi anlatacak
sözcük bulamayiçimizi da hatirlatarak "eger dil olmadan
düçünülemez idiyse böyle bir sorun ortaya çikmazdi" biçimindeki
kaygisiyla düçünmenin dilden ayri var olabilecegi görüçüne
egilim göstermektedir. Ancak hemen açagida, düçüncemizin en
büyük bölümünün dille ilgili oldugunu kabul eder. Öte yandan,
dildeki simgelerin özellikle adalet, demokrasi, özgürlük... gibi
soyut tasarimlarda önem taçidigini kabul eder; örnegin adalet'in
masa gibi somut bir tasarim uyandirmadigini, anlaminin
saptanmasinin bu yüzden, zor oldugunu söyler.
Görüldügü gibi bilgin, dille düçünceyi birbirinden ayirmakla
birlikte kimi sorulari cevaplandirmakta güçlük çekmektedir.
Soyiit kavramlar sorunu bunlardan biridir. Gerçekten, adalet,
vicdaii, merhamet, insaf, tavsiye, erdem, bezginlik. . . gibi
kavramlari acaba d-1 olmadan, dile baç vurmaksizin
düçünmeye, kolaylikla anlatmaya olarak var midir? Öte yandan,
baçka konularda da deginecegimiz gibi, SAPIR-WIiORF
varsayimiyla degiçik yollardan ayni sonuca varan WEISGERBER
ve arkadaçlarinin görüçü de varliklarin ve olaylarin tasarimini
dilsel gereçlere, sözcüklere baglamaktadir.
Konunun bu yönleri göz önünde bulundurulunca, dil olmadan,
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Dil - Düsünme Iliskisi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷656
1 -~ 2 19.11.2008 19:25
düçüncenin gerçekleçemeyecegi yacgisi agirlik kazanmaktadir.
LANGACKER'in hatirlattigi, kimi zaman, düçündüklerimizi
anlayacak sözcük bulamadigimiz gibi durumlar, bizce, dogrudan
dogruya bu sorunla ilgili degildir. Çünkü kiçinin zihin
yorgunlugu, içinde bulundugu ruhsal ve fiziksel koçullar, kültür
düzeyi (gerekli sözcükleri ögrenmiç olup olmadigi) burada etkili
olabilir.
Bütün bunlara karçin, BUYSSENS 'in görüçü de pek yabana
atilamaz. E. BUYSSENS (Thinking and Speaking, s. 159, bkz.
Knobloch, a.y.), yabanci dildeki bir deyimi, anlatimi
düçüncemizle çagriçtirdigimizi, bunun da bizi düçünme içinin
dilden ayri, bagimsiz oldugu ve zihin içlemlerinin dil
sayilamayacagi yargisina götürdügünü söyler.
Görülüyor ki dil-düçünme iliçkisi ve dil olmadan düçünmenin
gerçekleçip gerçekleçemeyecegi sorunu - bu iki içlevin siki iliçkisi
belli oldugu halde- bugün için kesinlikle çözümlenmiç degildir.
Dil olmadan düçünmenin gerçekleçemeyecegi, özellikle soyut
kavramlarin dile bagimliligi çoklarinca benimsendigi halde
sorunun kesin çözümü herhalde bilim ve teknikteki yeni
ilerlemeleri, deneysel çaliçmalarin geliçtirilmesini bekleyecektir.
Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim-Prof.Dr. Dogan
Aksan-TDK-1979
FelseIe Ekibi ~~ Dil - Düsünme Iliskisi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷656
2 -~ 2 19.11.2008 19:25
DÍL OYUNLARI
Bu sorunu ileriye sürülen çerçeve içerisinde analiz ederken belli
bir prosedürü tercih ettigimi okuyucu farkedecektir: Dil
olgularini, özelde de onlarin pragmatik boyutunu vurguladim.
Bundan sonra ne söylenecegini açik kilmak için kisa olmakla
birlikte pragmatik terimiyle neyin kastedildigini özetlemek
faydali olacaktir.
Gönderici için oldugu gibi, alici da böyle bir önermeyi kuracak
otoriteyle yüklemlenmelidir. Gerçekte bunu baçka bir biçimde
söyleyebilirdik: Gönderici dekan ya da rektör yani bu türden
önermeyi dile getirecek otoriteyle yükümlenmiç kiçi, yalnizca
dogrudan gönderileni (önermenin nesnesi, referant, burada
üniversite) ve aliciyi (üniversite personeli), içaret ettigim
biçimde, etkileyebildigi sürece bu konuma sahiptir.
Farkli bir durum "üniversiteye para ver" türünden ifadeleri
içermektedir, bunlar buyuruculardir ve emirler, komutlar,
tavsiyeler, istekler, dualar ve ricalar vb. biçiminde tanzim
edilebilirler. Terimi geniç anlamda (örnegin bir günahkarin
bagiçlayicilik iddiasindaki bir tanri üzerindeki otoritesini de
içerecek biçimde) kullanirsak, burada gönderici açikca bir otorite
konumuna yerleçtirilmiçtir: yani, gönderici, alicinin kendisine
gönderme yapilan eylemi yerine getirmesini beklemektedir.
Buyurmanin pragmatigi alici ve gönderilenin durumlarinda çok
büyük degiçiklikler gerektirmektedir.
Baçka bir düzende tekrar bir sorun, vaad, edebi bir tasvir, bir
anlatilama vb.'nin yeterliligini (efficiency) özetliyorum.
Wittgenstein, dil incelemesini bir siyriktan alip, dikkatini farkli
söylem biçimlerinin etkileri üzerinde yogunlaçtirir. Dil oyunlari
(bir kaçini ben yukanda siralamiçtim) etrafinda özdeçleçtirdigi
muhtelif türden ifadeleri ortaya koyar. Dil oyunlariyla kastettigi,
çeçitli ifade kategorilerinin her birinin, bunlarin özelliklerini
belirleyen kurallar ve konulabilecekleri yararlar çerçevesinde
tanimlanabilir olmasidir -tipki her parça- l taze haz yüzünden
yapilabilir: Peki popüler konuçma ve edebiyat tarafindan
üstlenilen dilsel taciz içinde baçka ne içerilmektedir? En büyük
zevk, dilin parole (söz) düzeyindeki evriminin arkasindaki
süreçtir, yani anlamlarin, kelimelerin ve deyimlerin
dönüçümlerindeki sonsuz keçiftir. Ancak çüphesiz ki bu zevk bile
bir hasim kazanma pahasina elde edilen bir baçari hissine
baglidir -hiç olmazsa bir ve heybetli bir düçman kazanmak
pahasina: Kabul edilen dil ya da içaretler sistemi)
Bu dil agonistigi düçüncesi ikinci ilkeyi gözden kaçirtmamalidir,
çünkü ona bir tamamlayici olarak durmakta ve bizim analizimizi
yönetmektedir: Gözlemlenebilen toplumsal bag dil
"hareketlerinden' mürekkeptir. Bu önermenin aydinliga
kavuçturulmasi bizi elimizdeki meselenin özüne götürecektir.
"Üniversite hastadir gibi düzanlamsal bir ifade (denotative
utterance)29 bir mülakat ya da konuçma baglaminda sarfedilmiç
olup, göndericisini (önermeyi dile getiren kiçi) ve alicisini (bu
önermeyi algilayan kiçi) ve de önermenin ilgilendigi çeyi yani
göndermenin nesnesini özgül bir yolda konumlamaktadir: Ifade
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ DIL OYUNLARI http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷555
1 -~ 3 19.11.2008 19:22
göndericiyi, "bilicinin" (üniversitenin hangi durumda oldugunu
bilen) konumuna yerleçtirir ve açimlar. Alici, bilicinin kabul
edilmesi ya da reddedilmesi durumuna konulmuçtur. Önermenin
nesnesi (referent) düzanlamlara özgü bir yolda ele alinmiçtir;
kendisine göndermede bulunan önerme tarafindan açiklanan ve
dogru olarak özdeçleçtirilmeyi talep eden bir çey olarak.
Eger "üniversite açiktir" gibi bir açiklamayi (declaration)
düçünecek olursak (bir tören sirasinda dekan ya da rektör
tarafindan dile getirilmiçtir) önceki özgülleçtirmelerin artik
uygulanmayacagi açiktir. Dogal olarak ifadenin anlami
anlaçilmak zorundadir, fakat bu genel bir iletiçim durumudur ve
bize farkli tür ifadeleri veya onlarin özgül etkilerini ayirdetmede
yardim etmez. Bu ikinci "içlersel" (performative) ifadenin
ayirdedici özelligi, dile getirilmesiyle çakiçan önermenin nesnesi
üzerindeki etkisidir. Üniversite açiktir çünkü yukarida zikredilen
çartlarda açik oldugu ilan edilmiçtir. Bunun böyle olmasi,
önermenin gönderildigi yer (alici) açisindan dogrulamaya ya da
tartiçmaya tabi degildir,çünkü dolaysiz olarak ifade tarafindan
yaratilan yeni baglam içersine yerleçtirilmiçtir. nin özelliklerini
belirleyen bir kurallar kümesiyle tanimlanan satranç oyununda
oldugu gibi; bunlari hareket ettirmenin en uygun yoluyla.
Dil oyunlari hakkinda çu üç gözlemde bulunmak faydali
olacaktir: Birincisi, bunlarin kurallari kendi içerisinde kendi
meçruluklarini taçimazlar, ama açik ya da örtük bir anlaçmanin
(oyuncular arasindaki bir anlaçmanin) nesnesidirler -bu
oyuncularin kurallari keçfettigini söylemek dogru degildir.
Ikincisi eger kurallar yoksa oyun da yoktur. Hatta bir kuralin son
derece küçük tâdili bile oyunun tabiatini degiçtirir; bir "hareket"
ya da ifade kurallari tatmin etmiyorsa, tanimladiklari oyuna ait
degildirler. Üçüncü nokta biraz önce söylenilen çey tarafindan
önerilmektedir: Her ifade bir oyundaki "hareket" olarak
düçünülmelidir.
Bu son gözlem bir bütün olarak yöntemimizin altini çizen ilk
ilkeyi vermektedir: Oynama ve genel agonistik (cedel) alanina
düçen konuçma edimleri, anlaminda konuçmak, dövüçmektir. Bu
zorunlu olarak kazanilmak üzere oynanildigi anlamina gelmez.
Bir hareket, keçfedilmesinden dolayi duyulani taze haz
yüzünden yapilabilir: Peki popüler konuçma ve edebiyat
tarafindan üstlenilen dilsel taciz içinde baçka ne içerilmektedir?
En büyük zevk, dilin parole (söz) düzeyindeki evriminin
arkasindaki süreçtir, yani anlamlarin, kelimelerin ve deyimlerin
dönüçümlerindeki sonsuz keçiftir. Ancak çüphesiz ki bu zevk bile
bir hasim kazanma pahasina elde edilen bir baçari hissine
baglidir -hiç olmazsa bir ve heybetli bir düçman kazanmak
pahasina: Kabul edilen dil ya da içaretler sistemi)
Bu dil agonistigi düçüncesi ikinci ilkeyi gözden kaçirtmamalidir,
çünkü ona bir tamamlayici olarak durmakta ve bizim analizimizi
yönetmektedir: Gözlemlenebilen toplumsal bag dil
"hareketlerinden' mürekkeptir. Bu önermenin aydinliga
kavuçturulmasi bizi elimizdeki meselenin özüne götürecektir.
Postmodern Durum
J.F. Lyotard
!"#$%$: Ahmet Çigdem
FelseIe Ekibi ~~ DIL OYUNLARI http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷555
2 -~ 3 19.11.2008 19:22
Vadi Yayinlari
FelseIe Ekibi ~~ DIL OYUNLARI http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷555
3 -~ 3 19.11.2008 19:22
DiIbiIimseI YakIaçìm.
Dilbilimsel Yaklaçim Biçimi
1.Günümüzde(1967), geleneksel bilinç sorunsalinin yerine, dil
sorunsali geçti: dilin açkinsal eleçtirisi, bilinç eleçtirisini ortadan
kaldiriyor. Husserl ´in "yaçama evrenleri" ne karçilik düçen,
Wittgenstein ´in "yaçama biçimleri" , artik bir bilincin
sentezi kurallarina degil, dil oyunlarinin gramer kurallarina
uyuyorlar. Bu yüzden dilbilimsel felsefe ve eylem arasindaki
baglami çoktandir, görüngübilim gibi, anlam baglamlarinin bir
kuruluçundan, yani bilinç edimleri üzerine kurulu bir dünyanin
açkinsal çerçevesi içinde kavramiyor.
Yönelimsel eylemin incelenmesinin de karçisina çikan,
yönelimlerin birbirine baglaniçi, artik `anlam´in açkinsal bir
doguçu ile degil, dilsel imlemlerin mantiksal bir analiziyle
açiklaniyor.
Dilbilimsel yaklaçim da, görüngübilimsel yaklaçim gibi, sosyal
eylemi öznelerarasilik düzleminde inceleyen, anlayici bir
sosyolojiye götürüyor. Ama artik öznelerarasilik, bir yaçama
evreninin karçilikli olarak sinirlanmiç ve gücül olarak birbirinin
yerine geçirilebilir perspektifleri araciligiyla oluçmaz; tersine,
simgelerle yönetilen etkileçimlerin gramer kurallariyla
verilmiçtir. Yaçama evrenlerinin yapilanmasinin açkinsal
kurallari, çimdi iletiçim süreçlerinin kurallarinda dil analiziyle
kavranabileceklerdir.
Analitik yaklaçim biçiminin kaydirilmasi, inceleme düzleminin yer
degiçtirmesiyle telafi edilir: sosyal eylemler çimdi, simgeler
arasindaki iç iliçkilerin analiz edildigi biçimde analiz edilebilirler.
Açkinsal tutumda bir empirik inceleme yolundaki paradoksal
talebin, artik yanliç anlamalara vardirmasi gerekmez; bu istem,
basit bir biçimde, dil analiziyle karçilanabilir. Çünkü, simgelerin
birbirlerine baglanmasindaki dilbilimsel kurallar, bir yandan,
betimsel olarak ele alinabilen nesne durumlari olarak, empirik bir
analize açiktirlar, ama öte yandan olgular düzleminde degil,
olgular üzerine tümceler düzleminde kurulan, daha yüksek
düzeyde verilerdir.
Dilbilimsel incelemeler, zaten her zaman empirik dogrultudaki
mantiksal analizler olmuçlardir. Çimdi, anlayici sosyolojinin
dikkati de bu düzleme çekilmektedir. Bunun, netlik gibi bir
yarari vardir. Artik çimdiye dek felsefeye ayrilmiç olan ve
yalnizca belirli bir gelenekte diçlanmiç olan açkinsal mantiksal
içlem biçimleriyle baglanti kurmak gerekmemektedir.
Bu düçünseme düzleminin, deneysel olarak sinanabilir tümceler
düzlemiyle kariçtirilma olasiligi yoktur. Dil analizi, kavramlarin
analizi olarak, yanliç anlamaya yol vermeyecek bir biçimde, yasa
hipotezlerinin sinanmasinin karçisina koyulmuçtur.
Dilbilimsel yaklaçim biçimi bu netligi, davraniçsalcilikla keskin bir
karçitlik içinde olmasina borçludur. Davraniçsalcilik , eylemi
davraniça indirgeyerek, toplumu dogayla özdeçleçtirir ve nesne
alanlarinin yapisal farkliliklari karçisinda kararli bir bilinemezci
tavir alirken, dilbilimi, simgesel olarak saglanan davraniç
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
1 -~ 19 19.11.2008 19:20
biçimlerinden, dogal yönü bütünüyle silmekte ve toplumu
idealist bir biçimde, bir simgeler baglamina
yüceltmektedir.
Dilbilimsel yaklaçim, sosyal olgulari bütünüyle içaret
sistemlerinin yanina koymaktadir. Deneyimbilimi olarak bir
sosyoloji için her iki konum da ayni temele: tümceler ile olgular
arasinda kesin bir ayrima, dayanirlar. Íçaretler arasindaki
içsel iliçkiler mantiksaldir, olaylar arasindaki diçsal
iliçkiler empiriktir.
Nasil ki davraniçsalci yaklaçim, sosyal eylemi bir taraf için
istiyorsa, dilbilimsel yaklaçim da öbür taraf için istemektedir -
bu anlamda ikisi de birbirini bütünleyici bir tutum içindedir. Yine
de, dilbilimsel felsefe dili salt bir içaretler sistemi olarak ele
alirsa, toplumsal iliçkilerin içsel baglantilarla özdeçleçtirilmesi,
diçsal baglantilarla pozitivist özdeçleçtirmeden daha az ikna
edici olacaktir.
Sosyal eylem alanina dil analiziyle yaklaçma, simgeler arasindaki
içsel iliçkiler, eylemler arasindaki baglantilari açikladiklarinda
inandiricidir. Dillerin grameri o zaman içkin anlamlarina göre,
iletiçimin ve olasi pratigin baglamlarini saptayan bir kurallar
sistemi olur: "Sosyal iliçkilerin önermeler arasindaki mantiksal
iliçkiler gibi olmasi gerektigi, önermeler arasindaki mantiksal
iliçkilerin kendilerinin insanlar arasindaki sosyal iliçkilere bagli
oldugundan daha az gariptir.¨
Dil analizi, anlayici bir sosyolojinin yöntembilgisi için ancak,
mantiksal pozitivizm , özeleçtirinin iki açamasindan geçtikten
sonra önem kazanabilir: düçünsemenin iki açamasi,
Wittgenstein ´in imzasini taçiyor. Tractatus istenilen bilimsel
evrensel dilin açkinsal bilincini bilince çikariyor. Philosophische
Untersuchungen, açkinsal "dilin kendisinin kurgu oldugunu
görüyorlar ve gündelik dilde yapilan iletiçin gramerlerinde,
yaçam biçimlerinin kuruluçunun kurallarini keçfediyor. Açkinsal
düçünseme açamasini, sosyal dilbilimsel olanindan ayirabiliriz.
Wittgenstein´in biyografi kesitinde, görüngübilimin Schütz
tarafindan benzer bir biçimde geliçtirilmesinde öne çikmayan,
sistemli bir geçiç belirginleçiyor. Böylece, buradan, sosyolojik
olarak verimli kilinmiç bir görüngübilim genel olarak yaçama
evreninin açkinsal analizini ve mevcut bulunmuç yaçama
evrenlerinin analizleri arasindaki uçurumun ayni ölçüde ilkesel
olarak bilincine vardiginda ortaya çikan sorunlara içik tutuluyor.
Wittgenstein´in ilk dönemindeki dil açkinsalciligi, Stenius´un net
bir biçimde gördügü ve Apel´in üzerinde çaliçtigi gibi, bazi
açilardan, Kant ´in açkinsal felsefesine benzer: açkinsal bilinç
genel olarak, dünyayi resmeden evrensel dile karçilik
düçer. Bu dilin mantiksal biçimi, a priori olarak nesne durumlari
hakkindaki olasi önermelerin koçullarini saptar. Nesne durumlari,
mevcut olduklarinda, olgulardir; tüm olgularin cisimleniçi
dünyadir, Kant´in diliyle konuçulacak olursa: görüngüler
dünyasi.
Olasi deneyimin ve bilginin nesnelliginin açkinsal koçullari olarak
görü ve anlik kategorilerine, oldugu gibi olan hakkinda empirik
açidan anlamli önermelerin içinde a priori olanakli
olduklari modeli belirleyen sinirlari çizen bilimsel
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
2 -~ 19 19.11.2008 19:20
evrensel dilin sözdizimi karçilik düçer . Bu dil açkinsalciligi,
saf aklin eleçtirisini, dil eleçtirisel bir biçimde açar. Ayni
zamanda, yeni pozitivizmin yeniden benimsedigi eski nominalist
dil eleçtirisini sona erdirir,
Dil eleçtirisi zaten her zaman, ari düçünceyi çarpitan bir
gündelik dilin belirginleçtirilmesiyle ugraçmiçtir. Dil eleçtirisinin
varsayimi düçüncenin biçimiyle gündelik dildeki
dilegetirimin yapisi arasindaki farktir . Witggenstein geç
döneminde adeta dilsel kategorileri, içinde anlam
kazanabilecekleri biricik yer olan mantiksal baglamin ötesinde
kullanmamiz sonucunda ortaya çikan açkinsal bir görünüçü
hesaba katiyor.
Saf aklin eleçtirisi, dil eleçtirisi düzleminde, "Anligimizin,
dilimizin araçlariyla büyülenmesine karçi savaçim¨ biçimini
aliyor. Ama Tractatus dönemindeki Wittgenstein, daha sonraki
görüçüne karçit olarak, dilin dogru çaliçmasinin ölçütlerini veren
anligin mantiksal biçiminin, gündelik dilin aliçilmiç gramerinde
aranmamasi gerektigi inancindadir: ¨Ondan [gündelik dili], dilin
mantigini dolaysiz olarak çikarmak, insan için olanaksizdir. Dil
düçünceyi örter. Öyle ki, örtünün diç biçiminden, örtülen
düçüncenin biçimi konusunda sonuç çikarilamaz, çünkü örtünün
diç biçimi, tamamiyle baçka amaçlar için kurulmuçtur; gövdenin
biçimini belli etmek amaciyla degil.¨
Ama gündelik dildeki formüllendirmeler, dünyayi serimleyen bir
ideal dil ölçütüne göre ölçülebilirler, bu dilin yapisi empirik
açidan olasi anlamli önermeler evrenini saptar. Demek ki,
geleneksel her tümce için bir ve yalniz bir eksiksiz analiz vardir;
bu analiz tümcenin, dilin mantiksal açidan saydam dilinde
yeniden kurulmasiyla eç anlamlidir. Bu dönüçüme yatkin
olmayan tüm dogal tümceler, anlamsiz olduklari için
elenebilirler.
Principia Mathematika , bilimsel bütünlük dili için bir model
veriyor. Evrensel dil atomik bir yapidadir: her karmaçik tümce,
basit tümcelere ayrilabilir. Bu durum dogruluk açisindan
içlevseldir tümcelerin dogruluk degerleri, argümanlarinin
dogruluk degerlerine baglidir. Bu deger, bir serimleme içlevi
anlaminda, gerçeklikle bagdaçir:her basit tümceye bir olgu
karçilik gelir. Wittgenstein´in asil radikalligi, böyle bir evrensel
dili önermesinden çok, bu dilin degerini düçünsemesinde kendini
gösterir.
Pozitivizm dil analizini yöntembilgisel bir amaçla yapar ve
biçimsel bir bilim halinde kurarken, Wittgenstein, indirgemeci
düçünmenin gidiçine karçi, dilin gerçekligin bilinmesini nasil
olanaklilaçtirdigi biçimindeki bilgi kuramsal soruya geçerlilik
kazandiriyor. Bu bakiç açisiyla, bütünlük dilinin mantiksal
sözdiziminin, kesin anlamda açkinsal bir mantik oldugu ortaya
çikiyor. Çikiç noktasi, dilin düçünseme özelligini diçlayan,
nominalist bir kavrayiçtir: ¨Hiçbir tümce kendi üzerine bir çey
söyleyemez, çünkü tümce içareti kendi kendisinin içinde
kapsanamaz¨ (3.332). Wittgenstein , Russel´in tipler kuramini,
bilgikuramsal bir biçimde kullanarak, evrensel dile uyguluyor:
"tümce bütün gerçekligi ortaya koyabilir, ama gerçekligi ortaya
koyabilmek için onunla ortaklaça sahip olmasi gereken çeyi -
mantiksal biçimi, ortaya koyamaz. Mantiksal biçimi ortaya
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
3 -~ 19 19.11.2008 19:20
koyabilmek için kendimizi tümceyle birlikte mantigin diçina
çikarabilmemiz gerekirdi, yani dünyanin diçina. Tümce mantiksal
biçimi ortaya koyamaz; o, onda, yansir. [.] Dilde kendini
dilegetireni, biz onunla dile getiremeyiz.¨ (4.12, 4.121).
Evrensel dilde izin verilen tümceler, sadece, eger varsalar,
dünya içindeki olgular olan tümcelerle bagdaçirlar. Tractatus´un
tümceleri gibi, mantiksal biçimi dile getiren, onlarla nesne
durumlarini anlamli bir biçimde serimleyebildigimiz tümceler,
evrensel dille düçünsemeli olarak iliçkilidirler ve bu yüzden o dile
ait olamazlar. Empirik anlamli önermelerin mantiksal koçullarini
yerine getirmezler. Konuçulamaz olani formüle ettiklerinden,
dilin açkinsal degerine dikkat çekerler.
Wittgenstein da, Husserl gibi, ufuklarin karçilaçtirilmasindan
yararlaniyor: optik olarak algilanabilen her çey, bir görüç alani
içinde verilmiçtir, ama gören gözün gövde merkezli kesitini,
perspektifi, böyle göremeyiz - perspektif, kendini, algilananin
ufkunda gösterir. Dilin mantiginda da durum budur; dünya
içinde olup bitenler üzerinde düçünülebilir tüm önermelerin
mantiksal biçimiyle, dünyanin kendisinin yapilarini da saptar:
¨Dilimin sinirlari, dünyamin sinirlarini imler.¨ (5.6) Ama bu dil
ötesi tümcelerin dogrulugu, onlarin mantiksal olanaksizliginda
belli olur: dilin mantigi, dünya içinde olanlari kavrayiçimizin
çerçevesini, yani dünyanin nasil oldugunu, açkinsal zorunlu bir
biçimde saptarken. bu durum, kendisini bu dilin içinde
dilegetiremez. ¨Mantik dünyayi doldurur; dünyanin sinirlari onun
da sinirlaridir. Mantikta, bu yüzden, çunu söyleyemeyiz:
Dünyada çu çu var, çu yok. Bu çünkü, görünürde, bazi
olanaklari diçarida birakabildigimizi varsayar, ve bu da öyle
olamaz, çünkü o zaman mantigin, dünyanin sinirlarinin ötesine
geçmiç olmasi; yani, bu sinirlara öteki yandan da bakabiliyor
olmasi gerekirdir; o zaman, düçünmedigimizi, söyleyemeyiz de.¨
(5.61)
Wittgenstein, Hegel ´in sinir diyalektiginden kaçiniyor, çünkü
Kant´in aklin kullanimini eleçtirel bir biçimde akla uygun bilgiyle
sinirlandirmasini, yalnizca özeleçtirisel bir kirilma içinde
yineliyor:kendi açkinsal felsefesinin dili artik evetleyici degil.
Mantigin açkinsal olduguna iliçkin temel ilkeyi. Wittgenstein çu
tümceyle irdeliyor:¨Mantik bir ögreti degil, dünyanin bir ayna
tasarimidir.¨ (6.13) Bu, mantigin. basit tümcelerin tekil olgulari
resmetmesi gibi, dünyayi bir bütün olarak resmeden bir
tümceler sistemi olarak formüllendirilebilecegi anlamina gelmez
- bir ögreti özellikle degildir. Daha çok, mantiksal biçimdeki
tümcelerin kullaniliçi, dünyanin yapisini kendini konuçmada
gösteren ama tümcelerle dile getirilemeyen, adeta verili bir çey
olarak yansitir. Geç dönem felsefesine bir ön hazirlik olan
Philosophlschen Bemerkungen´de, bu dilsiz spekülasyon
anlaminda, mantiktan çöyle söz edilir: 'Dünyanin özüne ait olan
üzerinde konuçulamaz. Ve felsefe, bir çey söyleyebilecek
olsaydi, dünyanin özünü betimlemesi gerekirdi. Ama dilin özü
dünyanin özünün bir resmidir; ve gramerin yöneticisi olarak
felsefe, gerçekten de dünyanin özünü kavrayabilir; ancak, dilin
tümcelerinde degil, dil için konulmuç anlamsiz içaret
baglantilarini diçlayan, kurallarda.¨
Dil eleçtirisi, dil ötesi tümcelerin anlamsizligini kanitlamakla,
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
4 -~ 19 19.11.2008 19:20
üzerinde konuçulmayanin, kendini pekala gösterdigini, bilince
çikarir: ¨Söylenebilir olani açikça ortaya koymakla, söylenemez
olani imleyecektir. ¨(4.115) Wittgenstein, mistik geleneklerle
uyum içinde, dil eleçtirisi aliçtirmasini, sesini çikarmayanin,
dünyanin üzerinde konuçulamaz özünü görmesini saglayan
egzersiz olarak öneriyor.
Wittgenstein, düçünsemenin, anlik adina diçlanmasini acimasiz
bir biçim de sürdürmek ve tümdengelimli serimlemenin
zorlamasi ile dolaysiz görünün coçkusu arasinda hiçbir orta
birakmamak için yeterince pozitivisttir. Ama ilk dönemindeki
Wittgenstein da, pozitivist büyünün diçina, dilin mantigini
olgular blokunun etrafina gerilmiç açkinsal bir agin mantigi
olarak anladigi ölçüde çikmiçtir. Dil eleçtirisinin araftaki
çabalarinin da, karçi koydugu dil kadar metafizik, ve bununla
birlikte hiç olmayan deneyimleri gösteren bir dilden
yararlanmalari gerektigine dikkat çekiyor. Dolayli yoldan
konuçan mistigin bu kendini yadsiyan yöntemiyle, Wittgenstein
açkinsal felsefesel görüçü yineliyor: ¨Özne, dünyada degildir,
dünyanin sinirlarindan biridir.¨(5.632)
Bu açkinsal öznenin tekligi, evrensel dilin tekligiyle parçalanir.
Wittgenstein´in Tractatus´da bilgikuramsal olarak temellendirdigi
ve yöntembilgisel düzlemde bir tek bilim programina tercüme
edilen programin, uygulanamaz oldugu görülmüçtür. Dilsel
anlatimlarin indirgeyici analizinin karçisina çikan ilkesel
zorluklari, burada bir kez daha saymam gerekmiyor. Bagimsiz
basit tümcelerden oluçan bir zemin bulunamaz; elbette ki, bir
dilin basit bileçenleri de, ancak bir tümceler sisteminin parçalari
olarak anlamlidirlar. Dogruluk açisindan içlevsellik talebi,
yalnizca fizikselcilik pahasina yerine getirilebilir. Ama, yönelimsel
önermelerin, onlara uyularak kapsamli bir dile tercüme
edilebildikleri kurallar verilemez. Sonunda, tek dilin
resmetme içlevinin de metafizik bir kabul oldugu
görülmüçtür. Yalnizca, içaretlerin ve nesne durumlarinin
betimsel bir düzenleniçini geçerli kilan nominalist dil kavrayiçi,
dil kiplerinin indirgenemez çeçitliliginin hakkini veremez.
Tümcelerin gerçeklik üzerinde ayricalikli bir uygulanma türü
yoktur: " `Içaretler, `sözcükler´, `tümceler´ dedigimiz her çeyin
sayisiz kullanim biçimi vardir. Ve bu çeçitlilik sabit, bir defaligina
verilmiç bir çey degildir, tersine, dilin, dil oyunlari
diyebilecegimiz yeni tipleri ortaya çikarlar, ve ötekiler eskirler ve
unutulurlar [..] Dilin araçlarinin ve onlarin kullaniliç biçimlerinin
çeçitliligini, sözcük ve tümce türlerinin çeçitliligini, mantikçilarin
(ve Mantiksal Felsefi makalenin yazarinin da) dilin yapisi üzerine
söyledikleriyle karçilaçtirmak ilginç olacaktir.¨
Nominalizmin , tek geçerli betimsel karçilikli konum biçimi
olarak kabul ettirmek istedigi adlandirma, üstelik türetilmiç bir
kiptir:"Diyebiliriz ki: adlandirmadan sonra, ancak onunla bir
çeye baçlamak isteyenler anlamli sorular sorabilir.¨ Kopyalama
içlevi, dilin kendisiyle degiçiklik gösteren, dilin temel uygulanma
türlerini zaten varsayar: "Emir verme, sorma, anlatma, sohbet
etme de yürüme, yeme, içme ve oynama kadar, bizim dogal
tarihimize dahildir.¨
Wittgenstein bir zamanlar ulaçmak istedigi ideal dil, açkinsal bir
`genel olarak dil´den betimsel zorlaycilikla ortaya çikmaz.
Incelmiç dilleri yine de, geleneksel kurallardan elde edebiliriz.
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
5 -~ 19 19.11.2008 19:20
Carnap , dil analizini böylelikle, bilim dillerinin bir kuruluçu
biçiminde geliçtirmiçtir. Dil analizi sonra, yöntembilgisi için bir
yardimci bilim statüsüyle yetinir. Tractatus´un ulaçtigi,
düçünsemenin açkinsal mantiksal düzleminden, bu arada artik
hiçbir yol pozitivizme geri götürmez. Olasi biçimselleçtirilmiç
dillerin hiyerarçisi de, gündelik dili, kaçinilmaz bir biçimde son
üst dil olarak varsayar. Düçünseyen dil analizi, bu geride kalan
tabakayi sahiplenir ve, Tractatus´un insanlar için olanaksiz ilan
ettigi çeye: dilin mantigi gündelik dilin kendisinden elde etmeye,
çaliçir. Philosophischen Bemerkungen´de çöyle denilir:Mantik,
bizim dilimizi degil de ideal bir dili ele alsaydi, ne tuhaf olurdu.
Çünkü bu ideal dil neyi dile getirecekti ki? Elbette, bizim çimdi,
bildik dilimizde dilegetirdiklerimizi; o zaman mantik da bu dili
incelemelidir. Ya da baçka bir çeyi: ama bunun ne oldugunu ben
nasil bileyim? - Sahip oldugumuz bir çeyin mantiksal analizi,
sahip olmadigimiz bir çeyin degil. Demek ki o, olduklari gibi olan
tümcelerin analizidir. (Insan toplumu çimdiye dek, dogru bir
tümce kurmadan konuçmuç olsaydi, tuhaf olurdu.)¨ -
Dil analizi, ancak bu yön degiçtirmeyle, anlayici bir sosyolojinin
temellendirilmesi için önem kazanir.
2. Evrensel dilin tamamlanmasi, yöntembilgisel açidan yalnizca
`dogabilimlerinin tartiçmali alaninin´ (4.113) sinirlanmasini
içerirdi. Tractatus, bilimler açisindan felsefeye, yalnizca araftaki,
"Söylenebilir olandan, yani dogabilimi tümcelerinden -yani,
felsefeyle hiçbir ilgisi olmayan bir çeyden- baçka bir çey
söylememek¨ (6.53) görevini vermiçti. Dilin mantigi açisindan
elveriçli önermelerin anlami, doga- bilimsel tümceler modeline
göre belirleniyor; bu yüzden, anlamsizli gi elemiç olan dil analizi,
doga bilimleriyle olumsuz bir iliçki içinde kaliyor. Tractatus´un
sonunda, bu düçünceyi bir kez daha irdeleyen, tuhaf bir
düçünüç yer aliyor. Olasi olgulari açan tümcelere izin verilmedigi
için, anlamli bir biçimde, etik tümceleri olamaz: Tümceler hiçbir
yüksek çeyi dilegetiremezler (6.42). Etik tümcelerin normatif bir
anlami vardir; bu normlar dünyada olgulara karçilik düçmezler.
Postulatlar, eyleyen öznelerin istencine yönelirler; ama bu
postulatlar iç dünyaya ait olanin özelligini taçimazlar. Bu yüzden
etik tümceler olsa olsa bütün olarak bir dünyayi karakterize
edebilirler. Bir etik olsa bile, açkinsaldir: ¨iyi ya da kötü isteme
dünyayi degiçtirecekse, dünyanin ancak sinirlarini degiçtirebilir,
olgulari degil; dille sözü edilebilir olani degil. Kisacasi, bu yolla
dünyanin o zaman tümüyle baçka bir dünya olmasi gerekir.
Sanki bütün olarak batmasi ya da çikmasi gerekir. - Mutlunun
dünyasi, mutsuzunkinden baçka bir dünyadir.¨ (6.43)
Varsayimsal düçünüçün önemi, etik tümceler örneginde bir kez
daha evrensel dilin ve böylelikle genel olarak anlamli
konuçmanin sinirlarina açiklik kazandirmasi gereken bir düçünce
deneyimi olmasidir. Etik tümceler normatif bir düzeni ortaya
koyarlar. Yalnizca olgu önermelerine izin veren bir dilde bir
anlamlari olamaz. Açkinsal düzlemde, etik olarak tasarlanmiç
düzene ayni zamanda gramatik olarak zorunlu bir düzenin
baglayiciligi düçerse, etik tümcelere de bir anlam düçebilir.
Resmetme baglantisi dil ve gerçeklik iliçkisini bir ve son defa
olmak üzere ontolojik olarak belirledigi sürece, bu düçünce
saçmadir. Ancak bu önkoçul ortadan kalktiginda, içinde dilin
grameriyle birlikte ayni zamanda dilin gerçekligi uygulamasinin
da degiçebilecegi bir boyut belirginleçir. Dilin açkinsalligi o
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
6 -~ 19 19.11.2008 19:20
zaman bir ölçüde etikleçir; gramer, benim dünyamin ilkesel
olarak degiçebilir sinirlarini kendisi belirleme gücünü kazanir.
Wittgenstein´in tek düçüncesinden ve bu dilde kendini pozitivist
bir biçimde kopyalayan olgular dünyasi düçüncesinden
vazgeçmesi gerektiginde, bu düçünce deneyimi konusunda
ciddiydi. Empirik diller çeçitli ve degiçken dünya görüçlerini yine
de açkinsal baglayici bir biçimde belirlediklerinde, dilsel olarak
sabitlenmiç bir dünya, sadece kuramsal olan anlamini yitirir.
Dilin mantigi ve gerçeklik iliçkisi pratikleçir. Gramatik olarak
belirlenmiç dünya çimdi, içinde gerçekligin yorumlanacagi
ufuktur. Gerçekligi farkli yorumlamak, ayni baglanti sisteminin
içinde betimlenebilir olgulara degiçik seçmeci yorumlar vermek
demek degildir; gerçekligi farkli yorumlamak daha çok, degiçik
baglanti sistemleri tasarimlamak demektir. Bu sistemler artik
içaretlerin ve nesne durumlarin bagdaçikligi kuramsal ölçütüne
göre belirlenmezler. Baglanti sistemlerinden her biri daha çok,
içaretlerin nesne durumlariyla verili bir iliçkisine örnek oluçturan
pratik tutumlari belirler: gramerlerin sayisi kadar `nesne
durumlari´ tipi vardir.
Gerçekligi farkli yorumlamak, bu dile açkinsal düzlemde onlari
`yalnizca´ farkli yorumlamak da degildir, bu, gerçekligi degiçik
yaçam biçimlerine entegre etmek anlamina gelir. Wittgenstein´in
geç dönem felsefesinde dogabilimlerinin erksizleçtirilmiç tekel
dili, gerçekligi artik kuramsal olarak tek bir dünya görüçü
çerçevesine degil, pratik bir biçimde degiçik yaçama
evrenlerine kapatan dogal dillerin çogulcuguna yer açar.
Bu dil oyunlarinin kurallari, hem dille rin hem de yaçama
biçimlerinin gramerleridirler. Her etige ya da yaçama
biçimine bir kendi mantigi, yani belirli ve
indirgenemeyen bir dil oyununun grameri karçilik düçer.
Etik tümceler çimdi de söylenemezler; ancak, çimdi, dil
analiziyle saydam kilabilecegim gramerin kendisi etiktir:
artik evrenin ve olgularin tek dilinin mantigi degil,
sosyal bir yaçama evreninin kurucu düzenidir.
Böylelikle pozitivist dil analizi ikinci açamaya, sosyal dilbilimsel
özdüçünseme açamasina ulaçir. Dil eleçtirisi, ari aklin
eleçtirisinden, pratik aklin eleçtirisine geçiçi
gerçekleçtirir. Dilin ve yaçama biçiminin özdeçleçtirilmesiyle,
pratik akil evrenselleçir: doga bilimlerinin dili de çimdi birçoklari
arasinda bir dil oyununun yaçam pratigi çerçevesi içinde kurulur.
Dil analizi, Tractatus´da iddia edebildigi bilim mantiksal önemini,
bu düzlemde yitirir: artik doga bilimlerinin tartiçmali alanini
sinirlamaz. Buna karçilik sosyal bilimler için özel bir önem
kazanir: sosyal eylemin alanini sinirlamakla kalmaz, onu belirler.
Evrensel dilin mantiksal aydinlatiliçinin, bilimsel araçtirma için
ancak, empirik bir dilin kurallariyla, empirik anlamli olasi
önermelerin alanini sinirlamaya yönelik önegitimsel bir görevi
olabilirdi. Buna karçilik, gündelik dilin mantiksal analizi, yaçama
biçimlerinin gramerinde, sosyal bilimlerin nesne alanina kendisi
girer. Felsefe "gramerin yöneticisi¨ olarak, yalnizca dolayli bir
biçimde de olsa, dünyanin özünü ele alir. Bu dünya eskiden
doganin dünyasiydi; dünyadaki olgular, doga olaylariydilar, yani
doga bilimlerinin konusuydular. Bu olaylar dünyanin içindekilerle
ilintilidirler, `dünyanin özü´yle degil. Tractatus´dan vazgeçildikten
sonra, dil analizi çok sayida grameri ele alir; bu gramerlerde
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
7 -~ 19 19.11.2008 19:20
dünyalarin özü yansir. Ama toplum böylesi yaçama
evrenlerinden kuruluyorsa, bunlarin kendileri de, sosyolojinin
iliçkili olmasi gereken `olgular´dir. Bu yüzden sosyal olgularin
statüsü doga olaylarininkinden farklidir, ve sosyal bilimlerin
statüsü de doga bilimlerinkinden farklidir. Dil analizi eskiden,
genel olarak bilimle özdeçleçtirilmiç olan doga bilimleri
için, yalnizca açkinsal mantiksal ön koçullari
aydinlatabilmiç ve aydinlatmasi gerekmiçken; çimdi
yapisi geregi, anlayici bir sosyolojiye benzer. Íkisi de,
sosyal yaçama evrenlerinin biçimleri olarak dil
oyunlarinin kurallarini analiz ederler.
Peter Winch, Wittgenstein´a dayanarak, anlayici sosyolojiyi
dilbilimsel olarak temellendirmeye giriçtiginde, baglanti noktasi
budur:"Epistemologun baçlangiç noktasinin sosyologunkinden
çok farkli oldugu dogrudur, ama eger Wittgenstein´in
argümanlari saglamsa, o (yani bir `yaçam formu´ kavrami)
eninde sonunda kendisiyle ilgilenmek zorunda kalacaktir, bu da
çu anlama gelir: sosyoloji ve epistemoloji arasindaki iliçkiler,
normalde oldugu düçünülen durumdan farkli ve daha yakin
olmalidir. [.] Sosyolojinin temel sorunu, genel olarak felsefeye
ait olan sosyal görüngünün dogasinin dökümünü vermektir. l...l
sosyolojinin bu bölümü gerçekten yanliçlikla epistemolojiye dahil
edilmiçtir. `Yanliçlikla dahil edilmiç´ dedim, çünkü sorunlari
çogunlukla yanliç ortaya konmuç ve bilimsel sorunun bir türü
olarak yanliç yönlendirilmiçtir.¨´
Bir davraniçin, örnegin terbiye edilmiç bir köpegin etkiye
uyarilmiç bir davraniçinin, dogal yasalara göre içine
yerleçtirilebilecegi nesnel kurallari, eyleyenlerin kendilerinin
yöneldikleri kurallardan ayirabiliriz. Bu tipte, kuralin
yönlendirdigi eylem her zaman iletiçimsel eylemdir, çünkü
kurallar tek bir kiçi için kiçisel kurallar olamazlar, tersine en
azindan iki öznenin paylaçtigi bir yaçama biçimi için
öznelerarasinda geçerli olmalidirlar. Normlarla yönetilmiç bir
eylem, doga yasalarinin belirledigi ve bunlara uygun
olarak önceden bilinebilir bir eylemle ayni degildir. Bir
norm çignenebilir, ama bir doga yasasi ilkesel olarak
çignenemez. Yönlendiren norm açisindan, bir eylem hatali ya da
dogru olabilir; bir doga yasasi ise hatali tahminlerle çürütülür.
Çunu söylemek istiyorum: bir insanin eylemlerinin bir kuralin
uygulaniçi olup olmadiginin sinanmasi, onun bunu formüle
edebilip edemeyiçi degil, ne yaptigiyla baglantili olarak çeyleri
yapiçinin dogru ve yanliç yolu arasinda ayrim yapmanin anlamli
olup olmayiçidir. Anlamli olmasi durumunda, kistasi formüle
etmeyiçi, belki de edemeyiçi durumunda bile yaptiklariyla bir
kistasi uyguladigini söylemek de anlamli olmalidir.¨
Bir kistasin uygulanmasi, salt ayni davraniçin (ya da içaretin)
benzer koçullarda yeniden üretilmesini degil, bir kurala göre
yeni davraniç biçimlerinin üretilmesini de gerektirir: biz salt
yineleyici degil, sentezleyici davraniriz. "Yalnizca geçmiç bir
örnek yeni bir tür vakaya uygulanmak zorunda kalindiginda,
kuralin önemi ve dogasi görünür olur. Mahkeme, örnek kararin
ne içerdigini ve sorunun, kararin, özbilinç olmasa da, bir kuralin
uygulaniçi olarak ele alinabilecegi baglam diçinda anlam
içermedigini sormak zorundadir. Baçka yerler-de kurallar bu
kadar açik olmasa da, yasanin ötesinde, insan etkinliginin diger
biçimlerinin dogrulugu da aynidir. Yalnizca insan etkinlikleri,
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
8 -~ 19 19.11.2008 19:20
bizim çu anki davraniçimiza iliçkin olarak geçmiç deneyimlerden
bahsedebildigimiz kurallari örnekledigi için bu böyledir. Sorun
yalnizca bir aliçkanliklar sorunu olsaydi, o zaman çu anki
davraniçimizm geçmiçteki davraniç tarzimizdan kesinlikle
etkilenmesi gerekirdi: ama bazen rastlantisal etkiler de söz
konusu olabilmekte. Bir köpek, geçmiçte olanlardan dolayi çimdi
N´in emirlerine belli tarzlarda yanit verir; bana 100´den sonraki
dogal sayilar dizisini sürdürmem söylense, geçmiç egitimimden
dolayi belli bir tarzda devam ederim. Bununla birlikte `dolayi´
sözcügü her iki durumda farkli kullanilmiçtir: köpek belli bir
tarzda tepki vermeye koçullanmiçtir, oysa ben, bana ögretilenler
temelinde sürdürmemin dogru tarz oldugunu biliyorum.
Elbette, gözlemlenebilir davraniç siralarinin bir ardarda
siralaniçina bir kurali salt isnat etmek yeterli degildir. Ancak,
davraniç serisini, eyleyenin yerine, çeliçkiye düçmeden
sürdürebildigimizde, kurala uygun bir davraniçi taniladigimizdan
emin olabiliriz. Geçerli bir kurala gerçekten rastlayip
rastlamadigimizi ancak katilanlarin tepkilerinden anlayabiliriz.
`Bir kurala uyma´ kavrami, kurallarin geçerliliginin
öznelerarasiligini içerir. Bu yüzden, kuralla yönlendirilen eylemin
denetimi yalnizca öznelerarasilik düzleminde olanaklidir: "Söz
konusu davraniçlari kurala uyma kategorisi için aday olan
birisinin yalnizca eylemlerinin degil, diger insanlarin onun
yaptiklarina tepkilerinin de gözönünde bulundurulmasi gerektigi
önerilebilir.
Daha da özelleçtirirsek, yalnizca, baçka birisinin, benim
uydugum kurali ilke- sel olarak keçfedebileceginin
varsayilmasinin anlamli oldugu bir durumda, benim, bir kurala
tamamen uydugum çok açik olarak söylenebilir.¨
Winch, dilbilimsel yaklaçimdan. görüngübilimin sonuçlariyla
büyük ölçüde örtüçen yöntembilgisel sonuçlar çikariyor.
Eylemler, dilsel olarak saglanan etkileçimlerin
baglamlarinda, gözlemlenebilir davraniç biçimlerinde
öznelerarasi geçerli bir anlam 'cisimlenmiç' olmak üzere
kurulurlar. Bu yüzden anlayici bir sosyoloji, esas olarak dil
analizi içlemleri yapar: eylemi yöneten normlari, gündelik dildeki
iletiçimin kurallarindan kavrar. Kuram oluçumunun, yine,
eyleyen öznelerin özanlayiçina bagli olmasinin nedeni de budur.
Winch de Schütz gibi, doga bilimleri ve sosyal bilimler arasindaki
mantiksal ayrimi vurguluyor. "Mill´in görüçü sosyal bir kuruluçun
katilimcilarinin davraniçinda gözlemlenen düzenliliklerden ve bu
düzenliliklerin genelleçtirmeler biçiminde ifade edilmesinden
ibaret oldugunun anlaçilmasidir. Çimdi eger sosyolojik
araçtirmacinin (geniç anlamda) konumu, ana mantiksal
hatlariyla doga bilimcininkiyle karçilaçtirmali olarak ele
alinabilirse çunlar söz konusu olabilir. Sosyologun yargisina göre
ayni çeyin oldugu ya da ayni eylemin yapildigi iki duruma göre
kavramlar ve kistas, sosyolojik araçtirmayi yönlendiren kurallarla
baglantili olarak anlaçilabilir. Ama bu noktada, karçimiza bir
güçlük çikar: doga bilimci yakasinda yalnizca bilim adaminin
araçtirmasinin kendisini yönlendiren bir dizi kurali gözetmek
zorunda kalacaktik; oysa burada, sosyologun çaliçma yaptigi
alanda bir insan etkinligi ve bunun kurallara uygun sürdürülmesi
söz konusudur. Ve bu kurallar sosyologun araçtirmasini
yönlendirmekten çok, etkinligin türüne bagli olarak `ayni tür çey´
kabul edilmesi için ne olmasi gerektigini belirler.¨
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
9 -~ 19 19.11.2008 19:20
Winch´te, sosyolojide araçtirmacinin nesne alaniyla iliçkisinin,
dogabilimcinin yöntembilgisel olarak yalnizca araçtirma sürecine
katilan öteki kiçilerle iletiçim kurdugu zaman girdigi,
öznelerarasilik düzleminde kurulmasi gerektigine de yeniden
içaret edilmektedir.´ Winch, alçak sesle radikal düçünüyor:
sosyolojiyi özel dil analizi içinde eritiyor. Ve buradaki idealizmi
gizlemiyor. Insanlar, konuçtuklari gibi eylerler; bu yüzden
toplumsal iliçkiler, tümceler arasindaki iliçkilerle ayni
türdendirler: "Eger insanlar arasindaki sosyal iliçkiler yalnizca
düçünceler içinde ve düçünceler araciligiyla gerçekleçiyorsa, o
zaman, düçünceler arasindaki iliçkiler içsel iliçkiler olduklari için,
sosyal iliçkiler de içsel iliçkiler olmalidirlar.¨ Ne var ki bu içsel
iliçkiler yalnizca içaret sistemlerinin simgesel baglamlari
degillerdir. Biçimsel dillerde yeniden kurabildigimiz çey, zaten
bir soyutlamadir, bu soyutlama tam da, simgesel baglamlar
olarak dillerin ayni zaman da empirik baglamlari serimlediklerini
görmezden gelir. Gramer kurallari her zaman, kurulan
iletiçimlerin de kurallaridirlar, ve bu iletiçimler yalnizca yaçam,
biçimlerinin sosyal baglaminda gerçekleçirler. Bu yüzden,
anlayici bir sosyolojinin dil analiziyle
temellendirilmesinin merkezinde dil oyununun ve
yaçama biçiminin baglantisi vardir .
Gerçi, yerleçmiç dil oyunlari çerçevesindeki simgesel iliçkilerin
ayni zamanda toplumsal etkileçimlerin nesnel iliçkileri olduklari
iddiasi nin temellendirilmesi gerekir. Winch, dilsel iletiçimin,
mantiksal ne denlerle sosyal eyleme gönderme yaptigini
gösterebilmelidir. Dil ile praksisin baglantisi, pragmatik dil
analizinin rol sistemleri içindeki iletiçimsel eylemde buldugu
baglantinin aynisidir. Ama dilbilimsel felsefe karçit yolu izler.
Mead´in dil pragmatizmi gibi, genetik bir bakiçla, organik uyum
saglama davraniçlarindan yola çikmaz, tersine, dilin toplumsal
kurumlara yerleçtirilmesini mantiksal olarak türetmeye çaliçir.
Winch´in analizi, bir imlemin nasil tanilanabilecegi sorusu
üzerinden, kistaslarin uygulanmasi sorunsalina götürür ve
Wittgenstein´in kuralla yönlendirilen davraniç kavramiyla
sonuçlanir. Bu arada, dilbilimsel kurallarin geçerliliginin
öznelerarasiligi hakkinda, daha öteye götürmez; gramerin ve
yaçama biçiminin baglantisini eskisi gibi karanlikta birakir.
Winch, bu birleçikligin üzerinde gerçi anlaçilir bir biçimde
durmamiç olan Wittgenstein´dan daha iyi bir ipucu alabilirdi.
3. Wittgenstein dil oyunlarini dil ve pratigin bir birleçikligi
olarak kavriyor. Ilkel bir dil kullanimini, bu birleçikligin bir
bölümünün sözcükleri çagirip, diger bölümünün de onlara göre
eylemesi biçiminde anliyor: "Çocuklar çu etkinlikleri yapmak, bu
sirada çu sözcükleri kullanmak ve öteki kiçilerin sözlerine çöyle
tepki göstermek üzere egitilirler.¨ (Phil. U. 6) Dil oyunu modeli,
dili iletiçimsel eylemle ilintilendirir: simgelerin kullanilmasi,
davraniç beklentilerine tepki verme ve buna eçlik eden,
beklentilerin yerine getirilmesi hakkindaki görüç birligi, buna
dahildir, bu görüç birligi bozuldugunda, eksik anlamanin
düzeltilmesini gerektirir. Aksi durumda, etkileçim ke silir ve
bozulur. Sonra dil artik içlemez olur. Wittgenstein bunu çöyle
tanimliyor: "ben tümüne: dile ve dille iç içe geçmiç olan
etkinlikle re, dil oyunu diyecegim.¨ (PhiL U. 7) Eger
Wittgenstein, yüzeysel ya da önyargili incelemecilere ara sira
göründügü gibi, bir pragmaci olsaydi, dili ve praksisi baglayan
dokuma ipligini, dili anlamanm koçullarindan mantiksal olarak
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
10 -~ 19 19.11.2008 19:20
türetmez, davraniçin ve içaretleri kullanmanin baglantisindan
empirik olarak türetirdi.
Wittgenstein her zaman, pragmacilikla görünürde bir uyuçma
içinde, bir dilin kullanilma biçimlerine göre incelenmesini ve
sözcük imlemlerinin tümcelerin içleyiçinden türetilmesini ister;
ama Wittgenstein´in düçündügü içlev baglami, içinde simgelerin
ve etkinliklerin her zaman zaten, tüm katilanlarin bir görüç
birligiyle, karçilikli baçari denetimi altinda birbirlerine bagli
olduklari bir dil oyunudur. Dilin ve pratigin içsel bagi, mantiksal
olarak, anlami anlamanin özgün bir içermesinde gösterilebilir. Bir
dili `anlamak´ için, o dile `hakim´ olmaliyiz. O zaman anlamak:
üzerinde çaliçilmiç ve ögrenilmiç bir çeyi anlamak, onu
yapabilmek ya da ona hakim olmak demektir. "Açik ki, `bilme´
sözcügünün grameri `yapabilme´, `yetebilme´ sözcüklerinin
grameriyle yakin akrabalik içindedir. Ama `anlama´ sözcügünün
grameriyle de yakin akrabalik içindedir. (Bir teknige `hakim
olma´).¨ (PhiI. U. 150) Dili anlama ve dili konuçabilme, insanin
beceriler edindigine, etkinliklerin yapilmasini ögrendigine içaret
eder. El bette, yinelenmiç olan `bir teknige hakim olma´ anlatimi
yanilticidir, çünkü Wittgenstein bu baglamda araçsal eylemi
degil, daha çok dil kurallarinin. tekniklerini, yani iletiçimsel
eylemin kurallarini düçünmektedir. Her durumda, dili anlama,
görmezden gelinemeyecek bir biçimde, pratik bir anlam içerir.
Wittgenstein bunun ayirdina çok erkenden varir "Dikkat çekici
bir biçimde, dili anlama sorunsali, isteme sorunsaliyla ilgilidir. Bir
emri, onu yerine getirmeden önce anlamanin, bir eylemi
yapmadan Önce onu istemekle bir akrabaligi vardir.¨ (PhU. Bern.
13)
Anlama, kendi açilarindan ögrenme süreçlerini gerektiren
eylemlerin gücül olarak öncelenmeleriyle ilgilidir. Dili anlamak
eyleyebilmeye içaret eder, burada elbette bu iletiçimsel eylemin
kendisi de simgeselleçtirilmiç davraniç beklentisiyle baglantilidir:
dil ve eyleme ayni dil oyunu modelinin momentleridirler.
Iki moment arasindaki baglanti, anlami anlamanin bagli oldugu
ögrenme süreçlerinin türünde belirginleçir: anlamak demek,
pratik olarak bir çeyi anlamayi ögrenmiç olmak demektir. Dili
anlamin ufkunda, simgelerin `ari´ kavraniçi diye bir çey yoktur.
Ancak, monologsal olarak, yani hesaplar biçiminde kurulmuç
olan, biçimselleçtirilmiç diller, pratik ögrenme süreçleri
görmezden gelinerek, soyut bir biçimde anlaçilabilirler. Çünkü
hesap dillerinin anlaçilmasi, içaret siralaniçlarinin biçimsel
kurallara göre yeniden üretilmesini gerektirir, araçlarin
monologsal olarak kullanilmasina kimi açilardan benzeyen,
içaretlerle tek baçina yapilan bir içlemdir bu. Gündelik dilin
anlaçilmasinin özgün yönü, tam da bir iletiçimin anlaçilmasidir.
Burada içaretleri perse olarak kullanmayiz, tersine karçilikli
davraniç beklentilerini izleriz. Içinde konuçmayi ögrendigim
süreçler, bu yüzden bir eylemi ögrenmeyi içerirler. Bu
süreçlerde, normlarin içselleçtirildigi tüm süreçler gibi, bir parça
bastirma vardir. Wittgenstein terbiye etmekten söz ediyor: "dilin
ögretilmesi, açiklamak degil, terbiye etmektir.¨ (Phil. U. 6) Dilin,
içkin anlami geregi pratige bagli oluçu, dil ögrenme
süreçlerindeki bu çiddet momentinde öne çikar - yeter ki, dili
anlama ve dili ögrenme arasinda, simgelenen anlamin
kavranilmasiyla simgelerin dogru kullanimi için terbiye etme
arasinda mantiksal bir baglanti gerçekten var olsun.
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
11 -~ 19 19.11.2008 19:20
Tractatus´u izleyerek, gelenekten ögrenilmiç tümceleri, analiz
edilmemiç dilegetirimler olarak ele alabiliriz. Üzerinde
konuçulabilen her çey hakkinda, tam bir açiklikla konuçulabilir.
Bu koçullarda, dili anlama, indirgeyici dil analiziyle, yani
evrensel dildeki önermelere çevirmeyle sinirlanirdi. Ideal dilin
kendisiyle iliçki yalnizca onun gramerinin anlaçilmasina baglidir.
Bu gramer izin verilen içaret içlemleri için üstdilsel göndermeler
halinde verilebilirdi. Ancak, Wittgenstein da, bir üstdilin
olanakliliginin koçullarindan kuçkulandi. Bu yüzden, dil analizinin
kullandigi, dilin betimsel geçerliligini geri aldi; ama, gramer
kurallarini apaçik kilacagindan emin olarak, bu mecazi üstdilin
uyandirici gücüne güvendi. Çimdi bu sorunu bir kenara
birakiyoruz. Belirleyici olan, ideal dilin gramer kurallarinin, genel
olarak bir `ari´ simgesel baglamlar düzleminde anlaçilir olmalari
gerektigidir: Wittgenstein´in o zamanlar kabul ettigi gibi sezgisel
olarak ulaçilir olan, bu sözdizimi ister adeta görüngübilimsel bir
biçimde kendini `göstersin´; isterse de Carnap´in daha sonra
önerdigi gibi, içlemsel olarak üretilsin ve bu yüzden yine
bütünüyle saydam olsun. Índirgeyici dil analizi biçiminde
dili anlama, hiçbir biçimde pratik bir anlam içermez.
Ama, tek dile ait baglanti sisteminden vazgeçilmek zorunda
olundugunda, tam da bu içerme mantiksal olarak
kaçinilmazlaçir. Baglayici bir ideal dil olmadan, dili anlama artik
indirgeme yoluyla ikame edilemez. Dil biçimlerimizin son analizi
gibi bir çey artik var olamaz. Dile getirimleri, her çeye karçin
formüle etme çabasinin, pozitivist bir yanliç anlama oldugu
görülür: "Tam olmayan, aslinda bir açagilamadir, ve `tam´ bir
övgüdür. Ve bu demektir ki, tam olmayan, hedefine, tam olan
kadar ulaçamamiçtir. Bu da, bizim neyi `hedef´ diye
adlandirdigimiza baglidir. Güneçin bizden uzakligini 1 m.
yaklaçiklikla vermem, tam degilmidir; ve marangozun, masanin
enini 0,00 1 mm yaklaçiklikla vermesi, tam degil midir? Bir
tamlik ideali öngörülmüç degildir: bununla neyi
tasarimlayacagimizi bilmeyiz - meger ki, neyin böyle
adlandirilmasi gerektigini sen kendin belirlemeyesin.¨ (Phil. U.
88)
Tamlik güvenceleyen bir evrensel dili keçfetmek ya da onun
yerine biçimsel diller kurmak söz konusu olamaz: "Bir yandan
açiktir ki [.] belirsiz tümcelerimiz, henüz bütünüyle kusursuz
anlamlari yokmuç ve kusursuz bir dili önce bizim kurmamiz
gerekiyormuç gibi, bir ideale ulaçmaya çaliçamayiz. Öte yandan,
anlamin oldugu yer de kusursuz bir düzenin olmasi gerektigi
açik görünüyor. Yani, en müphem tümcede bile kusursuz düzen
yeralmalidir.¨ (Phil. U. 98) Dili anlamak o zaman dogal dile içkin
bu düzeni analiz etmek anlamina gelir. Bu düzen açikça gramer
kurallarindan oluçur. Ama bu sözdizimine artik, tek dilin
grameriyle ayni düzlemde ulaçilabilir, yani `anlaçilabilir´ degildir:
gündelik dili, gündelik dil olarak bozmadan,
biçimselleçtiremeyiz ve sonra üstdilsel olarak
tanimlayamayiz. Bizi sezgisel anlamanin eçigine götüren
bir mecazi üstdile de güvenemeyiz; çünkü bu ancak bir
bütün olarak insan türü öznesine atfedilen, açkinsal bir
'genel olarak dil' açisindan inandiricidir.
Dil analizi çimdi bir üstdilden iki biçimde de yoksun birakilmiçtir;
düçünsemeli dil kullanimina geri döner ve gelenekten ögrenilmiç
bir dili, ancak o dilin kendi dilegetirimleriyle analiz edebilir. Dili
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
12 -~ 19 19.11.2008 19:20
anlama o zaman bir kisir döngüye girmiç olur: baglami zaten her
zaman anlamiç olmalidir. Düçünsemeci dil analizine, indirgemeci
dil analizinin yolu kapanmiçtir. Belirsiz bir dilegetirimi analiz
etmek artik, onu yeniden biçimlendirmek ve daha net bir dilde
yeniden kurmak anlamina gelemez. Önceleri, gelenekten
ögrenilmiç dil biçimleri ile bütünüyle saydam bir dil arasinda
varmiç gibi görünen mantiksal olarak uygun bag, kopmuçtur.
Çimdi her dil, saydamlaçtirilmasi gereken kendi
düzenini, dogal gramer olarak içinde barindirir. Bu
gramerler yalnizca 'içerden', yani, yine bu gramerlerin
uygulanmasiyla aydinlatilabilirler. Tam da bu döngü,
mantiksal bir zorlayicilikla, dilin praksisle iliçkisine gönderme
yapiyor. Çünkü, bu koçullarda, gramer kurallari ve semantik
imlemler nasil açikliga kavuçturulabilirler? Simgelerin
kullanimlarinin olasi durumlarini tasarlamamiz sayesinde:"Düçün
ki, dili sana tümüyle yabanci olan, bilmedigin bir ülkeye
araçtirmaci olarak geldin. Hangi koçullarda, oradaki insanlarin
(örnegin) emirler verdiklerini, emirleri anladiklarini, yerine
getirdikleri ni, emirlere karçi koyduklanni vb., söyleyebilirsin?
Ortak insani ey lem biçimi, onun araciligiyla ya1 dilimizi
yorumladigimiz baglanti sistemidir.¨ (Phil. U. 206)
Elbette, davraniç biçimlerini gözlemlemek yeterli degildir. Dilini
bilmedigi bir ülkeye gelen bir aritropolog, gözlemledigi
etkileçimlere, kendi dilsel önanlamasi temelinde bir kural
atfeder; bu tahmini ancak, bu kurala göre davrandiginda,
kuralin içleyip içlemedigini görmek için, gözlemledigi iletiçime en
azindan gücül olarak katilarak, sinayabilir. Yapilan kabulün
uygunlugunun kistasi, önceden aliçilmiç bir iletiçime baçarili bir
biçimde katilmaktir: etkileçimlerin bozulmayacagi bir biçimde
eyleyebilirsem, kurali anladim demektir. Bundan ancak iletiçimin
içinde emin olabilirim: "Dogru ve yanliç olan, insanlarin ne
söyledikleridir; ve insanlar dilde uzlaçirlar. Bu göruçlerin degil,
yaçam biçimlerinin bir uzlaçmasidir.¨ (Phil. IL 241)
Birlikte eyleyenlerin sessiz görüç birliginde onaylanmasi gereken
dogruluk, simgelerin ve etkinliklerin bir birleçiminin `içlemesine´,
öncelikle yalnizca görüçleri degil, bir yaçama biçimini de
organize eden kurallara `hakim olmaya´ baglidir. Dilsel kurallari
açikliga kavuçturma çabasi, beni, içkin bir zorlayicilikla bir
yaçam praksisinin temeline götürür. Belirsiz bir dilegetirimi,
kullanildigi olasi durumlari üzerinde düçünerek analiz ederiz.
Olasi kullanilma durumlarini animsamamiz gerekir, onlari basitçe
yansitamayiz. Son kertede bu animsama bizi, söz konusu
dilegetirimi ögrenmiç oldugumuz duruma geri götürür. Dil analizi
bir anlamda, ögrenme durumunu yineler. Bir dilegetirimi anlaçilir
kilmak için, egitim türünü, aliçtirma süreci ni, yeniden bilince
çikarir: "Bu zorluk karçisinda her zaman çu soruyu sor kendine:
Bu sözcügün imlemini biz nasil ögrendik? Hangi örneklerde;
hangi dil oyunlariyla?¨ (Phil. 13. 77)
Dili anlamanin mantiksal analizi, gündelik bir dilin gramer
kurallarindan yalnizca, kendimizin bu kurallari ögrenirken
yaptigimiz aliçtirmalari animsamak yoluyla emin olabilecegimizi
gösteriyor. Dili anlama, bir sosyalleçme sürecinin gücül olarak
yinelenmesidir. Bu yüzden Wittgenstein `dil oyunu´ terimini, dili
ögrenme süreçleriyle iliçkili olarak kullaniyor: "Sözcükleri
kullanma sürecinin, çocuklarin ana dillerini ögrenirken
oynadiklari oyunlarin süreci oldugunu da düçünebiliriz. Bu
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
13 -~ 19 19.11.2008 19:20
oyunlara dil oyunlari diyecegim.¨ (PhiI. 13. 7)
Dil oyunlarinda, simgesel geçerlilik, mantiksal açidan, anlamin
doguçundan ayrilamaz. Gelenekten ögrenilmiç. bir dil biçiminin
`kusursuz düzenini´ belirleyen gramer kurallarinin özgün bir
statüsü vardir: bu kurallar artik simgelerin birbirine baglanmasi
için üstdilsel kurallar degil, dil egitimi için didaktik kurallardirlar.
Tam olarak söylenirse, dil oyunlarinin grameri, çocuklarin belirli
bir kültüre aliçtirildiklari kurallari içerirler. Gündelik dil, son üstdil
oldugu için, içinde ögrenilebilecegi boyutu da içerir; bu yüzden
bu dil, `salt´ dil degil, ayni zamanda praksistir. Bu baglanti
mantiksal olarak zorunludur, yoksa, gündelik diller siki sikiya
sürgülenmiç olurlardi; gelenekten ögrenilemezlerdi. Bu baglanti,
dili anlamanin içermelerin de, mantiksal olarak kanitlanabilir.
Ama gramer kurallari sadece simgelerin baglantisi degil, ayni
zamanda, bu baglanti araciligiyla ögrenilebilen etkileçimleri de
gösteriyorlarsa, o zaman, böyle bir sözdizimi¨ içiçe oldugu diller
ve etkinlikler bütünüyle¨ iliçkili olmalidir: - bir dili tasarimlamak
demek, bir yaçam biçimini tasarimlamak demektir. (Phil. U. 19)
4. Winch, dil oyunu ve yaçama biçimi baglantisini, dili anlamanin
bu mantiksal yoluyla kanitlamaktan kaçindi. Yoksa, dil analizini
kullanarak çaliçan bir sosyolojinin olanakliliginin koçullarini
kendisi düçünsemek zorunda kalacakti: çünkü dil analizi, dili
anlamanin yal nizca belirgin bir biçimidir.
Her önerme yalnizca kendi dil oyununun baglami içinde
anlamliysa, ama öte yandan dil analizi monadsal dil oyunlarini,
aile benzerliklerini ölçüp biçerek saydamlaçtiriyorsa, o zaman,
bu analizin hangi dil oyunundan yararlandigi sorulur.
Wittgenstein bile dil analizinin üstdil oyunu sorusunu tutarli bir
biçimde yanitlayamamiçtir. Ama Wittgenstein´in bu soruyu
yanitlamasi gerekmez, bu soruyu reddedebilir. Bu yüzden, bu
soru ancak, dil analizine ne zaman betimsel bir deger biçeriz,
biçiminde sorulabilir. Wittgenstein´a dil analizinin ancak terapisel
bir degeri vardir: dil analizi bir ögreti degil, bir etkinliktir. Dil
analizinin `sonuçlari´ aslina bakilirsa, söylenemezler, ancak
gerçekleçtirilebilirler; yani her defasinda belirli bir dil oyununun
içlemesine ya da boça çikmasina yarayan yardimlar olarak
kullanilabilirler. Wittgenstein´in Tractatus´u bitirdigi özgün
tümceleri geri almasi, Philosophische Untersuchungen için de
geçerlidir. Winch bu çikiça aldirmamaktadir. Dil analizini dil
oyunlarinin açkinsal zihniyette bir etnografisi için, kendi
kavrayiçiyla, anlayici bir sosyoloji için öneriyorsa, tercüme etme
sorununu ortaya koymasi gerekir.
Winch, kuramsal bir istemde bulunuyor. Yani, içinde, bir dil
oyununun gramerini, bir yaçama evreninin yapisi olarak
betim1eyebigim bir üstdili olanakli görüyor. Uydurulmuç dil
oyunlarinin dogmatigi, kesin içkin bir yorumlama gerektiriyorsa
ve degiçik dil oyunlarinin gramerlerini genel bir kurallar
sistemine dayandirmayi diçliyorsa,bu dil nasil olan olabilir?
Linch, soruçturmasinin baçina, Lessing´in Anti-Goeze´sinden
aldigi bir ilkeyi koyuyor: "Ahlaki eylemlerin, çok degiçik
zamanlarda, çok degiçik halklarda görülseler bile, kendi
baçlarina incelendiklerinde her zaman ayni kalmalari dogruysa,
bu yüzden ayni eylemlere her zaman ayni adlar verilmiç degildir,
ve onlara, kendi zamanlarinda, kendi halkiarinda verildiginden
baçka bir ad vermek dogru degildir.¨
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
14 -~ 19 19.11.2008 19:20
Bu tümcede, bir sonraki yüzyilin tarihselciligi öncelenmiçtir.
Winch, Dilthey ´in bir dilbilimsel versiyonunu tasarliyor
görünmektedir. Dil analizcisi, muallaktaki bir konumdan, kendisi
dil analizinin yükümlü tutuldugu özgün bir dil oyununun
dogmatigine bagli kalmaksizin, etkinlikte bulunarak, geliçigüzel
dil oyunlarinin gramerinin içine girebilir. Winch, Schütz gibi naif
bir biçimde, ari kuramin olanakliligina güveniyor. Bu
görüngübilimci de, eyleyen öznelerin yaçama evrenlerinin ona
uyularak benmerkezci olarak kurulduklari yorumlama çemasina
dayaniyor; kendisi ise sosyal bir çevreden kopmuçtur. Çevreye
bagli, eyleme katilan biri perspektifinden, sosyal bir ortamin
gözlemcisi perspektifine geçilen tutum degiçikligi de bilimden
önce yapilmiçtir; bu yüzden bu tutum degiçikligi Schütz için asla
sorunlu olmamiçtir. Elbette, Wittgenstein iletiçimsel deneyimin
koçullarini böyle etkileyici bir biçimde analiz ettikten sonra, dil
bilimci bu masumiyeti artik paylaçamazdi.
Dil analizini betimsel bir niyetle yapar ve terapisel kendini
sinirlamadan vazgeçersek, dil oyunlarinin monadsal yapisi
delinmek ve dil oyunlarinin çogulculugunun içinde kuruldugu
baglam düçünsemek zorundadir. O zaman analizcinin dili de
uzun süre her durumda ki nesne diliyle basitçe örtüçemez. Iki
dil sistemi arasinda, analiz edilen dil oyunlarinin kendi aralarinda
oldugu gibi bir tercüme gerçekleçmelidir. Wittgenstein bu
görevi,. benzerliklerin ya da aile benzerliklerinin bir analizi
olarak belirliyor. Dil analizi ortak olani görmeli ve ayrimlari
farklilaçtirmalidir. Ama bu iç artik terapisel bir içe
bükülmeyecekse, karçilaçtirmanin sistematik bakiç açilarini
gerektirir:karçilaçtiran yorumcu rolündeki dil analizcisi, genel
olarak bir dil oyunu kavramini ve çeçitli dillerin yakinsadiklari
somut bir önanlamayi her zaman önceden varsaymalidir.
Yorumcu çeçitli sosyalleçme modelleri arasinda iletimi saglar;
ayni zamanda bu tercüme sirasinda, kendisinin içinde sosyal
modele dayanir. Düçünsemeli dil analizi aslinda, çeçitli dil
oyunlari arasinda bir iletiçim gerçekleçtirir; kültürü ve dili
yabanci bir ülkedeki antropolog örneginin seçilmesi bir raslanti
degildir. Wittgenstein, burada yalnizca bir sosyalleçmenin baçka
yaçam biçimleri içindeki gücül yinelenmesini görünür kilmakla,
yeterince analiz yapmamiç olmaktadir. Yabanci bir kültür için de
bulunmak yalnizca, bu kültürle kendi kültürü arasinda bir
tercümenin baçarili olmasi ölçüsünde olanaklidir.
Böylelikle, Wittgenstein´in içine adim atmadigi, yorumbilgisinin
alani açilmaktadir. Winch, dil analizinin ve özel bir dil analizi
olarak temellendirmek istedigi anlayici sosyolojinin yorumbilgisel
özdüçünsemesinden ancak bir koçulla; kuram için, geliçigüzel
gündelik dillerin gramerlerinin ona tercüme edilebildikleri bir
üstdil bulsaydi, kaçinabilirdi. O zaman her bir ilksel dilin
analizcinin diline çevirilmesi ve böylelikle analiz edilen dillerin
birbirlerine çevrilmeleri biçimselleçtirilmiç ve genel dönüçtürme
kurallarina göre yapilmiç olurdu.Son üstdil olarak gündelik dilin
düçünsemeli oluçunun, bizi içine soktugu kisir döngu kirilmiç
olurdu Dil analizi artik dil oyunlarinin pratigine bagli kalmazdi
kuramsal yaklaçimda yorumbilgisine gerek duyulmadan sosyoloji
için de verimli hale getirilebilirdi
Fodor ve Katz, Chomsky ´nin çaliçmalarina dayanarak, dilin üst
kurami için bir program geliçtirdiler.´ Öncelikle, burada yalnizca,
gerçi Wittgenstein´in bir bütünsel dil programindan daha az
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
15 -~ 19 19.11.2008 19:20
iddiali olmayan bir düçüncenin açindirilmasi söz konusudur. Yeni
pozitivizmin evrensel dili, empirik olarak anlamli önermelerin
biçimsel koçullarini bir gramerin baglayiciligiyla gösteren bir dil
sistemi serimleme iddiasindayken Fodor ve Katz, gerçek dil
davraniçini, dilbilimsel kurallarla iliçki içinde açiklayan deneyim
bilimsel bir kuram tasarlamaktadirlar. Dönüçtürme grameri
gündelik dille baglantili her gramerden bagimsiz. olmalidir;
dönüçtürme grameri, bir evrensel dil anlaminda degil, bir
evrensel gramer anlaminda genel bir sistemdir. Gelenekten
ögrenilmiç dillerden biriyle anlaçma saglandiginda iyi bilinen tüm
sözdizimi ve semantik kurallarinin betimleniçleri, bu kuramdan
türetilebilmelidirler. Dilbilimsel kurallar sentez kurallaridir:bu
kurallari içselleçtirmiç olan bir kiçiye, belirsiz bir sayidaki tüm `
anlamaya ve kendisi de üretmeye yetkin kilarlar. Anladigimiz ve
kurdugumuz tümceler sadece içittigimiz ve ögrendigimiz
tümceler degildir daha önce hiç duymadigimiz tümceleri de anlar
ve kurariz yeter ki ögrendigimiz kurallara göre biçimlendirilmiç
olsunlar. Bu tür üretici kurallarin betimleniçleri, nesnelerini
gramerler ya da kuramlar oluçturdugu için, dilin bir üst kurami
olarak adlandirilabilecek bir kuramin nesne alanini oluçtururlar:
"Dilbilimsel kuram, dogal dilin dilbilimsel betimleniçlerinin
özelliklerini ele alan bir üstkuram dir. Dilbilimsel kuram,
özellikle, bu betimleniçlerin ortak yönlerinin ne olduklariyla -
dilbilimsel betimleyiçin tümelleriyle, ilgilenir.´Elbette, Fodor ve
Katz, sonra kuram dilinin, açiklaniçlarina yarayacagi dil
oyunlarinin tikelciliginden sistematik olarak bagimsiz oldugunu
varsaymak zorundadirlar. Bu kabul tartiçilmaz.
Fodor ve Katz sadece, gelenekten ögrenilmiç bir dilden bagimsiz
olarak, yani ari kuramsal önermeler olasi her gündelik dil için,
betimleyici açidan uygun bir gramer türetmeye izin veren genel
bir dilbiliminin, kurucu ve terapisel dil analizinin butünleyici
zorluklarindan kaçinabilecegini gösteriyorlar: "Gündelik dil ve
pozitivist yaklaçimlar dilin dogasinin ve inceleniçinin uyuçmaz
kavramlarini sunar.
Pozitivistler dogal bir dilin yapisinin, mantiksal bir sisteminki gibi
aydinlatici oldugunu iddia ederler ve dogal dillerin mantiksal
sistemlerin kurulmasiyla incelenebilecegini savunurlar. Gündelik
dil filozoflari mantiksal bir sistemin, dogal bir dilin zenginligine
ve karmaçikligina ulaçabilecegini yadsirlar. Dil, diye iddia
ederler, açiri karmaçik bir sosyal davraniç formudur ve tikel
sözcükler ve ifadelerin ayrintili çözümlemeleri araciligiyla
incelenmesi gerekir. Bu çekil de pozitivistler, tam da dogal dil
filozoflarinin en çok kullanim olgulari üzerinde durdugu noktada,
rasyonel yeniden kurma ya da yeniden formüle etme
gereksinimi üzerinde durma egilimi gösterirler.¨ Ve daha ilerde:
"Pozitivistler ve gündelik dil filozoflari arasindaki uyuçmazliklar,
çeçitli noktalardaki vurgu farkliliklarini gölgeler. Pozitivistler esas
olarak tümcelerin çözümlenmesi ve çikarsama iliçkileriyle
ilgilenirlerken, gündelik dil filozoflari kendilerini daha çok
sözcüklerin kullaniminin incelenmesine verme egilimindedirler.
Bu fark, basit bir araçtirma önceliklerine iliçkin bir uyuçmazligi
temsil etmez. Daha çok, gündelik dil filozofunun, pozitivistin
bilimin dilinin mantiksal sözdiziminin yapisiyla ilgilenmesinin
aksine, somut kiçilerarasi durumlarda dilin içleviyle ilgilenmesini
temsil eder. Bu farkin arkasindaki çatiçma, dilin en iyi, ifade
edilebilir kurallarla eklemli bir sistem olarak görülebilecegi inanci
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
16 -~ 19 19.11.2008 19:20
ile dilden söz etmenin, en temelde, belirsiz büyüklük ve çeçitte
bir konuçma epizodlari dizisinden söz etmek demek oldugu
inanci arasindadir.¨´
Gündelik dilin genel kurami, iki bakiç açisini, kuramsal
düzlemdeki biçimselleçtirilmiç bir dilin üstünlüklerini ve veriler
düzlemin de dogal dil oyunlarinin göz önünde bulundurulmasini
birleçtirecektir. Gündelik dilin bir biçimselleçtirilmesi söz konusu
degildir; çün kü bir yeniden kurma sirasinda bu dil, gündelik dil
olarak ortadan kaldirilir Hedeflenen daha çok gündelik dilin
biçimselleçtirilmiç bir serimleniçidir, yani, verili bir dilde olasi
iletiçimlerin temelinde yatan kurallarin tümdengelim yoluyla
gösterilmesidir.
Kurucu dil analizi çimdiye dek Principa Mathematica örnegine
sadik kalmiç ve deneyimbilimsel kuramlarin serimleniçi için kimi
zaman uygun olan ama ilkesel olarak gundelik dildeki
gramerlerin serimleniçi için uygun olmayan baglamsiz dillerin
örneklerini üretmiçtir Öte yandan terapisel dil analizi genel
olarak kuramdan kaçar Kendini gundelik dildeki sezgilerin
farklilaçtirilmasiyla sinirlar Biraz ilineksel bir içerigi vardir, çünkü
bir dil kullaniminin, somut koçullarda, kurumsallaçtirilmiç iletiçim
kurallarina çarpip çarpmadigini, durumdan duruma açiklayabilir.
Fodor ve Katz, böylelikle, her iki tarafin da karçi argümanlarini
aliyorlar: "Gündelik dil filozofu, pozitiviste karçi çok dogru bir
biçimde, bir formüle ediçin, dogal bir dilin, yapisini yalnizca dilin
yapisini yansitana kadar açinlayan bir kuram oldugunu ileri
sürer. Gereksinilen, rastgele. seçilmiç yapay dilin görece basit
yapisini degil de, dogal bir dilin tam yapisal karmaçikligini esas
alan ve temsil eden bir kuramdir.¨´ Ve tersine olarak, çu
bütünleyici itiraza da hak veriyorlar: "Pozitivistin gündelik dil
filozofunu suçladigi, dogal bir dilin bütün yönlerden, formal
yapisinin bir özgülleçtirilme sini kanitlamayi baçaramadigi
iddiasinin fiiliyatta tatmin edici olmadigini kabul etmeliyiz.
Üretici ilkeler dogal bir dilin bagli oldugu sözdizimsel ve
anlambilimsel karakteristiklerini belirledigi bu yapi dan dolayi bu
böyledir. Bu ilkeler, dilin her ve bütün tümcelerinin nasil
yapilandigini ve tümceler ve ifadelerin nasil anlaçildigini
belirlerler. Bu, gündelik dil filozofunun tümcelerinin ve
önermesel cümlelerin yapisini incelemeyi göz ardi ediçi açisindan
dilin tümleçik özelliklerinin sistematik karakterinin anlamini
degerlendirmede baçarisiz oluçudur.¨´
Her iki dil analizci yaklaçim biçiminin birbirini bütünleyen
zayifliklarina içaret etme ne denli inandirici olsa da, ancak,
gündelik dilin genel bir kuraminin neden istenilir olduguna ilgi
uyandirabilir; bu programin uygulanilabilirligi için bir argüman
vermez. Bir dönüçtürme grameri hakkindaki, çimdiye dek
varolan tüm makaleleri burada tartiçamam öyle görünüyor ki, bu
makaleler, karçilaçtirmali dilbilimi ve sosyal dilbilimi alaninda,
kabullerin içlemselleçtirilmesi açisindan büyük önem taçiyorlar.
Böyle bir düçüncenin sadece tasarlanmakla ve deneysel olarak
kanitlanmakla kalmayip, empirik olarak da yerine getirilip
getirilmeyecegi, tartiçmalidir. Bu deneme, tin tarihsel düzlemde
önce tarihselcilikte ortaya konulmuç olan ve günümüzde,
dilbilimi düzleminde, Sapir ve Whorm'un çaliçmalari
sonucunda yenilenmiç olan görelilik kuramini ele aliyor. 192a
Üstkuramin dili de belirli gündelik dillerin gramerine bagli
kalmiyor mu? Yoksa, salt dil yapilarinin kusursuz
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
17 -~ 19 19.11.2008 19:20
betimleniçlerine izin vermekle kalmayip. gelenekten ögrenilmiç
her dili, yapi betimlemelerinin keyfi ya da rastlantisal bir
dizisinden sistemli bir biçimde ayiran. biçimsel özellikteki
tümcenin tamlanmasina izin veren, kültürden bagimsiz bir
çerçeve bulunabilir mi?
Yöntembilgisel baglamimiz açisindan önem taçiyan, ilkesel bir
zorluga deginmek istiyorum. Gündelik dildeki yapilarin genel bir
kurami, Chomsky ´nin ikna edici bir biçimde gösterdigi
nedenlerden ötürü ,davraniçsalci bir tutum içinde olamaz. Yani
bu kuram, yalnizca iletiçimsel deneyimde veri olan verilere
baglidir. Dil bilimi, kuruluçlarini öncelikle bir dil toplulugunun
ortalama sosyalleçmiç üyelerininin sezgisel deneyimlerine
dayamalidir; bu `doguçtan konuçmacilarin dil duygusu, kusursuz
olarak biçimlendirilmiç tümceleri, gramer olarak sapma gösteren
tümceler den ayirt etmeye yarayan kistaslari verir. Kuramsal
kabuller de ayni dil sezgilerinde yeniden sinanmalidirlar. `Bazen,
içlemsel kistasin, bu baglamda, özel ve ayricalikli bir konumu
oldugu düçünülebilir, ama bu kesinlikle yanliçtir. En temel
nosyonlar diçinda hiç içlemsel kistas olamayacagi konusunda
tamamen emin olabiliriz. Ayrica, açiklayici kuramlar gibi içlemsel
testler de, eger tam yerindeyseler. içebakiçsal yargisina karçilik
gelme koçuluna uymalidirlar.
Elbette deneyim zemini `dil sezgisi´ ve `içe dönük yargilama´ ile
yeterince belirlenmiç olmaz. Aslinda, iletiçim kurallarinin
öznelerarasi geçerliligini deneyimi söz konusudur: geleneksel dil
topluluklari çerçevesindeki dil biçimlerinin `kusursuzlugu
hakkindaki yargi, bu biçimlerin, içleyen dil oyunlarini parçalari
olup olmadiklari ve etkileçimlerin pürüzsüz bir akiçini saglayip
saglamadiklari deneyimine dayanir. `Doguçtan´ konuçmacilarin
dil sezgileri denilen çeyler, kesinlikle kiçisel deneyimler degildir;
bu sezgilerde her içleyen dil oyununa sessizce eçlik eden,
kolektif görüç birligi deneyimi tortulanmiçtir. Iletiçim kurallarinin
geçerliliginin öznelerarasiligi, eylemlerin ve beklentilerin
karçilikliliginda kendini gösterir. Bu karçilikliligin oluçtugunu ya
da baçarisiz kaldigini, yalnizca katilan taraflar
deneyimleyebilirler; ama bu taraflar bu deneyimi
öznelerarasinda yaçarlar: bu konuda bir görüç ayriligi olamaz,
çünkü bu deneyim, ancak taraflarin etkileçimin baçarilmasi ya da
baçarisizliga ugramasi konusundaki görüç birligiyle oluçur.
Bununla, tam da, düçünsemeli dil analizinin içinde devindigi
boyut tanimlanmiçtir. Ama genel bir dil biliminin kuruluçu ve
sinanmasi, bu boyuttaki kararlara bagliysa, bu kuruluç,
düçünsemenin Wittgenstein´in önceden gösterdigi akiçindan
diçari zor çikar.
Fodor ve Katz bu tehlikeyi görüyorlar: "Dilbilimsel kuramin
kurallarinin kurulmasinda karçilaçilan ana tehlikelerden biri,
onlarin yalnizca dilbilimsel sezgiye baçvuruldugu anlarda çaliça
bilir olarak formüle edilebilmeleridir. Bu da, kastedilen
amaçlarina hizmet eden kurallar açisindan, akici konuçan bir
konuçmacinin, bunlarin uygulanmasina kilavuzluk eden
dilbilimsel becerilerini uygulamasinin zorunlu oldugu anlamina
gelir. Bu da bir kisirdöngü oluçturur: akici konuçan
konuçmacinin becerilerini yeniden kuranin kurallar oldugu
varsayilir, ama bu kurallar, konuçmaci, bu becerilerini onlar
uygulayarak kullanmadikça bu içlevlerini yerine getiremezler.
Kurallarin, uygulanmasi için konuçmacinin becerileri ne kadar
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
18 -~ 19 19.11.2008 19:20
gerekliyse, kurallarin inçasinin baçarisizligi için de en az o kadar
gereklidir.¨
Bu iki yazar, sadece tehlikeyi degil, tehlikenin kaynagini da
görüyorlar; ancak, tehlikeden olasi kaçinma biçimi pek inandirici
gelmiyor: "Akici konuçan konuçmacilarin sezgileri, dilbilimsel
kuram açisindan hesaba katilmasi gereken veriyi belirler. l...l
Böylesi sezgiler açik vaka kümeleri kurar: bir yandan, gramatik
olarak iyi biçimlendirilmiç sözcük dizileri, öte yandan gramatik
olmayan sözcük dizileri. Sezgisel olarak belirlenmiç açik vakalar,
dilbilimsel bir kuramin ku rulmasina empirik sinirlamalar getirir.
dilbilimsel sezgiyi devreye sokmak, eklemli bir tanimlama
sisteminde iyi tanimlanmiç kuramsal yapilarin yerine sezgileri
geçirildiginde ya da sezgilerin kurallarin uygulaniçini
belirlemesine izin verildiginde sorunu ispatlar. Uygun oranda
sezgi, dilin incelenmesi için zorunludur, ama yanliç kullanilirsa
incelemeye zarar verir.¨
Fodor ve Katz, `sezgi´nin, yani dil duygusu denilen çeyin altinda
neyin yattigini açikliga kavuçturamadiklari için, bu kavramla bir
biçimde baça çikmiç olan empirik bilimlerin avadanligina naif bir
biçimde güveniyorlar. Ama dil sezgileri dil kuramlarinin
sinanmasi için yalnizca, araçtirma teknigiyle çözülebilecek genel
bir sorun degi kuramin yapisina sistemli bir biçimde bagli olan
bir sorun oluçturuyorlar. Kuramsal dilegetirimler, birincil dilde
formüle edilmedikleri için, uygulamanin genel kurallari
gereklidir. Bu kurallar bilindigi gibi, ölçme yönergeleri
biçimindedirler. Ancak, genel bir dil biliminin kendini göstermesi
gereken veriler, sadece, bir dil oyununa katilan taraflarin
iletiçimsel deneyiminde verilidirler. Kuramin yapi betimlemelerini
sinamak isteyen kimse, bu deneyime baçvurmalidir.
Bu yüzden ölçme araçlari, kendisine soru sorulan her `doguçtan´
konuçmacinin, kuram dilini kendi diline çevirmeyi bizzat
üstlendigini görmezden gelemezler. Burada, konuçmaci, kendi
dilinin gramerine uyar. Böylelikle, "dil sezgi1erinin uygulama
kurallarini da belirlemeleri¨nden kaçinilamaz.
Sosyal Bilimlerin Mantigi Üzerine-Jürgen Habermas-Çev:
Mustafa Tüzel-Kabalci Yayinevi.
FelseIe Ekibi ~~ Dilbilimsel Yaklasim. http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷841
19 -~ 19 19.11.2008 19:20
Edebiyat KuramIarì ve EIeçtiri
Yazin ve Felsefe insanlari , edebiyatçilar ve filozoflar
metinler üretirler. Bu metinleri üretirken dillerini kullanirlar.
Felsefe kullandigi dil ve metinler üzerine düçünürken, ayni
çeyi edebiyat da yapmiçtir.
Bu bölümde yazinsal eleçtiri metinleri yer almaktadir.
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Edebiyat Kuramlari ve Elestiri http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷855
1 -~ 1 19.11.2008 19:28
GöstergebiIim KuramIarì
GÖSTERGEBÍLÍM KURAMLARI
Mehmet Rifat
Yazko Çeviri.
1. Göstergebilimin genel bir tanimi.
Insanlarin birbirleriyle anlaçmak için kullandiklari dogal diller
(söz gelimi, Türkçe), davraniçlar, görüntüler, trafik belirtkeleri,
bir kentin uzamsal düzenleniçi, bir müzik yapiti, bir resim, bir
tiyatro gösterisi, bir film, reklam afiçleri, moda, sagir-dilsiz
abecesi, yazinsal yapitlar, çeçitli bilim dilleri, tutkularin düzeni,
bir ülkedeki ulaçim yollarinin yapisi, kisacasi bildiriçim amaci
taçisin taçimasin her anlamli bütün çeçitli birimlerden oluçan bir
dizgedir.
Gerçekleçme düzlemleri degiçik olan bu dizgelerin birimleri de
genelde, gösterge olarak adlandirilir. Yine çok genel olarak
belirtecek olursak, anlamli bütünleri, bir baçka deyiçle gösterge
dizgelerini betimlemek, göstergelerin birbirleriyle kurduklari
bagintilari saptamak, anlamlarin eklemleniç biçimlerini bulmak,
göstergeleri ve gösterge dizgelerini siniflandirmak, dolayisiyla,
insanla insan, insanla doga arasindaki etkileçimi açiklamak, bu
amaçla da bilgikuramsal, yöntembilimsel ve betimsel açidan
tümü kapsayici, tutarli ve yalin bir kuram oluçturmak,
göstergebilim diye adlandirilan bir bilim dalinin alanina girer.
2. Göstergeler kuraminin tarihçesi.
Bir baçka çeyin yerini tutan, daha dogrusu, kendi diçinda bir çey
gösteren her çeçit biçim, nesne, olgu vb. gösterge diye
adlandirilmaktadir. Bu kavram üstüne Eskiçag´dan baçlayarak
çeçitli görüçler öne sürülmüç, bir göstergeler dizgesi olan dil
üstüne çeçitli düçünceler ortaya atilmiçtir. Stoacilar, gösterge
üstüne düçünmüçler, özdeksel nesne, özdeksel simge ve anlami
birbirinden ayirt etmiçlerdir. Ortaçag´daki skolastik felsefe
yapitlarinda da, anlamlama biçimleriyle ilgili önemli görüçler ileri
sürülmüçtür.
Göstergeler kurami, XVII. ve XVIII. yy.larda, usçu ve deneyci
felsefe dönemlerinde de gündeme getirildi. Genel bir dil ve
anlam kuraminin tasarlandigi bu dönemde J. Locke , Essay
Concerning Humane Understanding ( Insan Anlayiçi Üstüne Bir
Deneme) adli yapitinda yer verir ve anlamina gelen
«semeiotike» terimini kullanir.
Göstergeler kuraminin Locke sonraki temsilcisi, Lambert ´dir.
Lambert, Neues Organon (Yeni Organon) [1764] adli yapitinin
bir bölümünü, düçüncelerin ve nesnelerin gösterilmesiyle ilgili
ögretiye (
Göstergeler ögretisi, Locke ve Lambert´in etkisiyle XIX. yy.da
yeniden gündeme gelir: Özellikle, B. Bolzano´nun
Wissenschaftslehre (Bilim Ögretisi) [1837] adli yapitiyla, E.
Husserl ´in 1890´da yazdigi ama ancak 1970´te yayimlanan
«Zur Logik der Zeichen "Semiotiik" («Göstergelerin Mantigi
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim Kuramlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷837
1 -~ 6 19.11.2008 19:27
Üstüne [Göstergebilim] baçlikli incelemesi dilsel göstergelerle
ilgili gözlemler içerir.
Göstergeler kuraminin ilk dönemi olarak adlandirabilecegimiz bu
çaliçmalarda "semiotik¨ sözcügüne rastlanmaktaysa da, genel
göstergeler kuramindan çok, bir dil kuraminin, bir dil felsefesinin
geliçtirildigi görülür.
3.Çagdaç göstergebilimin öncüleri.
Göstergebilimin bir bilim dalina dönüçmesini saglayan kiçi Ch. S.
Peirce ´tür. Peirce, bütün olgulari kapsayan bir göstergeler
kurami tasarlamiç ve mantikla özdeçleçtirdigi bu kurama
«semiotic» adini vermiçtir. Peirce´e göre, göstergebilim ( her
çeçit bilimsel inceleme için bir baçvuru çerçevesi oluçturan genel
bir kuramdir, Peirce, tasarladigi bu göstergebilimi üçe ayirir:
1. salt dilbilgisi;
2. mantik;
3. salt sözbilim.
Göstergebilim kuramiyla ilgili yazilarini belli bir kitapta
toplamamiçtir Peirce Söz konusu yazilar, bilginin ölümünden
yaklaçik yirmi yil sonra Collected Papers (Bütün Yazilar)
[1931-1958] adiyla yayimlanmaya baçlamiç ve Peirce´ün
göstergebilim açisindan degeri ancak bu yayinlardan sonra
anlaçilmiçtir. Yaklaçiminin en belirgin özelligi, gösterge kavrami
için önerdigi tanim ve siniflandirma biçimidir. Göstergebilimsel
olgularin eksiksiz bir siniflandirmasini yapmak isteyen Peirce,
sonunda üçlüklere dayali altmiç alti siniftan oluçan bir
göstergeler dizelgesi oluçtur. Peirce´ün önerdigi üçlükler arasinda
en önemlisi de görüntüsel gösterge, belirti, simge üçlüsüdür.
Bunlari çu örneklerle açiklayabiliriz: Görüntüsel gösterge,
belirttigi çeyi dogrudan dogruya canlandiran bir göstergedir
(resim, fotograf); belirti, nesnesiyle kurdugu gerçek iliçki geregi,
bu nesne tarafindan belirlenen bir göstergedir (duman ateçin
belirtisidir); simge, uzlaçmaya dayanan bir göstergedir (terazi,
adaletin simgesidir).
Bu üçlü ayrima dayanilarak yapilmiç birçok göstergebilimsel
araçtirma vardir. Sözgelimi, reklamciligi ele alan araçtirmalarin
çu tür bir siniflandirma yaptiklarini görürüz: 1. Bir ürünün
reklami dogrudan dogruya görüntüsü verilerek yapilabilir; 2. Bir
ürünün reklami, çeçitli toplumsal ekinsel belirtiler araciligiyla
(dayaniklilik, ucuzluk, üstünlük, vb.) yapilabilir; 3. Bir ürünün
reklami, o ürün çeçitli simgeler gösterilerek yapilabilir.Pierce´ün
getirdigi bir baçka önemli ayrim da göstere , yorumlayan ve
nesne üçlüsüdür.
Göstergebilimin Avrupa´daki öncüsü ise F. de Saussure ´dür.
Saussure, soruna, bir felsefeci, bir mantikçi olarak degil, bir
dilbilimci olarak yaklaçir. Peirce, dil-diç gösterge dlzgelerinden
kalkarak dilin bu dizgeler içindeki yerini saptarken, Saussure
dilden kalkarak, baçka göstergelerin içleyiçini araçtiracak bir
bilim dalinin kurulmasini öngörür. Ilerde kurulmasini istedigi ve
toplum içindeki göstergelerin yaçamini inceleyecek olan bu bilim
dalim da sémioloji terimiyle adlandirir. Saussure´e göre,
göstergebilim, genel göstergeler bilimi olacak, dogal dillere özgü
göstergeleri inceleyen dilbilim de göstergebilimin bir dali
durumuna gelecektir. Saussure dilbilimi göstergebilime
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim Kuramlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷837
2 -~ 6 19.11.2008 19:27
baglarken, göstergebilimi de toplumsal ruhbilimin, dolayisiyla
genel ruhbilimin içine oturtur.
Peirce göstergebilimin temelini attigina inanirken, Saussure
göstergebilimden, ilerde kurulacak bir dal diye söz eder.
4. Peirce ve Saussure'den sonraki ilk göstergebilimciler.
1930 yillarinda, mantiktan esinlenerek göstergebilimi
geliçtirmeye çaliçanlar arasinda Ch. W. Morris özel bir yer
tutar. Gerçekten de Peirce´ün. R. Carnap´in ve yeni-olgucu
akimin etkisinde kalan Morris, Foundations of the Theory of
Signs (Göstergeler Kuraminin Temelleri) [1938] ve Signs,
Language and Behaviour (Göstergeler, Dil ve Davraniç) [1946]
adli yapitlarinda, bütün göstergelerin genel kuramini
oluçturmaya çaliçir´. Tasarladigi bu genel kuram içinde de üç
bileçen ayirt eder:
1. sözdizim: Göstergelerin birleçim kurallarini araçtirir;
2. anlambilim: Göstergelerin anlamini inceler;
3. edimbilim: Göstergelerin kaynagini, kullaniliçini ve etkilerini
davraniç çerçevesi içi inceler.
Morris´e göre, göstergebilim bütün insan etkinliklerinin
kavranmasini saglayan bilimsel bir temeldir.
A.B.D.´de Morris, Peirce´ün görüçlerini geliçtirirken, Avrupa´da da
çeçitli kuramcilar bir yandan, Saussure´ün görüçlerinden, bir
yandan da mantiktan esinlenerek göstergebilime katkida
bulunmaya çaliçiyorlardi.
Saussure´ün düçüncelerinden kalkan Prag Dilbilim Okulu üyeleri,
yazinsal ve sanatsal olgulara yaklaçtilar. Bu arada J.
Mukarovsky de sanati göstergebilimsel bir olgu olarak ele aldi
ve estetik içlev ile bildiriçim içlevini tanimladi.
Öte yandan, L. Hjelmslev , Dil Kuraminin Temel Ilkeleri´ adli
yapitinin son bölümlerinde, dogal dil diçindaki gösterge
dizgelerini ele alarak, mantiksal biçimselleçtirmeye dayali tutarli
bir gösterge kuraminin temellerini oluçturdu. Hjelmslev´e göre,
bütün gösterge alanlarini kucaklayan göstergebilimi konu dili
(inceleme nesnesi) bilimsel olmayan bir üstdildir (bilimsel
kavramlar bütünü). Ancak, bilimsel diller de göstergebilimin
inceleme alanina girebilir: Bu durumda da, Hjelmslev´e göre, bir
üstgöstergebilim söz konusudur.
Hjelmslev ayrica, düzanlam ve yananlam kavramlarini,
göstergenin iki degiçik degeri olarak ortaya atar. Bilgine göre,
herhangi bir sözce ilk anlaminin diçinda (düzanlam), daha baçka
anlamlar da taçiyabilir. Sözgelimi, bir konuçucunun sözleri, belli
bir anlam taçirken (düzanlam), konuçma biçimi de hangi
yöreden oldugunu gösterebilir (yan anlam).
Hjelmslev´in bir baçka katkisi da, Saussure´ün kavramlarini
yetkinleçtirerek ortaya attigi anlatim ve içerik saptamasidir.
Hjelmslev, gösterge dizgelerine iliçkin olarak belirledigi bu iki
düzeyi de kendi aralarinda ikiye ayirir: Anlatimin tözü/anlatimin
biçimi; içerigin tözü/içerigin biçimi.
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim Kuramlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷837
3 -~ 6 19.11.2008 19:27
Saussure´ün tasarisini geliçtirmeyi amaçlayan bir baçka dilbilimci
de E. Buyssens ´tir. Buyssens, Les Langages et le discours
(Diller ve Söylem) [1943] adli yapitinda Saussure´ün temel
kavramlarindan esinlenerek, bildiriçim amaçli gösterge
dizgelerini degerlendirmeye yönelik bazi kavram ve ayriliklar
saptar. Buyssens´e göre, göstergebilim, toplum yaçami içindeki
yalnizca istençli belirtileri (belirtkeler: Trafik belirtkeleri
sözgelimi)
inceler.
Ayni dönemlerde, baçka dilbilimciler de ( Sapir, Trubetskoy,
Jakobson, Benveniste özellikle dilin baçka gösterge dizgeleri
içindeki yerini saptamaya yönelmiçlerdir.
5. 1960 yillarindan sonraki bazi göstergebilimsel
yaklaçimlar.
Ikinci Dünya Savaçindan sonraki yillarda, insan bilimleri
alanindaki yöntemlerin geliçmesi sonucu, göstergebilimsel
etkinlikler hizlandi.
196O´ tan sonra da baçta Fransa, A.B.D. ve S.S.C.B. olmak
üzere gösterge bilimsel araçtirmalarin çeçitli ülkelere yayildigi
görüldü.
S.S.C.B.´de sibernetigin, simgesel mantigin, matematigin ve
bildiriçim kuraminin etkisiyle çiir, .söylen, söylence vb. gibi
anlamli bütünler üstüne çaliçmalar yapildi ( J. Lothman ve
Tartu Okulu).
ABD´de, insan ve hayvan davraniçlarini betimleyen çaliçmalara
baçlandi. Bu çaliçmalarin öncüsü de Th. A. Sebeok oldu. Baçlica
görüçlerini Contributions of the Doctrine of Signs (Göstergeler
Ögretisinin Katkilari) [1976] The Signs and its Masters
(Gösterge ve Gösterge Ustalari)[1978] Semiotics
(Göstergebilim) [1979] adli yapitlarinda ortaya koyan Sebeok´a
göre, göstergebilim tarihinin üç temel dayanagi dilbilim
(Saussure), felsefe (Peirce) ve tiptir (Hippokrates).
Göstergebilimin, bildiriçim içlevi ile anlatim içlevini inceledigini
belirten Sebeok, bu bilimi çeçitli alanlara ayirir: Insanlara iliçkin
göstergelerin incelenmesi; bedene iliç kin sibernetik dizgelerin
incelenmesi; hayvan bildiriçiminin incelenmesi.
Öte yandan Fransa´da, bilgikuramsal ve yöntemsel açidan
birbirinden degiçik yaklaçimlarin varligi göze çarpar. Saussure-
Buyssens-A. Martinet dogrultusunda yer alan G. Mounin, L.J.
Prieto ve J. Martinet gibi araçtirmacilar, bildiriçim amaçli
dil-diçi gösterge dizgelerini betimlemeye yönelirler: Trafik
belirtkeleri, mors ve sagir-dilsiz abecesi, bazi davraniçlar,
diyagramlar, denizcilerin kullandiklari belirtkeler vb. Bu gösterge
dizgelerinin toplum içindeki bildiriçimi saglayan dizgeler olmasi
nedeniyle, söz konusu araçtirmacilarin Saussure´ün tasarisini bir
açidan yerine getirdikleri söylenebilir. Ama, öte yandan, bu
dizgelere iliçkin araçtirmalar Saussure´ün tasarisindaki bir baçka
özelligi (göstergebilimin, dilbilimi de içine alan genel bir
göstergeler bilimi olarak kurulmasi) yerine getirmekten uzaktir.
Çünkü, bu araçtirmacilarin çaliçmalarinda göstergebilim
dilbilimin bir eklentisi durumuna gelmiç , dil diçi gösterge
dizgelerini dilbilimsel yöntemlerle betimleyen yardimci bir
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim Kuramlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷837
4 -~ 6 19.11.2008 19:27
uygulayim biçimini almiçtir. Bildiriçim göstergebilimi diye
adlandirilan bu tür çaliçmalar, çözümleyici bilimsel bir üstdil
oluçturmak ve anlamlari incelemek yerine, salt betimlemeyle,
gösterge betimlemesiyle yetinmektedirler.
Göstergebilimsel araçtirmalarin geliçmesine katkida bulunmuç
bir baçka Fransiz yazari da R. Barthes ´tir. Mythologies
(Söylenler) [1957] Göstergebilim ilkeleri (1964) ve Systeme de
la Mode (Moda Dizgesi) [1967] adli yapitlarinda moda, mutfak,
görüntü, vb. dizgeleri özellikle Saussure ve Hjelmslev´in
görüçlerinden yararlanarak çözümlemeye giriçen Barthes,
sonradan yazar ve denemeci yaninin agir basmasi nedeniyle,
göstergebilimden giderek uzaklaçmiçtir. Barthes´in göstergebilim
açisindan getirdigi önerilerin en ünlüsü, Saussure´ün tasarisini
tersine çevirerek, göstergebilimin, dilbilim içinde yer aldigini
söylemesidir. Barthes´a göre, insanlarin yararlandigi her
gösterge dizgesi ancak dil araciligiyla, dil destegiyle gerçeklik
kazanir. Bu nedenle de, Barthes, gösterge dizgelerini, salt
dizgeleri inceleyerek degil, bu dizgelerden söz eden söylemleri
inceleyerek degerlendirmektedir.
Günümüz(1980 li yillar) göstergebilimcileri arasinda J.
Kristeva, U. Eco ve Ch. Metz de önemli bir yer tutar.
Söylemleri, bireyin ruhsal özelliklerini göz önün de bulundurarak
incelemeyi amaçlayan ve dili anlam üretimi ve dönüçü mü olarak
ele almak isteyen Kristeva, göstergebilimi eleçtirel bir bilim ya
da bilimin eleçtirisi olarak görür. Eco, göstergebilimi, ekinsel
olgulari gösterge dizgeleri olarak inceleyen bir bilim dali
biçiminde tanimlar. Metz ise sinema göstergebilimine yönelir.
6. A.J. Greimas ve Paris Göstergebilim Okulu.
Göstergebilim kuramcilari arasinda A.J. Greimas ´in apayri bir
yeri vardir; çünkü, göstergebilimi, kendi kendine yeten,
gerçekten özerk, bir bilim düzeyine yükseltmiçtir. Ilk
çaliçmalarini sözcükbilim alaninda baçlatan, sonra anlambilime
yönelen bilgin, l966´da yayimladigi Semantique structurale
(Yapisal Anlambilim) adli yapitiyla, her çeçit anlamlama
dizgelerinin incelemesini kapsayan genel bir anlambilim yöntemi
oluçturdu. Bu açidan, Greimas´in genel anlambilim yöntemi,
göstergebilim yöntemi demektir. Böylece, Greimas´in dogrudan
dogruya anlam sorunlarina yönelik bir `kuram oluçturdugu
ortaya çikar. Nitekim, Greimas, 1970´te Du Sens (Anlam Üstüne)
adli yapitiyla göstergebilimin çeçitli kuramsal düzeylerini
derinleçtirir. Geliçtirdigi yöntemi, çevresinde oluçturdugu
araçtirma topluluguyla birlikte, yazinsal söylem, sözlü yazin,
görüntü, müzik, masal, bilimsel söylem, uzamsal düzenleniç,
tutkular, çiir, ögretim dili, dinsel söylem, hukuk dili, gibi degiçik
alanlara uygularken, kuramsal aygitini da sürekli olarak geliçtirir.
Bu arada, 1976´da yayimladigi iki yapitla gerçek bir
göstergebilimin, bir baçka deyiçle, bir anlamlama kuraminin
oluçturuldugunu kanitlar: Maupassant ve Semiotique et Sciences
sociales (Göstergebilim ve Toplumsal Bilimler).1979´da J.
Oourtes ile birlikte yayimladigi Semiotique. Dictionnaire raisonnd
de la th du langage (Göstergebilim. Dil Kuraminin Açiklamali
Sözlügü) adli yapitiyla, 1960 yillarinda tasarladigi göstergebilim
kuraminin tümükapsayici, tutarli ve yalin bir açamaya ulaçtigini
da kanit-lar. Yine 198O´de E. Landowski ve baçkalariyla
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim Kuramlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷837
5 -~ 6 19.11.2008 19:27
birlikte yayimladigi Introduction a analyse du dizcours en
sciences sociales (Toplumsal Bilimlerdeki Söylem Çözümleme
Giriç) adli yapitla da bilim dillerini Inceleme açamasini baçlatir.
Greimas in çevresinde oluçturdugu araçtirma toplulugu bugün
Paris Göstergebilim Okulu diye de adlandirilmaktadir Bu
toplulugun önde gelen araçtirmacilari arasinda özellikle çu
kiçileri sayabiliriz J.Cl. Coquet, J.Courtes E. Landowski, P.
Fabbri, I. Darrautlt, M. Arrivé, J.-M. Floch,Cl. Zilberberg,
F. Bastide, C. Chabrol vd.
Greimas'in ve Paris Göstergebilim Okulu'nun amaci, ana
çizgileriyle çöyle
Göstergebilimin, anlamli bütünlere özgü anlamsal ayriliklari,
anlamsal eklemleniçi (anlamlamayi), bir üstdil araciligiyla
yeniden üreterek açiklamayi amaçlar. Bu amaçla, salt bildiriçim
dizgelerini ya da göstergeleri degil, anlamli bütünleri
(anlamlama dizgeleri) ele alir. Simgesel mantiktan,
matematikten, budunbilim ve dilbilimden kaynaklanan bu
anlamlama kuraminin inceleme aygiti çç açamadan oluçur:
1. Betimsel dil;
2.Yöntembilimsel dil;
3. Bilgikuramsal dil.
Her üç açamaya iliçkin, olarak da kavramsallaçtirma ve
mantiksal biçimselleçtirme çabalari gerçekleçtirilmiçtir.
Paris Göstergebilim Okulunun son yillarda çaliçmalari insanlarin
gerek edimleriyle gerekse tutkulariyla birbirlerini etkileme
düzenine yönelik olmuçtur. Insanlar arasi iliçkilerde gerçek
(dogru), yanliç, gizli, yalan gibi özellikler araçtirilmiç ve
siniflandirilmiçtir. Ayrica, yine son bir-kaç yil içinde, istemek,
bilmek, inanmak, yap yapmak, zorunda olmak gibi bireyler arasi
iliçkilerde önemli yer tutan ve kiplikler diye adlandirilan
özelliklerin siniflandirilmasina giriçilmiçtir.
Kisaca belirtmek gerekirse dilbilimde nasil çeçitli akimlar varsa
göstergebilimde de çeçitli akimlara rastlanmaktadir Bu akimlar
arasinda da söz konusu bilim dalini en üst açamasina ulaçtirmiç
kuram Greimas in öncülügünde geliçtirilmiç kuramdir.
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim Kuramlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷837
6 -~ 6 19.11.2008 19:27
GöstergebiIim
Axis 2000
GÖSTERGEBÍLÍM
Toplumlarinkullandiklari göstergelerin incelenmesi uzun
süre dil incelemesiyle kariçtirildi. Bir baçka deyiçle,
göstergelerin incelenmesi kimi kez dil felsefesi kimi kez
de ileride dilbilim diye adlandirilacak olan dillerin genel
kurami içinde degerlendirildi.
Göstergelerin genel bilimi olarak tasarlanan ve
Türkçe'de göstergebilim terimiyle karçilanan semiyoloji
(Fransizca semiologie, Íngilizce semiology) veya
semiyotik (Fransizca semiotoique, Íngilizce semiotics)
ise, bazen dildiçi göstergelerin incelenmesiyle sinirli
tutulsa da, Avrupa'da ve ABD'de XIX. yy'in sonlarinda
eçzamanli olarak ortaya çikti.
Bati kültür geleneginde, gösterge sorunu ilkin MÖ III. yy'da
Stoacilarda tartiçma konusu yapildi: Stoacilar mantik alaninda
sürdürdükleri araçtirmalar sonucunda tasimdaki ögelerin
geçerliligini bir anlam kurami içinde belirlemek zorunda kaldilar.
Bu sorun uzun süre felsefecilerin tekelinde kaldi ve Ortaçag'da
gerçekçilerle adcilarin tartiçmalarina konu oldu. Daha sonra ise,
Port-Royal Mantigi (Logique de Port-Royal) Leibniz'in
göstergeleri bütünüyle matematikleçtirme tasarisi, Locke'un
«Ínsan Anligi Üzerine Bir Deneme»yi (An Essay Concerning
Human Understanding) ve Condillac'in dil konusundaki
çaliçmalariyla "laikleçtirildi¨. Ama yine de bütün bu sistemlerde,
anlam sorunu, epistemoloji veya metafizik açisindan
degerlendiriliyordu.
Charles Sanders Peirce: üç ögeli gösterge
Genel bir göstergeler kurami oluçturmaya çaliçan ilk kiçi, John
Locke'un semiyotik terimini alarak kullanan ABD'li Charles
Sanders Peirce (1839-1914) oldu. Ancak ölümünden sonra bir
araya getirilebilmiç yazilarinda, Peirce göstergeyi üç ögeli bir
bütün olarak degerlendiriyordu: representamen, nesne ve
yorumlayan. Bu üçlü iliçki içinde representamen, yorumlayana
sunulmuç bir içaret, bir simgedir; yorumlayan onunla bir nesne
arasinda baglanti kurar. Peirce'ün önerileri ve kullandigi
terimler bir yazisindan öbürüne degiçiklikler içerdiginden,
görüçlerinin tam ve tutarli bir özetini vermek oldukça güçtür.
Ama günümüzde konuyla ilgili hemen herkes tarafindan
benimsenmiç ayrimlardan biri de Peirce'ün önerdigi çu üç ayri
gösterge kategorisidir: görüntüsel gösterge (veya ikon),
benzerlige dayali olârak içlev görür (agaci temsil eden bir agaç
deseni onun görüntüsel göstergesidir); belirti (veya endis),
olgularin bitiçikligine göre içlev görür (agacin gölgesi agacin
belirtisi, duman da ateçin belirtisidir); simge (veya sembol),
itibarî olarak içlev görür (Lübnan bayragindaki sedir agaci bu
ülke simgesidir).
Peirce'ün araçtirmalari felsefeci Ernst Cassirer «Simgeler
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷498
1 -~ 5 19.11.2008 19:27
Felsefesi» (Philosophie der Symbolischen Fomien, 192 felsefeci
ve mantikçi Bertrand Russell «Anlam ve Dogrulu
Soruçturma» (An Inquiry into Meaning and Truth, 1940), çi
Rudolf Carnap «DilinMantiksa! Sözdizimi» (Logische S
Sprache, 1934) ve özellikle de mantikçi Charles Morris «
Göstergeler Kuraminin Temelleri» (Foundations of the
Theory o 1938) tarafindan geliçtirildi.
Ferdinand de Saussure ve iki yüzü olan gösterge
Türkçe'de göstergebilim olarak karçiladigimiz iki terimi olan
«semiyoloji» (Yunanca'da «gösterge» anlamina gelen semaion
ile «söz» ve «bilgi» anlamina gelen logos'tan) Isviçreli ci
Ferdinand de Saussure (1857-1913) tarafindan önerildi
(ölümünden sonra ders notlari ögrencileri tarafindan yayinlandi)
Genel Dilbilim Dersleri (Cours de linguistique generale, 1916)
Saussure bu terimle «toplum içindeki göstergelerin yaçamini
inceleyecek bilim» diye tanimladigi alani belirtmek istiyordu. Bu
tasarinin özünde de iki yüzü olan bir bütünlük biçiminde
düçünülmüç gösterge kavrami yer aliyordu: bir içitim imgesine
indirgenebilecek gösteren ile kavrami veya gerçekligi belirten
gösterge iki öge (yüz) arasindaki bagintinin temel özelligiyse
nedensiz keyfi olmasiydi. Dilsel göstergeler üstüne geliçtirilmiç
bir düçünce sisteminden kaynaklanan ve yapisal dilbilimin
temelini oluçturan bu tanimlamalar sonradan daha geniç bir alan
olan göstergebilimde de sik sik kullanildi.
Beçikali dilbilimci Eric Buyssens'e «Diller ve Söylem»
(lesges et de Discours, 1943) göre, göstergebilim yalnizca
bildiriçim olgusuna dayali gösterge sistemlerini, yani
göstergelerin iletmek istegiyle kullanildiklari sistemleri inceler.
Danimarkali Louis Hjelmslev ise «Dil Kuraminin Temel
Ílkeleri» (Omkring soriens Grundlaeggelse, 1943) adli Danca
eserinde (bu 1953'te Ingilizce'ye, 1968'de de Fransizca'ya
çevrildikte daha çok taninmiçtir) modern göstergebilimi
kuramsal bir temele oturtmaya çaliçti: bu amaçla da
düzanlamli dilleryananlamli diller(göstereni bir dil oluçturan
diller) ve üstdiller (gösterileni bir dil oluçturan diller) ayrimim
yapti. Fransiz göstergebilimcisi Roland Barthes da bu üçlü
ayrimi bazi küçük degiçikliklerle içledi ve göstergebilim
çözümlemelerinde önemli bir yer tutmasini sagladi
Roland Barthes: bir anlamlama göstergebilimi
Roland Barthes (1915-1980) göstergebilimsel araçtirmasinda
betimlemeden hareket ederek kuramlaçtirmaya ulaçti. Nitekim
"Mitolojiler" (Mythologies, 1957) adli kitabinda toplumu, yine
toplumun kullandigi görüntüler, mitler, söylemler gibi
göstergelere dayanarak eleçtirmeye çaliçirken, sözde dogal
olanin, doguçtan var olanin gerisinde gizlenen kültürel olanin,
edinilmiç olanin peçine düçtü. 1964'te gerçekleçtirdigi
"Göstergebilimin Ögeleri" (Element; e Semiologie) adli
incelemesindeyse betimlemelerini kuramsal bir çerçeveye
oturtmak için Hjelmslev'in kavramlarina baçvurdu. Yananlam
düzleminden, yani bir gösteren (kisalt. Gen) ile bir gösterilen
(kisalt. Gilen) arasindaki iliçkiden hareket ederek, bu yananlam
düzlemini, göstereni bir düzanlam gösterileninden oluçmuç
göstergesel sistem olarak tanimladi; üstdilin tanimiysa,
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷498
2 -~ 5 19.11.2008 19:27
gösterileni bir "anlam göstergesi tarafindan oluçturulmuç bir
sistem olarak verdi '. Daha sonra bu söylediklerini çu çemayla
belirtmeye çaliçti.
Roland Barthes bu yaklaçiminin en eksiksiz uygulamasini
Moda sistemi (Systeme de la mode, 1967) adli eseriyle verdi.
Bu kitabin dogrudan dogruya giysiyi degil de giysi üstüne
söylenmiç olan- (giysi üstüne söylemi), özellikle de moda
fotograflariyla ilgili resim alti yazilarini ve açiklamalari, bir baçka
deyiçle "yazili giysi¨yi inceledi. Barthes'a göre, nasil ki giysinin
sistemini modanin söylemi üstleniyorsa, dildiçi göstergeler
sisteminden de ancak dilsel göstergeler araciligiyla söz edilebilir.
Içte sorunun böylesine önemli bir noktasina parmak basan
Barthes, bu görüçüne dayanarak Saussure'ün göstergebilimle
ilgili tanimim ters yüz etmeyi önerdi: Saussure'e göre dilbilim
göstergebilimin bir bölümüyken, Barthes'a göre, göstergebilim
dilbilimin bir bölümü olacaktir. Çünkü, Barthes, her gösterge
dizgesinin altinda dilin (dilyetisinin) bulunacagina inanir
. Hem bu tutumu hem de yananlam ve düzanlam kavramlariyla
ilgili karçit yorumlari nedeniyle Barthes ile içlevsel dilbilimin
(içlevsel göstergebilimin) temsilcilerinden Andre Martinet ve
Geores Mounin arasinda kuramsal bir çatiçma, bir kopukluk
oldu. Gerçi Barthes baçlangiçta içlevsel dilbilimin Fransa'daki
kurucusu olan ve Buyssens'in bu alandaki önerileriyle yetinen
Andre Martinet'nin (Georges Mounin de Buyssens'den
esinlenmiçtir) çaliçmalarindan esinlendi ama içlevselcilerin
«bildiriçim göstergebilimi»ne karçit olarak ileri sürdükleri ve
«anlamlama göstergebilimi» terimiyle belirttikleri çeye de karçi
çikti. Barthes sonraki yillarda daha az biçimsel özellikler taçiyan
ve söylem çözümlemesine daha yakin olan bir edebiyat
göstergebilimine yöneldi: "Göstergeler Ímparatorlugu" ,
(I'Empire des signes, 1970); «Metnin Verdigi Haz» (le Plaisir
du texte, 1973). Barthes'in incelemeleriyle, toplumun bütünü
göstergebilimin inceleme konusu yapildi: bu nedenle Mounin de,
Barthes'in bir «toplumsal psikanaliz» uyguladigini ileri sürdü.
Hizla yayilan bir göstergebilim
Göstergebilimsel çözümleme kisa sürede çok degiçik alanlara
uygulanmaya baçladi. Dilbilimciler de «dilin göstergebilimi»ne
yöneldiler: sözgelimi Fransiz Emile Benveniste ve Rus asilli
Amerikan dilbilimcisi Roman Jakobson bu türden çaliçmalar
yaptilar. Roman Jakobson (1896-1982) slogan ve çiir üstüne
çaliçti: Fransiz etnolog ve antropologu Claude Levi-Strauss ile
birlikte Baudelaire'in "Kediten¨ (les Chats) adli çiirini çözümledi.
(1962). Ikinci Dünya Savaçi sirasinda New York'ta Roman
Jakobson'un derslerini izleyen ve böylece sesbilim yöntemini
taniyan Levi-Strauss, dilbilimin yapisal modelini çok geçmeden
akrabalik sistemleri ile totemcilik konusunda yaptigi çaliçmalara
uyguladi: "Nambikuara Yerlilerinin Aile ve Toplum
Yaçami" (la vie Familiale et sociale des Indiens Nambikwara,
1948); «Akrabaligin Temel Yapilari» (Structures
elementaires de la parente, 1949). Bu eserlerinde toplumlarin
derinde yatan temel yapilarini aydinlatmaya çaliçti ve bu temel
yapilarin, bilinçlice olmasa da, incelenen bütün olgularin
açiklayabilecek durumda oldugunu ileri sürdü. Öte yandan, daha
1928 yilinda, Rus halkbilimcisi Vladimir Propp (1895-1970)
"Masalin Biçimbilimi" (Morfologiya Skazki, 1928) adli
incelemesinde, çözümlemiç oldugu Rus halk masallari bütününde
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷498
3 -~ 5 19.11.2008 19:27
birbiriyle iliçkiye giren belirli sayida içlevin (otuz bir içlev)
bulundugunu oraya koymuçtu. Levi-Strauss da çok sonraki
yillarda mitli ele aldiginda, göstergebilimin yöntemlerini ayni
biçde kendi çözümlemelerine uyguladi. Bu yaklaçimini özellikle
"Mitolojj" (Mythologiques) genel baçligi altinda topladigi çu
dört kitabinda ortaya koydu: «Çig ve Piçmiç» (le Cru et le
Cuit, 1964); «Baldan Küle» (Du miel aux cendres 1967);
«Sofra Adabinin Kökeni» (les Origines des manières de
table, 1968); «Çiplak Ínsan» (1'Homme Nu, 1971).
METNÍN GÖSTERGEBÍLÍMI
Ancak göstergebilim Saussure'den bu yana özellikle de
Fransa'da Tel Quel dergisi (Roland Barthes, Julia Kristeva,
Philippe Sollers) çevresinde uygulanan metin incelemesi
araciligiyla degiçik yönde de evrim geçirdi. Bu evrimde daha çok
gösterge sistemleri üstünde degil de, bu sistemlerin üretimi
üstünde durulmasiyla gerçekleçti. Metnin özellikle üretkenlik
olarak ele alinmasi nedeniyle, göstergebilim anlam üretiminin,
yani anlamliliginin çözümlenmesine yöneldi. Bulgar asilli Fransiz
Julia Kristeva «Göstergebilim. Bir Göstergeçözüm Íçin
Araçtirmalar" (Semeiotiké. Recherches Pour une Sémanalyse
1969) adli eserinde bu düçünce anlayiçim belirtmek için
anlambirimcik çözümlemesi (Fransizca sémanalyse) terimini
önerdi. Büyük ölçüde üretici dilbilgisinden esinlenen bu
yaklaçim, bir derin metin (üreten metin) ile bir yüzey metin
(üretilmiç metin veya olgu metin) arasindaki geçiçi anlamaya
çaliçir.
Öte yandan Litvanya asilli Fransiz göstergebilimcisi Algirdas
Julien Greimas da sözcükbilim alaninda çaliçtiktan ve
«Yapisal Anlambilim»i (Sémantique structurale, 1966)
yayimladiktan sonra göstergebilime «Anlam Üzerine»
(Dusens, 1970), özellikle de edebiyat göstergebilimine yöneldi.
Vladimir Propp'un baçlangiçta sözlü olarak yayilmiç halk
masallarinin anlati yapisina uyguladigi yöntemi geliçtiren
Greimas, ortaya attigi yeni ve tutarli çözümleme modelini yazili
anlatilara uyguladi.
GÖSTERGEBILÍMDE BUNALIM
Göstergebilim günümüzde kendi kuramlarini ve yöntemlerini
gözden geçirme ve tartiçma açamasina girdi. Kuramlarin bir
bütün halinde birleçtirilmemesi ve çok sayida farkli okullarin
ortaya çikmasi görüç ayriliklarina yol açti. Bu arada bazi
yaklaçimlarin hâlâ yapisal dilbilimin etkisi altinda kaldigi ve insan
dilinin bir baçka gösterge sisteminden söz etmeye yarayan tek
gösterge sistemi oldugu gerçegini benimsemeyi sürdürdügü
görüldü. Ama ayni zamanda dilbilimin göstergebilime dogrudan
katkisiyla ilgili hayaller de uçtu gitti ve farkli gösterge
kuramlarinin özellikle Peirce'ünve Saussure´ un kuramlari
incelenen degiçik sistemler arasinda bir birlik saglamak için
yeterli olmadigi ortaya çikti. Göstergebilimcilerin bir bölümü
sistemler üstünde çaliçirken ve bu sistemleri oluçturan ögeler
arasindaki iliçkileri incelerken, ögelerin kendisini incelemeyi
biraktilar.
Ister göstergelerin bilimi, ister anlamlama bilimi olmayi
amaçlasin, göstergebilim bugün belli ölçüde paradoksal bir
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷498
4 -~ 5 19.11.2008 19:27
konumdadir: ne göstergelerden kaçabilir, ne de elinde henüz
eksiksiz bir gösterge kurami vardir.
Göstergebilim-Axis 2000 -Milliyet/ Hacette
FelseIe Ekibi ~~ Göstergebilim http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷498
5 -~ 5 19.11.2008 19:27
Ínsan Üstüne Bir Deneme - DiI
ÍNSAN ÜSTÜNE BÍR DENEME - DÍL
DÍL VE SÖYLENCE
Dil ve söylence (mythos) yakin akrabadirlar. Insan kültürünün
ilk evrelerinde dil ve söylencenin iliçkisi öylesine yakin ve
içbirlikleri öylesine apaçiktir ki birini ötekinden ayirmak hemen
hemen olanaksizdir. Onlar bir ve ayni kökten çikan iki ayri
giriçimdirler. Insana rastladigimiz her yerde onu konuçma
yetenegine sahip ve söylence yapma içlevinin etkisi altinda
buluyoruz. Bu nedenle insanbilimsel bir felsefenin bu açikça
belirtilmiç insansal özelliklerin her ikisini de ortak bir baçlik
altinda toplâmasi imrendirici :bir içti. Çok kez bu yönde
giriçimlerde bulunulmuçtur. F. Max Müller, içinde söylencenin
yalnizca dilin bir yan ürünü olarak açiklandigi ilginç bir kuram
geliçtirmiçtir. 0, söylenceyi nedenleri konuçma yeteneginde
aranmasi gereken bir tür düçünsel hastalik olarak kabul etmiçti.
Dil, gerçek dogasi ve özü geregi egretilemelere(istiare) dayanir.
Nesneleri . dogrudan dogruya betimleyemedigi için dolayli
betimleme biçimlerine, belirsiz ve iki anlamli terimlere
baçvurur:.Içte Max Müller'e göre söylence, kökenini dildeki bu
belirsizlige borçlu olup düçünsel besinini her zâman bu
belirsizlikten saglamiçtir.
Müller diyor ki: Söylencebilim (mitoloji) sorunu gerçekte bir
ruhbilim sorunu ve ruhumuz genellikle dil araciligiyla
nesnelleçtigi için dilbiliminin bir sorunu haline gelmiçtir. Bu
benim söylenceyi bir düçünce hastaligi yerine neden... bir dil
hastaligi olarak adlandirdigimi açiklayacaktir... Dil ve düçünce
birbirlerinden ayrilamazlar. ve... bu nedenle de bir dil hastaligi
bir düçünce hastaliginin eçidir. En yetkin Tanriyi her türden suçu
içleyen, insanlar tarafindan aldatilan, karisina kizan ve
çocuklarina karçi çok sert olan bir varlik olarak tanitmak hiç
kuçkusuz bir hastalik belirtisi, düçüncenin aliçilmamiç koçulu ya
da daha açik konuçursak gerçek .bir çilginliktir...
Söylencebilimsel hastaligin bir örnegidir
Antik dil, özellikle dinsel amaçlar için kullanilmasi güç bir dildir.
Insan dilinde soyut kavramlari egretilemeler olmaksizin dile
getirmek olanaksizdir. Ve eger antik dinin tüm sözlügü
egretilemelerden oluçmuçtu dersek durumu pek abartmiç
sayilmayiz... Içte gerek dinde gerekse antik dünyanin
söylencebiliminde yer almiç. olan pek çok yanliç anlamalarin
degiçmez kaynagi buradadir ama, bir temel insan etkinligini
yalnizca bir bozukluk, bir düçünsel hastalik türü olarak görmek
pek uygun bir yorum olarak kabul edilemez. Ilkel anligina göre
söylence ve dilin ikiz kardeçmiçler gibi ele alindigini görmemiz
için bu türden garip ve zorlanmiç kuramlara gereksinmemiz yok,
Söylence de dil de insanligin çok genel ve çok önceki bir deneyi
üzerinde temellenirler. Bu deney fiziksel olmaktan çok toplumsal
özellikte bir deneydir. Çocuk daha konuçmayi ögrenmeden çok
önce baçka insanlarla bildiriçmenin daha basit araçlarini
bulmuçtur. Organik dünyanin tümü için de buldugumuz
rahatsizlik, aci, açlik veya, korku sesleri çocukta yeni bir biçim
almaya baçlarlar. Onlar artik basit içgüdüsel tepkiler degildirler.
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
1 -~ 22 19.11.2008 19:18
Çünkü daha bilinçli ve isteyerek kullanilirlar:.-Çocuk yalniz
birakildiginda açagi yukari anlaçilabilen seslerle annesini veya
dadisini ister ve bu isteklerinin istedigi etkiyi yarattiginin
bilincine varir. Ilkel insan bu ilk temel toplumsal deneyi doga
bütünlügüne aktarir. Onun için doga ve toplum yalnizca en
yakin baglarla içten baglantili olmakla kalmazlar ayni zamanda
uyumlu ve ayrilamaz bir bütün oluçtururlar: Bu iki alani ayiracak
hiçbir kesin sinir çizgisi yoktur. Doganin kendisi yaçamin
toplamindan baçka bir çey olmayan büyük bir toplumdur. Bu
açidan ele alindikta büyülü sözcügün kullanimini ve özgül içlevini
kolaylikla anlayabiliriz. Büyüye inanma, yaçam dayaniçmasina
duyulan derin inanç üzerinde temellendirilmiçtir. Ilkel anligi için
sözcügün sayisiz durumlarda denenmiç olan toplumsal gücü;
dogal, giderek dogaüstü bir güç haline gelir: Ilkel insan,
kendisini,her türden görünür ve görünmez tehlikelerle
çevrelenmiç hisseder. O, bu tehlikeleri yalnizca fiziksel araçlarla
alt edebilecegini umamaz. Dünya, ona göre cansiz veya dilsiz bir
çey olmayip, içitebilen ve anlayabilen bir çeydir. Bu nedenle
doganin güçleri eger kendilerinden uygun çekilde istenirse
yardimlarini esirgemezler. Hiçbir çey büyülü Sözcüge karçi
duramaz, carmina ved coelo possunt deducere lunam*.(ilahiler
gökten ayi bile indirebilir).
Insan, büyüye giden yolu engelleyen ama ayni zamanda bir
baçka ve daha umut verici bir yol açan yeni bir tinsel güç
geliçtirmemiç olsaydi bu zorluklari hemen hemen hiç
yenemeyecekti. Dogaya büyülü sözcük araciligiyla boyun
egdirtmek umutlarinin tümü boça çikmiçti. Ama bunun sonucu
olarak insan, dil ile gerçeklik arasindaki iliçkiyi daha baçka bir
içik altinda görmeye baçladi. Sözcügün büyüsel içlevi ortadan
kalkmiç ve yerine anlambilimsel içlevi geçmiçti. Sözcük artik giz
dolu güçler taçimiyordu; artik dogrudan dogruya fiziksel ya da
doga-üstü bir etkisi yoktu. Nesnelerin dogasini degiçtiremedigi
gibi tanrilarin veya demonlarin istencini de zorlayamiyordu.
Bununla birlikte o, ne anlamsiz ne de güçsüzdü. Yani, yalnizca
bir Flatus vocis, salt bir hava solugu degildi. Ama kesin özelligi
fiziksel olmayip mantiksal öz yapisi. Fiziksel yandan sözcügün
güçsüz oldugu öne sürülebilir, ancak mantiksal yönden o, daha
yüksege gerçekten en yüksek yere çikarilmiçtir. Logos (söz)
evrenin ve insan bilgisinin ilk ilkesi olmuçtur.
GREK FELSEFESÍNDE
Bu geçiç Grek felsefesinin baçlangiçlarinda yer aldi. Bununla
birlikte Herakleitos, Aristoteles'in Metafizik´inde kendilerinden
eski dogabilimciler diye söz edilen Grek düçünürleri grubuna
girer. O'nun tüm ilgisi görüngüler dünyasi üzerinde
yogunlaçmiçti. O, görüngüler dünyasinin `´oluçun´´ dünyasinin
üzerinde daha yüksek bir alanin, salt "varligin" ideal veya
öncesiz sonrasiz düzeninin bulundugunu kabul etmez, yalnizca
degiçme olgusunu yeterli bulmaz; degiçmenin ilkesini arar.
Herakleitos'a göre bu ilke, özdeksel bir çeyde bulunamaz.
Evrensel düzenin dogru yorumunun ipucu özdeksel degil,
insansal dünyadir. Bu insansal dünyada konuçma yetisi odak
noktasinda oluçturmaktadir. Bu nedenle, eger evrenin anlamini
kavramak istiyorsak konuçmanin ne anlama geldigini anlamamiz
gerekir. Eger bu yaklaçimi -yani fiziksel görüngülerden çok, dil
araciligiyla yaklaçimi- bulmada baçarisizliga ugrarsak felsefeye
açilan kapiyi da yitirmiç oluruz. Herakleitos'un düçüncelerinde
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
2 -~ 22 19.11.2008 19:18
bile sözcük yani logos yalnizca insanbilimsel bir görüngü
degildir. Genelgeçer evrensel bir dogruluga sahip oldugu için o
kendi insansal dünyamizin dar sinirlari içinde
sinirlandirilmamiçtir. Ama sözcük büyülü bir güç olarak degil,
kendi anlambilimsel (semantik) ve simgesel içlevi içinde
kavranmiçtir. Herakleitos, .Beni degil, sözcügü (logosun sesini)
dinleyin ve bütün çeylerin bir tek çey oldugunu açikça söyleyin
diye yaziyor..
Ilk Grek düçüncesi bir doga felsefesinden bir dil felsefesine
böylece geçmiçtir. Ama o burada yeni ve önemli güçlüklerle
karçilaçmiçtir. Anlamin anlamindan daha çaçirtici ve anlaçilmasi
güç bir sorun olamayacagi konusunda kuçkuya yer yoktiir.
Günümüzde bile dilbilimci, ruhbilimci ve felsefeciler bu konu
üzerinde birbirinden çok ayri görüçler öne sürüyorlar.
Antik felsefe bu karmaçik sorunun tüm yönleriyle dogrudan
dogruya ugraçamazdi. Ancak bir çözüm denemesi yapabilirdi. Bu
çözüm ise ilk Grek düçüncesinde genellikle kabul edilmiç ve
kesinlikle yerleçmiç görünen bir ilke üzerinde temelleniyordu.
Tüm degiçik okullar -Diyalektikçiler kadar Fizyologlar da bilen
özne ile ,bilinen gerçeklik arasinda bir özdeçlik olmaksizin bilgi
olgusunun açiklanamayacagi varsayimindan yola. çikiyorlardi.
Idealizm ve Realizm bu ilkeyi uygulayiçlarinda her ne kadar
ayriliyorlarsa da ilkenin dogrulugunu onaylamada uyuçuyorlardi.
Parmenides, bir ve ayni çey olduklarindan, varlikla ,düçünceyi
ayiramayacagimizi dile getirdi. Doga filozoflari bu özdeçligi
kesinlikle özdeksel bir anlamda anlayip yorumladilar. Eger biz
insanin dogasini çözümlersek fiziksel dünyanin her yaninda
ortaya çikan ayni ögeler bileçkesini buluruz. Küçük bir dünya ve
evrenin tam karçiligi olan insan evrene iliçkin bilgilerimizi
olanakli kilar. Empedokles diyor ki: Çünkü biz toprakla topragi;
suyla suyu; hava araciligiyla tanriça Hâvayi, ateç araciligi ile
yokedici Ateç'i görürüz. Sevgiyi görmemiz sevgi araciligiyla;
Nefret'i görmemiz ise somurtkan nefret araciligiyla olur.
Bu genel kuram onaylandiginda anlamin anlami nedir? Anlam,
ilkin ve her çeyden önce varlik araciligiyla açiklanmalidir; çünkü
varlik ya da töz dogruluk (hakikat) ve gerçekligi (realite)
baglayip birbirine birleçtiren en evrensel deyidir (kategori). Bir
sözcük, eger dile getirdigi çeyle kendisi arasinda en azindan bir
özdeçlik olmasaydi o çey anlamina gelemezdi. Simge ile nesnesi
arasindaki baglanti yalnizca uzlaçimsal degil, dogal bir baglanti
olmak zorundadir. Böylesine dogal .bir baglanti olmadan insan
diline özgü bir sözcük görevini yerine getiremez; kavranilamaz
duruma, gelir. Eger bir dil kuramindan çok, genel bilgi
kuramindan kaynaklanan bu önvarsayimi (presupposition) kabul
edersek hemen yansitici uyumla yapilmiç sözcükler ögretisi ile
karçi karçiya geliriz. Adlarla nesneler arasindaki gedigi tek
baçina bu ögretinin kapatmaya gücü varmiç gibi görünür. Öte
yandan adlarla nesneler arasina kurulan köprü daha onu ilk
kullanma giriçimimizde yikilir.
PLATON
Platon'un bu savi çürütmesi için onu tüm sonuçlarini gösterecek
çekilde geliçtirmesi yeterli 'olmuçtur. Kratylos diyalogunda
Sokrates bu savi ironik bir biçimde kabul eder. Ama bu
onaylamanin nedeni, yalnizca bu savi yapisindaki saçmalik
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
3 -~ 22 19.11.2008 19:18
araciligiyla yikma istegidir. Tüm dilin ses öykünmesinden
kaynaklandigini öne süren kurami Platon'un degerlendirmesi,
konuyu gülünçleçtirip alaya almasiyla sonuçlanir. Sözcüklerin ses
öykünmesiyle yapildigini öne süren sav yüzyillar boyunca
egemen olmuçtur. Giderek yeni yazinda bile kesin olarâk
ortadan kalkmamiçtir. Ancak artik Platon'un Kraiylos da
örneklerini verdigi bön biçimlerde ortaya çikmamaktadir.
Bu sava yapilan en açik karçi çikiç, bizim ortak-dilin sözcüklerini
çözümlerken seslerle nesneler arasinda varoldugu öne sürülen
benzerligi bulmada genellikle büyük bir çaçkinliga düçtügümüz
olgusudur. Ama bu güçlük, insan dilinin baçlangiçtan beri
degiçme ve bozulmaya konu olmuç olduguna deginilerek
ortadan kaldirilabilir. Bu nedenle dilin çimdiki durumu bizim için
yeterli olamaz. eger nesneleri ile kendilerini birleçtiren bagi
araçtirmak istiyorsak. terimlerimizi geriye kökenlerine dogru
izlememiz, türetilmiç sözcüklerden -geriye, ilk ya da kök
sözcüklere gitmemiz gerekir. Yani her terimin kökenini
(etymon), dogru ve özgün biçimini. bulmamiz gerekir. Bu ilkeye
göre, kökenbilim yalnizca dilbilimin odagi olmakla kalmamakta
ayni zamanda dil felsefesinin de temel taçlarindan biri
olmaktadir. Grek gramercileri ve filozoflari tarafindan kullanilmiç
olan ilk kökenbilgiler hiçbir kuramsal ya da tarihsel kaygidan
zarar görmediler.
Ondokuzuncu yüzyilin ilk yarisina gelinceye degin bilimsel ilkeler
üzerinde temellendirilen bir kökenbilim ortaya çikmadi. Bu tarihe
gelinceye degin her çey olanakliydi ve en düçsel ve garip
açiklamalar seve seve onaylaniyorlardi. Olumlu kökenbilimlerin
yaninda Liicus a non lucendo*" türün den ünlü olumsuz
kökenbilimler de vardi. Bu çemalar yerlerini koruduklari sürece
adlar ve nesneler arasindaki dogal iliçki kurami, felsefi bakimdan
hakli çikarilabilir bir kuram olarak göründü. Ama daha
baçlangiçtan bu kurama uygun olmayan baçka genel düçünceler
vardi. Grek sofistleri bir anlamda Herakleitos'un ögrencileriydiler.
Platon, Theaitetos diyalogunda sofistlerin bilgi kuraminin hiçbir
özgünlügü olmadigini söyleyecek kadar ileri gitti. 0, bu kuramin
Herakleitos'un herçeyin akiçi ögretisinin zorunlu sonucu ve
ürünü oldugunu öne sürdü. Ama Herakleitos'la sofistler arasinda
ortadan kaldirilmasi olanaksiz bir ayrim vardi. Herakleitos'a göre
Logoç, yani sözcük evrensel metafiziksel. bir ilke idi. Bu ilkenin
genel dogrulugu ve nesnel geçerliligi vardi. Ama sofistler artik
Herakleitos'un tüm nesnelerin, evrensel ve ahlaksal düzenin
kökeni ve ilk ilkesi olarak savundugu kutsal sözcügü kabul
etmiyorlardi. Dil kuramin- da baç rolü metafizik degil, insanbilim
(antropolöji) oynuyordu. Insan evrenin odagi olmuçtu.
Protagoras'in özdeyiçine göre «Her çeyin ölçüsü insandir.
Var-olanlar var olduklari, varolmayanlar var olmadiklari için... Bu
nedenle fiziksel nesnelerin dünyasinda dil için bir açiklamâ
aramak boç ve yararsizdir.
Sofistler insan diline yeni ve daha basit bir yaklaçim çekli
bulmuçlardi. Onlar dilbilimsel ve dilbilgisel sorunlari dizgesel
olarak ilk ele alanlardi. Yine de onlar bu sorunlarla yalnizca
kuramsal anlaminda ilgilenmekteydiler. Bir dil kuraminin yerine
getirmesi gereken baçka ve daha ivedi görevleri vardir. 0 bize
kendi günlük toplumsal ve siyasal dünyamizda nasil
konuçacagimizi ve eylemde bulunacagimizi ögretmek zorundadir
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
4 -~ 22 19.11.2008 19:18
5. yüzyil yaçaminda dil, belirli, somut; kilgisal amaçlar için bir
araç olmuçtu. O, büyük siyasal savaçimlarda en güçlü silahti. Bu
araca sahip olmayan hiç kimse önder rolünü oynamayi
bekleyemezdi. Dili dogru biçimde kullanmak ve sürekli olarak
geliçtirip güçlendirmek yaçamsal önem taçiyordu. Sofistler bu
amaç için yeni bir bilgi dali yarattilar. Dilbilgisi veya kökenbilim
degil, söylevcilik (rhetonic) onlarin gerçek ilgi alani oldu.
Sofistlerin bilgi (sophia) taniminda söylevcilik odak noktayi
tutmakta- dir. Terimlerin veya adlarin `´dogruluk» veya "dogru
oluç¨larina iliçkin tüm tartiçmalar yararsiz ya da yüzeysel
tartiçmalar haline geldi. Çünkü sofistlere göre adlar nesnelerin
dogasini dile getirmek üzere kullanilmazlar, nesnel karçiliklari
yoktur. Onlarin gerçek görevi, nesneleri betimlemek degil,
insanda duygular uyandirmak; yalnizca düçün ve düçünceler
taçimakla kalmayip insanlari belli eylemlere itmektir.
Çimdiye dek söylencebilimsel, metafiziksel ve kullanimsal olmak
üzere dilin içlev ve degerine iliçkin üç tür anlâyiçla karçilaçtik:
Ama tüm bu degerlendirmeler bir anlamda konu diçinda
kaliyorlar, çünkü hepsi de dilin en önemli özelliklerinden birini
göz önüne almiyorlar. En temel insansal deyiler yalnizca keyfi
göstergeler olmadiklari gibi fiziksel nesnelere göndermede
bulunmazlar. Füsei on*(dogadan varolan) veya thesei
on**(sonradan konmuç olan) seçenegi onlara uygulanmaz.
Onlar "yapma¨ olmayip "dogal¨dirlar; amâ diç nesnelerin dogasi
ile hiç bir baglantilari yoktur. Yalnizca kani, âdet veya
aliçkanliklara dayanmazlar; kökleri çok daha derinlerdedir. Qnlar
insan duygularinin istençsiz anlatimlari, ünlemler ve ansizdan
ansizin çikiveren sözcüklerdir. Bu ünlemsel kuramin bir
dogabilimcisi, Grek düçünürleri içindeki en büyük bilgin
tarafindan sunulmuç olmasi bir rastlanti degildi.
Demokritos, insan dilinin duygusal Özyapidaki belli seslerden
kaynaklandigi savini ilk ortaya atan düçünürdü, Daha sonra,
Epicuros ve Lucretius 'da Demokritos'un yetkisine dayanarak
ayni görüçü savundular. Bu görüçün dil kurami üzerinde sürekli
.bir etkisi oldu. Üstelik 18. yüzyila degin hemen hemen ayni
biçimde Vico veya Rousseau gibi düçünürlerce de savunuldu. Bu
ünlemsel savin büyük yararlarini bilimsel görüç açisindan
anlamak kolaydir. Burada bizim artik yalnizca kurguya
(speculation) dayanmak zorunda olmadigimiz görülüyor. Biz
pekiçtirilebilir bazi olgulari ortaya çikarmiç bulunmaktayiz ve bu
olgular insansal olanla sinirlanmiç degiller. Insan konuçmasi
(dili) dogâca tüm canli yaratiklara verilmiç temel bir içgüdüye
indirgenebilir. Yegin korku, öfke, aci ya da sevinç çigliklari
insana özgü özellikler degildirler: Onlari hayvansal dünyanin her
yaninda buluruz. Toplumsal konuçma olgusunu geriye bu
dirimbilimsel nedene götürmekten daha usa yatkin bir çey
olamazdi. Eger Demokritos'un ögrencilerinin ve izleyicilerin
savini benimsersek anlambilim artik ayri bir bilgi alani olamaz.
Dirimbilim ve fizyolojinin alani hale gelir.
Buna karçin ünlemsel kuram, dirimbilimin kendisi yeni bir
bilimsel temel buluncaya degin olgunlaçamazdi. Insan
konuçmasini belli dirimbilimsel olgularla birleçtirmek yeterli
degildi. Bu baglantinin evrensel bir ilke ile temellendirilmesi
gerekiyordu. Böyle bir ilke, evrim kuraminca saglândi.
DARWÍN
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
5 -~ 22 19.11.2008 19:18
Darwin'in kitabi çiktiginda yalniz bilim adamlari ve filozoflarca
degil, dilbilimcilerce de büyük bir coçkunlukla karçilandi. Ilk
yazilari ile Hegel'e bagli ve 0'nun ögrencisi oldugunu gösteren
August Schleicher Darwin'in yandaçi oldu. Darwin'in kendisi
konusunu kesinlikle bir dogalcinin görüç açisiyla ele almiçti. Ama
genel yöntemi dilbilimsel olaylara da kolaylikla uygulanabildigi
için O, dilbilim alaninda, araçtirilmamiç bir yönden söz açmiç gibi
göründü. Insan ve Hayvanlardaki Duygiilarin Anlatimi' baçlikli
kitabinda Darwin dile getirici ses ya da ~edimlerin kesin
dirimbilimsel gereksinmelerce buyurulduklarini ve belirli
dirimbilimsel kurallara göre kullanildiklarini göstermiçtir. Bu
açidan yaklaçildikta dilin kökenine iliçkin eski bilmece, kesinlikle
deneysel ve bilimsel bir tutumla ele alinabilirdi. Böylece insan
dili devlet içinde bir devlet olmaktan çikti ve genel bir dogal
yetenek oldu.
Ama burada temel bir güçlük yine yerinde kaliyordu. Dilin
kökenine iliçkin dirimbilimsel kuramlarin yaraticilari agâçlari
yüzünden ormani görmekte baçarisizliga düçtüler, onlar
ünlemden konuçmayâ giden dolaysiz bir yol bulundugu
varsayimi ile içe baçladilar. Ama bu, sorunu çözümlemek degil,
kanitlanmiç oldugunu varsaymakti. Açiklanmasi gereken yalnizca
insan konuçmasi olgusu olmayip bu olgunun yapisiydi.
DUYGUSAL DÍL - ÖNERME DÍLÍ
Bu yapinin çözümlenmesi duygusal dille önerme dili arasinda
köktenci bir ayrim bulundugunu ortaya çikarir. Bu iki dil ayni
düzeyde degildirler. Onlari genetik olarak birleçtirme olanagi
bulunsaydi bile, birinden karçiti olan ötekine geçiç her zaman
mantiksal açidan bir metabasis eis allo genos, yani bir cinsten
bir baçka cinse geçiç olarak kalmak zorundadir. Görebildigim
kadariyla hiçbir dirimbilimsel kuramin mantiksal ve yapisal
ayrimi ortadan kaldirmayi baçaramamiçtir. Önermesel dille
duygusal dili ayiran sinir çizgisini herhangi bir hayvanin açmiç
olup olmadigi konusunda hiçbir ruh- bilimsel kanitimiz yok.
«Hayvan dili~ olarak adlandirilan dil, her zaman tümüyle öznel
bir dil olarak kalir; çeçitli duygu durumlarim dile getirir ama
nesneleri ayirip betimleyemez°. Öte yandan, kültürünün en
açagi evrelerinde bile insanin yalnizca duygusal bir dile ya da bir
jestler diline indirgendigi konusunda da hiç bir tarihsel kanit
yok. Eger biz kesinlikle deneysel olan bir yöntem izlemeyi
istiyorsak olasiliklari düçünülebilsek bile en azindan kuçkulu ve
koçullu olan bu türden varsayimlardan vazgeçmemiz gerekir.
OTTO JESPERSEN
Gerçekten de bu kuramlari daha yakindan inceledigimiz zaman
dayandiklari temel ilkenin kuçku, götürür bir ilke oldugunu
görüyoruz. Bu kuramlarin savunuculari kisa bir süre sonra ilk
bakiçta yadsir ya da en azindan küçümser gibi göründükleri ayni
ayrimi onaylamak ve vurgulamak zorunda kaliyorlar. Bu olguyu
gösterebilmek için birincisi dilbilimden ikincisi ruhbilimsel ve
felsefî yazindan alinmiç iki somut örnek seçecegim. Otto
Jespersen dilin kökeni gibi eski bir soruna büyük bir ilgi duymayi
sürdüren modern dilbilimcilerden sonuncusuydu belki de. 0, bu
soruna iliçkin önceki tüm çözümlerin yetersizliklerini
yadsimiyordu. Ger,çekte o, daha baçarili olacagini umdugu ve
enine boyuna açikladigi yeni bir,yöntemi bulmuç olduguna
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
6 -~ 22 19.11.2008 19:18
inanmaktaydi. Jespersen diyor ki: Ögütledigim ve ilk kez
tarafimdan tatarli bir çekilde uygulanan yöntem, kullandigimiz
modern dilleri tarihin ve gereçlerimizin elverdigi ölçüde geriye
dogru izlemektir... Eger bu süreçle sonunda artik gerçek bir dil
olarak degil de dil öncesi bir çey olarak adlandirabilecegimiz,
agizdan çikan sesler betimlemesine ulaçirsak o zaman
sorunumuz çözümlenmiç olacaktir. Çünkü, hiçlikten bir çey
yaratma, insan anligi tarafindan hiçbir zaman kavranamadigi
halde, degiçim anlayabilecegimiz bir çeydir.
Bu kurama göre, böylesine bir degiçim, baçlangiçta duygusal
çigliklar ya.' da belki de müzikal anlatimlardan baçka bir çey
olmayan insansal sözler, adlar olarak kullanildiklarinda
baçgösterdi. Bâçlangiçta karmakariçik anlamsiz seslerden ibaret
olan bir çey, bu çekilde bir düçünce araci haline geldi. Örnegin
yenilgiye ugratilip öldürülen bir düçman üzerine belli bir melodi
ve bir sesler birleçimi olarak söylenen bir yengi ezgisi, bu özel
olay ya da düçmanini öldüren insan için uygun bir ada
dönüçtürülebilirdi. Ve artik bu geliçme, anlatimin benzer
durumlara egretilemelere dayanarak aktarilmasi ile
sürdürülebilirdi. Ama, tüm sorunumuzu cok dar bir çekilde içeren
kesinlikle bu egretilemelere dayanan aktarimdir. Böyle bir
ortamin çimdiye degin yalnizca birer çiglik, güçlü duygularin
istenç diçi boçalimlari olmuç olan sesli sözlerin tümüyle yeni bir
görev görmekte olduklari anlamina gelir. Onlar, belirli bir anlam
taçiyan simgeler olarak kullanilmaktadirlar: Jespersen, Benfey'in
ünlemle sözcük arasinda ünlemin dilin olumsuzlanmasi oldugunu
söylememize yetecek kadar büyük bir uçurum bulundugu
konusundaki bir gözleminden söz ediyor. Ünlem dilin
olumsuzlanmasidir, çünkü biz ünlemleri ya konuçamadigimiz ya
da konuçmayacagimiz zaman kullaniriz. Jespersen'e göre dil,
ünlemle anlatimin yerine, bildiriçme geçtiginden dogmuçtur.
Ama bu önemli adimin nedeni, bu kuramca açiklanmamiç
yalnizca böyle bir çey oldugu varsayilmiçtir.
Ayni eleçtiri Grace de Laguna'nin kitabi Speech. Its Function and
Develozimeni (Konuçma, Içlevi ve Geliçmesi)'da geliçtirdigi sav
için de geçerlidir. Burada sorunun çok daha ayrintili ve özenle
hazirlanmiç bir degerlendirmesini buluyoruz. Jespersen'in
kitabinda zaman zaman rastladigimiz daha çok düçsel olan
kavramlar, burada ortadan kaldiriliyorlar.
Çigliktan konuçmaya geçiç açamali bir diçlaçtirma
(objectification) süreci olarak betimleniyor. Duruma iliçkin ilkel
duygusal nitelikler, tüm olarak degiçiklige ugradiklari gibi,
durumun algilanan özelliklerinden de ayriliyorlar. ´´...
hissedilmekten çok bilinen nesneler ortaya çikiyorlar... Bu artan
koçulluluk dizgesel bir biçim aliyor... sonunda... gerçekligin
nesnel düzeni ortaya çikip dünya gerçekten bilinir hale geliyor´´,
Bu diçlaçtirma ve dizgeleçtirme gerçekte insan dil'inin en temel
ve en önemli görevidir. Ama yalnizca ünlemsel bir kuramin bu
kesin adimi nasil açiklayabilecegini anlayamiyorum. Ayrica,
Profesör de Laguna'nin açiklamasinda ünlemlerle adlar
arasindaki aralik kapatilmamiçtir; tersine çok daha kesin bir
biçimde göze çarpmaktadir. Genel olarak konuçuldukta,
konuçmanin salt ünlemlerden geliçme yoluyla oluçmuç olduguna
inanmaya egilim göstermiç olan yazarlarin sonunda ünlemlerle
adlar arasindaki ayrimin aralarinda varoldugu sanilan özdeçlikten
çok daha büyük' ve çok daha önemli oldugu sonucuna itilmeleri
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
7 -~ 22 19.11.2008 19:18
dikkate deger bir olgudur. Örnegin, Gardiner insan ve hayvan
dili arasinda «temelli bir türdeçlik bulundugu açiklamasi ile içe
baçliyor: Ama, kuramini geliçtirirken hayvan dili ile insan
konuçmasi arasinda bu temelli türdeçligi hemen hemen gölgede
birakacak kadar canalici bir ayrim bulundugunu kabul etmek
zorunda kaliyor. Görünüçteki benzerlik gerçekte yalnizca
biçimsel, içlevsel ayri cinstenligi diçta birakmayip tersine önemle
dile getiren özdeksel bir baglantidir.
DÍLÍN KÖKENÍ
Dilin kökeni sorusu insan anligi için her zaman garip ve
büyüleyici etkisi olan bir soru olmuçtur. Anliginin ilk piriltilariyla
birlikte insan, bu sorun üzerinde düçünmeye baçlamiçtir.
Söylencebilimsel öykülerin çogundan insanin Tanridan ya da
göksel bir ögretmenin yardimiyla konuçmayi nasil ögrendigi
konusunda bilgi aliriz. Eger söylencebilimsel düçüncenin ilk
öncüllerini kabul edersek dilin kökenine duyulan bu ilgi kolaylikla
anlaçilabilir. Söylence fiziksel ve insansal dünyanin çimdiki
durumunu uzak geçmiçe geri gidip nesnelerin bu ilkel
evresinden çikarmaktan baçka bir açiklama biçimi bilmez. Ama
ayni egilimin felsefi düçüncede hâlâ egemen oldugunu görmek
hem çaçirtici hem de aykiri-kanisal bir durumdur. Burada
dizgesel soru yüzyillar boyunca genetik tarafindan gölgede
birakilmiçtir. Bir kez genetik soru çözümlenirse bunun kaçinilmaz
sonucu olarak tüm öteki sorunlarin da hemen çözümlenecegi
düçünülmüçtü. Ama genel bilgikuramsal görüç açisindan bu
asilsiz bir varsayimdi. Bilgi kurami bize genetikle dizgesel
sorunlar arasina her zaman kesin bir sinir' çizgisi çizmemiz
gerektigini ögretmiçtir. Bu iki tipin kariçtirilmasi yaniltici ve
tehlikelidir. Öteki bilgi dallarinda kesinlikle yerleçmiç oldugu
görülen bu yöntembilimsel kural nasil olup da dilbilimsel
sorunlarla ugraçilirken unutulmuçtur?
Dile iliçkin tüm .tarihsel kanitlara sahip olmak hiç kuçku yok ki
çok ilginç ve önemli olabilirdi. Örnegin dünyadaki tüm dillerin bir
ortak kaynaktan mi veya ayri ve bagimsiz köklerden mi çikmiç
olduklari sorusunu yanitlayabilmek ve bagimsiz deyimlerle
dilbilimsel tiplerin geliçmesini adim adim izleyebilmek herhalde
içimizi çok kolaylaçtirabilirdi. Ama tüm bunlar da bir dil
felsefesinin temel sorunlarini çözümlemeye yetmezdi. Felsefede
yalnizca çeylerin akiçini, olgularin süre dizinini kendimiz için
bulamayiz. Burada felsefî bilginin yalnizca `´oluçun´´ degil
`´varligin¨ bilgisi olduguna iliçkin Platoncu tanimi bir anlamda her
zaman. kabul ' etmemiz gerekir. Kuçkusuz dilin zaman diçinda
ve ötesinde bir varligi yoktur.0 öncesiz sonrasiz idealar alanina
girmez. Degiçme -sesbilgisel, benzeçimli, anlambilimsel degiçme
dilin temel ögesidir.
Yine de tüm bu olaylarin incelenmesi bizim dilin genel içlevini
anlamamiz için yetmez. Çünkü biz, her simgesel biçim için
tarihsel verilere bagliyiz. Söylence, din,, sanat, dil `´nedirler?»
türünden bir soru tümüyle soyut bir yolla, bir mantiksal tanimla
yanitlanamaz. Öte yandan din, sanat ve dili incelerken biz her
zaman ayri bir bilgi tipine ait genel yapisal sorunlarla karçilaçiriz.
Bu sorunlar ayrica ele alinmalidir; onlar yalnizca tarihsel
araçtirmalarla incelenip çözümlenemezler.
DÍLBÍLÍM ÇALIÇMALARI
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
8 -~ 22 19.11.2008 19:18
19. yüzyilda tarihin insan konuçmasini bilimsel olarak incelemek
için biricik ipucu oldugu kanisi henüz geçerli ve genellikle
onaylanmiç bir kani idi. Dilbilimin tüm büyük baçarilari, tarihsel
ilgileri hemen hemen baçka her düçünce egilimini engelleyecek
ölçüde egemen olan bilginlerce gerçekleçtirildi: Jakob Grimm,
Germen dillerinin bir karçilaçtirmali dilbilgisi için ilk temeli kurdu.
Hint-Avrupa dilinin karçilaçtirmali dilbilgisi Bopp ve Pott
tarafindan baçlatilip A. Schleicher, Karl Brugmann ve B.
Delbürck tarafindan yetkinleçtirildi. Dilbilimsel tarihin ilkeleri
sorusunu ilk ortaya atan Hermann Paul oldu. 0, tek baçina
tarihsel bilginin insan konuçmasinin tüm sorunlarini
çözemeyecegi gerçeginin bilincine tam olarâk varmiçti. Tarihsel
bilginin her zaman bir dizgesel tümleyiciye gereksinmesi
oldugunu vurguladi. 0'na göre tarihsel bilgi dalina karçilik olup
tarihsel objelerin içinde geliçtikleri genel koçullarla ugraçan ve
insansal olaylarin tüm degiçmelerine karçin degiçmeden kalan
etkenleri araçtiran bir 'bilim vardi. On dokuzuncu yüzyil yalnizca
tarihsel bir yüzyil olmayip ruhbilimsel bir yüzyildi da. Bu nedenle
dilbilimsel tarihin ilkelerinin ruhbilim alaninda aranmalari
,gerektiginin düçünülmesi yalnizca dogal degil giderek
kendiliginden apaçik olan bir. çey gibi görünüyordu. Bunlar
dilbilimsel incelemelerin iki baçlangiç noktasi oldular.
BLOOMFÍELD
Leonard Bloomfield diyor ki "Paul ve çagdaçlarinin çogu
Hint-Avrupa dilleri ile ugraçtilar ve betimsel sorunlari
savsakladiklari için tarihleri bilinmeyen dillerle ugraçmayi
yadsidilar. Bu sinirlama onlari yabanci tiplerdeki dilbilgisel
yapilarin bilgisinden yoksun birakti. Oysa eger onlar bu yabanci
tiplere de egilselerdi Hint-Avrupa dilbilgisinin temel özelliklerinin
bile insan konuçmasi için kesinlikle tümel geçer olmadigi gerçegi
ile karçilaçmiç olacaklardi. Ama büyük bir tarihsel araçtirma
nehrinin yanisira akan küçük de olsa gittikçe hizlanan bir genel
dilbilimsel inceleme akimi vardi... Bazi ögrenciler betimsel ve
tarihsel incelemeler arasindaki dogal iliçkiyi zamanla daha açik
seçik bir çekilde görmeye baçladilar... Bu iki inceleme akiminin,
tarihsel- karçilaçtirmali ve felsefi betimselin birbirlerine kariçip
birleçmeleri ondokuzuncu yüzyilin Hint-Avrupa uzmanlarinca
görülmemiç olan bazi ilkeleri apaçik olarak ortaya çikardi. Dilin
tüm tarihsel incelenmesi iki ya da daha çok betimsel veri
dizisinin karçilaçtirilmasi üzerinde temellendirildi. O, ancak bu
verilerin izin verdigi ölçüde dogru ve tam olabilirdi. Insanin bir
dili betimlemesi için hiçbir tarihsel bilgiye gereksinmesi yoktur.
Aslinda böyle bir bilginin yaptigi betimlemeyi etkilemesine izin
veren gözlemci, verilerini çarpitmak zorundadir. Eger
betimlemelerimizin karçilaçtirmali çaliçma için saglam bir temel
oluçturmalarini istiyorsak önyargisiz olmalarim saglamamiz
gerekir
WILHELM VON HUMBOLDT
Bu yöntembilimsel ilke, ilk ve bir anlamda klasik anlatimini
büyük bir dilbilimci ve büyük bir filozof olan Wilhelm von
Humboldt'un yapitinda ,buldu. Wilhelm von Humboldt
yeryüzündeki dilleri siniflama ve onlari belli temel tiplere
indirgeme yönünde ilk adimi atti. 0, bu amaç için salt tarihsel
yöntemleri kullanamazdi. Inceledigi diller artik yalnizca
Hint-Avrupa dil tipleri degildi. Onun ilgisi gerçekten çok geniç
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
9 -~ 22 19.11.2008 19:18
kapsamli olup tüm dilbilimsel olaylar alanini içine aliyordu.
Wilhelm von Humboldt kardeçi Alexander von Humboldt'un
Amerika kitasina yaptigi keçif gezilerinden geri getirmiç oldugu
zengin gereçlerden yararlanarak asil yerli Amerikan dillerinin ilk
çözümsel betimlemesini yapti. Insan konuçmasinin çeçitliligii'
üzerine yazilmiç büyük yapitinin ikinci cildinde W. von Humboldt
Avusturalya, Endonezya ve Malezya dillerinin ilk karçilaçtirmali
dilbilgisini yazdi. Ama bu dilbilgisi için içe yarar tarihsel veriler
yoktur. Bu dillerin tarihleri hiç bilinmemekteydi. Humboldt,
soruna, tümüyle yeni bir açidan yaklaçmak ve kendi yolunu
kendisi açmak zorundaydi.
Ama 0'nun yöntemleri kesinlikle deneysel yöntemler olarak
kaldi; çünkü bu yöntemler kurgu üzerinde degil gözlemler
üzerinde temellendiriliyorlardi. Humboldt özel olgulari
betimlemekle yetinmedi. Olgularin- dan hemen büyük ölçüde
genel sonuçlar çikardi. Insan konuçmasini yalnizca bir
"sözcükler¨ birikimi olarak düçündügümüz sürece içlev ve
özyapisina iliçkin gerçek bir görüçümüz olamayacagini öne
sürdü. Diller arasindaki gerçek ayrim bir sesler veya göstergeler
ayrimi olmayip dünya görüçleri (VPeltansichten) arasindaki bir
ayrimdir. Dil yalnizca düzeneksel bir terimler kümesi degildir.
Onu sözcük ya da terimlere ayirmak düzenini bozup;
parçalamak anlamina gelir. Böyle bir anlayiç dilbilimsel olaylari
ele alan herhangi bir inceleme için tehlikeli olmasa bile zararlidir.
Humboldt bizim aliçtigimiz sanilara göre bir dili kuran
sözcüklerin ve kurallarin gerçekte yalnizca söz konusu olan
konuçma ediminde var olduklarini öne sürmüçtür.
Onlari ayri varliklar olarak ele almak "beceriksizce yapilmiç
bilimsel çözümlememizin bozuk sonucundan baçka bir çey
degildir¨. Dil, bir ürün degil, bir etkinliktir. 0 hazir bir çey
olmayip sürüp giden bir süreçtir; insan anliginin hiç durmadan
yineledigi eklemli sesleri düçünce dile getirecek çekilde kullanma
içidir Humboldt'un yapiti dilbilimsel düçüncede dikkate deger bir
geliçmeden öte bir anlam taçir. Çünkü ayni zamanda dil felsefesi
tarihinde yeni bir dönemi de göstermiçtir. Humboldt ne özel
dilbilimsel olaylar üzerinde uzmanlaçmiç bir bilgin ne de
Schelling ya da Hegel gibi bir metafizikçi idi. O, dilin kökeni' ya
da özüne iliçkin kurgulara kapilmadan Kant'in `´eleçtirel´´
yöntemini izledi. Köken ya da öz sorunu yapitinda hiç sözü
edilmeyen bir sorundur. Humboldt'un kitabinda önalanda olan
dilin yapisal sorunlaridir. Bu sorunlarin yalnizca tarihsel
yöntemler ve çozümlenemeyecekleri artik genellikle
onaylanmiçtir. Ayri okullara bagli ve ayri alanlarda çaliçan
bilginler betimleyici dilbilimin tarihsel dilbilim tarafindan hiçbir
zaman gereksiz duruma sokulamayacagi gerçegini vurgulamakta
birleçmiçlerdir. Çünkü tarihsel dilbilim her zaman dilin
tarafimizdan dogrudan dogruya kavranabilen geliçme evrelerinin
betimlenmesi üzerinde temellendirilmelidir. Genel düçünce tarihi
görüç açisindan ele alindikta dilbilimin öteki bilgi dallarinda
rastladigimiz ayni degiçiklige ugramiç olmasi bu bakimdan çok
ilginç ve dikkate deger bir olgudur.
YAPISALCILIK
Daha önceki olguculugun yerini YAPISALCILIK diye
adlandirabilecegimiz yeni bir ilke almiçtir. Klasik fizik genel
devinim yasalarini bulmak için her zaman özdeksel noktalarin
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
10 -~ 22 19.11.2008 19:18
devinimlerini incelemekle içe baçlamamiz gerektigine inanmiçti.
Lagrange'in Mecanzque analytcque'i bu ilke üzerin de
temellendirilmiçti. Daha sonra Faraday ve Maxwellce bulgulanan
elektromanyetik alan'' yasalari karçit sonuca degindiler.
Elektromanyetik alanin bireysel noktalara parçalanamayacagi
apaçik olarak ortaya çikti.
Artik elektron kendine özgü bir varligi olan bagimsiz bir vai-lik
olarak kabul edilmiyor, bir bütün olan alanin içersinde bir sinir
noktasi çok yönleriyle ayrilan 'yeni tip bir "alan fizigi¨ dogdu.
Dirimbilimde de benzer bir geliçme ile karçilaçiyoruz. Yirminci
yüzyilin baçlarindan beri geçerli olmuç olan yeni bütüncü
kuramlar, eski Aristotelesçi organizma tanimina geri
dönmüçlerdi. onlar, organik dünyada bütünün parçadan önce
geldigini vurgulamiçlardi. Bu kuramlar evrimin olgularini
yadsimiyorlardi ama u olgulari Darwin ve Ortodoks Darwinciler
gibi yorumlamiyorlardi..
Ruhbilime gelince bu bilim on dokuzuncu yüzyil boyunca bir kaç
olagandiçi örnek bir yana Hume'un yolunu izledi. Bir ruhsal olay
için geçerli olabilecek biricik yöntem" onu ilk ögelerine
indirgemek idi. Tüm karmaçik olgular basit duyu verilerinin bir
birikimi ya da kümesi olarak düçünülmekteydiler. Modern
yapisalci ruhbilim bu anlayiçi eleçtirip yikti.. Böylece, yeni tip bir
yapisal ruhbilime giden yolu açmiç oldu.
FERDÍNAND DE SAUSSURE
Çimdi, eger dilbilim ayni yöntemleri benimsiyor ve yapisal
sorunlar üzerinde gittikçe daha çok duruyorsa kuçkusuz bu
önceki görüçlerin önem ve ilgilerini yitirdikleri anlamina gelmez.
Ama dilbilimsel araçtirma düz bir çizgiyi izleyecek, dil olaylarinin
süredizimsel (kronolojik) düzeni ile özel çekilde ilgilenecek yerde
iki ayri odak noktasi olan beyzi bir çizgiyi betimlemektedir. Bazi
bilginler on dokuzuncu yüzyil boyunca dilbilimin özel göstergesi
olan betimsel ve tarihsel görüçler bireçiminin yöntembilimsel
açidan bir yanilgi oldugunu söyleyecek kadar ileri gittiler.
Ferdinand de Saussure derslerinde `´tarihsel dilbilgisi´´
görüçünden tümüyle vazgeçilmesi gerektigini öne sürdü. O,
tarihsel dilbilgisinin melez bir kavram oldugunu söylemekteydi.
0'na göre bu kavram, ortak bir ad altinâ konulamayan ve
organik bir bütün içinde birleçtirilemeyen iki ayri ögeyi
içermektedir. Bu nedenle, insan konuçmasinin incelenmesi tek
bir bilimin degil iki ayri bilimin konusudur. Böyle bir incelemede
biz her zaman iki ayri odagi zamandaçlik odâgi ile ardaçiklik
odagini birbirlerinden ayirmak zorundayiz. Dilbilgisi, dogasi ve
özü geregi ilk tipe girmektedir. De Saussure la langie (Dil) ile la
parole (söz) arasina kesin bir çizgi. çizmiçtir. Dil (la langue)
evrensel oldugu halde, konuçma (la parole) geçici bir süreç
oldugu için bireyseldir. Her bireyin kendine özgü bir konuçma
çekli vardir. Ama, bilimsel bir dil araçtirmasinda biz bu bireysel
ayrimlarla ilgilenmeyiz; bireysel konuçmacidan çok bagimsiz
genel kurallari izleyen toplumsal bir olguyu inceleriz. Dil bu tür
kurallar olmaksizin temel görevini yerine getiremezdi; konuçan
bir toplumun tüm üyeleri arasinda bir bildiriçme araci olarak
kullanilamazdi. "Eçzamansal¨dilbilim degiçmez yapisal
baglantilarla ugraçir; artzamansal dilbilim ise zaman içinde
degiçen ve geliçen olaylari ele aliri°. Dilin temel yapisal birligi iki
çekilde incelenip sinanabilir. Bu birlik hem içeriksel hem de
biçimsel yönde ortaya çikip kendisini yalniz dilbilgisel biçimler
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
11 -~ 22 19.11.2008 19:18
dizgesi içinde degil, ayni zamanda ses dizgesi içinde de gösterir.
Bir dilin özyapisi bu her iki etkene de dayanir. Ama sesbilimin
yapisal sorunlari sözdizimin veya biçimbiliminkilerden çok daha
sonra bulgulanmiçlardir. Konuçma biçimlerinde bir düzen ve
tutarlilik bulundugu açik ve kuçku götürmez bir durumdur. Bu
biçimlerin siniflandirilmasi ve belirli kurallara indirgenmesi
bilimsel bir dilbilgisinin ilk görevlerinden biri olmuçtur. Bu türden
bir çaliçma için gerekli yöntemler çok erken bir dönemde yüksek
bir yetkinlik düzeyine eriçmiçlerdi.' Modern dilbilimciler
Panini'nin I.Ö. 350 ile 250 arasindaki bir tarihe ait olan Sanskrit
dilbilgisinden, hâlâ insan anlaginin en büyük anitlarindan biri
olarak söz etmektedirler. Onlar, günümüze degin baçka hiç.bir
dilin böylesine yetkinlikle betimlenmemiç oldugunu
vurguluyorlar.
Grek dilbilgisi bilginleri Grek dilinde rastladiklari konuçma
ögelerinin dikkatli bir çözümlemesini yapmiçlar ve her türden
sözdizimsel ve biçimsel sorunlarla ilgilenmiçlerdi. Ama sorunun
içeriksel yani bilinmemekteydi ve bu yanin önemi on dokuzuncu
yüzyilin baçlarina kadar anlaçilamadan kaldi.
On dokuzuncu yüzyilda ses degiçimi olaylari ile bilimsel bir
çekilde ugraçmanin ilk giriçimlerine rastliyor Modern tarihsel
dilbilim tekbiçimli sesçil bildirilerin araçtirilmasivla baçlamiçtir.
R.K. Rask 1818'de Alman dillerinin sözcüklerinin ses konusunda
öteki Hint-Avrupa dillerinin sözcükleriyle düzenli biçimsel bir ,
,bagintiyi paylaçtiklarini göstermiçtir. Jakob Grimm Alman
Dilbilgisi adli yapitinda Germen dillerindeki ünsüzlerle öteki
Hint-Avrupa dillerindeki ünsüzler (consonants) arasindaki
uygunlugun dizgesel örneklerini vermiçtir. Bu ilk gözlemler
modern dilbilimin ve karçilaçtirmali dilbilgisinin temeli olmuçtur.
Ama bu gözlemler hep yalnizca tarihsel' anlamlariyla anlaçilip
yorumlanmiçlardir. Jakob Grimm, ilk ve en önemli esinlenmesini
geçmiçe karçi duydugu romantik sevgiden almiçtir. Ayni
romantik ruh, Friedrich Schlegel'in Hint dilini ve bilgeligini
bulgulamasina yol açmiçtir. Ama, ondokuzuncu yüzyilin ikinci
yarisinda dilbilimsel incelemelere duyulan ilgi baçka düçünsel
itkilerce buyurulmuç ve içeriksel bir yorum egemen olmaya
baçlamiçtir. «Yeni Dilbilgiciler diye adlandirilan araçtiricilarin en
büyük tutkusu. dilbilimin yöntemlerinin dogal bilimcilerinkilerle
ayni düzeyde oldugunu kanitlamakti. Eger dilbilim pozitif sagin
bir bilim olarak kabul edilmeyi göz önünde bulunduruyorsa özel
tarihsel olaylari betimleyen kaypak deneysel kurallarla .
yetinemezdi. Mantiksal biçimleri genel doga yasalari ile
karçilaçtirilabilecek yasalar bulmak zorundaydi. Sesçil degiçiklik
olaylari bu türden yasalarin varligini kanitlar göründü. Yeni
Dilbilgiciler tek ses degiçtirmesi gibi bir çeyin varligini yadsidilar.
Onlara göre her sesçil degiçme bozulamaz kurallari izlemekteydi.
Bu nedenle, dilbilimin görevi tüm insan konuçmasi olaylarini bu
temel tabakaya: Zorunlu olup hiçbir olagan diçi durum kabul
etmeyen sesçil yasalara geri götürmektir.
PRAG DÍLBÍLÍM ÇEVRESÍ
Prag dilbilim çevresinin çaliçmalari ve Trubetzkoy'un yapitlarinda
geliçtigi çekille modern yapisalcilik soruna çok degiçik bir açidan
yaklaçti. Insan, konuçmasina iliçkin 'olaylarda bir zorunluluklar
bulma umudundan vazgeçmedi; tersine bu zorunlulugu
vurguladi. Ama yapisalcilik için zorunluluk kavrami yeniden
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
12 -~ 22 19.11.2008 19:18
tanimlanmasi ve yalnizca nedensel olmaktan çok ereksel
anlaminda da anlaçilmasi gereken bir kavramdi. Dil, yalnizca bir
sesler ve sözcükler kümesi olmayip bir dizge idi. Öte yandan
onun dizgesel' düzeni fiziksel ya da tarihsel nedensellik
araciligiyla betimlenemezdi. Her özel deyim (idiom) hem
biçimsel hem de içeriksel anlamda kendine özgü bir yapiya
sahiptir. Eger apayri dillerin sesbirimlerini incelersek tek biçimli
ve kesin bir çema altinda toplanamayacak degiçik tiplerle
karçilaçiriz. Bu sesbirimlerinin seçiminde degiçik diller kendi
bireysel ayirtkanliklarini gösterirler. Bununla birlikte belli bir dilin
ses birimleri arasinda tam bir bag oldugu her zaman
gösterilebilir. Bu bag saltik olmayip göreli, zorunlu olmayip
koçulludur. Onu önsel olarak genel mantiksal kurallardan
çikaramayiz; bu konuda deneysel verilerimize dayanmak
zorundayiz. Ama bu veriler de içsel bir uyum gösterirler.Temel
verileri bir kez bulduktan sonra artik onlardan kendilerine
degiçmez çekilde bagli öteki verileri çikarabiliriz.
BRÖNDAL
V. Bröndal, bu yeni yapisalciligin izlencesini çöyle dile getiriyor:
«Il faudrait etudier, les Conditions de la structure linguistique,
distinguer dans les Systemes phonologiques et morpho-
logiques ce qui est possible de ce qui est impossible, le
contingent du necessaire. (Dilbilimsel yapinin koçullarini
incelemek, biçimbilimsel ve sesbilimsel dizgeler içinde olanakli
ile olanaksizi, olumsalla zorunlu olani ayirdetmek gerekir).Eger
bu görüçü onaylarsak, insan konuçmasinin içeriksel temelinin
giderek sesçil olaylarin kendilerinin bile yeni bir yöntem ve
degiçik bir görüç açisiyla incelenmeleri gerekecektir. Gerçekte,
artik yalnizca içeriksel bir temel oldugunu söyleyemeyiz. Biçim
ve içerik arasindaki ayrim yapma ve yetersiz kaliyor. Konuçma
biçim ve içerik gibi iki ayri ve bagimsiz etkene bölünemeyecek,
çözümlenemeyecek bir birliktir. Içte yeni sesbilim ile daha
önceki sesbilgisi tipleri arasindaki ayrim tam bu ilkede
bulunmak- tadir. Sesbilimde inceledigimiz çeyler fiziksel olmayip
anlamli seslerdir. Dilbilim seslerin dogasi ile degil onlarin
anlamsal içlevi ile ilgilenir. On dokuzuncu yüzyilin olgucu okullari
ses bilgisi anlambilimin ayri yöntemlere göre ayri ayri
incelenmeleri gerektigine inanmiçlardi. Konuçma sesleri fizik
veya fizyoloji araciligiyla betimlenebilen gerçekte betimlenmeleri
gereken fiziksel olaylar olarak kabul edilirler yalnizca. Yeni
Dilbilgicilerin genel yöntembilimsel görüç açilarina göre böyle bir
düçünce yalniz anlaçilir olmakla kalmaz ayni zamanda
zorunludur da... Çünkü onlarin sesçil yasalarin ayrallik (istisna)
kabul etmediklerine iliçkin temel savlari sesçil degiçmenin sesçil
olmayan etkenlerden bagimsiz oldugu varsayimi .üzerinde
temellendirilmiçti. Ses degiçikligi eklemleme aliçkanligindaki bir
degiçmeden baçka bir çey olmadigindan onun bir sesbirimini her
ortaya çikiçinda içinde ortaya çiktigi özel dilbilimsel biçimin
dogasi göz önüne alinmaksizin etkilemesi gerektigi düçünüldü.
Bu ikilik yeni dilbilimde ortadan kalkmiçtir. Sesbilgisi artik ayri
bir alan degildir. 0~'çimdi anlambilimin bir parçasi ve bölümü
haline gelmiçtir. Çünkü sesbirimi bir fiziksel birim olmayip
biranlam birimidir. 0 avirici ses-özelliginin en küçük birimi olarak
tanimlanmiçtir, Herhangi bir sözün kaba içitsel özellikleri
arasinda anlamli olan belli özellikler vardir. Çünkü bunlar anlam
ayriliklarini dile getirmek üzere kullanilirlar. Oysa ötekiler ayirici
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
13 -~ 22 19.11.2008 19:18
degildirler.Her dilin kendine özgü bir sesbirimleri dizgesi yani
ayirici sesleri vardir. Çincede sözcüklerin anlamlarini
degiçtirmede kullanilan en önemli araç ses tonundaki
degiçmedir. Oysa baçka dillerde böyle bir degiçme
önemsizdirler. Her dil belirsiz sayidaki olanakli fiziksel sesler
coklugundan belli sayida sesleri kendi sesbirimleri olarak çeçer.
Ama bu seçim geliçigüzel yapilmaz, çünkü sesbirimler ' uyumlu
bir bütün oluçtururlar. Onlar -genel tiplere belli sesbilgisel
örneklere indirgenebilirler, Bu sesbilgisel örneklerin dilin en
sürekli ve ayirtkan özellikleri arasinda olduklarini görüyoruz.
Sapir her dilin sesçil örnegini bütün tutma konusunda kuvvetli
bir egilimi bulundugu olgusunu vurguluyor. ´Dilbilimsel biçimdeki
-sesçil örnek ve biçimbilimdeki- ana uygunluk ve ayrimlari çimdi
bu biçimde sonra çu biçimde toplanan tek ve yayilmiç özelliklerin
karmaçik etkisine degil dilin özerk egilimine baglayacagiz. Tüm
toplumsal olaylar içinde dil belki de en çok kendi kendine yeteni,
en kesiksiz biçimde dirençli olanidir. Onu yok etmek bireysel
biçimini küçük parcalara ayirmaktan daha kolaydir.
Ama, dilin sözkonusu olan bu «bireysel biçiminin gerçekten ne
anlama geldigi sorusunu yanitlamak çok güçtür. Bu soru ile
yüzyüze geldigimizde her zaman bir . ikilemle karçi karçiyayizdir
Yani burada kaçinmamiz gereken iki açirilik, bir anlamda ikisi de
yetersiz olan iki köktenci çözüm var. Eger her dilin kendi
bireysel biçimî vardir savi insan konuçmasinda ortak özellikler
aramanin boç oldugu anlamina geliyorsa o zaman bir dil felsefesi
düçüncesinin kumdan bir çato oldugunu onaylamak zorunda
kaliriz. Ama deneysel görüç açisindan karçi çikiçlara açik olan
çey bu ortak özelliklerin varligindan çok, açik seçik bir çekilde
dile getirilmeleridir. Grek felsefesinde logos terimi her zaman
konuçma edimi ile düçünce edimi arasinda temel bir özdeçlik
düçüncesini öne sürüp desteklemiçtir. Dilbilgisi ve mantik
konulari ayni olan iki ayri bilgi dali olarak düçünülmüçlerdir.
Giderek dizgeleri klasik Aristotelesçi mantiktan büyük ölçüde
sapmiç olan modern mantikçilar da hâlâ ayni görüçtedirler.
"Tümevarimci mantigin» kurucusu olan John Stuart Mill,
dilbilgisinin mantigin en ögesel bölümü oldugunu çünkü
dilbilgisinin düçünce sürecini incelemenin baçlangici sayildigini
öne sürmüçtür. Mill'e göre, dilbilgisinin ilkeleri ve kurallari dilin
biçimlerinin kendileriyle evrensel düçünce biçimlerine karçilik
kilindigi araçlardir. Ama, Mill bu düçüncesiyle yetinmedi. 0 özel
bir dilin bölümleri dizgesinin -Latin ve Grek dilbilgilerinden
çikarilmiç olan bir dizgenin- genel ve nesnel bir geçerligi
oldugunu da varsaymaktaydi. Mill dilin çeçitli bölümleri, adlarin
durumlari, fiillerin kipleri ve zamanlari ortaçlarin (participle)
içlevleri arasindaki ayrimlarin yalniz sözcüklerde degil düçüncede
olan ayrimlar olduklarina inanmaktaydi. 0, ccHer tümcenin
yapisinin bir mantik dersi oldugunu¨ öne sürer. Dilbilimsel
araçtirmanin geliçimi bu görüçü gittikçe daha onaylanamaz bir
duruma sokmuçtur. Çünkü, söz bölümleri (parts of speech)
dizgesinin~ belirlenmiç ve tek biçimli bir özyapida olmayip
dilden dile degiçtigi genellikle onaylanmiçtir. Bundan baçka
Latinceden çikmiç olan .dillerin bile Latin dilbilgisinin aliçilmiç
terim ve deyileri (kategori) araciligiyle yeterince dile
getirilemeyecek pek çok özellikleri bulundugu gözlemlenmiçtir.
Fransizca ögrencileri eger Aristoteles'in çömezlerince yazilmamiç
olsaydi Fransiz dil- bilgisinin çok ayri bir biçime sahip olmuç
olacagini çok kez vurgulamiçlardir. Onlar Latin dilbilgisinin
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
14 -~ 22 19.11.2008 19:18
ayrimlarinin Ingilizce veya Fransizcaya uygulanmasinin çok
büyük yanliçlara yol açtigini ve dilbilimsel olaylarin önyargisiz
betimlemelerinde önemli bir engel olarak ortaya çiktigini öne
sürmüçlerdir. Temel ve zorunlu oldugunu sandigimiz pek çok
dilbilgiseI ayrimlar biz Hint-Avrupa ailesinden baçka dilleri
inceler incelemez degerlerini yitirir ya da en azindan çok kuçku
götürür duruma girerler. `´Söz bölümlerinin ussal konuçma ve
düçüncenin zorunlu ögesi olarak kabul edilecek tek ve belli bir
dizgesi olmasi gerektigine iliçkin düçüncenin aldatici´´ bir görüç
oldugu ortaya çikmiçtir.
Bütün bunlar zorunlu olarak eski bir grammaire generale et
raiisonne tasarim.indan. yani, ussal ilkeler üzerinde
temellendirilmiç bir genel dilbilgisinden vazgeçmemiz gerektigini
kanitlamaz. Ama bu tasarimi yeniden tanimlayip, yeni bir
anlayiçila dile getirmemiz gerekir. Tüm dilleri Procrustes'in
yatagina'~ uzatip söz bölümlerini tek bir dizge içinde ele almaya
çaliçmak boç bir 'çaba olurdu. Modern dilbilimcilerden pek çogu
genel dilbilgisinin bilimsel bir ülküden . çok bir idolayi temsil
ettigini düçünerek bizi´´genel dilbilgisi´´ terimine karçi uyaracak
kadar ileri gitmiçlerdir~'. ' Ama böylesine uzlaçmaz köktenci bir
tutum bu alanin tüm ögrencilerince paylaçilmamiçtir. Bir felsefi
dilbilgisi tasarimini öne sürüp savunmak için ~ciddi giriçimlerde
bulunulmuçtur. Otto Jespersen özellikle dilbilgisi, felsefesine
adanmiç bir kitap yazmiç ve bu kitapta gerçekten bulundugu
çekliyle her dilin yapisina dayanan sözdizimsel deyilerin yaninda
ya da üstünde veya arkasinda, varolan dillerin ilineksel
olgularindan az veya çok bagimsiz olan bazi deyiler
bulundugunu kanit amaya çaliçmiçtir. bu deyiler tüm dillere
uygulanabilir olduklarinda evrenseldir. Jespersen bu deyileri
`´kavramsal´´ diye adlandirmayi önermiç ve kavramsal deyilerle
sözdizimsel deyiler arasinda bagintiyi araçtirmanin her durumda
dilbilgisi uzmaninin görevi oldugunu düçünmüçtür. Ayni görüç
örnegin Hjemstev ve Bröndal gibi baçka bilginler tarafindan da
dile getirilmiçtir.
ÍKÍLÍ BÍR TUTUMLA YOLA DEVAM ETMEK:
Insan konuçmasinin karmaçik ve çaçirtici labirenti içinde bize yol
gösterecek Ariadneinkine benzer bir ipucu bulabilmek 'için
yolumuza ikili bir tutumla devam etmemiz gerekir. Bir mantiksal
ve dizgesel ya da bir süredizimsel ve genetik düzen bulmaya
çaliçabiliriz. Ikinci durumda tek tek deyimleri ve çeçitli dilbilimsel
tipleri geriye, daha önceki göreli olarak basît ve biçimsiz evreye
dogru izlemeye çaliçiriz. 19. yüzyil dilbilimcileri çok kez bu
türden giriçimlerde bulunmuçlardir. Çünkü bu yüzyilda, insan
konuçmasinin çimdiki biçimine eriçmeden önce, içinde hiçbir
belirli sözdizimsel ya da biçimbilimsel biçimin bulunmadigi bir
evreden geçmek zorunda kalmiç oldugu kanisi yaygindi. Diller
baçlangiçta basit ögelerden tek heceli sesleden oluçmuçlardi.
Romantizm bu görüçü tuttu. A.W. Schlegel; dilin daha önceki
düzenlenmemiç çekilsiz bir durumdan geliçtigini savunan bir
kuram ortaya atti. Dil bu durumdan belirli bir düzene, baçka
daha geliçmiç evrelere, bir soyutlayici, bir birleçtirici, bir
bütünleyici evreye geçmiçtir. Schlegel'e göre bütünleyici diller
bu' evrim içinde son basamaktirlar; onlar gerçek organik
dillerdir. Tam bir betimsel çözümleme bu kuramlarin kendisine
dayandigi kaniti pek çok durumlarda ortadan kaldirmiçtir.
Genellikle tek heceli köklerden oluçan bir dil örnegi...olarak sözü
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
15 -~ 22 19.11.2008 19:18
edilen Çince ele alindikta bu dilin çimdiki soyutlayici evresinden
önce bükünleyici bir evrenin- geldigini göstermek olasiligi vardir.
Biçimsel iliçkilerin anlâtimi örnegin özne ile tümleç, nitelik ve
yüklem arasindaki ayrim dilden dile büyük ölçüde degiçtigi halde
biçimsel veya yapisal ögelerden yoksun hiçbir dil bilmiyoruz.
Biçim olmaksizin dil yalnizca çok kuçku götürür bir tarihsel yapi
görünümüne sahip olmakla kalmaz ayni zamanda çeliçik bir
terim de olur. En uygarlaçmamiç uluslarin dilleri bile kesinlikle
biçimsel degildir. Tersine bu diller pek çok örneklerde çok
karmaçik bir yapi sergilerler. Dünya dillerine iliçkin çok geniç bir
bilgiye sahip modern bir dilbilimci olan A. Millet, bilinen hiçbir
deyimin bize ilkel dilin nasil bir dil olabilecegi konusunda en ufak
bir fikir bile vermedigini öne sürmüçtür. Insân konuçmasinin
tüm biçimleri insansal duygu ve düçünceleri açik' ve yerinde bir
tutumla dile getirmeyi baçardiklari sürece yetkindirler. Nasil
bizim kendi dillerimiz incelmiç ve özentili kültürümüzün amaçlari
ile uygunluk içindeyseler ilkel denilen diller de ayni çekilde ilkel
uygarligin koçullari ve ilkel anligin genel egilimi ile uygunluk
içindedirler.
Örnegin Bantu ailesinden olan dillerde her ad belirli bir sinifa
aittir ve bu siniflardan her biri kendine özgü bir örnekle
karakterize edilir: Bu örnekler yalnizca adlarin kendilerinde
görünmekle kalmazlar, tümcenin ada iliçkin tüm öteki
bölümlerinde de çok karmaçik bir uyumlar ve uygunluklar
dizgesine uygun olarak yinelenmeleri gerekir.
Tek tek deyimlerin çeçitliligi ve dilbilimsel tiplerin ayni cinstenligi
onlara felsefi ya da bilimsel bir görüç açisindan bakmamiza göre
çok ayri bir içik altinda görünür. Dilbilimci bu çeçitlilik içinde
neçelenir; insan konuçmasinin okyanusuna gerçek derinligini
bulmayi ummaksizin dalar. Felsefe ise her çagda bunun karçiti
olacak çekilde hareket etmiçtir. Leibniz, bir Characteristica
generalis olmaksizin hiçbir zaman bir Scientia Generalis
bulamayacagimizi Vurgulamiçtir. Modern simgesel mantik ayni
egilimi izlemektedir. Ama bu görev yerine getirilseydi bile, bir
insan kültür felsefesi yine ayni sorunla karçilaçmak zorunda
kalacakti. Bir insan kültür araçtirmasinda biz olgulari tüm
çeçitlilik ve ayrimlariyla kendi somut biçimleri içinde kabul etmek
zorundayiz. Dil felsefesi burada her simgesel biçimin
incelenmesinde ortaya çikan ayni ikilemle karçi karçiyadir. Bütün
bu biçimlerin en yüksek, gerçekte de biricik görevleri insanlari
birleçtirmektir. Ama hiçbiri bu birligi insanlari ayni zamanda
bölüp ayirmaksizin oluçturamaz. Böylece kültürün uyumunu
güvence altina almak amaciyla yapilan çey, en derin
uyumsuzluklarin ve anlaçmazliklarin kaynagi olur. Bu, büyük
çatiçki, dinsel yaçamin diyalektigidir. Ayni diyalektik insan
konuçmasinda da görülür. Konuçma olmasaydi hiçbir insan
toplumu olamazdi. Buna karçin, böyle bir toplum için
konuçmalarin çeçitliliginden daha önemli bir engel de olamaz.
Söylence (myth) ve din, bu çeçitliligi zorunlu ve kaçinilmaz ' bir
olgu olarak görmeyi yadsir. Bu insanin özgün yapisi ve
nesnelerin dogasindan çok insanin bir yanliçina yada suçuna
yükler. Söylencebilimlerin çogunda Incil'deki Babil Kulesi
öyküsüne çaçirtici benzerliklerle karçilaçmaktayiz. Modern
dönemlerde bile insan, içinde tüm insanligin tek dile sahip
oldugu o altin çag için büyük bir özlem duymayi hep
sürdürmüçtür. 0, geriye ilk durumuna sanki yitirilmiç bir cennete
bakarmiç gibi bakar. Çimdi eski bir düç olan Lingua Ademica
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
16 -~ 22 19.11.2008 19:18
(Adem dili) yani yalnizca uzlaçimsal göstergelerden oluçmayip
nesnelerin asil doga ve özlerini dile getiren bir dil olarak insanin
ilk atalarinin gerçek dili artik felsefe alaninda bile tümüyle
ortadan kalkar. Bu Lingua Ademica sorunu 17. yüzyilin felsefeci
düçünürleri ve gizemcileri tarafindan (mistik) tartiçilmasi önemle
sürdürülen bir konu olmuçtur.
Yine de gerçek dil birligi, eger böyle bir birlik varsa özdeksel bir
birlik olamaz; bu birlik daha çok içlevsel bir birlik olarak
tanimlanmalidir. Böyle bir birlik özdeksel veya biçimsel bir
özdeçligi önceden varsaymaz. Iki ayri dil karçit açiriliklari kendi
sesbilgisel dizgelerine ve kendi söz bölümleri dizgelerine göre
dile getirebilirler.
Bu, onlarin konuçan bir toplumun yaçaminda ayni görevi
baçarmalarini engellemez. Burada önemli .olan nokta, araçlarin
çeçitliligi. olmayip erek için yeterlilikleri ve erege olan
uygunluklaridir. Bu ortak erege bir dilbilimsel tipte bir baçka
,dilbilimsel tiptekinden daha yetkin bir çekilde eriçildigini
düçünebiliriz. Özel deyimlerin degeri üzerinde yargi vermekte
isteksiz olan Humboldt bile genel olarak konuçuldukta bükünlü
(Flexional) dilleri bir tür örnek hem de yetkin örnek sayiyordu.
0'na göre bükünlü biçim, die einzig gesetzmüssige form, yani
tümüyle tutarli olup kesin kurallar izleyen biricik biçimdir.
Modern dilbilimciler bizi bu türden yargilara karçi uyarmiçlardir.
Onlar bize dilbilimsel tipleri degerlendirmek icin ortak ve tek bir
ölçü'tümüz olmadigini söylerler.. Tipleri karçilaçtirirken biri
ötekilere göre belirli üstünlüklere sahipmiç gibi görünebilir ama
daha yakindan bir inceleme bizi genellikle belli_bir tipin ekçikligi
olarak adlandirdigimiz çeyin baçka degerlerle
denkleçtirilip_dengelenebilecegine inandirir. Sapir eger dili
anlamayi istiyorsak kendimizi aliçilmiç degerlemelerden kurtarip
Ingilizceye de Hotanto diline de ayni serinkanli amâ merakli
tarafsizlikla bakmamiz gerektigini öne sürüyor~. Eger nesnelerin
verilen ya da hazir düzenini eçlemlemek ya da öykünmek dilin
görevi olsaydi böyle bir tarafsizligi çok güç saglayabilirdik. Iki
ayri eçlemden biri daha iyi; yani özgününe daha yakin öteki ise
daha uzaktir gibi bir sonuçtan kaçinamazdik. Ama eger
konuçmaya yalnizca üretici bir içlevden çok zenginleçtirici ve
yapici bir içlev verirsek hayli degiçik bir yargilama yapabiliriz.
Böyle bir durumda en büyük önemi dilin `´içi´´ degil ama `´gücü´´
taçir.'Insan bu gücü ölçmek için yalnizca ortaya koyduklarini,
ürünü ve kesin sonuçlarini inceleme~ yerine; dilbilimsel sürecin
kendisini araçtirmalidir.
Ruhbilimciler insan konuçmasinin gerçek özünü kavramaksizin
insan anliginin geliçmesine iliçkin bilgilerimizin yarim yamalak ve
yetersiz kalacagini vurgulamakta birleçiyorlar. Ama konuçma
psikolojisinin yöntemlerine iliçkin önemli kuçkular hâlâ yerlerinde
durmakta. Olaylari ister ruhbilim ya da sesbilgisi (phonetic)
laboratuvarinda inceleyelim, ister yalnizca içebakiç yöntemlerine
dayanalim bu olaylarin degiçmez bir çekilde hep tüm düzenleme
(stabilization) çabalarina karçi çikacak kadar çabuk yiten, akici
olaylar olduklari izlenimini aliyoruz. Öyleyse, konuçmayan bir
yaratiga (örnegin konuçmanin kazanilmasindan önceki insana ya
da hayvana) yükledigimiz anliksal tavirla ana dilini ustaca
ögrenmiç olan bir yetiçkin'i belirleyen o öteki anliksal çerçeve
arasindaki temel ayrim nereden oluçuyor?
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
17 -~ 22 19.11.2008 19:18
ÇOCUK
Hiç kuçku yok ki bu soruyu konuçmanin geliçiminin olagandiçi
örneklerine dayanarak yanitlamak daha kolay olur. Helen Keller
ve Laura Bridgman örneklerini incelememiz konuçmanin
simgeselliginin ilk kavraniliçiyla çocugun yaçaminda gerçek bir
devrim oldugu olgusunu bize göstermiçti.
Bu noktadan sonra çocugun tüm kiçisel ve anliksal yaçami
bütünüyle yeni bir biçim kazanmiçti Kabaca dendikte bu
degiçiklik çocugun daha öznel bir durumdan nesnel bir duruma
yalnizca duygusal olan bir tutumdan kuramsal bir tutuma geçtigi
söylenerek betimlenebilir: Ayni degiçiklik, çok daha az hissedilir
olsa bile her olagan çocugun yâçaminda görülebilir. Çocugun
kendisi bu yeni aracin anliksal geliçmesi için taçidigi anlami
apaçik bir çekilde sezer. Artik salt alici bir tavirla kendisine bir
.çeyler ögretilmesi onu doyurmaz: Ayni zamanda geliçmiç bir
nesnelleçtirme (objektification) süreci olan konuçmâ sürecinde
etkin bir rol alir. Helen Keller ve Laura Bridgman'in ögretmenleri
her iki çocugun da adlarin yararini bir kez anladiktan sonra
çevrelerindeki tüm nesnelerin özel adlarini sormayi nasil büyük
bir istek ve sabirsizlikla sürdürdüklerini bize anlatmiçlardi. Bu.
da konuçmanin olagan geliçimindeki bir genel özelliktir: D.R.
lV,fajor "çocuk yirmi üç aylik olur olmaz sanki baçkalarina
onlarin adlarini anlatmak ya da incelemekte oldugu çeylere
dikkatimizi çekmek istermiç gibi nesneleri adlandirma
konusunda bir tür taçkinlik (mania) durumuna girdi. Bir çeye
bakip onu gösteriyor ya da elini onun üzerine koyup adini
söylüyor sonrâ da çevresindekilere bakiyordu¨â diyor. Böyle bir
durum eger adin çocugun anliksal geliçiminde yerine getirecek
çok önemli bir içlevi oldugu olgusu bilinmeseydi anlaçilamazdi.
Eger bir çocuk konuçmayi ögrenirken yalnizca belli sözcükleri
ögrenmek zorunda olsaydi ve bunun için de büyük bir yapay ve
keyfi sesler kalabaligini anlik ve bellegine içleme durumunda
bulunsaydi bu salt düzeneksel bir süreç olurdu. Bunun sonucu
.olarak kendisinden yapmasi beklenen çey gerçek dirimbilimsel
gereksinmelerden tümüyle kopuk oldugu için çocugun bu içi belli
bir Isteksizlik duymadan yapmasi çok güç ve yorucu bir iç
olacagi gibi çok büyük bir bilinçli çabayi da gerektirecekti. Oysa
her olagan çocukta. belli bir yaçta ortaya çikan ve tüm ,çocuk
ruhbilimi araçtiricilarinca betimlenmiç olan o adlâra karçi duyulan
açlik¨ bunun karçitini kanitliyoruz. Bu bize burada çok degiçik bir
sorunla yüz yüze oldugumuzu animsatiyor. Çocuk nesneleri
adlandirmayi ögrenmekle daha önceden sahip oldugu hazir
deneysel nesnelerin bilgisine yalnizca bir yapma göstergeler
dizgesi eklemekle kalmaz. 0 daha çok bu nesnelerin
kavrâmlarini biçimlendirmeyi. ve nesnel dünya ile iliçki kurmayi
ögrenir. Bundan böyle o artik daha saglam bir temel üzerinde
durmaktadir. Çünkü kaypak, belirsiz, akici algilari ve bulanik
duygulari yeni bir biçim almaya baçlar. Onlarin belirli bir merkez,
bir düçünce odagi olarak adin çevresinde billurlaçtiklar~
söylenebilir. Nesnelleçtirme sürecinde yapilmiç olan her yeni
geliçme, adin yardimi olmasaydi her zaman bir sonraki anda
yeniden yitme tehlikesi ile karçi karçiya kalacakti. Çocugun
bilinçli olarak kullandigi ilk adlar kör bir adamin yardimiyla
yolunu buldugu bir degnekle karçilaçtirilabilir. Ve böylece bir
bütün olarak ele alindikta dil, yeni bir dünyaya geçiren köprü
olur.
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
18 -~ 22 19.11.2008 19:18
YABANCI DÍL
Yabanci bir dili ögrenirken de kendimizi çocugunkine benzer bir
deneyin konusu yapabiliriz. burada da yeni bir sözcük dagarcigi
edinmek veya soyut dilbilgisi kurallari dizgesini ögrenmek yeterli
degildir. Bütün bunlar zorunludurlar ama yalnizca ilk ve en az
önem taçiyan adimi oluçtururlar. Eger yeni dille düçünmeyi
ögrenmezsek tüm çabalarimiz sonuçsuz kalir. Bu gerekimin
yerine getirilmesi çok kez bize hayli güç gelir. Dilbilimci ve
ruhbilimciler bir çocugun kendi çabasiyla hiçbir yetiçkinin ayni
çekil- de ya da o kadar yetkinlikle yerine getiremedigi bir görevi
baçarmasinin nasil olanak kazandigi sorusunu sik sik
sormuçlardir. Biz bu çaçirtici soruyu belki daha önceki
çözümlemelerimize dayanarak yanitlayabiliriz. Bilinçli
yaçamimizin sonraki .ve daha geliçmiç bir evresinde bizim
insansal konuçma dünyasina girmemizi saglamiç olan süreci
hiçbir zaman yineleyemeyiz. Ilk çocuklugumuzun tazeligi
çevikligi ve esnekligi içinde bu süreç çok degiçik bir anlama
sahipti. Burada yeterince aykiri kanisal olan, gerçek güçlügün
önceki bir dili unutmaktan çok yeni bir dili ögrenmekte ortaya
çikmasidir. Biz artik ilk kez nesnel dünya kavramina yaklaçan bir
çocugun anliksal koçullarina sahip degiliz. Zaten yetiçkin için
nesnel dünya belirli bir biçime sahiptir. Bu biçim, bir ,anlamda
bizim tüm öteki etkinliklerimizi çekillendirmiç olan konuçma
etkinligimizin bir sonucu_dur. Algilarimiz, sezgilerimiz ve
kavramlarimiz ana dilimizin konuçma biçimleri ve terimleri ile
kaynaçmiçtir. Sözcüklerle nesneler arasindaki bagi koparmak için
büyük çabalar gerekir. Bu yüzden, yeni bir dil ögrenmeye
hazirlandigimizda ~ bu türden çabalari göstermek ve iki ögeyi
ayirmak zorunda kaliriz. Bu güçlügü yenme dil ögreniminde her
zaman önemli bir adimi gösterir.
Yabanci bir dilin ruhuna nüfuz ederken yeni bir dünyaya,
kendisine özgü bir anliksal yapisi olan bir dünyaya
yaklaçiyormuçuz izlenimine sahip oluruz. u, yabanci bir ülkeye
yapilan bir keçif gezisi gibidir ve böyle bir geziden saglanan en
büyük kazanç kendi anadilimize yeni bir' içik altinda bakmayi
ögrenmemizdir. Goethe "Wer fremde Sprachen nicht kennt
weiss nichts von seiner eigenen¨ (yabanci dilleri bilmeyen
kendisininki hakkinda hiçbir çey bilmez.) demiçti. Yabanci diller
bilmedigimiz sürece kendi dilimiz konusunda da bir anlamda
bilgisizizdir. Çünkü onun özgül (specific) yapisini ve ayirici
özelliklerini göremeyiz. Bir degiçik diller karçilaçtirmasi, hiçbir
tam eçanlamlinin bulunmadigini bize gösterir. Iki ayri dilin
birbirine uyuçan terimleri pek ender olarak ayni nesne veya
eylemleri dile getirirler. Onlar birbirinin içine giren ve bize kendi
yaçantimizin degiçik boyutlari ile çok renkli görüçlerini veren ayri
alanlari kapsarlar.
Bu düçünce eger degiçik dillerde özellikle de ayri dilbilimsel
tiplerde kullanilan siniflandirma yöntemlerini incelersek açiklik
kazanir.
Bir nesneye ya da eyleme bir ad takinak onu belli bir sinif
kavrami altina koymak demektir. Eger bu belli bir sinif kavrami
altina koyma içlemi nesnelerin dogasinca ilk ve son kez
buyurulmuç olsaydi, biricik (unique) ve tekbiçimli bir- çey
olurdu. Oysa insan konuçmasinda ortaya çikan adlar böyle
degiçmeyen bir tavir içinde yorumlanamazlar. Onlar tözel
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
19 -~ 22 19.11.2008 19:18
çeyleri, kendi baçlarina varolan bagimsiz varliklari göstermek
üzere düzenlenmemiçlerdir. Onlar daha çok insansal ilgi ve
amaçlarca belirlenirler. Ama bu ilgiler degiçmeyen belirlenmiç
ilgiler olmadiklari gibi insan konuçmasinda bulunacak olan
siniflamalar da rastgele yapilmamiçtir. Onlar duyusal yaçantimiz
içindeki bazi sürekli ve yinelenen ögeler üzerinde
temellendirilmiçlerdir. Bu yinelenmeler olmasaydi dîlbilimsel
kavramlarimiz için ne ayak basacak bir yer ne de bir destek
noktasi bulunamazdi. Ama algisal verilerin birleçtirilmesi ya da
ailmasi bir ilgi çerçevesinin özgül seçimi üzerine dayanir.
Bölümleme ve alt bölümlemelerimizin kendisine göre
yapilabilecegi hiçbir ' kesin; ' önceden kurulmuç çizem (scheme)
yoktur. Çok yakin bir benzerligi olan ve genel yapilari uyuçan
dillerde bile özdeç adlar bu- lamayiz. Humboldt'un belirttigi gibi
aya karçilik olarak kullanilan Grekçe ve Latince terimler ayni
nesneyi gösterdikleri halde ayni amaç ve kavrami dile
getirmezler. Grekçe (men) terimi ayin zaman ölçme içlevini;
Latince (luna, luna) terimi ise ayin durulugunu ve parlakligini
gösterir. Böylece biz apaçik bir çekilde söz konusu nesnenin iki
çok degiçik özelligini ayirip dikkati onlarin üzerine çekmiç oluruz.
Ama edimin kendisi; yani yigiçma (concentration) ve toplaçtirma
süreci (condensation) aynidir.
NESNENÍN ADI VE DOGASI
Bir nesnenin adi onun dogasi üzerinde hiç bir hak iddia edemez.
O, Füsei on olarak, bize nesnenin dogrulugunu (hakikatini)
vermek üzere amaçlanmamiçtir. Bir adin içleviyle her zaman bir
nesnenin özel bir yönünü ,vurgulamak üzere sinirlanmiçtir.
içte-âdin degeri de kesinlikle bir belirleme ve sinirlamaya
dayanir. Bir adin içlevi somut bir durumu ayrintili olarak
göstermek olmali onun yalnizca belli bir yönünü seçip almak bu
yön üzerinde durmaktir. Bu yönün ayrilmasi olumlu bir edimdir.
Çünkü ad verme ediminde ~biz duyu verilerimizin çeçitliligi ve
ayrintilari arasindan belli kesin algi merkezlerini seçeriz. Bu
merkezler mantiksal ya da bilimsel düçünce merkezleri gibi
degildirler. Günlük konuçma terimleri bilimsel kavramlarimizi dile
getirdigimiz terimleri ölçen ölçütlerle ölçülmemelidir. Günlük
konuçmanin sözcükleri bilimsel terimler dizgesi ile
karçilaçtirildiklarinda her zaman bir belirsizligi sergilerler. Hemen
hemen tümü çok belirsiz, yanliç tanimlanmiç ve bir mantiksal
çözümleme denemesine dayanamayacak sözcüklerdir. Ama
günlük terimlerimiz ve kullandigimiz adlar bu kaçinilmaz ve
yapilarindan dogan eksikliklerine karçin bizi bilimsel kavramlara
götüren yol üzerindeki kilometre taçlaridirlar; dünyaya iliçkin ilk
nesnel ya da kuramsal görüçümüzü bu terimlerle ediniriz.
Böyle bir görüç yalnizca "verilmiç" olan bir görüç olmayip dilin
sürekli yardimi olmaksizin eregine eriçemeyecek olan yapici bir
anliksal çabanin sonucudur.
Ama, böyle bir erek rasgele eriçilecek bir erek degildir. Daha
yüksek soyutlama düzeylerine, daha genel ve kuçatici adlara ve
idelere yükseliç güç ve çok çaliçmayi gerektiren bir içtir. Dilin
çözümlenmesi bize sonunda bu için baçarilmasina yol açan
anliksal süreçlerin özvapisini incelemek için bol gereç saglar.
Insan konuçmasi nisbeten somut bir durumdan daha soyut bir
duruma dogru geliçir. Ilk adlarimiz somut adlardir, Hepsi özel
olgularin veya eylemlerin kavranilmasiyla ilgilidirler. Somut
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
20 -~ 22 19.11.2008 19:18
yaçantimiz- da buldugumuz tüm ayirti veya ayrintilar inceden
inceye ve uzun uzun betimlenirler ama artik bir cins altinda
toplanmazlar. Hammer-Purgstall Arapçada deve için kullanilan
çeçitli adlari birer birer saydigi bir makale yazmiçtir. Bu yaziya
göre bir deveyi betimlemek için kullanilan terimlerin sayisi
beç-alti binden az degildir. Buna karçin bu terimlerden hiç biri
bize genel dirimbilimsel bir kavram vermemektedir. Bu
terimlerin hep si hayvanin biçimi; büyüklügü, rengi, yaçi ve
yürüyüçüyle ilgili ayrintilari dile getirir, Bu bölümlemeler henüz
herhangi bir bilimsel veya dizgesel siniflandirmadan çok
uzaktirlar. Ama birbirinden çok ayri amaçlar için iç görürler. Yerli
Amerikali boylarin çogunun dillerinde özel, bir eylem, örnegin
yürüme veya vurma için çaçirtici bir terimler çoklugu ile
karçilaçiyoruz. Bu gibi terimler birbirlerine karçi bir alt
siralamadan (subordination) çok bir bitiçiklik iliçkisi taçiyorlar.
Yumrukla vurmayi betimlemek için el ayasiyla vurmayi
betimlerken kullanilan ayni terim kullanilamiyor. Bir silahla
vurma ise kirbaç veya degnekle vurma için kullanilan- dan bâçka
bir adi gerektiriyor'. Karl von den Steinen Bakairi dilini. (Orta
Brezilya'daki kizilderili boylarinin konuçtugu dil) betimlerken bu
dilde papagan ya da hurma agaci cinsini dile getirecek bir ad
bulunmadigi halde her papagan ve hurma agaci türünün kendi
özel adi, oldugundan söz ediyor. Steinen diyor.ki: Bakairiler
kendilerini çok sayida özel kavramlara .o kadar çok baglarlar ki
ortak özyapilara hiç ilgi duymazlar. Gereçlerin bollugu içinde
bogulmuçlardir ve bu gereçleri ekonomik çekilde kullanamazlar.
Uydurduklari sözcüklerin sayisi azdir ama bu kadariyla bile
yoksul olmaktan çok, açiri zengin olduklarinin söylenmesi
gerekir". ,Gerçekte verilen bir dilin zenginligini ya da
yoksullugunu ölçebilecegimiz tek- biçimli bir ölçü yoktur. Her
siniflandirma özel gereksinmelerce yönetilir ve zorla kabul
ettirilir. Bu gereksinmelerin inçanin toplumsal ve kültürel
yaçaminin degiçik koçullarina göre degiçtigi de apaçiktir. ilkel
uygarlikta nesnelerin somut ve özel yönlerine ilgi zorunlu olarak
egemendir. •nsan konuçmasi her zaman insan yaçaminin belli
biçimlerine uyar ve onlarla eçittir. Bir kizilderili boyunda yalnizca
`´tümellere´´ilgi ne olanakhdir ne de gereklidir. Nesneleri
görülebilen belli avirtkanliklariyla avirdedebilmek hem daha
önemli hem de yeterlidir.
Bati ailesinden olan dillerde en az yirmi ad cinsi sinifiyla
karçilaçiyoruz. Örnegin Algonquian gibi yerli Amerikan boylarinin
dillerinde bazi .nesneler canli cinse, bazilari ise cansiz cinse
iliçkindir. Burada ilkel düçüncenin görüç açisindan bile bu
ayrimin niçin özel bir ilgiyi gerektiren ve yaçamsal bir önem
taçiyan bir ayrim olarak ortaya çikmasi gerektigini anlamak
kolaydir. Bu ayrim gerçekten bizim soyut mantiksal sinif
adlarimizda dile getirilenden çok daha öz yapisal ve çaçirticidir.
Somut adlardan soyut adlara ayni yavaç geçiç nesnelerin
niteliklerine ad verme içlerinde de incelenebilir. Pek çok dillerde
bir renk adlari bollugu ile karçilaçiyoruz. Bu dillerde bizim -mavi,
yeçil, kirmizi ve b.g.- genel terimlerimiz bulunmadigi halde
verilen herhangi bir rengin her tek tek ayirtisinin kendine özgü
bir adi var. Renk adlari nesnelerin dogasina göre degiçiyor.
Örnegin gri yerine geçen bir sözcük yünden veya kazlardan; bir
baçkâsi atlardan, bir digeri sigirlardan ve yine bir digeri
insanlarin saçindan ya da belli baçka hayvanlardan söz ederken
kullanilabiliyor. Ayni çey sayi deyisi (kategorisi) için de geçerli;
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
21 -~ 22 19.11.2008 19:18
degiçik nesne siniflarini göstermek için degiçik sayilara
gereksinme duyuluyor.
Bundan ötürü insan konuçmasinin geliçmesinde evrensel
kavramlara ve- deyilere yükseliçi çok yavaç olarak ortaya
çikiyor. ama bu yöndeki her yeni geliçme algisal dünyamizin
daha kuçatici bir çekilde incelenmesinin yönünün daha iyi.
belirlenip düzenlenmesine yol açiyor.
Ínsan Üzerine Bir Deneme
Ernst Cassirer
!"#$%$: Nejla Arat
Remzi Kitabevi
FelseIe Ekibi ~~ Insan Üstüne Bir Deneme - Dil http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷115
22 -~ 22 19.11.2008 19:18
Özne GöstergebiIimi
ÖZNE GÖSTERGEBÍLÍMÍ
Yildiz Teknik Üniversitesi
Sündüz ÖZTÜRK KASAR
(Sündüz ÖZTÜRK KASAR,1979-1983 yillarinda Istanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi´nde Fransiz Dili Egitimi gördü.
1983´te Fransa´ya gitti ve 1983-1984 ögretim yilinda
Franche-Comté Üniversitesi (Besançon) Uygulamali Dilbilim
Merkezi´nde lisans üstü çaliçma yapti. Sonra Paris´e geçti ve
Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales´e 1984-1985
yillarinda Algirdas Julien Greimas´la yazinsal göstergebilim
alaninda DEA, 1985-1990 yillarinda da Jean- Claude Coquet ile
doktora yapti. L´Univers balzacien sous le double point de vue
narratologique et sémiotique adli doktora tezi Lille Universitesi
tarafinan basildi. 1993´te Yapi Kredi Yayinlari´nin hazirladigi
Kazim Taçkent Klasik Yapitlar Dizisi çerçevesinde Maurice
Blanchot´nun L´Espace littérer adli yapitini Yazinsal Uzam
baçligiyla Türkçeye çevirdi.¨ Roland Barthes- S/Z¨ nin çevirisi de
ayni yayinevi tarafindan basildi. 1994´ten beri Yildiz Teknik
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fransizca Mütercim
Tercümanlik Bölümü´nde ögretim üyeligi yapmaktadir.)
(Dogumunun 100. yilinda Emile Benveniste´i anmak üzere
düzenenen seminer metninin özetidir. Söylem, Göstergebilim ve
Çeviri adini taçiyan seminer, Fransa´dan ünlü göstergebilimci
Jean-Claude Coquet´nin de katilimiyla 16-17 Mayis 2002 de
gerçekleçtirilmiçtir.)
Paris Göstergebilim Okulu Greimas´in baçkanliginda çok uzun
yillar, 1992´de Greimas´in ölümüne kadar onun izinde çaliçmalar
yapiyor. Onun hemen yani baçinda, sürekli onun çaliçma
arkadaçi olan bir baçka araçtirmaci, göstergebilimci var:
Jean-Claude Coquet Arkadaçliklari, ortak çaliçmalari
1964´lerde Poitiers Üniversitesinde baçliyor. Greimas 1958-1962
yillarinda Türkiye´de dört yil geçirdikten sonra Fransa´ya
dönüyor. Türkiye´de bulundugu dört yil boyunca Ankara
Üniversitesi´nde, son iki yil da hem Ankara hem Istanbul
Üniversitelerinde ders veriyor. Asistanlarini yetiçtiriyor.
Fransa´ya dönüp Poitiers Üniversitesi´nde çaliçmaya baçliyor.
Fransa´ya döner dönmez ilk yaptigi iç Sémantique structurale
adli çok önemli kitabini yazip 1966´da yayinlamak . Poitiers
Üniversitesi´nde Coquet´yle birlikte çaliçiyorlar. Coquet genç bir
asistan o dönemde. Ortak çaliçmalari baçliyor. Paris´e geliyorlar.
Ecole de Hautes Etudes´de göstergebilim çerçevesinde yapilan
çaliçmalar baçliyor.
1992´de Greimas öldükten sonra bu çaliçmalarin baçkanligini
Coquet üstlendi ve onun ardindan da Fransiz göstergebilimi
Coquet yönünde gitmeye baçladi. Hatirlarsaniz, birkaç yil önce
Jacques Fontanille gelmiçti Istanbul Üniversitesi´ne. Ben
doktorami yaptigim dönemden Jacques Fontanille´i çok iyi
animsiyorum. Greimas´in en yakin izleyiciydi, çok gençti o
dönemde. Onun en siki takipçisiyken birkaç yil önce Istanbul
Üniversitesi´nde verdigi seminerlerde artik Coquet´nin çizgisine
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
1 -~ 12 19.11.2008 19:28
döndügünü gördüm hatta kendisine de söyledim. "Monsieur
Fontanille, siz çizgi degiçtirmiçsiniz, çimdi Coquet yönünde
çaliçmalar yapiyorsunuz¨ dedim. O da bana " Vous savez, M.
Coquet le dit aussi: avant, il y avait la sémiotique objectale avec
M. Greimas, mais maintenant il y a la sémiotique subjectale
avec moi¨. Fransizca bilmeyenler için tercüme edeyim. "Evet,
gerçekten böyle ama Fransa´da herkesin durumu bu ve Coquet
de diyor ki "benden önce Greimas´la birlikte nesne
göstergebilimi vardi Fransa´da, ama bugün benimle birlikte özne
göstergebilim var¨¨. Çimdi nedir nesne göstergebilimi? Nedir
özne göstergebilimi?
Jean-Claude Coquet her iki yaklaçimda da, standart
göstergebilimi kuran kavramlarin büyük bir çogunlugunun ortak
oldugunu belirtiyor ve aralarindaki farkliligin bakiç açisi farkliligi
oldugunu söylüyor. Coquet bunun bir karçitlik olmadiginin
yalnizca bir farklilik, bir bakiç açisi farkliligi oldugunun altini
çiziyor. Öyleyse her iki yaklaçimin kökenlerine bakalim.
Nesne göstergebilimin kökeninde ne var?
Nesne göstergebilim kökeninde daha önce de söyledigim gibi
Saussure var. Ama çok büyük oranda da Hjemslev var.
Hjelmlev dili bir soyutlama olarak görüyor. Ama bir o kadar da
Rus yazinbilimci Vladimir Propp var. Propp yazmiç oldugu
Masalin biçimbilimi adli kitabinda olaganüstü masallarin belli
yapilara indirgenebilecegini, bu masallarda ortak olarak
karçimiza çikan belli içlevler oldugu söylüyor. Bunlari kategorize
ediyor. Bu yaklaçimin çikiç noktasinda sembolik mantik da var.
Baktigimizda birçok mantiksal, matematiksel çemalar, formüller
karçimiza çikiyor. Böyle bir sembolik mantik temeli de var. Çunu
söylemeden geçemeyecegim Greimas Istanbul´da, Istanbul
Üniversitesi Felsefe bilimi hocalarindan Nusret Hizir´la taniçiyor
ve kendisinden çok büyük oranda etkileniyor. Nusret Hizir´la
yapmiç oldugu tartiçmalar, konuçmalar - Nusret Hizir bir
mantikçi ve felsefeci- onu derinden etkiliyor. Sanirim onun da
etkisi var bu sembolik mantik yaklaçiminda. Greimas, Coquet´nin
deyimiyle "büyük bir düçünce kâçifi¨. Yapitlarinda bunu görmek
mümkün.
Özne göstergebiliminin kökenlerine gelince... Coquet
kendi dogrultusunu Aristo´ya kadar götürüyor. Ilk
görüngübilimci, ilk fenemonolog Aristoteles´tir diyor. Bir de
Benveniste´in etkisi çok önemli. (Saussure modern dilbilimin
kurucusuysa bence Benveniste de modern dilbilimin geliçmesi
için en çok çey yapmiç, en çok en fazla katkida bulunmuç
dilbilimcilerdendir. Bu anlamda Benveniste´in de öneminin
bilinmesi gerekiyor. Benveniste´in katkisini her yerde, her
firsatta söylüyorum. Ögrenciler yaptigimiz derslerden hatirlarlar.
Nasil ki, Prag Dilbilim Okulunun, yapisalciligin ve sesbilimin
oluçmasinda önemli bir rol oynamiçsa ve nasil sesbilim diger
dilbilim dallarinin geliçmesine örnek oluçturmuçsa, sözceleme
dilbilimi de modern dilbilimi günümüzde ulaçtigi noktaya
taçimiçtir.)
Özne göstergebiliminin kökeninde "phénoménelogue¨lar yani
Türkçe´siyle görüngübilimciler de var: Maurice Merleau-
Ponty, Paul Ricæur gibi görüngübilimci düçünürlerin de etkisi
var. Coquet ayni zamanda, derinlemesine psikanaliz okumuç ve
incelemiç biri; Freud ve Lacan´in görüçlerine de göndermeler
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
2 -~ 12 19.11.2008 19:28
yapiyor çaliçmalarina. Ama özellikle Julia Kristeva ´dan çok
etkileniyor. Kristeva psikanalizi aslinda göstergebilime, gösterge
çözümlemesine uyarlamiç. Iki alan arasinda bir etkileçim
sagliyor. Ve hatta sémanalyse [göstergeçözümleyim] dedigi bir
alan oluçturmuç. Evet, özne göstergebiliminin temelleri böyle.
Görüldügü gibi, Greimas´in ve Coquet´nin düçünceleri ve bakiç
açilari bir hayli farkli temeller üzerine oturuyor. Dolayisiyla
ilerleyecegi yolun da farkli olmasi çok da çaçirtici olmasa gerek.
Göstergebilimin kökenindeki Saussure anlayiçi aslinda bir
anlamda dildeki içkinlik kuramina dayaniyor. Saussure "dili kendi
içinde ve kendisi için¨ incelemekten söz ediyor. O dönem için,
baçlangiç dönemi için en azindan bir dilbilimcinin yapmasi
gereken çeyin dili kendi içinde ve kendisi için incelemek
oldugunu söylüyor. Bu nedenle zaten, söz olgusuyla
ilgilenmiyor. Kendisini o soyut dizgeyle, dil dizgesiyle sinirliyor.
Benim yaptigim sadece dil dilbilimidir, diyor. Biraz içte
Greimas´in göstergebilim kökeninde de bu içkinlik kavrami var.
Coquet yazdigi bir makalede, Greimas´a göre göstergebilimcinin
izlemesi, belirlemesi gereken tutumun ["la règle de bonne
conduite¨] çu oldugunu söylüyor: "Tout le texte, rien que le
texte, rien hors du texte¨. Gerçekten Greimas
göstergebiliminde, göstergebilimcinin inceleyecegi çey, "yalnizca
metin, tümüyle kendi bütünlügü içinde metindir ve metnin
diçinda da hiçbir çey degildir¨. Böylece, göstergebilimcinin
sinirlarini çok kesin bir biçimde çiziyor Greimas. Coquet´nin
yönelimine bakalim. Burada ne var? Bir fenomolojik bakiç açisi
var. Dil insan gerçeginden ayrilmaz. Dil ile gerçekligin içiçe
geçmiç iki kavram oldugunu ve birbirinden ayrilamayacagini
söylüyor. Burada, çok belirgin bir biçimde Benveniste´in etkisi
var. Benveniste dilin bir araç oldugu düçüncesine pek sicak
bakmiyor. Araçlar tanimi geregi insan tarafindan icat edilmiç
çeylerdir, oysa dil insan tarafindan icat edilmedigi gibi insan
dogasinin, insan gerçeginin ayrilmaz bir parçasidir, diyor
Benveniste. (Benveniste, 1966: p.259)
Saussure "dil bir töz degil, bir biçimdir¨ demiçti. Bu anlayiça
göre, dil bir biçim yani içinde barindirdigi ögeler arasinda
gerçekleçen bagintilarin belirledigi bir yapi; töz de bunun
diçinda kalan herçey. Greimas göstergebilimi de kendini biçimle
sinirlandirmiçti. Oysa, Coquet yalnizca yapilarin olmadigini,
tözün de için içine girdigini söylüyor. Dil söz konusu oldugunda
töz yaçadigimiz dünyadan, gerçeklikten baçka bir çey degil.
Özne göstergebilimi çerçevesinde, tözle biçimin birbirine
baglanmasi gerekiyor. Dolayisiyla dili incelerken, onun arkasinda
olan gerçekligi de görmemiz gerekir. Sadece ve sadece dil
sinirlari içinde kalarak dil incelemesi yapamayiz. Onun bizi
gönderdigi diç dünyayi da, gerçekligi de incelemeliyiz. Bu bizi
söylem kavramina götürüyor. Dil içler hale gelmiçtir. Benveniste
çöyle tanimliyor söylem kavramini: "le langage en action, et
nécessairement entre partenaires¨. Bu çok güzel bir tanim
"zorunlu olarak konuçucularin arasinda içleyen dil¨. Birdenbire
optik degiçtiriyoruz. Metnin sinirlari içinden çikip bu metni
üreten ve bu metnin kendisi için üretildigi kiçilere gidiyoruz.
Yani "ben¨/ "sen¨ kavramlarina gidiyoruz. Bir söylem varsa,
bunun mutlaka bir öznesi var. Bir "ben¨ var, konuçan bir "ben¨
ve onun yöneldigi, hitap ettigi bir "sen¨ var. "Ben¨ / "sen¨ varsa
dil içler hale geliyorsa ister istemez bir konuçma ani da var: yani
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
3 -~ 12 19.11.2008 19:28
"çimdi¨. Kuçkusuz söylemin gerçekleçtigi bir enlem ve bir
boylam da var: yani "burasi¨. Demek ki, "ben¨ / "sen¨, "burasi¨,
"çimdi¨, bunlar söylemi oluçturanlar ögeler, söylemin en temel
belirleyicileri. Bunlara "déictiques" deniyor Fransizca´da;
Türkçe´de "göstericiler". Söylemi ele alirken, söylemin
arkasinda onu gerçekleçtiren, onu geliçtiren özne ve söyleme
dinleyici olarak katilan, dinleyen ve sirasi geldiginde o da söylem
üreten özneyi de mutlaka görmek gerektigini, bununla da
yetinmeyip söylemin oluçtugu yerin de, anin da göz önünde
bulundurulmasi gerektigini söylüyor.
Dilin arkasindaki özne çok önemli ve Benveniste´in dedigi gibi
"özne ancak dil içinde ve dil araciligiyla ortaya çikabilir¨. Çünkü
ancak "ego diyebilen egodur¨. "Est ego qui dit ego¨, diyor
Benveniste. Ben egoyum diyemiyorsa bir varlik zaten ego
olamaz. Öncelikle bunu diyebilmesi lazim. Örnegin hayvanlar,
konuçma yetenekleri yok, ego deme yetileri yok, soyut bilinçleri
de yok; dolayisiyla, bir özne olarak da görülmeleri mümkün
degil. Dil kendi gerçekligi içinde ego kavramini temellendiriyor.
Insanin öznelik yetisini [yani "subjectivité¨ yi burada "öznelik
yetisi¨ olarak anlamak gerek] konuçucunun özne olarak ortaya
çikma yetenegi olarak tanimliyor. Bu öznelik yetisi, bir kiçinin
karçimiza özne olarak ortaya çikabilme yetenegi, özne olabilirligi
Benveniste´in dilbiliminin temelinde oldugu gibi Coquet
göstergebiliminin de özünde yer aliyor.
Coquet özneyi yaptigi için her tür sorumlulugunu taçiyan,
yaptiginin bilincinde, bilinçli bir yargiyla gerçekleçtiren eyleyen
[Fr. Actant] olarak kabul ediyor. Özne göstergebiliminde, söylem
öznesinin ya da bir baçka deyiçle, sözceleme öznesinin ortaya
çikiçi iki açamada gerçekleçir:
1.Birinci açamada, dilsel edim söz konusu: "Ben ben oldugumu
söylüyorum.¨ Coquet ortaya çikma düzlemini [Fr. Plan de la
manifestation] bu biçimde açimliyor.
2.Ikinci açamada, mantik-anlam edimi söz konusu; burada,
özne dile getirmiç oldugu önermenin dogrulugunu kesinler: "Ben
ben oldugumu kesinliyorum; içte benim kimligim.¨ Oluç(tur)ma
düzlemini [Fr. Plan de la construction] de böyle açimliyor
Coquet. (Coquet, DSS, I, p.13-21)
Özne göstergebiliminde bedenin önemli bir yeri var. Yine
görüngübilimsel bakiç açisiyla buluçarak, Coquet bedenin beynin
içleyiçindeki rolünü vurguluyor. Beden "algilayan olarak öznenin
dil kullaniminin temelinde yer aliyor. Çünkü her dil ediminin çikiç
noktasi bedendir. Içigi, renkleri, biçimleri gözlerimizle
görürürüz; sesleri kulaklarimizla duyariz. Duyduklarimizi ve
gördüklerimizi sinirler ve sinir uçlari araciligiyla beynimize
iletiriz. Sesleri üretirken de ses tellerimiz, dilimiz, damagimiz,
diçlerimiz ve dudaklarimiz, ve hatta, burun deliklerimiz,
akcigerlerimiz, soluk borumuz için içine girer. Öznenin diç
dünyayla iliçkisinde ilk harekete geçen bedendir. Beden
algiladiklarini kavramlaçtirmasi için beyne sunar. Böylece,
Coquet Fransiz görüngübilimci Merleau-Ponty´nin görüçünü
paylaçarak "bedenin `yapabilirim´inin kiçinin
`düçünüyorum´undan önce geldigini söyler. (Coquet, 1997: 8)
Bu durumuyla, beden özne göstergebiliminde öznenin ilk oluçum
açamasini gerçekleçtirendir. Böyle bir içlev üstlenen beden Özne
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
4 -~ 12 19.11.2008 19:28
göstergebiliminde çok önemli bir yer tutan "non-sujet¨
kavraminin ilkil biçimi olarak degerlendirilir. Burada, hem
Benveniste´de hem de Coquet´de önemli bir yer tutan instance
kavramina da deginmek istiyorum. Benveniste´te instance hem
bir `söylem edimi´ hem de `söylem edimini gerçekleçtiren´
anlamina geliyor. Coquet´deyse özneyi oluçturan dört bileçenden
herbiri.
Fransizcada "instance¨ teriminin dile getirdigi tüm bu anlamlari
karçilayacak bir terim yok henüz Türkçede; bulunmasi da biraz
zor gibi görünüyor bana. Belki, dile getirdigi farkli anlamlara
farkli karçiliklar bulabiliriz. Benveniste´teki ikili kullanim
karçisinda edim /eden önerilebilir belki. Coquet´deyse durum
farkli; özne göstergebilimindeki instance kavrami biraz da
Freud´ün psikanaliz anlayiçindan yola çikarak oluçturulmuç.
Freud´e göre, kiçilik üç katmandan ya da üç ögeden ya da üç
bölümden oluçmuçtur ve bu katmanlarin, ögelerin, bölümlerin
her biri bir `instance´ tir. Daha açik söyleyeyim: bu alanin
uzmani degilim ancak görebildigim kadariyla, Türkçede
psikanaliz alaninda, Fransizca instance terimi yerine katman,
öge, bölüm gibi karçiliklar kullanilmakta.
Avusturyali nörolog ve psikiyatr Sigmund Freud´ün kurdugu
psikanaliz kuraminda kiçiligi oluçturan bu üç katman ya da öge
ya da bölüm [instance] çunlardir: ilkel benlik, benlik ve
üstbenlik. (Bu kavramlarin açagida verecegim tanimlari Ana
Britannica Ansiklopedisi´nden alinmiçtir.)
* Ilkel benlik [Fr. Ça "bu¨, Alm. Es, Lat. Id " ], kiçiligin üç
katmani arasinda en önce geliçenidir. Baçta cinsellik ve
saldirganlik dürtüleri olmak üzere tüm ilkel içgüdüleri, ayrica
kalitimla aktarilan ve doguçtan gelen ruhsal ögeleri kapsar.
Tümüyle haz / elem [Fr. Euphorie / dysphorie] ilkesine göre
içlev görür.
* Benlik ya da ego ise, insan kiçiliginin "kendisi¨ ya da
"özbenligi¨ olarak yaçadigi ve algilama yoluyla diç dünyayla iliçki
kurdugu bölümüdür. Animsamak, degerlendirmek, tasarlamak,
çevredeki fiziksel ve toplumsal dünyaya uygun yanitlar vererek
uygun davraniçlarda bulunmak benligin görevidir.
*Üstbenlik ya da süperegoya gelince, o da vicdan olarak bilinen
bir dizi yasaklama, kinama ve ketleme mekanizmasi ile benlik
ideali denen idealleri içerir.
Özne göstergebiliminin bugün vardigi açamada instance
kavrami eskisinden çok daha önemli bir yer tutmakta.
Jean-Claude Coquet bir süre önce kendisiyle yapmiç oldugum bir
görüçmede, kuraminin bugün ulaçmiç oldugu açamada, özneyi
dört bileçenden oluçan bir bütün olarak degerlendirdigini
belirtmiçti (bu bileçenlerin her biri bir instance) ve hatta bu
durumda kuramini sémiotique des instances olarak
adlandirmanin daha dogru olacagini söylemiçti.
Jean-Claude Coquet´nin kuraminda, özneyi oluçturan ve kendi
aralarinda etkileçime giren bu dört bileçen bakiçimli olarak iki
alana dagilmaktadir. Bu alanlardan biri öznenin özerklik alani
[autonomie], öteki de bagimlilik alani [hétéronomie].
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
5 -~ 12 19.11.2008 19:28
1. Öznenin özerklik alani içinde gerçekleçen iki bileçeni az önce
gördük: beden ve akil.
Beden, yaçam gücü ya da doga ekseninde yeralan temel
`katman´ (psikanalizde instancea. karçiliginda karçimiza çikan bu
sözcügü kullanmakta çimdilik sakinca görmüyorum), algilama
içlevini üstlenen bileçen.
b.Akil ise, kavramlaçtiran bileçen. Beden diç dünyadan algilamiç
olduklarini belli bir süzme [filtrage] içleminden geçirdikten sonra
kavramlaçtirmasi için akla sunar. Böylece, bu iki bileçen öznenin
özerk, bagimsiz alanini oluçtururlar.
2.Bagimlilik alanina gelince, burasi kiçinin içinde ya da üstünde
etki gösteren güçler alanidir.
a.Iç güçler içkinlik [immanence] bileçenini oluçturur ve iki
degiçik türde karçimiza çikarlar: itki [pulsion] ve tutku
[passion].
b.Bagimlilik alaninin ikinci katmani kiçinin üstünde yaptirimi olan
diç güçleri barindiran açkinlik [transcendance] bileçenidir. Bu
bileçende, özerklik alanindaki kavramlaçtirici bileçene yani akla
denk düçen açkin gücün bireyselleçmiç biçimlerinin etkisi söz
konusudur. Bu biçimler de iki öbege ayrilabilirler: simgesel bir
nitelik taçiyanlar, Tanri, Kader, Sagduyu, vb. gibi ve kozmik
nitelik taçiyanlar: Tufan, deprem, içik, vb. gibi.
Bu dört bileçen arasinda siki bir etkileçim oldugunu söylüyor,
Jean-Claude Coquet. Örnegin, açkinlik bileçeni içkinlik bileçenine
dönüçerek kendini kabul ettiriyor. Coquet, burada, `tabu´yu "bir
üst mercinin, kiçiye, içerden zorla kabul ettirdigi eski bir yasak
olarak kabul eden Freud´e gönderme yapiyor. Içkinlik bileçeni
de, doga eksenininde yer alan temel bileçen bedenle
bütünleçerek "non-sujet¨nin ilkil biçimini oluçturuyor.
Bu "non-sujet¨ çok ilginç bir kavram. Gerçekten Coquet´nin
standart göstergebilime kattigi önemli kavramlardan biri. Genel
olarak kabul gören, hiç kimsenin reddetmedigi bir kavram. Çöyle
tanimlanmasi gerekiyor; non-sujet aslinda bir eyleyen [actant].
O da bir iç yapiyor; dolayisiyla eyleyen olarak ortaya çikiyor. Bir
çok biçimi var, herbirinde ortak olan nokta çu, bu eyleyen
yaptigi, gerçekleçtirdigi eylemin sorumlulugunu üstüne almaktan
aciz, çünkü bu edimi ya iradesi diçinda gerçekleçtiriyor ya da
bunu bilinci diçinda, bilinçsiz bir çekilde gerçekleçtiriyor. Bunun
geniç bir tipolojisini yapabiliriz. Çeçitli örneklerle açiklayarak bir
non-sujet tipolojisi oluçturabiliriz. Non-sujet için ne denebilir
Türkçe´de diye günlerdir düçünüyorum; her sabah yeni bir fikirle
uyaniyorum. Gece de galiba beynim durmuyor. Birçok çey
aklima geldi. Söylenmiç olan iki çey var daha önce: "özne
olmayan¨, "özne-niteligi olmayan¨. Bundan çok uzun zaman
önce yazmiç oldugum bir makalede ben de "kiçisiz özne¨ gibi bir
karçilik önermiçtim. Ama Coquet kuraminin bugün varmiç
oldugu noktada, bu kavramin donatildigi içerigini daha iyi
yansitacak bir terime gereksinim var gibi geliyor bana. Çünkü
sonuçta bu bir eden, bir söylem üretiyor; bir söylem ürettigine
göre bir özne ama yaptigini "yüklenemeyen¨ yani sorumlulugunu
üstlenemeyen bir özne. Yani öznenin oluçum açamalarina
baktigimizda, beden olarak edimi gerçekleçtiren ancak
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
6 -~ 12 19.11.2008 19:28
kavramlaçtirma düzleminde etkinlik göstermeyen ya da
gösteremeyen bir özne söz konusu. Dolayisiyla yari yariya
gerçekleçen bir özne söz konusu: O zaman, yarim-özne
diyebiliriz belki? Madem ki, bir iç yapan ama yaptigini bilinci ve/
ya da iradesi diçinda gerçekleçtiren, bir baçka deyiçle oluçum
açamasi yarida kalmiç bir özne karçisindayiz, ona yarim-özne
adini vermek pek de yanliç olmasa gerek.
Coquet kuraminda bir de quasi-sujet var. Bu da bilincin , yargi
mekanizmasinin zayifladigi özne durumu; örnegin gece yarisi
çalan telefona uyanarak ne diyecegini bilemeyen biri. Türkçede
"uyku sersemi¨ diye adlandirilan konumdaki özne. Bu durumda
bilinç var ancak o an için tam uyaniklik durumunda degil;
dolayisiyla tam degil, bilinç eksigi var. Acaba eksili-özne diyebilir
miyiz? Bir eksiklik durumunu dile getirdigine göre, eksili-özne
belki Türkçe´de uygun bir karçilik olabilir. Ama birgün belki daha
iyi bir öneri gelebilir aklimiza. Bu sadece bir öneri, bir ilk
kivilcim. Çimdi size bir `non-sujet´ler tipolojisi hazirladim, onu
sunmak istiyorum, çünkü `non-sujet´ler her an her yerde
karçimiza çikabiliyorlar. Aslinda hepimiz (Coquet özellikle bunu
vurguluyor) yaçamda sujet´den non-sujet´ye geçiç yapiyoruz.
Sürekli olarak özne, yarim-özne ve eksili-özne arasinda gidip
geliyoruz. Böyle bir dinamik bir kimligimiz var. Kesinlikle ben
sujet´yim sen non-sujet´sin diye bir çey yok. Her birey edimine
göre, ortamina, koçullarina ve an´a göre çeçitli özne konumlari
arasinda gidip geliyor. Peki öznelik yetisinin yari yariya
gerçekleçtigi durumlar neler olabilir?
Coquet´nin 1985-90´larda yaptigi non-sujet açiklamalari ve
verdigi örneklerde non-sujet hep ya iradesi diçinda hareket eden
ya da bir çekilde bilinç kaybina ugrayip (açiri bir çoçkuyla da
olabilir ya da patolojik bir durumda yani bir hastalik sonucu
olabilir) bir eylemde bulunan özne olarak karçimiza çikiyordu.
Ancak, Coquet son çaliçmalarinda daha özel bir yer veriyor
non-sujet´ye ve diyor ki her özne aslinda ilk etapta bir
non-sujet´dir . "çünkü `non-sujet´ dünyayi algilayan
bedenimizdir¨ diyor. Az önce, bu kuramin özünde bedenin
taçidigi önemi anlatirken buna deginmiçtim. Bu görüç,
fenomonolojik bakiç açisinin getirdigi bir anlayiç. Iletiçim
bölümünde yaptigim derste, ögrencilerime bir ödev vermiçtim:
"Bilginin temelinde algi oldugu konusunda ne düçünüyorsunuz?¨
diye. Evet, bilginin temelinde algi vardir. Çünkü gerçekten
insanin dünyaya bakiçi, yaklaçimi algiyla baçliyor. Algilama
yetimizin sinirlari var: Belli bir yogunlugu açan sesleri
duyamadigimizi, yine belli bir yogunlugu açan renkleri
göremedigimizi biliyoruz. Evreni sinirli yeteneklerimizle
algiliyoruz. Örnegin, köpekleri tanitan bir kitapta köpeklerin her
çeyi siyah-beyaz gördüklerini okumuç ve çok çaçirmiçtim. Bu
dogruysa, biz insanlar algilari daha geliçmiç canlilar olarak
onlarin köpeklerin neler kaybettiklerini, yani neleri
algilayamadiklarini biliyoruz. Ancak, insan olarak bizim
kaybettiklerimizi bilebilir miyiz? Belki bu konuda yapilmiç
çaliçmalar da vardir. Ancak, çu anda bu konu bizim çerçevemizin
diçina taçiyor. Demek ki, karmaçik bir algilama sistemine sahip
odugumuz için görüyoruz, duyuyoruz, dokunuyoruz, tadiyoruz
ve kokluyoruz; dünyayla ilk temasimiz böyle gerçekleçiyor. Bu
temas sonucunda aldigimiz bir takim bilgiler var, bu bilgileri
beden beynimize aktariyor. Beyin bu bilgileri kavramlaçtiriyor.
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
7 -~ 12 19.11.2008 19:28
Dolayisiyla her özne kökeninde önce bir "non-sujet¨; beden
olarak. Sonra kavramlaçtirma açamasinda özne bütünleniyor
bazen de bütünlenemiyor ve non-sujet açamasinda kaliyor; yani
yarim-özne olarak kaliyor. Bilinç için içine giremiyorsa, irade için
içine giremiyorsa yaptigimiz içi yargilayamiyorsak, yaptigimiz
için sorumlulugunu taçiyamiyorsak, non-sujet açamasinda
kaliyoruz. Aklima gelen örnekleri topladiktan sonra nasil
siniflandirabiliriz diye baktim. Bunun sonucunda, ortaya çikan
yarim-özne türleri çöyle -tabii en temel olani yani beden olarak
non-sujet durumunu bir kenara birakiyorum:
1. Birincisi, doga geregi bilinç yetersizligi durumu:
a.Bu durumda ortaya çikan non-sujetlerden örnegin hayvanlar;
bu varliklar dogalari geregi non-sujet, çünkü bunlarin
dogalarinda bilinç yok, irade yok, zaten bu yüzden dil kullanma
yetileri de yok. Hayat boyu da non-sujet bunlar. Tehlike
durumunda ya da yiyecek bulduklarini haber vermek
istediklerinde çikarmiç olduklari sesler basmakalip çifrelerden
öteye gitmiyor; zaten onlarin dilleri de eklemli diller degil, yani
anlam üretme yetenekleri yok. Bu söyledigimize bir karçi örnek
gibi görünebilecek papagani ele alalim: bu hayvan insan
seslerini taklit edebilir, ama o da ancak kendisine ezberlettirilen
sesleri çikarabilir; asla bilinçli bir dialog içine giremez.
b. Daha sonra insanlara geldigimizde, doga geregi bilinç
yetersizligini küçük çocuklarda görüyoruz. Fransizcada "akil yaçi¨
diye bir deyim var. Akil yaçi dedigimiz, yedi yaç açagi yukari. Bu
çaga kadar, bütün çocuklar non-sujet. Biz evde sürekli bunun
kavgasini yapiyoruz. 11 yaçinda bir kizim var; kardeçi gelip
onun kafasina vuruyor mesela sonra kiyamet kopuyor. Ben de
diyorum ki kizim niye dikkat etmiyorsun, kardeçini kizdirma, o
yaptiginin bilincinde degil. Kizim da "niye bana söylüyorsun da
ona söylemiyorsun? Bana vuran o!¨ "Kizim o 2,5 yaçinda ne
yaptigini bilmiyor, derken birgün az kalsin ¨ kizim o bir
non-sujet¨ diyecektim, dilimin ucuna kadar geldi. Tabii ki kizim
da bunu anlayacak durumda degil. Uzun sözün kisasi, gerçekten
de küçük çocuklar akil yaçina kadar bir non-sujet; yaptiklari
hiçbir çeyden sorumluluk taçimalari beklenmiyor kendilerinden.
Çünkü bilinçleri geliçmemiç. Demek ki doga geregi bir süre için
geçerli olan geçici bir bilinç yetersizligi bu.
c.Doga geregi bilinçsizlik durumuna uykuda konuçanlari, hatta
uyurgezerleri de koyabiliriz. Bu daha kisa süreli, anlik
diyebilecegimiz bir bilinç eksikligi durumu. Bu kiçiler uyandiklari
zaman, uyku sirasinda, ne söyleyip, ne yaptiklarini bilmezler.
Uyku olayinin dogasi geregi söylemlerinde ve edimlerinde bilinç
denetimi yoktur.
2. Patolojik bilinç yetersizligi:
a.Örnegin delilik, bu bir patolojik durum. Delilerin de ne
yaptigini bilmesi beklenmemeli. Yaptiklari davraniçlardan onlari
dogrudan sorumlu tutamiyoruz. Bir deli birini öldürdüyse ve
tibben deli oldugu kanitlanirsa yasa karçisinda da cezai
yükümlülügü yok zaten. Çünkü dedigimiz gibi o bir non-sujet.
b.Bir takim hastaliklar, yaçlilikta görülen Alzheimer hastaligi gibi
bu türün kapsaminda yer aliyor. Bir arkadaçimin babasinin
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
8 -~ 12 19.11.2008 19:28
baçina gelmiçti. Arkadaçim sürekli anlatiyordu. Alzheimer
hastaligindan son dönemlerinde çok çekti babasi. Eçini
tanimiyordu. Ayni evde yaçadigi eçini tanimiyor ve kizina eçini
soruyordu. "Annen nerede? Niye gelmiyor? Nereye gitti? Evde
bir hanim var, çok yardimci oluyor bana kim o? Çok iyi bir hanim
ama elalem ne der, geldi bizim evimize yerleçti?¨ Bu söylem bir
non-sujet´ye ait. Çünkü o kiçi, evde bulunan hanimin eçi
oldugundan habersiz; gerçekligi algilama yetenegini yitirmiç.
c.Sonra ilginç bir örnek gazetede buldum. Ne yazik ki tam tarihi
yok. Fransa´daki Cumhurbaçkanligi seçimi öncesinde yayinlanmiç
bir haber, bu yilin (2002) Nisan ayinda çikmiç bir Hürriyet
gazetesinden alinmiç bir haber, ancak gününü yazmamiçim.
Haberin baçligi çöyle: "Jospin hasta ama basin gizliyor¨. Buradan
ögrendigimize göre, Lionel Jospin´in -Fransa baçbakaniydi ve
cumhurbaçkani adaylarindan biriydi- bir hastaligi var. Guatr
hastasi. Jospin´in hastaligi sinir bozuklugu ve ani patlamalara yol
açiyor. Jospin´in hastaligi genellikle uçakla seyahat ederken
ortaya çikiyormuç. Beraberinde götürdügü basin mensuplarindan
uçakta not tutmamalarini isteyen Jospin en son yaptigi
yolculukta çöyle demiç -bakin bu sözler çok önemli: "Hastaligim
nüksettiginde ben ben olmaktan çikiyorum, üzgünüm¨, yani
Jospin burada çok net bir biçimde "ben o anda artik non-sujet
oluyorum¨ diyor. Yani, "ne söyledigimi ne yaptigimi bilmiyorum;
bu anlarda yaptigim ve söyledigim çeyleri yazmayin¨ diyor. Çok
bilinçli bir çekilde geçici olarak, kriz aninda non-sujet oldugunu
kabul ediyor. Bu da patolojik bilinç yetersizligi kategorisine
koyabilecegimiz bir örnek.
d.Patolojik bilinç kaybi duygusal çoklardan, çok büyük
üzüntülerden de kaynaklanabiliyor ve kiçilik bozuklugu
biçiminde karçimiza çikabiliyor: Bir ögrencim, tanigi ikiz
kardeçlerden birinin ölümünden sonra hayatta kalan kardeçin
büyük bir duygusal sarsinti geçirdigini ve bunun sonucunda,
zaman zaman kendisini ölen ikizi sandigini, onun gibi konuçup,
onun gibi davrandigini ve "kendi kimligine döndükten¨ sonra da
bu konuçmalari ve davraniçlari yadsidigini anlatmiçti. Bu
durumda, ölen kardeçinin kimligine büründügü anlarda, bu kiçi
bir non-sujet´ye dönüçmekte ve o anda, çok net bir biçimde
gerçeklikten kopuç söz konusu.
3. Tibbi kaynakli bilinç diçilik:
a.Bu türe verebilecegimiz örneklerden biri, anestezi altindaki
hasta. Ameliyat sonrasi, ayilmadan önceki sayiklamalar hep
non-sujet ürünüdürler. Bu sözlerin üzerinde bilincin denetimi
yoktur.
b.Benzer bir biçimde, sayiklamalara neden olan ilaç almiç
kiçilerin sayiklamalari da ayni öbegin içine girer.
4.Írade diçina çikma:
a.Bu, birçok çekilde olabilir; örnegin çok büyük coçkular aninda.
Fransiz yazininda çok iyi bilinen bir örnek var: Balzac´in
Sarrasine adli öyküsünde. Orada bir yontucu Italya´ya gidiyor
sanatini geliçtirmek için. Roma´da, bir prima donna´ya ilk
görüçte açik oluyor. Onu gördügü anda sesinin güzelligiyle,
kadinin güzelligiyle kendinden öyle geçiyor ki artik ne salonu
görüyor ne salondakileri görüyor. Metrelerce uzakta olmasina
karçin, sanki prima donnayi hemen yanibaçindaymiç gibi
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
9 -~ 12 19.11.2008 19:28
yüzünün en ince ayrintisina dek görüyor, sesinin en yumuçak
tinilarini duyuyor. Gerçekte salonda aralarinda büyük bir mesafe
var ve bunu duymasi mümkün degil. Ama o anda, gerçeklik
evreni siliniyor yerine gerçeklik diçi bir evrene giriyor özne.
Yalnizca o olaganüstü güzel kadini görüyor, yalnizca onu
duyuyor. Onun diçindaki hiçbir çeyi ne görüyor, ne duyuyor.
Örnegin, salondakilerin alkiçlarini duymuyor. Gerçek evredeki
uzaklik bu gerçekdiçi evrende yakinliga dönüçüyor. Gerçek
evrendeki sesler, içiklar siliniyor onun diçinda aslinda gerçekdiçi
evrende gördügünü sandigi görüntüler ve sesler var. Bu da
örnegin, açiri çoçkuyla kendinden geçen(buna Fransizca´da
"euphorique¨ diyoruz) ve gerçeklik evreninden gerçeklik diçi
evrene kayan bir `non-sujet´.
b.Geçen yildi galiba, bir televizyon programinda açiri hiz sonucu
kaza yapan bir sürücüye mikrofon uzatiliyor: "Efendim kaza
nasil oldu?¨ Kazanin çokunu henüz üzerinden atamamiç olan
sürücü çöyle yanit veriyor: "Nasil oldugunu bilseydim zaten
olmazdi¨. Bakin burada da çok güzel bir `non-sujet´ ifadesi var.
Adam kazanin nasil oldugunu bilmiyor çünkü açiri hiz aninda
kendinden geçmiç, yani hiz sarhoçluguna kaptirmiç kendini. Bu
görüntüler bana birden, Coquet´nin vermiç oldugu bir örnegi
animsatti. La quête du sens´ta da yer alan, ancak yillar önce
baçka bir yerde yayinlamiç oldugu "Cinq petites leçons de
sémiotique¨ adli bir makalesi var Coquet´nin. "Beç küçük
göstergebilim dersi¨. Bunlardan birinde, içte böyle açiri hiz
aninda nasil sürücünün ayaklarinin yerden kesilip, dünyayla
temasi kaybedip bir baçka evrene, su evrenine geçtigini ve sanki
dalgalarin üzerinde sörf yaptigini, kendini dalgalarin üstünde
salinir gibi hissettigini belirtiyor. Dolayisiyla yine ayni biçimde,
gerçeklikten; gerçek olan yer düzeyinden gerçekdiçi olan su
düzeyine geçiç söz konusu oluyor.
c.Çimdi, bir baçka örnek verecegim. Hep yaçanmiç olaylar
bunlar. Bogaziçi köprüsündan atlayip intihar edenler. Son
zamanlarda intihar olaylari çok gündemde biliyoruz. Intihar olayi
inaniyorum ki insan bilincinin bir çekilde, bir oranda kaybiyla
olabilecek bir çey. Yani `tam aklimizla´ gidip kendimizi
öldürebilecegimize inanamiyorum. Burada açiri üzüntüden yani
çok büyük bir çok altinda olmaktan kaynaklanan yari-bilinçlilik
söz konusu olsa gerek. Ya da geçenlerde (çok az televizyon
seyrediyorum ama çansima çok ilginç çeyler çikiyor karçima), bir
sabah programinda, intihar olaylarinin aslinda gerisinde beyinde
gerçekleçen kimyasal bir oluçumun oldugunu yani tümüyle
psikolojik olmadigi beyinde salgilanan bir takim toksinlerin belli
bir düzeyi açma durumunda insanda intihar egilimi
yaratabilecegini anlatiyordu doktor. Belki böyle bir patolojik
bilinç ya da bir yari-bilinçlilik bir non-sujet´ye götürüyor kiçiyi;
ancak bir `non-sujet´ intihar edebilir gibi geliyor bana.
Anlatacagim olay, bundan bir ya da iki yil önce, yine Bogaz
Köprüsü´nden atlayan bir gençle ilgili. Hava soguk ve rüzgarli
oldugu için gencin üzerinde bir anorak ve genç atladiktan sonra
rüzgar fermuari çekilmiç olan anoragini balon gibi çiçiriyor, ve
bizim umutsuz ama yine de talihli genç Bogaz´in sularina
göreceli olarak yumuçak bir iniç yapiyor ve civarda avlanan
balikçilar tarafindan kurtariliyor. Atlama aininda `akli baçindan
gitmiç´olan genç (en azindan ben böyle varsayiyorum) soguk
suya düçtügünde `birden akli baçina geliyor´; yani non-sujet´den
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
10 -~ 12 19.11.2008 19:28
sujet´e dönüçüyor. Ve ilk söyledigi çu: "çu andaki aklimla, asla
bir daha böyle bir çey yapmam¨.
d.Bu da internetten buldugum bir haber. Haberin baçligi çöyle:
Akilli sarhoça namaz serbest. Bakin `akilli sarhoç´ ne demek?
"Diyanetin internet sitesinden içkinin Islamiyet açisindan haram
oldugunu belirtirken akli baçinda olan sarhoçlarin namaz kilip
oruç tutabilecegi ifade edildi.¨ Demek ki adam sarhoç ama
bilincini de yitirmemiç yani eger bu durumda olabiliyorsa bir
sarhoç o zaman namaz da kilabilir. Yani henüz non-sujet
olmamiç. Dini vecibeler sujet´ler için, non-sujetler için geçerli
degil, zaten biliyoruz degil mi? Deliler için de, küçük çocuklar
için de geçerli degildir, tabii ki zil zurna sarhoçlar için de geçerli
degil, ama `akilli sarhoçlar´ demek ki ibadet yükümlülügü
taçiyorlar.
Aslinda dedigim gibi non-sujet yaçamimizin her yerinde. Nereye
baçimizi çevirsek bir non-sujet bulabiliyoruz. Çünkü biz birey
olarak durmaksizin özneden yarim-özneye ya da eksili özneye,
eksili-özneden özneye kayip gidiyoruz. Bir baçka non-sujet
örnegi ya da kategorisi...
5.Zorla irade diçina çikarilma:
a.Intihar saldirilari düzenleyen canli bombalar. Burada da eger
gerçekten çok büyük bir baski olmasa insan üzerine birkaç kilo
dinamit baglayip ondan sonra da herhalde bunun pimini
çekemez, gibi geliyor bana. Gerçi bazi durumlarda, özne böyle
bir edime inanmiç ya da ikna edilmiç olabilir, ya da hatta
uyuçturucu gibi kismen -az ya da çok- bilinç denetimsizligi
yaratan kimi kimyasallarin etkisi altinda olabilir; bu türden
durumlari bu kategorinin diçinda tutmak gerekir.
b.Bir baçka örnek, büyük bir baski altinda irade diçinda ifadeye
ya da harekete zorlanmiç öznenin durumu. Örnegin,
mahkemelerde sanigin sorgulama sirasinda vermiç oldugu
ifadeyi reddetmesi durumunda yeniden ifadesinin alinmasi böyle
bir durum ortaya koyuyor.
c.Törelerin baskisi altinda içlenen kan davalari ve namus
cinayetlerinde failin üzerindeki baski hukuk sistemi tarfindan da
degerlendirilmeye aliniyor; gerçekten böyle bir baskinin söz
konusu oldugu kesinleçirse ceza indirimi uygulanabiliyor.
6.Kimligin bir içleve indirgenmesi:
a.Bu türe de çok güzel örnekler verilebilir. Coquet, Red Kit
örnegini veriyor. Çizgi roman kahramani Red Kit. Red Kit´in
reklam slogani onu en iyi çekilde tanimliyor, diyor. "L´homme qui
tire plus vite que son ombre¨, "gölgesinden bile hizli ateç eden
adam¨ yani burada Red Kit sadece bir adalet saglayici, çok hizli
silah çekip ateç eden ve suçlulari cezalandiran bir kiçi kimligine
indirgenmiç ve böyle bir indirgenmiç kimlik de bir non-sujet
ortaya çikariyor çünkü bu adamin baçka bir kimligi baçka bir
yaçantisi yok. Olup olabilecegi tek çey bu. Gölgesinden hizli silah
çekip adalet saglayan kiçi.
b.Yine Sarrasine´den bir örnek verebiliriz. Oradaki prima donna
aslinda bir hadim edilmiç erkek sanatçi, yani "castrat¨. Öyküde,
Zambinella da çok açik bir biçimde yontucuya çöyle diyor:
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
11 -~ 12 19.11.2008 19:28
"benim bütün yaçamim çu gördügünüz sahne, bu içiklar, bu
alkiçlar; benim bunun diçinda baçka bir yaçamim yok. Bunun
diçinda baçka bir kimligim yok¨. Burada da yine belli bir kimlige
indirgenmiç, belli bir içleve indirgenmiç bir non-sujet karçimiza
çikiyor. Bu tür non-sujet´lere forme-sujet adini veriyor
Jean-Claude Coquet.
c.Ilgi çekici bir baçka örnek de Türk yazinindan verebiliriz:
Orhan Kemal´in Bekçi Murtaza´si da bu türden bir indirgenmiç
kimlikle çikiyor karçimiza.
d.Saydam bir iz birakarak ilerleyen salyangoz ya da hayatta
yapmayi bildigi tek çey olan agi ören örümcek. Bunlar da belli
bir içleve indirgenmiç non-sujet örnekleri.
KAYNAKÇA:
BENVENISTE, Emile, Problèmes de linguistique générale 1-2,
Paris, Gallimard, 1966-1974.
COQUET, Jean-Claude, "La sémiotique de l´école de Paris¨, in
L´Etat des sciences sociales en France, Marc Guillaume (éd),
332-335, Paris, Editions La Découverte, 1986.
COQUET, Jean-Claude, Le discours et son sujet, 1-2, Paris,
Klincksieck, 1984-1985.
COQUET, Jean-Claude, La quête du sens. Le langage en
question, Paris, PUF, 1997.
ÖZTÜRK KASAR, Sündüz, L´univers balzacien sous le double
point de vue narratologique et sémiotique. Lille, Université de
Lille III, 1990.
SAUSSURE, Ferdinand de, Cours de linguistique générale, Paris,
Payot, 1982
VARDAR, Berke (propos recueillis par), "Entretien avec A.-J.
Greimas, in Dilbilim I, Istanbul, Université d´Istanbul, 1976.
VARDAR, Berke, Dilbilimin Temel Kavram ve Ilkeleri, Ankara,
Türk Dil Kurumu Yayinlari, 1982.
FelseIe Ekibi ~~ Özne Göstergebilimi http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷848
12 -~ 12 19.11.2008 19:28
Postmodern DiI durumu
Postmodern Dil Durumu: Jacques Derrida
Taylan Altug
1
Postmodernizm, insanin dünya karçisinda oluçturdugu yeni bir
duruç´a; bilgi, ahlak, politika, estetik alanlarinda öznenin
yaçama soktugu yeni bir tavra içaret ediyor. Bu duruçun özgül
özelligi, kendisini kavramsallaçtirmaya izin vermeyiçi, hatta
kavramsallaçtirma giriçimlerine meydan okumasidir. Postmodern
deneyim, koçullarini, aklin biçim verici güçlerinde degil;
fakat duyusal varoluçumuzun dolaysiz tepkisinde bulan
bir deneyim tarzini yaçama biçimi olarak öneriyor.
Bu tartiçilabilir bir çey kuçkusuz, fakat tartiçma götürmeyen çey
çu: Postmodern adi verilen kültürel pratikler ve yaçama
biçimleri, bize, dünyayi deneyimleme biçimi ´mizin degiçtigini
gösteriyor. Bu ayni zamanda, öznenin, kendileri araciligiyla
kendisini ve dünyayi kurdugu öndayanaklarin terkedilmesi
anlamina geliyor. Akil, bir bütün olarak dünyayi mümkün kilan
öznellik olarak, birlik verici merkezi konumundan ediliyor.
Öznenin birlik verici kategorilerinin totalize edici ve hegemonik
yönü, eleçtirinin baçlica hedefi haline geliyor.
Özne, dünya(si) içerisindeki sarsilmaz konumunu kaybettigini,
bir anda konumsuz bir konuma geldigini görüyor. Kendisini
belirlenimsizligin özgürlügü için de buluyor.
Bu zihin durumuna yol açan ayirt edici önemdeki etmen,
özdeçligin ayrim üzerindeki önceligini, ayricaligini
kaybetmesidir (birinci belirleme).
Ayrim ´in (difference) özdeçligi tesis eden bir konum
kazanmasidir. Çüphesiz bu özdeçlik, artik asla o özdeçlik
olamayacaktir (çu ünlü kimlik bunalimi). Ayrim, postmodern olan
her çeyi baçtan sona kateden biricik terimdir.
Dili (deneyimi), beni ve dünyayi mümkün kilan transcendental
koçuldur.
Postmodern zihin durumu, özünde bir dil durumudur
(ikinci belirleme).
Yüzyilimizda insan varoluçunun kökten biçimde dilselleçtigine
tanik oluyoruz. "Deneyim¨ teriminin yerine "dil¨in ikame
edildigini görüyoruz. Insan deneyimi, özünde, dilseldir
(Gadamer).
Dil, basitçe, dünyayi betimlemede kullandigimiz elveriçli bir araç
degil; dünyanin betimlenebilirliginin imkaninin koçulu olan
çeydir. Dünyayi ve ben´i dil araciligiyla yapilandiriyoruz;
kendinde bagintisiz olan çeyi dilde, dil ile bagintiliyoruz ve bizim
için varoluç kazanmasini sagliyoruz. Dilsel bir dünyada, biçimini
dilin belirledigi bir dünyada yaçiyoruz. Medya, information,
bilgisayar, imaj sanayi, bunlar dilsel uzayimizi kuran teknolojiler.
O halde, yüz yüze oldugumuz bilinç dönüçümünü, yakalamamiz
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
1 -~ 18 19.11.2008 19:22
gereken yerde, dilde, postmodern dil durumunda yakalamamiz
gerekiyor.
Postmodern dil durumunu karakterize eden dilsel olgu,
göstergenin yapisal statüsünün yerinden edilmesidir,
yani gösterilen ile gösteren ayriminin çözülüme
ugratilmasi ve sinirin kaldirilmasidir. Gösterge
kavraminin metafiziksel problematigi onun duyulur olan
ve düçünülür olan arasindaki karçitlik tarafindan
belirlenmesi, bu karçitliga dayanmasidir.
Metafizik gelenek daima göstergeyi bu iki mevcudiyet
(presence) ugragi arasindaki bir geçiç (transition), bir köprü
olarak ele almiçtir. Gösterge, yalnizca, nesne biçimindeki
mevcudiyet (duyulur olan) ile öz-mevcudiyet biçimindeki
mevcudiyet (düçünülür olan) arasinda gelip geçici bir gönderim
olarak içlevde bulunur.
Göstergenin bu kökensel belirleniminde, postmodern bakiç
açisindan problematik olan, gösterilenin kendiyle-özdeçliginin,
daima, gösterenini kendisine indirgemiç olmasi veya gösterenini
kendi diçina sürmüç olmasidir.
Postmodern çözülüm, bu defa da, düçünülür olan´in duyulur olan
üzerindeki önceliginin ortadan kaldirilmasi ile gerçekleçir ve dil,
gösterenlerin sonsuzca süren birbirinin yerini alma
oyununa dönüçür.
Bu yapisal çözülmenin ürettigi sonuç;
- anlamin tözsel niteligini kaybetmesi;
+ anlamin dilin gerisinde duran derin boyut olmaktan
çikip yüzeye, gösterene, duyusal olana çekilmesidir.
+ Anlam, çimdi, yalnizca gösterenler arasi bagintida
dilsel ayrim olarak vardir. La can'in sözünü ettigi,
"gösteren altinda gösterilenin sürekli kayip gittigi" bir
durumdur bu.
Postmodern dil durumunun açimlandigi kuramsal zemin,
göstergenin post-yapisalci eleçtirisidir. Ancak bu eleçtiri, bir
düçünce sürecinin (gösterge üzerine düçünüm´ün) son ugragini
teçkil ettigi için; ilkin göstergenin önce´sine kisaca bir gözatmak
uygun olacaktir.
Göstergenin öncesi.
Modernizm öncesi, gösterge, dünyanin bir biçimi olarak vardir.
Gösterge, çeyleri bir araya getirme ve birleçtirme gücüne sahip
benzerlik bagiyla, gösterdigi çey ile baglilik içindedir. Foucault
´ya göre bu dönemde, göstergelerin çeylere yerleçtirilmiç oldugu
düçünülüyordu. Göstergelere anlamlama (signification) içlevini
veren bilgi degildi, fakat tam da çeylerin dili idi. Göstergeler
varolmak için bilinmek zorunda degillerdi; kimse onlari
algilamasa da, onlar yine de oradaydilar. Göstergeler, Tanri´nin
doga araciligiyla insanlarla konuçmak için kullandigi,
açimlanmayi bekleyen ögelerdi. Bu dönemde gösterge, dünyayi
kendisine yakin tutma ve dünyanin biçimlerinde içkin olma
durumundadir. O henüz kendi tam varligini kazanmiç degildir;
bir belirtidir (index) , bir gösterge degildir. Belirti´yi
göstergeden ayirt eden çey çudur: Belirtinin bir kökeni vardir,
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
2 -~ 18 19.11.2008 19:22
kendi diçinda bir temeli, bir dayanagi vardir; göstergenin ise
böyle bir kökeni yoktur.
Göstergenin kökeninden, göndergesinden (gerçeklikten)
bagimsiz kilinmasi, modernizmin kopma'sini belirtir. Bu
sürecin baçlangicinda, göstergenin, insanin bilgi etkinliginin
içersine yerleçtirilmesi olgusu bulunur. XVII. yüzyildan itibaren
gösterge, artik içlevini bilginin içinde gerçekleçtirmektedir.
Göstergenin ancak bir bilgi edimi sayesinde teçkil edilebilir
oldugu anlaçilmiçtir. Çünkü bilinen iki çey arasinda, bilinen
bir temsil etme iliçkisinin imkani olmadikça, gösterge
varolamaz.
Göstergenin varoluç alanini bilgide bulmasinin yol açtigi önemli
sonuç, dogal gösterge-uzlaçimsal gösterge karçitliginin,
ikincisi lehine çözüme ugratilmasidir. Çeyler dünyasindan
seçilmiç ve bilgi tarafindan gösterge haline getirilmiç bir öge
olan dogal gösterge, zihnin egemenlik kuramadigi, sinirli, kati ve
elveriçsiz bir ögedir. Oysa keyfi (arbitrary) ya da insan yapmasi
gösterge, zihnin önündeki bu engelleri kaldirir ve çeyler
dünyasinin en yalin ögelerine kadar çözümlenmesine ve bu
ögelerin birleçimlerinin nasil mümkün oldugunun gösterilmesine
olanak saglar.2
Bu dönemde, göstergenin tasarim ile, yani bir bütün olarak
düçünce ile eç-yayilimli oldugu görülmektedir. Göstergeler
düçünce içerisinde ikamet ederler ve düçüncenin tüm
uzanimini katederler, ancak düçünceye diçsal kalirlar.
Epistemolojik bakiç açisinin egemenliginden dolayi, göstergeler,
henüz kendi baçina varolan çeyler olarak görülmezler. Sözel
gösterge, kendisi de bir gösterge olan ide´nin basit bir araci
gibidir. Böylece, Locke´un belirtmiç oldugu gibi, sözel
göstergeler, zihinde kurulmuç tasarimlarin (idelerin)
göstergesi olmakla, dolayli biçimde de olsa gönderge ile
bagintilarini korurlar. Semantik üçgen bu anlayiç
üzerinde temellenir; sözcük, ide, çey.
Modernist kopma , yani göstergenin göndergesinden bagimsiz
kilinmasi ve "eçdegerliklerin sinirsiz süreci¨ne girilmesi,
modernizmin ucunda duran Saussure ile gerçekleçir.
Saussure´ün dili bir göstergeler dizgesi olarak tanimlamasi, daha
baçtan gönderge ile her türlü bagin koparildigini ve dilin özerk
bir alan olarak konumlandigini gösterir.
Her çey dil içinde olup bitmektedir. Dilin ögesi olan gösterge,
gösteren ve gösterilen arasindaki yapisal iliçkiden oluçur.
Gösterilen nesne degil, nesnenin zihinsel tasarimidir; gösteren
de fiziksel bir ses degil, zihindeki içitim imgesi ´dir. Bu
belirlenimiyle gösterge, tam varligini kazanmiç ve belirti´den
ayrilmiçtir. Saussure´e göre, dilsel göstergenin ayirdedici özelligi,
onun keyfi ya da nedensiz olmasidir, yani gösteren ile gösterilen
arasindaki bag, dogal degil keyfi ve uzlaçimsaldir.
Saussure, göstergenin keyfiligi'nin dili tehdit eden bir
dayanaksizliga yol açtigini görmüç ve bunu gidermek
için, göstergenin anlaminin, yalnizca gösteren-gösterilen
dikey bagintisinda degil; fakat ayni zamanda göstergeler
arasi yatay bagintida bulunabilecegini ileri sürmüçtür.
Her gösterge, dilsel deger'ini, ancak dilin yapisi içinde,
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
3 -~ 18 19.11.2008 19:22
diger göstergelerle olan ayrimsal konumu sayesinde
kazanir.
Saussure´ün dilsel deger kavrami, dilin serüvenini postmodern
mecraya dogru sürükler. Roland Barthes , dilsel deger kavrami
üzerine yaptigi çözümlemede, Saussure´ün, iyi bir mali düzende
altinin parayi temellendirmesi gibi; gösterilen´in de göstereni
temellendirecegi bir dil durumunun imkanini görmüç oldugunu
belirtir. Gösterilenin altin degeri, sönmüç bir hayaldir.
Gösterilenin sonsuza kadar kendi göstereni için geçerli olacagi
bir dil mümkün degildir. Saussure, gösterenin gösterilene
baglanmasinin degiçken ve geçici oldugunu görmüçtür. Altinin
paranin dayanagi olmaktan çikmasi ve paralarin kendi aralarinda
birbirini tutacagi bir dayanak dizgesi oluçturmasi gibi; gösterilen
de çimdi dilden çekilmekte ve yerini gösterenlerin birbirlerine
tutunmalari ile oluçan bir dayanak-dizgeye birakmaktadir.
"Gösterilen ile olan baginti belirsiz, dayanaksiz oldugundan,
dizgenin bütünü, göstergelerin kendi aralarindaki tutumlariyla
dengelenir.¨
Barthes´a göre, "Saussure yaçamini, yitirilmiç gösterilenin
kaygisi ile katiçiksiz gösterenin ürkütücü dönüçü arasinda
geçirmiç görünmektedir.¨4
II
Postmodernler/post-yapisalcilar, Saussure´ün "yitirilmiç
gösterilen¨e iliçkin kaygisini, özgürleçtirici bir stratejiye
dönüçtürürler; gösterenler gösterilenlerin safrasindan
kurtarilmali ve anlam, gösteren ile gösterilenin
sinirsizca birbirinin yerini alma oyununa birakilmalidir.
Böylece, postmodern ugrakta, dilin çözündürülmesi yönünde
yeni bir adim atilmiç olur; çözülme bizzat göstergenin içine
nüfuz eder ve gösteren ile gösterilen arasindaki ayrim, göstereni
özgül anlamdan bagimsiz kilacak çekil de silinir.
Anlam, çimdi, gösterenleri baçka gösterenlerin yerine ve bunlari
da yine baçkalarinin yerine koyma oyunu içinde üretilen bir çey
haline gelir. Gösterenlerin bu sinirsiz oyunun da, sabit sinirlar
ortadan kalkar; gösteren, gösterilenini, yani önceki anlamini
sirtindan atar.
Gösterilen´in yerinden edilmesi, göstergenin metafiziksel
problematigini oluçturan ikiligin tersine çevrilmesi içlemi ile
gerçekleçtirilir.
Bu içlem, Derrida ´nin bir çeçit felsefe yapma stratejisi olarak
içlerlik kazandirdigi yapiçözümü ´dür ( deconstruction ): "Bir
geleneksel felsefi karçitlikta, birbiri karçisindaki terimlerin
bariççil bir birlikte-varoluçu ile degil; fakat çiddete dönük bir
hiyerarçi ile karçilaçiriz. Terimlerden birisi digerine (axiologik,
logik vb biçimde) egemendir ve buyurucu konumu içgal eder.
Karçitligi yapiçözümüne ugratmak, her çeyden önce, verilmiç bir
ugrakta hiyerarçiyi tersine çevirmektir.¨ 5 Göstergeye uygulanan
da, ilk elde, gösterilenin ayricalikli konumunu, içerisinde içlevde
bulundugu gösterilen-merkezli dizgenin yapisini çözmek
suretiyle sarsmaktir.
Derrida, gösteren ile gösterilen arasindaki ayrimi silme´nin, yani
hem muhafaza edip hem iptal etmenin iki yolu oldugunu belirtir;
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
4 -~ 18 19.11.2008 19:22
klasik yol (metafizigin uyguladigi), gösteren´i indirgemekten
veya türetmekten oluçuyordu; göstergeyi düçünceye tabi
kilmak. Nitekim Saussure bile, kendisinden yola çiktigi gösterge
kavramini, duyulur olan ile düçünülür olan arasinda ki bir
ayrimda temellendirmekle -ki, bu durumda gösteren, gösterilene
giriç saglamak için varolur ve iletecegi kavrama ya da anlama
tabi görünür- henüz bu klasik çerçeve içinde (Derrida´nin "söz
merkezcilik¨ diye adlandirdigi gelenek içinde) yer almaktadir.
Gösteren ile gösterilen arasindaki ayrimi silmenin ikinci yolu
(Derrida´ci pratik) ise, "önceki indirgemenin içlevde bulundugu
dizgeyi soru konusu yapmaktan oluçur.¨ 6Bu giriçim, nihai
olarak, duyulur olan ile düçünülür olan arasindaki
karçitligin tersine çevrilmesini ve dizgenin genel bir
yerinden edilmesini amaçlar.
Dil dizgesini, göstergenin metafizik hiyerarçisinden bagimsiz
kilma giriçimi, Derrida´nin, "yapi¨ kavrami ve "yapinin
yapisalligi¨na iliçkin tartiçmasinda yakalanabilir. Görecegimiz
gibi, bu çözme süreci, yapisalciligin yapiya verdigi anlam içerisin
de, "merkez¨in yerine "oyun¨un ikame edilmesi ile
sonuçlanacaktir.
Bati metafizik gelenegi, yapinin yapisalligini, yapiya bir merkez
vermek veya yapiyi bir mevcudiyet noktasiyla, bir sabit kökenle
iliçkilendirmek suretiyle tesis etmiçtir. Grekler, gerçekligin iki
alana bölünmüç oldugunu; bu alanlardan birisinin sarsilmaz bir
eksen, digerinin ise bu eksenin çevresinde dönen biralan
oldugunu düçünmüçlerdi. Greklerin öne çikardigi yön, Derrida´ya
göre, yapiya merkez kazandiran, yapinin oyunu/içleyiçi denilen
çeyi sinirlandiran alandi. Bu durumda, merkezin içlevinin
yalnizca yapiyi yönlendirme, dengeleme ve organize etmekle
kalmadigi; fakat yapinin organize edici ilkesinin, yapinin
oyununu/içleyiçini sinirlandirmasini sagladigi görülmektedir.
Merkez, yapiyi tanimlayan ve dolayisiyla yapinin. bütünselligini
içeren bir çey olarak karçimiza çikmaktadir. Merkez, yapi için
öncegelen bir zorunluluktur; öyle ki, merkezden yoksun bir yapi
kavrami düçünülemez bile.
Ama öte yandan, merkez, ögelerin, kendisinin yerine geçmesinin
mümkün olmadigi bir nokta olmakla, "bir yapi içinde, yapiyi
yönetirken, yapisalliktan kaçan çeyi¨ oluçturur. Derrida´ya göre,
yapi ile ilgili olarak klasik düçüncenin, merkezin, paradoksal
biçimde, hem yapinin içinde hem de yapinin diçin da
oldugunu söylemesinin nedeni budur . Merkez, bir bakima,
hem yapinin özü, yapiyi mümkün kilan çey, hem de öte yandan
yapinin diçinda olan çeydir. "Merkez, bütünlügün merkezindedir,
ama yine de merkez bütünlüge ait degildir (bütünlügün bir
parçasi degildir); bütünlük, merkezine baçka bir yerde sahiptir.
Merkez, merkez degildir.¨7
Içte bu merkez olmayan merkez, birbiri ardi sira gelen, bir-
birinin yerini alan, birbiri ile yer degiçtiren bir belirlenimler dizisi
olarak, anlamin tarihini ya da metafizigin tarihini kuran çeydir.
Derrida, yapi kavraminin bütün tarihinin, merkezin merkezin
yerini almasi çeklinde bir dizi olarak, merkezin belirlenimlerinin
bir zinciri olarak düçünülmesi gerektigini belirtir. Bu ikame zinciri
içinde yol alan metafizik tarihinin kalibi ise, Varligin, sözcügün
bütün anlamlarinda mevcudiyet (presence) olarak
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
5 -~ 18 19.11.2008 19:22
belirlenimidir. "Temellere, ilkelere veya merkeze iliçkin bütün
adlarin, daima degiçmez bir mevcudiyeti belirtmiç olduklari
gösterilebilir -eidos, arkhe, telos, energeia, ousia, alétheia 8 vb.¨
Her tür anlam verme´ nin, kendisini, çevresinde organize ettigi
bu merkezi mevcudiyet (ya da transcendental gösterilen),
Derrida´ya göre, asla kendisi olmamiç olan, daima kendisinden,
kendisinin yerini tutan´a sürülmüç olan bir mevcudiyet çeklinde
karçimiza çikmaktadir. Bu durumda çu da besbellidirki, bu
"yerini tutan¨, kendinden önce varolmuç olan herhangi bir çeyin
yerini tutmamaktadir.
Bu açidan bakilinca, merkezin, bir mevcut-varlik biçimi içinde
düçünülemeyecegi; merkezin sabitlenmiç bir mevki
olmayip, bir içlev oldugu, içerisinde sonsuz sayida
göstergenin birbirinin yerini alma oyununa girdigi bir tür
mevkisizlik oldugu pekala düçünülebilir.
Içte bu düçünce ugragi, yapi kavraminin sabit bir merkez veya
mevcudiyet kavrami diçinda düçünülmesini gerektiren Derrida´ci
kopma noktasi´ni oluçturur: "Bu, dilin tümel sorunsali istila ettigi
an idi; bir merkezin veya kökenin yoklugunda, her çeyin söylem
haline geldigi, yani merkezi gösterilen´in, kökensel veya
transcendental gösterilen´in, bir ayrimlar dizgesi diçinda asla
mutlak olarak mevcut olmadigi bir dizge haline geldigi andi.
Transcendental gösterilenin yoklugu, anlamlamanin
alanini ve oyununu sinirsizca geniçletir." 9
Merkezi bir transcendental gösterilen, verilmiç bir anlamlama
dizgesinin eklemlenmesinde özsel olan; fakat kendisi bu
dizgeden bagimsiz biçimde varolan bir terim olma özelligine
sahip görünüyor. Fakat anlamlama dizgesinde böyle nihai,
kendisi ötesinde bir baçka terime gönderimde bulunmayan bir
terim yoksa veya bu terim, belirledigi dizgeden bagimsiz olarak
var degilse; bu durumda, anlamlamanin sinirsiz oyunu içinde her
gösterilen ayni zamanda bir gösteren olarak içlevde bulunacak
demektir.
Anlam, göstergeler dizgesi diçinda duran ve dilde ele
geçirilmesi umulan açkin bir çey olmaktan çikip;
gösteren ile gösterilenin sürekli birbiriyle degiç-tokuçu,
sonsuz bir süreç içinde birbirine dönüp durmalari,
birbirinden kopup hep yeni bileçenlere girmeleri
hareketi içinde üretilen bir çey haline gelir.
Böylece, gösteren-gösterilen dikey bagintisi içinde sabit kilinmiç
gösterge düçüncesinden de kopariz. Sinirsiz ve döngüsel bir
"yerini alma" süreci içerisinde, gösterenler ve gösterilenler
birbirlerine dönüçüp dururlar ve bu süreçte kendinde gösteren
olmayan nihai bir gösterilene asla ulaçilamaz.
"Dilde positiv terimler olmaksizin, yalnizca ayrimlar
vardir." Derrida´nin hareket noktasi, Saussure´ün bu cümlesidir.
Saussure, göstergelerin keyfi ve uzlaçimsal olduklarini ve her
birinin özsel özellikler tarafindan degil, fakat onlari diger
göstergelerden ayiran ayrimlar tarafindan belirlendigini ileri
sürer. Göstergenin keyfilik ve ayrimsallik karakteri, birbirinden
ayrilamaz özelliklerdir. Öyle ki, göstergeler dizgesi yalnizca
terimlerdeki ayrimlar tarafindan teçkil edildigi için, keyfilik
olabilir. Anlamlamanin ögeleri, onlari birbirinden ayiran ve onlari
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
6 -~ 18 19.11.2008 19:22
bir birine baglayan karçitliklar çebekesi sayesinde içlevde
bulunurlar. Saussure´ün, dilsel olgulari, onlari mümkün kilan
ayrimsal bagintilar çerçevesinde açiklama giriçimi, dilsel dizgenin
salt biçimde bagintisal dogasini vurgulamasiyla sonuçlanir.
Böylece Saussure, dilin sözcüklerden/positiv kendilik´lerden
oluçtugu; sözcüklerin bir dizge oluçturacak çekilde bir araya
getirildigi çeklindeki yaygin anlayiçin tersine;
sözcüklerin/göstergelerin positiv kendilikler olmayip, ayrimin
sonucu/etkisi olduklarini ileri sürmekle, Derrida´ya göre,
sözmerkezciligin (logocent rism) güçlü bir eleçtirisini sunar.
Nitekim, dil dizgesinin yalnizca ayrimlardan oluçtugunu ileri
süren dil teorisini söz olaylarinda ya da dizgede mevcut olabilen
positiv kendilikler üzerinde temellendirme giriçimini yikar.10
Saussure´ün ulaçtigi sonuç, anlamlamanin koçulu olarak
göstergenin bütünlügünü, yani gösteren ve gösterilen olarak
göstergeyi etkiler. Gösterge, ayrim ilkesine göre, artik bir
kendilik olarak, kendine yeterli bir mevcudiyet içerisinde var
degildir. Ayrimdan önce ve ayrimin diçinda hiçbir mevcudiyet
bulunmaz; hem gösteren hem de gösterilen, ayrimin bir
sonucudur/etkisidir.
Gösterge, içerisinde yalnizca izlerin (trace) bulundugu sinirsiz bir
gönderim yapisi içinde kurulmuç bir "iz" dir: "Ayrimlarin oyunu,
herhangi bir anda veya herhangi bir çekilde, kendinde ve
kendiliginden mevcut ve sadece kendisine gönderen yalin bir
ögenin varolmasina meydan vermeyen birleçimler ve
gönderimler içerir. Yazili söylemde olsun, sözlü söylemde olsun,
hiçbir öge, kendisi de basitçe mevcut olmaktan ibaret olmayan
bir diger öge ile bagintili olmaksizin, bir gösterge olarak içlevde
bulunamaz.
Bu bagintililik çu anlama gelir: Her "öge¨ dizinin veya dizgenin
diger ögelerinin kendisindeki izine baçvurularak teçkil edilir.
ögelerde olsun, dizgede olsun, hiçbir çey herhangi bir yer de
basitçe mevcut veya namevcut (absent) degildir. Her yerde
yalnizca ayrimlar ve izlerin izleri vardir.¨11
Ayrimsallik, bu çekilde, dilsel dizgenin özsel özelligi olarak
görüldügünde; anlam göstergede dolaysiz biçimde mevcut bir
çey olmaktan çikar. Anlam göstergeler arasindaki ayrimlarin bir
içlevidir ve her gösterge, ayrimsal bagintilarin bir dügümü´dür:
Her gösterge, bizi, kendisiyle ayrimsal baginti içinde oldugu
baçka göstergelere gönderir. Bu bagintilar sinirsizdir ve hepsi
anlam üretme potansiyeline sahiptir. Bu ayrimsal yapi içinde
gösterge, bir "kendilik¨ (entity) olmaktan çikip, bir `iz varlik´
haline gelir. Gösteren düzeyinde olsun, gösterilen düzeyinde
olsun, her öge, kendileri ile karçitlik bagintisi içinde oldugu diger
ögelerin izleri tarafindan belirlenir. Culler´in örnekledigi gibi,
herhangi bir kimse "bat¨ dediginde mevcut olan ses, bu kiçinin
seslemedigi biçimlerin (pat, mat, bad, bet) izleri tarafindan
mesken tutulmuçtur ve bu ses, ancak bu tür izlerden oluçmakla
bir gösteren olarak içlevde bulunabilir.12
O halde, göstergenin yapisi, daima namevcut olan "öteki¨nin izi
tarafindan belirlenir. Iz, göstergeyi oluçturan ayrimsal yapi
içinde öteki´nin oynadigi rolü belirten bir terimdir.
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
7 -~ 18 19.11.2008 19:22
Her göstergede, bu göstergenin, kendisi olmak için diçta
birakmiç oldugu öteki göstergelerin izi vardir. Iz, kendisini
mevcudiyetin bir hayaleti, bir simulakrum´u olarak görünüçe
çikarir. Iz, bir mevcudiyetin yoklugunun belirtisidir; daima zaten
"namevcut´ bir mevcut´un belirtisidir. Göstergenin yapisi bir iz
yapisidir. Bu yapi içinde, izler, izi olabilecekleri herhangi bir
kendilik´ten önce gelirler. Dolayisiyla anlamlama ediminde iz´in
ötesine geçemeyiz, yani öteki´nin eksiksiz varligini asla
bulamayiz. Ayrimsal dizge içinde, her gösterge, asla kendi
sifatiyla ortaya çikmayan bir baçka göstergenin izi tarafindan
mesken tutulmuçtur.
Bir sesleme edimi ile bir çey anlamlamanin imkani, önceden dilin
bu ayrimsal yapisinda "yazilidir¨. Anlamlama, bir göstereni bir
gösterilene basitçe baglamak çeklindeki dolaysiz bir edimi
belirtmez artik; ayrimsal izlerin dolayimina yerleçerek anlam
üretme´yi ifade eder. Bu, göstergenin hep bir baçka göstergeye
götürdügü, sinirsiz ve döngüsel bir süreçtir; bu süreçte her bir
gösterge, gösteren ve sonra da gösterilen olarak bir digerinin
yerini alir. Bu yerini alma, yerini tutma (substitution), bir
etkinlik olarak, Derrida´nin "oyun¨ adini verdigi çeydir ve
ayrimlarin dizgesel bir içleyiçini ifade eden ayiram´a
(diffrénce)13 gönderimde bulunur.
Ayiram (différence) Derrida´nin ortaya attigi, bilincin erteleme
(deferral) hareketi ile Saussure´ün ayrim (difference) kavramini
birbirine baglayan bir terimdir.
Husserl´in, kendisini anlayan ve söylemek istedigi çeyi söyleyen
bir ses´in saf öz mevcudiyeti olarak gördügü bilinçte, Derrida,
zamansalligin ürünü olan sürekli bir erteleme görür. Erteleyen
bilinç, mevcudiyete iliçkin epistemolojik güveni/kesinligi
saglayan "çimdi¨ye bir meydan okuma´dir. Tek belirlenebilir an
olarak "çimdi¨ yoktur. Çimdi sürekli olarak ertelenir; erteleme,
çimdiye öngelir ve onu meydana getirir. Bilincin erteleyici içtepisi
ile göstergelerin ikame edici dogasini bir araya getirmek
suretiyle, Derrida, göstergenin imkaninin erteleyici içtepide,
ertelemede (deferral) bulundugu anlayiçina ulaçir. Erteleme
kavrami, hem bilincin hareket liligini, hem de bilincin, erteleme
olarak, dil ile bagintisini içerir.14
Semiologi´de gösterge, kendi diçinda bir çeyin yerini tutan çey
olarak tanimlanir. Çogu zaman, göstergenin, bizzat çeyin yerine
kondugu düçünülür. Derrida´ya göre, göstergenin, anlam
veya göndergeyi temsil eden mevcut bir çeyin yerini
tutmasinin anlami çudur: Gösterge, mevcut olani
yoklugu içerisinde (yoklugunda) temsil eder. Gösterge
mevcut olanin yerini alir. "Çey'i kavrayamadigimizda ya
da gösteremedigimizde, mevcut olani, mevcut varligi
ortaya koyamadigimizda; mevcut olan sunulamadiginda,
anlamlama yapariz, gösterge sapagi (detour) ile
içgörürüz. Göstergeler alip veririz. Íçaretleçiriz.
Gösterge, bu anlamda, ertelenmiç mevcudiyettir." 15
Gerçekten de, göstergelerin dolaçimi, çeyin kendisi ile
karçilaçabilecegimiz, onu kendimizin kilabilecegimiz,
mevcudiyetini sezebilecegimiz ani sürekli erteler. Göstergenin bu
klasik olarak belirlenmiç yapisi, "mevcudiyeti erteleyen
göstergenin, ancak erteledigi mevcudiyet temelinde kavranabilir
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
8 -~ 18 19.11.2008 19:22
olmasini ve göstergenin, yeniden kendine mal etmeyi amaçladigi
ertelenmiç mevcudiyete dogru hareketini öngerektirir. Bu klasik
semiologiye göre, göstergenin bizzat çeyin yerini tutmasi, hem
ikincil (secondary) hem de geçici´dir (provisional); göstergenin
kendisinden türedigi kökensel ve kayip bir mevcudiyetten dolayi
ikincil; göstergenin, kendisi ne dogru bir dolayim hareketi
oldugu bu nihai ve kayip mevcudiyetle iliçkili olarak geçicidir.¨16
Göstergenin bu tanimlaniçinda, birbiri ile bagintili iki ayrimsal
çizgi ortaya çikmaktadir.
Ílkin , gösterge, tanimsal bagla mi içerisinde, zaman
bakimindan, belirttigi/gösterdigi çeyden sonra geldigini bize
bildirmektedir. Bu çekilde, gösterge, zaman içerisinde,
ertelenmiç olan göndergesinin mevcudiyetinden ayrilmaktadir
(kendisinden türedigi kökensel ve kayip mevcudiyet).
Íkinci olarak, bu erteleme içerisinde, gösterge, mevcudiyetin
vaadedilmiç bir yeniden kendine mal etmenin parçasi olarak
varoldugu yere içaret etmekte ve böylece kendisi ile göndergesi
arasinda uzaysal bir ayrim oluçturmaktadir. FONT
color=#cc3333> Ayiram (différence) içte bu zamansal
erteleme ile uzaysal ayrimi temsil eder. Ayiram, ayiran ve
erteleyen ayrimdir; (mevcudiyeti, uzayda ayirma, zamanda
erteleme olarak da okunabilir); ayiram´in hareketi, ayirma/ayirt
etme edimi içerisinde sürüp giden bir erteleme sürecidir. Bu
açidan bakildiginda, duyulur olan´ dan ayrilmiç/ayirt edilmiç
düçünülür olan, ayni zamanda ertelenmiç duyulur olan olarak
görünür; ayni çekilde, görü´den ayrilmiç/ayirt edilmiç kavram,
ertelenmiç görü, dogadan ayrilmiç/ayirt edilmiç kültür,
ertelenmiç doga olarak ortaya çikar.
III
Derrida´nin yapiçözümler araciligiyla gerçekleçtirmeye giriçtigi
dilsel proje, anlam alaninin göstergeler alanina indirgenebilir
oldugunu kanitlamaktadir. Gösterge dizgesinin yapisi, tüm
düçünce alanina atf edilebilir olmalidir. Çünkü, anlamin oldugu
yerde, göstergelerden baçka bir çey yoktur. "Biz ancak
göstergeler içerisinde düçünüyoruz." Klasik felsefe,
göstergeyi tanimlamada herhangi bir güçlükle karçilaçmadi;
göstergeyi hakikate, dili varliga, sözü düçünceye tabi kildi.
Derrida ise, göstergeyi yalnizca hakikati anlamlarina içlevinden
ibaret bir çey olarak degil, hakikat veya öz diye adlandirdigimiz
çeye ön-gelen bir çey olarak düçünmemizi ister. Böyle olunca,
göstergeyi, hakikati veya özü kaydetmekten çok, onu
meydana getiren bir çey olarak görme durumuna geliriz.
Anlam karçisinda göstergenin transcendental önceligi
anlayiçini benimsemiç oluruz. Bu bakiç biçimi, genelde,
postmodern dil anlayiçini karakterize eder. Anlam, dilin
imkaninin temeli degildir. "Iz¨ veya "yazi¨ olmakla dil, daima
göstergenin yapisinin maddeselligi ve olgu salligi tarafindan
damgalanmiç kalir. Bu demektir ki, düçünülür olan ile onun
ifadesinin gösterge-dayanagi çözülmez biçim de birbirine
örülmüçtür.
Bu durumda anlam, sabit kesinliklerden (özdeçliklerden) çok;
dur durak bilmez bir ayrim ve erteleme hareketine, dil
dizgesinin transcendental ilkesi olan ayiram´a dayanir. Anlamin,
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
9 -~ 18 19.11.2008 19:22
ayrimsal izlerin sonsuz ve rastlantisal oyununa birakilmasi,
anlami, yerleçik bir temelden ve bu tür bir temel umudundan
yoksun kilar. Bir iz varligi olarak göstergeler, açik bir yapi
oluçtururlar ve bu yapi içerisinde her konum, çevresindeki
konumlarla özdeç-olmayiçi ile belirlenir. Bu açidan
görüldügünde, dil, transcendental düzenliliklerin (arke-yazi) ve
zamansalligin (erteleme) oyununun çekillendirdigi bir yapidir.
Bati metafiziginin temel düçüncesi, kendiyle özdeç anlamin ideal
dogasinin, dolaysiz, görüsel olarak eriçilebilir, edimsel deneyimin
canli mevcudiyeti tarafindan garanti edildigi çeklindedir.
Derrida´nin aykiri düçüncesi ise, hem öz-mevcudiyet olarak
düçünülür olan'in hem de nesne biçimindeki mevcudiyet
olarak duyulur olan'in, daha yüksek bir özdeç-olmama
ilkesinin, ayiram'in etkileri olarak görülebilecegi
yönündedir. Kendisini edimsel görüde (algida) gösteren çeyin
mevcudiyeti, dogrudan dogruya göstergenin temsil edici gücüne
bagimlidir. Bu demektir ki, (dilce) nitelenmemiç mevcudiyet
olamaz. Anlamin kökeni olarak gördügümüz yalin mevcudiyetin
gerisinde, daima, onu bir etki olarak ortaya çikaran bir
ayrimlaçma varsaymak zorundayiz. Bu vargilarin gerisinde,
mevcudiyet-mevcut-olmama çeklindeki hiyerarçik karçitligin
tersine çevrilerek açilmasi içleminin yani bir yapiçözüm´ün
durdugu görülüyor.
Buna göre, mevcudiyet´in transcendental gösterilen olarak
içlevde bulunmasi için, karçitina, mevcut-olmama´ya ait
niteliklere sahip olmasi gerekir. Çünkü karçitlikta egemen terim,
karçitini diçta birakamaz. Bu durumda, mevcut-olmama´yi
mevcudiyet çerçevesinde, onun olumsuzlanmasi olarak
tanimlamak yerine; "mevcudiyet¨i, genelleçtirilmiç bir mevcut-
olmama´nin, ayiram´in etkisi olarak ele almak pekala
mümkündür. (`Ayiram, var degildir; o ne kadar mükemmel,
biricik veya açkin olsa da, mevcut bir varlik degildir.´) Böylece,
ayricalikli (egemen) terim, diçta biraktigi çey üzerinde
temellendigi gösterilmek suretiyle, yerinden edilir ve yeniden
tanimlanir. Mevcudiyet kavraminin kökensel olmayip, türetilmiç
bir kavram oldugu görülür; mevcudiyet ayrimlarin oyununun bir
etkisidir: "Böylece mevcudiyeti, artik varligin mutlak merkezi
biçimi olarak degil, fakat bir "belirlenim¨ ve bir "etki¨ olarak
konumlamaya baçlariz. Artik mevcudiyete degil, fakat ayiram´a
ait bir dizge içindeki bir belirlenim ve etki.¨18
Mevcudiyet´in yapisi, ayrim ve erteleme tarafindan teçkil edilir
ve buna mevcudiyeti algilayan özne de dahildir. Özne ancak
kendisini ayrimlar dizgesi içine nakçetmek suretiyle
anlamlayan bir özne haline gelir. Dilsel ayiram´in
oyunu/içleyiçi olmaksizin özne kendisi için mevcut olamazdi. Bu
yüzden ayiram ne etkin ne de edilgindir. Ayiram´in eyleyicisi
yaraticisi veya egemeni olan hiçbir özne yoktur. Çünkü mevcut
olanla baginti, mevcut bir gerçeklige veya bir varliga gönderim,
ayrimlarin oyunu içerisinde daima ertelenmiçtir. Semiolojik
ayrimlarin oyunu olarak ayiram, her bildiriçim sürecinden ve
bildiriçime katilan her özneden önce gelir. Tüm dilsel ifadeler,
kendisi mevcut ol mayan ayiram tarafindan içleme sokulurlar.
Nesnelligin nihai kaynagi, bu yüzden, ne mevcudiyette ne de
transcendental özne´de bulunur; fakat dilin organizasyonunda,
dilin transcendental düzenlilikleri olarak arke-yazi´da ya da onun
içleyiç tarzi olan ayiram´da bulunur. Gösterge, bir iz-varligi
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
10 -~ 18 19.11.2008 19:22
olarak tanimlandigin da, anlam, göstergede mevcut olan ile
mevcut olmayanin oyununda ortaya çikar. Içte kökensel ayiram,
yapi olarak, içerisinde mevcut olma ile mevcut-olmamanin
oyununu çekillendirdigimiz, degiçtirdigimiz indirgenemez
karmaçik örülüç´ü ifade eder.
Derrida´nin anti-mevcudiyet takintisi, semiotik´in herhangi bir
anlamlama ediminin zorunlu koçulu olarak gördügü ayrimlar
dizgesi´ni de kuçatir. Ayrimlar sabit bir mevcudiyet degil, fakat
meydana getirilmiç birer etki´dirler. Ayrimlar, Saussure´cü dil ve
söz arasindaki degiç-tokuçta içlerler. Bu durumda, bir yandan,
anlamlama edimleri, anlamlayici ayrimlari yaratmak için
zorunludurlar; fakat öte yandan, anlamlama edimleri sabit bir
ayrimlar dizgesi olarak dil´e (langue) ya da kod´a baçvurmak
durumundadirlar. Derrida, bu.ikiligi ayiram kavrami içerisinde
kuçatmaya çaliçir. Ayiram hem bir ayrim, hem de bir ayirma´dir;
hem anlamlamanin temeli olarak zaten varolan, tarihsel olarak
çekillenmiç edilgin bir ayrimi; hem de anlamlamanin gerek
duydugu ayrimlan meydana getiren bir ayirma edimini belirtir.
Bu yüzden ayiram, mevcudiyet ve mevcut-olmama temelinde
kavranamaz olan bir yapi ve hareket çeklinde tasarlanir.
Ayiram´in önceligi, mevcudiyetin degil, oyun´un/hareketin
önceligidir: "Oyun daima mevcut-olmama ve mevcudiyetin
oyunudur; fakat daha köklü düçünülürse, oyun, mevcudiyet ve
mevcut-olmama alternativinden önce kavranmak zorundadir.
Varlik, mevcudiyet veya mevcut-olmama olarak, oyunun imkani
temelinde kavranmak zorundadir.¨19
Ayiram, ayiran ve erteleyen yerini almalar (ikame) zinciri
içerisinde, durmaksizin kendini yerinden edip durur. O, ayrimin
belirlenmemiç içleyiçi olarak dil dizgesine açkin kalir. Bu yüzden
Derrida, ayiram´in ne bir sözcük ne de bir kavram olarak
görülemeyecegini söyler. Zorunlu olarak gösterge dizgesine
diçsal bir çeyi belirtmekle, ayiram, bu dizgenin içinde sözcük ya
da kavram olarak tutarli biçimde içlevde bulunamaz. "Varligin
kendisinden daha eski olmakla, ayiram´in dilimizde hiçbir adi
yoktur.¨ Bu adlandirilamazlik, ayiram´in, basitçe, dilegetirilemez
bir varlik olmasindan degil; fakat adlari ve kavramlari meydana
getiren ayrimsal kalip olmasindan dolayidir: "Adlandirilamaz
olan, hiçbir adin kendisine yaklaçamadigi dile getirilemez bir
varlik degildir, örnegin Tanri gibi. Bu adlandirilamaz olan, adsal
(nominal) etkileri, adlar denilen görece birlikli ve atomik yapilari,
adlarin birbirlerinin yerini alma zincirlerini mümkün kilan
oyun´dur.¨20
Içerisinde adlarin ve kavramlarin "etkiler¨ olarak meydana
getirildigi bu ayrimsal kalibin kendisi ontik bir çey degildir.
Ayiram ontik olarak yansizdir; herhangi bir `kendilik´in
varoluçunu veya varolmayiçini içermez veya diçta birakmaz.
Onun rolü, içerisinde söylemin içlevde bulundugu koçullari tesis
etmektir. Ayiram dilleri, söz-dagarciklarini, bunlarin nasil hem
mümkün hem de imkansiz olduklarini göstererek ve onlara
kendine-yeterlik verecek bir kapaniç´in imkansizligini göstererek;
dilleri ve söz-dagarciklarini hem temellendirir hem de bunlarin
temelini sarsar. Kendisi varolmayan "saf hareket¨in bizi yüz yüze
getirdigi bu oynak zemin ya da hatta zeminsizlik, dil bilincimizin
ön-dayanaklarina çok fazla güven duymamamiz yönünde
"alarm¨lar verir. Temel uyari, dilin bizzat
ayiram'in/ayrimlarin oyununun ürettigi transcendental
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
11 -~ 18 19.11.2008 19:22
koçullarini hesaba katmayan her türden mevcudiyet
iddialarinin kuçkuyla karçilanmasi gerektigidir.
Derrida´nin dili, dil içinde yapi çözümüne ugratma giriçi mi, bir
anlamda dilin kendi kendini açma (self-overcoming) çabasi,
özünde, dilin dil-diçi bir çeyi temsil etmekle mükellef oldugu
anlayiçini temelinden sarsma giriçimi olarak görülmelidir. Dil ve
söylem, mantigin ve sözmerkezciligin kisitlayici totalize edici
etkilerinden bagimsiz kilinabilir. Kuçkusuz, dili, dil- diçi
kendilikleri bildirmede kullanabiliriz ve kullaniyoruz da. Ancak
Derrida´nin vurguladigi çey, dilin bu kullaniminin yalnizca bir
oyun oldugudur. Bu, bizim dil ile oynadigimiz bir oyundur;
gerçekten yararli bir oyun olabilecegi gibi, dilin dil- diçi
bir gerçekligi tam uygun biçimde temsil edebilecegini
telkin ettigi ölçüde aldatici da olabilir. Içte ayiram,
"silahlanmiç yansizligi¨ ile, dilin yapmaya kalkiçtigi çeyi -kendi
diçindaki bir çeyi anlamlama- yapma yeterligini soru konusu
kilma yönünde bizi köktenci biçimde uyarir. Söylemin, kalkiçtigi
çeyi baçarmiç oldugu çeklindeki söz merkezci iddiayi yeniden
düçünmemizi talep eder. Gösterilen´in prestijini ve kendinde-öne
mini kirarak, söylemde hiyerarçik kilinmiç karçitliklari doguran
merkez özlemini, yetki veren baski özlemini görmemizi ister.
Sözmerkezcilik (logocentrism), dilin, kendi baçina varolan
olarak, temel olarak, tasarlanan bir anlam düzeni -düçünce,
hakikat, mantik, dünya vb- tarafindan yönlendirildigi ve bu
anlam düzenini yansittigi/aktardigi inaniçinda temel bulur. Bu
görüç açisindan sözcükler, konuçan kiçinin zihninde önceden
mevcut anlamlarin temsilleri olmakla sinirlidirlar. Gösteren olarak
sözcükler, düçüncede mevcut anlam saltligina ancak bir ölçüde
yaklaçabilen aracilardir. Dolayimsiz olan sözün, bu yön de yaziya
göre bir önceligi vardir. Söz, konuçanin aktarmayi umdugu çeye,
insani çok daha yakin kilar. Bu da, sözün mevcudiyetin imkani
çok daha yakin oldugu anlamina gelir. Bilincin iç sesini
kullanarak kendimle konuçtugumda, anlam açikça söz içerisinde
içkin görünür. Konuçma aninda, sözün anlamini kavradigim ve
dolayisiyla "orada olan¨i, mevcudiyeti ele geçirebildigim ortaya
çikar. Bu yüzden söz gerçekligin dogasina iliçkin bir içgörü
kaynagi olarak görülür. Bu çekilde sözmerkezcilik, dilin
diçsalligini elimine etmeye yönelik sesmerkezcilik
(phonocentrism) ile birleçerek, dil-diçi saf anlamlarin
varoldugu düçüncesini teçvik eder ve meçrulaçtirir .
SESMERKEZCILIGI irdelerken, Derrida, Husserl´in
transcendental öznelligin kendisine dayandigi öz-mevcudiyeti
"ses¨de, kendi kendine konuçma olarak "iç ses¨de yakalama
giriçimine içaret eder. Fenomenolojik bilinç, transcendental
indirgeme´nin (reduction) talep ettigi salt içsellik ile içlevde
bulunacaksa eger, dilin diçsalligi bilinçten diçari atilmak
durumundadir. Transcendental bilincin, diçsalligin izlerinden
yalitilmiç olarak içlemde bulunmasi, içsel bir dil , diç biçimi
olmayan bir içsel dil bulmaya baglidir. "Nesnenin idealitesi,
ancak fenomenalitesi dünyevi biçime sahip olmayan bir
öge içerisinde ifade edilebilir. Bu ögenin adi sestir." Ses,
saf bilincin ortamidir. "Konuçtugumda kendimi içitirim. Ayni
zamanda konuçuyor oldugumu içitir ve anlarim.¨ Derrida,
öznenin bilinç içerisinde kendisini salt biçimde kavrayiçinin,
daima, kismen de olsa, dilsel (göstergeye bagimli) oldugunu ileri
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
12 -~ 18 19.11.2008 19:22
sürerek; öz mevcudiyetin bu kanitina karçi çikar. Konuçma ve
içitme arasindaki baginti, bunlar ayni öznede içselleçtirilmiç
olduklarinda bile, öz-mevcudiyeti degil fakat öz-etkilenimi (auto-
affection), kendisini duyumsayan ben´i belirtir. Tamamen bilince
kapali bu öz-etkilenim bile, bir bagintiyi, sesli konuçma
medium´unun yarattigi bir bagintiyi gerektirir. Demek ki,
transcendental bilinç, indirgemeye çaliçtigi diçsal yapilari içinde
taçir. 25
Husserl , dilin diçsalligini bilinçten diçari atma yönünde,
göstergeye iliçkin olarak ifade (expression) ile belirtim
(indication) arasinda bir ayrim yapar. Buna göre, ifadesel
göstergenin bir anlami vardir; belirtimsel göstergenin ise bir
anlamlamasi (signification) oldugu halde anlami (meaning)
yoktur. Yani belirtimsel gösterge dil-diçi bir anlama sahip
degildir, fakat içaret etme içlevine sahiptir. Dilin amaci ifade
etmek oldugu için, ifadesellik öncegelen biçim´dir. Husserli salt
ifade biçiminin, imgelemsel bir temsili/tasarimi gerçekleçtiren iç
konuçmada bulunabilecegini ileri sürer. Bilinç, iç ses araciligiyla
kendi kendisine temsil edebildigi için, ne bildiriçime ve
dolayisiyla ne de dilin maddesel, belirtimsel yönüne gerek kalir.
Temsil etme edimi imgelemsel oldugu için, dilin diçsal yönü
kullanilmaz.
Buna karçi Derrida , temsil´in, göstergenin, indirgenemez
belirtimsel bir yönü oldugu, yani içaret etme içlevinden asla
kopamayacagi yönünde israrlidir. "Aslinda fiili olarak sözcükleri
kullandigim- da, bunu bildiriçim amaciyla yapayim ya da
yapmayayim, baçlangiçtan itibaren, bir tekrarlanma yapisi içinde
içlemde bulunmak zorundayim. Bu tekrarlanma yapisinin temel
ögesi ancak temsil edici olabilir. Bir gösterge asla bir olay
degildir, eger olaydan, yeri doldurulamaz, tersine çevrilemez bir
empirik tikeli anliyorsak. Ancak `bir kerelik´ olup biten bir
gösterge, gösterge olmazdi.¨26 Her tür temsilin/tasarimin, en
içsel, en imge sel olan temsilin bile, ilkece tekrarlanabilir olma
özelligi, bilin- cin göstergeden ve göstergelerin ayrimsal
oyunundan kaçamayacagini gösterir. En salt ifade, en içsel
konuçma bile, bildiriçim amaci taçimasa ve maddesel dili
kullanmasa da, daima içinde belirtimsellik ögesi taçir.
Belirtimselligin indirgenemezligi, iç ses´in tamamen
transcendental bilincin bir edimi olamayacagini tanitlar.
Söz merkezcilik, dilin anlamlayabilecegi birtakim dil-diçi
kendiliklere duyulan güçlü ve bastirilamaz arzunun bir ürünüdür.
Bunun gerisinde, ancak nihai bir mevcudiyetin, bir
"transcendental gösterilen¨in, bizim gerçeklik hakkinda
konuçmamizi mümkün kildigi düçüncesi durur. Çünkü ancak
böyle bir dayanak sayesinde, göstergeden göstergeye
gönderimin sinirsiz akiçina bir son konulabilir ve anlam
belirlenimli kilinabilir. Anlamin belirlenimliligi talebi, söze
dökmelerimizi kisitlayan veya yönlendiren bu tür bir
"gösterilen¨in varligini varsaymayi gerektirir.
Böyle verilmiç bir anlam düzeni´ne baglanmakla, sözmerkezcilik,
gösteren olarak sözcükleri, bagimsiz hiçbir varoluça sahip
olmayan çeyler olarak görür. Kendi baçina gösteren, ne anlam
ne de anlam yaniltisi meydana getirme yeterliginden yoksun,
kisitlanmiç varoluç içerisinde, ikincil bir çeydir. Oysa Derrida,
yalnizca gösteren´in degil, gösterilen´in de ikincil oldugunu,
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
13 -~ 18 19.11.2008 19:22
bütün anlamlama terimlerinin ikincil oldugunu ileri sürerek;
gösteren ile gösterilen arasinda mutlak bir ayrim
yapilamayacagini, her ikisinin de, bagintili olduklari bütün diger
anlamlama ögelerinin izlerini taçidigini belirterek, bu anlayiça
karçi çikar. Kaldi ki, her gösterilen daima zaten bir gösteren
olarak içlevde bulunur. Gösterenden bagimsiz hiçbir gösterilen
yoktur. Kendisini belirtmekte kullanilan belirtimlerden yalitila
bilecek hiçbir anlam yoktur. Bu da, dilde, gösterenler
dizgesinden kaçamayacagimiz anlamina gelir. Dili oluçturan,
anlamlayici ögelerin birbirinin yerini alma, birbirinin
yerine geçme oyunundan kaçan, bu oyuna yakalanmayan
tek bir gösterilen yoktur.
Derrida, anlamin, anlamlama ediminden ne önce ne de sonra
oldugunu ileri sürmekle; gösterge dizgesi, sözmerkezci
kisitlamadan bagimsiz kilindiginda ulaçilacak konumu belirtmiç
olur. Anlamin önceliginin reddedilmesi, "neçeli bir anlam
yaratma süreci¨ne götürür. Dil, dil-diçi kendiliklerin özellikleri
tarafindan çekillendirilemez ve dil-diçi bir dünyayi yansitmaya
zorlanamaz. Dil kisitlanmamiç bir oyun türü olarak içler. Anlamin
belirlenimliligi de, göstergelerin özgür oyununun, anlaçilirligini
dilin transcendental düzenliliklerinden alan bir söylem içerisinde
yapma bi çimde kisitlanmasidir; bu, dil-diçi bir ögenin dayattigi
zorlayici bir kisitlama degildir. Dilde dil-diçi bir dünyayi temsil
etmek mümkün olsa da; dil, özünde, böyle bir amaç taçimayan,
göstergelerin özgür oyunu´dur.
Rorty´nin belirttigi gibi, böyle bir amaç olsa bile, dil-diçi dünyayi
temsil etme giriçimi, bir vokabüleri seçme sorunudur ve anlami
bulgulamaktan çok, anlami yaratmaktir, dolayisiyla gerçekligi
bulmaktan çok, onu icat etmektir. 27
Kaldi ki, göstergenin keyfi dogasindan yola çikmiç olsak bile,
yine de göstergeleri, kararla ilk ve son defa tesis edilmiç ve kati
uzlaçimlarla yönetilen çeyler olarak görme egilimini bir yana
birakmaliyiz. Biçimin, anlamin zorunlu ve yeterli belirleyicisi
olmamasi, anlam üretiminin sürekli bir koçuludur. Göstergenin
bir arke veya telos, köken veya amaç tarafindan yönetilmeyen
kendine ait bir yaçami vardir ve göstergenin özel söylem
tiplerindeki kullanimini yöneten uzlaçimlar, gölge-fenomenlerdir,
gelip geçici kültürel ürünlerdir. Bu durumda kendisiyle öz deç bir
anlam bütünlügü talebi, bir yanilsama olacaktir. Anlam, tarihsel
olarak, ayrimlarin bir örülüçü çeklinde tesis edilen dizge´nin bir
"etki¨sidir.
Derrida´nin yaklaçimi, sonuçta, "hata içermeyen, hakikat
içermeyen ve kökeni olmayan bir göstergeler dünyasi¨nin
kabulüne çikar. Anlamin Özgür oyunu´na kapi açan bu
belirlenimsizlik, özneyi etkin bir yorumlama sürecinin içersine
sokar. Söz- merkezci bilincin kapali dizgesinden, etkin
yorumlama´nin özgür alanina çikan yolu bize açan da ayiram´dir.
Derrida, hem dizgeyi yönlendirip organize eden, hem de
dizgenin içleyiçini sinirlandiran transcentendal merkezi
çekip çikarmakla, göstergelerin ayrimsal oyununu özgür
kilmiçtir. Bu dil durumunun yolaçtigi sonuç, anlamin nihai
olarak karara varilamaz kalmasidir. Her gösterge, anlamini digeri
ile olan bagintisindan aliyorsa ve bu göstergelerin birbiriyle nasil
bagintilandigini belirleyecek hiçbir olgu bulunmuyorsa; bu
durumda en dolaysiz söz edimi bile çeçitli çekillerde
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
14 -~ 18 19.11.2008 19:22
anlamlandirilmaya/yorumlanmaya açiktir ve hep kendinde bir
anlam fazlaligi taçiyabilir.
Böylece anlam, yorum haline gelir ve yorumlar çoklugu
içerisinde, hiçbir yorum nihai yorum olma iddiasinda
bulunamaz. Hiçbir anlamin sabit kilinamadigi veya
karara baglanamadigi bir dil durumunda, yorum etkinligi
sonsuzca sürer.
Bu belirlenimsizligi ve bunun ardinda duran parçaliligi (anlamin,
birbirinin yerini alan gösterenler zinciri içerisinde dagilip
parçalanmasini) açmanin yolu yok mudur?
Bu soru, bizi, "yorumun iki çeçit yorumu¨ 28 arasindaki salinimin
içine çeker: Bu yorumlardan birisi, göstergelerin düzeni ve oyun
alani diçinda bulunan bir hakikati veya bir kökeni deçifre etmeye
çaliçir ve deçifre etme hayali görür; digeri ise oyunu onaylar ve
bizzat yorumun etkin, yaratici içlevini kabul eder ve geriye
bakmaksizin neçeyle ilerler, oyunun kökenini ve amacini kaale
almaz. Herhangi bir dizge için ve bu dizgeden çikan yorumlar
için, nihai ve mutlak hiçbir hakli çikarmanin (justification)
bulunmadigi yerde; sonuçlarin, kendisine karçilik gelmesi
gereken hiçbir çey bulunmadigi için, insan, elde edilebilecek
herhangi bir sonuçtan çok, bizzat yorumlama etkinligini
degerlendirmeye yönelir. Bu yaklaçim, sinirsiz geriye gitmenin
(bir köken ve ya bir hakikat aramanin) acisi yerine; sinirsiz
yaratimin zevkini koymaya çaliçir.
IV
Yorumun bu ikinci yorumu, postmodern dil durumunu
karakterize eder genelde. Gösterenden gösterene denetlenemez
bir gönderim zinciri içerisinde sürüp giden "anlamin özgür
oyunu¨ durumudur bu. Anlamlama (signification), gerçekligi yok
edildigi için, salt bir oyun etkinligine dönüçmüç; yansizlaçtirma
ve kayitsizlik ilkesine dayanan kod´un egemenliginin bir sonucu
olarak, her çey karara varilamaz hale gelmiçtir. Belirlenim
ortadan kalkmiç, çimdi belirlenimsizlik hüküm sürmektedir.
Anlam, dilin organize edici birligi içerisinde bir araya
getirilemeyen; fakat parçalara ayrilip dagilan göstergelerin
çizgisel akiçina tabi kilinmiçtir. Bizzat kendisini yapi çözüme
ugratan dilde, geriye kalan tek çey parçalarla oynamaktir.
Douglas Kellner´in belirttigi gibi, modernite´nin devrimi bir anlam
devrimiydi; tarihin dialektigi, ekonomi veya arzu gibi güvenli
palamarlarda temel bulan ve görünüçlerin yikimini hedefleyen
bir anlam devrimi. Gerçek olan´i temsil etmeye/tasarimlamaya
ve yorumlamaya çaliçan teorik ve sanatsal tasarilarla yolalan bir
devrim. Postmodernite ise, geniç ölçekli bir anlam yikimi
sürecidir: "Anlamla yaçayan anlamla ölür,¨ (Baudrillard).
Postmodern dünya anlamdan yoksundur; o, teorilerin boçlukta
yüzdügü bir nihilism evrenidir. Anlam derinlik gerektirir, gizli bir
boyut, görülmeyen ama yine de kararli ve sabit bir dayanagi
veya temeli gerektirir. Postmodern dünyada ise her çey
görülebilir ve açiktir, saydamdir hatta açik-saçiktir, degiçken ve
kararsizdir. Postmodern sahnede, her an yeni bileçimlere ve
dizilimlere giren ölü göstergeler ve donmuç biçimler dolanip
durur.
Postmodern dil durumu, özneyi, anlamlama oyunu ile baç- baça
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
15 -~ 18 19.11.2008 19:22
birakir ve öznenin önüne kiçkirtici, ayartici bir özgürlük alani
açar. Gelgelelim, bu alan bir gerçeksizlik alanidir ve öz gürlük de
negativ bir özgürlüktür; çünkü, gerisinde, dünyada tözsel hiçbir
çeyin ne özne ne varlik ne deger, bulunmadigi düçüncesi yatar.
Baudrillard´in saptamasiyla30 modada güzel ve çirkinin,
politikada sag ve sol´un, medyanin her bildiriminde dogru ile
yaniliçin, nesnelerde yararli ve yararsizin, anlamlamanin her
düzeyinde doga ile kültürün birbiriyle degiçtirilebilir olmasi,
bütün büyük humanist deger ölçütlerinin, ahlaki, este tik ve
pratik yargilarin oluçturdugu tüm uygarlik ölçütlerinin, imgeler
ve göstergeler dizgesi içinde silinip süpürüldügünün kaniti olarak
görülebilir.
Postmodern/postyapisalci giriçim, gösterilen´in statüsünü
kirmakla, anlamin degerini düçürmüç; bunun karçi-olumu olarak
bir gösteren fetiçizmine yol açmiçtir. Sonuç, gösteren´in
çeyleçmesidir. Gösterilen´in gücünü kaybetmesi, gösteren´in bir
gönderge olarak içlev görmesi sonucunu getirir. Gösterenler
göndergeler olarak veya sözcükler çeyler olarak anlamlama
yapmaktadirlar artik. Bizler, gündelik hayati, sanki onun
maddeselligi bir gösterenler agi imiç gibi deneyimliyoruz.
Lash´dan hareketle, ayni sonucu yani gösterenin çeyleçmesi
sonucunu veren ikili bir durumun söz konusu oldugunu söyleye
biliriz burada: Gösteren ve gösterilen ayriminin silinmesi ile bir
yandan gösteren maddesel hale (`çey´ haline) gelmiç; öte yan
dan maddesel olan (`çey´) gösteren haline gelmiçtir. Bu sürece
hiz kazandiran ve bu durumu toplumsal yaçamin her düzeyini
kuçatacak ölçüde yayginlaçtiran etmen ise, Lash´in vurguladigi
gibi, postmodern anlamlamanin, sözel anlamlamadan farkli
olarak, ikonik bir anlamlama rejimi oluçturmasidir. Ikonik
anlamlama yapan imgeler ya da baçka türden çekiller, bu içlevi
göndergeye olan benzerlikleri araciligiyla yerine getirirler. Ikonik
anlamlamada, gösteren (imge, çekil) göndergeye benzer
olmakla, gösteren ile gösterilen ayrimlaçmasinin çözülüçü, bura
da, sözel anlamlamada oldugundan çok daha hizli ve yogun
gerçekleçir.
"Imge Imparatorlugu¨nun kapisindayiz artik. Gösterenler
oyununun içiltili çekim alanina girdik. Anlamin yerini ikon
(görüntü) aldi.
Bilgi ve anlam birikimini mümkün kilan gösteren/gösterilen
dialektiginin bu çekilde sona eriçi, göstergenin özünün
boçaltilmasi anlamina gelir. Gösterge artik bir temsil/tasarim, bir
baçka çeyin yerini tutan bir çey degil; fakat Baudrillard´in
bulgulamiç oldugu gibi, sinirsizca çogalan/çogaltilabilen bir
taklit´tir (simulacrum). Göstergenin tekrarlanabilirlik özelligi,
sanki taklit´te en uygun varoluç biçimini bulmuç gibidir. Taklit,
modellerle meydana getirilmiç, kökeni veya gerçekligi olmayan
bir gerçekliktir.
Yürürlükteki cisimleçmesi içinde, taklit, gerçeklige ön gelir.
Gösteren, kendisini, göndergeden, "dogal¨ olandan ve temsili
yapidan tamamen koparip ayirir, gösteren hem özneden hem de
nesneden kopar, o kendi kendisinin göstergesi haline gelir.
Böylece göstergeler, artik ne öznel ne de nesnel bir gerçeklige
gönderimde bulunmazlar; fakat yalnizca kendilerine gönderirler,
çünkü temsil edilecek hiçbir gerçeklik kalmamiçtir ve ger çeklik
diye kabul ettigimiz çey, zaten yekpare bir taklit´tir.
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
16 -~ 18 19.11.2008 19:22
Totaliter bir gösterge-denetimi altindaki postmodern toplumda,
göstergeler, taklitler ve kod´lar esas belirleyiciler haline gelirler
ve kendi mantiklarini ve anlamlama düzenlerini izlerler. Böylece
gönderimsel deneyim düzeninin gerçeklik ilkesi, yerini, kod
tarafindan ve anlamlama mantigi tarafindan organize edilen bir
düzenin egemen çemasi olarak taklit´e birakir.
Baudrillard , çagdaç dünyada temsil ile gerçeklik arasindaki
sinirin infilak ettigini ve bunun sonucu olarak "gerçek olan¨in
deneyiminin ve temelinin ortadan kayboldugunu ile ri sürer.
Artik temsil, gerçeklige tabi olmaktan çikmiç, gerçeklik temsil´e
tabi hale gelmiç görünmektedir. Postmodern olan budur.
Media´nin yükselen rolü, gerçekligin yitiriliçinin açik bir kanitidir:
"imgeler, göstergeler ve kodlar üreten taklit makinalari¨ olarak
media, temsil ve gerçeklik bagintisinin yukarda belirtilen "tersine
çevriliçi¨nin en yetkin örnegini verir. Media (kamusal dil),
gerçekligi yansitan bir dolayim olmaktan çikarak; gerçek
dedigimiz her çeyin kendisinin bir dolayi mi olarak ortaya çiktigi
tözsel bir bulutsu´ya dönüçmüç gibidir. Sanki karçimizda gerçek
olandan daha gerçek bir gerçeklik vardir.Medium, gerçek dünya
haline mi gelmiçtir?
NOTLAR
1 Bkz.: Foucault, Michel: The Order of Things, Vintage Books,
New York
1973, s. 58-63.
2 Foucault: A.g.e., s. 62.
3 Barthes, Roland: Göstergebilimsel Serüven, çev. Mehmet
Rifat-Sema Rifat, Yapi Kredi Yayinlari, Istanbul 1993, s. 150.
4 Barthes: A.g.e., s. 151.
5 Derrida, Jacques: Positions, Trs.: Alan Bass, University of
Chicago Press, Chicago 1981, s. 41.
6 Derrida, Jacques: Writing and D trs.: Alan Bass,
Routledge-Kegan Paul, London and Henley 1981, s. 281.
7 Derrida: Writing and Différance s. 279.
8 Derrida: Writing and Différance s. 279.
9 Derrida: Writing and Différance s. 280.
10 Culler, Jonathan: On Deconstruction. Theory and Criticism
after Structuralism, Routledge, London 1989, s. 99.
11 Derrida, Jacques: Positions, s. 26.
12 Culler, Jonathan: On Deconstruction, s. 96.
13 Derrida´nin différance sözcügünü¨a¨ ile yazmak suretiyle
yazi´da yaptigi bir ayrimla oluçturdugu diffarance terimine
Türkçe karçilik olarak "ayiram¨, Melih Baçaran tarafindan
önerilmiçtir (Baçaran: Ve niçin -Yine- Felsefe Yapiçözümler, Yapi
Kredi Yayinlari, Istanbul 1993, s. 14) Ayiram/differance
teriminin fiili différer ayirmak ve ertelemek anlamlarina gelir.
14 Pavel, Thomas: The Feud of Language, Basil Blackwell,
Oxford 1992, s.
50.
15 Derrida, Jacques: Margins of Philosophy, Trs. Alan Bass, The
University of Chicago Press, Chicago 1982, s. 9.
16 Derrida: Margins of Philosophy, s. 9.
17 Loesberg, Jonathan: Aestheticism and Deconstruction,
Princeton Umver sity Press, Princeton, New Jersey 1991,s. 83.
18 Derrida: Margins of Philosophy, s. 16. 19 Derrida: Writing
and D s. 292.
20 Derrida: Margins of Philosophy, s. 26.
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
17 -~ 18 19.11.2008 19:22
21 Caputo, John D.: Mysticism and Transgression: Derrida and
Meister Eck hart in Derrida and Deconstruction, Ed. Hugh J.
Silverman, Routledge, New York and London 1989, s. 28.
22 Novitz, David: Metaphor, Derrida and Davidson, The Journal
of Aesthetics and Art Criticism, Sonbahar 1985, s. 106.
23 Caputo, John D.: A.g.e., s. 24.
24 Derrida, Jacques: Speech and Phenomena, trs. David B.
Allison, Evans- ton: Northqestern University Press, 1973, s. 76.
25 Loesberg: Aestheticism and Deconstruction, s. 88.
26 Derrida, Jacques: Speech and Phenomena, s. 50.
27 Novitz, David: Metaphor, Derrida and Davidson, s. 104.
28 Derrida: Writing and Différance s. 292.
29 Kellner, Douglas: Jean Baudrillard. From Marxism to
Postmodernism and Beyond, Polity Press, Cambridge 1989, s.
118.
30 Jean Baudrillard: Selected Writings, Ed. Mark Poster, Polity
Press and Stanford University Press, Cambridge and Palo Alto,
1988, s. 127-128.
31 Lash, Scott: Discourse or Figure? Postmodernism asa Regime
of Sign on, Theory, Culture and Society, Volume: 5, Numbers:
2-3, .June 1988, s. 332.
Dile Gelen Felsefe-Taylan Altug-YKY
FelseIe Ekibi ~~ Postmodern Dil durumu http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷864
18 -~ 18 19.11.2008 19:22
Wittgenstein-DiI OyunIarì
Wittgenstein-Dil Oyunlari
Ömer Naci Soykan
WITTGENSTEIN -ÍKÍNCÍ DÖNEM
Wittgenstein'in sonraki dönem düçüncesinde, öncekine göre
en temel degiçme, onun dil kavrayiçinda ve bu çerçevede anlam
anlayiçinda olur. TLP (Tractacus Logico-Philosophicus)
(Wittgenstein´in Birinci dönem felsefesini içeren yapiti)'ye göre
dil, olgularin ve bütün olarak da gerçekligin resmidir. "
anlam" bu resmin kendisi, "gösterim" adin gösterdigi
çeydir. Dil, olgularin mantiksal biçimini yansitir. Buna göre,
demek ki olgular, mantiksal biçime sahiptirler. Bu düçünceler,
Wittgenstein'in ikinci döneminde tamamen terkettigi düçünceler
arasinda baçlica olanlardir.
Ikinci dönemi baçlatan ve ayni zamanda çagimiz felsefesinde
yeni bir sayfa açan Felsefe Araçtirmalarinda ve diger
yazilarda, sözü edilen degiçikligi ve tüm boyutlariyla bu yeni
dönem düçüncesini, belli baçli kavramlar yoluyla, çaliçmamizin
bu ikinci bölümünde, alt bölümlere ayrilmiç olarak sistematik
tarzda göstermeye çaliçacagiz.
Çimdi artik sözcügün anlami, onun kullanimi olarak
anlaçir; günlük dil esas alinir; "dil oyunu"; "aile
benzerlikleri", "uzlaçim", "yaçam biçimi" gibi temel
kavramlar öne çikar. Artik dil ile Gerçeklik arasinda bir
uyum aranmaz; tersine böyle bir çey metafizik" olarak
nitelenir.
Bilinç felsefesi,; psikolojik kavramlarin "soyagaci" çikartilarak,
yapilacaktir. Iletilen duyumlar degil, sözlerdir. Tekbencilige yer
yoktur: özel dil olanaksizdir.
Matematik felsefesi, yine gündemin baçindadir. Ama artik
matematik mantiga indirgenmez, mantigin bir yöntemi
sayilmaz.Her iki döneminde de ahlâka en yüksek yeri veren
Wittgenstein için ne bir ahlâk ne de bir estetik bilimi söz konusu
degildir.
Sözün Kullanimi: Sözün Anlami
Wittgenstein, yeniden felsefeye yöneldiginde, TLP'deki bir
yanliçini ele alarak içe koyulur: Ad ile nesne arasindaki karçilikli.
O, PU(Felsefe Araçtirmalari) 'da(Wittgenstein´in ikinci
Dönem yapiti) adin taçiyicisi ile adin gösterimi arasinda kesin bir
ayrim yapar. Adin gerçeklikte karçiligi oldugu çey -kiçi veya
nesne-, adin ,taçiyicisidir, gösterimi degil. Adin taçiyicisi yok
olabilir, ama ad gösterimini yitirmez. Aksini düçünmeyi
Wittgenstein, bir ruh hastaligi olarak görür: "Öyle bir ruh
hastaligi düçünülebilirdi ki, bu hastaliga yakalanan biri, adlari
yalnizca onlarin taçiyicisi ortada oldugunda kullanilabilîr ve
anlayabilir olsun." Bu durumda ad içaretleri, çu tarzda
kullanilabilirdi: "Taçiyicilarin var olmasi sona erer ermez,
içaretler boça giderdi (belki onlar yoksanirdi): Bu dil oyununda
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
1 -~ 8 19.11.2008 19:21
ad, nesneye sanki bir bicimde sahip olur ve objenin var olmasi
son bulunca, onunla birlikte iç görmüç olan ad, bir kenara
atilir.Oysa biliyoruz ki, adin taçiyicisi yok olabilir, ama ad
gösterimini yitirmez. örnegin Sokrates öldügünde "Sokrates" adi
gösterimsiz, anlamsiz bir sözcük olmaz. Hatta ad, "Pegasus"
adinda oldugu gibi boç bir ad da olabilir; ana karçilik olacak
hiçbir gerçek çey yoktur. Sözün gösterimini, anlamini onun
kullaniminda aramalidir. " sözcügünün kullanim durumlarinin
büyük bir sinifi için -her ne kadar onun tüm kullanim durumlari
için degilse de- bu sözcük çöyle açiklanabilir: Bir sözcügün
anlami, onun dildeki kullanimidir. Ve bir adin gösterimi, bazen
onun taçiyicisinin gösterilmesi yoluyla açiklanir.Bu!" dendiginde,
"bu" göstereninin mutlaka bir taçiyicisi olmasi gerekir. "Bu", bir
ad degildir ki taçiyicisiz da kullanilsin: "Bir ad, gösterici el kol
hareketleriyle kullanilmaz, ama ancak onlar araciligiyla
açiklanir."Örnegin ben, 'Ahmet zengindir." dedigimde, bu adi
kullanirim ve bu kullanim bu adin bir gösterimi olur. Ama ben
"Ahmet!" deyip, içaret parmagimla birini gösterdigimde,
kolumun bu hareketiyle bir adi ("Ahmet") kullanmiç olmuyorum,
tersine o adi açiklamiç oluyorum; yani el kol hareketim,
sesleniçime yaptigim bir açiklamadir.
Sözcügün (adin) gösterimi ile taçiyicisi arasindaki ayrimi
görmenin bir yarin çudur: Filozoflar, örnegin "zaman nedir?",
"yaçam nedir?", "bilgi nedir?", "dogruluk nedir?" gibi sorular
sorduklarinda, sanki bu sözcüklerin, tipki taçiyicilari olan adlar
gibi bir çeyi; bir nesnesi olduklarini saniyorlar. Ve sözcükte içkin
olarak bulunduguna inanilir o çeyin, o özün izini bulmaya
çabaliyorlar. Wittgenstein''a göre bu boç hayaldir. Adin anlami
(gösterimi) sanki onun taçiyicisiymiç yanliçi akla gelmeseydi ya
da daha dogrusu bu ikisi birbirinden ayri tutulsaydi, bu filozoflar
sözcüklerine birer öz, birer nesne aramazdi. Bu durumda, bu
tartiçmalara hiç girmeksizin bu sözlerin kullanimini, onlar için
verecegimiz örneklere bakarak tetkik etmeliyiz.
Sözün anlami onun kullanimi demek oldugu gibi; !'bir
sözü anlamak" da "onun nasil kullanildigini bilmek, onu
uygulayabilmek" demektir 32' Bunun anlami da sözü
kurala göre kullanabilmektir. Bu nedenle "anlam"
(gösterimi) ile "kural" kavramlari arasinda bir karçiliklilik vardir.
Sözcükte asil olan, onun anlami, gösterimidir. "Sözcük, ayni
gösterime sahip baçka bir sözcükle yer degiçtirebilir." Böylece
cümlede sözcük için bir yer sabitleçtirilmiç olur. Bu yere ayni
gösterimli baçka bir sözcük konabilir. Cümlenin kendisi bir alet
olarak, kullanilan bir çey olarak görülür. Anlami da onun
gördügü içtir, yani kullanimi: "Cümleyi âlet olarak gör, anlamini
da kullanim olarak." Nasil ki bir sözcügün gösterimi (anlami),
onun kullanimi ise ve sözcügün kullanimini anlamak, bazen,
cümlede onun yerine gösterimi ayni olan baçka bir sözcügü
koymak ise, ayni çekilde cümlenin anlami onun kullanimidir ve
bu kullanimi anlamak da Bazen onun yerine geçebilecek baçka
bir cümle koymaktir: "Bir cümlenin, bir betimlemenin anlami
diye adlandirdigimiz olay, bazen bir simgecilîkten bir digerine
aktarmadir; bir resmin bir daha çizimi; bir kopya çikarma veya
bir baçka ifade tarzina bir aktarma. O zaman, betimlemeyi
anlamak, betimlenmiç olanin bir. resmini yapmak.demektir."
Baçka bir deyiçle, bir cümleyi anlamak, onun yerine baçka bir
cümleyi koymak demektir. Birçok yerde oldugu gibi burada da
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
2 -~ 8 19.11.2008 19:21
Wittgenstein, yanitlarini vermedigi çarpici sorularla karçimiza
çikar: "Ne cümleyi anlariz? -Onu tam olarak söyledigimizde? (.. J
Ne kadar zaman alir: bir cümleyi anlamak. Ve eger biz bir
cümleyi bir saatte anliyorsak, o süre boyunca daima hep yeni
baçtan mi baçliyoruz?" Wittgenstein'in yanitlamadigi bu
sorulari, biz yanitlamak niyetinde degiliz. Ancak onlarin bizi
yöneltecegi belki baçka sorulari da biz sorabiliriz: Cümlenin ne
zaman anlaçildigi ve bu anlama sürecinin nasil oldugu, psikolojik
bir soru degil midir? Wittgenstein'in felsefe anlayiçina göre bu,
felsefi bir soru olmamali. Çünkü burada söz konusu olan dil
degil, tersine bilinç edimidir.
Bir cümleyi anlamak, bazen onu bir el kol hareketine çevirmekle
olur. Bazen de tersine, bir el kol hareketi bir cümleye aktarilir.
Sözlerden jestlere, jestlerden sözlere bu gidip gelmeler, ,yaçam
biçimlerinden baçka bir çey degildir ki, anlama onlarda vuku
bulur. Bir yazili metni anliyorum demek, o bana bir çey söylüyor
demektir; bir jesti anliyorum demek de öyle Böylece cümle ve
jest birbirleriyle açiklanmiç olur.. Bir sözün bazen duyumlari dile
getirdigi söylenir. Bu durumda bir aksan ve el kol hareketleri
yaparak söz söylenebilir. Bu, o sözün o amaçli anlaçildigi demek
olur. Sözcük burada o aksan için etki noktasi olmuç olur. Bunun
tersi.de olabilirdi: Söz ya da ses bir duyumun yerini alabilirdi.
Örnegin bir "ha ha" sesi bir gülmenin yerine geçebilirdi.
Bir kimseye, bir sözü sen nasil kullaniyorsun, böylelikle sen ne
yapmiç oluyorsun diye sormakla biz, onun bu sözü nasil
anladigini ögrenmek isteriz Bunun üzerine o, bize ya baçka bir
söz söyler ya da bir el kol hareketi yapar veya çekiller çizer vb.
Ve biz bunlarin birinde, "Ha, tamam, çimdi anladim." deriz. Biz
gerçekten "çimdi" mi anladik? Anlamanin kesin zamanini
bildiremezsek de onun sözün ya da jestin bu kullanimiyla
gerçekleçtigini söyleyebiliriz.
Fakat Sözün; Cümlenin ve jestin kullanimi ile anlaminin bir
görülmesi, bu özdeçleçtirme, anlaçildigi gibi, yalnizca dilsel
içaretlerle sinirli degildir. Bu kabul, sözgelimi, firtinanin
patlayacagini gösteren siyah bulutlar gibi dilsel olmayan
içaretlerle ilgili degildir. Wittgenstein, hiçbir toplumsal-kültürel
uzlaçima dayanmayan bu tür dogal "içaret"leri "anlam- kullanim"
kavrami diçinda tutar. Öte yandan, örnegin, belli bir yönü
gösteren, ancak bir uzlaçimla "içaret" olmuç olan bir çok çizgisi
gibi dilsel olmayan içaretler, kullanim (anlam) çerçevesi içinde
görülür. Wittgenstein çöyle diyor: "Çince cümleleri nasil
anlamiyorsak, Çinlilerin el kol hareketlerini de öyle anlamayiz."
Çünkü bu el kol hareketleri de, tipki sözler gibi uzlaçima dayali
hareketlerdir ve bir anlamlan vardir. Biz o uzlaçimi bilmedigimiz
için -tipki Çinceyi bilmedigimiz gibi- hareketleri anlamayiz,
kendimiz kullanamayiz. Wittgenstein söylemiyor ama, onun
söylediklerinden çunu çikarabiliriz:'Eger Çinlinin ya da bize
yabanci herhangi bir kültürden biri el kol hareketleriyle bir
nesnel durumu, örnegin ig- ne iplikle dikiç dikme olayini ya da
bildigimiz bir doga olayini bir mim sanatçisi tarzinda betimlerse,
kuçkusuz biz onu anlariz. O zaman bu el kol hareketleri,
uzlaçima dayali içaretler olarak görülmez.
Wittgenstein'in anlamin içarette içkin oldugunu savlayan
gizemli-metafizik bir anlayiçi reddettigini yukarida belirtmiçtik.
Bunun gibi o, "kullanim" kavramini, sözün belli koçullarda dile
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
3 -~ 8 19.11.2008 19:21
getiriliçinin düzenleniçi biçiminde anlaçilacak behavyorist
semiotik anlaminda bir terim olarak da kabul etmez. Ok
çizgisinin ya da benzeri baçka bir çeklin anlaminin ögrenilmesi,
belli tarzdaki çeylerle bagintili belirli kurallarin ögrenilmesiyle
özdeçleçebilir. Onlar ögrenilince, böylece çeklin anlami anlaçilir.
Kisaca dendikte: Okun anlami, onun kullaniminda meydana
gelir. Anlami Ögrenmek, daima bir çeyin kullaniminin bir
ögrenimidir. Bu çey ya dilsel ya da dilsel olmayan ama
uzlaçimsal olan bir içarettir. Böyle bir içaret, farkli kullanim
ögrenmeleriyle farkli anlamlar alabilir: "Içaret", "söz", "cümle"
diye adlandirdigimiz tüm bu çeylerin sayisiz çeçitli kullanim
türleri vardir. Bir anlami kavramak, onunla ilgili kullanim
tekniklerini edinmek, onlara hakim olmak demektir. Bir dile
hâkim olmak, çok kapsamli bir yetililiktir. Bu, sayisiz beceri ve
yetenekten oluçan ve çok karmaçik bir baglamda dilsel ve dilsel
olmayan toplumsal edimlere dayanan bir yetililiktir. "Ve bir dil
tasavvur etmek, bir yaçama biçimi tasavvur etmek
demektir. " Dilin konuçulmasi bir yaçama biçiminin bir
bölümüdür. Sözcükleri anlamlandiran yaçama biçimleridir.
"Sözcüklerin tamamivle ancak Yaçam irmaginda anlami
vardir. " Wittgenstein, bu baglamda, bir müzik parçasini
anlamakla bir cümleyi anlamayi karçilaçtirir. Burada anlam
yaçayarak edinilen bir çeydir. Bir dili bilirsiniz ama onun
kullanildigi insanlar arasinda yaçamamiçsaniz,. o dildeki ince
ayrimlari bilemezsiniz.
Wittgenstein müzikte de durumun benzer oldugunu
düçünüyor. Gerçi o, "müzigi yaçmak" gibi bir deyim kullanmiyor
ama, burada kastedilen sanirim budur. Yaçama biçimleri,
uzlasima dayanir ve "dil oyunlari" ile dile gelir. Uzlaçimi
bilmeyen, "oyun"a katilamaz. Böylece, "kullanim" kavraminin
daha yakindan incelenmesi istegi, biri Wittgenstein'in yine çok
taninmiç bir kavramina "dil-oyunu"na götürüyor. Kullanim
kurami olarak anlam kura- mi, dil-oyunu kavramiyla siki sikiya
bagintilidir. TLP'de anlam ile kullanim arasinda baginti
kurulmuç;olmasina karçin, "dil oyunlari"ndan söz edilmemiçti.
DÍL OYUNLARI
"Dil nedir?" gibi bir soru sormak diyor Wittgenstein, her zaman
için geçerli olacak bir yanit istemek demektir. Bu da gelecekteki
her deneyden bagimsiz olacaktir Oysa böyle olmayacak bir çeyin
ardinda olmaktansa, karçimizda duran çeyin kendisine, yani dile,
dil-oyunlarina bakmaliyiz; onlarda gördüklerimizi bir bir not
etmeliyiz. Öyle ki, böylece dilin "yevmiye defterleri"ni tutalim.
Ve bununla yetinelim. Bir dil-oyunu, normal durumda bir
sira dilsel ifadeden oluçur ve ekseriya bu ifadelere baçka
eylemler eçlik eder Tek sözcükle -eger ona bir eylem eçlik
etmiyorsa ve eger o bir buyruk degilse- bir dil oyunu olmaz.
"Ama elbette ki, bir dil oyunu birden çok sözcüklerin kullanimini
kapsar." Yaçanan bir olayin anlatilmasi, bir masal anlatmak, bir
kitap okumak, bir odayi, düzenlenmiç bir yeri betimlemek, ister
örnegin bir askeri egitimde olsun, ister örnegin ögretmenin
çocuga matematik aliçtirmasi yaptirmasi gibi bir durumda
buyruk vermek ve buyrugu yerine getirmek, fikra anlatmak,
toplumsal uzlaçima dayanan anlamli el kol hareketleri yapmak
veya bunu çekillerle çizerek göstermek, "tip", "yag satarim-bal
satarim" gibi çocuk oyunlari, briç gibi iskambil oyunlari, tüm bu
ve benzeri çeyler, dil oyunlarina örnektirler. Bu örneklere karçin
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
4 -~ 8 19.11.2008 19:21
Wittgenstein dil oyununun genel bir tanimini, kavramini vermez.
Bunu, dil oyununun onun için en temel çey olmasina yorabiliriz.
Temel olan temellendirilmez. Dil oyunlari için model olarak
alinan oyun, daima, satranç oyunudur. Dil oyunlari hakkinda
çizdigimiz bu canli tablodan sonra, çimdi bu tabloya daha
yakindan bakabiliriz.
Wittgenstein, PU(Felsefe Araçtirmalari) ya Augustinus'dan
yaptigi bir alinti ile baçlar. Bu alintida Augustinus, çocuklugunda
dili nasil ögrendigini anlatir: Yetiçkinler bir nesnenin adini
söylediklerinde, bu sirada onu göstermelerini tekrar tekrar
izleyen ya da türlü mimik ve jestler eçliginde yetiçkinlerin
çikardiklari sesleri tekrar tekrar içiten çocuk Augustinus, hangi
sözcüklerin hangi nesneleri gösterdigini kavramayi yavaç yavaç
ögreniyordu. Wittgenstein'a göre, bununla Augustinus bir
anlaçma sistemi betimliyor; ama dil dedigimiz çeyin tümü bu
sistem degildir. Bu betimlemede sözcügün ögretilmesindeki
amaç, çocukta onun bir tasariminin oluçturulmasidir. Ama
örnegin sayi sözcüklerinin nasil tasarimi oluçturulacaktir? Sayi,
sayma pratigi yaptirilarak çocuga ögretilir. Çocuk bu oyunda,
yalniz Augustinus'un dedigi gibi bir izleyici degildir; tersine o da
oyuna katilir. Ve bunu o, pratikle baçarir.
Augustinus'un örnegine karçi, Wittgenstein tamamen ilkel bir
dil olarak çu örnegi verir: Bu dil, bir yapi ustasi ile çiraginin
anlaçmasina yarayan bir dil olsun. Usta, "Tugla!", "Döçeme
taçi!" diye seslendiginde, çirak bu seslenmelerle götürecegini
ögrendigi taçlan götürüyor. Bu dili bir ilkel kabile dili olarak
düçünelim. Augustinus örneginde çunu görüyorduk: Dilin bu tür
ilkel biçimlerini, çocuk konuçmayi ögrendiginde kullanir. Dili
ögrenme burada hiçbir açiklama degil ama bir aliçtirmadir.
Yetiçkinlerin çocuga söz söylemesi ve o sirada bir çeyi
göstermesi, o sözün bir açiklamasi degildir. Çünkü çocuk onlara
soru Soracak durumda degildir; tersine çocuk, bu sirada
aliçtirma yapmaktadir. Hangi sese hangi nesnenin karçilik
gelecegi aliçtirmasidir bu. Yukarida el kol hareketleriyle sözün
açiklamasi yapilir dendigi durumda, dilin kullaniminin daha önce
ögrenilmiç oldugu kabul edilmiçti. Oysa burada durum farkli.
"Çocuk soru soracak durumda degildir." demiçken bu
kastediliyor.Ikinci örnekte, duvarci dili örnek alinarak çocuklara
dilin ögretilmesinde ise durum çudur: "Çocuklara bu etkinlikleri
yapmak, bu esnada bu sözcükleri kullanmak ve öylece
baçkasinin sözlerine tepki göstermek ögretilir." Wittgenstein,
buna dil kullanimi pratigi, Augustinus örnegine de "dil ögretimi"
ya da "sözcüklerin gösterici ögretimi" der. "Dil kullanimi
pratiginde bir kesim sözcükleri haykirir, digeri bunlara göre
davranir. Ama dil ögretiminde çu olay bulunur: Ögrenen,
nesneleri adlandirir."
Ikinci örnek "dildeki sözlerin kullaniminin bütün olayi, çocuklarin
bu sayede anadillerini ögrendikleri oyunlardan biridir. Bu
oyunlari diye adlandirmak ve ilkel bir dilden bazen bir dil-oyunu
olarak söz etmek istiyorum."3' Kuçkusuz August'inus'un
betimledigi de bir dil oyunudur; sözün, dilin oyuna katildigi
diger oyunlar da. Hangi etkenliklerin dil oyunu oldugu
konusunda Wittgenstein'in tasarimi çok açiktir: "Dil ile dilin içine
geçtigi etkenliklerin bütününü de diye adlandiracagim." . Demek
ki, bir çeye "dil-oyunu" denmesi için o çeyin bir dil kullânimi
veya dil kullanimi ile birlikte, bu kullanimda bir rol alan herhangi
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
5 -~ 8 19.11.2008 19:21
bir etkenlik olmasi gerekir.
Bazen yanliç anlaçildigim gördügüm için çu noktanin üstünde
'durmak istiyorum: Dil oyunlari, dili oluçturan, onun yapici
parçalari degildir. TLP'de cümlelerin toplaminin dil oldugu
söylenmiçti. Çimdi ise sanki bu düçünceye paralel olarak dil
oyunlarinin toplaminin dil oldugu sanilabilir. Bunu Wittgenstein
açikça reddeder: "Ama biz dil oyunlarini in bir bütününün
parçalan olarak , degil, tersine kendi içinde kapali
anlaçma sistemleri olarak, basit, ilkel diller olarak
görüyoruz." Wittgenstein'in bu döneminde dil, artik
matematiksel bir toplam degildir; tersine o, üreyen, canli bir Çey
gibidir. Bir ilkel kabile dilinin tek bir dil-oyunuymuç gibi
düçünülmesi de onun bizim çeçitli dil-oyunlarimiza bakmamizda
kendisinden yararlanabilecegimiz bir örnek oluçturmasidir.
Augustinus örneginde çocuk, sözlerin kullanimini önceden
bilmedigi için, o gösterime Wittgenstein, "gösterici ögretim"
demiçti. Ama ikinci örnekte çirak, sözlerin kullanimini önceden
bilir. Bii durumda yapilan ise 'gösterici tanim"dir. Buna yukarida
ayni anlamda olmak üzere yalnizca "açiklama" denmiçti.
"Gösterici tanim, sözün kullanimi -anlamini- açiklamasi Buna
göre, örnegin usta "Tugla!" diye seslendiginde -ki bunun anlami
bu dil-oyununda "Tugla getir!"dir; çiragin tuglayi getirmesi,
sesleniçin kullanimini, anlamim ortaya koyar. Bu dil-oyununu
anlayan biri olarak çirak, bu dilin kullanim teknigini daha önce
ögrenmiç olmalidir; yani hangi nesneyi getirecegini. Bu yüzden
o, yapilan açiklamaya uygun tepkiler verir. Belirli bir dilde
bulunan dil oyunlari, bu oyunu oynayanlarin, bu dili
konuçanlarin, bu oyun içindeki yaçam biçimini gösterir.
Örnegimizdeki gibi yalnizca buyruk verilebilen bir dil, bir dil
.oyunu, bir yandan buyruklarin verildigi, bir yandan da sorularin
sorulabildigi -örnegin çiragin buyrugu dogru anladigindan emin
olmadiginda "Tugla mi?" diye sormasi gibi- bir dil olarak basit bir
yaçama biçimini dile getirir. Rica etme ve buyruk vermenin veya
betimlemenin veya soru sormanin yapilamadigi bir dil içinde bu
insansal etkînlikler bilinmez. Ve demek ki o zaman orada, bütün
bu çeylerin yapilabildigi bir dildeki yaçam biçimi yoktur.
Wittgenstein, adlandirilan her çeyde ortak bir çey aramaktan,
böylece dil olmanin bir ölçütünü istemekten yana degil. Ona
göre "Dil, bizim için belirli bir eregi gerçekleçtiren düzenek
olarak belirlenmedi." Dil, demek, Türk dili, Alinan, Ingiliz dili gibi
bir diller toplulugunun ve bunlara benzer içaret sistemlerinin
bütününün ortak adi demektir. Diller dizgelerdir. Dogal dillere
benzeterek bizim icat ettigimiz dizgeler de dildir. " Ama bu ayni
zamanda çu demektir: , dillerin üyeleri olarak adlandiriyorum.' "
Çünkü dedigim çey, bir dildeki bir oyun pozisyonudur." Ama bu
oyun pozisyonu, baçka sözcüklerle, baçka türlü de
düzenlenebilir. Bu, dillerin esnek yapiliçli oldugunun bir
göstergesidir.
Wittgenstein'a göre, dil oyunlarinin bir açiklamasini ya da
onlarin bir temellendirilmesini istemek boçtur. Çünkü dil oyunu,
sözcükler ile nesnelerin teçhis edilmesine dayanir. Usta-çirak dil
oyununa yeniden baktigimizda; orada "Tugla!" denmesiyle, yani
bu sözcükle belli bir nesnenin teçhis edilmesi söz konusudur.
Çirak bu sözcükle bu teçhisi yapmasaydi, bir dil oyununu
oynayamayacakti. Ama bu teçhis de ona daha önce ögretilmiçtir.
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
6 -~ 8 19.11.2008 19:21
Ve yine örnegin, bize bu nesnenin agaç oldugu ögretilmiçtir. Ve
biz, buna, bize ögretilene inanmiçizdir. Eger buna inanmasaydik,
bu nesnenin adinin "agaç" oldugunu ögrenemezdik: Ve o zaman
biz, "agaç" dendigi bir dil oyununa katilamazdik. Burada
inanma temelde duran bir fenomendir; bunun
temellendirilmesi olmaz: Dil oyununun oynanmasi, böyle ilksel
bir temeldir. Dil oyununu baçlatan ilksel tepki, bîr bakiç, bir el
kol hareketi ya da bir sözcük olabilir. "Olaylarin ilk fenomenler
olarak görülmesi gereken yerde bir açiklama istemek hatadir.
dememiz gerektigi yerde de." Gerçi Wittgenstein daha sonra
baçka bir.yerde "Ilk-fenomen, bizim benimsedigimiz bir peçin
fikirdir." demekle buradaki sözü arasinda sanki bir terslik varmiç
gibi görünüyor. Ama bu görünüç, daha çok, bizim "peçin
fikir"den anladigimiz çeyle ilgilidir. Ben bir olaya "ilk-fenomen"
derken ve yalnizca onu göstermek ve adlandirmakla yetinirken,
bunun böyle oldugunu nereden biliyorsun diye bana
soruldugunda, onun öyle adlandirildigini çoktan ögrenmiç ve bu
bilgi edinmiç oldugumu söylemem bir peçin fikirse o zaman
Wittgenstein'in söyledikleri arasinda sanki varmiç gibi görünen
çeliçki yok olur. Çünkü onun "peçin fikir"den anladigi yaklaçik
budur. Bu nokta bir yana, demek ki burada asil olan, söyleneni
ya da gösterileni tanilamaktir. Onun hangi dil oyunu oldugunu
söylemektir. Dil oyunu temellenmiç bir çey degildir. "O,buradadir
- yaçamimiz gibi." Bundan Baçka bir açiklama beklemek
yanliçtir. Biz deneylerimizle, yaçantilarimizla bir dil oyununu
açikliyor degiliz; tersine onu saptiyoruz. Dil oyunlarini
saptamaktan maksat, dilin bir kütügünü hazirlamak degildir;
fakat onlar bir karçilaçtirma, benzetme nesnesi, modelidirler.
Onlar, dilimizdeki karmaçik bagintilara bir içik tutmak için
kullanilirlar; benzerlik ve ayriliklar gösterilerek.
Oyun diye adlandirilan her çeyde ortak bir karakteristik
olmamakla birlikte, onlarda çeçidi tarzlarda birbiriyle akraba
olaylar vardir. Bu olaylar arasinda da çeçitli geçiçler vardir. Bu
durum dilde de dil oyunlarinda da böyledir. Diller arasinda
akrabaliklar vardir. "Bir dil oyunu bir digerinin bir bölümüne
benzer." "Ve bu akrabalik ya da akrabaliklar yüzünden biz
onlarin hepsini diye adlandiririz." "Dil, tipki, çok çeçitli âletlerin
bir toplamasidir. Bir çekiç, bir testere, bir ölçek, bir çakul, bir
tutkal kabi ve tutkal bu âlet kutusunun içindedir. Birçok,âlet,
biçim ve kullanim yoluyla birbirleriyle akrabadir; âletler de
akrâbaliklara göre yaklaçik olarak gruplara ayrilabilirler; ama bu
gruplarin sinirlan ekseriya daha çok,veya daha az keyfi olur. Ve
iç içe geçen çeçitli tarzlarda akrabaliklar vardir:" Dil oyununda
tipki âlet kutusundaki âletler arasinda oldugu gibi sözcükler
arasinda içlev benzerligi buluruz. "Bir", "iki", "üç" gibi sözcükler
grubunda ya da yukarida örneklenen duvarci ustasi
dil-oyunundaki "tugla", "döçeme taçi" sözcükleri grubunda içlev
benzerligi kolayca görülüyor. Söz tarzlarini böylece ayirabiliriz.
Söz tarzlari, sözcüklerin içlev benzerligine göre ayrilmakla çeçidi
tarzda bölümlemelerin orta- ya çiktigi görülür ve bu bölümlerde
de benzer içlevli sözcüklerin oldugu. Benzerlik saridir.
Wittgenstein, bu benzerlik geçiçkenliginin renkler arasinda da
oldugunu söyler: "Renklerin birbirleriyle temel bir akrabaligi
oldugu söylenebilirdi." Wittgenstein'a göre, olaylar olduklarindan
baçka türlü tasarimlandiginda, bazi dil oyunlari önemini yitirir,
bazilâri önemli olur . Bu degiçim zamanla yavaç yavaç olur. Dilin
söz varliginin bu degiçimine her dogal dilde sayisiz örnekler
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
7 -~ 8 19.11.2008 19:21
bulunur. Örnegin Türkçemizde, daha Cumhuriyet'in
baçlangicinda, ulus bilincini berkitmek, öz güveni saglamak
amaciylâ bir övünç ifadesi olarak söylenen "Biz bize benzeriz."
sözüyle ortaya konan dil-oyunu, bugün bu sözün gönderimde
bulundugu olgu baglaminin bizim durumumuz- tamamen farkli,
hatta zit bir biçimde görülmesi, tasarimlanmasi sonucunda baçka
bir dil-oyununa dönüçmüçtür; eski dil-oyunu önemini yitirmiçtir.
Burada degiçen sözcük ya da deyim degildir. Tersine söz hiç
degiçmeksizin ayni kalmasina karçin dil oyunu degiçmiçtir:
Baçlangiçta deyimle ortaya konan dil-oyunu, bugün ayni söz
kullanildigi halde baçka bir dil oyunu olmuçtur. Çünkü tasarim
degiçmiçtir. "dil oyunlari degiçince kavramlar degiçir ve
kavramlarla birlikte sözcüklerin anlamlari da Bu baglamda
Wittgenstein, sözün anlamini bir memurun içlevine benzetir
Içlev degiçince anlam degiçir. "Biz bize benzeriz." sözünün o
zamanki içlevi, çimdi degiçmiç; söz, yeni bir içlev, yani bir bilinç,
bir yergi içlevi:edinmiçtir. Çimdi söz, bu hiciv içlemiyle, yani
anlamiyla kullanimdadir. Wittgenstein'in benzetmesi ile
söylersek, "memurumuza" (deyimimize) baçka bir iç, içlev
verilmiçtir. Dil oyunlari, biri digerinin varyasyonu olarak
betimlenerek birbiriyle karçilaçtirilir. Bu betimleme, ayrimlar ile
benzerlikler,betimlenerek yapilir. Ama Wittgenstein, bu
betimlemelerin tüketici biçimde yapilarak dil oyunlarinin bir
siniflamasina varabilecegine inanmaz. Dil teçrih masasina
yatirilabilecek bir inceleme nesnesi degildir. O, daha çok bir
labirente benzer: "Dil, yollarin bir labirentidir. Bir yönden
geliyorsun ve kendini tastamam biliyorsun; ayni yere dogru
baçka bir yönden geliyorsun ve yolunu çaçiriyorsun." Dildeki bu
karmaçik yollarda bazen çaçiran, bazen yönünü, yolunu bulan
benim;.dili kullanan insandir. "O halde dil, elbette benim
yaçamimin içine de girer. Ve demek olan çey, heterojen
parçalardan oluçan bir varliktir ve o, sonsuz çeçitlice dal budak
sarmiç tarzdir.
Not: "Felsefe ve Dil¨ Wittgenstein Üstüne Bir Araçtirma´dir. Dil
felsefesi ve Wittgenstein konusunda, meraklilar için, kapsamli
bir yapittir.
Felsefe ve Dil- Ömer Naci Soykan -Kabalci
Yayinevi-1995>
FelseIe Ekibi ~~ Wittgenstein-Dil Oyunlari http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷484
8 -~ 8 19.11.2008 19:21
YapìsaI DiIbiIim ve Ferdinand de
Saussure
Yapisal Dilbilim ve Ferdinand de Saussure
Yapisal dilbilim 1857-1913 yillari arasinda yaçamiç olan
Ferdinand de Saussure ile yirminci yüzyilin baçlarinda ortaya
çikti. Ölümünden sonra, 1916 yilinda, ders notlarinin Genel
Dilbilim Dersleri adi altinda yayimlanmasi ile dilbilimde yeni
bir çigir açildi. O zamana kadar dilbilimciler için dil, birtakim dil
olgularinin toplami idi ve bunlar ayri ayri bir öze sahipmiç gibi
tek tek ele alinirdi. Dil çaliçmalari, zaman içerisinde bir dilin
geçirdigi degiçiklikleri incelemek ve bunlarin kurallarini bulmakti
Dilin zaman içerisindeki evrimlerine yönelmeye artzamanli
(diachronic) yaklaçim diyoruz. Saussure ise dili, belli bir zaman
noktasinda ele alarak eçzamanli (synchronic), kendi kendine
yeterli ve bagimsiz bir sistem olarak incelemeyi önerdi. Örnegin
on altinci yüzyil Türkçesi ile yirminci yüzyil Türkçesi ni, ayri ayri,
eçzamanli olarak incelersek farkli iki sistem buluruz. Bu iki
zaman noktasi arasinda Türkçenin geliçimini de inceleyebiliriz ve
bu, artzamanli bir inceleme olur. Ne var ki, bugünkü Türk dilinin
sistemini açiklamak için ne bu geliçimi bilmek ne de hesaba
katmak zorundayiz. Çünkü sistemi anlamak, onun ögeleri
arasinda o andaki baginti larin oluçturdugu yapiyi açiklamak
demektir. Bu söylediklerimizi tavla oyununa uygulayarak
örneklendirelim (Saussure örnek olarak birkaç yerde satranç
oyununu kullanir).
Tavla bilmeyen biri tavla oynayanlari birkaç gün seyretse yavaç
yavaç oyunun sistemini kavramaya baçlar. Pullar hangi yönde
yürütülüyor; bir pul hangi koçullar altinda vuruluyor; hangi
koçullar altinda yeniden oyuna sokuluyor; zarlarin üstündeki
sayilar oyunda nasil kullaniliyor? v.b. Sonun da tavla oyununun
sistemini bulur bu kiçi. Çuna dikkat edelim, bu kiçi sistemi
anlamak için tavla oyununun tarih için de nasil geliçtigini, nasil
degiçiklikler geçirdigini ögrenmek zorunda degildir. Bunu
araçtirmak artzamanli bir yaklaçim olurdu. Bundan baçka,
oyunun sistemi diç gerçeklikten bagimsiz, saymaca birtakim
kurallardan oluçmuçtur ve kendi içinde bir bütün meydana
getirir. Ayrica, oyunu oluçturan ögelerin kendi öz varliklari önem
taçimaz; önemli olan sis tem içindeki içlevleri, birbirleriyle olan
bagintilaridir.
Edebiyatta yapisalciligi anlamak için Saussure´ün dili konusunda
yaptigi bazi ayrimlara daha deginelim. Bunlardan biri dil
(langue) ile söz (parole) ayrimidir. Dil, bir dil sistemine
verilen addir. Türkçe, Fransizca, Ingilizce dilleri dedigimiz zaman
dil´i bu anlamda kullaniriz. Söz ise dilin somut kullanimi, yani
dilin belirli bir konuçucu tarafindan belirli bir andaki
uygulanmasidir. Bu sayisiz söz´ler bir dil sistemine uyarlar. O
halde somut ve bireysel olan söz´ün arkasinda, onu belirleyen
soyut ve toplumsal bir sistem (yapi), dil vardir. Dilbilimin amaci
bu yapiyi ortaya çikarmaktir ve bunu yapmak için söz´ü inceler.
Deminki tavla örnegine dönecek olursak, diyebiliriz ki tek tek
tavla oyunlari somut söz´e tekabül eder, oyun olarak tavla ise
Bölüm Íçerigi
ADODB.Field error
'800a0bcd'
Either BOF or EOF is True,
or the current record has
been deleted. Requested
operation requires a current
record.
/site/default.asp, line 125
FelseIe Ekibi ~~ Yapisal Dilbilim ve Ferdinand de Saussure http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷867
1 -~ 3 19.11.2008 19:26
soyut dil sistemine.
Baçka önemli bir ayrim, gösteren/gösterilen ayrimidir. Sözcükler
bir çeye içaret ettikleri için birer göstergedirler ve bir
göstergenin iki yönü vardir: Biri bir ses imgesidir ki gösteren
adini alir. "Köpek¨ dedigimiz zaman agzimizdan çikan ses imgesi
gösteren´dir, bunun içaret ettigi köpek kavrami ise gösterilen´dir.
ses (gösteren)
gösterge
kavram (gösterilen)
Gösteren ile gösterilen arasindaki baginti saymacadir (keyfi),
çünkü köpek kavramini bu sözcükle göstermek için bir neden
yoktur. Baçka dillerde köpek kavrami baçka sözcüklerle anlatilir.
Daha önce de söyledigimiz gibi sistemin içindeki bagintilar diç
gerçeklikten bagimsizdir. Köpek sözcügü dil sistemi içinde bir ad
olarak kullanilir ve bir ad olarak davraniçi, diger ögelerle olan
bagintilari, gerçeklikte ki dört bacakli hayvanla ilgili degildir.
Sözcükler birer gösterge olduklarina göre, dil bir göstergeler
sistemidir ve diç gerçeklikten bagimsiz, kendi iç kurallarina göre
içler.
Yapisal dilbilimin getirdigi yeni fikirlerden birine daha deginelim.
Sagduyuya uygun, Saussure´den önceki dil anlayiçina göre dil,
var olan nesneleri adlandirir. Yani siniflara ayrilmiç düzene
sokulmuç hazir bir diç dünya vardir ve bu gerçekligi biz dil ile
aktardigimiza göre, dil, bu dünyayi yansitmaya yarayan bir
araçtir. Saussure bu dil anlayiçini köktenci bir biçimde degiçtirdi
ve durumu tersine çevirdi diyebiliriz. Saussure´e göre dil zaten
mevcut nesneleri, kavramlari sonradan etiketleyerek bir çeçit
katalog oluçturmaz, çünkü dil kavramlardan önce vardir.
Bu iddiayi biraz daha açalim. Yapisalci dilbilime göre diç dünya,
kesintisiz bölünmemiç büyük bir yigin, bir bütündür ve dil bu
yigini anlaçilir kilmak için böler. Örnegin dilden önce taç, kaya
ve maden ayrimi yoktur ama biz bütünü, taç sinifi, kaya sinifi,
maden sinifi olarak birimlere ayriçtirir ve böylece dünyayi
kavranilir, anlaçilir hale sokariz. Bunu yapmasaydik zihnimiz
karmakariçik bir duyumlar yigini olarak kalirdi.
Çu da var ki, her dil diç dünyayi ayni çekilde bölmez. Türkçede
çayirda otlayan hayvana da, sofrada yenen etine de koyun
denir, ama Ingilizcede bunlar sheep ve muton olarak ayrilirlar.
Demek ki, Ingilizce dünyayi baçka çekilde bölmüç oluyor. Bu
söyledigimizi renkleri ele alarak örneklendirebiliriz. Biliyoruz ki,
güneç içigini bir prizmadan geçirirsek güneç tayfini (spectrum)
elde ederiz. Bu tayfta renkler kesintisiz olarak birinden ötekine
geçer. Ama biz bu renkleri, kirmizi, turuncu, sari, yeçil, mavi,
Lacivert ve mor olarak böleriz. Oysa dogada bir ayrim yoktur.
Görülüyor ki, bizim dogal olarak kabul ettigimiz renk ayrimlari
aslinda dil sayesinde yapilmiç ayrimlardir ve dilden önce mevcut
degildiler O halde dil, algiladigimiz nesneler yiginini keyfi olarak
birimlere ayiran bir göstergeler sistemidir ve bu anlamda
gerçekligi yansitmaz, üretir. Sözcüklerin anlamini nesneler degil
de dil belirliyorsa bunu nasil yaptigini açiklamak gerekir.
Saussure´ün açiklamasi çöyle: Dedik ki, göstergeler, bir kagidin
FelseIe Ekibi ~~ Yapisal Dilbilim ve Ferdinand de Saussure http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷867
2 -~ 3 19.11.2008 19:26
iki yüzü gibi gösteren ve gösterilenden oluçuyor. Bir ses birimi
olarak "taç¨ göstereni diç dünyadaki sert bir nesneyi degil, "taç¨
kavramini gösteriyor. Taç ses birimi bu anlami neye borçludur.
Bu ses birimlerinde ona böyle bir anlam yükleyecek bir özellik mi
var? Hayir, ona bu anlami veren gösterenin kendinde var olan
pozitif bir nitelik degil, yalnizca diger gösterenlerle olan
ayriligidir. Saussure´ün degiçiyle "sözcükte önemli olan sesin
kendisi degildir, sözcügü bütün öbür sözcüklerden ayirt
etmemizi saglayan ses ayriliklaridir. Çünkü anlami taçiyan bu
ayriliklardir.¨
Taça anlamini kazandiran onun "baç¨, "kaç¨, "taç¨ gibi diger
göstergelerle kariçmamasini saglayan ses baçkaligi olduguna
göre anlami üreten dildir. Daha dogrusu dilin ögeleri arasindaki
bagintilar ve ayriliklar sistemidir. Içte bu sözcükler keyfi oldugu
için çu önemli sonuç çikiyor. Gerçeklikle dil arasinda dogal bir
baginti yoktur, keyfi bir baginti vardir. Dili bilimsel bir çekilde
eçzamanli olarak incelemek istiyorsak onu diç dünyadan
kopararak, bagimsiz, kapali bir göstergeler sistemi olarak
incelememiz gerekir.
Sistemin özelliklerini, Saussure´ün yaptigi ayrimlari toparlayarak
çöyle özetleyebiliriz. Bir sistem, ögelerin bir yigini degil, her
çeyden önce tutarli bir bütündür. Sistem soyut ve toplumsaldir;
somut ve bireysel olan sözü denetler. Sistem saymacadir, yani
diç gerçeklikten bagimsizdir. Sistemde önemli olan, ögelerin tek
baçlarina kendi öz varliklari degil, sistem içindeki içlevleridir.
Baçka bir deyiçle sistemi meydana getiren, ögeler arasindaki
bagintilardir.
Edebiyat Kuramlari ve Eleçtiri- Berna Moran-Íletiçim
Yayinlari
FelseIe Ekibi ~~ Yapisal Dilbilim ve Ferdinand de Saussure http://www.IelseIeekibi.com/site/deIault.asp?PG÷867
3 -~ 3 19.11.2008 19:26
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: Çeviri Kuramì
YazanIar Gönderi << Önceki Konu " Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 16.07.2004 Saat 22:58 | Kayitli IP
Dilbilim ve Dil Felsefesi dil üzerine düçünürken önemli bir alanda birlikte çaba gösterirler; Anlam .
Bu metni paylaçmayi farkli nedenlerle düçündüm. Aramizda çevirmenler var. Metin, onlarin çeviri üzerine düçünmelerine yardimci olabilir. Çeviri kuraminin anlam
açisindan irdelenmesi dil felsefesi açisindan da önem taçiyor.
Alinti , forumda dil üzerine düçünmeyi çogaltma amacina da yardim ederse hedefine ulaçmiç olacaktir. (Çevirinin 1976 tarihli oldugu da dikkate alinmali.)
!"#!:
!"#$%$ '(%)*+
http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=835
Yukari dön

L
Sürekli Üye
Katilma Tarihi:
10.08.2003
Yer: France
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 817
Gönderen: 17.07.2004 Saat 16:50 | Kayitli IP
Kaynaklar
Abbott, V.; B. Black; E. E. Smith (1985). "The representation of scripts in memory", Journal of Memory and Language, 24.
Açikalin, Içik (1991). "Türk gençlerinin yaçitlari arasinda kullandiklari konuçma biçimleri", Dilbilim Araçtirmalari 1991. Haz. A. Kocaman vd.
Ankara: Hitit Yayincilik.
Adams, J. (1986). The Conspiracy of the Text. London: Routledge and Kegan Paul.
Aijmer, Karin; Bengt Altenberg (ed.) (1991). English corpus linguistics: studies in honour of Jan Startvick. London: Longman.
Akdeniz, S. (1993). "Ögrenciye yabanci dil eziyeti", Insan ve Kainat, Sayi: 98.
Akerson, Fatma Erkman (1991). Anlam-Çeviri-Karçilaçtirma. Istanbul: ABC Kitabevi.
Aksan, Dogan (1987). Türkçenin Gücü. Ankara: Bilgi Yayinevi.
Aksan, Dogan (1987). Anlambilimi ve Türk Anlambilimi. Ankara: AÜ DTCF Yayinlari.
Aksan, Dogan (1982). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 3. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayinlari.
Aksan, Dogan (1980). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 2. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayinlari.
Aksan, Dogan (1977). Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim 1. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayinlari.
Aksan, Mustafa (1988). "A text linguistic approach to the study of texts in Turkish: Preliminaries to the study of coherence in terms of
procedural approach", H.Ü. bilim uzmanligi tezi.
Aksan, Mustafa; Yeçim Kotan Aksan (1991). "Metin kavrami ve tanimlari", Dilbilim Araçtirmalari 1991. Haz. A. Kocaman vd., Hitit Yayinevi.
Aksoy, Ceyhun (1994). "The effect of partially relevant information on inferential localisation in decision dichotomies", Dilbilim Araçtirmalari
1994. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Aksoy, Ömer Asim (1980). Dil Yanliçlari. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayinlari.
Aksu-Koç, Ayhan (1988). The Acquisition of Aspect and Modality: The Case of Past Reference in Turkish. Cambridge: CUP.
Aktaç, Çerif (1986). Edebiyatta Üslup ve Problemleri . Ankara: Akçag Yayinlari.
Akyüz, Ubeydullah (1993). "Lisanin dili", Sizinti, Sayi: 169.
Akyüz, Ubeydullah (1993). "Hakikat ve izafiyet", Sizinti, Sayi: 176.
Akyüz, Ubeydullah (1991). "Osmanli Türkçesi", Sizinti, Sayi: 152.
Alba, J. W.; L. Hasher (1983). "Is memory schematic?", Psychological Bulletin, 93.
Allan, Keith (1987). "Review of topic continuity in discourse", Language, 63.
Allen, J. P. B.; S. P. Corder (ed.) (1973). Readings for Applied Linguistics. Oxford: OUP.
Alpay, N. (1989). "Türkçe okurken iki de bir...", Metis Çeviri. Sayi: 9.
Alston, W. P. (1964). Philosophy of Language. Englewood Cliffs: N.J. Prentice Hall.
Altay, Ayfer (1993). "Söylem çözümlemesi üzerine: Söz eylemler", Çeviribilim ve Uygulamalari, H.Ü. Edebiyat Fakültesi, Mütercim-
Tercümanlik Bölümü.
Altunkaya, Fuat (1987). "Cohesion in Turkish: A survey of cohesive devices in prose literature", H.Ü. (doktora tezi).
Anderson, John R. (1983). "A spreading activation theory of memory", Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 22.
Applegate, R. (1975). "The language teacher and the rules of speaking." TESOL Quarterly, 9: 271-281.
Arrowsmith, W.; R. Shattuck (ed.) (1961). The Craft and Context of Translation. The University of Texas.
Asher, J. (1969). "The Total Physical Response approach to second language learning." Modern Language Journal, 53: 3-17.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
1 -~ 15 19.11.2008 19:26
Austin, J. L. (1962). How to do things with words. London: OUP.
Aydin, B. (1992). "Hizli Okumada Prensipler", Sizinti, Sayi: 163.
Aydin, Selim (1994). Bilgi Çaginda Insan. Izmir: TÖV Yayinlari.
Aydin, Selim (1993). Egitime Farkli Bir Bakiç. Izmir: TÖV Yayinlari.
Aydin, Selim (1993). "Zihnin üç buudu ve dogru karar verme", Sizinti, Sayi: 177.
Aydin, Selim (1993). "Beçeri münasebetlerde haberleçme", Sizinti, Sayi: 172.
Ayvazoglu, Beçir (1989). Islam Estetigi ve Insan. Istanbul: Çag Yay.
Bagcioglu, Fatih; T. Çelikbilek (1984). "Dillerin doguçu", Sizinti, Sayi: 69.
Bagcioglu, Fatih (1983). "Kelimelerde neseb", Sizinti, Sayi: 54.
Bagcioglu, Fatih (1982). "Dil üzerine", Sizinti, Sayi: 41.
Bagcioglu, Fatih (1981). "Kelimeler üzerine", Sizinti, Sayi: 32.
Bagcioglu, Fatih (1981). "Dil ve kelimeler", Sizinti, Sayi: 29.
Bagcioglu, Fatih (1981). "Dil üzerine", Sizinti, Sayi: 28.
Bakel, Jan van (1984). Automatic Semantic Interpretation: A Computer Model of Understanding Natural Language. Dordrecht-Holland ve
Cinnaminson-USA: Foris Publications.
Banarli, Nihat Sami (1980). Türkçe'nin Sirlari. (Beçinci Baski). Istanbul: Kubbealti Neçriyat.
Bander, R.G. (1978). American English Rhetoric. New York: Holt, Rinehart and Winston.
Banguoglu, Tahsin (1987). Dil Bahisleri. Istanbul: Kubbealti Neçriyat.
Barkowski, H.; U. Harnisch; S. Krumm (1976). "Sprachhandlungstheorie und Deutsch für auslændlische Arbeiter", Linguistische Berichte, 45:
42-54.
Bartelt, H. G. (1983)."Transfer and variability of rhetorical redundancy in Apachean English interlanguage", Language Transfer in Language
Learning adli eserde. S. Gass; L. Selinker (ed.), Rowley, Mass.: Newbury House.
Barthes, R. (1975). The Pleasure of the Text. New York: Noonday Press.
Barzun, J.; H. F. Graff (1985). The Modern Researcher. San Diego: Harcourt Brace Jovana.
Bassnett-McGuire, S. (1980). Translation Studies. London/New York: Methuen.
Baççam, H. (1992). En Güzel Hitabet Teknikleri. Izmir: Anadolu Matbaasi (yayin evi yok).
Baçkan, Özcan (1988). Bildiriçim: Insan Dili ve Ötesi. Istanbul: Altin Kitaplar Yay.
Baçkan, Özcan (1977). "Yabanci dilin anadiline etkisi", Türk Dili, XXXVI/315.
Bates, Elizabeth (1976). Language and Context: The Acquisition of Pragmatics. New York: Academic Press.
Baumann, Klaus-Dieter (1992). Integrative Fachtextlinguistik. Tübingen: Narr.
Bayraktaroglu, Arin (1991). "Analysis of conversation: Politeness, sequence, and topic with special reference to troubles-talk in Turkish",
Dissertation Abstracts International, C: Worldwide, 52, 1, spring, 4-C.
Bazerman, Charles (1985). The Informed Writer. Houghton Mifflin College.
Bear, Joshua (1986b). "Linguistic determinism: An interlingual critique with implications for foreign language teaching", ODTÜ Journal of
Human Sciences, V/2.
Bear, Joshua (1973). "Türkiye Türkçesi ile ilgili dil devriminden bu yana yayinlanmiç Ingilizce makaleler üzerine bir kaynakça denemesi ",
Bibliyografya, II/4.
Bear, Joshua (1972). "Türkiye ile ilgili yabanci dilde yazilmiç bibliyografyalar üzerine bir bibliyografya denemesi", Bibliyografya, I/4.
Bear, Joshua (1972). "Türk dili ile ilgili Ingilizce yayinlar kaynakçasi (1079-1971)", Bibliyografya, I/3.
Beaugrande, Robert-Alain de (1993). "Discourse analysis and literary theory: Closing the gap between linguistics and literary study", Journal
of Advanced Composition, 13.
Beaugrande, Robert-Alain de (1992). "Systemic versus contextual aspects of special purpose language", IITF Journal.
Beaugrande, Robert-Alain de (1991). Linguistic Theory: The Discourse of Fundamental Works. London: Longman.
Beaugrande, Robert-Alain de (1991). "Textsorten im Mittelpunkt zwischen Theorie und Praxis", Textsorten und Textmuster der Sprech- und
Schrift-kommunikation adli eserde. Roger Mackeldey (ed.), Leipzig: Wissenschaftliche Beitræge der Universitæt Leipzig, 171-190.
Beaugrande, Robert-Alain de (1991). "Knowledge and discourse in geometry: Intuition, experience, logic", Zeitschrift für Phonetik,
Sprachwissenschaft und Kommunikationsforschung, 6, 771-827.
Beaugrande, Robert-Alain de (1991). "Theory and Practice in the design of text production models", Textproduktion: Neue Wege der
Forschung adli eserde. Gerd Antos; Hans P. Krings (ed.), Trier: Wissenschaftlicher Verlag.
Beaugrande, Robert-Alain de (1990). "Text as the new foundation for linguistics", Proceedins of the XIVth International Congress of Linguists
adli eserde. Werner Bahner vd. (ed.), Berlin: Akademie-Verlag.
Beaugrande, Robert-Alain de (1990). "Text linguistics through the years", Text, 10, 9-17.
Beaugrande, Robert-Alain de (1990). "Text linguistics and new applications", Annual Review of Applied Linguistics, 11, 17-41.
Beaugrande, Robert-Alain de (1989). "From linguistics to text linguistics to text production: A difficult path", Textlinguistik und
Textproduktion adli eserde. Gerd Antos; Hans P. Crings (ed.) Tübingen: Niemeyer.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
2 -~ 15 19.11.2008 19:26
Beaugrande, Robert-Alain de (1988). "Cognitive processes in translation", Textlinguistik und Fachsprache adli eserde. Rainer Arntz (ed.),
Hildesheim: Olms, 413-432.
Beaugrande, Robert-Alain de (1988). Critical Discourse: A Survey of Contemporary Literary Theorists. Norwood: N. J.: Ablex.
Beaugrande, Robert-Alain de (1988). "How can rhetorical theory help writers create readable documents?", Solving Problems in Technical
Writing adli eserde. Lynn Beene; Peter White (ed.), London: Oxford, 79-90.
Beaugrande, Robert-Alain de (1987). "Text, attention, and memory in reading research", Understanding Readers' Understanding adli
eserde. Rob Tierney; Patricia Anders; Judy Mitchell (ed.), Hillsdale, N. J.: Erlbaum, 15-58.
Beaugrande, Robert-Alain de (1987). "Writing and meaning: Contexts of research", Writing in Real Time: Modelling Production Processes adli
eserde. Ann Matsuhashi (ed.) Norwood N. J.: Ablex, 1-33.
Beaugrande, Robert-Alain de (1985). Writing Step by Step. New York: Harcourt Brace Jovanovich.
Beaugrande, Robert-Alain de (1984b). "Learning to read and reading to learn in the cognitive science approach", Learning from Text adli
eserde. Heinz Mandl; Nancy Stein; Tom Trabasso (ed.), Hillsdale, N. J.: Erlbaum.
Beaugrande, Robert-Alain de (1984a). "The linearity of reading: Fact, fiction, or frontier?", New Issues in Reading Comprehension adli
eserde. James Flood (ed.), Newark, N. J.: IRA, 45-74.
Beaugrande, Robert-Alain de (1984). Text Production: Toward a Science of Composition. Norwood, NJ: Ablex.
Beaugrande, Robert-Alain de. (1980). Text, Discourse, and Process. Norwood, NJ: Ablex.
Beaugrande, Robert-Alain de (1978). Factors in a theory of poetic translating. Assen: van Gorcum; Amsterdam: Rodopi.
Beaugrande, Robert-Alain de; Wolfgang Ulrich Dressler (1981). Introduction to Textlinguistics. London: Longman.
Beaugrande, Robert-Alain de; Wolfgang Ulrich Dressler (1981). Einführung in die Textlinguistik. Tübingen.
Bell, R. T. (1991). Translation and Translating: Theory and Practice. London/New York: Longman.
Benderly, B. L. (1989). "Don't believe everything you read", Psychology Today, November.
Benderly, B. L. (1981). "The multilingual mind", Psychology Today, March.
Bengi, Için (1992). "Üniversite düzeyinde çeviri egitimi üzerine gözlemler ve yazili çeviri dalinda bir yüksek lisans programi önerisi", Metis
Çeviri, Sayi: 19.
Bengi, Için (1991). "TV-Film çevirileri: Çagdaç çeviri kuramlari çerçevesinde bir degerlendirme", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve Uygulamalari
Seminerinde Sunulan Bildiriler. Ankara, Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Benson, J. D.; W. S. Greaves (ed.) (1985). Systematic Perspectives on Discourse. New Jersey: Ablex Publications.
Bereiter, Carl (1980)."Development in writing", L. Gregg; E. Steinberg (ed.) Cognitive Processes in Writing adli eserde, Hillsdale, N.J.:
Lawrence Erlbaum Associates, 73-93.
Biere, Bernd U. (1991). Textverstehen und Textverstændlichkeit. Heildelberg: Groos.
Black, J. B.; G. H. Bower (1979). "Episodes as chunks in narrative memory", Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 18.
Black, J. B.; T. J. Turner; G. H. Bower (1979). "Point of view in narrative comprehension, memory and production", Journal of Verbal
Learning and Verbal Behavior, 18.
Black, J. B.; H. Bern (1981). "Causal coherence and memory for events in narratives", Journal of Verbal Learning and Verbal Behavior, 20.
Bloomfield, L. (1945). "About foreign language teaching", The Yale Review, Vol: 34, No: 4.
Bobrow, D. G.; A. Collins (ed.) (1975). Representation and Understanding. New York: Academic Press.
Bock, J. K.; W. F. Brewer (1985). "Discourse structure and mental models", Technical Report, no. 343 Washington DC: National Institute of
Education.
Bolelli, N. (1988-89). "Hz. Peygamberin fesahati", Islâmî Kültür, Sanat ve Edebiyat, Kasim-Aralik-Ocak.
Boltz, C. J. vd. (1986). Language Power.
Bono, Edward de (1990). I am Right, You are Wrong. London: Viking.
Booth, Wayne (1975). "The rhetorical stance", Contemporary rhetoric adli eserde. W. R. Winterowd (ed.) NY: Harcourt, Brace, Jovanovich,
70-79.
Both, W. C. vd. (1987). Rhetoric. New York: The Harper ve Row.
Boyd-Barrett, O.; P. Braham (1987). Media, Knowledge and Power, London/Sydney: Croom Helm.
Bozgeyik, B. (1987). Uzmanlarin Gözüyle Osmanlica. Istanbul: Yeni Asya Yayinlari.
Bozer, Deniz; Ismail Boztaç; Berrin Karayazici (1993). Çeviribilim ve Uygulamalari, H.Ü. Edebiyat Fakültesi, Mütercim-Tercümanlik Bölümü.
Bozer, Deniz (1991). "Edebî çeviri", Frankofoni. Beytepe: H.Ü. Yayinlari.
Boztaç, Ismail (1994). "Metindilbilim açisindan çiir", Dilbilim Araçtirmalari 1994 . Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Boztaç, Ismail (1992). "Çeviri, çeviride eçdegerlik ve dilbilim", 20. Yil Yazilari, Ankara: Karaca Dil Kursu.
Boztaç, Ismail (1991). "Çevirinin dil ögretimi ve dil ögretim programlarindaki yeri: Dünü, bugünü ve yarini", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve
Uygulamalari Seminerinde Sunulan Bildiriler. Ankara, Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Brandt, Deborah (1986). "Text and context: How writers come to mean", Functional Approaches to Writing: Research Perspectives adli
eserde. B. Couture (ed.), London: Frances Pinter Publications.
Broeck, Raymond van den (1986) "Contrastive discourse analysis as a tool for the interpretation of shifts in translated texts", Interlingual
and Intercultural Communication adli eserde. J. House; S. Blum-Kulka (ed.) Tübingen: Günter Narr Verlag.
Broeck, Raymond van den (1986b) "Generic shifts in translated literary texts", New Comparison, 1. Summer: 104-116.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
3 -~ 15 19.11.2008 19:26
Broeck, Raymond van den (1985) "Second thoughts on translation ciriticism: A model of its analytic function" The Manipulation of Literature
adli eserde. T. Hermans (ed.) London ve Sydney: Croom Helm.
Brooks, C.; R. P. Warren (1949). Fundementals of Good Writing. New York: Harcourt, Brace and World, Inc.
Brown, G.; G. Yule (1983). Discourse Analysis. Cambridge: Cambridge University Press.
Brown, P.; S. Levinson (1978). "Universals in linguistic usage: politeness phenomena", Questions and Politeness adli eserde. E. N. Goody
(ed.), Cambridge Papers in Social Anthropology, Cambridge: Cambridge University Press.
Bulut, Alev (1993). "Metin türü ve çeviri", Çeviribilim ve Uygulamalari, H.Ü. Edebiyat Fakültesi, Mütercim-Tercümanlik Bölümü.
Burling, R. (1982). Sounding Right. Massachusetts: Newbury House, Rowley.
Butler, Christopher (1985). Systemic Linguistics: Theory and Applications. London: Batsford Academic and Educational.
Butterworth, B. (ed.) (1983). Language Production, Vol 2. London: Academic Press.
Buzan, T. (1974) Use Your Head. London: BBC Books.
Carston, Robyn (1992). "Conjunction, explanation and relevance", 20. Yil Yazilari, Ankara: Karaca Dil Kursu.
Carswell, S. A.; R. Remnetveit (ed.) (1971). Social Context of Messages. New York: Academic Press.
Carter, R.; M. McCarty (1988). Vocabulary and Language Teaching. London: Longman.
Casey, F. (1985). How to Study. Basingstoke: Macmillan Education.
Catford, J. C. (1978). A Linguistic Theory of Translation. London: OUP.
Cevdet, Ahmet (1990). Belâgat-i Osmaniye, (transkript) Rifat Aydogan, G. Ü. Egitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyati Bölümü, (Basilmamiç
lisans tezi).
Chafe, W. L. (ed.) (1980). The Pear Stories, Cognitive, Cultural, and Linguistic Aspects of Narrative Production. New Jersey: Ablex
Publications.
Charolles, M.; Janos S. Petöfi; Emel Sözer (ed.) (1986). Research in Text Connexity and Text Coherence: A Survey. Hamburg: Buske.
Chomsky, Noam (1986). Knowledge of Language: Its Nature, Origin and Use. New York: Praeger.
Chomsky, Noam (1980). Rules and Representations. Oxford: Blackwell.
Chomsky, Noam (1975). Reflections on Language. New York: Pantheon.
Chomsky, Noam (1965). Aspects of the Theory of Sytax. Cambridge Mass.: MIT Press.
Clark, Herbert H.; Eve V. Clark (1977). Psychology and Language. New York: Harcourt Brace Jovanovich, Inc.
Cohen, A.; E. Olshtain (1981). "Developing a measure of sociocultural competence: the case of apology", Language Learning, 31: 113-134.
Cole, P. (ed.) (1978). Syntax and Semantics. Vol. 9. New Lork: Academic Press.
Comrie, Bernard (1981). Language Universals and Linguistic Typology. Chicago: University of Chicago Press.
Connoly, P. G. (1973). "How to teach families of words by comparison" English Teaching Journal. 27 (2): 171-6.
Cooper R. L. (1989). Language Planning and Social Change. Cambridge: CUP.
Coulmas, Florian (1981). " 'Poison to your soul': Thanks and apolegies contrastively viewed", Conversation Routine adli eserde. Florian
Coulmas (ed.), The Hague: Mouton.
Coulthard, Malcolm (1977). An Introduction to Discourse Analysis. London: Longman.
Couture, Barbara (1986). Functional Approaches to Writing: Research Perspectives. Norwood, New Jersey: Ablex.
Craik, F. I. M.; L. S. Louckhart (1972). "Levels of processing: a framework for memory record", Journal of Verbal Learning and Verbal
Behaviour. 11: 67-84.
Croft, K. (1980). Readings on English as a Second Language. Cambridge: Winthrop Pub. Inc.
Crombie, Winifred (1985). Process and Relation in Discourse and Language Learning. Oxford: OUP.
Crystal, David (1987). The Cambridge Encyclopedia of Language. Cambridge: CUP.
Çakir, Abdülvahit (1991). "Dil insanlarin dünyaya baktigi gözlük mü?", Milli Kültür, Sayi: 85.
Çaldiranli, Selim (1991). "Egitimde yabanci dil", Sizinti, Sayi: 155.
Çaliçiriççi, Ü. (1992). "Lisandan lisana", Insan ve Kainat, Sayi: 88.
Çankirili, Ali (1993). "Insan konuçmayi nasil ögrendi?", Zafer, Ocak.
Dehghanpisheh, E. (1978). "Language development in Farsi and English: implications for the second language learner", IRAL: International
Review of Applied Linguistics, 16: 45-61.
Delabastita, Dirk (1988). "Translation and mass-communication: Film and TV-translation as evidence of cultural dynamics", Katholieke
Universiteit Leiden.
Demircan, Ömer; Aybars Erözden (1991). "Dil üzerine yayinlar ve incelemeler (Bir kaynakça denemesi)", Dilbilim Araçtirmalari 1991. Haz.
A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Demircan, Ömer; Aybars Erözden (1990). "Dil üzerine yayinlar ve incelemeler (Bir kaynakça denemesi)", Dilbilim Araçtirmalari 1990. Haz.
A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Demircan, Ömer; Aybars Erözden (1987). "Dil üzerine yayinlar ve incelemeler (Bir kaynakça denemesi) Çeviri ve Çevirmenlik", Metis Çeviri,
Güz.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
4 -~ 15 19.11.2008 19:26
Demirel, Özcan (1987). Yabanci Dil Ögretimi: Ilkeler, Yöntemler, Teknikler. Ankara: USEM Publications.
Demirezen, Mehmet (1991). "Çeviride kayiplar sorunu", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve Uygulamalari Seminerinde Sunulan Bildiriler. Ankara,
Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Demirezen, Mehmet (1989). "Mentalistic theory and language learning", H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, 4.
Demirezen, Mehmet (1988). "Behaviour theory and language learning", H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, 3.
Demirezen, Mehmet (1987). "Dilbiliminin dil ögretmeni yetiçtirmedeki yeri", I. Dilbilimi Sempozyumu, Dilbilimin Dünü, Bugünü,Yarini.
Ankara.
Demirezen, Mehmet (1983). "Sözcük ögretiminde anadili-yabanci dil çatiçmasi", Türk Dili, 381.
Demirezen, Mehmet (1983). "Yabanci dil ögretiminde yabanci sözcüklerin ruhbilimsel sorunlari", Türk Dili, 379.
Demirtürk, Emine Lale (1990). "Çeviri eleçtirisi kuramlari içiginda Ernest Hemingway'in Silahlara Veda romani çevirilerinde üslup aktarimi",
Metis Çeviri. Sayi: 12.
Devereux, R. (1991). "Türkçenin Ingilizce'ye katkisi", çev. G. Aygen. Metis Çeviri, Sayi: 16.
Diclehan, Ç. (1990). "Bediüzzaman'a göre çiir ve söz", Islâmî Edebiyat, Ekim-Kasim-Aralik.
Dijk, Teun Adrianus van (1992). "Discourse and the denial of racism", Discourse & Society, 3, 1, Jan.
Dijk, Teun Adrianus van (ed.) (1985). Discourse and Literature. Amsterdam: John Benjamins Publishing Company.
Dijk, Teun Adrianus van (ed.) (1985). Discourse and Communication. Berlin: Walter de Gruyter.
Dijk, Teun Adrianus van (ed.) (1985). Handbook of Discourse Analysis. (vol.1) Disciplines of Discourse. London: Academic Press.
Dijk, Teun Adrianus van (ed.) (1985). Handbook of Discourse Analysis. (vol.2) Dimensions of Discourse. London: Academic Press.
Dijk, Teun Adrianus van (1981). Studies in the Pragmatics of Discourse. Mouton Publishers.
Dijk, Teun Adrianus van (1980). Macro Structures: An Interdisciplinary Study of Global Structures in Discourse, Interaction and Cognition.
Lawrence Erlbaum Associates Publishers.
Dijk, Teun Adrianus van (1978). Facts: The Organization of Propositions in Discourse Comprehension. Amsterdam: University of Amsterdam,
Institute for General Literary Studies.
Dijk, Teun Adrianus van (1977). Text and Context: Explorations in the Semantics and Pragmatics of Discourse. London: Longman.
Dijk, Teun Adrianus van (1972). Some Aspects of Text Grammars. The Hague: Mouton.
Dijk, Teun Adrianus van; W. Kintsch (1983). Strategies of Discourse Comprehension. New York: Academic Press.
Dijk, Teun Adrianus van; W. Kintsch (1977). "Cognitive psychology and discourse recalling and summarizing stories", Current Trends in Text
Linguistics adli eserde. W. Dressler (ed.). Berlin: Mouton de Gruyter
Dik, Simon (1978). Functional Grammar. Amsterdam: North Holland Publishing Co.
Dogan, Cemal (1992). "Mantik ve mantigin Islam'la taniçmasi", xSizinti, Sayi: 166.
Dogan, Cemal (1992). "Sistemli düçünme veya dogru mantik", Sizinti, Sayi: 164.
Dogan, D. Mehmet. (1984). Dil, Kültür, Yabancilaçma. Istanbul: Beyan Yayinlari.
Dogan, Gürkan (1992). "Hangi anlam?", Dilbilim Araçtirmalari 1992, Haz. A. Kocaman vd., Ankara: Hitit Yayinevi.
Dogan, Gürkan (1992). "Co-operativeness or relevance?", 20. Yil Yazilari, Ankara: Karaca Dil Kursu.
Dogan, Gürkan (1990). "Bir edimbilim kurami olarak 'baginti' ", Dilbilim Araçtirmalari 1990, Haz. A. Kocaman vd., Ankara: Hitit Yayinevi.
Doltaç, Dilek (1990). "Okuma, anlama ve yorumlama: Akçit Göktürk'e göre okuma edimi", Metis Çeviri, Kiç, Sayi: 10.
Donley, M. (1974). "The role of structural semantics in expanding and activating the vocabulary of the advanced learner: the example of the
homophone". Audio-Visual Language Journal, 12 (2): 81-9.
Dressler, Wolfgang Ulrich (1989). Semioticshe Parameter einer textlinguistischen Natürlichkeitstheorie. Wien: Verl. d. österr. Akad. d. Wiss.
Dressler, Wolfgang Ulrich (1978). Current Trends in Text Linguistics. Berlin: Mouton de Gruyter.
Dressler, Wolfgang Ulrich; Ruth Wodak (ed.) (1978). Normale und abweichende Texte: Studien zur Bestimmung und Abgrenzung von
Textstorungen. Hamburg: Buske.
Duff, A. (1981). The Third Language. Oxford: Pergamon.
Durmuçoglu, Gül (1991). " Metin dilbilim, çeviri süreci ve çeviri degerlendirmesi", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve Uygulamalari Seminerinde
Sunulan Bildiriler. Ankara, Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Durmuçoglu, Gül (1987). "Karçilaçtirmali metindilbilimi ve çeviri", Dilbilimin Dünü, Bugünü, Yarini (1.Dilbilimi Sempozyumu), Haziran:
60-66.
Durmuçoglu, Gül (1987). "Text models and text strategies: A move toward process linguistics", AÜEFD , II/1.
Durmuçoglu, Gül (1987). "Cohesion in Turkish", Studies on Modern Turkish: Proceedings of the 3rd Conference on Turkish Linguistics. H. E.
Boeschoten; L. T. Verhoeven (ed.). Tilburg University Press.
Durmuçoglu, Gül. (1986). "The evolution of text linguistics", Eskiçehir Anadolu Üniversitesi Egitim Fakültesi Dergisi, I,2, Çubat: 42-73.
Durmuçoglu, Gül (1983). "The notion of parallel texts and its place in contrastive and applied linguistics", (basilmamiç doktora tezi),
University of Exeter.
Durmuçoglu, Gül (1980). "Models of discourse analysis", (bilim uzmanligi tezi), University of Exeter.
Dün ve Bugün Çeviri. (1985). Kent Basimevi.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
5 -~ 15 19.11.2008 19:26
Eco, Umberto vd. (ed.) (1988). Meaning and Mental Representation. Bloomington: Indiana University Press.
Eco, Umberto (1979). The Role of the Reader. Bloomington: Indiana University Press.
Eggington, W. (1987). "Written academic discourse in Korean: implications for effective communication", Writing Across Languages: Analysis
of L2 Text adli eserde, U. Connor; R. Kaplan (ed.), Reading, Mass.: Addison-Wesley.
Ehrlich, Susan (1990). Point of View: A Linguistic Analysis of Literary Style. London/New York: Routledge.
Ekmekçi, Özden (1990). "Dil ve deneyim", Dilbilim Araçtirmalari 1990, Haz. A. Kocaman vd., Ankara: Hitit Yayinevi.
Elbow, Peter (1981). "Midstream reflections", Humes vd. (ed.) Moving between practice and research in writing adli eserde, Los Alamitos:
SWRL, 93-104.
El-Elmaî, Zahir b. Awad, (1984). Kur'an'da Tartiçma Metotlari. Çev. Ercan Elbinsoy. Istanbul: Pinar Yayinlari.
Ellis, A. vd. (1986). The Psychology of Language and Communication. London: Weidenfeld and Nicolson.
Ellis, Donald G. (ed.) (1986). Contemporary issues in language and discourse processes. Hilssdale, NJ: Erlbaum.
Ellis, Rod (1985). Understanding Second Language Acquisition. Oxford: OUP.
Elmalili, M. Hamdi Yazir, Hak Dini Kur'an Dili. Eser Neçriyat.
Eminoglu, M. (1989). Osmanli Vesikalarini Okumaya Giriç. Konya: Ülkü Basim Evi.
Emiroglu, C. (1977). Islam Yazisina Dair. Istanbul.
Enkvist, N. E. (1978). "Some aspects of applications of text linguistics", Text Linguistics, Cognitive Learning and Language Teaching adli
eserde. Viljo ve Enkvist (ed.). AFINLA Series, No: 22.
Enkvist, N. E. vd. (1973). Linguistic Stylistics. Paris: Mouton.
Enkvist, N. E. vd. (1964). Linguistics and Style. Oxford: OUP.
Eradam, Yusuf (1991). "Nasil çevirsem de kuramsizligi kuramlaçtirsam?", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve Uygulamalari Seminerinde Sunulan
Bildiriler. Ankara, Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Erdal, M. (1990). "Word order in Turkish", Proceedings of the Fifth International Conference on Turkish Linguistics. August 1990. London:
SOAS.
Ergin, Muharrem (1985). Türk Dil Bilgisi. Istanbul: Bayrak Basim Yayim.
Erman, Y. (1993). "Hizli okuma", Ultra, Sayi: 17.
Erguvanli, Eser Emine (1984). The Function of Word Order in Turkish. Berkeley, Los Angeles: University of California Press.
Ersözlü, Elif (1993). "Tanzimattan günümüze çeviri", Çeviribilim ve Uygulamalari, H.Ü. Edebiyat Fakültesi, Mütercim-Tercümanlik Bölümü.
Exton, W. (1982) "The future of language: Basic tool of communication", Communications and The Future, Bethesda: World Future Society.
Even-Zohar, I. (1979). "Polysystem theory", Poetics Today, i,1-2, Autumn: 287-310.
Faigley, Lester vd. (1981). Writing after college: A stratified survey of the writing of college trained people. Austin: Univ. of Texas TR GRG
106-A.
Farb, Peter (1974). Word Play. New York: Knopf.
Ferguson, C. (1975). "Toward a characterization of English Foreigner Talk", Anthropological Linguistics. 17: 1-14.
Ferrara, A. (1985). "Pragmatics", T. A. van Dijk (ed.), Handbook of Discourse Analysis (Vol. 2) adli eserde, London: Academic Press.
Fine, J.; R. O. Freedle (ed.) (1983). Developmental Issues in Discourse. New Jersey: Ablex Publications.
Fishman, Joshua vd. (1967). "Guidelines for testing minority group children", H. Passow vd. (ed.) Education of the disadvantaged adli
eserde, NY: Holt, Rinehart and Winston, 155-169.
Flavell, J. H. (1985). Cognitive Development. Englewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall.
Flesch, R. (1972). Say What You Mean. New York: Harper and Row.
Foley, W. A.; R. D. van Valin (1984). Functional Syntax and Universal Grammar. Cambridge: CUP.
Fowler, Roger (1991). Language in the news: discourse and ideology in the press. London: Routledge.
Fowler, Roger (1981). Literature as Social Discourse. London: Bastford.
Franck, Norbert (1990). Schreiben wie ein Profi: Artikel, Berichte, Pressemeldungen, Protokolle, Referate und andere Texte. Köln.
Frank, Manfred (1990). |Das| Sagbare und das Unsagbare: Studien zur deutsch-französischen Hermeneutik und Texttheorie. Erw. Neuausg.
Frawley, W. (1987). "Text, mind, and order", Text and Epistemology. New Jersey: Ablex Publications.
Freedle, R.O. (ed.) (1977). Discourse Production and Comprehension. New Jersey: Ablex Publications.
Freedle, R.O. (ed.) (1979). New Directions in Discourse Processing. New Jersey: Ablex Publications.
Freedle, R. O.; R. P. Duran (ed.) (1987). Cognitive and Linguistic Analyses of Text Performance. New Jersey: Ablex Publications.
Freeman, Donald C. (ed.) (1970). Linguistics and Literary Style. New York: Holt, Rinehart and Winston.
Fries, C. C. (1945). Teaching and Learning English as a Foreign Language. Ann Arbor: University of Michigan Press.
Fries, Udo (1987). "Summaries in newspapers: A textlinguistic investigation", The Structure of Texts adli eserde. Udo Fries (ed.) Tübingen:
Narr.
Fry, E. (1963).Teaching Faster Reading. Cambridge: CUP.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
6 -~ 15 19.11.2008 19:26
Furat, A. S. (1988). "Islamî edebiyatta güzel söz", Islâmî Kültür, Sanat ve Edebiyat, Agustos-Eylül-Ekim.
Garip, M. (1990). "Dilimiz ve neslimiz", Sizinti, Sayi: 141.
Garnham, Alan (1991). "Where does coherence come from?", Occasional Papers in Systemic Linguistics, 5.
Garnham, Alan (1985). Psycholinguistics. London: Methuen.
Genot, Gerard (1979) Elements of Narrativics. Hamburg: Helmut Buske Verlag.
Gerver, D.; H. W. Sinaiko (ed.). (1978). Language, Interpretation and Communication. New York: Plenum Press.
Giora, Rachel (1985). "What's a Coherent Text?", Text Connexity, Text Coherence: Aspects, Methods, Results adli eserde. Emel Sözer (ed.)
Hamburg: Buske.
Givón, Talmy (ed.) (1983). Topic Continuity in Discourse: A Quantitative Cross-Language Study. Amsterdam: John Benjamins.
Givón, Talmy (1979). Syntax and Semantics. Vol. 12. New York: Academic Press.
Givón, Talmy (1979). On Understanding Grammar. New York: Academic Press.
Glucksberg, Sam (1986). "How people use context to resolve ambiguity", Knowledge and Language adli eserde. I. Kurcz vd. (ed.), North-
Holland: Elsevier Science Publishers B.V.
Godard, D. (1977). "Same setting, different norms: phone call beginnings in France and the United States", Language in Society, 6: 209-219.
Gower, Sir E. (1978). The Complete Plain Words. Sir B. Fraser (ed.), London: Penguin.
Göktürk, Akçit. (1989). Sözün Ötesi. Istanbul: Inkilap Kitapevi.
Göktürk, Akçit. (1986). Çeviri: Dillerin Dili. Istanbul: Çagdaç Yayinlari.
Graesser, A. C.; L. F. Clark (ed.) (1985). Structures and Procedures of Implicit Knowledge. Vol. XVII. New Jersey: Ablex Publications.
Graves, Donald (1973). "Children's writing". Buffalo: State University of New York (doktora tezi).
Gregory, M. (1989). The Game of the Name. Oxford: Clarendon Press.
Grice, H. P. (1975). "Logic and conversation", Syntax and Semantics vol.3 Speech Acts adli eserde, P. Cole (ed.), New York: Academic
Press.
Grimes, E. (1975). The Tread of Discourse. The Hauge: Mouton.
Grower, R. O (ed.) (1990). Stylebook for Writers and Editors. (Sixth editon). Washington: U. S. News and World Report.
Gumperz, John (1982). Discourse Strategies. Cambridge: CUP.
Gutwisnki, Waldemar (1976). Cohesion in Literary Texts. The Hague: Mouton and Co. B. V., Publishers.
Günay, V. D. (1991). "Dil konuçanin özelligini ne ölçüde yansitir?" Dilbilim Araçtirmalari 1991. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Gündüzalp, Zübeyr (1990). Yolumuzu Aydinlatan Içik. Haz. M. Paksu, I. Aksoy. Istanbul: Yeni Asya Yayinlari.
Habermas, Jürgen (1984). The Theory of Communicative Action. Thomas McCarthy (Çev.), Boston: Beacon Press.
Hackett, L.; R. Williamson. (1966). Design for a Composition. New York: Harcourt, Brace and World, Inc.
Hagège, Claude (1992). Le Souffle de la Langue: Voies et Destins des Parlers d'Europe. Paris: Éd. Odile Jacob.
Halliday, M. A. K.; R. Hasan (1985). Language, Context and Text: Aspects of Language in a Social-Semiotic Perspective. Oxford: Oxford
University Press.
Halliday, M. A. K.; R. Hasan (1976). Cohesion in English. London: Longman.
Halliday, M. A. K. (1985). An Introduction to Functional Grammar. London: Edward Arnold.
Harris, Muriel (1979). "Contradictory perceptions of rules for writing", College Composition and Communication, 30, 218-220.
Harrison, B. (1979). An Introduction to the Philosophy of Language. New York: St. Martin's Press.
Hartmann, Reinhard (1981). "Contrastive textology, applied linguistics and translation", Poetics Today, ii, 4, Summer/Autumn: 111-120.
Hartmann, Reinhard (1980). Contrastive Textology. Hiedelberg: Julius Gross.
Hatch, Evelyn (1983). Psycholinguistics: A Second Language Perspective. Rowley, Mass.: Newbury House.
Hatim, B.; I. Mason (1990). Discourse and the Translator. London/New York: Longman.
Haugeland, J. (1979). "Understanding natural language", Journal of Philosophy, 76.
Hayakawa, S. I. (1978). Language, Thought and Action. New York: Harcourt Brace Jovanovich, Inc.
Heath, Shirley (1983). Ways with Words. Cambridge: CUP.
Heinemann, Wolfgang; Dieter Viehweger (1991). Textlinguistik: eine Einführung. Tübingen: Niemeyer.
Hendricks, W. O. (1973). Essays on Semiolinguistics and Verbal Art. The Hague Mouton and Co. N. V., Publishers.
Heritage, John (1990). "Intention, meaning and strategy: Observations on constrains on interaction analysis", Research on Language and
Social Interaction, 24.
Hermans, Theo (ed.) (1985). The Manipulation of Literature. London/Sydney: Croom Helm.
Hinds, J. (1984). "Retention of information using a Japanese style of presentation", Studies in Language, 8: 45-69.
Hinds, J. (1983). "Contrastive rhetoric: Japanese and English", Text, 3: 183-195.
Hobbs, Jerry R. (1990). Literature and Cognition. Standford, CA: Center for the Study of Language and Information.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
7 -~ 15 19.11.2008 19:26
Hoey, H. (1983). On the Surface of Discourse. London: George Alten and Unwin.
Holmes, James S. (1975). The Name and the Nature of Translation. Amsterdam: APPTS.
Holmes, James S.; J. Lambert; van den Broeck (ed.) (1978). Literature and Translation: New Perspective in Literary Studies. Leuven:
ACCO.
Honneth, Axel; Hans Joas (ed.) (1991). Communicative Action. Cambridge/Massachusetts: MIT Press.
House, Juliana (1977). A Model for Translation Quality Assessment. Tübingen: Gunter Narr.
House, Juliana; S. Blum-Kulka (ed.) (1986). Interlingual and Intercultural Communication. Tübingen: Gunter Narr Verlag.
Houston, J. P. (1986). Fundementals of Learning and Memory. International Thomson Publising.
Hönigsperger, Astrid (1991). " 'Das Boot iss voll' -Zur Metapher in der Politik", Folia Linguistica, 25, 1-2.
Hörmann, Hans (1976). Meinen und Verstehen. Frankfurt: Suhrkamp.
Ide, Nancy M.; J. Veronis (1990). "Artificial intelligence and the study of literary narrative", Poetics, 19.
Içik, G. (1990). "Dilbilimci Berke Vardar ve çeviri sorunlari", Metis Çeviri. Sayi: 11.
Jackendoff, R. (1988). Semantics and Cognition. Cambridge: MIT Press.
Jacobson, Roman (1960). "Closing statement: Linguistics and poetics", Style in Language adli eserde. T. A. Sebeok (ed.) Massachusetts: MIT
Press.
James, Carl (1980). Contrastive Analysis. Essex: Longman.
Johnstone, B. (ed.) (1991). Repetition in Discourse. New Jersey: Ablex Publications.
Kabahasanoglu, V. "Yarim lisan, yarim insan", Insan ve Kainat, Sayi: 93.
Kachru, Y. (1983). "English and Hindi",Annual Review of Applied Linguistics 1982 adli eserde, R. Kaplan (ed.), Rowley, Mass.: Newbury
House.
Kaplan, Mehmet (1986). "Kültür ve edebiyat dili", Türk Dili, LI/410.
Kaplan, Mehmet (1985). "Dil ve kültür", Türk Edebiyat Dergisi, XI/143.
Kaplan, Mehmet (1983). "Dil, tarih ve millet", Türk Edebiyat Dergisi, IX/118.
Kaplan, Mehmet (1982). "Türk tarihi, Türk kültürü ve Türkçe", Milli Kültür, III/36.
Kaplan, Mehmet (1982). Kültür ve Dil. Istanbul: Dergah Yay.
Kaplan, Robert B. (1989). "On written text", Anglo-American Studies, 9, 2, Nov.
Kaplan, Robert B. (1966). "Cultural thought patterns in intercultural education", Language Learning, 16: 1-20.
Karamanoglu, A. (1986). Türk Dili. (4. Baski). Istanbul: Dergah Yayinlari.
Karayazici, Berrin (1994). "Biçembilim ve yazin çevirisi", Dilbilim Araçtirmalari 1994. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Karayazici, Berrin (1992). "Çeviri ediminde çevrilmezlik sorununun anlam boyutu", 20. Yil Yazilari. Ankara: Karaca Dil Kursu.
Keech, Catharine (1981). "An examination of proceoudes and implications of holistic assessment of writing", Humes vd. (ed.) Moving
between practice and research in writing adli eserde. Los Alamitos: SWRL, 55-60.
Keeney, Mary. "An investigation of what children say about the writing of stories", Bethlehem, PA: Lehigh Univ. (doktora tezi).
Keklik, Nihat (1984). "Felsefe bakimindan metafor", Felsefe Arkivi, 25.
Kemali, Ali (1933). Tercüme Hakkinda Düçünceler ve Tatbikata ait Bazi Nümuneler. Resimli Ay Matbaasi, T. L. Çirketi.
Kiran, Zeynel (1990). "Büyüleyici bir bilim dali: Dilbilim", Dilbilim Araçtirmalari 1990. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Kirkinci, Mehmet (1989). Bediüzzaman'i Nasil Tanidim?. Istanbul: Cihan Yayinlari.
Kocaman, Ahmet (1993). "Çeviri, çeviri eleçtirisi, dilbilim", Dilbilim Araçtirmalari 1993. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Kocaman, Ahmet vd. (1992). 20. Yil Yazilari. Ankara: Karaca Dil Kursu.
Kocaman, Ahmet vd. (1992). "Preliminaries to the study of stylistic scales in Turkish", 20. Yil Yazilari, Ankara: Karaca Dil Kursu.
Kocaman, Ahmet (1992). "Anlambilim sorunlari", Dilbilim Araçtirmalari 1992. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
Kocaman, Ahmet (1990). "Metindilbiliminden yazma ögretimine", Çagdaç Türk Dili, 24.
Kocaman, Ahmet (1988b). "Yabanci dil ögretimi", Abece, 29.
Kocaman, Ahmet (1988). "Çagdaç dilbilim ve çeviri kurami", Yazin Çevirisi Semineri, 12-13 Mayis 1988. Istanbul: Bogaziçi Üniversitesi;
(1992) Metis Çeviri. Sayi: 18.
Kocaman, Ahmet (1987). (Haz.) Dilbilimin Dünü, Bugünü, Yarini. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Kocaman, Ahmet (1987). "Söylem çözümlemesi: Yönelimler, sorunlar", Dilbilimin Dünü, Bugünü, Yarini. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Kocaman, Ahmet (1978). "Uygulamali dilbilim üzerine kuramsal bir yaklaçim denemesi", Genel Dilbilim Dergisi, Ankara: ADÇ.
Koç, Sabri (1982). "Teaching writing for communication", H.Ü. Ingilizcenin Iletiçim Olarak Ögretimi Semineri, Ankara, 25.6.1982.
Korkmaz, Zeynep (1992) "Orta Asyada'ki yeni geliçmeler ve dilcilerimize düçen görevler", Dil Dergisi, Sayi: 5.
König, Güray (1991). "Toplumdilbilim açisindan dil ve dil türleri", Dilbilim Araçtirmalari 1991. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
8 -~ 15 19.11.2008 19:26
König, Wolf (1994). "Dilbilim ve yapay zekâ", Dilbilim Araçtirmalari 1994. Haz. A. Kocaman vd. Ankara: Hitit Yayincilik.
König, Wolf (1989). "Türkiye'deki yabanci dil Ögretimi sorunlari: diçaridan bir bakiç", H. Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, 4.
Krause, Wolf-Dieter (1991). Zur Repræsentation von Textmustern im Sprachbewusstsein (kognitive Aspekte von Textsorten),
Wissenschaftliche Zeitschrift der Pædagogischen Hochschule "Karl Liebknecht", Postdam, 35, 3.
Kurez, I. vd. (ed.) (1986). Knowledge and Language. (North Holland): Elsevier Science Publishers B.V.
Kurt, H. (1991). "Buhran dilde degil özde", Milli Kültür, Sayi: 85.
Kutup, Seyyid (1979). Islam Düçüncesinde Sanat. Istanbul: Fikir Yayinlari.
Kutup, Seyyid (1969). Kur'an'da Edebî Tasvir. Çev. Süleyman Ateç. Ankara: Hilal Yayinlari.
Labov, William (1972). Sociolinguistic Patterns. Philedalphia: University of Pennsylvania Press.
Lakoff, R. (1973). "The logic of politeness: or minding your p's and q's", Papers from the 9th Regional Meeting, Chicago Linguistics Society.
Leech, G. N.; M. H. Short (1981). Style in Fiction. London: Longman.
Lefevere, Andre (1980). "Translating literature/translated literature - The state of the art", O Zuber (ed.), The Languages of Theater.
Oxford: Pergamon Press Ltd.
Leggett, G. vd. (1965). Handbook for Writers. Englewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall.
Lewis, G. (1967). Turkish Grammar. Oxford: Calderon.
Levinson, Stephen (1983). Pragmatics. Cambridge: CUP.
L•vi-Strauss, Claude (1955). "The structural study of myth", Journal of American Folklore, 68.
Li, Charles (ed.) (1976). Subject and Topic. New York: Academic Press.
Loveday, L. (1982). "Communicative interference: a framework for contrastively analysing L2 communicative competence exemplified with
the linguistic behaviour of Japanese performing in English", IRAL International Review of Applied Linguistics, 20: 1-16.
Luke, Allan (1989). "Open and closed texts: The ideological/semantic analysis of textbook narratives", Journal of Pragmatics, 13.
Luria, A. R. (1968). The Mind of a Mnemonist. New York: Basic Books, Inc.
Lyons, John (1981). Language and Linguistics. Cambridge: CUP.
Lyons, John (1977b). Semantics II. Cambridge: CUP.
Lyons, John (1977a). Semantics I. Cambridge: CUP.
Lyons, John (1968). Introduction to Theoretical Linguistics. Cambridge: CUP.
Mayer, Rolf (1989). "Coherence and motion", Linguistics, 27.
Mehrabian, Albert (1971). "Nonverbal betrayal of feeling", Journal of Experimental Research on Personality, 5.
Melçuk, I.; A. Zolkovskij (1970). "Toward a functional meaning-text model of language", Linguistics, 57: 10-47.
Mey, Jacob L. (1991). "Text, context, and social control", Journal of Pragmatics, 16, 5, Nov.
Miller, G. A. (ed.) (1973). Communication, Language and Meaning. New York: Basic Books.
Miller, G.; P. Johnson-Laird (1976). Language and Perception. Cambridge: Harvard UP.
Nar, Ali (1988). "Islam ve Edebiyat", Islâmî Kültür, Sanat ve Edebiyat, Agustos-Eylül-Ekim.
Nar, Ali (1990). "Örneklerle edebî sanatlar", Islâmî Edebiyat, Temmuz- Agustos-Eylül.
Nash, W. (1980). Design in Prose. London: Longman.
Nasr, N. (ed.) (1980). The Essentials of Linguistic Science: Selected and Simplified Readings. London: Longman.
Nation, I. S. P. (1982). "Beginning to learn foreign language vocabulary: a review of the research", RELC Journal, 13 (1) 14-36.
Neisser, Ulric (1982). "Cognitive psychology may at least establish a conception of human nature that is not self-contradictory", Jack Nessel
(ed.) "Understanding psychological man: A state-of-the-science report" içinde, Psychology Today, 16/5, 44-47 .
Nelson, G. L. (1989)."Reading: A student centered approach", English Language Teaching Center, vol. 5, No: 2 (14).
Newmark, Peter. (1988). A Textbook of Translation. New York: Prentice Hall.
Newmark, Peter. (1982). Approaches to Translation. Oxford: Pergamon Press Ltd.
Nida, Eugene A. (1964). Toward a Science of Translating. Leiden: E. J. Brill.
Nida, Eugene A.; C. Taber (1969). The Theory and Practice of Translation. Leiden: E. J. Brill.
Nida, Eugene A.; W. D. Reyburn (1981). Meaning Across Cultures. New York: Orbis Books.
Norman, Donald (1981). "Categorization of action slips", Psychological Review, 88, 1-15.
Norman, Donald; Tim Shallice (1980). Attention to action: Willed and automatic control of behavior. La Jolla: CHIP Report 99.
Norman, D. A.; D. E. Rumelhart (ed.) (1975). Explorations in Cognition. San Francisco: Freeman.
The Norton Antology of English Literature. (1969). vol. 2, New York.
Nöth, W. (1990). "Information", Handbook of Semiotics adli eserde, Bloomington: Indiana UP.
Nursi, Bediüzzaman Said (1988). Çualar. Istanbul: Envar Neç.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
9 -~ 15 19.11.2008 19:26
Nursi, Bediüzzaman Said (1987). Muhakemât. Istanbul: Sözler Yayinevi.
Nursi, Bediüzzaman Said (1987). Tarihçe-i Hayat. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1986). Mektubat. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1986). Lem'alar. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1986). Asâ-yi M€sa. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1986). Içârâtü'l-I'caz. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1985). Sözler. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1985). Emirdag Lahikasi. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1985). Barla Lahikasi. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nursi, Bediüzzaman Said (1985). Hizmet Rehberi. Istanbul: Sözler Yayinevi.
Nursi, Bediüzzaman Said (1985). Resurrection and the Hereafter. Çev. Hamid Algar. Istanbul: Sözler Yayinevi.
Nursi, Bediüzzaman Said (1984). Mesnevî-i Nuriye. Istanbul: Envar Neçriyat.
Nystrand, M. (1982). What Writers Know. New York: Academic Press.
Odlin, Terence (1989). Language Transfer. Cambridge/New York: Cambridge University Press.
Oraliç, Meral; Ozil, Çeyda (1992). "Metinbilimsel yaklaçimla bir metni çözümleme denemesi", Dilbilim Araçtirmalari 1992, Haz. A.Kocaman
vd, Ankara: Hitit Yayincilik.
Osgood, Charles vd. (1975). Cross-cultural Universals of Effective Meaning. Urbana, Ill.: University of Illinois Press.
Öge, (1982). Adli Tip.
Öner, Necati (1986). Klasik Mantik. 5. Baski. Ankara: AUIF Yayinlari.
Özdenören, Rasim (1986). "Kavramlar üzerine genellemeler", Ilim ve Sanat, Sayi: 9.
Öztürk, Osman (1990). Arapça ve Diger Lisanlar (Lisan Üzerine bir Deneme). Istanbul: Seha Neçriyat.
Özünlü, Ünsal (1983). "Yazinsal metinlerde konuçma ve düçünce aktarimi", Türk Dili, 373.
Özünlü, Ünsal (1983). "Reklam (tanitma) dilinin dilbilimsel boyutlari", Fransiz Dili ve Edebiyati Dergisi, 12, ayrica Reklamin Gücü, Dünyada
ve Türkiye'de Reklamcilik, 1988, ss. 285-303, Bilgi Yay.
Paivio, A; I. Begg (1981). Psychology of Language. Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice Hall.
Palmer, F. R. (1976). Semantics. Cambridge: CUP.
Palmer, H. E. (1969). The Principles of Language Study. London: Oxford University Press.
Pei, M. (1965). The Story of Language. New York: New American Library.
Penn, Julia (1972). Linguistic Relativity Versus Innate Ideas. The Hague: Mouton.
Perry, T. (ed.) (1980). Evidence and Argumentation in Linguistics. Berlin, New York: Walter de Gruyter.
Petöfi, Janos S. (ed.) (1988). Text and Discourse Constitution: Emprical Aspects, Theoretical Approaches. Berlin: Mouton de Gruyter.
Petöfi, Janos S. (ed.) (1986). Aspekte der Konnexitat und Koharenz von Texten. Hamburg: Buske.
Petöfi, Janos S. (ed.) (1979). Text vs. Sentence: Basic Questions of Text Linguistics. Hamburg: Buske.
Petöfi, Janos S.; Emel Sözer (1983). Micro and Macro Connexity of Texts. Hamburg: Helmut Buske Verlag.
Petöfi, J. S.; R. Hannes (1974). Probleme der modelltheoretischen Interpretation vonTexten. Hamburg: Buske.
Pinto, Marly Pereira (1991). "Using computers to analyze poems: A phonological metrification", CTJ Journal, 23, June.
Polovina, V. (1983). "The application of some parameters of textlinguistics on contrastive analysis", Croos-Language Studies, Finland.
Popovic, Anton (1970). Dictionary for the Analysis of Literary Translation. Edmont/Nitra: University of Alberta, University of Nitra.
Porzig, W. (1985). Dil Denen Mucize. Çev. Vural Ülkü. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanligi Yayinlari.
Postovsky, V. (1974). "Effects of delay in oral practice at the beginning of second language learning", Modern Language Journal, 58: 229-49.
Purtil, R. L. (1972). Logical Thinking. New York: Harper and Row.
Reddick, R. J. (1986). "Textlinguistics, text theory, and language users", Word, Vol.37 (1-2).
Reisman, K. (1974). "Contrapuntal conversations in an Antiguan village", Explorations in the Ethnography of Speaking adli eserde, R.
Bauman; J. Sherzer (ed.), London: Cambridge University Press.
Reiss, K. (1977). Texttyp und Übersetzungsmethode. Kronberg: Scriptor.
Richards, Jack (1985). The Context of Language Teaching. Cambridge: CUP.
Richards, Jack; T. S. Rodgers (1986). Approaches and Methods in Language Teaching. Cambridge: CUP.
Rieger, Burghard (ed.) (1985). Dynamik in der Bedeutungskonstitution. Hamburg: Buske.
Riffaterre, Michael (1960). "Stylistic context", Word, 16, 207-218.
Riffaterre, Michael (1959). "Criteria for style analysis", Word, 15, 154-174.
Robins, R. H. (1984). A Short History of Linguistics. London: Longman.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
10 -~ 15 19.11.2008 19:26
Rose, Mike (1981). "Sophisticated, ineffective books", College Composition and Communication, 32, 65-74.
Rothkegel, Annely (1991). "Wissen und Informationsstruktur im Text", Folia Linguistica, 25, 1-2.
Ruggiero, V. R. (1971). The Elements of Rhetoric. Englewood Cliffs, N. J. Prentice-Hall.
Salmon, W. C. (1963). Logic. Englewood Cliffs, N.J.: Prentice-Hall.
Sampson, Geoffrey (1985). Writing Systems. London: Hutchinson.
Sampson, Geoffrey (1980). Schools of Linguistics. Standford, California: Standford University Press.
Sandig, Barbara; Annely Rothkegel (ed.) (1984). Text-Textsorten-Semantik: Linguistische Modelle und maschinelle Verfahren. Hamburg:
Buske.
Sarpgül, H. Ensar (1991). "Okuma ve yazma üzerine", Sizinti, Sayi:149.
Saussure, Ferdinand de (1915). Genel Dilbilim Dersleri I, II. Çev. B. Vardar. TDK,1976.
Savory, Theodore (1957). The Art of Translation. London: Jonathan Cape.
Schæffner, Christina (1991). "Zur Rolle von Metaphern für die Interpretation der aussersprachlichen Wirklichkeit", Folia Linguistica, 25, 1-2.
Schank, Roger; Alex Kass (1988). "Knowledge representation in people and machines", Advances in Semiotics, Meaning and Mental
Representation adli eserde. Umberto Eco vd. (ed.), Bloomington: Indiana University Press.
Schmidt, S. (1968). Bedeutung und Begriff. Brunswick: Vieweg.
Schröder, Hartmut (ed.) (1991). Subject-oriented texts: languages for special purposes and text theory. Berlin: Mouton de Gruyter.
Schröder, Hartmut (1989). "Sociological texts and intercultural professional communication: Problems for the foreign language instructor
and translator", Austria.
Schwardz, Alexander (1988). Alte Texte lesen: textlinguistische Zugænge zur ælteren deutschen Literatur. Bern: Haupt.
Sebüktekin, Hikmet (1982). "Yabanci Dil Ögretimi ve Dilbilim", B.Ü. Egitim Bilimleri Dergisi, XVII-IX.
Sells, Michael (1991). "Sound, spirit, and gender in Surat al Qadr", Journal of the American Oriental Society, 111, 2, Apr.-June.
Senih, Safvet. (1989). Kur'an'da Edebî Veche. Izmir: Nil Yayinlari
Senih, Safvet. (1989). Kelimeler Armonisi. Izmir: Nil Yayinlari
Sevinçgül, Ömer (1989). Güzel Konuçma ve Yazma Sanati. Istanbul: Zafer Yayinlari.
Sezer, Ayhan (1991). "Bilgisayarda çeviri mümkün müdür?", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve Uygulamalari Seminerinde Sunulan Bildiriler.
Ankara, Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Sezer, Ayhan (1988). "Çocuklar kelimeleri nasil ögreniyorlar", Insan ve Kainat, 34.
Shanklin, Nancy (1982). Relating Reading and Writing: Developing a Transactional Theory of the Writing Process. Bloomington: Indiana
University Press.
Shannon, Claude; W. Weaver (1949). The Mathematical Theory of Communication. Urbana: University of Illinois Press.
Shaughnessy, Mina (1977). Errors and expectations. NY: Oxford.
Shukri, M. A. M. (1992). "Towards an Islamic theory of literature", Islamic Studies, 31:4.
Smith, F. (1985). Reading. Cambridge: CUP.
Smith, F. (1971). Understanding Reading. New York: Holt, Rinehart and Winston.
Smolinski, F. (1986). (ed.) Landmarks of American Language and Linguistics. Washington DC: USIA.
Songar, Ayhan (1986). "Ruh hayatimiz", Her Yaçta Ruh Sagligi. Tercüman Aile ve Kültür Kitapligi.
Songar, Ayhan (1966). "Dil ve düçünce", Bilgi Dergisi, XIX/226.
Soykan, Ö. N. (1991). "Türkçe'nin felsefe yollari", Milli Kültür, Sayi: 85.
Sözer, Emel (ed.) (1985). Text Connexity, Text Coherence: Aspects, Methods, Results. Hamburg: Buske.
Steen, Gerard (1992). "Discourse aspects of metaphor", Dutch Quarterly Review of Anglo-American Letters, 21.
Steffensen, M.; C. D. Joag ; A. Anderson (1979). "A croscultural perspective on reading comprehension", Reading Research Quarterly, 15:
10-29.
Steinberg, D. D.; L. A. Jacobovits (ed.) (1971). Semantics: An Interdisciplinary Reader in Philosophy, Linguistics and Psychology.
Cambridge: CUP.
Steiner, E. H.; R. Veltman (ed.) (1988). Pragmatics, Discourse and Text. New Jersey: Ablex Publications.
Steiner, George (1975). After Babel: Aspects of Language and Translation. New York: Oxford University Press.
Stevick, Earl W. (1982). Teaching and Learning Languages. Cambridge: CUP.
Stevick, Earl W. (1976). Memory, Meaning and Method. Rowley, Massachusetts: Newbury House.
Stoddard, S. (1991). "The nature of texture in texts", Text and Texture adli eserde. New Jersey: Ablex Publications.
Straight, S. (1981). "Knowledge, purpose and intuition: Three dimensions in the evaluation of translation", Translation Spectrum: Essays in
Theory and Practice adli eserde. Albany: State University of New York Press.
Stubbs, Michael (1983). Discourse Analysis: The Sociolinguistic Analysis of Natural Language. Oxford: Basil Blackwell.
Çahin, Ömer Faruk (1991). "Iki insan olmak ister misiniz?", Sizinti, Sayi: 155.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
11 -~ 15 19.11.2008 19:26
Çahin, N. (1978) "Dil ile zihin içleyiçinin etkileçimi", Bilim, Kültür ve Ögretim Dili Olarak Türkçe adli eserde. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basim evi.
Çahin, M. Abdülfettah (1992). Ölçü veya Yoldaki Içiklar 4 . Izmir: TÖV Yayinlari.
Çahin, M. Abdülfettah (1992a). Inancin Gölgesinde 2. Izmir: TÖV Yayinlari.
Çahin, M. Abdülfettah (1990). Ölçü veya Yoldaki Içiklar 1-2-3, Izmir: TÖV Yayinlari.
Çahin, M. Abdülfettah (1990c). Yitirilmiç Cennete Dogru. Izmir: TÖV Yayinlari.
Çahin, M. Abdülfettah (1990b). Buhranlar Anaforunda Insan. Izmir: TÖV Yayinlari.
Çahin, M. Abdülfettah (1990a). Çag ve Nesil. Izmir: TÖV Yayinlari.
Çahiner, N.; S. Yaçar (1988). Edebî Sanatlar ve Mazmunlar. Istanbul: Yeni Asya Yayinlari.
Çenbay, N. (1992). Söz ve Diksiyon Sanati. Istanbul: YKY.
Çenel, S.; Ç. Albant (1993). "Yabanci Dil Ögretiminde Yabancilaçma", Sizinti, Sayi: 176.
Çimçek, Ümit (1985). Araçtirma Teknikleri. Istanbul: Yeni Asya Yayinlari.
Tamkoç, M. (1967). Manual for Term Papers and Seminar Reports. Ankara.
Tannen, D. (1984). "Indirectness in discourse: ethnicity as conversational style", Discourse Processes, 4: 221-238.
Tannen, D. (ed.) (1988). Linguistics in Context: Connecting Observation and Understanding. New Jersey: Ablex Publications.
Tansel, Fevziye Abdullah (1985). Iyi ve Dogru Yazma Usulleri I -II-III. Istanbul: Kubbealti Neçriyat.
Terwiller, R. F. (1968). Meaning and Mind. New York: OUP.
Tevrüz, Suna (1975). Farkli ideolojik görüçlü iki gazetenin kullandiklari dil üzerine yapilan bir inceleme", H.Ü. Sosyal ve Beçeri Bilimler
Dergisi, VII/1-2.
Thomas, Jenny (1983). "Cross-cultural pragmatic failure", Applied Linguistics, 4: 91-112.
Thornborrow, Joanna (1991). "Orderly discourse and background knowledge", Text, 11, 4.
Timurtaç, Faruk (1980). Türkçemiz ve Uydurmacilik. Istanbul: Bogaziçi Yay.
Toffler, Alvin (1970). Future Shock. New York: Random House.
Toffler, Alvin (1992). Yeni Güçler Yeni Çoklar. Çev. Belkis Çorakçi Istanbul: Altin Kitaplar Yayinevi.
Toptaç, M. (1988-89). "Kur'an'dan edebiyat dersleri", Islâmî Kültür, Sanat ve Edebiyat, Kasim-Aralik-Ocak.
Tosun, Cengiz (1987). "Dilbiliminden uygulamali dilbilime: Dilbilimin dil ögretimine katkisi", I. Dilbilimi Sempozyumu, Dilbilimin Dünü,
Bugünü,Yarini. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Toury, Gideon (1985). "A rationale for descriptive translation", The Manipulation of Literature adli eserde. Teo Hermans (ed.), London:
Croom Helm.
Toury, Gideon (1980). In Search of a Theory of Translation. Tel Aviv: The Porter Institute of Poetics and Semiotics, Tel Aviv University.
Trudgill, Peter (1974). Sociolinguistics. Harmondsworth: Penguin.
Tschauder, Gerhard (1991). "Überschrift und Text-Überschrift als Text. Aspecte der Rezeption", Folia Linguistica, 25, 1-2.
Turabian, K. L. (1973). A Manual for Writers of Term Papers,Theses and Dissertations. Chicago.
Turan, Ü. D. (1987). "A preliminary study of elliptical sentences in Turkish", H. Ü. bilim uzmanligi tezi.
Türk Dili (Çeviri Sorunlari Özel Sayisi) (1978). Sayi: 322.
Turner, Frederick (1988). "Çeviri üstüne", çev. Yusuf Eradam. Metis Çeviri, Sayi: 4.
Turner, G. W. (1973). Stylistics. Middlesex: Penguin.
Türker, Faruk (1991). "Bilgisayarli çeviriye dogru", Çagdaç Çeviri Kuramlari ve Uygulamalari Seminerinde Sunulan Bildiriler. Ankara,
Beytepe: H.Ü. YDYO MTB.
Ulrych, R. (1984). "Teaching translation and translation in language teaching", MET. vol. 12. No. 1.
Underline, Robert (1976). Turkish Grammar. Massachusetts: MIT Press.
Uspensky, Boris (1973). A Poetics of Composition. Çev. Valentina Zavarin; Susan Wittig, Berkeley: University of California Press.
Vardar, Berke (1978). "Dilbilim açisindan çeviri", Türk Dili Dergisi Çeviri Sorunlari Özel Sayisi, 322, Temmuz, 65-71.
Vater, Heinz (1992). Einführung in die Textlinguistik: Struktur, Thema und Referenz in Texten. München: Fink.
Verhoeven, Ludo T. (1988). "Acquisition of discourse cohesion in Turkish", Studies on Turkish Linguistics adli eserde, (ed.). Sabri Koç, Middle
East Technical University, Ankara.
Viehweger, Dieter (1991). "Die Vielfalt textlinguistischer Forschungsansætze-methodologisches Dilemma oder notwendiger Pluralismus?",
Linguistische Studien, Reihe A: Arbeitsberichte, 209.
Vygotsky, L. S. (1974). Thought and Language. Çev. E. Hanfmann, G. Vakar, Cambridge: MIT Press.
Walravens, J. (1988). Towards a heuristic model for the translation of literary texts: A Blueprint. Belgium.
Wardhough, Ronald (1976). The Contexts of Language. Massachusetts: Newbury House.
Weber, Heinz J. (1986). "Text-oriented machine translation", Aspekte der Konnexitat und Koharenz von Texten adli eserde. Petöfi, Janos S.
(ed.), Hamburg: Buske.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
12 -~ 15 19.11.2008 19:26
Wedekind, Klaus (1990). Generating narratives: interrelations of knowledge, text variants, and Cu••••ic focus strategies. Berlin: Mouton de
Gruyter.
Weinreich, U. (1972). Explorations in Semantic Theory. The Hauge: Mouton.
Weiss, W. (1986). Textlinguistik contra Stilistik? Wortschatz und Wörterbuch. Tübingen: Niemeyer.
Weld, M. (1987). Man and the Universe. Istanbul: Sözler Yay.
Werth, P. (1984). Focus, Coherence and Emphasis. London: Croom Helm.
White, E. M. (1993). "Assessing higher order thinking and communication skills in college graduates through writing", The Journal of General
Education, Vol. 42, No. 2.
Widdowson, H. G. (1975). Stylistics and the Teaching of Literature. London: Longman.
Wilss, Wolfram (1982). The Science of Translation: Problems and Methods. Berlin, Tübingen: Gunter Narr.
Winfield, F.; P. Barnes-Felfeli (1982). "The effects of familiar and unfamiliar cultural context on foreign language composition", Modern
Language Journal, 66: 373- 378.
Yildiz, Vehbi (1993). Irfan Ordusu. Izmir: Nil Yayinlari
Yngve, V. H. (1975). "Human linguistics in face-to-face interaction", Organisation of Behaviour in Face-to-Face Interaction adli eserde, A.
Kendon, R. M. Harris; M. Ritchie Key (ed.), The Hague: Mouton.
Zeyrek, Deniz (1990). "An analysis of the textual pattern of the Turkish folktale". H. Ü. (doktora tezi).
Zoellner, Robert (1969). "Talk-write: A behavioral pedagogy for composition", College English, 30, 267-320.
Yukari dön

Bee
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
24.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 72
Gönderen: 19.07.2004 Saat 16:52 | Kayitli IP
Bu konuda ben de Nermi Uygur'un Dilin Gücü adli kitabindan çeviri ile ilgili bölümün bir özetini yazmak istiyorum.
"
Uygur, dil ve çeviri üzerine yogunlaçiyor kitabinin Dil ve Çeviri bölümünde. Çevirinin üzerinde durmak istemesinin nedeni yine dil olayini
araçtirip aydinlatmak. Uygura göre dilin kendisi zaten bir çeviri. Çeviriyi, belli bir dil ortamindaki yapitlari baçka bir dil ortamina taçimak
olarak tanimliyor. Ama yine de bu aktarma içinin yapildigi dil ortamlarinin ille de ayri diller olmasi gerekmiyor. Ayni dil içinde de çeviri
yapilabilir.
Çeviri, bir dile getirme sürecidir. Bu sürecin baçarisi bir dilde görüneni baçka bir dilde göstermektir. Bu yüzden, çevirdigimiz çeyle çeviri
yapiti hiçbir zaman özdeç olamaz Uygura göre. Benzerliklere, hatta yer yer ayniliklara karçin, çevrilenle çevirenin sonucu tipatip örtüçmez.
Uygur, çevirinin ilk dilin dile getirdigine yabanci kalmamakla birlikte kendi dil ortaminin gereklerine de uymak zorunda oldugunu söylüyor.
Çevirinin belli baçli çizgilerini de baçkaliga dayanan bir deginim, ayrilik içinde bir bagdaçma, tipatip olmayan bir uygunluk olarak tanimliyor.
Uygur, dilin zaten bir çeviri oldugunu söylüyor ve çevrilen, çeviri yapitinda yeniden çevrilmiçtir diye de ekliyor. Çeviri, çevirdigine varlik
kazandirir, onu dil ortaminda var eder, içte bu yüzden hangi dil olursa olsun, dil bir çeviridir diyor Uygur. Her dil, dile getirdigi çeylerin
çevirisidir: dile getirilenler, dile çevrilenlerdir. Dil, çevirdiklerinin toplamidir. Bu anlamda çeviri, dil olmayan bir çeyin dil ortamina
aktarilmasidir.
Çeviriciligin dile varolma hakkini kazandiran belli baçli niteligi oldugunu savunuyor Uygur. Çünkü dil, diçinda varolani ancak çeviriyle bilir,
tanir, ögrenir ve biz ancak böylesine bir çeviriden sonra varolanin bilincine variriz. Her farkli dil, farkli çevirir varolani ya da varolmasi
istenen çeyi.
Çeviri etkenliktir. Olandan kalkarak bir yeniden kurma, olani türlü türlü katkilarla yogurma, olani açmadir. Olani oldugu gibi degil, varlik
düzenini degiçtirerek sunar. Ama olanin kendisini degiçtiremez: olani dil kiliginda baçka bir varoluça geçirir.
Uygur bir dilin baçka bir dile çevrilemeyecegi kuramina karçi çikiyor. Ona göre dilin kendisi bir çeviri zaten, neden yine çeviri olan baçka bir
dile çevrilmesin. Uygur, traduttore traditore sözüne de karçi çikiyor. Dili çevirmenin hainlik olmayacagini savunuyor. Çünkü zaten dilin
kendisi ister istemez bir degiçtirmedir.
Uygura göre dil ne kadar gerekliyse çeviri de o kadar gerekli. Çevirinin tek kuralini da dil kurallari olarak açikliyor. Çevirinin sadece bilgi
ya da sadece sanatla yapilamayacagini düçünüyor. En yetkin çeviri diye bir çeyin olmadigini savunuyor. Eger bir çeviri bir dilde söyleneni
öbüründe de söyleyebiliyorsa yetkin bir çeviridir diyor.
"
Yukari dön

L
Sürekli Üye
Katilma Tarihi:
10.08.2003
Yer: France
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 817
Gönderen: 23.07.2004 Saat 17:51 | Kayitli IP
Bir Iletiçim Edimi Olarak Çeviri
Dilbilimsel çeviri kuraminin bilimsellik savi, bu kuramin bütünüyle dilbilime dayanmasindan kaynaklanir. Ancak, bu bilimsellik savi ugruna,
dilbilimsel çeviri kurami yalniz nesnel türden metinlerin çevirisini incelemekle sinirlar kendini. Çeviride payi olan birtakim dilbilim diçi
etkenleri hiç göz önünde tutmaz. Sözgeliçi, çevirinin alimlanmasi, çevirinin bir iletiçim örgüsü içindeki yeri, çevirmenin metni yorumlama
süreci, çeviriyi temelde bir dilsel degiçtirim, salt bir düzgü degiçimi olarak gören dilbilim kökenli çeviribilimin ilgi alani diçindadir. Dolayisiyle
, dilbilimsel çeviri kuraminin koçutu olarak, çeviriyi iletiçimbilimin alani içinde gören bir yaklaçim da vardir. Iletiçimsel açidan çeviri
yaklaçiminda, çeviri yalniz bir dilsel degiçtirim, bir düzgü degiçimi olarak degil, bir iletiçim edimi olarak ele alinir, iletiçimsel yönüne agirlik
taninir daha çok. Düzgü degiçimi, çok yönlü bir iletiçim edimindeki karmaçik etkenlerden ancak biri sayilir.
Çeviriyi bu anlamda dilbilimsel-iletiçimbilimsel bir sorun olarak gören yaklaçimin önemli öncülerinden biri, Toward a Science of Translating
adli yapiti ile Eugene A. Nidadir. Bu yapitinda Nida, çeviri incelemesinin ilk adimi olarak anlambilimsel sorunlara agirlik tanir. Çagdaç
dilbilimin, anlam sorunlarini araçtirma yöntemi, anlamin çözümlenmesinde vardigi sonuçlar, çeviri açisindan Nidayi öncelikle ilgilendiren
noktalardir. Ancak, anlam sorunu, bütünüyle kuru dilbilimsel düzeneklerle sinirli bir sorun degildir Nida için. B. L. Whorfun dil-kültür
konusundaki görüçleri, antropoloji açisindan dilbilim, B. Russellin, L. Wittgensteinin mantiksal dil çözümlemeleri, dilruhbilimi, metinleri
kültür baglamlarinin ürünü olarak gören geleneksel filoloji, Nidanin düçündügü iletiçim açisindan anlamin temelinde yer alir. Böylesine
geniç bir insanbilimler temeli üstünde dilin kendisi, genel insan davraniçinin bir parçasi olarak görülebilir ancak. Nitekim, Nida çeviri sürecine
de bu açidan yaklaçir. Dolayisiyle onun anlam sorunlarini ele aliçi, I. A. Richardsin yaklaçiminda oldugu gibi, anlamin anlaminin‚ dilbilgisel,
mantiksal, ruhbilimsel, toplumbilimsel yönlerinin de göz önünde tutularak araçtirilmasidir. Çeviri ilkeleri ile içlemlerinin tartiçilmasinda
temel olan çey de anlamin dilde ne yoldan bir iletiçim düzgüsü olarak dile getirildigini iyice bilmektir.ƒ Bu da, anlam olgusuna degiçik
dil içi, dil diçi yönlerden bakmayi gerektirir. Böyle bir düçünce bu alanda süregelen çaliçmalarda kendine dayanaklar bulabilir. Anlamin
önemli etkenini dilsel göstergenin kendisi sayarsak, anlambilim, gösterge ile göndergesi arsindaki iliçkiyi; sözdizimi, göstergenin göstergeyle
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
13 -~ 15 19.11.2008 19:26
iliçkisini; kullanimbilim ise gösterge ile insan davraniçi arasindaki iliçkiyi inceler. Her dilsel göstergenin, bir dilsel kullanim durumunda,
nesne, durum, olay ya da kiçi olan bir göstergeye yönelik oldugunu biliyoruz. Ingilizcedeki blackbird, black bird ögeleri arasindaki anlam
ayirimi da iki göstergenin sözdizmsel iliçkisinden dogar: Tipki ayni örnegin Türkçeye uyarlaniçindaki karatavuk, kara tavuk birimlerinde
görüldügü gibi. Öte yandan, degiçik göstergeler, alici üzerinde çagriçim yüklü etkiler uyandirarak onu degiçik tepkilere yöneltebilir:
Sözgeliçi, ölüm, seviçmek, korku en azindan degiçik yaçtan kimselerde degiçik duygular, davraniçlar uyandirabilir. Bu bakimdan, herhangi
bir sözcenin anlami, o sözcenin içinde yer aldigi iletiçim konumundan ayri görülemez. Dolayisiyle Nida, iletiçim sürecinin gönderici, iletici,
alici etkenlerine özel bir önem verir. Çeviri üstüne çaliçmasi da, dilin hem iletiçimbilimin hem de bildiriçim kurami açisindan inceleniçine bir
giriç niteligindedir.
1. C. K. Ogden-I. A. Richards, Meaning of Meaning, London 1923.
2. E. A. Nida, Toward a Science of Translating, Leiden, 1964, s. 30.
Alinti, devam edecek...
Yukari dön

L
Sürekli Üye
Katilma Tarihi:
10.08.2003
Yer: France
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 817
Gönderen: 23.07.2004 Saat 23:26 | Kayitli IP
Nida, dilsel göstergenin ayirici özelliklerini açagi yukari çöyle siralar:
1.Dilsel gösterge nedensizdir. Her dilsel göstergenin seçiliçi baçlangiçta nedensizdir. Gösterge ile gönderge, gösterge öbekleri ile
gönderge öbekleri, gösterge öbekleri ile gösterge arasindaki iliçkiler, gerçekte ancak toplumsal uzlaçimlar sonucu kesinlik görüntüsü
kazanmiç iliçkilerdir.
2.Dilsel gösterge, gönderge öbeklerini de belirleyebilir. Nitekim, dogal dilde kullanilan çogu sözcük, bütün bir nesnelersinifini belirler.
Agaç, at, masa gibi. Kullanim akiçi içinde bir göstergenin kapsamini kesin olarak sinirlamakta güçlükler çikabilir. Hiçbir sözcük, sözce,
tümce, her konuçma durumunda ayni anlami iletmez. Göstergelerin kapsami, birçok benzer nesneyikapsar biçimde geniç olabilir ya da bir
nesneyle sinirli olabilir. Yalniz özel adlar bu durumun diçindadir, göndergeleri hep ayni kesinlikte kalir.
3.Gösterge bagimsizdir. Göstergenin geçerlilik alani daralir, geniçler. Her zaman degiçikliklere açiktir. Anlambilimin alanina giren anlam
daralmalari, geniçlemeleri göstergenin bu niteligini dogrular.
4.Deneyler dünyasi dilsel göstergeyle irdelenir. Her dil, göstergeleriyle, dünyayi kendine özgü bir yoldan kurar, betimler, kuçatir.
5.Dil belli bir toplumsal baglam içinde içlev görür. Gönderici ile alici arasindaki iletiçim süreci, toplumsal törenler, uzlaçimlar, davraniç
biçimleri örgüsü içinde ele alinmalidir.
6.Dil iki düzlemde içler. Ya kendi diçindaki nesneler dünyasini betimler ya da kendi kendini betimler. Birinci amaç için kullanildiginda
nesne-dil, ikinci amaç için kullanildiginda da üst-dil düzleminde içler.
Yukari dön

L
Sürekli Üye
Katilma Tarihi:
10.08.2003
Yer: France
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 817
Gönderen: 23.07.2004 Saat 23:31 | Kayitli IP
Alinti(A.Göktürk,Bir Iletiçim Edimi Olarak Çeviri,s.48,Istanbul Üniversitesi Yabanci Diller Yüksek Okulu Fransizca Bölümü
Dergisi,Dilbilim,5.sayi,1980)
Devam edecek...
Yukari dön

L
Sürekli Üye
Katilma Tarihi:
10.08.2003
Yer: France
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 817
Gönderen: 24.07.2004 Saat 11:52 | Kayitli IP
Dilin dogal kullaniminda, hiçbir zaman, iki ayri birey ayni deneyleri, ayni gündelik yaçantilari bütünüyle ayni göstergelerle, ayni anlamda dile
getirmez. Kiçilerin birbirleriyle anlaçmasinda ortak dilsel etkenlerin yani sira, dilsel olmayan degiçik bireysel toplumsal etkenlerde vardir. Bu
etkenler dil içi iletiçimde oldugu gibi, dillerarasi iletiçimde de yürürlüktedir. Dil diçi etkenlerin büyük ölçüde degiçkenligine, bireysel kullanim
olanaklarinin sayica sonsuzluguna karçin, insanin insanla gene de anlaçabilmesini saglayan nedenleri çöyle siraliyor Nida:
1.Bütün insanlarda tinsel süreçlerin benzerligi;
2.Bedensel tepkilerin benzerligi;
3.Kültürel deney birikiminin evrensel yayginligi.Insanligi bir kültürel tür olarak birleçtiren benzerlikler, ayiran benzeçmezliklerden çok
daha büyük sayidadir.„
4.Insanin kendini baçkalarinin davraniç biçimine göre ayarlayabilme yetisi.
Bu örgü içinde görüldügü zaman, anlaçilabilirlik ile çevrilebilirlik açagi yukari ayni etkenlere baglidir. Dolayisiyle, birlikte ele alinmalari
da zorunludur. Özellikle iletiçimsel açidan bir çeviri yaklaçiminda, anlaçilabilirlik kavrami çevrilebilirlik ile özdeçleçir. Bunun sonucu olarak,
dil içi iletiçimin ilkeleri, dillerarasi iletiçimin de ilkeleri sayilir. Çeviride söz konusu olan diller arasi iletiçimin, kimi yönlerden diliçi
iletiçimden temel ayriliklar gösterdigini ileri sürmek, dil kullaniminin dogasini önemli ölçüde yanliç anlmaktir,Nidaya göre.4
Anlaçilabilirligi böylesine önemli sayan iletiçimsel çeviribilim, genellikle amaç dilde, sanki o dilde yazilmiççasina dogallikla anlaçilabilecek
türden çeviriyi savunur. Nidanin, çevirmenin kaynak dil ögeleri ile amaç dil ögeleri arasinda arayip bulacagi eçdegerlilikler konusunda
yaptigi ikili ayrimda da bu egilim yansir. Nidanin saptadigi iki eçdegerlilik türünden biri, dogallikla anlaçilabilecek çeviri dogrultusundadir:
Devingen eçdegerlilik. Öteki eçdegerlilik türü ise biçimsel eçdegerliliktir. Bu iki kavram, günümüzde genel çeviri tartiçmasinda sik sik
kullanilir.
Biçimsel eçdegerlilik, bir dilsel iletinin hem içerigini, hem de biçimini oldugu gibi aktarma amacina yönelik çeviride göze çarpar. Kati bir
sözcügü sözcügüne çeviride oldugu gibi.
Devingen eçdegerlilik, amaç dil baglaminda en dogal, en dolaysiz anlaçilmayi benimseyen; alicida uyanacak dilsel etkinin özgün metin
alicisindakiyle ayni olmasina yönelik çeviride göze çarpar
3.Ay.y.,s.55.
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
14 -~ 15 19.11.2008 19:26
4.E.A.Nida,…Translating as Communication† Proceedings of the Fourth International Congress of Applied Linguistics Vol II, ed. G.Nickel,
Stuttgart,1976, s.65.
devam edecek...
Yukari dön

L
Sürekli Üye
Katilma Tarihi:
10.08.2003
Yer: France
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 817
Gönderen: 24.07.2004 Saat 15:14 | Kayitli IP
Iki dilin ögeleri arasinda karçilikli eçdegerliliklerin araniçinda çevirmen birtakim sorunlarla karçilaçabilir. Çevirinin güçlügü de, çevirmenin bu
tür sorunlarin üstesinden gelme zorunlulugundadir. Bu sorunlarin belli baçlilari:
1.Amaç dil kültüründe, kaynak dil kültüründeki bir ögenin karçiligi var olmayabilir. Bati dillerinden Türkçeye çevirirken sik sik raslanan bir
durumdur bu. Sözgeliçi, Hiristiyanligin törenleriyle ilgili bir çok kavram (Ing. epiphany gibi ) ya da Türkçeden Bati dillerine çevirirken tekke
geleneginin kavramlari, öte yandan halk dilindeki kaçgöç, tandir benzeri sözcükler bu nitelikte ögelerdir.
2.Kaynak dil ile amaç dilde birbirinin karçiligi olarak görünen ögeler, dil içi kullanimlarinda zorunlu ya da nedensiz bir takim anlam ayrimlari
gösterebilirler. Sözgeliçi, Isveççede baba yanindan dede farfar, anne yanindan dede monfor diye ayri sözcüklerle adlandirilirken, bu ayrimi
Isveççeden Ingilizce ya da Almancaya yapilacak bir çeviride karçilayabilme olanagi yoktur. Ayni durum, Türkçedeki görümce, elti, yenge
ya da dayi, amca ögelerinin çogu Bati dilinde tek sözcüklerle karçilanma zorunlulugunda göze çarpar.
3.Düzgünün çözülebilirlik derecesi, kaynak dil ile amaç dilde ayri olabilir. Belli baglamlara iliçkin belli göstergeler, kaynak dilde yaygin,
amaç dilde hiç taninmiyor olabilir. Uzay araçtirmalari ya da bilgisayarlar konusunda bir Ingilizce metnin Türkçeye çevriliçinde, çevirmen
kaynak dilde gündelik çevrime girmiç birtakim kavramlari bile karçilamakta, bu tür bir güçlüge saplanabilir, bunlardan oluçan düzgüyü
kolayca çözemez.
Sayin Anlamk dizi yaziniz biter bitmez yazmaya devam edcegim,yazmanizi sekteye ugrattigim için özür diler saygilar sunarim
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.09.2006 Saat 21:02 | Kayitli IP
Kültür ve Düçünce Metinleri Çevirmenligi
Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ‡2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Çeviri Kurami http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷36959&PN÷3
15 -~ 15 19.11.2008 19:26
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Felsefe Dersleri
Konu: ÇözümIeyici FeIsefe (TabIo)
YazanIar Gönderi << Önceki Konu " Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.04.2003 Saat 10:15 | Kayitli IP
FELSEFE FORUMU: Çözümleyici FelseIe (Tablo) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34989&PN÷3
1 -~ 2 19.11.2008 19:21
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.04.2003 Saat 10:22 | Kayitli IP
!"#$%&'()*) ,'&-'.'
XX. yüzyilin baçlarinda Frege, Moore, Russell gibi filozoflarin çaliçmalariyla çekillenmeye baçlayan ve Wittgenstein, Grice, Strawson,
Austin, Searle gibi filozoflarin geliçtirerek günümüze aktardiklari felsefe gelenegi.
Analitik felsefe, içinde çeçitli egilimleri barindiran bir akimdir. Ayirici özelligi, felsefe etkinligini bir dil çözümlemesi etkinligi olarak
yeniden tanimlamayi denemesi ve felsefedeki geleneksel sorunlarin dilsel analiz yöntemiyle çözümlenebilecegi iddiasidir
Dilsel analiz yönteminden ne anladiklarina bakarak çözümlemeci filozoflari iki ana gruba ayirmak olanaklidir. Mantikçi egilimin agir
bastigi ilk kuçak çözümlemeci filozoflar, dilsel analiz yöntemi araciligiyla, karmaçik bir takim dilsel ifadeleri, dogrulama testine tabi
tutulabilecek daha yalin mantiksal bileçenlerine ayirmayi hedeflemektedir. Bu yoldan, bilimlere ve felsefeye kariçmiç metafizik ifadeleri
elemek yönünde bir amaç gütmektedirler. Bu amaçlari, analitik felsefe teriminin epistemolojik içlemiyle ilgili bir varsayima dayanmaktadir.
`Sentetik' teriminin karçit anlamlisi olarak `analitik' terimi, bir savin epistemolojik olarak öznesi hakkinda yeni bir bilgi verme iddiasi
taçimadigini belirtmektedir.
Birinci kuçak mantikçi- pozitivist çözümleme gelenegine göre, doga bilimlerinden biri olmadigindan dolayi, felsefenin görevi olgusal
bildirimler olan sentetik önermeler üretmek olamaz. Mantikçi-pozitivistler bunu denemenin metafizik, dogrulanamayan, sahte önermeler
[pseudo-proposition] üretmekle sonuçlanacagini düçünmektedirler. Bu öncüllere dayali olarak da, felsefeyi dilsel çözümleme yöntemiyle,
analitik önermeler ortaya koyan bir etkinlik biçiminde sinirlamayi denemektedirler. Ilk dönemde dilsel analiz yönteminden anlaçilan çey, çu
tipik örnekle açiklanabilir: "Görülemeyen tanri görülebilir dünyayi yaratti" ifadesi çözümlendiginde, çu üç bileçenden oluçtugu ortaya
çikarilacaktir: "Tanri görülemez", "dünya görülebilir", "tanri dünyayi yaratti".
Analitik felsefedeki ikinci gelenek , II. Dünya Savaçi'ndan sonra, ilk dönemdeki filozoflarin dogrulama merkezli görüçlerini eleçtirerek
ortaya çikmiçtir. "Gündelik dilci felsefe"
olarak da adlandirilan bu akim, büyük oranda Wittgenstein 'in post-Tractatus dönemindeki görüçlerinden esinlenen Grice, Austin ve
Searle gibi filozoflarin çaliçmalariyla ilerlemiçtir. Bu akim, ilk dönemdeki çözümlemecilere karçit olarak, dogrulama içlemine kayitsiz olan
ve gündelik dilde sik sik kullanilan bir takim sözcelemleri konu edinmektedir.
Analitik felsefe akimi, baçlangiçtaki Anglo-sakson niteligini yitirerek günümüzde Kita Avrupasi'nda da çeçitli düçünürlerce temsil edilmeye
baçlamiçtir.
Kaynak: Dil Felsefesi Sözlügü- Atakan Altinörs-Paradigma Yayinlari.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.04.2003 Saat 20:07 | Kayitli IP
Çözümleyici Felsefe
Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Çözümleyici FelseIe (Tablo) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34989&PN÷3
2 -~ 2 19.11.2008 19:21
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Felsefe Dersleri
Konu: DiI FeIsefesi
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.03.2004 Saat 14:26 | Kayitli IP
DÍL FELSEFESÍ
Dil Felsefesi'nin özellikle 20 . yy. ìn baçìndan baçlayarak felsefenin temel ilgi alanì oldugunu görüyoruz. Site ve forumda dil felsefesinin gündeme
getirdigi soru ve yanìtlar üzerine bir çok yazì yer aldì, ayrìca anlama çabamìz dogrultusunda söyleçtik.
Felsefe Alanlarì konusunda dil felsefesi nin ilgilendigi alt alanlara deginildi. Özetle , dil felsefesi ; degiçik söyleme olanaklarìnì çözümleyen,
anlamì anlamlandìrmaya çalìçan, anlamìn nasìl oluçtugunu , dilde nasìl dolaçtìgìnì , nasìl iletildigini araçtìran, dil gerçeklik iliçkisini açìklayan,
dil-iletiçim iliçkisini betimleyen, dil görüngüsünün kavranmasìnda belirleyici boyutlarì ele alan bir disiplin.
Kendini bilmek ile dil i bilmek arasìnda çok yakìn bir iliçki ve örtüçme oldugunu düçünüyorum.
Dil konusundaki felsefece düçünme için bir giriç alanì oluçturmaktan baçka iddiasì olmayan (ve tabi bu konuya yaçamìnì adamìç düçünürlerin
görüçlerinden oluçacak) bir alìntìlar demeti sunulmaya çalìçìlacak burada.
Ìlk açamada yararlanacagìm kaynaklar:
1.Felsefe Sözlügü Bilim ve Sanat Yayìnlarì
2.Dil Felsefesi- Waltraud Bumann-(Gümümüzdeki Felsefe Disiplinleri- Çeviri: Dogan Özlem.) Ara Yayìncìlìk-1990
Dil felsefesi ilk bakìçta XX. yüzyìlda ortaya çìkmìç oldukça yeni bir felsefe dalìymìç gibi görünmekle birlikte, henüz felsefe dallarì arasìnda
bugünkü anlamda bir bölünmenin söz konusu olmadìgì Platon ile Aristoteles 'e dek uzanan "geleneksel felsefe"nin hemen bütün fìlozoflarì, dili
felsefì araçtìrmanìn es geçilemez, degme bir konusu olarak görmüçlerdir.
Nitekim dil üstüne düçünüçün tarihi baçta mantìk tarihi olmak üzere bir bütün olarak felsefe tarihinden ayrìlamaz. Bu temel gerçegin en önemli
kanìtì, geleneksel felsefe yapma tarzìnda bilgi, dogruluk, anlam, us gibi en önemli felsefe kategorileri üzerine düçünmek ile bu kategorileri dil
yoluyla ifade etmek arasìnda bir ayrìma gidilmemiç olmasìdìr.
Bu yüzden günümüzde çogunluk dil felsefesi baçlìgì altìnda yanìt aranan sorularìn önemli bir bölümü geçmiçte metafìzik, bilgikuramì, varlìkbilgisi
gibi temel felsefe dallarì altìnda ele alìnmìçlardìr. Bundan da anlaçìlacagì üzere, felsefe tarihinde dil ile zihin ya da dünya ile dil arasìndaki iliçkinin
dogasìna dair ortaya bir ögreti koymamìç felsefe okulu ya da fìlozof yok gibidir. Bu tarihsel gerçege karçìn, günümüzdeki anlamìyla bagìmsìz bir
araçtìrma alanì olarak dil felsefesinin temellerinin Hamann, Herder ve von Humboldt tarafìndan XÌX. yüzyìlìn ilk yarìsìnda atìldìgì dil felsefecileri
arasìnda genellikle kabul edilen bir görüçtür.
Ancak dil felsefesinin özerk bir felsefe dalì olarak bagìmsìzlìgìnì kazanmasì bir yana öteki felsefe dallarì için de belirleyici bir konuma yükselmesi,
özellikle Wittgenstein 'ìn "önceki dönem" ile "sonraki dönem" felsefelerinde sergilenen dìlsel dönemeç açamasìyla gerçekleçmiçtir.
Yukari dön

selcen
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
04.09.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 41
Gönderen: 09.03.2004 Saat 18:25 | Kayitli IP
DIL FELSEFESI
(ing.philosopby of language; Fr. Philosopbie du langage;Alm. Sprachpbilosophie)
Dil felsefesi en genel anlamda, bir bütün olarak dilin kökenini, yapisini, özünü ve dogasini, kapsamini ve içerigini inceleyen;
farkli diller arasindaki köken ve yapi bakimindan ortak özellikleri araçtiran; bilim dili, çiir dili, matematik dili,bilgisayar dili,
beden dili diye adlandirilan degiçik söyleme olanaklarini çözümleyen; anlamin, anlamli ifade ile anlamsiz ifadeyi birbirinden
ayiranin neler oldugunu ortaya koyan; dildeki anlamin nasil oluçturdugunu, anlamlarin dilde nasil dolaçtigini, nasil
iletildiklerini, nasil anlaçildiklarini betimleyen; kavramlar ile kavramsallaçtirmalar, sözcükler ile nesneler, tümceler ile olgu
ya da olgu baglamlari arasindaki iliçkiye odaklanarak dil ile gerçeklik arasindaki iliçkinin nasil kuruldugunu açiklayan; dil
yoluyla iletiçimin nasil ve hangi koçullar altinda olanakli oldugunu özellikle dilin simgeselligine yogunlaçarak betimleyen;
dilin sözdizimi, pragmatik (edim bilim / kullanim bilim), anabilim, göstergebilim, retorik gibi dil görüngüsünün kavranmasinda
belirleyici konumda bulunan boyutlarini araçtiran; dilin insan yaçamindaki yerini ve önemini, baçta genel felsefe anlayiçimiza
iliçkin anlamlari olmak üzere, bütün yönleriyle sistemli bir biçimde ele alan felsefe dalidir. (Güçlü ve Digerleri, 2002, s:
385-386)
Dilin gücü etkisi kültür varliginin her yaninda kendini duyurur: Toplum, din, edebiyat tarih, bilim, egitim gibi kültürün her
yöresi en iç ögelerine dek zorunlukla dili damgasini taçir. Yönü, amaci, kapsami, baçarisi ne olursa olsun, insanin yürüdügü
görünür görünmez tüm yollar dilden geçer. Çepeçevre insan varoluçunun ana koçuludur dil. Insan konuçan bir varlik oldugu
için dil, her çagda güncel bir konu olmuçtur. ( Uygur, 2001 s:9)
Dil felsefesi ilk bakiçta XX. yüzyilda ortaya çikmiç oldukça yeni bir felsefe daliymiç gibi görünmekle birlikte, henüz felsefe
dallari arasinda bugünkü anlamda bir bölünmenin söz konusu olmadigi Platon ile Aristotalese dek uzanan geleneksel
felsefenin hemen bütün filozoflari, dili felsefi araçtirmanin es geçilmez, degme bir konu olarak görmüçlerdir. Nitekim dil
üstüne düçünüçün tarihi baçta mantik olmak üzere bir bütün olarak felsefe tarihinden ayrilamaz. Bu temel gerçegin en
önemli kaniti, geleneksel felsefe yapma tarzinda bilgi, dogruluk, anlam, us gibi en önemli felsefe kategorileri üzerine
düçünmek ile bu kategorileri dil yoluyla ifade etmek arasinda bir ayrima gidilmemiç olmasidir. Bu yüzden günümüzde
çogunlukla dil felsefesi baçligi altinda yanit aranan sorunlarin önemli bir bölümü geçmiçte metafizik, bilgi kurami, varlik
bilgisi gibi temel felsefe dallari altinda ele alinmiçlardir. Bundan da anlaçilacagi üzere, felsefe tarihinde dil ile zihin ya da dil
ile dünya arasindaki iliçkinin dogasina dair ortaya bir ögreti koymamiç felsefe okulu ya da filozof yok gibidir. Bu tarihsel
gerçege karçin günümüzdeki anlamiyla bagimsiz bir araçtirma alani olarak dil felsefesinin temellerinin Hamann, Herde ve
Von Humboldt tarafindan XIX. yüzyilin ilk yarisinda atildigi dil felsefecileri arasinda genellikle kabul edilen bir görüçtür.
Ancak dil felsefesinin özerk bir felsefe dali olarak bagimsizligini kazanmasi bir yana öteki felsefe dallari içinde belirleyici bir
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
1 -~ 14 19.11.2008 19:19
konuma yükselmesi, özellikle Wittgensteinin önceki dönem ile sonraki dönem felsefelerinde sergilenen dilsel dönemeç
açamasiyla gerçekleçmiçtir. (Güçlü ve Digerleri, 2002, s: 386-387)
Çagdaç dil felsefesinin belki de üzerinde en çok durdugu konu, anlam görüngüsünü bütün yönleriyle açiklayacak genel bir
kuramin oluçturulmasi, en azindan kendi içinde tutarli bir anlam çözümlemesine varma arayiçidir. Bu arayiç dogrultusunda
felsefecilerin en genel anlamda üç ayri tutum sergiledikleri söylenebilir. Bunlardan ilki dildeki tek tek bütün anlam
birimlerinin dünyadaki çeylere karçilik geldigini dildeki her sözcügün bir çeye her tümceninse bir belli bir olgu baglamina
gönderme yaptigini savunan göndergeci anlam görüçüdür. Wittgensteinin Tractatus Logico-Philosophicus adli baçyapitinda
ortaya koydugu resim kuraminin doruk noktasini oluçturdugu bu görüç dogrultusunda düçünmeyi sürdürmüç felsefeciler
arasinda B. Russell, R. Carnap, W Quine ile ögrencisi D. Davidsonun adlari öne çikmaktadir. Söz konusu düçünürler
kimileyin olgucu felsefenin geçerliligini kesinleme kaygisiyla, Wittgensteinin anlam için söylediklerinden çok önemli
noktalarda ayrilan bir düçünce çizgisi izlemiçlerdir. Bu düçünce çizgisinin en ayirt edici özelligi, olguculugunda temel sorunu
bir önermeyi anlamli kilan önermenin ilkece dogrulanabilir olmasi oldugunu savlayarak anlam sorununun gerçekte bir
dogruluk sorunu oldugu sonucuna varmiçlardir. Varilan sonucun en önemli içerimi analitik ile sentetik önermeler bir yanda,
normatif deger biçici öbür yanda olmak üzere olgucu felsefenin çikiç noktalarindan birini oluçturan olgu önermeleri ile deger
yargisi bildiren önermeler arasindaki ayrimi saglama almiç olmasidir. (Güçlü ve Digerleri, 2002, s: 387)
Wittgensteinin TLP (Tractatus Logico-Philosophicus) ye göre dil, olgularin ve bütün olarak da gerçekligin resmidir
anlam bu resmin kendisi, gösterim adin gösterdigi çeydir. Dil, olgularin mantiksal biçimini yansitir. Buna göre olgular,
mantiksal biçime sahiptir. Bu düçünceler, Wittgensteinin ikinci döneminde tamamen terlettigi düçünceler arasinda baçlica
olanlaridir. Wittgenstein yeniden felsefeye yöneldiginde TLP2 deki bir yanliçi ele alarak içe koyulur: ad ilenesne arasindaki
karçilikli o PU ( Felsefe araçtirmalari) da (Wittgensteinin ikinci dönem eseri) adin taçiyici ile adin gösterimi arasinda kesin
bir ayrim yapar. Adin gerçeklikte karçiligi oldugu çey kiçi veya nesne- adin taçiyicisidir. Gösterimi degil. Adin taçiyicisi yok
olabilir ama ad gösterimini yitirmez. Aksini düçünmeyi Wittgenstein ruh hastaligi olarak görür: öyle bir ruh hastaligi
düçünülebilir ki hastaliga yakalanan biri, adlari yanlizca onlarin taçiyicisi ortada oldugunda kullanilabilir ve anlayabilir
olsun. ( Soykan, 1995)
Göndergeci anlam görüçü özünde Olanin oldugunu olmayanin olmadigini söylemek dogru; olanin olmadigini olmayanin
oldugunu söylemekse yanliçtir sözüyle ilk kez Aristotales tarafindan dile getirilen uygunluk kurami diye biline gelen
dogruluk kuraminin anlam görüngüsüne bir uyarlamasidir. Ikinci anlam kurami, anlamlarin insanlarin zihinlerindeki
tasarimlardan imgelerden ya da bir takim baçka ruhbilimsel görüngülerden oluçtugunu öne süren tasarimci zihinselci anlam
görüçüdür. Bu görüçün en çok dile getirildigi akimlarin baçinda genel çerçevesi Locke tarafindan çizilen Ingiliz deneyciligi
gelmektedir. Deneyciligin özünde bir anlam kurami sunma çabasindan daha çok bütün her çeyi açiklama savinda olan
metafizik bir dizge olmasi nedeniyle bu dizgide dogal yolla türetilen anlam açiklamasinin deneyim olgusunun dogasini
kavrama amaciyla temellendirildigi görülmektedir. Bu durumun en temel kaniti, gerek Locke un gerekse Humeun idealar
ile izlenimler arasinda yaptiklari ayrima bakilarak görülebilir. Üçüncü anlam kuramiysa, özellikle Wittgenstein in sonraki
dönemini yansitan Felsefece soruçturmalarda ortaya konan kimileyin oyun kurami adiyla da anilan kullanimci anlam
ögretisidir. Bu ögretinin savundugu temel düçünceler, dilsel dönemeçten geçerek dil üstüne düçünmeyi sürdüren J.L. Austin,
P.F. Strawson, J. Seatle, G. Ryle gibi Wittgensteinin izinden yürüyen dil felsefecilerinin çaliçmalariyla oldukça verimli bir
biçimde içlenmiçtir. Anlam ögretileri arasinda günümüzde geçerliligi en çok taninan bu anlayiça göre, anlam görüngüsü belli
bir dil toplulugu içinde belli bir yaçam biçimi çerçevesinde toplumsal uzlaçi yoluyla belirlenmiç birtakim kurallar uyarinca
oynanan bir dil oyunu olarak temellendirilmektedir. Bu anlamda bir çeyin anlamini ögrenmek demek o çeyin belli bir
baglamda nasil kullanildigini ögrenmek, yani o çeyi uygun biçimde kullanabiliyor olmak demektir. Wittgensteinin sonraki
dönem felsefesinde gerçekleçtirildigi anlam sorununu kullanim içerisinde çözüçtürmesi, dil felsefesinde önemli bir kirilma
açamasina karçilik gelmektedir. Anlam sorununa yaklaçim yordaminda baç gösteren bu kirilmayla birlikte dil felsefesi
çaliçmalarinda öteden beri egemen bir konumda bulunan anlam sorununa yönelik yerleçik soruçturma kaliplari eski yerlerini
ve degerlerini yitirmiç; böylelikle de dil felsefesi için yeni bir soruçturma ufku açilmiçtir. Anlam sorunlari yerine daha çok
dilsel kullanim sorunlarinin ele alindigi bu soruçturma çerçevesinin en önemli kavrami söylemek ile eylemek arasinda
geleneksel olarak yapilan ayrimi çözüçtürmeyi amaçlayan, aslinda bu iki edimin bir ve ayni çey oldugunu gösterme düçüncesi
üstüne bina edilmiç söz edimleridir. (Güçlü ve Digerleri, 2002, s:388)
Içerisinde çeçitli dil felsefesi aralaçtirmalarinin beraberce yürütüldügü bu yeni dil felsefesi çerçevesi kimileyin Wittgenstein
sonrasi dil felsefesi diye kimilerince dilsel dönemeç diye adlandirilmaktadir. Bu yeni dönemde yapilan dil felsefesinin en
belirgin özelligi dil felsefesinin artik öbür felsefe dallari arasinda bu alana özgü bir takim özel sorunlarin yanitlamaya
çaliçildigi bir dal olmayip bütün felsefe soruçturmalari için belirleyici anlami bulunan genel bir felsefe duruçu olarak
degerlendirilmesidir. Dil felsefesinde baç gösteren bu kirilmanin ana nedenlerinden biri hiç kuçkusuz Heiddeggerin
Daseina, yani insanin yeryüzünde olmaktaligina yönelik verdigi çözümlemeler olarak gösterilebilir. Bu çözümlemelerin en
temel iletisi, Heiddeggerin dil varligin evidir. Tümcesiyle özetlenebilir. Dil ile varlik arasinda Heideggerce kurulan bu
içiçelik iliçkisi, felsefenin bundan böyle kurgusal metafizik yaparak varlik soruçturmasi yapamayacagini yüksek sesle dile
getirmeyi amaçlar. Bunun yerine Heideggerin önerisi insan olarak dünyadaki deneyimlerimizin dilsel betimlenme
yöntemiyle kavranmasina yönelik kesintisiz bir dil soruçturmalari sürecini baçlatmaktadir. Nitekim Heideggerin felsefesine
getirdigi açimlamalardan ötürü Heideggerin Köyden Kente Indirme payesi verilen Gademer Anlaçilabilecek biricik
varlik dildir. diyerek geleneksel felsefenin baçsiz sonsuz belgisel saltik varlik tasarimini dil içerisinde alaçagi etmiçtir.
Kuçkusuz bu sonuç yine Wittegensteinin Dilimin sinirlari dünyamin sinirlaridir. tümcesinde anlam kazanan bir sonuçtur.
Bu yeni felsefece duruçun en önemli etkisi, kita felsefesi ile çözümleyici felsefe arasindaki dengenin kita felsefesinden yana,
özelliklede yorumsamaci varoluççu görüngü bilimsel dil felsefesinin soruçturma çerçeveleri lehine bozulmuç
olmasidir. (Güçlü ve Digerleri, 2002, s: 389)
Dil felsefesi araçtirmalarinda öne çikan bir baçka ana dogrultu baçini Chomskynin çektigi söz dizimci yaklaçimdir. Bu
yaklaçima göre, kullanimci anlam ögretisi de dilin temel amacinin bildiriçim oldugunu savunan dil bilim kaynakli bütün
görüçlerde dil görüngüsünü açiklamada yetersiz kalmaktadirlar. Chomsky bu eksikligi gidermek için öncelikle insanin dogasi
geregi söz dizimci bir varlik oldugu geçegine parmak basar. Buna bagli olarak da dilin insan kavrayiçina ilkece açik bir
özü varsa bunun söz diziminde gizli olarak bulundugunu ileri sürer. Dilin özünün dilin söz dizimi oldugun savunan bu
yaklaçimin açiri uçlari dil felsefesinin araçtirma alanini söz dizimi ile sinirlamaktan yanadir. (Güçlü ve Digerleri, 2002, s:
389)
Kaynakça
Güçlü, A. Baki, Uzun, Erkan, Serkan, Uzun, Yolsal, Hüsrev Ümit. Felsefe Sözlügü. Bilim ve
Sanat Yayinlari. Istanbul: 2002
Soykan, Ömer Naci. Felsefe ve Dil. Kabalci Yayinevi. Istanbul: 1995.
Uygur Mermi. Dilin Gücü. YKY Yayinlari: 2001
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
2 -~ 14 19.11.2008 19:19
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.03.2004 Saat 18:44 | Kayitli IP
Teçekkürler..Içimi kolaylaçtirdiniz.
Yukari dön

-musical
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
29.11.2003
Yer:
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 135
Gönderen: 09.03.2004 Saat 22:20 | Kayitli IP
Peki acaba neden bazi sanatçilar ( eserleri takdirle karçilanan ) , konuçmakta zorlanirlar ? Böyle biriyle biraz muhabbetim olmuçtu, bana
bazen konuçmakta zorlandigini söylemiçti ben de herhalde ifade edebilecek kelime bulamiyorsunuz demiçtim, o da yaptigim çeyler
söyleyecegimin önüne geçiyor demiçti, herhalde bizler de zaman zaman konuçmakta zorlaniyoruz degil mi ?
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.03.2004 Saat 09:20 | Kayitli IP
Sevgili musical,
Dil-düçünce iliçkisi tartiçilan sorunlu bir alan. Okumalarimdan böyle oldugunu düçünüyorum. Sizi olumlayan bir paragraf alintiliyorum.
Günümüz dilcilerinden LANGACKER , kitabinda dil-düçünce iliçkisine uzun uzadiya deginmiçtir.Dille düçüncenin iliçkileri nelerdir, dil olmadan
düçünebilir miyiz, düçüncemiz, dilimizin yapisinca mi biçimlendirilir?" sorularini ele alan bilgin, düçüncenin bilinçli bir fikir ugraçi olarak
incelendiginde dilden bütün bütün ayri olarak ortaya çiktiginin saptandigina deginir. Müzik besteleme, heykel yapma gibi bazi içlerin dile
bagli olmadigini belirten bilgin, kimi zaman, düçüncelerimizi anlatacak sözcük bulamayiçimizi da hatirlatarak "eger dil olmadan düçünülemez
idiyse böyle bir sorun ortaya çikmazdi" biçimindeki kaygisiyla düçünmenin dilden ayri var olabilecegi görüçüne egilim göstermektedir.
DÍL-DÜÇÜNME ÍLÍÇKÍSÍ
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.03.2004 Saat 09:28 | Kayitli IP
Anlam konusundaki görüçleri özetleyelim.
Düzenleyen Anlamak 11.11.2004 Saat 23:41
Yukari dön

selcen
Yeni Üye
Gönderen: 10.03.2004 Saat 09:33 | Kayitli IP
Benim ödev olarak hazirladigim konulardan biriydi.. Paylaçmak istedim...
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
3 -~ 14 19.11.2008 19:19
Katilma Tarihi:
04.09.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 41
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 12.03.2004 Saat 15:01 | Kayitli IP
Dil Felsefesine genel olarak bir giriç yaptiktan sonra , dilin neligine yönelik olarak konuyu geniçletmeye çaliçalim.
DÍLÍN GÖRÜNÜMLERÍ
Insan diliyle sinirlanmiç dil kavraminda çeçitli görünümler karçimiza çikar. Daha W.v. Humboldt , dilden ergon (kurallar
sistemi ve sözcükler hazinesi olarak dil) ve energeia (sürekli yinelenen bir konuçma etkinligi olarak dil) olarak söz
etmiçtir. H. Steinhtal bugüne kadar sik sik yinelenegelen bir ayrim yapmiçtir. O dilde çu üç ögeyi ayirmaktadir:
1. Konuçma: Dilin burada ve çimdi için düçünülmüç eylemi veya kullanimi.
2. Dil etkinligi : Dil, fizyolojik bir enerjiyi, yani sesi, hece haline dökme etkinligi oldugu kadar, düçünülmüç olan çeyi bu
hecelerle diça vurma etkinligi ve ayni zaman- da kapasitesidir.
3. Dil içerigi : Dil etkinliginden çikan ve konuçma sirasinda baçvurulan, yapilmiç ögeler.
Bunlar düçünülen çeyi (objeyi) diça vurmasi gereken çeylerdir ("Gramer, Mantik ve Psikoloji", 1855, s. 137). G.v.d.
Gatelentz de Steinthal'inkine benzer bir siniflama yapmiçtir. Ama dilbilimciler çevresinde en taninmiç siniflama, F. de
Saussure 'un yaptigi siniflamadir. Onun;
"langage" (= insani dil yetisi )
"langue" (= somut dil )
"parole" (= dil edimi ) ayirimi genç dil araçtirmacilarini oldukça etkilemiç, bu ayrimina dördüncü bir moment olarak
"parler" ( bireysel dil stili ) eklenmiçtir.
Son olarak K. Bühler in araçtirmalarina dayanilarak, dildeki bu dört görünüm, bir çema içersinde çöyle gösterilmiçtir:
W.Bumann
Yukari dön

-musical
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
29.11.2003
Yer:
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 135
Gönderen: 12.03.2004 Saat 21:22 | Kayitli IP
teçekkür ederiz, bizi aydinlattiginiz için
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 13.03.2004 Saat 20:51 | Kayitli IP
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
4 -~ 14 19.11.2008 19:19
!"# %&#'&%&'"
Dil böylesine çok sayida disiplinin konusu ise, empirik dil bilimlerinin yanisira bir "dil felsefesi" nin nasil bir görevi olabilecegi
sorulabilir. Önce dile yönelen felsefi ugraçlari birincil ve ikincil olarak ayirmak gerekir.
Birincil felsefi ugraçlar, dogrudan dogruya dil fenomenine yönelirlerken, ikincil felsefi ugraçlar; dili , belli bir felsefi tematik
içinde ele alirlar.
Birincil dil felsefesi bir yandan empirik dilbilimsel araçtirmalarin metodolojik açidan temellendirilmesi ile ugraçirken; öbür
yandân, elde bulunan veriler çoklugu içinde bu verileri açiklamak için baçvurulan anâ ilkeleri bir birlige sokmaya çaliçir. O,
dilbilimsel araçtirmayi hem geliçtirmek, hem de bu araçtirmanin sonuçlarini bir odakta toparlamak istemesiyle, empirik
dilbilimin ulaçtigi son nokta veya yer olarak görülebilir.
O çeçitli dilbilimsel araçtirmalarin sonuçlarina topluca bakmakla, yeni bilgilere yol açar ve yeni problemler formüle eder. Yine
o, dilbilime karçit olarak, dilin kendisini veya "genel dil tipi"ni konu aldigindan, öbür yandan "genel dilbilimi" ile ayni
düzlemdedir. Hatta, "dil felsefesi," "genel dilbilimi" ve "dil kurami" , bu anlamda özdeç kavramlardir. Aslinda bunlar, hiç
kuçkusuz empirik dil araçtirmasinin sonuçlarini gözardi etmeksizin ve öbür yandan verimsiz spekülasyonlara dalmaksizin
çaliçmak zorundadirlar. Bu yüzden dil felsefesinin konusunu, empirik dilbilimin konu ve araçtirma sonuçlarini gözönünde
tutmadan betimlemek uygunsuz olur.
Ikincil dil felsefesi daha çok disiplinler arasi baglantilarin felsefe araciligiyla bütüncül biçimde kurulabilecegine inanan
filozoflar tarafindan geliçtirilir. Bu tür felsefenin temsilcileri, çogunlukla dil felsefesine ait tüm problemleri bütüncül bir bakiç
altinda çözme iddiasini güderler. Örnegin dil mantigi, dil ontolojisi, felsefi semantik, dil estetigi, fenomenoloji ve son olarak
varoluççu dil felsefesi bu gruba girer.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 14.03.2004 Saat 10:37 | Kayitli IP
DÍL KURAMLARI
Genel felsefi kutuplaçmalar dil felsefesinde de kendilerini gösterirler. Ama ayrìca dil felsefesinde çeçitli metafiziksel tutumlarìn çeçitli zamanlarda
~yenilenerek ortaya çìktìklarì ve süreklilik kazandìklarì da görülür. Dil felsefesinde dil pozitivizmi ile dil idealizmi arasìnda sìk sìk bir temel ayìrìm
yapìlìr. Burada bu kutuplara ve bunlarìn temsilcilerine ancak kìsaca yer verebilecegiz.
Dil pozitivizminden sözedilirken, önce, "yöntemsel pozitivizm" ile "metafìziksel pozitivizm" arasìnda ayìrìm yapmak gerekir. Yöntemsel pozitivizm,
bilim adamìndan, kendi araçtìrma ve bulgularìnìn dìçìna çìkmamasìnì, denetlenebilir olgu ve olaylarì saptamasìnì talep eder. Hiç kuçkusuz bu
yöntemsel pozitivizm, bugün de her bilim ve her felsefe ugraçì için açìk bir taleptir.
"Metafiziksel pozitivizm" den ise, deneylenemeyen ve , dogrulamayan herçeyi yadsìyan bir pozitivizmi anlìyoruz. Bu metafiziksel pozitivizm üzerinde
burada kìsaca durmak gerekir. Çünkü onun izleyicileri, dili, idealist dil kuramlarìnì toptan bir yadsìma egilimi içinde, sadece pozitif bir veri sayarlar.
Burada dilin yukarìda anìlan dört görünümünden bazen biri, bazen öbürü araçtìrmanìn merkezcil konusunu oluçturur.
W. Scherer 1874'de çöyle yazmìçtì: "Dünyagörüçleri kendi kredilerini tüketirler ... Çünkü sadece 'ilginç' olan çeyin bir degeri yoktur. Biz,
haklarìnda bizi yeni bir kavrayìça götürecek olgular nerededir diye soruyoruz ... Sorumlu bir olgu araçtìrmasì, ilk ve kaçìnìlmaz taleptir" ( "Yeni
Kuçak", 1874,). Her türlü dil"dil tini" (Sprachgeist), ' içkin dil formu ,metafizigini yadsìyan, "toplum tini" gibi kavramlarì felsefeden elemek. isteyen
bu pozitivizmin kendisinibiz "metafiziksel pozitivizm" olarak adlandìrmak istiyoruz. Örnegin "genç dilbilgiciler (gramerciler) okulu'nììn sistemcisi H.
Paul "Dil Tarihinin Ìlkeleri" (6. baskì, 1960) adlì yapìtìnda çöyle demektedir: "Eger gerçek çüreçlerdeki etkenleri herhangi bir çekilde belirlemeyi
denemek istiyorsak, parolamìz 'tüm soyutlamalarì defetmek' olmalìdìr" .
Aynì kalkìç noktasìndan hareketle 1920'li yìllarìn sonunda ortaya çìkan, ama araçtìrmada tamamen farklì yollar izleyen mantìkçì pozìtìvizmin
temsilcileri, dile, tamamen bir içaretler sistemi ve toplum içinde bildiriçmeyi saglayan bir araç olarak egilmiçlerdir.
Pozitivizm içinde ekstrem bir kalkìç noktasìndan hareket eden bir baçka grup da Amerikan behavioristleri dir. Bunlar aslìnda mekanik bir
materyalizmden hareketle, deney yoluyla elde edilmiç, dogrudan gözlemle aracìsìz araçtìrma konusu olabilen dìç davranìçlarì (veya: behavio) ele
almakla kendilerini sìnìrlarlar. Her davranìç bir duyusal- duygusal etkinin ve tepkinin ürünü olarak betimlenir. Bu, dile uygulandìgìnda, dili koçullu
tepkilerin bir sistemi saymaya ve sonradan giderek, bu sistemin kendisinin de içitenleri etkileyen bir etken olarak görülmesine yol açar. Buna göre,
dilbilimsel araçtìrmanìn konusu, yukarìda anìlan dört ana görünüm içinden "konuçma edimi" ile sìnìrlanmìç olur ve dil, biçimlerden, ses
davranìçlarìndan oluçan bir çey, etki-tepki ögelerinden oluçan bir konuçma edimi olarak anlaçìlìr.
Pozitivizme karçìtlìk içinde, metafìziksel dil Ìdealizminin yandaçlarì için dil, veri olan dilden ve konuçma etkinliginden çok daha fazla bir çeydir.Dil,
bir idenin, logos'un, aklìn bir görünüçü, bagìmsìz oluçan bir tinsel yaçamìn meyvasìdìr. Dil, bu anlamda, daha Antikçagda ( Herakleitos, Stoacìlar,
Yeni Platoncular ve Yeni Platoncu Hìristiyanlìk yandaçlarì ve mistikler) mutlak ve tanrìsal bir tözün açìmì olarak anlaçìlmìçtìr. Günümüzde M.
Heidegger de, dili, içinde varlìgìn su yüzüne çìktìgì, kendini gösterdigi bir logos olarak tanìmlar: "Dil, varlìgìn ìçìyarak örtüsünü açtìgì yerdir" (
"Hümanizm Üzerine", ).W.v.Humboldt ise çöyle yarar: "Dil , bir yandan, insanìn genel tinsel enerjisinin düzenli içleyen bir çark içinde açìga
çìkmasìdìr; öbür yandan bu çark içinde dilsel yetkinlik idesinin gerçeklikte bir varoluç kazanma çabasì vardìr. Bu çabaya egilmek ve onu bu haliyle
betimlemek, dil araçtìrmacìsìnìn son, ama en basit çözümde, esas görevidir" ( "Ìnsan Dillerinin Yapìsìndaki Çeçitlilik üzerine " , 1836,
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
5 -~ 14 19.11.2008 19:19
Daha sonra Humboldt 'a dayanìlarak, dil araçtìrmacìsìndan hep buna benzer bir görevi üstlenmesi istenegelmiçtir. Örnegin Latin dilleri
araçtìrmacìsì (romanist) K. Vossler 1904'de yayìnlanan "Dilbilimde Pozitivizm ve Ìdealizm" adlì yapìtìnda, pozitivizme karçì tutkulu bir muhalefet
içinde çöyle yazìyordu: "Bu yüzden dilbilimin görevi asla çundan baçka bir çey degildir: Tüm dil formlarìnìn tek etkin nedeni olarak tini görmek ve
göstermek"
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 15.03.2004 Saat 09:54 | Kayitli IP
SÍSTEMATÍK DÍL FELSEFESÍ
NESNE DÍLÍ VE ÜST DÍL (OBJE DÍLÍ VE META-DÍL)
Dil, bilimsel ve felsefi araçtirmalarin ele aldiklari tüm öbür konulardan ayrilir. Çünkü dil, bu bilimsel ve felsefi araçtirmalarin
sadece konusu olmakla kalmaz; hatta ayni zamanda bu bilimsel ve felsefi araçtirmalarin kendilerini de betimler. Yani dil hem
araçtirilmasi gereken bir konu, hem de bu araçtirmalarin betimlenme yeridir. Felsefi açidan bakildiginda bu olgusal durum,
insanin bizzat kendisi üzerine refleksiyonla yönelebilmesi anlamini taçir ki, "dil içinde dil üzerine konuçabilmek ", sadece
insana özgü bir çey olarak kendisini göstermektedir.
Bu dilsel katmanlar arasindaki iliçkiyi araçtirmayi,metafiziksel yorumlara asla baçvurmak istemeksizin,mantikçi pozitivizm
http://www.felsefeekibi.com/forum/topic.asp?TOPIC_ID=590 kendisine görev olarak koymuçtur. Mantikçi pozitivizme göre,
mantiksal açidan bakildiginda günlük dilde birçok çeliçkiler vardir ve herçeyden önce de, günlük dilde metafiziksel yoldan
oluçturulup dile sokulmuç sayisiz sözcük ve kavram bulunur.
Içte dil, öncelikle bilimsel yoldan sagin bir çekilde ele alinmaya muhtaçtir. Ama dili bir konu olarak ele almak için "dil üzerine
konuçan bir dil" e , yani bir üst dil 'e gereksinim vardir ve üst dil ile nesne dili arasinda kesin bir ayirim yapilmalidir.
Ilk kez Varçova Mantikçi Okulu tarafindan kullanilan bu terimlerden genel olarak anlaçilan çey buydu. Yani , üzerinde
konuçulan dil nesne dili, nesne dilinden sözeden dil ise üst dil olarak adlandiriliyordu. Bu üst dil, bir nesne dilinin betimini ve
çözümlemesini üstlenecekti. Böylece giderek bir dil siradüzeni (hiyerarçisi) oluçturuldu.
Örnegin nesne dili kendi içinde çeçitli basamaklara ayrildigi gibi, üst dil içinde de bir basamaklanma, örnegin üst dili altina
alan bir üst/üst dil (meta/meta-dil) oluçuyordu. Mantikçi pozitivizm içinde, çeçitli araçtirma yönlerinden hareketle çok sayida
bilimsel ve felsefi 'üst diller kurulmuç ve giderek bu üst diller arasinda bir bagdaçim saglamak amaciyla bir "meta-
dialektik"ten de sözedilmeye baçlanmiçtir. Mantikçi pozitivizm içindeki bu çeçitlemeler diçinda kisaca belirtmek gerekirse, bir
nesne dilinden sözeden bir üst dili, nesne dili üzerine geliçtirilmiç bir kuram, bir üst kuram (meta-kuram) olarak anlamak
gerekir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 16.03.2004 Saat 10:58 | Kayitli IP
DÍLÍN BOYUTLARI
Dil bir içaretler sistemi olarak kavranìrsa, bu sistem içinde her içaretin belli bir içlevinin olmasì gerekir.
Ch.W. Morris, bir çeyin içaret olarak içinde içlev kazandìgì süreci semiosis olarak adlandìrìr. Bu sürcç, bir semiotik model içinde kendisini
gösteren üç boyuta sahiptir
1. Nesne ve nesnel durum açìsìndan bakìldìgìnda, içaret,, bir gösterge veya nesne veya nesnel durumun simgesidir.
2. Konuçan açìsìndan bakìldìgìnda, içaret, konuçanìn düçünce, istek veya duygularìnìn ifadesi (dìça-vurumu), hatta semptomudur.
3. Dinleyen açìsìndan bakìldìgìnda, içaret, bir uyarìcì, bir apeldir veya belli bir tepkiye yol açan bir sinyaldìr.
Yukari dön
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
6 -~ 14 19.11.2008 19:19

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 17.03.2004 Saat 09:35 | Kayitli IP
YAPI OLARAK DÍL
Kendi baçìna ele alìndìgìnda, dile bir "yapì" olarak bakìlabilir. Böyle bakìldìgìnda, herçeyden önce, bu yapì, gerçeklikle olan iliçkisinden (ki bu iliçki
semantigin konusudur), insanla olan iliçkisinden (ki bu iliçki pragmatigin konusudur) bagìmsìz olarak incelenmek zorundadìr. Baçka bir deyiçle, bir
içaretler sistemi ve yapì olarak dil sentaktik'in konusudur.
Her zihinsel yapìda oldugu gibi, somut dilde de çeçitli görünümler vardìr: Ses, içseI diI formu ve ortak biIdirim.
Ìçsel dil formu, ortak bildiriçimi belirleyen tarz olarak, dilde ses ile içerik arasìndaki bagì temsil eder. Dilsel yapì ögretisinin merkez kavramì içsel
dil formudur ve bu yüzden bu kavramì daha yakìndan ele almak zorunlulugu vardìr.
Felsefedeki iç form kavramì, ama daha dogrusu iç form problemi, Eskiçagdan beri gündemdedir. "Ìde", "entelekheia", "varlìk ilkesi", "iç yasa", v.b.
türünden kavramlar, felsefede çogu kez bir iç form kavramì ile birarada düçünülür ve bu yüzden iç form kavramì filozoflar için hep cezbedici bir
çey olarak görünür. Ìç form kavramìnì genel felsefeden dil felsefesine ilk aktaran kiçi ise W.v.Hììmboldt olmuçtur. Ama o bu kavramì asla
tanìmlamamìçtìr. Bu yüzden kavram, kendisinden sonra bir dizi yoruma konu olmuçtur. Bugün de kavram hakkìnda karçìmìzda bir yorum
denemeleri çoklugu durmaktadìr ve bu yorumlardan bir birlige ulaçmak giderek güçleçmektedir.
H. Steinthal Humboldt'un iç form kavramìna üç açìdan egilir ve kavramì üç açìdan yorumlar:
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 19.03.2004 Saat 10:03 | Kayitli IP
1, Statik anIamda iç form, kavram oluçturma, kategorileçtirme, düçünsel iliçkiler ve ide dizileri kurma tarz ve türüdür.
2. Dinamik anIamda iç form, düçünceleri açìga çìkartan tinsel etkinlik ve biçim verici ilkedir. Örnegin onun sayesinde bir ulus kendi düçünce ve
duygularìnì dilde ifadeye taçìmìç olur.
3. Normatif (ideaI) anIamda iç form, bir mantìksal-ideal dilbilgisidir. Somut dilbilgisi, yani kendi içinde özel ve genel olarak ayrìlan dilbilgisi ona
dayanìr.
Humboldt'un iç form kavramì, yukarìda da deginildigi gibi, daha sonralarì sürekli olarak hep yeniden tanimlanmìç ve çok çeçitli biçimlerde
yorumlanmìçtìr.
Örnegin içsel dil forumunu bir mantìksal-ideal dilbilgisi olarak yorumlama egilimi, Husserl i bir "salt dilbilgisi" idesine, A. Martys 'i bir "betimleyici
semsioloji" ye, G. Hjelmslev i bir "lingüistik cebir" e, R. Carnap 'ì bir "salt sentaks" a götürmüçtür.
Öbür yandan, içsel dil formu kavramì,,her dili belli bir sistem kìlan organik yapì iIkesi anlamìnda da kullanìlmìçtìr. Bu haliyle iç formun, hem
sözcük dagarcìgìnìn (vokabüler) birligini, hem de dilsel formlarìn birligini garanti ettigi söylenmiçtir: Dili bir organik yapì olarak kavrayan bu yoruma
göre, bir organik sistem oIarak diI içindeki her öge, sistemi yapan temeI organik iIkeye göre hem öbür ögeIerIe, hem de sistemin
bütünüyIe iIiçkidedir.
Ìçsel dil formu kavramìnìn H. Steinthal, W.Wundt, G.v.d. Gabelentz, W. Porzgi ve L. Weisberger ve digerleri tarafìndan benimsenen bu konumu,
özellikle 'ìçerikli dilbilgisi araçtìrmalarìnda ve yapìsalcìlìkta merkezcil rol oynamaktaysa da, burada da kavramìn yine açìklanmadan bìrakìldìgì
görülüyor.
Not: Ìzleyenler için teknik terimlerin ve yogun dilbilgisel yaklaçìmìn anlamayì güçleçdirdigini düçünüyorum. Ancak fizik bilmeden doga felsefesine girilemeyecegi gibi dilbilim in genel yaklaçìmlarìnì
dikkate almadan dil felsefesine giriçin olanaksìz oldugunu burada alìntìladìgìm metin de gösteriyor.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 20.03.2004 Saat 12:44 | Kayitli IP
Aslinda bir dilde söz dagarcigi ile dilin formu arasinda sürekli bir birlik oldugu hakkindaki tezler, uzun zamandanberi ileri sürülmelerine
ragmen, kanitlanmamiç tezler olarak kalmiçlardir. Bu konuda ancak, ayni dildeki veya ayni dil ailesindeki çeçitli ifade araçlarinin birlikli bir
stile göre degil de, bir uzlaçim yolu üzerinde ortaya çiktiklari söylenebilir.
Söz dagarcigi ile dil formu arasinda ancak tipsel olarak karakterize edilebilecek bagliliklar saptanabilir ve bunlari genel kurallara baglamak
olanaksizdir. Günümüzde dil içerigi (söz dagarcigi) ile dil formu arasinda bir birlik oldugunu kanitlama çabalari içerikli dilbilgisi
ve-yapisalciliktan kaynaklanirlar. Her ikisi de, dili, bir yandan ondaki temel iliçki baglamlarini keçfetmek üzere içerikten hareket ederek;
öbür yandan sadece ses formlarindan yola çikarak bir yapi olarak ele alirlar. Her iki yöneliç, dilsel baglamlari açiga çikarmak ve geleneksel
dilbiliminin "söz ve form kadavralari" (G: Müller) ndan kurtulmak istemek konusunda birleçirler.
Dile bu " bütüncü" bakiç, S. Öhman 'in da içaret ettigi gibi, eski atomistik psikolojinin, bütünlük psikolojisinin yayginlik kazanmasi sonucu
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
7 -~ 14 19.11.2008 19:19
çözülmesiyle ayni zamanda ortaya çikmiçtir. Bu "bütüncü" bakiç, her iki yönelimde de, özellikle "dilsel alanlar" konusunda kendini gösterir.
Dilsel alanlar kavrami, önce içerigi belli akraba sözcük gruplarini belirtmek için içerikli dilbilgisi tarafindan geliçtirilmiç oldugundan, dilsel
yapilarin araçtirilmasina da buradan geçilmiçtir. Bir dilin söz dagarcigini, kavram ve anlam olarak akraba olan sözcükleri gruplar halinde
toplamak yoluyla ele almak gerektigi iddiasi, daha Leibniz tarafindan ileri sürülmüç ve sonradan H.Paul rafindan savunulmuçtur.
Ne var ki bu iddia, dilbilimde çok uzun süre yanki bulamamiçtir. ilk kez 1924'de G Ipsen, "Eski Dogu ve Indocermenler" adli yazisinda alan
kavramini dilbilime sokmuç ve onu "anlam alani" bireçimi içinde kullanmiçtir. Daha sonra kavram çok sayida dilbilimci tarafindan
benimsenmiç, ama ne var ki bu dilbilimciler kavrami çok çeçitli tarzlarda.kullanmiçlardir.
W. Porzig , kendi alan kuramini "Temel Anlam iliçkileri' adli yazisinda ve daha sonra da popüler kitabi "Dil Mucizesi" (3. baski, 1962) nde
kullanip geliçtirmiçtir. Porzig'e göre, her sözcügün tamamen belirlenmiç bir dilsel alani vardir ve her sözcük bu alan içinde tek baçina bir
anlama sahiptir
Örnegin sadece canlilar "soluk alir", sadece aslan "kükrer". Ne var ki benzetmeli de olsa, biz "renklerin soluk almasindan,"babanin
kükremesi"nden de sözederiz. Yani "temel anlam" larin hiç de sabit olmadiklarini, tarih boyunca çözüldüklerini, yeni "temel anlamlar" ortaya
çiktigini görürüz.
Hatta benzetmeli sözcük kullanimlarinin sonradan "temel anlamlar" taçir hale geldiklerini de biliriz. Buna ragmen Porzig, temel anlam
iliçkilerini kuran sözcük ve anlam alanlari bulundugunu belirterek, bunlari sentaktik alanlar olarak adlandirir ve ad, fiil veya sifat bildiren
sözcük alanlarinin tümünü parataktik alanlar olarak bu sentaktik alanlarin karçisina koyar Sözcük alanlarinin her iki türü birbirleriyle öyle bir
iliçki içindedirler ki, sözcükler, daima, bir sentaktik alanin belli bir yerinde degiçmeye açik bir parataktik alan oluçtururlar.
Porzig, parataktik alanlara yönelmekten çok, dildeki en küçük birlikler olarak sentaktik alanin ögelerine egilir.
Ona karçi J. Trier, 1931'de, dil alani kavramini sözcük araçtirmalarinda ilk kez yöntemli olarak kullanmiçtir. O, eski ve orta Almanca
dönemlerine kadar inerek, birbirine bagli sözcükleri gruplamayi denemiçtir. Bu araçtirma sirasinda Trier, kavram alanlari ile sözcük alanlari
ni birbirinden ayirir.
Bir sözcük, kavramsal bakimdan kendi akraba sözcüklerle birlikte bir sözcük alani oluçturur ve tek tek sözcüklerin biraraya gelmeleriyle
oluçan bu sözcük alani, kendisine karçilik olan kavram alanina uyar. Kavram alani olmadan bir sözcük öbür sözcükten farklilaçamaz ve bir
anlama sahip olamazdi. Trier bu düçüncelerini basit bir örnekle açiklar: "Iyi" notu, dört, beç veya alti degerlerinin oluçturdugu bir
derecelenmeyi kapsayip kapsamamasina göre saptanir ve bu degerlerden birini içerip içermemesine göre anlam farkliligina ugrar. Sözcük
alanlari dilden dile degiçtigi gibi, tarih boyunca ayni dil içinde de durmadan degiçirler. Böylece Trier'in sözcük alanlari kuraminin ana
düçüncesi çöyle ortaya çikmiç olur: Bir dilin söz dagarcigi her zaman geçici ve itibarî bir bütünlük taçir ve bu bütünlük basamak basamak
kavram alanlarina halkalanir.
Yeni-Humboldtçu L.Weisberger de Trier'in dil alanlari kuramini benimser. Weisberger'in genel dilbilimsel savi çudur: Dile bir yandan "ergon",
yani içerikli dilbilgisi açisindan, öbür yandan "energeia", yani dilbilimsel açidan egilmek gerekir. Ne vâr ki, dilbilgisi basamaginda dilin
içerigini sadece ses ve form betiminden hareketle açik kilamayiz ve dilin insan ve toplumlar için tinselligin diça vuruldugu bir ara-evren
olarak niteligini burada saptayamayiz. Bu yüzden dilbilgisel basamak, evreni dilsel kavrayiç tarzinin bir parçasindan ibarettir. Weisberger'e
göre Trierci anlamda bir dil alani kavrami da ancak ö le tanimlamak gerekir: "dil alani, bir organik baglilik içinde birlikte etki eden dil
içaretleri gruplarinin oluçturdugu bütünlüge dayali olarak inça edilen dilsel ara-evrenin bir kesitidir ...
Herçeyden önce, dilsel alanlar dilin sagin birlikleridir... Bu yüzden onlar, bir dilin evren betimini bilme giriçiminde, yani içerikli bir dilbilgisinin
kurulmasinda temel zemindirler ("Alman Dilinin Evren ,Betimi", I, s.91-93). Anlaçilabilecegi gibi, Weisberger, Trier'in alan kavramini
geniçletmekte, sadece sözcük alanlari degil, hatta ayni zamanda, Porzig'in sentaktik alanlariyla hiç ilgisi olmayan sentaktik alanlar kabul
etmektedir.
Weisberger, dilde ses ve içerigi birbirinden ayirma geregine de karçi çikarak, bir "tinsel ara-evren" ve "diç dünya" ayirimi yapmaktadir. Bu
nedenle örnegin o ses formuna göre düzenlendikleri için alfabetik sözlükleri ~yadsir; yine bunun gibi, nesneleri siniflayan sözlükleri de.
Çünkü bu gibi siniflama ve gruplamalar, Weisberger için dilin diçindadirlar. O, bir ses formunun çeçidi anlamlarini araçtiran semasioloji ve bir
nesneye karçilik olarak konulmuç çeçitli içaretleri araçtiran onomasioloji gibi etkinlikleri de yadsir.
Weisberger leksikolojiye dayali bir sözcük kurma ve oluçturma ögretisiyle ilgilenir ve buradan hareketle, konuçmayi düzenleyen araçlara,
yani yaygin anlamiyla dilbilgisel ögelere yönelir. Içerikli sentaksin görevi, önermelerin kurulmasinda baçvurulan planlarin yapisini, ara-evren
olarak dilin temel formlari halinde betimlemektir. .
Aktardiklarimda anlamlandiramadigim bölümler var. Yabanci kavram çok. Alintilamayi bitirdigimde, metin aaralarina geri dönüp bazi açiklamlar koymaya çaba gösterecegim.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 22.03.2004 Saat 11:43 | Kayitli IP
YAPISALCILIK
Yapisalcilik dilsel oluçumlarin ve yapilarin araçtirilmasinda tamamen degiçik bir yönteme baçvurur. Ne var ki,yapisalcilik, hiç de birlikli bir
dilbilimsel yönelim degildir; bu ad altinda çok sayida görüç ve okul toplanmiçtir. Bunlarin ortak oldugu nokta, dili kendiliginden oluçmuç (sui
generis) bir yapi olarak incelemektir. Bu yapi, dil-diçi gerçeklikle her türlü iliçkiden çözülmüçtür; herçeyden önce de o dili konuçandan. Buna
göre dilin neligi (mahiycti) onun yapisinda içerilmiçtir ki biz bu yapiyi formel bir sistem olarak tasarlayabiliriz.
Bu salt iliçkiler sisteminin araçtirilmasi ise, ancak yapisalci bir dil kuramiyla olanaklidir ve böyle bir kuram, dogabilimi modeline göre
oluçturulacaktir. Yani kuramin kendisi bir sagin bilim olacak ve her türlü metafiziksel veya ontolojik dil yorumlari bir yana atilacaktir.
Yapisalciligin öncüleri, B. de Courtenay "fonem" kavramini modern fonolojiye kazandiran U. V. Kruszewski ve toplumsal koçullari ve dilin
sistem karakterini vurgulayip senkronik dil araçtirmasini diakronik dil araçtirmasinin önüne koyan F. de Saussure 'dur.
Genç Dilbilgiciler Okulundan gelen ve ama daha sonra bu okulun eleçtiricilerinden olan Saussure, baçlangiçta ancak kendi ögrencilerini
"Genfer okulu" adiyla anilan bir çevrede etkilemiçtir. Baçyapiti "Cours de linguistique general" ( Genel Dilbilim Dersleri ),ilk kez ölümünden
sonra 1916'da (Almanca çevirisi: 1931) yayimlanmiçtir ve bu kitap karanlik noktalari ve hatta tutarsizliklari oldukça göze çarpan ders
notlarinin bir derlemesidir. Bu yüzden kitap çok çeçitli yorumlara konu olmuçtur ki, bu durum, çeçidi yapisalci okullarin hepsinin de bu
kitaptan yola çikmiç olmalari olgusunu açiklar. Saussure'un ögretisinin merkez noktasi, bir dilin bir sistem, ögelerinin birbirine siki sikiya
bagli oldugu bir bütün oldugu ve bu ögelerin diçtan degil, tersine ancak yine sistemin içinde ve sistem araciligiyla belirlendikleri, her ögenin
sistem içinde belli bir içlev taçidigi düçüncesidir. Bu demektir ki, sistem bir ögeler bütünü olarak düzenlenmiçtir ve bu ögeler, sistemin kilit
noktalarini teçkil eden temel iliçkilerce belirlenmiçtir. Dil, özünde bir sistem, görünüçte ise bir bireyscl özellikler toplulugudur ve dile yönelik
bir bilimin görcvi, dildeki tek tek özellikleri betimlemekten çok onun sistematik karakterini göstermektir. Böylece, dilbilimin birincil Ve ikincil
olmak üzere iki görevi vardir.
Dilbilimin birincil görevi, dili senkronlk bakimdan gözlemek, onu, geçirmiç oldugu degiçikliklerden soyutlayarak bir sistem olarak ele
almaktir.
Dili tarihsel geliçimiyle birlikte yani diakronik olarak ele almak, dilbilimin ikincil görevidir. Bu kavrayiça göre, dil , bir cebirsel veya
mantiksal sistem oldugu kadar, onun bir tarihsel boyutu da vardir. Saussure çöyle demiçti: "Bir gün gelecek, dilin özellik ve bagintilarinin,
temel dogalari geregi matematiksel formüller yoluyla ifade edilebilir olduklari kabul edilecektir". Saussure, dildeki degiçmeleri;
- diç etkenler,
- -sistemin tekil ögelerini degiçtiren etkenler
- sistemin bütününün degiçmesine yol açan etkenler olarak siniflar.
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
8 -~ 14 19.11.2008 19:19
Aslinda Saussure, yapisalcilara, nasil yerine getirilecegini belirtmedigi bir görev verir ve bu yüzden bu görev, degiçik yapisalci okullar
tarafindan degiçik biçimlerde yorumlanir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 23.03.2004 Saat 21:41 | Kayitli IP
Yapisalcilar genelde üç okula ayrilirlar:
1.Prag Okulu.Kopenhag Okulu 3.Amerikan Okulu
Bunlar ortaya çikiçlarina göre kronolojik olarak siralanirlar.
Prag Okulu
1926'da "Travaux du Cercle Linguistique de Praque" (Prag Dilbilim Çevresi Araçtirmalari) dergisi etrafinda oluçan Prag Okulu, bu dergide
özellikle 1929'dan sonra yayimlanan önemli çaliçmalarla ün kazanmiçtir. Ilk sayida yayimlanan ve Birinci Slav Dilleri Konferansina
(Ekim-1929) da sunulmuç olan "Tezler" baçlikli yazi, bu okulun programini içermektedir. Aslinda bu program, dili, belirli bir zamansal-
tarihsel hareketlilik içinde bulunan, yani diâkronik olarak ele alinmasi gereken bir sistem olarak görmekle, genel yapisalcilik programindan
ayrilir.
Benzeri bir yaklaçim, N. Chomsk"nin "Transformationellen Grammatik' Dönüçümsel Dilbilgisi ) adli gençlik yapitinda benimsenir. ( Syntaciic
Structures ve Chomsky bu yaklaçimini ( Sentaktik Yapilar 1957) adli yapitinda daha da geliçtirir
Chomsky_konuçma ile konuçmayi düzenleyen formlar arasinda bir baglanti oldugunu, ama bu formlara ilksel formlar gözüyle
bakilamayacagini belirtir. Aslinda bu formlara formlarin büyük bölümü, veri olan sistem içinde 'yapisal bakimdan ikincil olarak türerler.
Türemiç veya dönüçmüç formlari dogru çekilde açiklamak içinse, onlarin dönüçüm tarihlerini gözden uzak tutmamak gerekir, çünkü bunlar
bu tarihin ürünüdürler.
'Chomsky tezlerini çu terimlerle açiklar: "The picture was painted by a new technique ve picture was painted by a real artist' ("resim
yeni bir teknikle yapildi ve "reçim gerçek bir sanatçi tarafindan yapildi'). Önermelerin her ikisi de formel bakimdan farkli degildirler ve
Chomsky bunu belirtirken, öbür yapisalcilar gibi herhangi bir semantik yardima baçvurmaktan kaçinir.
Farklilik ilk olarak ve ancak, edilgin kuruluçlu bu önermelerin etkin önermelere dönüçmeleri sirasinda ortaya çikan Yani farklilik, her iki
önermenin, yapisal bakimdan degiçik önermelerin dönüçümleri olmalarinda belirir. Çekirdek önermelerin sürekli olarak geniçleyen
dönüçümlerini izlemek yoluyla bir dilbilgisi geliçtiren bir dilbilgicisi, aslinda dilin iç hareketini de izlemiç olur.
Prag Okulunun yapisalciligi sik sik fonoloji ile özdeç tutulmuçtur. Ama fonoloji, bu okulun içlevci ana tutumu yaninda ancak okul içi bir
yönelim olarak kalir. Prag Okuluna atfedilen fonolojinin aslinda bu okulun N.S.Trubeizkoy vc R. Jacopson un fonolojik çaliçmalariyla dünya
çapinda taninmalarindan kaynaklanmiçtir.
Fonoloji , bir dildeki hangi ses farkliliklarinin anlam farkliliklari la bagli olduklarini, farkliligi yapan ögelerin nasil ele alinacagini ve hangi
kurallara güre bu ögelerin sözcüklerle bagdaçtirilabilecegini araçtirir. Buna göre fonoloji, sesi, kendi içlevine göre ele almakta ve seste,
yalniz onu öbür seslerden ayiran ögeleri betimlemektedir. Bu yolla tanimlanan sese fonem adi verilir. Fonem, bir dilin içaret oluçturan en
-küçük yapi ögesidir.
Fonemlerin oluçturdugu daha üstteki birlik ise morfem dir. Morfemler, dilin sentaktik yapisinin kendilerine bakilarak okunabilecegi temel
formlardir. Morfemler, birbirleriyle dilin dilbilgisel kurallarina güre birleçerek önerme leri yaptiklari gibi, her önerme de kendi içinde
morfemlere bölünebilir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 24.03.2004 Saat 09:18 | Kayitli IP
Kopenhag Okulu
1923'de iki önemli temsilcisi V. Brondal ve G. Hjelmslev in çaliçmalariyla kurulmuçtur. Bu okulun yayin organlari "Bulletin de Cercle
Linguistique de Copenhague".([green Kopenhag Dilbilim Çevresi Bülteni] - 1934), "Travaux du Cercle Linguistique de Copenhauga" (
Kopenhag Dilbilim Çevresi Araçtirmalari ) ve "Acta Lingustica. Revue Intational de Linguistique (kuruluçu: 1939). Sonuncu dergi Hjelmslev
tarafindan yayimlanmiçtir ve tüm öbür okullara bagli yapisalcilarin çaliçmalarina da yer vermiçtir.
Hjelmslev, Saussure'un düçüncelerini tutarli sonuçlarina kadar izlemeyi denemiç, ama bu arada somut dilden giderek iyice uzaklaçmiçtir. O,
bir genel veya mantiksal dilbilgisi ve bir "dilbilimin dilbilimi" veya "içkin dilbilim" ortaya koyma çabalari içinde öylesine bir soyutluk
derecesine ulaçmiçtir ki, onun kuramini tek tek somut diller için uygulamak verimsiz bir çaba olur. Örnegin onun kurami, veri olan dil
içindeki her türlü metne degil, hatta henüz ortaya çikmamiç metinlere de uygulanma amaci taçir. Böyle bir kuram çunun peçinde olacaktir:
"Dilin diçinda bir 'gerçeklik' içinde demir atmamiç olan bir sabitlik, hangi dil olursa olsun, dili dil yapan ve tikel bir dili tüm çeçitli görünümleri
içinde kendi kendisiyle özdeç kilan bir sabitlik". Hjelmslev'in kurami "empirik", "dedüktif' ve "keyfi" temellere dayanir. Bu dcyimlerden
Hjclmslcv'in anladigi çudur: Kuramin sonuçlari, ancak öncüllerden, yani kendileri konulmuç çeylcr (keyfi çeyler) olan kabullerden çikarilabilir
ve bu öncüllerin kendileri deneyden bagimsizdirlar. (yukaridaki "sabitlik" betiminde oldugu gibi). Öncüller deney verilerinin mümkün oldugu
kadar çok sayidaki bir toplamina iliçkindir ki, onlarin "empirik" olmasindan kastedilen budur. Hjelmslev, kuraminin bu baglamda mantiksal
dil çözümlemesi ile siki bagina içaret eder. Ona göre mantiksal dil çözümlemesi de aslinda dilbilimden bagimsiz olarak, matematige dayali
bir çaliçma olmak ister.
Amerikan Okulu
Amerikan Okulu, Kopanhag Okuluna karçit olarak, dedüktif-soyut degil, tersine indüktif çikiçlidir. Burada bir "dilbilimin dilbilimi' degil, tersine
"somut dilin iliçkiler sistemi" üzerinde durulur. Amerikan yapisalciliginin temsilcileri E. Sapir ve L. Bloomfield , deney yoluyla veri olan
konuçma ediminin somut çözümlemesine yönelirler ve böylece temelde davraniççi (liehaviorist) bir yaklaçimla çaliçirlar. New York
dilbilimciler çevresi, Avrupadan göç etmiç çok sayida dilciden oluçur ki, bunlar arasinda özellikle R. Jakobson ve A. Martinet 'in adlari
sayilabilir. Amerikan yapisalcilarinin en önemli organlari "Language" (kuruluçu: 1925), "Studies in Linguistics" (kuruluçu: 1942) ve "Word"
[/green](kuruluçu: 1945)'dur.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Gönderen: 25.03.2004 Saat 09:35 | Kayitli IP
DÍL VE ÍNSAN
Dil ve insan varligi arasindaki iliçki insanin hem dile sahip olmasi, hem de dil tarafindan "kuçatilmiç" olmasiyla karakterize
olur. Insanin dilin hem öznesi ve hem de nesnesi olmasi, antropolojik yönelimli dil felsefesinin baçlica konusudur.
M. Heidegger , dili , " insan varliginin temeli" insani insan kilan çey, " varligin kendisi araciligiyla içidigi çey" olarak
adlandirir.O , "Hümanizm Üzerine" adli denemesinde çöyle yazar: "insan öbür etkinlikleri arasinda dile de sahip olan bir canli
degildir. Hatta dil, varligin evidir, insan onun içinde kalarak, varligin örttügü dogruluga katilarak ekzistens olur
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
9 -~ 14 19.11.2008 19:19
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Ama dil ayni zamanda çudur da: Her dil ayni zamanda söyleme olayidir; onun içinde bir halk tarihsel olarak kendi evrenine
yönelir" ("Holzwege", s.61) Burada Heidegger "tarihsel" kavramini sadece olup-bitene iliçkin olma (historik) anlaminda
kullanmaz; hatta daha çok dilin "tarihsel"' olmasi, onun insanin ugradigi (mâruz kaldigi) bir çey olmasidir ve dil bu anlamda
bir "âkibet" ve hatta bir ancak Buradan katkilarak dilin kökeninin ne oldugu sorusuna ise, ontolojik yoldan yanit verilebilir.
W.v.Humboldt , böyle bir yaklaçimla çöyle yazmiçtir: "insan ancak dille " insan olur, ama dili keçfetmek için de önce insan
olmak zorunludur . Yani, insan olma ile dile sahip olma, sadece birarada bulunan çeyler degildirler, hata bunlar, ayni
bütünlügün iki görünümünden baçka bir çey degildirler. Dilin kökeni sorusuna verilen bu ontolojik yanit, dilin ortaya çikiçini
bir kültür fenomeni olarak gt5ren eski genetik yanita karçittir.
Genetik yanitlar oldukça çeçitlidir. Örnegin burada dili, insanlara tanri tarafindan bahçedilmiç bir nimet olarak anlayan
kuramlar vardir. Bu çevrede çok tartiçilan konulardan biri, örnegin "Adem'in dili" nin olup olmadigidir. J.P.Süssmilch, 1754'de
"dilin ortaya çikiçini insandan degil de Yaratan'dan yola çikarak kanitlama" denemesine giriçmiçtir.
Dilin ortaya çikiçini insandan kalkarak açiklamaya çaliçan antropolojik kuramlar da çok çeçitlidir. Antropolojik kuramlarin bir
bölümü, dilin aracisiz duyusal tepkilerden oluçlugunu ileri sürerlerken (Puh-Puh kurami) bir bölümü dilin dogal seslerin
taklidi yoluyla oluçtugunu savunurlar (Wau-Wau kurami); bir bölümü ise dilin bilinçli bir keçif oldugu kanisindadirlar.
Bugün empirik-antropolojik araçtirma dilin ortaya çikiçi sorununa tarihsel açidan egilirken; psikoloji, dilin meydana gelmesini
saglayabilecek psiçik koçullari göstermeye çaliçiyor.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 26.03.2004 Saat 09:42 | Kayitli IP
Dildeki degiçmeler:
Dil araçtirmasi, kuçkusuz sadece dilin kökeni ve ortaya çikiçi sorunu ile degil, ayni zamanda onun geliçimi ile de, yani bu demektir ki dildeki
degiçmeler ve bu degiçmelerin nedenleriyle de ugraçir. Dildeki degiçme, ses, anlam ve içaret degiçmeleri olarak görünüm kazanir. Ses,
anlam ve içaretler zaman içinde kaybolabilir ve sözcükler yeni anlamlar yüklenmiç olarak yeni kullanimlar kazanabilir. Ama degiçme sadece
bununla da kalmaz, dilin sentaksi da degiçir.
Dildeki degiçmeleri açiklama denemeleri pek çoktur ve burada ancak en taninmiçlarindan sözedilebilecektir. 19. yüzyilin ikinci yarisinda bir
kaç dilbilimci, A. Müllerin yönetiminde, dildeki degiçmelerin nedenleri olarak iklim etkisi, cografi özellikler gibi dogal etkenler üzerinde
çaliçtilar. Ama bu araçtirmalar, hipotezleri hiç dc destekler nitelikte olmadi.
Bir baçka kuram, insanin toplumsal donatimindan yola çikti. Rus dilbilimcisi N. J Marr, dilin o dili konuçanlarin toplumsal durumlarindaki
degiçmelerle ayni zamanda degiçtigini ileri sürdü. Marksist toplum kuramina uygun olarak, Marx'in iddialarindan hareketle dildeki
degiçmeleri toplumsal degiçme tipleri altinda ele almak denendi. Buna göre dildeki degiçmeler, ekonomik biçimlere siki sikiya bagli olarak
ve ekonomik yasalara uygun biçimde birbirlerini izlemekteydi. Marr'in ögretisi, dilin bir toplumun kendi ekonomik düzeninin dogrulanmasini
simgeleyen bir "üstyapi" kurumu oldugu iddiasina dayanir: Ama bu iddia pratikte çeliçkiler taçir. Çünkü açiktir ki, Rus dili 1917 Devriminde
ve Devrimden sonra hiç de önemli bir degiçiklige ugramamiçtir. Bu sonuç üzerinde 1950'lerde "Pravda" gazetesinde bir tartiçma açildi ve
Stalin kendi-tutumunu çöyle açikladi: "dilin (ekonomik) tabana dayali bir üst-yapi oldugu dogru mudur? Hayir bu dogru degildir. Toplumun
dayandigi temel, o toplumun belli bir çagdaki geliçiminin dayandigi ekonomik yapidir. Üst-yapi ise toplumun politik, dinsel, sanatsal ve
felsefi kavrayiçlari ve bu kavrayiçlara uygun politik hukuksal ve benzeri kurumlaridir. Her temel kendisine uygun bir üst-yapiya sahiptir ...
Dil ise üst-yapidan tamamen ayrilir ... Dil , bu veya çu toplum (tipiyle) koçutluk göstermez; tersine o bir toplumun tarihinin toplu akiçindan
çikar".
Bugün yaygin olan bir üçüncü kurama göre, dildeki degiçmeler, konusan bireyler ile bu bireylerin topluca konustiiklari dilin birbirlerini birlikte
etkilemeleri sonucu meydana gelmektedir. Dildeki degiçmelerin ana nedenini, Kavimler Göçü gibi büyük tarihsel olaylar sonucu bir dilin
yabanci bir halk arasinda yayilmasi nda gören kuram da burada anilabilir. Bir dilin eçzamanli olarak daha büyük bir insan toplulugu içinde
yayilma süresi, ne var ki ancak, çocuklarin kendi dillerini yetiçkinlerden ögrenebildikleri yerde bir süreklilige sahip olabilir.
Ögrenim sirasindaki belirsizlikler ve yetersizlikler, kipleri degiçik çekillerde kullanma egilimi, etkili kiçilerin taklidi ("önder kurami") v.b.
etkenler de dildeki degiçmelerin nedenleri arasinda sayilabilirler. Dilde degiçmelere yol açan ve rastlantisal denebilecek bu nedenlerin
yanisira, degiçmeyi tek yönde kesinlikle belirleyen nedenler bulunduguna inananlar da vardir ki, bunlar, bu nedenlerin dilin sistem
karakterinden hareketle açiklanabilecegini savunurlar.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 30.03.2004 Saat 10:30 | Kayitli IP
Öbür yandan, dildeki degiçme problemi, dil ile insan toplulugu arasindaki iliçkiler problemine de baglanir. W.v.Humboldt 'un dil
araçtirmasinin kilit noktasini da bu problem oluçturur. O, problemi, ulus tini kavramini dilbilimine sokarak çözmek ister. Ulus tini,
özneler-arasi ve özneler-üstü düçünülmesi gereken bir kavramdir. Ulus tini, bireylerin salt niceliksel çoklugunu bir ulus haline getiren, bu
çoklugu bir birlige dönüçtüren çeydir. Ulus tini tüm kültürel fenomenlerde izlerini gösterir, dolayisiyla dilde de. Humboldt'un ulus tini kavrami
19. yüzyilin ikinci yansinda M. Lazarus ve H. Steinthal 'in kuruculari olduklari "halklar psikolojisi" içinde empirikleçtirilmiç ve metafiziksel
anlam yükünden arindirilmak istenmiçtir (1860-1890 yillan arasinda bu yazarlarca yayimlandi ve 20 ciltte toplanan "Halklar Psikolojisi ve
Dilbilim Dergisi").
Buna göre halk tininin etkinligi ile sürekli bir nesnelleçme (objektivation) meydana çikar ki, bu nesnelleçmiç olan çey yine ancak bu tin
tarafindan kavranabilir. Bu nesnelleçmiç çey, bu "objektif tin",bir birlik, bir norm ve "ergon" olarak artik en uzaktaki sübjektif etkinliklere
bile siner. Hegel'in "objektif tin" kavramina karçi bu "objektif tin" sadece toplumsallikla sinirli degildir, o ayni zamanda ve hatta tüm kültür
alanini kapsar. Birey , objektif tinin bir ögesi olarak,dille nesne ve durumlara egemen olabildigi gibi , öbür yandan o konuçan olarak, tekrar
o dili etkilemektedir.
Daha Herder , dilin sadece bireyin kullandigi bir çey olarak görülemeyecegini, hatta tersine, dilin bireyin düçünmesini yola sokmaya
zorlamakla, bireyi kendisine bagimli kildigini belirtmiçtir.
Kuçkusuz her somut dil, kendi içinde pek çok halkalara da bölünür. Dilde sadece özel diller (yankesici dili, asker dili, ögrenci dili, argo, v.b.)
ve uzmanlik dilleri gibi halkalar yoktur; örnegin bir yüksek dil ve bir günlük dil vardir ve günlük dil de yeniden çeçitli toplumsal tabakalarda
farkliliga ugrar. Öyle ki, belli bir dil düzeyi toplumsal düzeyi de 'belirler ve bunun tersi de dogrudur (Karç.: B. Shaw Pigmalion ) Dilde çeçitli
ulus tinlerinin yansidigi kabul edildiginde, hiç kuçkusuz dildeki çok-görünümlülük de ulus tinlerinin çeçitliginden kalkilarak açiklanir.Mitolojik
yorumlardan (Babil Kulesinin inçasi) yola çikildi mi da, bu kez tek açiklama olanagi öyJe bir çey olur ki, dildeki çeçitlilik artik rastlantisal ve
önemsiz ses farkliliklarina dayatilir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Gönderen: 31.03.2004 Saat 09:08 | Kayitli IP
Dil siniflamasi.
Tüm dillerin ortak bir mantiksal gövdeye dayandigina inanildi mi, tüm siniflama denemeleri artik buna göre yapilir. Dil siniflamasi
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
10 -~ 14 19.11.2008 19:19
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
denemelerine ilk kez 19. yüzyilin baçlarinda rastlanir. Bu siralarda, ulus tinlerindeki çeçitlilige uygun olarak dillerin de çeçitli dil siniflari
olacagina inaniliyordu. Özellikle Sanskritçenin keçfi, dil siniflamalari açisindan çok etkili oldu. Schlegel kardeçler, dilleri üç tipe ayiriyorlardi:
yalitici diller (isolierende), sonekçi diller (agglutinierende) ve bükümlü diller (flektierende). Bu ayirim tüm 19. yüzyil için belirleyici olmuçtur.
Hegelin tarih düçüncesi ve Drwinin evrim kurami altinda, diller bir de genealojik yönden ele alinip, dil siniflamalari "dil idesinin evrimi"
(Steinthal) açisindan yapilmiçtir.
Bugün bu eski dil siniflamalari yerine, "olgunlaçmiç" ve "olgunlaçmamiç" diller ayirimi yapilmaktadir.
Ayrica dilbilimsel açidan yapilan siniflamalar yaninda, matematiksel diziler kuramindan hareketle yapilan siniflamalara rastlaniyor. Bu
alandaki en yeni araçtirmalar, niceliksel (istatistiksel) derecelendirme yöntemine baçvurmaktadirlar. Burada böylece siniflandirma için bir
dizi parametreye baçvurulmakta ve diller, belli degiçkenlerin istatistiksel degerleriyle karakterize edilip siniflandirilmaktadir.
Diller çoklugu içinde yine de daima bir dil birligi tutkuyla aranir. Tüm dillerin bir ideal-mantiksal norma sahip olduklari, dillerin bu normdan,
kendi iç yeterlilikleri veya yetersizlikleri oraninda geliçtikleri veya saptiklari iddiasi, yani özünde dilbilgisi ile mantigin özdeç olduklari
önermesi, bugüne kadar, ne var ki kanitlanamaz olarak kalmiçtir.
19. yüzyila gelinceye kadar bir dizi "felsefi dilbilgisi" ortaya atilmiçtir ki, bunlarin en taninmiçi, 1960'da anonim olarak yayimlanan "Port
Royal Dilbilgisi"dir ve kitabin yazarlari A. Arnaiild ve C. Gancelot olarak bilinir. Kitabin oldukça uzun alt-baçligi çöyledir: "Genel kuramsal-
eleçtirel dilbilgisi. Kitapta konuçma sanatinin temelleri açik ve dogal tarzda açiklanmiç, bu temellerin tüm dillerde ortak olan mantiksal
öndayanaklari ve ana türleri yaninda Fransiz dili üzerine yeni bir çok gözleme yer verilmiçtir". Jenscnist Poit Royal manastirindan ünlü "Port
Royal Mantigi"nin çiktigi bilinir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 01.04.2004 Saat 10:47 | Kayitli IP
Dilleri, "tüm dillerde ortak olan mantiksal öndayanaklari" açisindan ele alan bu anlayiça karçi , Humboldt'un "özel evren kavrayiçlari olarak
diller"den sözetmesi ve dildeki çok-çeçitliligi, "ulus tini" ne, özel evren kavrayiçlarina baglamiç olmasi, dilbilgisi ile mantigin özdeç olduklari
iddiasini tartiçmali hale getirmiç; konuçma ile düçünce, dilbilgisi ile mantik arasindaki iliçkiler yeni bir bakiçla ele alinmiçtir. Ne var ki bu
konudaki tartiçmalar çogu kez bir söz düellosuna dönüçebilmektedir. Çünkü "düçünme" kavrami kadar "mantik" kavrami da çok çeçitli
tarzlarda anlaçilmaktadir. "Düçünme"den bir yandan salt mantiksal düçünme kastedilir; öbür yandan onun ortak bilinç içerigi oldugu
söylenir.
"Mantik", bir yandan insani düçünme formlarinin ögretisi sayilir; öbür yandan ona dilsel formlarin bilimi olarak bakilir. Ayni mantik bir de
düçünme ilkelerinin bilimi olarak kavranir ki, böyle bir mantik artik insaiii düçünme formlarindan da, dilsel formlardan da daha fazla bir çey
olur.
Mantiksal formlar hiç kuçkusuz dilsel olarak ifade edilirler; ama onlar dilsel formlarla özdeç degildirler. Modern lojistikçi (sembolik mantikçi)
dil çözümlemesi, örnegin, mantigi dilsel formlar bilimi olarak anlar. Bu okul, "Viyana Çevresi diye anilan bir grup filozof tarafindan 1928'de
M. Schlick'in çabalariyla kurulmuç, çevreye felsefi egilimli matematikçiler, H. Hahn, K Gödel ve R. Carnap da katilmiçlardir. Çevre, Ikinci
Dünya Savaçi baçlarinda dagilmiç, ama hareket olarak yine devam etmiçtir. J. Ayer, G. Ryle, R.v. Mises, A.N. Whitehead B. Russel da bu
çevreyle ilgilidirler.
Mantikçi empirizm, tüm bilimlerin ne empirik ne de mantiksal yoldan kanitlanabilecek olan ve bu yüzden metafiziksel nitelikli tasarimlar
içerdiginden hareket eder. Bu yüzden, metafiziksel, yani "anlamdan yoksun" önermeler her bilimden elenmeli ve bilim, ancak empirik ve
mantiksal temellere oturtulmalidir. Bir bilimde "anlamdan yoksun" önermeleri saptama yöntemi ise, bilimlerde baçvurulan kavram ve
önermeleri mantiksal bir çözümlemeye tâbi. tutmaktir. Carnap'in bir makalesinin baçligi, "Metafizigin Dilin Mantiksal Çözümlemesi Yoluyla
Elenmesi" ("Erkenntnis" dergisi, daha sonra: "Journal of Unified Science" dergisi) evrenin temel görüçünü de açiklar.
"Dilin mantiksal sentaksi" ( sentaks=sözdizimi) , dilin dilbilimsel sentaksindaii ayrilir. Sonuncusu sadece bir somut dilin kurallarini ortaya
koymaya, bu kurallara göre dilsel yapilarin hangi ögelerden oluçtugunu araçtirmaya yönelirken; birincisi dilin mantiksal yapisini araçtirir.
Mantiksal kurallar dedüksiyon kurallaridir, dilbilimsel kurallar ise indüksiyon yoluyla, yani tarihsel olarak veri olan bir dilin araçtirilmasiyla
elde edilirler.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 02.04.2004 Saat 09:46 | Kayitli IP
DÍL VE GERÇEKLÍK
Dil ve gerçeklik iliçkisi konusunda iki temel ve farkli kuram vardir. Birinci kuram sözcükleri, önceden varolan ve insandan
,bagimsiz olan bir gerçeklige ait nesnelerin adlan sayar. Buna göre, dil ve gerçeklik arasinda bir karçiliklilik vardir. Burada,
ya sözcüklerin nesnelerin benzetmeli temsilleri olduklarindan ve bu yüzden sözcüklerden hareketle nesnelerin özlerinin
bilinebileceginden hareket edilir; ya da, sözcüklerle nesneler arasinda hiçbir iç iliçki olmadigi savunulur. Bu son görüç, geç
Antikçagda anomalizm adiyla aniliyordu ve modern dönemde Saussure, mantikçi pozitivistler (özellikle: lojistikçiler)
tarafindan da savunulmuçtur.
Dil ve gerçeklik iliçkisi hakkindaki ikinci kuram sözcüklerin nesnelere dogrudan uygun düçmedikleri, tersine dilin insan ile diç
dünya arasinda bir "ara-evren" olarak konum kazandigini savunur. Bu kuram diç dünyayi degil de, dili "gerçek evren" diye
adlandiran W.v.Humboldt'a kadar geri gider. Humboldt'a göre, bu gerçek evren , "tinin kendisi ile objeler arasinda, tinin
kendi iç çaliçmasiyla kurulmuçtur." Bu yüzden nesneler insanlar için daima bir bilinç objesi olarak kalirlar ve ancak insani
bilinç altinda sözcüklerle içaretlenmiç çeylerdir. Her dilde özgül bir evrene bakiçi bulunur. Humboldt'un bu görüçlerinde
I.Kant'in bilgi kuraminin temel felsefi ögeleri yakalanabilir. Kani kuçkusuz ki, Ding an sich'i, kendinde çeyi yadsimaz; ama o,
ancak insani görü formlari içinde bilinebilir ve bu yüzden o, objektif (kendi halinde) degil, tersine ancak, insanin a priori
bilinç yapisi içinde sübjektif (insan bakimindan) kavranmiç olur.
Bunun gibi Humboldt da, diç dünyaya ait nesnelerin aynen bilinebilecegini yadsidigi için, sözcüklerin nesnelere uygunlugunu
savunan objektivist dil kuramlarini da yadsir. Ona göre nesneler, bilgi-kuramsal düzlemde bilinç a priorileri ile sübjektif
kavrandiklari gibi, ayni nesneler bir somut dilin (anadil) a priori yapi ögeleri altinda kavranmaktadir. Bu yüzden, her dilde
(ana- dilde) bir baçka evren kavrayiçi oluçur ve tüm dilsel evren kavrayiçlari ayni ölçüde dogru ve ayni ölçüde
geçerlidirler.
Dilin gerçekligi "kuran" bir güç oldugu yargisi, Humboldt 'tan bu yana pek çok izleyici tarafindan benimsenmiçtir. H.
Steinthal,,E. Cassirer, M. Heidegger, G. Weisberger ve hatta bir aradâ Amerikali dilbilimci B.L. Whorf bu izleyiciler arâsinda
sayilabilirler. Örnegin Whorf, Meksika yerli dilleri üzerinde yaptigi araçtirmalar sonunda, Alman geleneginden bagimsiz
olarak ayni sonuçlara varmiç ve "dilbilimsel görelilik ilkesi" ni ortaya atmiçtir.
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
11 -~ 14 19.11.2008 19:19
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 05.04.2004 Saat 13:22 | Kayitli IP
Sorgulayan bir us için dil her yönüyle bir çok soruya barindiran bir alan... Yukaridaki alintilar genel bir resmi ne kadar ortaya koyabildi
ben de kuçkuluyum.
Bilim ve Felsefe bölümünde Dilin Serüveni baçligiyla dil in insan bilimleri ilgi alanlari açisindan görünümlerini aktarmaya çaliçtik.
Felsefeciler dilin kökeni, sözcüklerin etimolojik geçmiçi ile pek ilgili degiller.
Dilbilimcilerin dilin yapisal olarak temellendirilmesi çabalarinda felsefeciler ile yakinlaçtiklari alt alanlar var.
Felsefe dil çoklugunun karmaçasina girmeden , dilin neligi ( mahiyeti) üzerine çikarimlar yapma gayreti içinde.
Dilin farkli yönlerini betimlemek olanakli.. Dil-kültür iliçkisi, dilin düçünceyi taçiyan biriktiren araç olmasi, anlam-dil iliçkisi, dilin insan
eylemiyle baglantisi en belli baçlilari.
Sözü Dil Felsefesine Giriç adli yapitin yazari Atakan Altinörse birakiyorum. Andigim yapit Inkilap Yayinlarindan çikti.Baçlik:
Dil Felsefesinin Temel Kavram ve Sorunlarì.
Dil felsefesi, baçta analitik(çözümleyici) felsefe olmak üzere birçok kavram ile karìçtìrìlmakta ve bu karìçtìrmalar sonucunda dogru olmayan
sonuçlara varìlmaktadìr. Birbiriyle iliçki içinde olduklarì halde aynì çeyi belirtmeyen dil felsefesi, dilci felsefe (linguistic philosophy), gündelik dilin
felsefesi (ordinary language philosophy), analitik felsefe ve mantìkçì pozitivizm gibi kavramlar arasìndaki ayrìmlarì belirtmek gerekmektedir.
Dil felsefesi bir felsefe disiplinidir ve onu analitik felsefe gibi bir takìm felsefi geleneklerden dikkatle ayìrmak gerekir. Ìnsan felsefesi, etik, tarih
felsefesi gibi dil felsefesi de kendisine özgü problemleri ve kavramlarì olan bir felsefe disiplinidir.
Anlam, gönderge, belirli betimlemeler, düçünme-dil iliçkisi, söz edimleri, vb. sorunlar dil felsefesinin konularì arasìnda yer almaktadìr. Dil
felsefesinin analitik felsefe gibi, felsefe etkinligini tümüyle dilsel çözümlemelere indirgemek gibi bir öncülden asla hareket etmediginin /
edemeyeceginin altìnì önemle çizmek gerekir.
Dilci felsefe (linguistic philosophy), Oxford'ta dogmuç ve geliçmiç bir felsefe akìmìdìr. Dilci felsefe akìmì, ele aldìgì sorunlarì salt dilsel sorunlar
gibi irdelemektedir. Bu yolla "metafìzik nedir?", "moral nedir?" gibi felsefedeki geleneksel soru formunun yerine "bir ifadeyi metafizik kìlan özellik
nedir?" , "moral bir anlatìm nedir?" çeklindeki dil merkezli soru formunu koymaktadìr. DiÌci felsefe, analitik gelenegin ancak belirli bir evresini
karakterize etmektedir; dolayìsìyla da analitik gelenegin bütününe egemen olmuç bir yaklaçìm degildir.
Çözümleyici Felsefe
Mantìkçì pozitivizm de bir felsefî akìmdìr. Bu akìm "Viyana Çevresi" adì verilen topluluga üye olan ya da dogrudan üye olmadìgì halde dìçarìdan
destek veren fìlozoflar tarafìndan geliçtirilmiç bir empirizm ve pozitivizm formudur. Bu akìm aynì zamanda, analitik felsefe içindeki ilk geliçim
evresini oluçturmaktadìr. Mantìkçì pozitivizm dil sorunlarìna duyarlì bir akìm olmakla birlikte, sözgelimi matematigin felsefi-mantìksal temellerine,
çagdaç fizigin epistemolojik içerimlerine ya da moral sorunlara yönelik ilgisi nedeniyle sadece bir dil felsefesi akìmì olarak degerlendirilemez.
Mantikçi Pozitivizm
Gündelik dilin felsefesi (ordinary Ìanguage philosophy) bir felsefe yapma tarzì olarak, mantìkçì pozitivizmin ideal dil anlayìçìnì eleçtiren Austin,
Searle, Grice gibi filozoflarìn çalìçmalarìnì nitelendirmektedir. Bu filozoflar, mantìkçì pozitivistlerin ideal dil anlayìçìnìn, dogal dillerin olagan
kullanìmì olan gündelik konuçma formlarìnì ihmâl ettigini düçünerek bu formlarì temel alan bir anlam teorisi geliçtirmiçtir. Onlar, mantìkçì
pozitivistlerin tersine, gündelik dilin bayagì ve göz ardì edilebilir oldugunu düçünmemektedir.
Analitik felsefe, yirminci yüzyìlìn baçìnda Frege, Moore, Russell gibi fìlozoflarìn çalìçmalarìyla ortaya çìkan ve etkisini yüzyìl boyunca artìrarak
geliçen, çeçitlenen bir felsefe gelenegidir. Zaman zaman birbiriyle çatìçan rakip anlayìçlarì bünyesinde toplayan analitik gelenegin karakteristik
özelligi, feIsefi etkinIigin, önermeIerin mantìksaI-diIseI anaIiziyIe özdeç oIdugu varsayìmìdìr. Bu akìma mantìga yönelik bir ilginin eçlik ettigi
gözlemlenmektedir. Analitik felsefe dilsel-mantìksal analiz yöntemini yalnìzca dil felsefesi alanìndaki sorunlara degil, eylem teorisi, etik, bilim
teorisi, siyaset felsefesi gibi çeçitli alanlardaki problemlere de uygulamaktadìr. Bu bakìmìndan da sadece dil felsefesi konularìyla sìnìrlì bir
gelenek olarak degerlendirilmemelidir.
Yukarìdaki açìklamalardan da anlaçìlacagì gibi, ele aldìgìmìz terimlerin birbirinin yerine kullanìlmamasì gerekmektedir. Oldukça yaygìn olan
analitik felsefe ile dil felsefesini ya da mantìkçì pozitivizmi birbirinin yerine kullanma alìçkanlìgì yanìltìcì sonuçlar dogurmaktadìr.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 06.04.2004 Saat 09:38 | Kayitli IP
DiI FeIsefesinin temeI probIemIeri.
AnIam sorunu, dil felsefesinin ilgilendigi baçlìca sorundur. "AnIam nedir?" sorusuna cevap arayan dil f'ilozoflarì arasìnda, dildeki en küçük
anlamlì birimin sözcükler oldugunu öne sürenler "sözcük atomcusu" diye nitelendirilmektedir. Ìkinci gruptakiler ise, en küçük anlamlì birimin
cümleler oldugunu iddia eden "cümle atomcularì" dìr. Platon ve J. Locke sözcük atomculugunu savunan fìlozoflara örnektir; B. Russell ve L.
Wittgenstein ise, cümle atomculugunu savunan filozoflara.
Diger yandan, felsefe tarihinde anlam sorunu için önerilmiç çözümler dört baçlìk altìnda ele alìnabilir. J. Locke 'ìn geliçtirdigi "ideci" yakIaçìm
bir sözcügün anlamìnì, o sözcügün iletiçim etkinligi sìrasìnda taçìyìcìsì oldugu "ide" olarak açìklamaktadìr. Bir baçka deyiçle sözcükler, idelerin
yerini tutan anlamlì birimlerdir. Locke'ìn çözümü bazì araçtìrmacìlar tarafìndan "zihinci" yaklaçìm adìyla da anìlmaktadìr.
"Göndergeci" çözümler ikinci grupta toplanmaktadìr. Bu çözümün savunucularì arasìnda G. Frege, B. Russell , (Ì. döneminde Wittgenstein ), A.
J. Ayer ve Viyana Çevresi üyeleri yer almaktadìr. Bu filozoflar bir önermenin anlamìnì, o önermenin dogruluk koçullarìnìn bilgisi ya da göndermede
bulundugu olgu durumu olarak tanìmlamaktadìr. Göndergeci çözümün açìklamalarìnda kullandìgì anlam ölçütü "dogrulanabilirlik"tir. Çözümün
savunucularì, dil ile dìç dünya arasìndaki iliçkilerin tasvirine önem vermektedir.
Üçüncü grupta ele alìnan görüçler "davranìççì teori" olarak adlandìrìlmaktadìr. Bu teoriye verilen bir baçka isim "etki-tepki" teorisidir. L.
Bloomfìeld, W. v. O. Quine gibi filozoflar bir cümlenin anlamìnì, o cümlenin dinleyicide uyandìrdìgì tepki ya da tepki egilimiyle açìklamaktadìr.
Davranìççì teori, dil ile insan davranìçlarì arasìndaki iliçkiyi vurgulayan - tarihsel açìdan - ilk çözümdür.
Son grubu J. L. Austin, J. R. Searle ve H. P. Grice 'ìn temsil ettigi "pragmatik" yakIaçìm oluçturmaktadìr. Bu yaklaçìm , adìnì, semiotigin bir alt
dalì olan "pragmatik"ten almaktadìr. Pragmatik yaklaçìmìn temsilcileri, bir cümle sözcelemenin (to utter) belirli kurallara dayalì bir davranìç biçimi
oldugunu ve o cümlenin anlamìnìn, konuçucunun onu dile getirirken yerine getirdigi bu kurallarca belirlendigini vurgulamakta, anlam sorunu ile
iletiçim ortamìnìn özellikleri ve konuçmaya katìlan taraflarìn davranìçlarì arasìndaki baglantìya dikkat çekmektedir.
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
12 -~ 14 19.11.2008 19:19
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 07.04.2004 Saat 09:07 | Kayitli IP
Dil felsefesinin bir baçka problemi "gönderge (reference)" dir. Bir dilsel ifadenin anlamiyla göndergesi arasindaki ayrima dikkat çeken ilk
filozof G.Frege 'dir. Frege bir cümlenin göndergesini, o cümlenin resmettigi nesne olarak tanimlamakta ve o cümlenin anlamindan
ayirmaktadir.
Frege'ye göre bir cümlenin anlami, o cümlenin göndermede bulundugu nesneyi "sunuç kipi (mode oF presentation)"dir. Ancak Frege anlam
konusundaki soruçturmasinin sonunda, baçlangiçta yaptigi bu ayrimi bir kenara birakarak "göndergeci" biryaklaçimi benimsemektedir. Bu
yaklaçimi benimseyen filozoflar - yukarida da degindigimiz gibi - bir cümlenin anlamini (meaiiing) o cümlenin gönderiiiede bulundugu olgu
baglami olarak tanimlamaktadir. Bu indirgemenin sonucunda, gerçeklik tarzinda var olmayan kendilikler (entity) hakkindaki cümleler hakiki
anlamdan yoksun sayilmaktadir. Oysa ki "Dünya'ya en uzak gök cismi" gibi bir anlatimin belirli bir göndergesi olmadigi halde , bu anlatim
anlamdan yoksun degildir. Diger yandan "sabah yildizi" ve "akçam yildizi" ifadeleri gibi, eçgöndergeli oldugu halde anlamlari farkli ifadeler
bulmak mümkündür.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 08.04.2004 Saat 09:05 | Kayitli IP
Dil felsefesindeki bir diger problem, Russell tarafindan ortaya konmuç belirli betimlemeler problemidir .
Russell " Waverlynin yazari", "Dünya'nin uydusu" gibi belirli bir tekili gösteren ifadelere "belirli betimleme" adini vermektedir. Russell'in
belirli betimlemeler konusundaki teorisi, gerçekte bu türden dilsel ifadeleri elemeye yönelik bir çözümleme çabasinin ürünüdür. Zira ona
göre belirli betimlemeler, belirli tekillere göndermede bulunuyormuç gibi görünen yaniltici cümleler oluçturmaya yol açmakta, bir cümle
içinde özne olarak kullanildiklarinda belirsizlige neden olmaktadir.
Russell'in eleçtirisinin kökeninde, onun mantiksal atomculuk ögretisinin bulundugu görülmektedir. Russell mantiksal atomculuk ögretisinde,
dildeki mantiksal atomlarin dünyadaki atomsal olgulara karçilik geldigini öne sürmektedir. Russell'in anlayiçi, cümlelerin diç dünyada var
olan çeyler ile bire bir örtüçtügü biçiminde bir ideal dil varsayimina dayalidir. Ona göre, cümleler - psikolojik betimlemeler diçinda - diç
dünyadaki olgularin tasarimlaridir ve bir cümlenin anlami da onun göndermede bulundugu olgu durumudur. Oysa ki, içinde belirli
betimlemelere yer verilmiç cümleler, çogunlukla göndergeleri bulanik kaldigindan çeçitli paradokslara neden olabilmektedir. Bu nedenle
Russell, belirli betimlemeleri elemeye yönelik bir çözümleme yöntemi kullanmayi önermektedir. "Fransa'nin günümüzdeki krali keldir," gibi
bir cümle bu yöntemle çözümlendiginde, birbirini mantiksal olarak siki-gerektiren çu önermelere ulaçilir:
I. Fransa'da günümüzde en az bir kiçi kraldir. II. Fransa'da günümüzde en çok bir kiçi kraldir. III. Fransa'da günümüzde kim kralsa o keldir.
Russell bu çözümleme sonrasinda "Fransa'nin günümüzdeki krali" belirli betimlemesinin ortadan kaldirilmasiyla ilk bakiçta paradoksal
görünen durumun saydamlik kazandigini ve cümlenin yanliç oldugunun görüldügünü belirtir. Zira "Fransâ nin günümüzdeki krali" belirli
betimlemesinin içinde bir özel admiç gibi kullanildigi cümle, Fransa'nin çu anda krallikla yönetildigi biçiminde bir yanliç öncüle
dayanmaktadir.
Düçünme-dil iliçkisi de dil felsefesinin konulari arasindadir. Antik Çag'da Herakleitos 'tan itibaren filozoflarin bu iliçkiyi tasvir etme çabasi
içinde oldugu görülmektedir. Örnegin Descartes gibi bazi filozoflar dil kullanma becerisini, düçünebilmenin zorunlu koçulu olarak
görmektedir. Descartes, bedensel olarak ayirt edilmesi imkânsiz derecede insana benzeyen ve hatta ahlaksal davraniçlari bile taklit edebilen
makineler tahayyül edebilecegimizi, fakat bu hayalin gerçekleçmesi durumunda bu tür makinelerin sahici insanlar olmadiklarini anlamak için
elimizdeki iki ölçütten ilkinin konuçma yetenegi oldugunu belirtmektedir. Ona göre hayvanlar da, tipki otomatlar gibi bu yetiden yoksundur.
Descartes böylece konuçma yetenegini, düçünebilmenin koçulu ve belirtkesi (index) olarak yorumlamaktadir.
Günümüzde, hayvanlar arasindaki iletiçimi araçtiran zoologlarin ve psikologlarin bulgulari içiginda, - birçok hayvan türü gibi - örnegin
çempanzelerin problemlere yaratici çözümler üretme kapasitelerine bakilarak onlarin, insana oranla bir hayli basit düzeyde de olsa düçünme
ve düçündüklerini iletme becerisine sahip olduklari artik biliiien bir gerçektir (Coco adindaki orangutan otuz yillik bir egitim ve ilgi sonucunda
ASL içaret diliyle cümle kurabilmekte ve bildigi içaretler iletmek istedigi çeyi anlatmada yetersiz kaldigi durumlarda yeni içaretler
üretebilmektedir). Ancak insanin sahip oldugu geliçmiç diller sayesinde yürütülebilecek karmaçik düçünsel etkinlikler bulunmakla birlikte,
herhangi bir iç konuçmaya gerek kalmadan da gerçekleçtirebildigimiz hatirlama, kiyaslama ya da karar alma anlarinin bulundugu
unutulmamalidir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 12.10.2004 Saat 22:02 | Kayitli IP
YENÎ:
!() *+,-)./01 #,23(4 5(6647-867(-
Yukari dön

Sayfa 2 Sonraki >>
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
13 -~ 14 19.11.2008 19:19

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Dil FelseIesi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35004&PN...
14 -~ 14 19.11.2008 19:19
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: DiIin Dogasì
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 27.04.2005 Saat 11:02 | Kayitli IP
!"#"$ !&'()*
Martin Heidegger

Bu metin çu kitaptan alìnmìçtìr: Hans-Georg Gadamer, Philosophical Hermeneutics, translated and edited by David E. Linge, University of California Press,
London, 1967, ss. 59-68.

Kaynak: Ìnsan Bilimlerine Prolegomena (Dil, Gelenek,Yorum)
Çeviri: Hüsamettin Aslan
Paradigma Yayìnlarì

Müteakip üç dersin baçlìgì DiIin Dogasì. Onlar bizi dili tecrübeye maruz kalma ihtimaliyle karçì karçìya getirmeyi amaçlìyor.
Birçeyin bu bir nesne, kiçi ya da tanrì olabilir tecrübesine maruz kaImak, bu birçeyin bir kadermiççesine baçìmìza geImesi,
bize çarpmasì, bizi etkiIeyerek dönüçtürmesi demektir. Bir tecrübeye maruz kalmaktan sözettigimizde biz özellikle tecrübenin
kendi üretimimiz olmadìgìnì dile getirmek isteriz; burada maruz kalmak ona katlanmamìz, rìza göstermemiz ve baçìmìza geldigi
çekliyle kabul ederek ona boyun egmemiz demektir. O, bu meydana gelen, olup -biten, vukubulan çeyin bizatihi kendisidir.

DiIIe bir tecrübeye/diI tecrübesine maruz kaImak bu yüzden kendimize diIe girmek ve tesIim oImak suretiyIe diIin taIebiyIe uygun
çekiIde iIiçkiye girme izni vermek demektir. Eger insanìn varlìgìnìn dogru mekanìnì dilde buldugu onun bunun farkìnda olup
olmamasìnìn hiçbir önemi yoktur dogru ise, o zaman, diIIe maruz kaIdìgìmìz tecrübe, varoIuçumuzun en derin bagIantìsìna
içaret ediyor demektir.

Dili konuçan bizler onun üzerinde, bu tür tecrübelerle günden güne veya zamanìn akìçì içinde dönüçtürülürüz. Fakat günümüzde, dille
maruz kaldìgìmìz tecrübe, yalnìzca dikkatimizi dille iliçkimize çektigi ölçüde bu iliçkiyi zihnimizde tutabilecek çekilde maruz kalsak bile,
biz modemler için pek de önemli olmayabilir.

sÖzellikle de bize dogrudan çu sorunun yöneltildigini düçünün: konuçtugunuz dille girdiginiz iliçki ne tür bir iliçkidir?
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 28.04.2005 Saat 11:41 | Kayitli IP
Bu soruya cevap vermekte sìkìntìya düçmemiz kaçìnìlmaz bir durumdur. Gerçekten de, biz birdenbire bu soruyu emniyetle terkedebilecegimiz
kanallara sürükleyen bir referans kìlavuzu ve noktasì keçfedebiliriz.

Dilimizi konuçuruz. sKonuçarak gerçekleçtirmesi dìçìnda insan baçka nasìl dile daha fazla yaklaçabilir? Böyle olsa bile, dilimizle
iliçkimiz, belirsiz, müphem ve hemen hemen bütünüyle dilsiz/söze dökülmemiç bir iliçkidir. Biz bu tuhaf durum üzerine kafa yorarken,
konuyla ilgili her gözlemin önceleri tuhaf ve anlaçìlamaz hale gelmesinden kaçamayìz. Bu yüzden, kendimizi yaInìzca daha önceden
anIadìgìmìz çeyi duyma aIìçkanIìgìmìzdan kurtarmamìz yararIì oIabiIir. Benim bu teklifim yalnìzca dinleyen herkese yönelik bir teklif
degildir; daha çok dil hakkìnda konuçmaya çalìçan kiçiye, bunun da ötesinde, dil hakkìnda konuçmayì denerken baçlìca amacì, dil ve
onunla iliçkimiz hakkìnda düçünür hale gelmemize imkan verecek bütün ihtimalleri göstermek olanlara yöneliktir.


Fakat bu, yani dille tecrübeye maruz kalmak yine de dil hakkìnda malumat toplamaktan çok daha baçka birçeydir. Bize, çok farklì dillerin lingüist
ve filologlarìnìn, psikologlarìn ve analitik filozoflarìn sagladìgì bir türden malumat sìnìrsìzdìr ve ona duyulan talep sürekli artmaktadìr. Son
zamanlarda, bilimsel ve felsefi dil araçtìrmalarì büyük bir metanet ve azimle, metadiI adì verilen çeyin üretimini hedefliyor. Analitik felsefe
bu sü per-dilin üretimini hedef almìçtìr bu yüzden kendisini metalingüistik bir felsefe sayarken çok tutarlìdìr. Bu, metafizik gibi görünüyor; bu
yaInìzca metafizik gibi görünmüyor, metafizigin ta kendisidir. Metalingüistik bütün dillerin, gezegenlerarasì içleyen tek enformasyon aracìna
dönüçtüren teknikalizasyonunun metafizigidir. Metadil ve sputnik (Ruslarìn uzaya gönderdigi ilk uydunun adì, çev.), metalingüistik ve roketbilim aynì
çeylerdir

Bununla birlikte, burada dilin ve dillerin bilimsel ve felsefe araçtìrmasì konusunda negatif bir yargìda bulunuyor olma izlenimine temeller
saglamamamìz gerekir. Bu tür araçtìrmalarìn kendilerine has meçruiyetleri vardìr ve önemlerini korur. Fakat dil hakkìnda bilimsel ve felsefî
enformasyon birçey, diIIe tecrübeye maruz kaImamìz ise baçka birçeydir. Bu bizi bu tür bir tecrübeyIe karçì karçìya getirme giriçiminin
baçarìIì oIup oImayacagì ve eger baçarìIì oIursa bu muhtemeI baçarìnìn herbirimiz için ne öIçüde baçarì oIacagì, bizim karar
verebiIecegimiz çeyIer degiIdir.

Yapmamìz için bize kalan çey, bizi dille tecrübeye maruz kalma ihtimaliyle karçì karçìya getirecek yollarì içaret etmektir. Bu tür yollar zaten vardì.
Fakat onlar nadiren dille mümkün tecrübenin bizatihi kendisinin seslendirilmesi ve dile getirilmesi tarzìnda kullanìldì.

DiI iIe maruz kaIdìgìmìz tecrübede diI kendisini diIe getirir. Ìnsan bunun herhangi bir çekilde, konuçtugu herhangi bir zamanda vukubuldugunu
düçünebilir. Ancak, bir dili konuçmamìz her ne zaman ve ne tarzda gerçekleçirse gerçekleçsin, diIin kendisinin asIa söz söyIeme hakkì yoktur.
Konuçmada birçok çey, herçeyden önce hakkìnda konuçtugumuz çey seslendirilir: bir olgular takìmì, bir olay, bir sorun, bir ilgi konusu. Yalnìzca
gündelik kullanìmìnda dil kendisini dile getirmedigi, tersine dizginledigi için biz kolayca bir dili konuçmayì baçlatìr ve konuçabilir ve bu yüzden
birçeyle ilgilenebilir ve birçeyi konuçarak müzakere edebiliriz.

sFakat dil vasìtasìyla dilin kendisi ne zaman konuçur? Yeterince tuhaftìr ki, biz bizi ilgilendiren, heyecana sürükleyen, sìkìntìya sokan veya
yüreklendiren birçey için dogru kelimeyi bulamadìgìmìzda konuçur. Bu yüzden zihnimizdeki çeyi dile getirmeksizin bìrakìr ve onu hakkìyla
düçünmeksizin dilin kendisinin içinde temel varlìgìyla bizi belli belirsiz ve geçici tarzda etkiledigi anlara mâruz kalìrìz.

Fakat mesele çimdiye kadar hiç konuçulmamìç olan birçeyi dile getirmek oldugunda, herçey dilin uygun kelimeyi verip vermemesine ya da uygun
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
1 -~ 12 19.11.2008 19:23
kelimeye sahip bulunup bulunmamasìna baglìdìr. Sairin karçìlaçtìgì durum böyle bir durumdur. Gerçekten de, çair dille maruz kaldìgì tecrübeyi dile
getirmek kendi tarzìnda, yani poetik olarak zaruretiyle karçì karçìya kaldìgì bir noktaya ulaçabilir.

Stefan Georgeun son, yalìn ve hemen hemen çarkìyì andìran çiirlerinden birinin baçlìgì KeIime/Söz dür. Ìlk yayìnlanìç tarihi l919dur.
Daha sonra Das Neue Reich adlì bir kolleksiyonda yeralmìçtìr. Siir yedi kìtadan olu çur. Ìlk üç kìta son üç kìtadan açìk çekilde ayrìlìr ve bir bütün
olarak bu iki üçlü tekrar yedinci kìtadan, yani son kìtadan ayrìlìr. [...]

Daha önce dile getirdigimiz çeyi müteakip çiirin son mìsraì üzerinde yogunlaçmaya sürükleniyoruz: KeIimenin kayboIdugu yerde hiçbir çey
varoIamayabiIir (Where the word breaks off no thing may be.).

Bu mìsra dilin sözüne kapì aralìyor, dilin bizatihi kendisini dile getirmesini temsil ediyor ve söz Ie/keIimeyle çey (thing) arasìndaki iliçki
konusunda birçey söylüyor. Son mìsranìn içerigi çöyle bir önermeye dönüçtürülebilir: Sözün bittigi yerde hiçbir çey varoIamaz. Birçeyin
tükendigi yerde bir yarìk, bir eksilme gerçekleçir. Eksilme uzaklaçmak, bir yokluga sebep olmak demektir. Tükenmek yokolmak demektir.
Sözün/kelimenin; belirli birçeye adìnì veren kelimenin bulunmadìgì yerde hiçbir çey varolamaz.

s Adìnì vermek/adlandìrmak ne anlama gelir?
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 04.05.2005 Saat 18:07 | Kayitli IP
Söyle bir cevap verebilirdik: adlandìrmak birçeyi bir adla mücehhez kìlmak demektir. Fakat ad nedir? Birçeye sözlü ve yazìlì bir gösterge/içaret,
bir çifre saglayan lakap.

Bu durumda gösterge nedir? Bir içaret mi? Bir sembol mü? Bir niçan mì? Veya bir ipucu mu? Ya da bütün bunlar dìçìnda birçey mi? Göstergeleri
anlamakta ve kullanmakta çok çapçal ve mekanik hale geldik.

Ad/isim gösterge mi kelime mi? Herçey gösterge ve isim kelimelerinin söyledigi çeyi nasìl düçündügümüze baglìdìr.
.......................
Kelimenin/Sözün kayboldugu yerde hiçbir çey varolamayabilir.Bunu çu çekilde ifade etme cüreti gösterebiliriz: Sözün oImadìgì yerde hiçbir çey
varoIamaz. Çey (thing) burada, geleneksel geniç anlamìyla, bir biçimde varolan herhangi birçey anlamìnda anlaçìlìyor. Bu anlamda, tanrì
bile birçeydir. Yalnìzca çeyi temsil eden kelimenin varoldugu yerde çey bir
çeydir. Yalnìzca bu sebeple o vardìr. Dolayìsìyla biz çuna vurgu yapabiliriz: sözün, yani adìn bulunmadìgì yerde hiçbir çey yoktur. Çey e
yaInìzca söz varIìk verir. s Ancak sìrf söz bunu birçeye varlìk kazandìrmayì nasìl gerçekleçtirebilmektedir? Dogru durum apaçìktìr ki,
bunun tersidir.
.....................
Eger sorularì dile yöneltirsek; dilin dogasì ve varlìgì hakkìnda sorular sorarsak, o zaman açìktìr ki dilin kendisinin bize önceden bahçedilmiç olmasì
gerektigi apaçìk hale gelir. Aynì çekilde, eger dilin varlìgìnì sorgulamak istiyorsak, bu durumda, doga veya varlìk diye adlandìrìlan çey bize
önceden verilmiç olmalìdìr. SorguIama ve araçtìrma, burada ve baçka her yerde,sorguIayarak yakIaçtìkIarì ve izIedikIeri çey her ne oIursa
oIsun onun önceden bahçediImiç oImasìnì gerektirir. Her soru yöneltme sorgulanan çeyin kendisinin bahçedilmiçligi dahilinde gerçekleçir.

Sorunu yeterince düçündügümüzde keçfettigimiz çey nedir? Bu keçfettigimiz çey, otantik düçünme tutumunun bir sorular sorma olmadìgì
aksine,bahçedilmiç olanì, sorgulanmasì gereken çeyin sözünü/vaadini dinlemek oldugudur. Fakat düçünmemizin tarihinde sorular sormak, saglam
nedenler gösterilmeksizin, erken dönemlerden beri karakteristik düçünme prosedürü olarak görülmüçtür. Düçünme çok daha radikaI bir duruç
aIdìgì, radix e, yani varoIan herçeyin köküne indigi oranda çok daha düçünce doIudur. Düçünmenin arayìçì, daima iIk ve nihai
temeIIer arayìçìdìr. Neden? Çünkü, birçeyin birçey olmasì, oldugu çey olmasì, yani varlìgìn daimi mevcudiyeti/varlìgì eskiden beri temel ve
dayanak olarak düçünülmüçtür.

Bütün doga bir temel karaktere sahip oldugu için, onun aranìçì, temelin ya da dayanagìn temellendirilmesi ve inçasìdìr. Bu tarzda tanìmlanan doga
istikametinde düçünen bir düçünme temelde bir sorgulamadìr. Bir süre önce verdigim Teknoloji Soruçturmasì adlì dersimin sonunda çunu
söylemiçtim: SorguIama düçünmenin tapìnìçìdìr/ibadetidir. Tapìnìç burada çu eski anlama geliyor: teslimiyet/adanìç veya itaat/boyun
egme ve bu durumda düçünmenin hakkìnda konuçtugu çeye boyun egmesi. Düçünmenin heyecan verici tecrübeIerinden biri, henüz uIaçtìgì
yeni iç seziçIeri tam anIamìyIa kavrayamadìgì, onIarì tam oIarak anIayamadìgì zamanIarda geçirdigi tecrübedir. Bu tecrübe keza,
düçünmenin sorgulamanìn tapìnìçì oldugunu söyleyen ve yukarìda dile getirilen cümle için de geçerlidir. Bu cümleyle biten ders zaten önceden,
düçünmenin dogru duruçunun sorgulanamamasìnì, ancak sorgulamamìzì ihsan eden çeyi dinlemesini ve her sorgulamanìn yalnìzca temel varlìk
arayìçmì izlemesi dolayìsìyla sorgulama olmasìnì gerektiren idrak ortamì içinde bir dersti.

Dolayìsìyla, bu derslerin adì, onu bir soru içaretiyle birlikte dile getirdigimizde bile, bu suretle tek baçìna bir düçünme tecrübesinin baçlìgì olamaz.
Fakat orada, düçünmenin hakiki duruçu ile ilgili az önce tekrar ettigimiz çeye göre tamamlanmayì bekleyen birçey var. Dogasìyla ilgili olarak dili
nasìl sorgulamamìz gerektiginin hiçbir önemi bulunmaksìzìn, herçeyden önce, dilin kendisini bize bahçetmesi elzemdir. Eger o bunu yaparsa, dilin
dogasì onun temel varlìgìnìn ihsanìna/lütfuna dönüçür, baçka bir söyleyiçle, diIin varIìgì varIìgìn diIine dönüçür.

Baçlìgìmìz olan Dilin Dogasì, bu durumda baçlìk olarak rolünü bile yitirir. Onun söyledigi çey, bir düçünme tecrübesinin yankìsì, bizden
önceye yerleçtirmeye çalìçtìgìmìz çeyin, yani dilin varlìgìnìn ve varlìgìn dilinin mümkünlügü.

Bu ifadenin eger o oldugu çey ise yalnìzca suni ve bu yüzden kìsìr bir tersine çevirmeyi temsil etmedigi olayda, bizim dogru zamanda hem dil
hem de doga kelimelerini birbirlerinin yerine ikame edebilme imkanìmìz dogabilir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 06.05.2005 Saat 10:22 | Kayitli IP
Bu durumda bize söylenen çeyin tamamì dilin varlìgì: varlìgìn dili bir soruya cevap olmak çöyle dursun, bir baçlìk bile degildir. O, yolumuz üzerinde
bize kìlavuzluk edecek yolgösterici bir sözdür. Bu düçünme yolumuz üzerinde baçlangìçta içittigimiz sözle poetik tecrübede yoldaçìmìz olacaktìr.
Bu düçünme yohi üzerinde, baçlangìçta içitilen sözle yaçadìgìmìz poetik tecrübe, yoldaçìmìz olacaktìr. (...)
Amacìmìz tecrübe etmek, yolda olmak oldugundan, birinci dersten üçüncü derse uzanan bu derste, düçüncemize yol verelim. Fakat
burada çogunuz öncelikle bilimsel düçünmeye angaje oldugunuz için, giriç niteliginde bir ikazda bulunmak yerinde olacaktìr. Bilimler,
bilgiye uzanan yolu yöntem terimiyle anlar. Özellikle de günümüzün modern bilimsel düçüncesinde yöntem bilimlere hizmet eden
bir araç degildir; tersine o bilimleri kendisine hizmet etmeleri için baskì altìna almìçtìr. Nietzsche bu durumu bütün imalatìyla farkeden
ve müteakiben onu notlarìnda dile getiren düçünürlerin ilkiydi. Bu notlar yazìlarìnda, +The WiII to Power (Güç/iktidar Tutkusu)ìn
466 ve 469 numaralì paragraflar olarak yeralmìçtìr.
Ìlk not çöyledir:
Nietzsche Yazdi:
Ondokuzuncu yüzyilin ayirt edici vasfi, bilimin yöntem üzerindeki zaferi degildir; tam tersine yöntemin bilim üzerindeki zaferidir
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
2 -~ 12 19.11.2008 19:23
Diger not çu cümleyle baçlar:
Nietzsche Yazdi:
En degerli kavrayiçlara herçeyin sonunda ulaçilir; fakat en degerli kavrayiçlar yöntemlerdir
Keza Nietzschenin bizzat kendisi de yöntemin bilimle iliçkisiyle ilgili bu kavrayìça, herçeyin sonunda ulaçmìçtìr yani, Turindeki saglìklì
hayatìnìn son yìlìnda, 1888de.
Bilimlerde tasarlanan tema, yöntem akla getirdigi tema olarak kalmaz yalnìzca, o aynì zamanda yöntem içine yerleçtirilir, yöntemin çerçevesi içinde
kalìr ve yönteme tabi tutulur. Bilimlerin günümüzde ulaçtìgì açìrì hìz, bütün potansiyel güçleriyle birlikte yöntemin hìz-artìrìcì dürtüsünden; giderek
teknolojinin insafìna bìrakìlan hìz artìrìcì dürtüsünden dogar. Yöntem bilginin bütün zorlayìcì gücünü elinde tutar. Tema yöntemin parçasìdìr.
Fakat düçünmede durum bilimsel temsil durumundan farklìdìr. Düçünmede ne yöntem vardìr ne de tema; aksine, düçünmenin düçünmek üzere
adandìgì çeye aIanìnì ve özgür nüfuzunu sagIadìgì için, nüfuz aIanì deniIen aIan vardìr. Düçünme bu ülkede ikamet eder, bu ülkenin
yollarìnda yürür. Burada yol, sözkonusu ülkenin bir parçasìdìr ve bu ülkeye aittir.
Bilimler açìsìndan düçünüldügünde, bu durumu görmek yalnìzca zor degil, imkansìzdìr da..(....)
Biz tekrar tekrar dil hakkìnda konuçuruz. Hakkìnda konuçtugumuz çey, yani diI daima, bizden önce vardìr. Konuçmamìz sürekli olarak dili izler
yalnìzca. Bu yüzden sürekIi, hakkìnda konuçmak için iIkin maruz kaIarak içseIIeçtirmemiz gereken çeyin arkasìnda kaImaya mahkumuz.
Dolayìsìyla, dil hakkìnda konuçtugumuzda, hep eksik kalan bir konuçma içinde sarmaç dolaç durdugumuz bir dili konuçuruz. Bu sarmaçdolaçlìk bizi
kendi kendilerini düçünmemiz için bilinir hale getirmesi gereken sorunlardan yoksun bìrakìr. Fakat bu sarmaçdolaçlìk düçünmemizin hiçbir
zaman rahatça kavrayamayacagì bu sarmaçdolaçlìk düçünce tarìmìn belirli özelliklerinin farkìna vardìgìmìz, yani, kendimizi düçünmemizin
ikamet ettigi ülkede inceledigimiz ölçüde çözülür. Bu ülke, çiirin semtine açìk heryerdir.
Düzenleyen Anlamak 25.03.2006 Saat 16:24
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 08.05.2005 Saat 16:41 | Kayitli IP

Düçünmenin konusuna yöneltilmiç her soru, onun dogasìyla ilgili her sorgulama daha önceden, sorgulanmasì gereken çeyin lütfuyla
(grant) dogar. Bu yüzden çimdi gerekli olan düçünmenin dogru duruçu sorular yöneltmek degil, bu armaganì dinlemektir. Ancak, bu tür
bir dinleme mukabelede bulunan sözün dinlenmesi oldugu için, bizim düçünmememiz gereken çeyin lütfunu dinlememiz daima cevabì
bulmak amacìyla sorgulama halinde geliçir. Düçünmeyi dinleme olarak karakterizasyonumuz tuhaf görünüyor; üstelik, mevcut
ihtiyaçlarìmìz bakìmìndan yeterince açìk da degil. Ancak, bu, dinlemenin özelligini oluçturan çeydir: o kesinligini ve açìklìgìnì armaganìn
ona verdigi delillerden alìr. Fakat birçey çu anda bile açìktìr; çimdi kafamìzda bulunan dinleme, dilin dogasìnìn baglantìlì oldugu
Söyleme
(Saying) olarak lütfedilene yönelir. Eger dille birlikte düçünme tecrübesine nüfuz etmeyi baçarabilirsek, düçünmenin lütfedileni dinleme
olmasìnìn anlamìnì da açìklayabiliriz.

Simdi teçebbüsümüzün amacì, dille tecrübeyi düçünmeye hazìrlanmaktìr. Fakat düçünmek baçka herçeyden önce dinIemek;
soruIar yöneItmek degiI, bize birçey söyIenmesine izin vermek oIdugundan, düçünme tecrübesi bahis konusu oIdugunda yine
soru içaretiyIe düçünmeye baçIarìz ve biz yine de artìk koIayca baçIìgìn iIk formuna geri dönemeyiz. Eger dilin dogasì içinde
düçünmek zorundaysak, dil ilkin kendisini bize sunmuç olmalìdìr veya önceden bunu böyle yapmìç olmalìdìr. Dil kendi tarzìnda bize
kendisini-dogasìnì açìyor olmalìdìr. Dil bu kendisini açma olarak varlìgìnì sürdürür. Elbette onu sürekli içitiriz, fakat ona düçünce
veremeyiz. Eger onu her yerde içitmeseydik, dilin tek bir kelimesini dahi kullanamazdìk. Dil, bu sunuç olarak aktiftir. Dilin aslî dogasì,
kendisini bizim için konuçulan çey olarak, dogasìnìn dili olarak bilinir hale getirir. Fakat bu aslî bilgiyi, onu okumak bir yana
içitemeyiz de. O çöyle içler; diIin varIìgì varIìgìn diIi.

Az önce söylemiç bulundugumuz çey bir yükleme/empoze etmedir. Yalnìzca bir tez olsaydì, dogrulugunu veya yanlìçlìgìnì ispatlamaya
baçlayabilirdik. Bu, empoze etmeye devam etmekten veya ona ayak uydurmaktan çok daha kolay olurdu. Ancak bu empoze etme bir
baçka kaynaktan dogar. Baçlìgìn dönüçümü baçlìgì görünmez kìlacak türde bir dönüçümdür. Demek ki yapìlacak çey, farklì baçlìk
altìnda dil üzerine bir tez degildir. Yapìlacak çey, bizim için hazìr oluçu dahilinde dille birlikte düçünme tecrübesinin imkanlarìnì taçìyan
ülkeye ilk adìmìmìzì atma giriçimidir. Bu üIkede düçünmenin sìnìrì çiirinkiyIe buIuçur. Siir tecrübesini kelimeyle/sözle birlikte içitiriz.
O, çiirin son mìsraìnìn dilinde yogunlaçmìçtìr.

Sonunda teslim ediyor ve üzülerek görüyorum
Kelimenin olmadìgì yerde hiçbirçey varolamaz.
............
Yukari dön

MG.Ozgec
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
07.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1114
Gönderen: 08.05.2005 Saat 17:51 | Kayitli IP
Anlamak Yazdi:

.....Elbette onu sürekli içitiriz, fakat ona düçünce veremeyiz. Eger onu her yerde içitmeseydik, dilin tek bir kelimesini dahi
kullanamazdìk......


".... ve dil söylemek için degil, içitmek içindir. Her çey kulakta oldu bitti. Rimbaud, yildizlarin hafiften fru-fru ettiklerini
duymuçtu: Öyle ise ne dediklerini de anlamiçtir." M.Cevdet Anday/Güneçte/Sözler ve Ìçler

Sonunda teslim ediyor ve üzülerek görüyorum
Kelimenin olmadìgì yerde hiçbirçey varolamaz.
.
Ìçte, sorun da bu: "Dil dogadan çikmamiçtir, çünkü en ari kültürdür. Böyle olmasindan ötürü içeriginden kolayca soyutlanabilir.
Hiçbir sözcük, simgeledigi nesneden bir çeyler taçimaz kendinde. Nesnelerle sözcükler birbirlerinden kesinlikle ayrilmiçlardir,
böyle oldugu için de yanyana yaçamak zorundadirlar. .../...Kavramlar hiçbir içe yaramaz, çünkü gerçek degildirler. Ama
anlam dünyasinin tersi ve yüzü vardir. Tersi ve yüzü attiniz mi, ortada bir çey kalmaz. Duyu verilerini araya kariçtirmiyorum,
çünkü dilin sinirlari orada durur. Tözün alani baçlar. Oysa dil yok edilmeden töze varilamaz." M.Cevdet Anday/Güneçte
/Sözler ve Ìçler
...........
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
3 -~ 12 19.11.2008 19:23
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.05.2005 Saat 10:39 | Kayitli IP
[Stefan Georgeun 1928de yayìnlanan Das Neue Reich adlì çiir kitabìnìn, çev] Bu son kìsmì Sarkì adìnì taçìyor. Sarkì
söylenir, ortaya çìktìktan sonra degil, tersine, çarkì söylenirken çarkì olmaya baçlar. Sarkìnìn çairi çarkìcì, çiiri çarkìdìr. Eskileri örnek
alarak Hölderlin çiiri çarkì diye adlandìrmaktan hoçlanìr.
............
Düçünmenin burada yapabilecegi çey, dilin varlìgìnìn varlìgìn dili olarak konuçtugu bahçedilen söylemeyi (saying) içitip içitmedigine ve
ne tarzda içittigine baglìdìr. Bununla birlikte, dille birlikte düçünme tecrübesi için hazìrlanma giriçimimizin çiirin mekanìnì aramak olmasì
yalnìzca kestirme bir yol degildir; çünkü bu giriçini çiirin ve düçünmenin bir mekanda ikamet ettikleri varsayìmìna dayanìr. Bu varsayìm
muhtemelen çimdiye kadar yalnìzca belirsiz bir biçimde içittigimiz çu yüklemeye dayanmaktadìr: diIin varIìgì varIìgìn diIi.

Bir dille düçünme tecrübesini yaçama ihtimalinin örtüsünü kaldìrmak için çiirin ve düçünmenin ikamet etikleri mekânì araçtìralìm. Ìlgi
çekici bir baçlangìç herbirisiyle ilgili çok az tecrübeye sahibiz. Ve yine de herikisini de biliyoruz. Siir ve Felsefe baçlìgì altìnda çiir ve
düçünme hakkìnda bizim için bilinen pek çok çey var. Üstelik, çiir ve düçünmenin mekânì istikametinde körü körüne yolumuzu arìyor da
degiliz: bir çiir olan Söz önceden
kulaklarìmìzda yankìlanìyor ve böylece gözlerimizi dille poetik tecrübeye açìyoruz. (..)

Sözün/kelimenin bittigi yerde hiçbirçey varolamaz. Burada adlandìrìlan çeyin nesne (thing) ile kelime/söz arasìndaki iliçki ve bunun
yanìsìra dilin bir çey olarak çeyle iliçkisini dikkate aldìgìmìz ölçüde, çiiri düçenmenin mekanìna yerleçtirdik. Ancak düçünme bunda
hiçbir tuhaflìk görmez. Aslìnda, nesne ile kelime arasìndaki iliçki Batì düçünüçünün seslendirdigi ve dile getirdigi ilk sorunlar arasìndadìr
ve bunu varlìkla söyleme (saying) arasìndaki iliçki formunda böyle yapmìçtìr. Bu iIiçki kendisini tek bir sözIe diIe getirecek öIçüde
güçIü bir biçimde düçünmeyi hakimiyeti aItìna aIìr. Bu söz/keIime Iogos tur. O eçzamanlì olarak hem Varlìk adìna hem de
Söyleme (Saying) adìna konuçur. (...)

Siir söz elementi içinde hareket eder, düçünme de öyle. Siir üzerine düçündügümüzde kendimizi aynì anda düçünmenin de içinde
devindigi bu aynì element içinde buluruz. Burada çiirin gerçekten bir tür düçünme veya gerçekten düçünmenin bir tür çiir olup
olmadìgìna kolayca karar veremeyiz. Onlarìn gerçek iliçkilerini belirleyen çey bizim için karanlìkta kalìr ve biz gerçegin gerçekte
nereden kaynaklandìgìnì kavrayamayìz.

Daha fazlasì da sözkonusudur: çiir ve düçünme yalnìzca söyleme (saying) unsurunda devinmekle kalmazlar, aynì zamanda kendi
söyleyiçlerini (saying) dille çok yönlü tecrübelere; biraraya getirmek bir yana pek farkìna varamadìgìmìz tecrübelere borçludurlar.
Onlarìn farkìna vardìgìmìz ve onlarì biraraya getirdigimiz yerde bunu çu andaki düçünmelerimizi çok daha yakìndan ilgilendiren yeterli
dikkati göstermeksizin yaparìz; yani, düçünmenin ve çiirin aynì mekanì paylaçmasìnì dikate almaksìzìn. Muhtemelen, bu ortak mekân
herçeye ragmen bir sonuç degildir ve yalnìzca çiirin ve düçünmenin bir yüzyüze iliçkiye sürüklenmesiyle oluçur; çünkü, onlar
birbirieriyle hiç yüzyüze gelmeye baçlamadan önce bile birbirlerine aittirler. SöyIeme (saying) hem çiir hem de düçünme için aynì
eIementtir; fakat her ikisi de bu element, suyun balìk için veya havanìn kuç için element olma tarzìndan farklì bir tarzda element
olarak durur bizi elementten sözetmeyi bìrakmaya zorlayacak çekilde, çünkü, Söyleme (Saying) yalnìzca çiiri ve düçünmeyi
taçìmaktan, onlarì çaprazlamasìna geçtikleri bölgede tutmaktan daha fazlasìnì yapar.

Bütün bunlar rahatça söylendi, yani söze döküldü elbette, fakat özellikle de biz modernlerin bunlarì tecrübe etmesi zordur. Siirin ve
düçünmenin ikamet ettikleri yer adì altìnda hakkìnda düçünmeye çalìçtìgìmìz çey, yalnìzca kavramsal iliçkilerin envanterinden büyük
ölçüde farklìdìr. Bahis konusu mekan bu yeryüzünde durdugumuz ve ziyaret ettigimiz heryerdir. Fakat modern düçünüç, çok büyük
öIçüde ve münhasìran hasapIamaya dönüçtügünden mevcut bütün enerjisini ve iIgiIerini, insanìn kendisini dünyasìz
kozmik uzayda nasìI kurumIaçtìrabiIeceginin hesapIanmasì üzerinde yogunIaçtìrìr. Bu düçünme tipi, yeryüzünün yeryüzü oIarak
terki demektir. HesapIama oIarak o, mümkün en yüksek hìzIa ve sapIantìyIa kozmik uzayìn istiIasìna yöneIir. Bu düçünme
tipinin bizatihi kendisi herçeyi hiçIige fìrIatabiIecek bir güç patIamasìdìr.

Sonunda tesIim ediyor ve üzüIerek görüyorum
Sözün bittigi yerde hiçbirçey varoIamaz
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.05.2005 Saat 10:10 | Kayitli IP
Bir kere daha son mìsrayì önerme, hatta teorem çeklini alabilecek tarzda degiçtiriyoruz. Kelimenin/sözün olmadìgì yerde hiçbirçey
varolamaz.

........
Eski Ìskandinav destanìyla baglantìsì kuruldugunda, söylemek göstermek demektir: görünür kìlmak, özgürleçtirmek, baçka bir
söyleyiçle, Dünya diye adlandìrdìgìmìz çeyi, onu açìga çìkararak ve gizleyerek sunmak ve vermektir. Dünyanìn bu açìga çìkarìcì ve
gizleyici sunumu, Söylemenin (Saying) asìl varlìgìdìr. Siir ve düçünmenin komçulugu içinde yol üzerindeki kìlavuz-söz, bu komçulugu
belirledigimiz yakìnlìga ulaçmak için izleyebilecegimiz bir içaret taçìr.

Kìlavuz-söz çunu söyler:

DiIin varIìgì:
VarIìgìn diIi.

Bu kìlavuz-söz lingüistik doganìn asil med-cezirlerini taçìr. Biz çimdi, onu daha açìk çekilde içitme, bizi, onu çimdiden bize ulaçan ve
temas eden menziline götüren yolun daha iyi içaret edicisi haline getirmeliyiz.

DiIin varIìgì: varIìgìn diIi.

Satìrdaki ilk ifade olan dilin varlìgì ifadesinde dil varlìgì belirlenecek olan öznedir. Birçeyin to ti estin i, yani neligi olan çey
Platondan beri, genellikle doga veya öz (essentia)ü; bir çeyin özü diye adlandìrìlan çeyi içerir. Böyle anlaçìldìgìnda öz daha
sonralarì kavram, yani fikir (idea) veya zihinsel temsil diye adlandìrdìgìmìz çeyle sìnìrlìdìr ve biz onun
vasìtasìyla kendi kendimize amaçlayarak bir çeyin ne oldugunu kavrarìz.

Bu demektir ki, daha esnek tarzda anlaçìldìgìnda, satìrìn ilk kìsmi çunu söyler:biz dilin ne oldugunu, satìrìn, deyim yerindeyse, önümüze
açtìgì çeye girdigimiz sürece kavrarìz. Ve bu önümüze açìlan çey, varlìgìn dilidir. Bu ifadedeki varIìk, yani öz diIe sahip öznenin
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
4 -~ 12 19.11.2008 19:23
roIünü varsayar.

Ancak varlìk kavramì çimdi artìk birçeyin ne oldugunu dile getirmez. Biz varlìgì mevcut varlìk ve olmayan varlìk
ifadelerindeki gibi, bir fiil olarak içitiriz. Olmak, devam etmek, bâkî kalmak demektir. O oluç halindedir kendi mevcudiyetiyle
devam ediyor demektir ve bizi iIgiIendiren ve bize temas eden çey ondaki devam edegeIiçtir. Böyle anlaçìldìgìnda bu tür
varlìk bütün çeyler içinde süregelen ve bizi ilgilendiren çeyi adlandìrìr;çünkü, o hareket eder ve bütün çeyler için yolu açar. Bu
yüzden, kìlavuz sözdeki ikinci ifade durumundaki varIìgìn diIi dilin bu süregelen varlìga ait oldugunu söyler bu onun en
ayìrtedici özelligi oldugu için bütün nesneleri devindiren çeye aittir. Bütün nesneleri devindiren çey, o konuçtugunda devinir. Fakat,
asìI/temeI varIìgì tam oIarak nasìI düçünecegimiz çok müphem, onun nasìI konuçtugu bütünüyIe müphem, doIayìsìyIa
konuçmanìn diIe getirdigi çey büsbütün müphem kaIìr. Bu, dilin dogasì üzerine düçünmemizin dügüm noktasìdìr. Fakat bu
refleksiyon belirli bir yol boyunca çiir ve düçünmenin hemhudutlugu dahilinde bir yol boyunca zaten belirli bir yola girmiç
durumdadìr. Kìlavuz söz bize bu yolda içaret/ipucu verir,cevap degil.

Ancak bu içaretin içaret ettigi yer neresidir? O yalnìzca, çiir ve düçünmenin mekanìnì, bir mekan olarak belirleyen çeye içaret eder.
Hemhudut olma, yani yakìnlìlìkta ikamet etme, kendi belirlenimini bu yakìnlìktan alìr. Bununla birlikte, çiir ve düçünme söyleme modlarì;
gerçekten de üstün söyleme modlarìdìr. Eger bu iki söyleme, yakìnlìklarì dolayìsìyla hemhudut iseler, bu durumda, yakìnlìgìn kendisi,
Söyleme (Saying) tarzìnda deyiniyor olmalìdìr. O halde yakìnlìk ve Söyleme (Saying) Aynì çeydir. Bunu düçünme talebi yine de bariz
bir yükleme/empoze etmedir. Onun barizligi en aza indirilemez.
Yukari dön

Tutku
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
21.04.2004
Yer: Cyprus
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 4
Gönderen: 10.05.2005 Saat 23:44 | Kayitli IP
konuçtugunuz dille girdiginiz iliçki ne tür bir iliçkidir? sorusu aslinda ne kadar karmaçìk görünürse o kadar da net bir
cevabì olabilecegi inancìndayìm. Su çekilde açìklamaya çalìçayìm. Dil, veya söylem, içinde yaçamakta oldugumuz
sistemi yani iktidar iliçkilerini meçrulaçtìran bir güç gibidir. Kullanmìç oldugumuz ve ayrìca bir parçasì da oldugumuz
dil, kiçiliklerimiz, rollerimiz, sosyal statülerimiz hatta kimliklerimiz ki buna cinsiyet kimligi ve milli kimlik dahildir; bizi
yapìlandìrma ve yeniden çekillendirme gücüne sahiptir. Bu dogumdan ölüme kadar uzanan zaman zarfìnda öyle bir
dagìlmìç ki çogu zaman onun piyonlarì gibi hareket etmekteyiz. Bu dogrultuda da diyebiliriz ki yaçam boyu girilen
iliçkilerde söylem ve dilin bizi konumlandìrmasì kaçìnìlmaz bir olgudur.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 12.05.2005 Saat 10:00 | Kayitli IP

Eger dili dolaysìzca mevcut bulunan birçey anlamìnda mevcut bir çey olarak kabul edersek, onunla konuçma edimi, konuçma
organlarìnìn, agzìn,dudaklarìn ve dilin eylemde bulunmasì olarak yüzyüze geliriz. Dil kendisini, insanda vukubulan bir fenomen olarak
konuçmada gizler. Dilin uzun zamandan beri bu terimlerle tecrübe edilmiç, algìlanmìç ve tanìmlanmìç olmasìnì, Batì dillerinin kendi
kendilerine verdikleri çu adlar açìkça isbatlar: glossa, lingua,langue, language. Dil (language) dil (tongue)dir.

Resullerin Ìçlerinin Pantecostun mucizelerini anlatan ikinci babìnìn üçüncü ve dürdüncü ayetlerinde çunu söyler:
Ve orada onlara ateçten kopup gelmiç gibi görünen diller herbirine dagìtìldì ve herbiri üzerinde çakìlìp kaldì. Ve onlar...
baçka dilleri konuçmaya baçladìlar.

Fakat onlarìn konuçmasì yalnìzca bir dil yetenegine sahip olduklarì anlamìna degil, kutsal ruhla, pneuma hagionla dolu varlìklar
olduklarì anlamìna da gelir. Hatta, burada atìfta bulunulan kutsal kitaba ait dil fikrini bile, dilin AristoteIes in standart formülasyonunu
verdigi Grek tasviri önceden haber vermektedir. Logos, yani ifade, konuçmanìn fonetik fenomonenine göre anlaçìlabilir.

Sonralarì peri hermeneias, De Ìnterpretati one,On Ìnterpretation adlarìyla anìlmìç bulunan bir denemenin baçlangìcìnda Aristoteles
çunu söyler:

Çimdi, vokal sesler oluçurken (gerçekleçen) çey, tutkularin yolundaki ruhta olan çeyin sergileniçidir ve yazili olan çey vokal seslerin
sergileniçidir. Ve tipki yazinin herkes (insanlar) arasinda ayni yazi olmamasi gibi, vokal sesler de ayni sesler degildir. Diger taraftan,
bunlarin (seslerin ve yazilarin) ilk etapta sergileniçlerini gerçekleçtirdikleri, bütün insanlar için ayni ruh tutkularidir ve bunlarin
(tutkularin) birbirine benzer temsilleri verme sorunu da aynidir.

Aristotelesin bu satìrlarì, dilin vokal sesler olarak bir parçasì oldugu yapìyì görme imkânì verir: harfIer sesIerin göstergeIeri, sesIer
zihin tecrübeIerinin göstergeIeri ve sesIer ve harfIer çeyIerin göstergeIeridir.
...........
Dili vokal sesler anlamìnda temsil eden çey konuçmadìr. Fakat bu fikir, dilin dogasì dahilinde ve herhangi bir zamandaki herhangi bir dil
için gösterilebilir bir durumu göstermiyor mu?

Elbette. Hiç kimsenin, fiziksel sesler olarak, dilin sìrf duyulara hitabeden yanì olarak vokal sesleri, söylenen çeyin, ruhun varlìgì ve dilin
ruhu sayìlan çeyin anlamì ve duyu-içerigi diye adlandìrìlan çey lehinde küçümsemeyi düçündügümüzü varsaymasìna izin vermeyelim.
Daha önce belirlenen dilin yapìsìna bakma tarzlarìyla, dilin fiziksel unsurunun, yani onun vokal ve yazìlì karakterinin yeterli ölçüde
tecrübe edilip edilmedigini, sesi münhasìran fizyolojik terimlerle anlaçìlan bedenle birleçtirip birleçtiremeyecegimizi ve onu metafiziksel
olarak anlaçìlan duyularìn sìnìrlarì içine yerleçtirip yerleçtiremeyecegimizi düçünmemiz çok daha önemlidir.Vokalizasyon ve sesler hiç
kuçkusuz seslerin üretimi olarak fizyolojik olarak açìklanabilir.

Fakat, seslerin ve konuçmanìn tonlarìnìn gerçek yapìsìnìn bu çekilde tecrübe edilip edilemeyecegi, gözlemlenip gözlemlenemeyecegi
sorusu yine de cevapsìz kalìr. Biz bunun yerine dildeki melodi ve ritme ve dolayìsìyla çarkì ile konuçma arasìndaki akrabalìga atìfta
bulunduk. Ancak ve ancak melodiyi ve ritmi aynì zamanda fizyoloji ve fizik perspektifinden, yani en geniç anlamìyla teknolojik ve
hesaplayìcì bir biçimde de anlamak tehlikeli degilse, herçey iyi ve yolunda olabilir. Hiç çüphesiz, bu yolla dogru olan birçok çey
ögrenilebilir, fakat, muhtemeldir ki aslî olan çey asla bu yolla ögrenilemez. Bu aslî çey, dilin ses çìkarma, içitilir biçimde titreçme ve
çìnlama, durma ve salìnma özelligi oldugu kadar diIin konuçuIan sözIerinin anIamì taçìma özeIIigidir de.

Fakat bizim bu özelligi tecrübe etmemiz yine de açìrì ölçüde zordur; çünkü metafizik-teknolojik açìklama, yoldaki heryeri tutmuçtur ve
sorunu uygun çekilde ele almamìzì engeller. Biz Almanlarìn ülkemizin farklì kìsìmlarìndaki farklì konuçma tarzlarì, farklì agìzlar
(Mundarten) kullanmamìz basit olgusu bile pek üzerinde durulmayan birçeydir. Bu farklìlìklar ne sadece ne de öncelikle konuçma
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
5 -~ 12 19.11.2008 19:23
organlarìnìn farklì hareket tarzlarìnì dogurmakla kalmazlar. Yeryüzü anlamìna gelen manzara bu farklì tarzlarda her seferinde farklì
çekilde konuçur. Fakat agìz bir organizma oIarak anIaçìIan bedenin bir organì degiIdir sadece agìz ve beden, biz öIümIüIerin
içinde serpiIdigi yeryüzünün akìçìnìn ve geIiçiminin parçasìdìr ve biz köklerimizin saglamlìgìnì buradan alìrìz.Eger yeryüzünü (the
earth) kaybedersek, köklerimizi de kaybederiz.

........
Dil, agzìn çiçegidir. Yeryüzü gökyüzü çiçegine dogru dilde açar.
.........
Kelimeler/sözler çiçekler gibidir; bu bir vizyonda kìrìlma degil, tersine, daha geniç bir görüçün uyanìçìdìr; burada hiçbirçey
ileri sürülmez; tersine kelime varlìgìnìn kaynagìnìn muhafazasìna geri verilir......
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 21.03.2007 Saat 11:39 | Kayitli IP
Heidegger in Dil Felsefesi: Dil ve Dilin Özü

Nazile Kalayci-Yeditepede Felsefe 3.Sayi- Yeditepe Üniversitesi Yayinlari

I- Heidegger in Dil Felsefesi ndeki Yeri
Dil felsefesi, dilin ne oldugu, dilde anlamin nasil oluçtugu, bu anlamlarin nasil iletildigi, kisaca, gerçeklik ile dil
arasindaki iliçkinin nasil kuruldugu sorularina yanit arar. Bu çerçeveden bakildiginda, Heideggere gelesiye dil
felsefesine baçlica dört kuramin hakim oldugu söylenebilir.

Ílki, göndergeci anlam kuramidir. Dildeki anlam birimlerinin dünyadaki çeylere karçilik geldigini savlayan bu
kuramin baçlica temsilcileri Wittgenstein (1) ile Carnaptir.

Íkincisi, 17. ve 18. yy. filozoflarinin (2) temsil ettigi, anlamlarin insanlarin zihinlerindeki tasarimlardan,
imgelerden ya da bu tür bilinç fenomenlerinden oluçtugunu dile getiren zihinselci-tasarimci anlam
kurami dir.

Üçüncüsü, L. Bloomfield, W. Quine ve C. Morrisin temsil ettigi, dili, onu kullanan kiçilerin çevrelerindeki
uyarimlara gösterdikleri tepki olarak ele alan ve anlami da uyarilar ve tepkilerle iliçkili olarak açiklayan
davraniççi anlam kurami dir.

Dördüncüsü ise baçlica temsilcilerinin Searle, Austin ve Wittgenstein oldugu kullanimci anlam
kurami dir. Bu kuram, anlami, belli bir dil toplulugunda uylaçimla belirlenmiç birtakim kurallara göre oynanan
dil oyunu çerçevesinde temellendirmiç ve kullanimla açiklamiçtir (Aysever 1994: 47).



Dil Oyunlari: Ludwig Wittgenstein

Bu kuramlardan ilki olan göndergeci anlam kuraminin temelleri Augustinus tarafindan atilmiç, ancak kuram
Wittgensteinin Tractatus adli eserinde en yetkin ifadesine kavuçmuçtur. Ítiraflarda insanlar bir nesneyi
adlandirdiklarinda ve o nesneye adini söyleyerek yaklaçtiklarinda onlar tarafindan söylenen bu sözcügün bu
nesneyi belirtmek için
kullanildigini bellegime içliyordum. Ne istedikleri vücut hareketlerinden ve tüm insanliga özgü dogal dil olan yüz
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
6 -~ 12 19.11.2008 19:23
ifadelerinden, bakiçlarindan, ses tonlarindan, el kol ya da baç hareketlerinden belli oluyordu. Bu çekilde
sözcüklerin degiçik cümlelerde kullanildiklarini içite içite hangi nesneleri belirttiklerini kavriyor ve artik kendi
isteklerimi de o içaretlere aliçmiç olan agzimla dile getiriyordum (Augustinus 1999: 21) diyen Augustinusun
düçüncelerini temele alan Wittgensteinin amaci, kendine gelesiye felsefe sorunu diye adlandirilan sorunlarin
saçma oldugunu gösterebilmek için düçünceye, daha dogrusu düçüncelerin dile getiriliçine bir sinir çizmektir. Bu
amaç dogrultusunda ilk olarak nelerin dile getirilebilir oldugunu göstermek gerekir. Çünkü, dile getirilemez olan
düçünülemez de. Wittgensteina göre, dil dogasi geregi yalnizca gösterilebilir olani, yani bu dünyada karçiligi
olan gerçek çeyleri dile getirmeye elveriçlidir. Bu dünyada karçiligi olmayan çeyler ise ne dile getirilebilir, ne de
düçünülebilir; onlar hakkinda dile getirilen çeyler anlamsizdir. Dilin içlevi dünyayi resmetmektir; resim
gerçekligin dildeki temsilidir. Dilin dünyayi resmedebilmesi, ikisinin de ortaklaça sahip oldugu
mantiksal biçim sayesinde olur. Mantiksal biçim, bir yandan dünyanin ögelerinin, diger yandan dilin
ögelerinin düzenleniçine aracilik eder.

Wittgenstein in sözünü ettigi dünya olgularin toplamidir (Wittgenstein 1985: 15, 1.1); olgular olgu
baglamlarindan, olgu baglamlari ise nesnelerden oluçur. Dolayisiyla dünyanin tözü nesnelerdir. Ancak
resmedilebilir olan nesneler degil, olgulardir. Olgularin tasarimlari kurulur; olgularin mantiksal tasarimi,
düçüncedir (Wittgenstein 1985:27, 3). Tümceler ise düçüncelerin dildeki karçiliklaridir. Tümce bir adlar sinifini
degil, bir olguyu dile getirir. Tümcelerin olgulara karçilik gelmesi gibi, tümce içindeki adlar da olgu baglamindaki
nesnelere karçilik gelirler. Adlar yalindir. Yalin imlerin tümce-imi içindeki karçilikli biçimlenmesi, olgu
baglamindaki nesnelerin karçilikli biçimlenmesini karçilar (Wittgenstein 1985: 31, 3.21). Böylece, bir nesne bir
ad anlamina gelir; nesne adin anlamidir. Dolayisiyla kendisine karçilik olarak bir nesnenin gösterilemedigi çeyler
hakkinda dile getirilen önermeler anlamsizdir, saçmadir.

Wittgensteinin bu görüçlerinden etkilenen Carnap da dilin mantiksal bakimdan analiziyle metafizigin
açilabilecegini dile getirmiç, bu amaci dogrultusunda anlamli ve anlamsiz tümceleri birbirinden ayirmiçtir. Bir
tümcenin anlamli olabilmesi için o tümcenin dilin sözdizim kurallarina göre kurulmuç olmasi ve tümce içinde geçen
adlarin gösterilebilir olmasi, yani tümcenin deneysel olarak sinanabilir olmasi gerekir. Bu ölçüte uymayan tümceler
ise anlamsizdir. (Carnap için: http://www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=34985&
amp;PN=1 Gönderen: 14.03.2007 Saat 17:22 ilettiye bakiniz)

(1) Wittgensteinin Tractatustaki düçünceleri bu kurami desteklemektedir.
(2) Özellikle Locke ve Humeun deneyin dogasini aydinlatmak amaciyla dile getirmiç olduklari düçünceler, dili bilgi felsefesinin bir alt
konusu olarak içleyen zihinselci-tasarimci anlam kuraminin tipik ifadeleridir.
(3) Wittgensteinin Philosophische Untersuchungen (Felsefi Soruçturmalar) adli eserindeki düçünceleri bu kurami desteklemektedir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 22.03.2007 Saat 11:07 | Kayitli IP
Onyedinci ve Onsekizinci yüzyillarda dili zihinle baglantili olarak ele alan Locke ve Humeun temel amaci ise
insan bilgisinin kaynagini, kesinligini ve geniçligini göstermek; bilgiyi sani ve inançtan güvenle ayirmaktir. Bu
amaçlari dogrultusunda zihni inceleyen bu düçünürler, dili, zihnimizdekileri diçavurmanin bir araci olarak ele alirlar.
Sözcükler zihindeki idelerin simgeleridir; onlari ifade etmenin aracidir. Insan zihninde deneyden gelmeyen
hiçbir çey bulunmadigina göre, dil deneyimle elde edinilenlerin aktarilmasina aracilik etmektedir. Ínsan Anligi
Üzerine Bir Deneme de doga, insan organlarini, sözcük adini verdigimiz düzenli sesleri çikarabilecek biçimde
yapmiçtir diyen Lockea göre, insan bu düzenli sesleri kendi içsel kavramlarinin ve zihnindeki idelerin imleri
olarak kullanmaktadir; bunlari baçkalarinin da tanimasini saglayarak iletiçimi de olanakli kilmaktadir (Locke 1992:
259).

Sözcükleri idelerin simgeleri, ideleri de sözctiklerin uygun ve dolaysiz içaretleri olarak ele alan Locke, yapmiç
oldugu basit ve bileçik ideler ayrimina dayanarak, sözcükleri son açamada duyulur idelerden ve bu ideler
arasindaki iliçkilerden yola çikarak açiklamiçtir.

Dili davraniçla açiklayan Bloomfield dili, onu kullanan kiçilerin çevrelerindeki uyarimlara gösterdigi bir tepki olarak
ele almiçtir. Bu kuram çerçevesinde dil ve anlam, uyarimlar ile uyarimlara gösterilen tepkilerden yola çikilarak
incelenir. Anlam ne Wittgensteinin Tractatusta dile getirdigi gibi nesnede, ne de Locke ve Humeun dile
getirdigi gibi zihindeki idelerdedir; anlami uyarimlarda ve bu uyarimlara verilen tepkilerde aramak gerekir. Bu
kuram dogrultusunda görüçler dile getiren Quine, anlami uyarim koçullariyla; Morris ise daha çok uyancilara
gösterilen tepkilerle iliçkili olarak ele almiçtir (Aysever 1994: 47).

Kullanimci anlam kurami tipik ifadesini Wittgensteinin Philosophische Untersuchungen adli eserinde bulur.
Wittgenstein bu eserinde, bütün dillerin ortak bir mantiksal yapiya sahip oldugu kabulünden vazgeçmiçtir: Dil
denilen çeylerin hepsinde ortak olan özsel bir yapi yoktur; ancak onlarin arasindaki birtakim benzerliklerden söz
edilebilir (Wittgenstein 1969: 324). Dil, yalnizca nesneleri ve nesnelerin birbirleriyle iliçkisini resmetmeye
indirgenemez. Dil adi verilen çey, ortak bir yapiya sahip olan deyiç biçimlerinden degil, çu ya da bu bakimdan
birbirlerine benzeyen, birbirleriyle kesiçen dil oyunlari ndan oluçur. Oyunlardaki benzerlikler ise en iyi
aile benzerlikleri yle açiklanabilir. Oyun bir aile kurar (Wittgenstein 1969: 324). Ancak dilin altindan
Tractatus ta varsayilan mantiksal yapiyi çekmek, onu bütünüyle kuralsiz içleyen bir varlik olarak belirlemek de
degildir: Her bir dil oyunu uylaçimsal ve degiçken olan birtakim kurallara göre oynanir. Artik sözcügün anlami
karçilik geldigi nesnede degil, sözcügün tümce içinde yerine getirdigi içlevde ya da tümce içindeki
kullaniminda bulunur. Sözcükler belirli baglamlarda, belirli kullanimlari olan, bu kullanimlar dogrultusunda
belirli içlevleri yerine getiren birer araçtirlar.

Heidegger ise yukaridaki kuramlara aykiri düçüncelerini kendi Dasein analiziyle ifade ederek dil felsefesi için bir
dönüm noktasi olmuçtur. Dil, sözcüklerden ve sözdizim kurallarindan oluçan iletiçim alani ya da iletiçim araci
degildir. Araçsalligi, özünün sonucudur. Düçünme için gerekli olan, [] dilin araçsal ve enformasyona dayali
taniminin terk edilmesidir. Yaçanilan çagda dilin fakirleçmiç olmasinin nedeni, onun sürekli olarak kendi özünün
diçinda düçünülmesi; Varligin evi olarak degil, varolan üzerindeki hakimiyetin bir araci olarak kullanilmasidir
(Heidegger 1996: 318). Oysa dil, kendisini ses yapisinin birligi, yani, melodi, ritim ve anlam birligi olarak
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
7 -~ 12 19.11.2008 19:23
anladigimiz dil degildir. Ses yapisini ve yazi resmini dilin kelime haznesi; melodiyi ve ritmi onun ruhu; anlamli
olani da onun tini olarak düçünüyoruz (Heidegger 1996: 333) diyen Heidegger, dilin özü ile görünüçü arasindaki
farki dile getirmektedir: Varolanlari ifade etme araci olarak görünüçe gelen dilin özü farklidir.

Heideggere göre dil, insanlarin istemleri dogrultusunda kullandiklari bir araç degil, olagelen bir olaydir. Oysa,
göndergeci, tasarimci, davraniççi ve kullanimci anlam kuramlari dili bir araç olarak ele almiç, dilin özü ile görünüçü
arasindaki farki görememiçlerdir. Yalnizca dilin görünüçüyle ilgilenen bu filozoflar, dili varolani ifade etme araci
olarak belirlemiçler, onun Varlik ve Daseinin varoluçuyla (Existenz) olan derin bagini gözden kaçirarak dili bilgi
felsefesinin alt alanlarindan biri olmak zorunda birakmiçlardir.

Heideggere göre dil, bilgi felsefesinin bir alt konusu olarak ele alinabilecek ya da yalnizca hakkinda bilgi elde
edilebilecek bir alan degildir; dil, dogrudan dogruya Daseinin varoluçuyla ilgilidir; insanin dünyayi
deneyimlemesinin vazgeçilmez koçulu, yaçam deneyiminin temel yapisidir. Insan dile maruz kalarak dil tarafindan
dönüçtürülmektedir; bu dönüçüm sayesinde içinde yaçadigi bir dile sahip olmaktadir. Bu bakimdan dil, insanin
izole edilmiç bir etkinligi degil, varolmasinin koçuludur. Öte yandan dil, felsefenin öncelikle ele almasi gereken
konudur da. Çünkü, Varlik (Sein) hakkinda asli Düçünmenin (ursprungliches Denken) gerçekleçebilmesinin koçulu,
dilin özünün anlaçilmasidir. Dil felsefe yapma yolunu açan çeydir. Felsefe, yani Düçünme, Varligin tarihini
anlamaya çaliçmaktadir; ancak bu yol dilde açilmaktadir. Dilin özüne dogru yapilacak araçtirma,onun fakirleçmiç,
bu yüzden de Varligi anlaçilmaz kilan, hatta gizleyen görünüçünün ardina geçmeyi amaçlamaktadir. Felsefenin içi
yeni bir dil teorisi geliçtirmek degil, dili korumak, dilin konuçmasinda yaçamayi ögrenmektir.

Heideggerin bakiç açisindan, dili bir araç olarak gören dil kuramcilari, Varligi bir varolan olarak ele alan metafizik
gelenegin içinde yer almaktadirlar. Kendisi ise Varligi soruçturarak, dilin de özüne yönelmeyi amaçlamaktadir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 23.03.2007 Saat 10:35 | Kayitli IP
II- Husserl e Karçi Fenomenolojik Ontoloji: Transendental Varlik Analizi

Kendi düçüncelerini geliçtirirken Husserlin fenomenolojik yönteminden etkilenen Heidegger, Husserlin
epistemolojik bakimdan uyguladigi fenomenolojik yöntemi varoluç sorunu çerçevesinde kullanmiç, transendental
bilinç analizi yerine transendental varlik analizi yaparak felsefe tarihinde radikal bir adim atmiçtir.
Heidegger in dile iliçkin düçüncelerini daha iyi anlayabilmek için onun Husserli eleçtirisinin ana temasini ele
almak gerekmektedir.

Husserl e göre fenomenoloji, bilen öznenin kendi bilme edimlerini nesne edinmesi ve bilincini çözümlemesinin
yöntemidir. Husserl bu yöntemle düçünmeye kurallarini veren genelin, olgusal ve deneysel olarak kavranabilen
öznel bilgi durumlarinin degiçmelerinden bagimsiz oldugunu dile getirir. Bu bakimdan fenomenoloji, her türlü
bilimin olanakliliginin en genel ve biçimsel koçullarinin bilimidir; bilgi eleçtirisidir. Bilginin nesnel geçerliligi, bu
genel ve biçimsel kurallardan yola çikarak anlaçilabilir. Deneyimin temelini oluçturan çeyin bilinçte ortak bir
biçimde kuruldugunu göstererek, felsefeyi kesin bir bilim konumuna getirmeyi isteyen Husserl, fenomenolojik
yöntemiyle çeylerin kendileri ne (zu den Sachen selbst) varasiya bilinçte bulunan her çeyi indirgeyecektir.
Husserlin sözünü ettigi çey ler, bilinç nesneleridir. Her türlü bilim için mutlak baçlangiç noktalari olan
çeylere ulaçmayi amaçlayan ve bu amaçla dogal tavir almanin genel savini geçersiz kilan fenomenolojik
indirgemeden sonra bilinçte kalan fenomenolojik kalinti ise transendental bilinç tir. Transendental bilince,
uzamsal-zamansal varliga ya da diçimizdaki dünyaya iliçkin varlik bildiren yargida bulunmaktan kaçinarak
(epokhe) ulaçilir; öyle ki, geriye yalnizca saf bilincin varlik alani kalir. Saf bilinç, bilinç yaçantilarinin akiçinda
yaçanti olarak bulunmayan, ancak tüm bilinç yaçantilarina eçlik ederek çeyleri olanakli kilan yapidir. Bu bilincin
özelligi, yönelimsellik tir (Intentionalitöt). Bu, kendisinden anlamli biçimde söz edecegim her çey bana
verilmiç olmalidir demeye gelir: Her bilincin yöneldigi bir nesne vardir; yani, edimlerinin her birinde hep bir çeyin
bilincidir (Husserl 1997: 33-43).

Heidegger ise Husserlin bu düçüncelerini, fenomenolojik yöntemi bilincin önceligini vurgulamak amaciyla
kullandigi gerekçesiyle eleçtirir. Heideggere göre, bilinç çeyleri öncelememekte, ancak çeylerle iliçki içinde
gerçekleçmektedir. Husserlin sözünü ettigi çeylerin kendileri, ancak bir bilinçle verili hale gelebilirler. O
halde, çeylerin kendileri ni önceleyen bilinç degil, dildir. Çünkü, bilincimiz dil tarafindan koçullanmiçtir.
Dilin çeyleri öncelemesi, çeylerin verilmesinin koçulu olmasi demektir: Dile getirilmeden önce, çeyler de yoktur
(Heidegger 1985: 240).

Varligin unutulmuçlugunu dile getiren Heidegger, bu temayi Husserlin fenomenolojisinden etkilenerek
geliçtirmiçtir. Varligin anlami nedir?, asli Düçünme (ursprüngliches Denken) nedir?, dilin özü (das Wesen
der Sprache) nedir? gibi sorulari, Varlik, Düçünme ve dile iliçkin eski empirik yanitlari ve kavramsal açiklamalari
paranteze alarak yanitlamaya çaliçmakla kalmamiç, Husserlin epistemolojik fenomenolojisini de paranteze
almiçtir. Çünkü Husserl, özneyle nesnenin tarihselligini ve tarih içindeki karçilikli belirlenimini yok saymiçtir;
Varligin öz belirleniminin zaman oldugunu görememiçtir. Üstelik, insanin birey olarak içinde yaçadigi, türlü
problemlerle var olan bu dünyayi da ayraç içine almiçtir. Heidegger ise temel sorunu olan Varligin bilinçte kalinarak
yeterince ele alinamayacagini düçünmektedir. Bu yüzden, Daseina seslenen Varliga bilincin diçindan kulak
vermek; yakinina sokularak, yani onunla karçi karçiya gelerek onu deneyimlemek ve deneyimleyerek olagetirmek
gerekir. Ínsanin Varlikla karçilaçtigi yer ise bilinç degil, dildir. Burada dil, insanlardan bagimsiz var olan ve
onlarin istemleri dogrultusunda kullandiklari bir araç olarak degil, içinde Varligin olageldigi olay olarak
kavranmaktadir: Dil Varligin evidir (Heidegger 1996: 313). Dilin meskeninde insan oturmaktadir. Yani, Varlik
ve insan dil içinde komçudurlar. Bu meskenin bekçileri de, dili koruduklari için, düçünürler ve çairlerdir. Bu bekçilik,
Varligin kendini olagetirmesini saglamaktadir (Heidegger 1996: 313). Heideggere göre, Husserl büyük bir iç
yapmiç, ancak bilinç düzeyinde yaptigi içi ontolojik bakimdan geliçtirememiçtir. Bu yüzden, Husserlin yöntemi de
dili bir araç olarak kavramak zorunda kalmiçtir.
Yukari dön
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
8 -~ 12 19.11.2008 19:23

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 26.03.2007 Saat 10:18 | Kayitli IP
III- Heidegger Felsefesinin Genel Özellikleri:

a) Dil-Düçünme-Varlik
Heidegger dil kavramim, felsefesindeki öteki temel kavramlari -Varlik ile Düçümneyi- birbirine baglayarak derli
toplu bir düçünce haline getirmek için kullanir. Bu nedenle, onun temel kaygisini anlamak önemlidir. Heidegger
düçünme tarihine Varlik unutulmuçlugundan dolayi Düçünmeye henüz baçlanmamiç olduguna dikkat çeken
filozof olarak girmiçtir. Heidegger e göre çagin en önemli problemi, hâlâ düçünülmüyor oluçudur. Burada sözü
edilen düçünme, asli Düçünmedir. Bu düçünme, tasarimlayici, soyutlayici, açiklayici, mantiksal çikarimci ya da
insanin kendini kendi bilincine sahip özne diye evrenin merkezine koyarak gerçekleçtirdigi düçünmeden
farklidir. Asli Düçünme ya da düçünürce Düçünme, düçünmenin daha üst derecede bir çaba göstermesi degil,
baçka bir kökene dogru yönlendirilmesidir. O zaman varolan olarak varolan tarafindan belirlenen, bundan ötürü
de tasarimlayici olan, açiklayici nitelikteki düçünme, yerini Varligin kendisince olagetirilen ve bu nedenle de Varligi
dinleyen düçünmeye birakacaktir (Heidegger 1991: 13). Düçünme Varliktan olagelerek Varliga ait oldugu
sürece Varligindir; Varligin düçünmesidir (Heidegger 1996: 317-318). Insan kendisini ve içinde bulundugu
dünyasini, kendi bilincinde olarak degil, Varlikla iliçkisi temelinde, yani Varligi düçünerek taniyabilir. Heidegger e
göre, bu düçünme çekli Platonla birlikte askiya alinmiçtir.
Platonun Varligi idea diye yorumlamasiyla baçlayan metafizik gelenegi, Varlik ile varolan (Seiende)
arasinda özsel bir bag oldugunu gözden kaçirmiçtir. Varlik, özünü varolan olarak sürdürmektedir; ancak kendi
baçina bir varolan degildir. O, her varolanin görünüçe çikmasini saglayan, ancak kendisi varolan-olmayan çeydir.

Heidegger Platondan önceki doga filozoflarini, bunun farkinda olduklari için, Varlik filozoflari olarak adlandirir.
Platonun idealar ile görünür nesneler arasinda yapmiç oldugu ayrimla metafizik baçlamiç,
Aristotelesin birincil varliklar (prote ousia) ile ikincil varliklar (ousia deutera) arasinda yapmiç oldugu
ayrimla iyice pekiçmiçtir.

Descartes ise özneyi bütünüyle gerçekligin diçina çikarmiçtir. Bu adim, öznenin diçarida durarak nesnesi üzerinde
hakimiyet kurabilecegi görüçünü geliçtirmiç, özne ile nesne arasindaki düalizme yol açmiçtir. Heidegger
Descartesin bu adimini - Platonun idealar ile görünüçler arasinda yapmiç oldugu ayrimdan sonra- kendilerini
gerçekligin karçisinda degil içinde gören doga filozoflarina karçi geliçtirilmiç ikinci büyük hamle olarak görür.
Heideggere göre, özellikle Platon ve Descartes üzerinden geliçen metafizik, ayni süreci Modern Çagin
hastaliginin nedeni olarak gören ve Varlik ile varolan arasindaki ayrilmayi kendisinin dionizik ve apollonik dedigi
ögeler arasindaki uçurum olarak belirleyen Nietzscheye kadar devam etmiçtir.

Nietzsche bu metafizigin hem en üst hem de en son noktasi olmuçtur. Anaksimandrostan Nietzscheye kadar
süren felsefe tarihi boyunca, Varligin hakikati örtük kalmiç, Varlik bir varolan olarak ele alinmiçtir. Ancak bu
durum, yani Varlik ile varolanin kariçtirilmasi, basit bir hata degil bir olagelmedir; Varligin olagelmesidir.
Heidegger, geliçtirecegi temel ontolojiyle hem eski metafizigi yikacak, hem de Düçünmeyi kaldigi yerden
devam ettirecektir. Temel ontoloji, varolanin unutulmuç olan Varlik temelini sorgulayacak, Varlik ile Düçünmenin
birbirlerine ait olduklarini göstermeye çaliçacaktir.

Heideggerin geliçtirdigi Yeni Ontolojinin temel farkliligi, hakikatin kavranilma çeklinde bulunur. Heidegger
Veritas olarak hakikat ile Aletheia olarak hakikat arasinda bir ayrim yapmaktadir. Kendine gelesiye
hakikat hep bilgide aranmiç ve Veritas olarak düçünülmüçtür. Bu durumda hep varolan ele alinmiç, Varligin özü
gizli kalmiçtir (Verborgenheit). Oysa Aletheia olarak hakikat, Veritas olarak hakikatten farklidir. Burada, Varliga
iliçkin epistemik ve tözsel bir kavrayiç degil, ontik ve tarihsel bir kavrayiç söz konusudur. Hakikat, Varligin
açikligidir (a-letheia) gizlilikten kurtulmasidir (Unverborgenheit). Varligin açikliga kavuçmasi, onun
gerçekleçmesidir de. Ancak bu açiklik, mutlak bir açiklik degildir. Bu nedenle Varligin açikliga kavuçmasi, onun
gizlenmesi anlamina da gelmektedir. Varlik kendini varolanda açikliga kavuçturdugu için her zaman farkli bir kiliga
bürünmekte ve kendi özünü gizlemektedir. Bu nedenle, düçünmenin varolanda takilip kalmamasi, Varligin özüne
yönelmesi gerekir. Varligin kendisi, yani hakikati üzerine düçünme, eski metafizigin açilmasini saglayacak adimdir.

Heideggere göre Varlik, varolan her çeyin olagelmesinin ve süregitmesinin, yani Varligin görünüçe gelmesinin
tarzidir (Özlem 1997:12). Varlik, soyutlayici düçüncenin sandigi gibi bir tözsellik ve duraganlik taçimamaktadir;
tam tersine sürekli olarak yeniden ve farkli bir kilikta görünmektedir (Özlem 1997: 15). Varlik oluç içindedir;
zaman onun özüdür. Zaman açikliga, yani Varligin hakikatine içaret eder: Varlik zamanda açiga çikar. Töz Bati
metafiziginin bir kuruntusudur. Varlik sürekli olarak yeniden görünüçe çiktigi için bir töz degil, bir yolda olma
(unterwegs) dir. Tarihsellik içinde olan Varligi düçünme olanagi, kendisi de tarihsel olan insana aittir.
Heideggere göre insan, degiçmez, ezeli ebedi niteliklere sahip bir özne olmadigi için insanla ilgilenmek, insanin
Varlikla olan iliçkisiyle ilgilenmektir. Dilin özü de, ancak Varlik ile insan arasindaki bu iliçki incelenerek anlaçilabilir.
Çünkü, dil Varligin olageldigi yerdir; bu olagelme insan araciligiyla gerçekleçir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 27.03.2007 Saat 10:26 | Kayitli IP
b) Dil-Varlik-Ínsan

Heideggerin insan, Varlik ve dil arasinda kurdugu baglantinin, onun Kehreden önceki ve sonraki dönemlerinde
farkli oldugu- görünür. Kehreden önceki döneminde genç Heidegger, insanin olmakta olanin ya, da olagelenin
Varligini anlayabilen tek varolan oldugunu düçünür. Varlik ile insan arasindaki bagin örtük kalmasi ise Modern
Çagin özelligidir: Insan, Varlik bagini kaybetmiçtir. Bu bagin yeniden kazanilmasi için insanin Varligin takdirine
boyun egmesi, Varligin açikligi için açikta durmasi gerekir (Heidegger 1991: 15).

Varoluçunu gerçekleçtirebilmek için insanin Varligin açikligi içinde durmasi, içinde durmaya katlanmasi ve en uç
olana dayanmasi gerekir. Ínsan, Varligi Varlikta Varlikça ödüllendirilmiç varolandir (Heidegger 1991:
16). Insana özgü olan bu varolma tarzi, Heidegger tarafindan Dasein olarak adlandirilir. Daseinin özü varoluç
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
9 -~ 12 19.11.2008 19:23
(Eksistenz) olmaktir, yoksa bilinç, öznellik ya da ussallik degildir. Insan öteki varolanlar gibi tamamlanarak son
halini almiç bir varlik degil, gelecege firlatilmiçligi içinde olagelen bir varliktir. Bu olagelme, Hiçin (Nichts)
deneyimlenmesine baglidir. Hiçi açiga çikaran yaçanti ise korkudur; ancak çu ya da bu nesneye karçi duyulan
korku degildir bu. Hiçi açiga çikaran korkunun nesnesi yoktur. Bu korkuda insani sikiçtiran, bütününde varolanin
kaybolmasinin eziyetidir; ta ki geriye hiçbir dayanak kalmayana kadar. Geriye kalan ve insanin içini
varolanin raydan çikmasi esnasinda kaplayan bu Hiçtir (Heidegger 1991: 32). Kendi
etkinliklerimizde varolana ne kadar egilirsek, onun o kadar az raydan çikmasina yol açar ve bu
çekilde Hiçten o kadar çok uzaklaçiriz. Böylece kendimizi daha emin bir çekilde varolmanin kamudaki
yüzeyselligine iteriz diyen Heideggere göre, Hiçin deneyimine katlanabilen insan bir açma yaçayacak, bu
açma yoluyla bütününde varolanin ötesine geçecektir (Heidegger 1991: 36). Bu, insanin sahip oldugu bütün
putlardan kurtulmasi, varolana karçi yeni bir kavrayiç geliçtirmesidir. Varligin açikligini saglayan bu kavrayiç
varoluçsaldir. Heideggere göre, yalnizca Varligi anlama degil, anlamanin kendisi de varoluçsal bir olaydir;
Daseinin varoluç biçimidir. Anlama, insanin bir baçka çeyle iliçkili olarak kendini anlamasidir. Dasein olanaklar
alanina anlama (verstehen) olarak firlatilmiçtir: Anlama, Dasein in olanaklar alani içindeki temel
hareketidir; hatta, kendini gerçekleçtirmek için sahip oldugu tek olanaktir (Heidegger 1993: 148).
Anlama, Varligin hakikatinin insan varligiyla bagi üzerinde duran iliçkidir. Heideggere göre, insanin Varligi
anlamasini saglayan dildir. Ínsan öteki yeteneklerinin yani sira dile de sahip olan bir canli varlik
degildir. Bundan öte dil, insanin içinde oturarak varoluç oldugu Varligin evidir (Heidegger 1996: 333).

Heideggerin Kehreden sonraki döneminde insan, Varlik ve dil baglantisi tam bir olgunluga kavuçmuçtur. Dil
Varligin dilidir, bulutlarin gögün bulutlari olmasi gibi (Heidegger 1996: 364) diyerek daha önceleri insani
koydugu merkezi konuma, Kehreden sonra Varligi oturtur Heidegger. Bundan böyle, Düçünmenin
gerçekleçmesini saglayan ve Varligin gizini açan merkez insan degil, Varligin kendisidir. Ínsan varolanin
efendisi degil, Varligin çobanidir (Heidegger 1996: 342). Artik dil, insanin Varligin özünü anlamasini
saglayan varoluçsal ögesi olarak anlaçilamaz; insana egemen olan dilin kendisidir; çünkü, konuçan insan degil,
dilin kendisidir. Insanin konuçmasi, dilin kendisine söyledigi çeyi dinleyip, yanit vermedir. Dile karçilik olan
konuçma, insani yaratici konumundan, alimlayici konumuna getirmektedir. Ancak bu, dilin insandan önce
var oldugu anlamina da gelmez. Çünkü onlar, yani insan ve dil, var olmak için birbirlerine gereksinmektedirler.
Heidegger bu bakiç açisiyla, dilin araçsal ya da insan-merkezli terimlerle ele alindiginda kavranmadan kalan özüne
yönelmeyi hedeflemektedir.
Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 27.03.2007 Saat 13:06 | Kayitli IP
Heidegger'in açmazlari
1-Antik-çag doga filozoflari, onun anladigi anlamda, "var-oluçtaki" varliga baglaçik degildi, tam tersine,
var-oluç, "suduur ediç" sürecinde ve her-daim olmakta olan varliga dair, "varliksal_statik" algi-biçimlerine
yol açan "diyalektik-*zemini" temel aldilar ve o zeminin güçlenmesini sagladilar, bu zemini kirmaya çaliçan,
"retorikçi" sofistler ve septikler olmuçtur...
(Sürecek)
__________________
"EX NIHILIO NIHIL FIT"
Yazarken hiçbirçey "kastetmeme" riskini göze aliyorum.(Derrida)
"NE DIYEBILIR<--IM KI"
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 28.03.2007 Saat 09:22 | Kayitli IP
c) Kelimelerin Kökensel ve Sözlük Anlami
Heidegger dilin özünü sözcüklerin asli (kökensel) (ursprunglich) ve sözlük (lexikalisch) anlamlarini
birbirinden ayirarak ele almaya baçlar. Sözcügün kökensel anlami, Eski Yunancadaki anlamidir. Heideggere
göre, Eski Yunanca bilinen Avrupa dilleri gibi siradan bir dil degildir. Çünkü, Eski Yunancada sözcükler
sözcügün anlamina degil, dogrudan çeyin kendisine götürmektedirler. Bu yüzden Heidegger kendi felsefi
terimlerini, Eskiçag Yunan Felsefesinden yaptigi kiçisel çevirilerinden oluçturmuçtur. Heideggerin köken
araçtirmasi dedigi temel ontoloji de Eski Yunan temelinde ve Eski Yunanca sözcüklerin kökensel anlamlarindan
yola çikarak yapilan araçtirmadir. Heidegger ana dili olan
Almancayi da bu kaygiyla kullanmiç, felsefesinin temel kavramlarini, kelimelerin sözlük anlamlarindan degil,
kökensel anlamlarindan türetmiçtir. Heideggere göre, Bati dilleri Varligi düçünmede zorluk çikarmaktadir. Çünkü
varolana iliçkindirler. Kökeni ele geçirmek için sözcükleri kazimak, onlarin kökensel anlamlari üzerine çökmüç olan
tortuyu temizlemek gerekmektedir. Sözcükleri yalnizca çeylerin adi olarak belirlemek yanliçtir. Bu nedenle, dil,
sözcüklerle anlamlari arasindaki karçiliklilik çerçevesinde ele alinamaz. Sözcük bir dünya açar; öyle ki, çey de
ancak bu dünya tarafindan desteklendigi sürece var olur.
Sözcükler, anlamlari ileten araçlar olarak ele alinamayacagi gibi boç birer ses olarak da düçünülemezler. Onlar,
Varligin sürekli olarak yeniden görünüçe gelmesi nedeniyle, çeylerin sabit anlamlarinin sabit taçiyicilari degil,
kazilmasi gereken birer kaynaktirlar (Özlem 1997: 14).

IV- Dil, Dilin Özü
Heidegger, Unterwegs der Sprachede, Aristotelesin, Helenistik Dönemin ve Wilheim von Humboldtun dil
görüçleriyle hesaplaçarak kendi düçüncelerini ortaya koyar. Bu görüçlerden özellikle Helenistik Döneme ait olan, dil
kavrayiçindaki köklü dönüçümün ifadesidir. Aristoteles in Peri Hermeneias taki seste olanlar ruhtaki
duygulanimlarin, yazilanlar da seste olanlarin simgeleri (symbola, Zeigen).
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
10 -~ 12 19.11.2008 19:23

Yazi ve sesler herkes için ayni degil, ama ayri imler (semeia, Zeigen) için ruhtaki duygulanimlar herkesçe ayni,
tasarimlari (homoiomata, Darstellung) ayni olanlarin nesneleri de ayni olacaktir çeklinde özetlenebilecek olan dil
görüçünü, Heidegger, Klasik Yunan Döneminin dil görüçü olarak belirler (Heidegger 1985: 232). Heidegger
Yunanca aslindan yaptigi bu çeviride, symbola, semeia ve homoiomatayi görünmeye birakilma
(Erscheinenlassen) anlaminda içaret etme yle (Zeigen), bunu da görünmeye açik olma (Entbergung,
aletheia), görünmek için açiklikta beklemeyle iliçki içinde ele almiçtir. Içaret etme, yani gösterme, bir çeyi
görünür hale getirmektir (zum Scheinen bringen). Bu dönemde Yunanlilar, imi (Zeichen) içaret etmeye, yani
göstermeye (Zeigen) göre bilmektedirler; imi gösterme amaciyla ve onunla iliçkili olarak kullanmaktadirlar.

Heideggere göre, Zeichen ile Zeigen arasinda Klasik Yunan Döneminde kurulmuç olan bu iliçki, Hellenistik ya
da Stoa Döneminden sonra degiçmiç, Zeichen bezeichnen (içaret etmek, anlamlandirmak) için bir araç olarak ele
alinmiçtir. Bezeichnen görünüçe getirmek için içaret etme degildir. Bundan böyle, Zeichen kendisi araciligiyla
bir nesnenin tasariminin baçka bir tasarima baglandigi ve düzenlendigi bir araç haline gelmiçtir. Bu
degiçiklik anlam sorunu gündeme getirmiç, im, kendisi araciligiyla bir nesnenin tasarimlandigi anlam
verme araci olarak iç görmeye baçlamiçtir. Iki dönem arasindaki bu farklilik, hakikat görüçündeki degiçikligin
sonucudur (Heidegger 1985: 234).
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 29.03.2007 Saat 09:38 | Kayitli IP
Heideggerin sözünü ettigi ve çagdaç idealizme oldukça uygun olan üçüncü görüç Wilheim von Humboldta
ait olandir. Humboldt insansal dilin farkli yapilarini ve bunun insan türünün geliçmesine olan etkilerini incelemiçtir:
Farkli yapilar, insan türünün tinsel geliçmesindeki farkliliklara ve farkli dünya görüçlerine kaynaklik etmektedir.

Humboldt a göre dil, bir eser (Werk, ergon) degil, bir etkinliktir. (Tätigkeit, energeia); energeia dilin özünü
dile getirir. Ancak burada energeia Klasik Yunan Dönemindeki anlamiyla degil, Leibnizin kullandigi anlamiyla,
yani öznenin etkinligi (Tätigkeit des Subjektes) olarak ele alinmiçtir. Özne olarak belirlenen de tindir (Geist). Dil
yolu, insan türünün tinsel geliçmesini tamamlayabilmesinin yoludur. Dil, tinin bir etkinligidir ama geliçigüzel bir
etkinligi degil, özel bir etkinligidir; bu nedenle, tinin ölü bir ürünü (ein todtes Erzeugtes) olarak degil, bir üretim
(Erzeugung) olarak ele alinmalidir (Heidegger 1985: 236). Humboldta göre dil, nesneleri içaret etmeye,
düçünceleri dile getirmeye aracilik etmektedir; ancak bu araciligin tinsel yapiyla özsel bir iliçkisi vardir. Bu
yapilandirici, anlamlandirici etkinligidir. Dil bir dünya görüçü oldugu için bakimdan dil bir dünyadir, bir dünya
görüçüdür; tinin biçim verici, anlam da tek tek nesnelerle degil, nesnelerin bu bütünsel çerçeve içinde birbirlerine
baglaniçiyla ilgili olarak ele alinmalidir. Hiçbir çey kendi baçina anlamli degildir; çeyler ancak bir baglantilar
toplamina ait olmakla, yani bir dünya içinde yer almakla anlam kazanirlar.

Heideggere göre Humboldtun dili dünya görüçü olarak ele almasi, onun, insanligin tarihsel-tinsel geliçiminin
bütününü genelligi (Totalitöt) ve bireyselligi (Indivudialitöt) içinde tarihsel olarak ortaya koyma amaci tarafindan
belirlenmiçtir (Heidegger 1985: 237). Bu bakiç açisindan dil, -her ne kadar özel bir etkinlik olarak ele alinsa da-
tinin etkinliklerinden biri olarak kalmaktadir. Bu belirleme, dilin kendisi bakimindan degil, baçka bir çey dolayisiyla
ele alinmiç olmasinin sonucudur; dili dil olarak ele almadigi için onun özünü belirlemekten de uzaktir.

Heideggere göre bu görüçler, dili çözümleyip parçalarina ayirmaktadirlar. Dili bu çekilde ele almak her durumda
parçalardan birinin öne çikarilmasiyla sonuçlanmakta, bir bütün olarak dilin kendisi ise anlaçilmadan kalmaktadir.
Dil, kendisine diçaridan uzanan bir yolla degil, yolda olma (unterwegs) deneyimiyle kavranabilir. Üstelik bu yolun
kendisi de olagelmektedir. Dil yolu, yolda, yol boyunca degiçmekte; dile giden yol, yol boyunca özünü
gerçekleçtirmektedir (Heidegger 1985: 245, 254). Bu bakimdan, dili enerji, etkinlik, ugraç, tin
gücü, dünya görüçü, ifade gibi kavramlar araciligiyla genelin özel bir durumu olarak ele almak yetersiz
birer giriçimdir; felsefe degildir. Felsefe dili dil olarak ele almali, onun özüne yönelmelidir. Baçka bir ifadeyle
felsefenin görevi, dil olarak dili dile getirmek olmalidir. (Heidegger 1985: 230). Heidegger bu önermeyi
dilin özünü araçtirirken kilavuz olabilecek bir formül gibi sunmaktadir, Burada dili (Sprache) üç defa yinelemesi ise
boçuna degildir; her birinde ayri bir çey, ayni kalarak söylenmiçtir.

Heideggere göre dil teorilerinin ortak hatasi, dil diye gündelik konuçmaya yönelmiç olmalaridir. Dil kendini
konuçmada gösterir, ancak konuçma dilin kendisi degildir. Dil gündelik konuçma olarak anlaçildigi sürece, insan
etkinligi ya da içsel deneyimlerin ifadesi olarak ele alinacaktir. Oysa insanin konuçmasi kendi baçina bir konuçma
degildir; ancak dilin konuçmasiyla iliçki içinde vardir. Çünkü konuçan dildir (Heidegger 1985: 10). Insanin
konuçmasi ise bir karçilik vermedir. Bunun böyle oldugu, dilin dogasina bakildiginda açik hale gelir. Heideggere
göre, dilin kendini gösteren ve geri çeken bir dogasi vardir; onun özü ise kendini göstermesinde degil, geri
çekmesinde ortaya çikar. Baçka bir ifadeyle, konuçulanda (Gesprochene) degil, konuçulmadan kalan çeyde
(Ungesprochenen) dilin özü kendini gösterir. Dil kendini geri çeken bir dogaya sahip oldugu için gündelik
konuçmada dile hakim oldugunu sananlar, zihinde bulunanin konuçulmadan birakildigi kimi duygulanimlar
sirasinda dilin özüyle karçilaçirlar: Konuçan dildir, insanin konuçmasi ise dili içitme olarak konuçmadir. Böylece
insanin dil karçisinda konumu yaratici olmaktan, alimlayici olmaya dogru degiçir.
Konuçma, konuçtugumuz dili içitmedir. Bu durumda konuçmayi önceleyen çey bilinç içerikleri ya da baçka
konuçmalar degil, dili içitmedir. Heideggere göre, konuçmaya giden yol, dili içitmekten ve o dile ait olmaktan
geçmektedir. Ancak, aradaki iliçki neden-etki türünden bir iliçki de degildir. Konuçanlar kendi varliklarini dilde
kazanirlar. Çünkü, ancak bir dilin içinde yer alarak o dilin dinleyicisi olabilirler.

Ancak, her konuçma da dilin özünü kavrayacak nitelikte degildir. Heidegger, dilin özünü kavrayan konuçmanin boç
konuçma degil, asil konuçma oldugunu dile getirir. Heideggere göre, boç konuçma varoluçsal olarak köksüzdür.
Bu durumda varligini boç konuçma içinde sürdüren insanlar, temel varlik baglarindan da yoksun kalmaktadirlar.
Çünkü boç konuçmanin bildirdigi çey Varlik degil varolanlardir. Dahasi, kelimeler, boç konuçma içinde kökensel
anlamlarini yitirmiç, uylaçimsal göstergelere dönüçmüçlerdir. Heidegger dili konuçmak ile dili kullanmak
arasindaki farki buradan yola çikarak ifade eder: Kelimelerin kökensel anlamlariyla kullanilmasi dili
konuçmaya, kökensel anlamlari diçinda kullanilmasi ise dili kullanmaya varmaktadir.
Yukari dön
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
11 -~ 12 19.11.2008 19:23

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 30.03.2007 Saat 10:43 | Kayitli IP
Buraya kadar söylenenlerden insanin dille iki çekilde iliçki kurdugu sonucu çikar: alarak ve karçilik vererek. Dil
yolunu bir verme-alma yolu olarak belirleyen Heidegger insanin konuçmasini bir karçilik-verme olarak belirledikten
sonra, onu asil ilgilendiren konuyu, yani dilin nasil konuçtugunu ele alir. Heidegger e göre dilin varoluçsal-
ontolojik temeli söylemedir (sagen) (Heidegger 1993: 160). Dil içaretleyerek, yani göstererek söyler
(Sage ais die Zeige) (Heidegger 1985: 241); dilin özünü belirleyen de budur. Söylemenin ayirt edici özelligi,
kökensel anlamda göstermektir, görülür kilmaktir; görülmeye, içitilmeye açik hale getirmektir. Kökensel anlamda
gösterme, kendisi birtakim imlere dayanmadigi halde bütün imlerin onunla iliçki içinde birer im olabildikleri bir
göstermedir (Heidegger 1985: 242). Bu, hem açik kilan hem de gizleyen bir gösterme olarak varolanin
görünmesini (scheinen), varolmayanin gizlenmesini (verscheinen) saglamaktadir. Dilin söylemesinde bize görünür
ya da açik kilinanlar, çeyler ve dünyadir. Dilin bir dünya kurmasi, çeyleri göstermekle olur; çeyleri
göstermenin yolu da adlandirmak tir. Dilin konuçmasinin yolu çeyleri adlandirmaktan geçmektedir. Ancak
adlandirma, basit bir etiketleme degil, bir çagirma dir. Çeyler ancak çagrilmayla varolabilirler. Çagirma,
çagrilan çeyi yakina getirir; ancak yakina getirme, bir uzaklaçtirmadir da. Çünkü bir çeyi belirleyerek ve
sinirlayarak yakma getirmek, onun baçka çekillerde var olma olanaklari bakimindan bir uzaklaçtirmadir.
Çagirmanin belirledigi varolma, mutlak bir varolma degildir. Bu da, çeyler içinde geçici olarak durduklari ve anlamli
bir çey olarak ortaya çikabildikleri dünyayi taçiyan bir çey olarak varolabilirler demektir. Heidegger, çeylerin bir
dünya içinde yer almasini belirleyen dilin gösterme yapisini da taslak (Aufriss) olarak adlandirir (Heidegger
1985: 240). Dil, bu taslaga göre bir dünya kurmaktadir.

Dil çeyleri yakina getirerek bir dünya kurar; çeylerin yakina getirilmesinin yolu da ayrimlar yapmaktir. Dil
ayrimlar yaparak çagirir. Ayrim çeylere dünyada kalma yeterliligi saglar; çeyi kendisinden alarak dünya içine taçir.
Bu durumda çagrilan, çeyin ayrimi, ayirmayi yapan ise dünyadir. Dil, dünya ile çeyler arasinda gerçekleçen
bir ayrim olarak varolur. Ayrim yapma, çeyleri bir dünya duruçu içinde olagetirmektedir.

Wilhelm von Humboldtun her dil, hatta farkli lehçeler bile, yalnizca konuçma organlarinin farkliligini
degil, dünyanin her seferinde farkli konuçtugunu gösterir deyiçini çok yerinde bulan Heidegger, dilin
söyleyerek insan için bir anlaçilirlik çevreni oluçturdugunu dile getirir. Dil bu anlaçilirlik çevreni içinde Varligi
aydinlatma görevini, Varligin çobani olan insana yüklemektedir. Varlik kendisi olmak için gereksindigi
buradaligina kavuçma koçulunu dile gelerek yerine getirebilir. Varlik kendisini dilde açmaktadir; açikligina
dilde kavuçmaktadir. Ancak bu açiklik sürekli degildir. Dilin sagladigi açiklik, içinde varolanlarin olageldigi, perdesi
sürekli açik bir sahne degil; yeniden ortaya çikmak için perdesini kapatan degiçken bir sahnedir. Dilin sagladigi
açiklik insanin tarihsel dünyasidir (Özlem 1997: 15). Insan ancak bu dünyada anlami sorma ve
temellendirme olanagi elde etmektedir. Bu, insanin, içinde konakladigi dilin anlam çevrenine bagli oldugu anlamina
gelir. Konakladigi bu yerde insanin komçusu Varliktir. Bu durumda yalniz insana varoluç olma olanagini saglamakla
kalmayip, Varliga açikliga kavuçma olanagi da taniyan çey, dildir. Dil, içinde insanin varoluç oldugu, Varligin ise
açikligina kavuçtugu olagelen olaydir. Olagelmenin (Ereigniss) tarzini söylemesi (sagen) araciligiyla
belirledigi için, Varligin evi dildir (Heidegger 1985: 255). Olagelen (Ereignende) ise ne bir nedenin etkisi,
ne de bir sebebin sonucudur. Olagelen olagelmenin kendisinden baçka bir çey degildir. Dilin özü ise hem
varoluç olan insan, hem de açikligina kavuçan Varlik üzerinden, gizlenmiçlikten (lethe) gelip açikliga
(a-letheia) dogru giderek gerçekleçmektedir; baçka bir deyiçle olagelmektedir.

KAYNAKÇA
AUGUSTINUS, Aurelius. Itiraflar, (Çev. Dominik Pamir), Istanbul, 1999: Kaknüs Yayinlari
AYSEVER, R. Levent. Anlam Sorunu ve John R. Searleün Çözümü., (Yayimlanmamiç Doktora Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi,
1994
HEIDEGGER, Martin. Unterwegs zur Sprache, Gesamtausgabe: 1. Abteilung: Veröffentliche Schriften 1910-1976, Band 12, Frankfurt am
Main, 1985: Vittorio Klostermann GmbH
HEIDEGGER, Martin. Metafizik Nedir? (Çev. Yusuf Örnek), Ankara, 1991: TFK Yayinlari
HEIDEGGER, Martin. Sein und Zeit, Tübingen, 1993: Max Niemeyer Verlag
HEIDEGGER, Martin. Brief Über den Hümanismus Wegmarken, Gesamtausgabe Band-9. Frankfurt am Main, 1996: Vittorio Klostermann
GmbH
HEIDEGGER, Martin. Vom Wesen der Sprache, Gesamtausgabe: Abteilung: Hinweise undAufzeichnungen,Band 85, Frankfurt am Main, 1999:
Vittorio Klostermann GmbH
HUSSERL, Edmund. Fenomenoloji Üzerine Beç Ders, (Çev. Harun Tepe), Ankara, 1997: Bilim ve Sanat Yayinlari
LOCKE, John. Insan Anhigi Üzerine Bir Deneme, (Çev. Vehbi Hacikadiroglu), Istanbul, 1992: Ara Yayincilik
ÖZLEM, Dogan. Teknige Yönelik Soruya Önsöz, Teknige Yönelik Soru, M. Heidegger (Çev. Dogan Özlem), Istanbul, 1997: Afa
Yayinlari.
WITTGENSTEIN, Ludwig. Philosophische Untersuchungen, Schr 1 içinde, Frankfurt am Main, 1969: Suhrkamp Verlag
WITTGENSTEIN, Ludwig. Tractatus Logico-Philosophicus, (Çev. Oruç Aruoba), Istanbul, 1985: B/F/S Yayinlari.
Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Dilin Dogasi http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷38049&PN÷1
12 -~ 12 19.11.2008 19:23
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: DiIin Serüveni (AIìntì)
YazanIar Gönderi << Önceki Konu " Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 30.03.2004 Saat 16:52 | Kayitli IP
Kendimizi bilmeye baçladigimizda, dil hazir buldugumuz bir araç olarak kullanimimiza girmiçtir bile. Ancak saglikli bir bebegi izledigimizde
görürüz ki , onun anne dilini kazanmasi süreci o kadar da sorunsuz degildir.
Çu siralar Dersler bölümünde Dil Felsefesi baçligi altinda alintilar yapiyorum. Bu ayin gecikmeli çikan Bilim ve Teknik Dergisinin
eki bir rastlanti olarak dile iliçkin. Baçlik: Dilin Serüveni.
Forumda tartiçilan konulara belli bir art alan oluçturabilecegini düçündügüm felsefe ve bilim baglaminda genel söylemleri buraya aktarmaya
yogunlaçtim çu siralar. Alintilarin özellikle birikimi yeterli üyeleri siktigini biliyorum. Yine de forumda yazan üye sayisinin yaklaçik 4-5 katini
bulan ziyaretçileri ve özel ilgi alanlari dil olanlari düçünerek andigim özel sayidan bazi seçmeler yapacagim.
!"# %&'(" #)%*+,*#
1860'li yillarda, Britanya Akademisi (British Academy) ve Paris Dilbilim Dernegi (Societe de Linguistique de Paris), üyelerine dilin kökeni
konusunda tartiçmaktan kaçinmalari yönünde uyari- da bulunmuçlardi. Gerekçeyse, hem baçtan çikarici hem de spekülasyonlara oldukça
açik olan konunun, sonu gelmeyecek, verimsiz bir kuramlar silsilesi tehlikesini barindirmasi. Bir yüzyili açkin zaman sonra bile, dilbilim
konusunda son 50 yilin en önemli isimlerinden olan Noam Chomsky, dilin evrimi ve barindirdigi beyinsel mekanizmalara iliçkin bilgi
birikiminin, o siralarda "ciddi bir sorgu- lamaya elverecek ölçüde olgunlaçmiç olmadigini" söylüyordu.
Ancak çimdi, bu yönde ciddi çabalara giriçmenin belki de tam zamani. Son 10-15 yildir, birçok disiplinden araçtirmacilar konuçmanin
kökenine degiçik açilardan yaklaçirken, yeni tekniklerden oldugu kadar yeni düçünce biçimlerinden de yararlaniyorlar. Dilin kökeni sorusu,
Chomsky'nin uzun süren egemenligi altindaki birçok dilbilimci için karanlikta kalmiçti. Çünkü, Chomsky'nin gramer kaliplarinin doguçtan
geldigi ve evrensel oldugu yolundaki kurami, bu dil yeteneginin nasil ortaya çikmiç oldugu sorusunu ister istemez diçliyordu. Ancak evrimsel
düçünce tarzinin, biyolojinin birçok alaninda esmiç olan rüzgarlari, nihayet 1990'da dil- bilimcileri de ziyaret etti. Harvard'da biliçsel bilimler
konusunda uzman Steven Pinker ve Yale'de psikolog olan Paul Bloom, o yil Davraniç ve Beyin Bilimleri dergisinde uzun bir makale
yayimlayarak, dilin dogal seçilimle evrimleçmiç olmasi gerektigi iddiasini ortaya attilar.
Edinburgh Üniversitesi'nden dilbilimci James Hurford, bu Pinker-Bloom ortak makalesini bir dönüm noktasi olarak tanimliyor: "Chomsky'ci
çevrelerde dilin evriminden bahsetmek, yasak olmaktan bir anda çikiverdi." Bu arada beyin görüntüleme teknikleri, sinirbilim (neuroscience)
ve genetikte gerçekleçen geliçmeler, giderek büyümekte olan bir araçtirmacilar ordusunu beynin ve biyolojik geçmiçimizin derinlerine
yönelme olanagi tanimiç durumda.
Dil becerisi, araçtirmacilar arasinda uzun süre mucizevi bir özellik olarak ele alindiysa da, artik bilim adamlari bu 'mucize'yi bir anlamda
daha küçük ve daha kolay irdelenebilir `küçük mucizelere' bölüp öyle ele almayi yegliyorlar. Bu her bir küçük bölüm, sözgelimi yüz
ifadelerini taklit becerisi ya da birçok küçük hareketi birbiri peçisira gerçekleçtirmek gibi, birbirinden oldukça farkli olabilen yetilerden bir ya
da birkaçini içeriyor. Artik, insan beyninin, bir noktaya gelip de aniden `konuçabildigini' keçfettigi fantezisi pek geçerli degil.
Araçtirmacilar, onun yerine beynin "dilsel hazirliklilik" dedikleri daha alçakgönüllü bir konuma ulaçtigini, bu konumun da daha sonraki dilsel
beceri basamaklari için beyine yeni kapilar açtigini düçünüyorlar.
Dili evrimle birlikte ele alan çaliçmalarin 1990'lardan beri hizla artmasina karçin, yeni bulgular da hâlâ dolayli ve yoruma açik; tabii
çeliçkilere de. California Üniversitesi'nden (Berkeley) beyinbilimci Terrence Deacon, "elimizde konuçma fosilleri olmadigina göre, kendisine
içaret edebilecek bütün parmakizleri silinmiç olan dilin kökeninin, daha bir süre esrarini koruyacagi kesin" diyor.
devam edecek
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Gönderen: 31.03.2004 Saat 09:57 | Kayitli IP
Ne Zainan Konuçmaya Baçladik?
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
1 -~ 11 19.11.2008 19:18
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Arkeologlar, hayvanlararasi iletiçim ve insan konuçmasi arasindaki 5 milyon yillik evrimsel `boçlugun' içinde, insan davraniçlariyla ilgili
çeçitli kilometretaçlarini belirlemiç bulunuyorlar. Sorun, hangi geliçmelerin dil becerisine içaret ettigi yolunda bir fikir birliginin olmamasi.
Sözgelimi, günümüz- den 2,4 milyon yil öncesine tarihlenmiç ilk taçtan aletler kimi araçtirmaciya göre dilsel becerilerin varligina içaret
ederken, kimi de alet yapiminin konuçmayla uzak yakin iliçkisi olmadigini savunuyor.
Bir baçka baçlangiç noktasiysa, araçtirmacilara gore 2 milyon yil öncesi. Bu, insansi (hominid) beyninin hizla büyümeye baçladigi, dille ilgili
iki temel beyin bölgesinin de (sol alin lobunda -frontal lob- yer alan Broca alani , ve sol çakak lobunda -temporal lob- bulunan Wernicke alani
) yapi içine dahil edildigi bir dönem.
Sözcüklerin içerdigi sesleri, ya da ses birimlerini üretme konusuna gelince, iskeletler üzerinde yapilan çaliçmalar, atalarimizin 300.000 yil
kadar öncesinde, artik anatomik olarak "modern" duruma gelmiç olduklarini, trakenin (solunum borusu) üst kisminda bir delarinks (girtlak)
taçidiklarini gösteriyor. Larinksin, diger primatlarda oldugundan daha açagida yer almasi, insanlarin çikarabildikleri seslerin çeçit ve araligini
artirmakla birlikte, yemek borusundan açagi giden yiyecegin de solunum yoluna kaçmasini kolaylaçtiriyor. Buysa bizi nefesin tikanmasi ya
da bogulma tehlikesine, diger memelilere göre daha fazla maruz birakiyor. Deacon'a göre böyle bir anatominin geliçmiç olmasinin nedeni,
olsa olsa konuçmaya hizmet etmek olabilir.
Genetik çaliçmalarinin da içaret ettigi bazi olasiliklar var. Geçtigimiz yil, Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nden araçtirmacilar, hem
dil, hem de artikülasyon (konuçma seslerini ya da ses birimlerini çikarma içlemi) içlevlerini etkileyen "konuçma geni" FOXP2'nin, dogal
seçilimin bir hedefi olmuç olmasi gerektigini ileri sürdüler. Araçtirmacilara göre, sözkonusu genin ugradigi son mutasyon 100.000 - 200.000
yil öncesinde gerçekleçerek, dilsel beceriler için yeni bir düzeyin temellerini atmiç olabilir.
Dilin, belki de birkaç yüz bin yil içinde dereceli olarak ortaya çiktigi, araçtirmacilarin çogunun lehinde oldugu bir görüç. Ancak Pinker'a göre
kesin olarak söyleyebilecegimiz tek çey, bildigimiz anlamiyla geliçkin dil becerisinin, en az 50.000 önce, Avrupa'da yaçayan insanlarin sanat
yaratilari geliçtirip ölülerini törenlerle gömdükleri, yani akici dil kullanimina açik çekilde içaret eden sembolik davraniçlarda bulunduklari bir
zamanda yerleçmiç oldugu.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 01.04.2004 Saat 09:54 | Kayitli IP
Hareket Dil Baglantisi
Dilin ne zaman ortaya çiktigi sorusunun yaniti, öyle görünüyor ki nasil ortaya çiktigi hakkindaki bilgi birikiminin artmasini bekleyecek. Son
yillardaysa, giderek artan sayida araçtirmaci, dilsel beceriler için, beynin motor (hareketle ilgili) bölgelerinde birtakim degiçikliklerin
gerçekleçmiç olmasi gerektigi yolundaki görüçü benimsiyor.
Deacon, dili hareketten çok sesle bagdaçtiriyor olsak da, konuçmanin, bir motor etkinlik olarak ele alindiginda daha iyi anlaçilabilecegi
düçüncesinde. Igneden iplik geçirmek ya da keman çalmak gibi "ince" motor becerilerin devreye girdigi durumlar gibi, konuçma da son
derece ince ve hizli içleyen bir motor kontrol mekanizmasi gerektiriyor. Larinks, agiz, yüz, dil hareketlerinin yanisira nefes alip verme
hareketleri de, birbirleriyle oldugu kadar, biliçsel içlemlerle de çok iyi senkronize edilmek zorunda.
Bu nedenle, dille beynin bazi motor hareketleri (özellikle kendini ifade için kullanilan el hareketleri ve agiz-dil hareketleri ) kontrol eden
bölgeleri arasindaki baglantiyi ortaya çikarmaya yönelik araçtirmalar derinleçmeye baçlamiç bulunuyor. California Üniversitesi'nden (San
Diego) dilbilimci Robert Kluender, içaret dilinin de dahil oldugu bu jest ve mimiklerin incelenmesiyle, hayvanlararasi iletiçim ve konuçma
arasindaki boçlukta yer almiç olabilecek bir "ara davraniçsal göstergeler" dönemiyle ilgili birkaç ipucu elde edilebilecegini söylüyor.
Yine birçok araçtirmaci, el hareketleri ve yüz mimiklerinin temsil ettigi davraniç biçiminin, hayvanlarin çikardiklari seslere kiyasla
konuçmaya çok daha yakin oldugu görüçünde. Pinker, diger bütün memelilerde nefes alma ve ses üretiminin denetlendigi beyin bölgelerinin,
konuçmayla ilgili alanlardan oldukça farkli yerlerde olduguna dikkat çekiyor. Insan-diçi primatlarin kendini tekrar eden ve sinirli sayidaki
"alarm çagrilari"nin, dilin etkileçimsel ve çok bile çenli özelliklerini taçimadigini belirten biliçsel bilim uzmani Philip Lieberman ise, aslinda
insansimaymun anatomisinin, insan konuçmasinin fonetik açidan düçük düzeyli bir biçimine benzetilebilecek bir tür `konuçma' üretmelerine
uygun oldugunu söylüyor: "Ancak bunu yapmiyorlar. Insansimaymunlarin motor davraniçlari daha esnek ve toplumsal etkilçimle de daha
ilgili oldugu için, içaret dilinde çok daha baçarililar. Bakiçlar, agiz, yüz, el ve ayak hareketleri, sesli çagri ve çigliklardan çok daha etkili."
Araçtirmaciya göre dil becerisi için gerekli temeli atan kilit degiçiklikler, bazal ganglionlar adi verilen ve bisiklete binmek gibi yinelemeli
hareketleri denetleyen beyin bölgelerindeki `devreler'de gerçekleçti. Bu bölge, hem sözel hem de mimik ve jestlerle ilgili ardiçik ve bileçik
hareketleri olanakli kilan bir "dizi oluçturma motoru". Kanit olaraksa, Parkinson hastalarini gösteriyor. Bu kiçiler, bazal ganglionlarda geliçen
hasar sonucu, denge ve harekette oldugu kadar sözdizimsel becerilerde de sorun yaçiyorlar.
Dil becerilerini desteklemek üzere, artikülasyon, içitme, planlama ve-bellek için olanlar da dahil, birçok beyin alaninin geliçmiç olmasi
gerektigi halde, Pinker'a göre özellikle de motor becerilerle dil arasinda bu açidan yakin bir baglanti mevcut.
Chicago Üniversitesi'nde psikolog olan David McNeill'se bu konuda ilginç bir örnek veriyor: Örnek, tam belirlenememiç bir virüsün etkisiyle,
boyundan açagisi dokunma duyusuna tümüyle duyarsiz hale gelen bir adamla ilgili. Adam, en basit bir hareketi bile, kayip duyularin yerine
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
2 -~ 11 19.11.2008 19:18
geçen biliçsel ve görsel geribildirim yoluyla yeniden ögrenmek zorunda kalirken, konuçurken el ve kol hareketlerini otomatik olarak
kullaniyormuç. Hatta araçtirmacilar, ellerini hem kendi hem de dinleyicilerinin gözlerinden sakladiklari halde. McNeill, ellerin sesli
konuçmayla dogrudan iliçkisi oldugunu söylüyor. Ona göre jest ve mimikler, yerlerini zamanla sözlü dile birakan davraniçsal birer fosil degil,
dilin temel ve ayrilmaz ögelerinden.
Ancak, hayvanlarin `seslenme' biçimleri ve çikardiklari seslerdeki anlamliligi gözardi etmek niyetiiide olmayanlar da var. Bu konudaki farkli
görüçlerse, genellikle araçtirmacilarin uzmanlik alanlarinin farkliligindan kaynaklaniyor. Sözgelimi Harvard Üniversitesi'nden primatolog
Marc Hauser, konuçmaya öncüllük etmek bakimindan primat sesleniçlerinin, bütün jest ve mimiklerden çok daha iyi adaylar olduklari
görüçünde ve özellikle de primat alarm çigliklarini sözcüklere benzetiyor. Afrika'daki bir maymun türünü ele alan bir çaliçmadan örnek veren
Hauser, maymunlarin, alarm çigliklarinda degiçiklikler yaparak kendilerini tehdit eden hayvanin türünü (leopar, kartal, vs) de
belirtebildiklerini hatirlatiyor. "Bu tür seslerin dille baglantisi, sözel olmayan her- hangi bir içaretten çok daha fazla" diyor Hauser.
Pinker ve yandaçlarinin çaliçmalarindan fazla etkilenmemiç görünen dilbilimciler de var. Etkilenmek bir yana, tüm bunlarin, beynin sözdizimi
becerisini nasil geliçtirdigini açiklamaktan çok uzak oldugunu savunuyorlar. Hawaii Üniversitesi'nden Derek Bickerton "Motor sistem, kas
hareketleri içindir" diyor. "Buna göre de bu sistem, kendine olsa olsa dilsel üretim hattinin sonunda yer bulabilir. Motor hareketlerden
sorumlu beyin bölgelerinin yaptigi, sözgelimi firlatma hareketinin gerektirdigi kas hareketlerini düzenlemekten ibaret. Yani o hareketle ilgili
kaslarin, degiçmez ve belli bir sirayla kasilmalarini saglamak. Cümle kurmaksa çok farkli birçey: Oluçturulan kavramsal yapiya göre, fikir ve
sözcükleri inanilmaz esneklikte ve sürekli degiçebilir bir siraya koymak.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 02.04.2004 Saat 09:32 | Kayitli IP
Ayna Ayna...
Karçi-görüçler, yine de hareket dil baglantisina olan ilgiyi azaltmiyor. Bunun bir nedeni de, 1996'da yapilan ve kurami belki de ilk kez bu
kadar güçlü bulgularla destekleyen bir keçif: maymunlarin beyninde bulunan bir "ayna nöronlari" sistemi.
Ayna nöronlarinin dille olan baglantisi, insanlarin büyük siklikla yararlandigi ve dil için zorunlu kabul edilen taklit özelligine dayali. Papaganlar
ve yunuslarin da ses taklidi yapabildikleri biliniyor. Ancak taklit, yalnizca memelilere atfedilebilecek bir özellik olmasa da insan-diçi
primatlarda bile pek geliçkin degil. Insan yaçamindaysa bambaçka bir yere sahip. Bebeklerin ilk sözcüklerini ögrenmelerinin yolu, taklitten
geçiyor.
Ayrica taklit, soyut bir simgeden ortak bir "anlam" oluçturmanin da tek yolu. California Üniversitesi (Los Angeles) sinirbilimcilerinden Marco
lacoboni'ye göre ise "dilin kökeni üzerinde çaliçan bilimadamlarinin üzerinde durduklari ortak noktalardan biri."
Italya'daki Parma Üniversitesi'nden Giacomo Rizzolatti'nin yönetimindeki ekibin yukarida sözü edilen keçfi yapmasiysa, bu nedenle birçok
araçtirmaciyi yeniden harekete geçirdi. Araçtirmacilar, büyük ölçüde insana özgü olan taklit becerisinin öncülü oldugunu düçündükleri bir
özelligi, maymun beyninde ortaya çikardiklarini duyurmuçlardi. Çaliçma- da, makak maymunlarinda, F5 olarak anilan ve insanlardaki Broca
alanina karçilik gelen bölgeden 532 nöronun elektriksel etkinliklerini kaydetmiçlerdi. Bu nöronlarin, maymunlarin "hedefe yönelik" el ve agiz
hareketleri sirasinda (bir yiyecege uzandiklari zaman oldugu gibi) etkinleçtikleri biliniyor.
Ancak ilginç olani, maymunlar bir baçka maymun, hatta insani ayni hareketi yaparken izlediklerinde, F5 nöronlarinin, sonradan "ayna
nöronlari" adini verdikleri bir alt grubunda da etkinleçme görülmesiydi. Güney California Üniversitesi'nden Michael Arbib'e göre bu bulgu,
"dilin evriminin öyküsüne yepyeni kapilar ve yaklaçimlarin yolunu açti. Öyle ya, beynin konuçma bölgesinde, yakalama ya da kavramayla
ilgili bir ayna sisteminin içi neydi?" Araçtirmacilar bu ayna hücrelerinin, yapilan gözlem ve ardindan gelen agiz ve el hareketlerini bir araya
getirici bir sistem oluçturdugu sonucuna vardilar.
Ayna nöronlari, bugüne kadar makaklarin yalnizca iki beyin bölgesinde bulunmuç durumda; makak nöronlarinin ortaya çikmasini saglayan
ve tek bir beyin hücresinin etkinliginin kaydedildigi teknik, henüz insanlara uygulanmiç degil. Ancak lacoboni, insanlar için benzer bir devre; "
taklit için özel, sinirsel bir mimari yapi" belirlemiç oldugunu düçünüyor. Yöntemiyse, maymunlar için yapilan tek-hücre kayitlarinin
sonuçlarini, insanlara ait fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleriyle (parmak hareketleri ya da yüz ifadelerini izlerken ya da taklit
ederken) biraraya getirmek. Araçtirmaci devrenin, Broca alanina ek olarak, biri temporal lobun üst kismi, biri de parietal (yan) lobda olmak
üzere, iki alan daha içerdigini söylüyor. Bunlardan birincisi, içitileni anlamayla ilgili Wernicke alaniyla kismen çakiçiyor ve yüz-vücut
hareketlerine tepki veren nöronlar içeriyor;
ikincisiyse makak maymununda görsel ve bedensel bilgiyi biraraya getiren PF bölgesine karçilik geliyor. lacobi'ye göre "insanda taklit
mekanizmasi, bilinen dil alanlariyla pekala çakiçiyor." Vardigi sonuçsa, Broca alaninin bu ikili kullaniminin, hareke tin taninmasi, taklit ve dil
arasinda evrimsel bir süreklilige içaret ettigi.
Ayna nöronlarinin, hareket ve konuçmanin denetimi arasinda, çimdiye kadar bulunamamiç sinirsel "geçiç halkasi" olduklari düçünülüyor. Bu
çekil de, 1950'lerde geliçtirilen, eski bir kuram da anlam buluyor: "konuçma algilanmasinin motor kurami." Buna göre, bebekler ilk
sözcüklerini söylerken (taklit ederken) onlara kilavuzluk eden çey, sözcügün akustik özelliklerinden çok (papaganlarda oldugu gibi), yüze
verdigi çekil ya da hareket. Buna verilebilecek örneklerden biri, McGurk etkisi olarak biliniyor: Dinlediginiz bir kayitta "ba" hecesini
duydugunuz anda, bir baçkasini "ga" hecesini telaffuz ederken biliyorsaniz, duydugunuzu sandiginiz ses, büyük olasilikla "da" oluyor; yani
anatomik olarak ikisinin arasinda bir ses.
Sonuçta konuçmayi algilarken, duydugunuz sesleri, kendi kullandiginiz üretim mekanizmasina baçvurarak degerlendiriyorsunuz.
Araçtirmacilara göre insanlar, diger hayvanlardan farkli olarak, içgörülerinden yararlanma yoluyla vücut hareketlerini bir baçkasininkiyle
karçilaçtirabiliyorlar. Buna bagli olarak çocuk, sözgelimi annesi kendine el salladiginda, ona ayni hareketle nasil karçilik verebilecegini de
biliyor.
Kuram, dilin evrimine uygulandiginda yeni bir anlam kazaniyor. Yale Üniversitesi'nden psikolog Michael Studdert-Kennedy'nin çaliçmalari da
bu yönde. Araçtirmaciya göre ayna nöronlariyla, ilk kez olarak girdiyle çikti arasinda, (hareketin gözlenmesiyle taklidi arasinda) dogrudan
fizyolojik bir baglanti kurulmuç oluyor. Rizzolatti ve ekibiyse, bu konuda yeni bulgular elde etmiçler bile. Makaklardaki F5 hücrelerinden bir
kisminin, yalnizca 'anlamli' bir yakalama ya da kavrama hareketinin izlenmesi sirasinda degil, hareketin oluçturdugu sese (fistik kirma sesi
gibi) bagli olarak da etkinleçtikleri gözlenmiç.
Arbib ise, bu ayna sistemlerinin baçka davraniçlar için de bulunabilecekleri ve beynin farkli bölgelerinde yer alabilecekleri görüçünde. Ayna
nöronlarinin, dil için kilit önemdeki yan beceriler için ilk somut nörolojik kanitlari oluçturdugu görüçü, yine de eleçtiriden muaf degil.
Içlerinde Pinker'in da bulundugu bazi bilim adamlariysa, makaklarin ne de olsa konuçamadiklarini, hatta taklit de yapamadiklarini
hatirlatiyor, varsayimlari diçlamasalar da, baglantinin hâlâ bulanik noktalar taçidigini vurguluyorlar.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 03.04.2004 Saat 12:22 | Kayitli IP
Ílk Sözdizimi Sözcüklerle mi, Ellerle mi?
Ancak ayna nöronlari kurami, ilk dilin (yani herhangi bir `sözdizimi kuralina bagli olarak üretilen sembolik ses ya da jestlerin) sesli mi oldugu
yoksa eller kullanilarak mi üretildigi sorularinin her iki yandaçina da bir tür baçvuru noktasi olmaya devam ediyor.
Oyunu jest ve hareketlerden yana verenlerden Michael Corballis (Auckland Üniversitesi, Yeni Zelanda), ayna nöronlarinin, kavrama-
yakalamadan sorumlu beyin bölgelerinde bulundugunu, dilin de bir milyon yil kadar önce el hareketleri ve içaretleriyle baçladigini
düçünüyor. Konuçma yetilerini kaybeden insanlarin, bir içaret dilini hizla benimseyebiliyor olmalari da, araçtirmacinin dikkat çektigi
noktalardan biri.
EI hareketleri ve yüz mimiklerinin konuçma ve iletiçimde oynadiklari önemli rol ve FOXP2 geninde ki görece yakin sayilabilecek nihai
mutasyondan yola çikan Corballis, "otonom" konuçmanin 50.000 yil kadar önce baçlayan kültür patlamasindan önce tam anlamiyla
geliçmemiç olabilecegi, ayna nöronlarininsa kuramini destekledigi görüçünde. Araçtirmaciya göre konuçma, elleri iç için kullanma
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
3 -~ 11 19.11.2008 19:18
gereksinimi ya da karanlikta iletiçim kurma gibi nedenlere bagli olarak yeglenir oldu. Bu nedenle de sözkonusu nöronlarin olasilikla önce el
hareketleri için evrimleçtikleri, ses ve yüz denetiminiyse insansi evriminin oldukça geç bir döneminde ele almiç olabileceklerini akla uygun
buluyor.
Herkes ayni görüçte degil. Ve diyorlar ki, hareket ve dil birbirinden ayrilmaz olsalar da, dil temel olarak el degil, agiza dayali bir davraniç.
Texas Üniversitesi psikologlarindan Peter MacNeilage bu kiçilerden biri. Araçtirmaci, maymunlarda agiz hareketlerinin (ama seslerin degil)
insan konuçmasindaki hecelerin öncülü oldugunu, ayna nöronlari sisteminin keçfinin de (özellikle de dudak çapirdatma ve fis tik kirmayla
etkinleçen son keçfin) görüçlerini destekledigini savunuyor.
MacNeilage, beyindeki yardimci motor bölgenin (ana motor bölgenin hemen bitiçiginde olup harekete iliçkin bellek ve hareket dizilerinde rol
oynayan bölge) sesli ifadedeki fiziksel sinirlamalari denetleyebilecegini düçünüyor. Senaryosu da çöyle: Çigneme, emme ve yalama
hareketleri, Broca alaninin öncülü olan bölgenin denetimi altinda, iletiçime yönelik farkli biçimler kazandi; dudak çapirdatma, dil çaklatma,
diçleri birbirine vurma gibi. Bundan sonraki açama, larinksi devreye sokarak bu davraniçlara ses kazandirmak oldu. Bu varsayim, kimine
göre ilk "anadil" olmuç olabilecek ve kendilerine özgü seslerle taninan "tikirtili diller"de (bkz. "Ilk Dil?") larinksin kullanilmayiçi gerçegiyle de
uyumlu.
Larinks devreye bir kez girdikten sonra da, birbirleriyle sinirsiz biçimde birleçtirilerek geniç bir sözcük haznesi oluçturabilecek bir sesler
kümesi ortaya çikti. Ve bu da kaçinilmaz olarak sözdizime ne (sentaks) kapiyi aralamiç oldu.
"EI içaretleriyle iletiçimin, bu tür kombinasyonlara elverecek düzeye ulaçmiç olabilecegini hiç sanmiyorum" diyor MacNeilage. "Öyle olsaydi,
hâlâ bunu kullaniyor olurduk. Içaretler sistemi bu derecede karmaçik bir düzeye gelmiç olsaydi, sesli konuçmaya geçiç için yeterince saglam
bir gerekçe de (gece karanlikta konuçma gereksinimi dahil) olmayacakti. Içaret dilinden sesli konuçmaya geçtigimizi iddia eden hiç kimse
de, bugüne kadar tatminkar bir geçiç kuramiyla öne çikabilmiç degil." Kimilerine göre de, bu "hangisi önce geldi?" tartiçmalarinin pek bir
önemi yok; önemli olan, birinin digeri olmadan geliçemeyecegi gerçegi.
Insanlarin nasil simgelerle düçünür hale geldikleri, ya da bir baçkasinin düçünce süreçlerinin nasil bilincine varmaya baçladiklari gibi daha
derin sorularin çözümüyse çok daha uzakta görünüyor. Araçtirmacilar, bu konularda da geliçmekte olan beyin görüntüleme tekniklerine
güveniyorlar. Belki bu çekilde, beyinde oluçan bir cümle için bir akiç çemasi bile oluçturulabilecek. Hauser ve ekibinin inanci, hayvanlarla
yapilan araçtirmalarla, sözcüklerin sonsuz kombinasyonlarla biraraya getirilmesi yeteneginin hayvanlardaki davraniçsal karçiliklarinin
bulunabilecegi yönünde.
Arbib'in gözü de yeni ayna nöronlari sistemlerinin keçfinde. Bickerton'a göreyse "bilinmeyenler alani giderek küçülüyor. Sorun, alan
sifirlandiginda çözülmüç olacak. Birileri ortaya çikip da `çözüm bende!' dediginde degil."
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 04.04.2004 Saat 17:10 | Kayitli IP
!"# -!"
1980 yilinda çekilen "Tanrilar Çildirmiç Olmali" adli filmde, gökten gelen bir kola çiçesi, tuhaf sesler çikaran Afrikalilar'in arasina düçer. Bu
insanlarin tikirtiyi andiran seslerle dolu heyecanli konuçmalari, dünyanin dört bir köçesinden izleyicilere çok tuhaf gelir; bir o kadar da
yabanil..
Küçük bir gruba özgü bu dil hakkinda yapilan birkaç araçtirma, en eski atalarimizin da iletiçim kurmak için tikirtiya benzeyen sesleri
kullandigina içaret ediyor. Son dil bilim araçtirmalari, bu seslerin, dilbilim çözümlemelerinin sinirlarinda, 10.000 yildan da daha eski bir
zamanda ortaya çiktigini; genetik verilerse, tikirtili konuçan topluluklarin kökeninin günümüzden 50.000 yil önceki bir ortak ataya
dayandigini gösteriyor.
Bu sav henüz kanitlanamamiç olsa da, Stanford Üniversitesi'nden omurgali canlilar sistematigi uzmani Alec Knight'a göre, bugünkü tüm
insanlarin ortak atalari olan insan toplulugunun savanada yaçadigi ve tikirti sesleriyle iletiçim kurdugu akla yakin geliyor. Knight, bugün
yeryüzünde yalnizca 120.000 kiçinin bu tuhaf seslerle konuçtuklarini tahmin ediyor. Bu topluluklar, insanlarin konuçma yetenegini nasil
geliçtirdiklerine iliçkin yeni bir anlayiç sagliyorlar; özellikle de araçtirmacilarin farkli alanlarda elde edilen verileri bir araya getirdikleri
düçünülürse. Çünkü, dilbilim, genetik ve arkeoloji alanlarinda toplanan verilerin bir arada ele alinmasiyla çok fazla yol alinabilir.
Tikirtilarin Baglami Bugün tikirti sesleri, çogu Botswana, Namibya ve Güney Afrika ve çevresinde yaçayan 30 kadar insan toplulugunun
kendine özgü konuçma biçimlerinin bir parçasi. Afrika diçinda bilinen tek tikirtili dil, Avustralya'daki aborjinlerin yalnizca erkeklige adim
atma törenlerinde kullandiklari ve soyu tükenmiç bir dil olan "Damin" dili. Afrika'daki tikirtili konuçanlardaysa, günlük konuçmalarin bir
bölümü tikirti seslerinden oluçabiliyor; kimi kezse "sözler" tümüyle yitiyor.
Tikirti sesleri öteki "sözsüz" seslerden, usta dil hareketleri ve havanin agzin içine dogru hareketiyle ayriliyor. ABD'deki Cornell
Üniversitesi'nden dilbilimci Amanda Miller-Ockhuizen, bu seslerin gerçekte yalnizca çok güçlü telaffuz edilen ünsüzler oldugunu belirtiyor.
Tikirtili diller konuçan topluluklar, ortak tikirti seslerine sahip; ancak dilleri birbirinden çok farkli. Kimi araçtirmacilar, tikirtili dillerin
birbirlerinden, Ingilizce'nin Japonca'dan farkli oE masi kadar farkli oldugunu öne sürüyorlar.
Ancak bu çeçitliligin degerinin henüz yeni anlaçilmaya baçlandigi söylenebilir. 1960'li yillarda, etkili bir dilbilimci olan Stanford
Üniversitesi'nden Joseph Greenberg, tüm tikirti dillerini ayni çemsiyenin altina koyarak, "Khoe" adli çoban toplulugu ve "San" adli
avci-toplayicilardan esinlenerek "Khoisan Dil Ailesi" olarak adlandirmiçti. Bugünse tarihsel dilbilimciler, Greenberg'in siniflandirmasina karçi
çikarak Khoisan'i daha siki çözümleme yöntemlemleriyle ele aliyor ve birkaç dil grubuna ayiriyorlar.
Son çaliçmalar, Khoisan dil ailesindeki dilleri cografi ve dilbilimsel özelliklerine göre en azindan üç farkli sinifa ayiriyor. Crawhall, bu dillerin
birkaçinin bilinen hiçbir dil ailesine uymadigini da belirtiyor. Örnegin, 1995 yilinda, Kuzey Arizona Üniversitesi'nden (ABD) Bonny Sands,
tikirtili konuçanlarin çogunlugundan 2000 kilometre uzakta, Tanzanya'nin kuzey bölümünde yaçan 1000 kadar "Hadzabe" insaninca
konuçulan "Hadzane" dilini, dilbilgisi, anlamlar ve sesler bakimindan yeniden ele almiç. Araç- tirman, bu dilin bilinen herhangi bir dil ailesiyle
iliçkili oldugunu kanitlayamamiç; Bu dil, dilbilimsel açidan da bilinen hiçbir dile benzemiyor.
Bu bulgu, Hadzane dilinin öteki tikirtili dillerden farkli bir kökene sahip olduguna ya da hem bu dilin hem de bugünkü öteki tikirtili dillerin çok
eski bir tikirti dilinden kaynaklandigina içaret ediyor olabilir. Sands, tikirtili dillerin hep birden fazla sayida olageldigini düçünüyor; ancak, en
baçta tek bir tikirtili dil ailesi vardiysa, bunun günümüzden on binlerce yil öncede kaldigini belirtiyor. Bu, dil bilim araçtirmalarinin
inceleyebileceginden çok daha eski bir zaman dilimi.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 05.04.2004 Saat 10:39 | Kayitli IP
Eski Topluluklarin Ízinl Sürmek
Tikirtili konuçanlarla ilgili genetik veriler toplayan araçtirmacilar da var. Bu veriler, genellikle dilbilim verilerinden çok daha eski bir geçmiçe
içik tutabiliyor. 1992 yilindaki bir araçtirma, DNA'larindaki çeçitliligin fazlaligina dayanarak, Hadzabelein geçmiçi çok eskilere dayanan bir
topluluk olduguna içaret ediyordu.
Daha yakin bir zamanda, geçtigimiz yil düzenlenen bir fiziksel antropoloji toplantisinda, Maryland Üniversitesi'nden genetikbilimci Sarah
Tishkoff, Hadzabelerin ve Afrika'nin güneyinden, tikirtili konuçan bir baçka topluluk olan Sandawelerin DNA'larinda büyük bir çeçitlik
bulundugunu bildirdi.
Bu topluluklarin ve dillerinin kökeni konusundaki bulmaca, Knight'in ve Stanford Üniversitesi'nden antropolojik genetik uzmani loanna
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
4 -~ 11 19.11.2008 19:18
Mountain'in ilgisini çekmiç. Geçtigimiz yil, yalitilmiç Hadzabeler ve güney Afrika'daki Sanlar arasindaki iliçkiyi ortaya çikarmak için genetik
verilerden yararlanmaya karar vermiçler. Hadzabeler'in yakin bir geçmiçte Tanzanya'ya güneyden göç etmiç olabileceklerini, ya da Sanlar'in
güneye göç etmiç kuzeyli gruplardan birinin parçasi olabilecegini düçünmüçler. Araçtirmacilar, iki toplulugun genetik özelliklerinde ortak bir
mirasa rastlamayi beklerlerken, veriler bunun tam tersini göstermiç.
DNA'nin belli bölümlerindeki benzerlikler, akrabaliga içaret eder. Knight, Mountain ve arkadaçlari, 49 Hadzabe'nin ve Tanzanya'daki baçka
üç topluluktan 60 kiçinin mitokondri DNA'larini ve Y kromozomlarini incelemiçler. Namibya ve Botswana'daki bir baçka San toplulugu olan
"luhoansi"lerden de Y kromozomu verileri toplamiçlar. ("1uIfoansi"ler "!Kung" olarak da biliniyorlar.)
Araçtirmanin sonunda, Hadzabeler'le Sanlar'in birbirleriyle akraba olmadiklari ortaya çikti. Gen diziliçleri, geçmiçlerinin çok erken bir
açamasinda bu iki grubun yollarinin ayrildigini, hiçbirinin yakinlarda kuzeye ya da güneye göç etmemiç olduklarini gösterdi. Crawhall
araçtirmanin, Hadzabeler'in, en eski tikirtili konuçanlar toplulugundan ayrilan ilk gruplardan birinin soyundan geldigini gösterdigini belirtiyor.
Kimi araçtirmacilar, Hadzabeler'le tüm öteki tikirtili konuçanlar arasindaki ayrimin, 100.000 yil gibi çok çok eski bir zamanda gerçekleçtigini
düçünseler de, Knight'a göre bu ayrim günümüzden 70.000 - 50.000 yil önce gerçekleçmiçti. Bu, açagi yukari, modern insanin, -kimilerine
göre dilin geliçmesinden sonra- Afrika'dan çikarak dünyaya yayildigi öne sürülen zaman araligiyla da örtüçüyor. Ancak, Knight,
araçtirmalarinin en az kesinlik içeren bölümünün tarihlendirme oldugu uyarisini yapiyor.
Tikirtili konuçmanin kökeninin bu kadar eskiye tarihlendirilmesi, yillardir, insanlarin 100.000 yil önce kullandigi "sözcüklerin" yalnizca
parmak çiklatma ya da bilek hareketleri gibi jestler oldugunu iddia eden, Yeni Zelaoda'daki Auckland Üniversitesi'nden Michael Corballis'e
çekici geliyor. Corballis, "tikirtilar'in, dillerin otonom bir biçimde sözlü olmadigi zamana dayandigini ve jestlere, "sozel-öncesi" sesler
eklemenin bir yolu ya da konuçma için bir basamak oldugunu düçünüyor. Knight'a göre, yalnizca atalarinin avri yaçam biçimlerini koruyan
gruplar tikirtilara gereksinim duymayi sürdürdüler; öteki tikirti dilleri, ilk insanlar yeni çevrelere göç ettiklerinde yok oldu.
Bu sav, Knight'a, avlanirken iletiçim için sözlerin kayboldugunu, yalnizca tikirtilari kullandiklarini anlatan bugünkü Hadze beler'den toplanan
verilerle de uyumlu. Bu durum, tikirtili konuçanlarla ilgili onlarca belgesel film çeken, ABD'de ki Watertown'dan (Massachusetts) lohn
Marshall'in da dikkatini çekmiç. Deneyimlerinden, av peçindeyken iletiçim için yalnizca tikirtilari kullanmanin çok içe yaradigini biliyor.
Marshall ve Knight, konuçma seslerinin hayvanlari kaçirdigini, tikirtilarinsa, kuru çayirlarin çikardigi sesleri andirdigi için hayvanlari ürkütme
olasiliginin daha az oldugunu öne sürüyorlar.
Tüm bunlar akla yakin gelse de, tikirtilarin ilk dil oldugu kurami, hiçbir biçimde kanitlanmiç degil. Knight'in çaliçmalari, Sands'in tikirtilarin
tarihi konusundaki düçüncelerini kapsasa da, Sands, Knight'in, verileriyle çok fazla çeyi açiklamaya çaliçtigini düçünüyor.
Genetik özelliklerle dilin evrimi her zaman birlikte ilerlemez; bu durumda en fazla söylenebilecek çey, ikisinin birbiriyle bagintili oldugu.
Yani, tikirtilarin insanlarin ilk dili oldugunu kanitlamanin bir yolu yok.
Bu arada, California Üniversifesi'nden dilbilim tarihçisi Christopher Ehret gibi kimi araçtirmacilar, hâlâ, Greenberg'ün tikirtili dillerin hepsini
bir çati altinda toplayan siniflandirma sistemini savunuyor ve genetik verileri önemsizmiç gibi göstermeye çaliçiyorlar. Dahasi,
araçtirmacilarin çogu tüm tikirtili dillerin eninde sonunda tek bir ata dilden kaynaklandiginda israr etseler de, Sands, tikirtilarin, örnegin
Avustralya'daki Damin'le ve Afrika'daki Hadzane'le birden fazla kez evrimleçmiç olup olamayacagini merak ediyor. Sand, tikirtilarin normal
dil mekanizmasinin bir parçasi olduguna ve çocuklarin konuçmayi ögrenirken tikirti seslerini çikarmayi ögrendiklerine de içaret ediyor.
Araçtirmacilarin hepsi de, daha fazla çaliçma yapilmadan hiçbir çeyin yerli yerine oturmayacagini düçünüyorlar. Knight ve Mountain, daha
fazla gruptan DNA örnekleri toplamak için çabaliyorlar; Sands ve Crawhall'sa, baçka tikirti dillerini de dilbilimsel özellikleri bakimindan ele
almak için. Sands, yeterince hizli çaliçamamaktan korkuyor. Çünkü, tikirtili konuçan gruplardan birinden geriye yalnizca on kiçi kalmiç. 2000
yiliyla karçilaçtirildiginda bugün çok ilerlemiç olduklarini animsatan Knight'sa, iyimserligini koruyor.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 06.04.2004 Saat 11:22 | Kayitli IP
#.#"/0-/% 1.#"/0/
Eski metin ve bilgisayar benzetimleri, dilbilimcilerin sözcüklerin ve gramerin yüzyillar içinde nasil evrimleçtigini keçfetmelerine yardimci
oluyor.
Eger günümüzün rahiplerinden biri, 11. yüzyil Ingilizce elyazmalarindan biri olan "The Lord's Prayer"i (Tanri'ya Yakariç) okumaya kalksaydi,
Tanri'nin yardimi olmadan onu anlayamazdi! "Heofonum" (Heavens, Gökler) ve "yfele" (evil, kötü) gibi, bir çeyler çagriçtirabilen sözcükler
diçinda, metnin büyük bölümü ona hiç bir çey ifade etmeyecekti. Hatta, metnin birebir yapilan çevirisi sonucun- da ortaya çikan "Our daily
bread give us today" (bizim günlük ekmegimiz bize verin bugün) gibi gramer yapisi bilmeceden farksiz cümlelerle baçbaça kalacakti.
Araçtirmacilar, dillerin genellikle binlerce yil içinde yavaçça evrimleçtigini düçünseler de, birkaç yüzyillik bir dönemde oluçan degiçimler,
ortaçagdan bu yana bilimadamlarinin kafasini kariçtirdi. Ingiliz yayimcilarin önderlerinden William Caxton, 600 yillik bir metni okumaya
çaliçtiktan sonra 1490 yilinda çu sözlerle yakiniyor: "Kesinlikle bu, Ingilizce'den çok Almanca yazilmiç gibi. Anlayamadigim gibi, anlaçilir hale
de getiremedim."
Bu tür metinlerin karçilaçtirmali olarak incelenmesi, araçtirmacilara dilin
nasil bir evrimsel yoldan geçtigini bulmalarinda yardimci oluyor. Dilbilimciler, yazili tarihte, sözcüklerin ve gramerin geçmiç 1200 yillik
evrimini inceleyerek, dillerin geliçiminin ardindaki genel prensipleri anlamayi umuyorlar.
Philedelphia'daki Pennsylvania Üniversitesi'nden dilbilimci Anthony Kroch, dil ve dildeki degiçimlerin 50.000 yil boyunca ayni çekilde degiçim
gösterdigini varsayarsak, modern dildeki degiçimlerin, erken dönemde dillerin degiçerek birbirinden nasil ayrildigina içik tutabilecegini
söylüyor.
19. yüryildan bu yana bu ümit, araçtirmacilari Ingilizce, Fransizca ve öteki dillerdeki çeçitli gramer, yapi ve fonoloji degiçimlerini
kaydetmeye yöneltti. Son 30 yilda, konuya hem kuramsal hem de tarihsel açidan yaklaçan çok sayida dilbilimci, dikkatlerini bu degiçimleri
incelemeye yöneltti. Ayrica dilbilimcilerse, incelemelerini içler durumdaki toplumsal ve tarihsel kuvvetler üzerinde yogunlaçtirdilar.
Bilgisayar destekli dilbilim alanindaki geliçmelerle, araçtirmacilar çimdi de, degiçimlerin bir topluma nasil yayildiklarini ve çok dilli
toplumlarda nasil ortaya çiktiklarini anlamak için bilgisayarli modellemeler yapiyorlar.
Benzetimler, bir zamanlar yalnizca insanin araçtirmaci dogasiyla çözülebilecegi düçünülen olguya yönelik çaliçmalara duyarlilik katiyor.
Cambridge Üniversitesi'nden lan Roberts bu konuda çöyle diyor: "Dil degiçimleriyle ilgili yapilan bilgisayarli modellemeler, henüz baçlangiç
açamasin- da. Ancak, bu degiçim mekanizmasinin ardinda yatan nedenleri anlamamiza çimdiden yardimci oluyor."
Vikinglerin Sesi.
Dilbilimciler, dildeki degiçimi bir paradoks olarak görüyorlar. Çocuklar, dili anne-babalarindan, onlarla iletiçim kurabilecek biçimde
ögreniyorlar; dilin bir çekilde degiçmesi için bir neden yok gibi görünüyor. Ancak, degiçimin biçimi ve hizi dile göre degiçse de, tarihteki
metinler degiçimin yaygin oldugunu gösteriyor. Klasik bir örnek gösterirsek, 10. yüzyilda Ingilizce, günümüzde Almanca'da geçerli olan
nesne-eylem yapisina sahipti. Buna göre cümleler çu çekilde kuruluyordu: "Hans must the horse tame" ( Hans zorunda ati ehlileçtirmek ).
1400'lü yillardaysa, nesne-eylem yapisi Ingilizce'de bildigimiz "Hans must tame the horse" ( Hans ati ehlileçtirmek zorunda ) çeklinde
kullaniliyordu. Almanca, basit gramer yapisini korurken, Fransizca da Ingilizce'dekine benzer degiçimi 16 yüzyilda yaçadi.
Araçtirmacilar, bu tür degiçimlerin nedenini bulmak için, onlari çevreleyen tarihsel koçullari bulmaya çaliçiyorlar.
Pennsylvania Üniversitesi'nden Kroch ve arkadaçlarinin geçtigimiz birkaç yil içinde yaptiklari çaliçmada, Ingiltere'nin kuzeyinden ve
güneyinden alinan dini metinler karçilaçtirildi ve su sonuca varildi: Kuzey bölgelerde konuçulan Ingilizce, 11. ve 12. yüzyillarda Viking
fatihlerinin, eski Ingilizce konuçan yerli Anglo-Sakson kadinlariyla evlenmeleriyle degiçim sürecine girmiç, iki dilin bir araya geldigi evler,
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
5 -~ 11 19.11.2008 19:18
dilin degiçimi için ortam olmuçtu. Örnegin, Eski Ingilizce'de kiçi, sayi ve zamani belirtmek için vurgulu sonekler vardi. Günümüzde, Eski Orta
Ingilizce olarak adlandirilan dili konuçanlar - belki de Iskandinavlarin bütün eylem bi- çimlerini izlemekte zorluk çekmeleri nedeniyle - daha
basit eylemleri kullanmaya baçlamiç ve günümüzdekine yakin, basitleçtirilmiç bir sistem oluçturmuçlardi.
Diçaridan gelen saldirilar ve öteki diç etkiler olmasa, diller uzun dönemler boyunca degiçmeden kalabilir. Örnegin, Japonca ve Izlandaca,
800 yilindan bu yana pek degiçmemiç. Ancak araçtirmacilar, yalitilmiçligin degiçmezligi garanti etmedigini de vurguluyorlar. Degiçimler,
gramer kaymalari ve dil konuçulurken meydana gelen küçük degiçiklikler gibi içeriden kaynaklanan etkilerle de tetiklenebilir.
Fransizca, bu konuda örnek gösterilebilir. 16. yüzyila kadar, eylem (E), her zaman ikinci sirada oldugu halde, bundan sonra konumu degiçti.
Nesneden (N) sonra, özne- den (Ö) önce geldigi sürece eylem, artik istedigi konumu alabiliyordu. Modern Fransizca ve Modern Ingilizce de
bu ÖEN yapisina sahip. Örnegin, "Lors oirent ils venir un escoiz de tonnere" ( Sonra duydular onlar bir gök gürlemesi " biçimindeki cümle,
"Lors ils oirent un escoiz de tonnere" ( Sonra onlar bir gök gürlemesi duydular ) biçimine dönüçtü.
13. ve 17. yüzyillar arasinda, her yüzyildan örnek birer metni karçilaçtirarak belgeleyen Roberts, degiçimlerin Orta Fransizca konuçanlarin
özne adillarinin üzerindeki vurguyu kaldirmasindan ve dili ögrenen çocuklarin, adillari açikça duymalarindan kaynaklandigini düçünüyor.
Roberts, fonetik gerilimdeki bu azalmayi, yazili dildeki degiçimlere bagliyor. Örnegin, özne adillari, daha önce, "I only" (ben sadece) gibi
niteleyicilerle birlikte kullanilirken, sonra bu niteleyiciler kullanilmamaya baçlandi. Roberts, bunun sonucunda, vurgunun azaldigini söylüyor.
"Özne adiliyla baçlayan cümlelerde, eylem dinleyiciye cümlenin ilk sözcügü gibi geliyordu." Bu anlam belirsizligi, eylemin her zaman ikinci
sirada geldigi yapinin sonu oldu ve ÖEN gramerinin yolu açildi.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 07.04.2004 Saat 09:20 | Kayitli IP
John Alir Kitabi
Yeni bir gramer yapisi, birden bire ortaya çikamaz. Tek bir konuçmaci ya da dili yeni ögrenen bir yetiçkin tarafindan üretilen yeni bir sözcük
ya da kalibin neden oldugu degiçim, öteki konuçmacilar tarafindan yakalanip sonraki kuçaga aktarilmali. Tarihteki metinler, böyle bir
degiçimin tüm topluma yayilabilmesi için yüzyillarin geçmesi gerektigini gösteriyor. Washington DC'deki Georgetown Üniversitesi'nden
dilbilimci David Lighttoot'a gore, geniç ölçekli dil dönüçümünü anlamanin anahtari, bir kuçakta yayilan yeni biçimlerle, kuçaklar boyunca
oluçan büyük gramer kaymalari arasindaki baglanti. Bu baglanti, ona ve birçok baçkasina göre, bir dilin kazanimi demek.
Çocuklar, bir önceki kuçakta oluçan bir degiçimi basitçe ileriye taçiyabilirler. Ancak, Lightfoot'a göre bundan da önemlisi, çocuklarin ögrenim
süreçlerine bagli olarak bir gramer kuralini farkli yorumlayarak degiçimlere bizzat neden olabilmeleri. Yetiçkinler gibi, bir çekilde farkli bir
gramer sistemini kullanmaya baçlayabilirler. Kuçaklar boyu tekrarlanan bu durum, dilin dramatik bir çekilde yenilenmesine yol açabilir.
Chicago Üniversitesi'nden Partha Niyogi gibi bilgisayar tekniklerini kullanan dilbilimciler, bu tür evrimlerin dinamigini anlayabilmek için,
bilgisayar modellerinden yararlaniyorlar. Amaçlari, toplumdaki bireysel degiçimlerle dildeki degiçimlerin iliçkisini çikarmak. Niyogi, bunu
dilin degiçim öyküsündeki ana unsur olarak adlandiriyor.
Niyogi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde bilgisayar bilimcisi olan Robert Berwick, bu unsuru diç hatlariyla çözme giriçimlerinden
birinde, dilin kuçaklar arasinda geçiçini canlandiran modeller oluçturdular. Iki tip konuçmacidan oluçan sanal bir toplulugu ele alarak içe
baçladi. Ilk tip, bir grup gramer kurallari kullaniyordu. Örnegin, Ingilizce'de oldugu gibi, tüm yapilarda eylem-nesne sirasi kullaniyor ve
"John buys the book" (John kita- bi satin alir) ya da "I know that John buys the book" (Ben biliyorum ki John kitabi satin alir) gibi cümleler
oluçturuyordu. Öteki grupsa farkli bir gramer, Almanca'dakine benzer bir gramer kullaniyordu (ilk eylem ikinci konumda, ancak ikinci
eylemin nesnenin ardinda). Ikinci grameri kullananlar da ilkini kullananlara benzer cümleler ("John buys the book" gibi) oluçturmakla
birlikte, baçka yapida ("I know that John the book buys") cümleler de ortaya çikiyordu. Araçtirmacilar, bu topluluktaki çocuklar için, her bir
ögrencinin yetiçkinlerle dilsel iliçkisi dogrultusunda, mantiksal adimlarla gramer kurallarini kavradigi bir ögrenme dizisi yarattilar.
Bu sanal toplulugun dillerindeki davraniçlari kuçaklar boyunca izleyen Niyogi ve Berwick, çaçirtici birtakim sonuçlar çikarmaya baçladi.
Topluluk beklenenin tersine, ne çogunlugun kullandigi grameri kaçinilmaz bir çekilde benimsiyor ne de iki gramerin basit olanini yegliyordu.
Bunlarin yerine, "John buys the book" gibi, daha az belirsizlik taçiyan, daha basit olmakla birlikte iki gramer tipine de ait gibi görünen
"belirsiz" cümleleri daha az barindiran gramer tipi galip geliyordu. Bir baçka deyiçle azinlik, gramerce "belirsiz" cümleleri çogunluga göre
daha az oranda ama sürekli kullaniyorsa, grubun tümü, zaman içinde azinligin gramerine yöneliyordu.
I
llk kez Nisan 2002'de Harvard'daki Uluslararasi Dil Evrimi Konferansi'nda çaliçmayi sunan Niyogi, daha sonra bunu bir kitap olarak da
yayimladi. Niyogi, burada, bir avuç bireyin konuçtugu degiçik bir gramerin, köklü bir grameri bile degiçtirebilecegini bulmalarina deginiyor.
Buna göre, degiçik grameri kullanan bireylerin kullandigi çapraçik cümlelerin orani, köklü gramerinkinin altina inene kadar, baskin gramerin
üzerinde kuçaklar boyunca herhangi bir tehdit oluçturmadan kalma- si da olasi. "Örnegin, sosyokültürel etkenler nedeniyle, azinlik Ingilizcesi
konuçanlar, "John buys the book" gibi tek cümlecikten oluçan cümleleri kullanmaktan vazgeçebilirler. Bu, konuçmalari daha karmaçik yapsa
da, gramer olarak daha az çapraçik hale getirebilir. Bu durumda dili ögrenenler, çok cümlecikli yapilari daha sik duyacaklar.
Niyogi'nin önerdigi degiçim mekanizmasinin kendi dil kazanimi anlayiçlarina iyi uydugunu söyleyen Maryland Üniversitesi'nden dilbilimci
Norbert Hornstein, "Biraz iyi bilgi çok miktarda kötü bilgiye karçi koz olarak kullanilabilir" diyor. Ayrica, küçük yerel degiçimlerin nasil bütün
topluma yayildiginin da olasi bir açiklamasi olduguna deginiyor. Bu degiçim öyküsünün gerçekle uyuçup uyuçmadigini anlayabilmek için,
bilgisayar modellerinin gerçek dünyayla karçilaçtirilmasi gerekiyor. Ne var ki Niyogi, bunun yillar sürecegini düçünüyor.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.04.2004 Saat 09:41 | Kayitli IP
Bununla birlikte, daha geniç bir bakiç açisiyla, araçtirmacilar bilgisayarli yaklaçimi, ana hatlariyla gerçek dünya canlandirmalariyla zaten
eçleçtiriyorar. Örnegin, Cambridge Üniversitesi'ndeki dilbilimcilerden Ted Briscoe, iki ya da daha çok grubun birbiriyle uzun süren
etkileçiminden dogan dilleri modelledi. Özellikle, 1860 ile 1930 yillari arasinda yerlilerin, Avrupalilarin ve Çin, Portekiz ve öteki ülkelerden
gelen iççilerin etkisiyle geliçen Hawaü Ingilizcesi'ni ele aldi. Briscoe'nun benzetimi, küçük ama degiçik diller konuçan bir grupla baçladi ve
yetiçkin göçmenlerin dönemsel olarak katilimiyla çekillendi. Buldugu, çocuk ve dili yeni ögrenenlerin dogru kariçimi saglandiginda, iki kuçak
sonra ÖEN cümle yapisinin ortaya çiktigiydi. Bu, Hawaii dilinin ÖEN cümle yapisi dahil, birçok özelliginin ikinci kuçak dil ögrenenlere kadar
kararli hale gelmedigini gösteren öteki deneylerle uyuçuyor.
Chicago Üniversitesi'nden toplumbilimci Salikoko Mufwene, dil degiçim mekanizmasinin ayrintili resminin, bilgisayarla çaliçan
araçtirmacilarin çok özel baglamlarda baçarili olmasiyla ortaya çikacagi görüçünde. Örnegin, sekiz Avrupalinin ve iki Afrikali kölenin yaçadigi
bir evde konuçulan dillerdeki degiçimleri modellemek, daha geniç kitlelerdeki dil evrimini aydinlatmaya yardimci olabilir. Mufwene, çöyle
açikliyor: "Bu örnekteki iki Afrikali, yeni ortamda o kadar kaybolacaklar ki, birkaç ay sonra Avrupa dilinin bir uyarlamasini ikinci dil olarak
konuçuyor olacaklar. Afrikalilardan birinin, bir be yaz sömürgecinin çocugunu taçiyan bir kadin oldugunu varsayalim. Çocuk, babasinin dilini
konuçma egiliminde olacak; çünkü evde konuçulan baskin dil bu. Çocuk büyüdügünde, yeni kölelerin çocuklari için bir örnek olacak. Yerli
olmayanlar, toplumun yeni ortaya çikan dilinde çok sinirli bir etkiye sahip olacaklar."
Mufwene'ye göre, eger çok sayida yeni kölenin gelmesiyle topluluk önemli ölçüde geniçlerse, etkileçimin dinamigi degiçecek ve anadili
Avrupa dillerinden biri olmayan daha fazla sayida birey örnek rolü üstlenecek. Bu durumda çocuklarin, yerli olmayanlarin konuçtugu dilden
daha fazla etkilenmesi kaçinilmaz olacak. Bu çocuklar, yeni kazandiklari dil yapisini sonraki kuçaga aktaracaklar; zamanla yeni bir Avrupa
dili türevi ortaya çikacak. Mufwene, bu yolda ayrintili modellemelerin yapilmasiyla, toplum geliçiminin yapisi ve nüfus kaymalari gibi,
araçtirmacilarin gözden kaçirmiç olabilecegi önemli etkenlerin ortaya çikacagi görüçünde.
Bhattacharjee, Y., "From Heofonum to Heavens", Science, 27 Çubat 2004
Çeviri: Alp Akoglu
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
6 -~ 11 19.11.2008 19:18
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.04.2004 Saat 10:35 | Kayitli IP
-!""/0!% 1/"/2/3!
Dünyadaki dil sistemi, nüfus hareketliligi, yeni teknolojiler ve uluslararasi iletiçimin artmasina bagli olarak hizli bir degiçim sürecine girmiç
bulunuyor. Bu degiçikliklerin hem yazili hem de sözlü iletiçimi etkileyecegi ise kesin. Gelecekte baskin hale gelen dil, belki de Ingilizce
olmayacak; çok dil bilme gerekliligi de büyük olasilikla artacak. Bazi diller kaybolma yoluna girerken, çehirler ve bazi toplumsal
birimlerdeyse yeni diller ortaya çikmaya.baçladi bile.
Çu siralar, dilsel tarihin oldukça kritik bir dönüm noktasindayiz. Yüzyillar boyunca evrimleçerek günümüze gelen diller sistemi, bir kriz
noktasina ulaçmiç ve yeni bir yapilanma sürecine girmiç durumda. Belki de bir 50-60 yilin ardindan, kendimizi yeni bir dil dünyasinin içinde
bulacagiz. Uzmanlarsa, ayrintilari kesin olarak belirlemenin güçlügünden sözetmekle birlikte, genel bir tablonun çimdiden açik bir çekilde
ortaya çiktigini söylüyorlar.
Diller Arasi Rekabet
Küresel nüfus hareketliligi, bu krizin nedenlerinden bir tanesi. 20. yüzyilda dünya nüfusu hizla artmiç olmakla birlikte, bu artiçin büyük bir
bölümü az geliçmiç ülkelerde gözlendi. Bu egilim, yillar (daha dogrusu onyillar) birbiri üzerine eklendikçe, anadiller bazinda konuçulan diller
siralamasini da degiçtirmekte. Sonu¢a, 20. yüzyil sonundaki "ilk on" siralamasinin (bkz. Tablo), 2050 siralamasini temsil etmeyecegi kesin
gibi.
Uzmanlar, anadili Ingilizce olanlar gibi daha büyük, dolayisiyla da üzerindeki istatistiksel verilerin daha fazla oldugu gruplar için tahminlerde
bulunmanin, sanilandan çok daha zor oldugunu söylüyorlar. Tablo'daki rakamlar, Birleçmiç Milletler nüfus tahminleri ve her ülke için ayri ayri
yapilan dilsel istatistiklere dayali. Yöntem, yaklaçik sonuçlar verse de gelecekteki dil kullanimina iliçkin oldukça net sayilabilecek bir görüntü
ortaya çikariyor.
Beklenmedik sayilabilecek egilimlerden bir tanesi, Ingilizce için ortaya çikan bariz düçüç.
20. yüzyilin ortalarinda küresel nüfusun neredeyse % 9'u anadil olarak Ingilizce'yi ögrenip konuçurken, bu oranin 2050 yilina gelindiginde %
5'e düçmesi bekleniyor.
Çince'yse, anadil olarak ele alindiginda, dünyada en çok konuçulan dil olma konumunu sürdürecege benziyor. Ingilizce'deki düçüç ve Arapça
konuçanlarin sayisindaki artiçla, sonraki dört dil de birbirlerine yakinlaçarak 2050 yilina kadar hemen hemen ayni duruma gelecekler. Asil
çarpici degiçiminse, bir sonraki 'lig'de (Bengalce, Tamil ve Malay dilleri) görülen hizli artiçlar olacagi saniliyor.
Çeçitlilik Yok mu Olacak?
Dillerden bir kismi, gelecegin dünya siralamasinda yüksek konumlar için birbirleriyle kapiçadursun, listenin tabanindaki üyeler için durum
pek parlak degil. Birçok dilbilimciye göre, günümüzde varolan yaklaçik 6000 dilden % 90 kadari da kuruyup gidecek. Hem de önümüzdeki
yüz- yilda. Bu, belki de her gün en az bir dilin `ölümü' demek.
Birleçmiç Milletler Çevre Programi'nin (UNEP) 2001 yilinda yayimladigi bir basin bildirisi, çöyle bir bölüm içeriyordu: "Bir dili ve o dilin
kültürel içerigini kaybetmek, dogal dünyayla ilgili ve baçka örnegi olmayan bir baçvuru kitabini kaybetmek gibi birçeydir." Bildiride yerel
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
7 -~ 11 19.11.2008 19:18
dillerin, o bölgedeki toprak yönetimi ve kültürel yaçamla baglantisi, ve bu yaçam biçimini derinlemesine anlamaya yaptigi katki üzerinde de
duruluyordu.
Ancak, bir yandan yerel ve görece eski diller kaybolurken, bir yandan da ortaya çikan yeni kentsel ve melez dillerin, küresel çeçitliligi
korumasi bekleniyor. Kentler, dillerin birbirleriyle kariçtigi ve dil degiçiminin hizlandigi yerler. Dünyanin hizli geliçmekte olan kentsel
bölgeleriyse, bu yeni melez dillerin üremesi için ideal koçullari sagliyor; tipki Ingilizce'nin, dünyanin dört bir yaninda konuçulan yüzlerce yeni
biçimi gibi. Ancak, göçmen dillerinin ayakta kalmasini saglayan da yine gelecegin kentleri olacak. Etnik azinliklar, çimdilerde büyük ölçüde
kendi yurtlari diçinda yaçayan insanlardan oluçuyor. Bu kiçiler birlikte yolculuga çikiyor, ayni film ve televizyon kanallarini seyrediyorlar ve
sürekli bir iletiçim halindeler. Sonuçta, birçok bölgede dilin yansittigi toplumsal kimlik ve aglar, giderek daha daginik ve cografyadan da
daha bagimsiz duruma gelmekte. Bu nedenle, birbirlerinden cografi sinirlarla ayrilan lehçelerin iyice azalacak olmasi da, öngörüler arasinda.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 11.04.2004 Saat 11:45 | Kayitli IP
Çok-Dilli Bir Gelecek
Gelecege dil açisindan bakan birçok kiçiye göre, bütün dünya yakinda Ingilizce konuçuyor olacak. Ancak kökleri 19. yüzyila dayanan bu
görüç, yine birçoklarina göre de gününü geçirmiç. Ingilizce'nin, dünyanin yeni dilbilimsel düzenini biçimlendirmede büyük rol oynayacagindan
kuçku duyulmasa da, asil etkisinin, dünyanin her yerinde iki, hatta çok dil konuçan nesiller yaratmada oldugu düçünülüyor.
ABD'de Ispanyolca konuçanlarin sayisindaki artiç, iki-dillilige dogru giden çok daha geniç, küresel egilimin bir parçasi. Avrupa'daysa,
kuzeyden güneye uzanan bir Ingilizce dalgasi yayilmiç durumda. Isveç, Danimarka ve Hollanda nüfusunun yaklaçik % 80'i, çimdi rahatlikla
Ingilizce'yi akici biçimde konuçabildigi iddiasinda. Fransa, bu konuda bir geçiç sürecindeyken Italya, Ispanya, Yunanistan ve Portekiz'deyse
Ingilizce ögrenme yariçi hiz almiç durumda. Bu ülkelerde ögrenci ve çaliçan kesim artik Ingilizce `konuçur' sayiliyor. Ingilizce, artik
bilgisayar gibi, ilkögretimin bir parçasi. Asya'nin birçok bölgesindeki içverenlerin gözleriyse, artik Ingilizce'nin ötesinde; önümüzdeki 10 yil
içinde de, zorunlu ikinci dil büyük olasilikla Mandarin dili olacak.
Ingilizce'nin yanisira baçka temel dillerin de geleneksel sinirlarini, açarak yayilmalari, "bir ülke, bir dil" anlayiçini zayiflatmiç durumda. Yeni
dünya düzeninde birçok kiçinin birden fazla dil konuçacagi ve rutin içler için bir dilden digerine geçiç yapacaklarina kesin gözüyle bakiliyor.
Anadili Ingilizce olanlarinsa, bu çok-dilli topluma tümüyle dahil olmakta güçlük çekecekleri tahmin ediliyor.
Gramerin Gelecegi
Bunca degiçimin, dilbilim kurallarina da yan simasi kaçinilmaz. 19. yüryilda dil üzerinde yapr lan akademik çaliçmalar, daha çok sözcüklei
(özellikle de etimoloji olarak bilinen tarihsel alt disiplini) ve fonetik (sesbilim) üzerineyken, 20.yüryilda agirlik daha çok gramere; özellikle de
Ingilizce gibi dillerdeki sözdizimi (sentaks) sr ralamasiyla ilgili olarak ortaya çikan sorulara ve~ rildi.
1957'de ünlü dilbilimci Noam Chomsky'nin devrimsel nitelikteki kitabi "Sözdizimsel Yapilar"i yayimlandiktan sonra sözdizimi, dilbilimin
merkezine oturdu. Ancak uzmanlara göre, bu Chomsky'ci yaklaçimin dilbilimcileri bir çikmat sokaga götürdügü görüçü, belki de gelecekte
gerçeklik kazanacak. Çünkü, yaklaçik çu son 50 yildir sözdizimi kuramlarinin, insanlarin gerçekte konuçtuklari dilin özellikleriyle
bagçdaçmadigini, ve insan bilincinin evrensel özellikleriyle ilgili çaliçmalarin soyutlugunda kaybolup gittik- lerini gözlüyoruz.
Günümüzün egitim, biliçim, güvenlik gibi `gerçek' soru ve sorunlarina uyarlanabilecek kuramlar geliçtirmeye hevesli dilbilimcilerse, modern
bilgisayarla olanakli hale gelen veri inceleme yöntemlerinden yararlanmaya baçlamiç durumdalar. `Gerçek-dünya' metinleri ve
konuçmalarindan oluçan dev bir arçiv üzerinde dil kaliplarini inceliyorfar. Bu tür 6üyük ölçekli çaliçmalar, gramer araçtirmacilarini yüzlerce
yildir ugraçtirmiç bir konuya; neden herhangi bir dil için geniç kapsamli ve kesinlik içeren bir gramer üretilmemiç oldugu sorusuna (20.
yüryi- lin baçlarinda, antropolog ve dilbilimci Edward Sappir, "bütün gramerlerin bir yerlerinde çatlak içerdigini" söylemiçti) çimdiden bir
yanit önermiç görünüyor: bunun belki de zaten gerekli olmadgi. Sözcükler ve birbirleriyle olan karmaçik etki- leçimi ele aldigimizda, insan
beyninin sözcüklerin ne tür örüntüler oluçturduklari, ne tür metinlerde yer aldiklari, ne tür sözcük oyunlarina gebe olduklarina iliçkin
deneyimi depolama özelligine zaten sahip oldugunu görüyoruz.
Yazili Metinler
Dilbilimcilerin, metinlerin giderek artan hizla degiçen özelliklerine ayak uydurabilmek için, çimdiden koçmaya baçlamalari gerekiyor.
Metinler kisalip daha parçali hale geldikçe, resimler, animasyonlar, renk, ses vb ile zenginleçtirildikçe, onlari okuma ve yorumlama
yöntemlerinin de degiçecegi kesin.
Yazarla okur, yani metinlerin üreticisiyle tüketicisi arasindaki iliçkiler de degiçim sürecinde. Tasarimci ve editörler, giderek artmakta olan bu
çok-bileçenli metinlerdeki `parçali' bilgiyi, tutarli bir bütüne dönüçtürmek durumundalar. Karçilarindaysa, içerige serbest eriçim hakkinda
israr eden; yayimci, editör ve tasarimcilari, bilgiye ulaçimi ücretlendirip sinirlandiran kapitalist yaklaçimin bir parçasi olarak gören bir kesim
var.
Dijital metinler, belki de tasarimin sonu olacak ve tasarim, ancak okuyucunun yaptigi ayarlara bagli olarak, istek üzerine devreye girecek.
'Oradan buradan' gelen ve çogu zaman da birbiriyle çeliçkili bilgi parçalarini yorumlayip bunlara anlam kazandirmaksa, büyük olasilikla
okuyucu- ya kalacak.
Gelecek Bizi Anlayacak mi?
1980'lerde, ABD'li dilbilimci Thomas Sebeok'tan, tehlikeli radyoaktif atik depo bölgelerinin yerlerinin, 10.000 yil sonraki nesillere kadar
aktarilabilecegi bir yöntem önermesi istenmiçti. Böyle bir bilginin 300 nesil üzerinden aktarilabilecegi güvenli bir yöntem olmadigi sonucuna
ulaçan Sebeok, bir baçka yol önerdi: Bilgi eskimeye baçladikça onu güncelleyecek bir aktarma sisteminin geliçtirilerek, bütün ilgili mesajlarin
da yalnizca 3 nesli, yani 100 yili hedef alacak çekilde yazilmasi. Pek de uzun-dönemli bir çözüm gibi görünmüyor. Ama çimdilerde bir 22.
yüzyil metniyle karçi karçiya kalacak bir dilbilimci, metinde sözcük ya da gramer bakimindan günümüzdekilerden çok da farkli birçey
bulamasa da bu, metni anlamakta güçlük çekmeyecegimiz anlamina gelmiyor.
Graddol, D. "The Future ot Language" Science, 27 Çubat 2004
Çeviri: Zeynep Tozar
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 12.04.2004 Saat 09:33 | Kayitli IP
4!"!5-/ -!" 67/0!%/
Bilimde dil, iki farkli egilimin egemenligindeki degiçimlerin ortasinda bulunuyor. Bilim dallarina özgü terimlerden oluçan jargon kullaniminin
artmasi iletiçimsel yayilmaya içaret ederken, bilimsel Ingilizce'nin küreselleçmesi daha büyük bir uluslararasi birlik vaadeder. Gerçekte, her
bir egilim karmaçik ve çokdüzeyli.
Bilim, bir taraftan bakildiginda, gökyüzünün de ötesine ulaçan bilgi birikimiyle Babil Kulesi'ni tamamlamiç, Ingilizce'nin küresel yayilimiyla
eski bir düçü diriltmiç görünüyor: uluslarin bilgeligi için tek bir dil. Ancak ikinci bir bakiç açisiyla da ortaya çöyle bir tablo çikiyor: Bu büyük
birliktelikten oluçmuç kule, bilimsel jargon ve terminolojinin etkisiyle yikilmiç, binlerce yeni duvar oluçmuç ve bilimsel alanlar da bu
`uzmanlik dillerinin' kendilerine özgü sirlariyla birbirlerinden ayrilmiç durumda.
Acaba bu egilimler zit kuvvetlerin karçilaçmasina dayandigi için, iki dil hareketi de birbirini etkisiz kiliyor olabilir mi?
Bilimsel bilgi diye bir çey var; çünkü, bilimadamlari ayni zamanda, tipki diger tüm diller gibi sürekli geliçen bir dili kullanan ve paylaçan
yazar ve konuçmacilar. Sözcükler, teknik bir çaliçmanin somutlaçmasi, profesyonel anlayiçin külliyatina eklenmesi ve aktarilabilmesi için en
önemli araci görevini görüyor. Bilim dilini ve onun geliçmesini etkileyen her çey, bilimsel çabayi da özünden etkiler. Peki bilim için
uluslararasi bir dil oluçturma istegi ne kadar dogrudur? Bunun yaniti: "çok dogru" olabilir ama, kimi sinirlar ve koçullarla birlikte.
Íngilizce'nin Rolü
Îngilizce'nin bilimde baskin olarak kullaniliçi, geniç bir pencereden ele alinmali. Öncelikle Ingilizce, genel anlamda küresel dil olarak kabul
ediliyor. Ingiliz sömürgeciligi, Kuzey Amerika, Hindistan, Avustralya, Hong Kong ve daha birçok ye- re bu konuda ilk tohumlari ekti. Ayni
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
8 -~ 11 19.11.2008 19:18
zamanda, Endüstri Devrimi de Ingilizce'ye, çagdaçlaçmada dönüm noktasi kabul edilebilen teknolojik gereçlerle gelen bir ün sagladi.
Bununla birlikte, II. Dünya Savaçi'ndan beri ABD'nin askeri, ekonomik, teknolojik ve siyasi etkileriyle, Ingilizce da- ha geniç bir dünya için
"en önemli" dil haline geldi. Bugünse, eglence, reklam, seyahat ve turizm, uluslararasi ticaret, telekomünikasyon, medya ve bilgisayar
teknolojileri gibi birçok alan- da "uluslararasi ticaret" dili olarak hizmet veri- yor. Ingilizce çu anda, yabanci dil olarak tüm dünyada en çok
talep edilen ve egitimi verilen en popüler dil. Teknik alanlardaki yükseliçi ayni zamanda, ABD'deki "büyük bilim"in yükseliçinden de destek
gördü ve bilimsel çaliçmalardaki kullanimi artti.
Ingilizce bir anlamda, kültürel ve entelektüel bolluk dalgasiyla sürüklendi.
Ikinci olarak, bilimin kendisinin küreselleçmesi durumu söz konusu. Asya'da, Afrika'nin bir kisminda, Orta Dogu'da ve Latin Amerika'da
endüstriyel geliçme, birçok alanda araçtirmalarin yayginlaçmasini harekete geçirdi. Bugün herkese açik bir konuçma ortami saglandigi
sürece, önemli konferanslar ve sempozyumlar her kitada düzenli olarak sürdürülüyor. Bunun bir parçasi da, ABD'de geliçtirilen ve öncelikle
Ingilizce'nin egemen olarak kullanildigi Internet oldu. Her ne kadar "net" her geçen yil "çok dilli" bir hale gele de, bilimsel alanlarda daha
yüksek düzeyde Ingilizce tercih edilmeye devam ediyor.
Dille ilgili çaliçmalar, 1980'lerde bilimsel dergilerin % 60'inin Ingilizce olarak yayimlandigini, yirmi yil sonraysa, bu oranin % 80'e (kimi
alanlarda % 90'inin üzerinde) yaklaçtigini ileri sürü- yor. Her türlü uluslararasi toplantida, resmi bilim dilinde, çokuluslu araçtirma
programlarinda, resmi web sitelerinde ve daha birçok alanda Ingiliz- ce tercih ediliyor. Resmi olmayan tarafindan bakildigindaysa, eger Çinli
bir nükleer kimyaci, Bre- zilya ya da Almanya'daki (ya da her ikisinde bir- den) meslektaçlariyla Ingilizce konuçarak iletiçim kurabiliyorsa,
dile bagli olarak Internet araciligiyla "görünmez üniversiteler"in kurulmakta oldugunu söyleyebiliriz. Için daha az görünen bir baçka yönüyse,
bütün bunlarin Ingilizce egitiminin kendisini önemli bir endüstri haline getirmiç olmasi ve birçok üniversitede teknik müfredatta düzenli
olarak bu egitimin yer almasi.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 13.04.2004 Saat 08:47 | Kayitli IP
Sinirlar ve Degiçimler
Ingilizce teknik iletiçimin birçok alanini yönetiyor olabilir; ama bu, bilimin tümü için geçerli degil. Bilimin büyük "sohbeti" içinde yer alan
diger dilleri ondan koruyan sinirlar var. Birçok teknik yazi ve sözlü iletiçim, aslinda ulusal dillere bagli kalir. Peki, bilimadamlari ve
mühendisler her yerde ayni Ingilizce'yi mi konuçuyor? Ingilizce'nin Anglo-Amerikan biçimi bütün gezegene egemen mi? Yanit, hayir!
Dilbilimciler bugün, "Ingilizce dünyasi" ya da "Ingilizce türleri"nden söz ediyorlar. Ithal bir dil olarak Ingilizce, yeni bir dilsel topluluga dahil
edildiginde, degiçime ugruyor ve dahil edildigi o dile uyarlaniyor. Bununla birlikte, bu çekilde kabul edilen diller, hiç- bir zaman yolun sonuna
gelmiç sayilmaz. Bunlar, kültürel malzemelerdir ve bu nedenle de yeniden düzenlemelere ugrarlar. Hong Kong Ingilizcesi Bati Afrika, ABD ya
da Singapur Ingilizcesi'yle ayni degil elbette. Ayni durum, sinirli da olsa bilimsel Ingilizce için de geçerli. "Lithoassociaton" gibi bir terim ya da
"kabuksal yapinin saglikli modelleri" gibi bir cümle, Hint jeolojik yazininda yer alirken, Amerikan ya da Ingiliz yazininda bulunmaz. "a", "an",
"the" gibi öneklerin kullanilip kullanilmayiçina, ya da farkli çogul kullaniçlara ("sedimentary strata" yerine "sedimentaries" denmesi gibi)
bagli olarak bilimsel Ingilizceler de birbirlerinden farklilik gösterebilir. Bunlar hata olarak kabul edilmez,~yalnizca alternatif kullanimlar
sisteminin bir parçasi sayilirlar. Acaba bunlar dili yipratan etkenler olarak görülebilirler mi? Bu, belki konuçma dili için geçerli olabilir; ancak,
deneyimler bilimde bunun böyle olmadigini gösteriyor.
Bu arada, eldeki kimi rakamlar da düçündürücü: 400 milyon kiçinin ana dili Ingilizce, 430 milyondan fazla insanin ikinci dili Ingilizce ve 750
milyon kiçi yabanci dil olarak Ingilizce'yi kullaniyor. Ancak, tüm dünyada anadili Ingilizce olanlarin oraninda genel bir düçüç var; 1950'de %
8, bugün " % 6,5, 2050'deyse bu oranin % 5 ya da daha az olacagi öngörülüyor. Bu durumda, dilin uyarlanmasi için sürdürülen baski, anadili
Ingilizce olanlardan çok, küresel dili kullananlarca daha etkili hale gelecek!
Jargon: Nereye Kadar?
Hemen hemen tüm bilimadamlari farkli bilim dallarinin kendilerine özgü terimlerinden oluçan "jargon" meselesine açinadir. Physics Today ya
da Cell dergilerinde yayimlanan bir makaleyle karçilaçan bir böcekbilimciyi ya da okyanus bilimlerinden bir yüksek lisans ögrencisini
Atmospheric Research'te yayimlanan bir makaleyle baçetmeye çaliçirken düçünün. Bunlar hiç yaçanmayan durumlar degil. Terminoloji
sinirlari, bilim dallarinin kendi içlerinde bile zamanla sayilari hizla artan uzmanlik alanlarina ve alt uzmanlik alanlarina bölünecek gibi
görünüyor. Bu süreç nereye kadar devam eder peki? Birinin kendisini "kütleçekimsel dalga fizikçisi" ya da "erken Kretase dönemi sürüngen
bacagi anatomisi uzmani" olarak adlandirmasi tümüyle olagan diçi sayilmaz. Bu arada, "biyoloji" ve "jeoloji" adlari "yaçam bilimleri" ve "yer
ve gezegen bilimleri"ne dönüçtü bile.
Böyle kisa ve belirli noktalarda yogunlaçmiç bir tartiçmada bile, bilim ve bilim dili için bazi açik görevler belirlenir. Bu anlamda en önemli
görev, bilim entelektüellerine düçüyor. Dil egitimi, modern bilimde en kritik ve zorlayici etken. Bu egitimin nasil ve kim tarafindan verildigi
sosyopolitik boyutlariyla birlikte daha da önemli bir hale geliyor. Bir baçka ve daha az önemli olmayan amaci da, bilimsel Ingilizce içindeki
degiçiklige karçi hoçgörünün artmasi olmali; anlambilimsel açidan bir kaosla karçilaçma tehlikesine
Yeni alanlarin dogmasi ve buna bagli olarak yeni sözcük dagarciklarinin oluçmasi, bilimsel ilerlemenin ölçütlerinden biri. Bilim dallarinin
kendi içlerinde alt dallara ayrilmasi, doga bilimlerinin çeçitlenip, yogunlaçmasinda yayilma ve derinleçme için gerekli gücün içareti kabul
ediliyor. Yeni çaliçmalari sürdürmek, daha büyük kesinliklere ulaçmak, gözlemsel ve analitik ölçekte daha küçük ya da geniç düzeylerde
çaliçmak ve laboratuvar teknolojilerini geliçtirmek gibi çeyler- le ugraçirken ortaya çikan yeni bilgileri ve uygulamalari aktarmak için, yeni
terimler ve cümleler türetmek de gerekiyor. Bu yeni sözcük dagarcik- lari, bilimi her biri bagimsiz, kendi kendine yeten ve birbirlerinden
giderek uzaklaçan bir gökadalar topluluguna dönüçtürmüç gibi görünüyor. Ancak bu algilama biçimi, kimi kritik noktalari gözden kaçiriyor.
Farkli dallarin artiçi, kopuçtan çok, kendi içinde baglantilar yapmakla sonuçlaniyor; dili paylaçmak için sürekli büyüyen bir olanaklar araligi
meydana geldi. Örnegin, giderek küçülen ölçeklerde inceleme, analiz ve idare edebilme gücü, bir zamanlar kimyacilara ait olan moleküler
yetki alanini, botanik, zooloji, tip, meteoroloji, jeolojinin birçok dali ve mühendislik gibi ilgili birtakim alaniara da açiyor.
Bu birleçmenin birçok kaynagi var. Bilgisayar teknolojilerinin, bilimin neredeyse her alaniyla birleçmesi bunlardan biri. Nükleer manyetik re-
Olanaklar ve Amaçlar
Böyle kisa ve belirli noktalarda yogunlaçmiç bir tartiçmada bile, bilim ve bilim dili için bazi açik görevler belirlenir. Bu anlamda en önemli
görev, bilim entelektüellerine düçüyor. Dil egiti- mi, modern bilimde en kritik ve zorlayici etken. Bu egitimin nasil ve kim tarafindan verildigi
sos- yopolitik boyutlariyla birlikte daha da önemli bir hale geliyor. Bir baçka ve daha az önemli olma- yan amaci da, bilimsel Ingilizce
içindeki degiçik- lige karçi hoçgörünün artmasi olmali; anlambi- limsel açidan bir kaosla karçilaçma tehlikesine düçmemek için bir standarda
uyma zorunlulugun- dan kaçinmak gerek. Genel anlamda, dinleyiciler için iletiçimsel bilimin baçarisi ögretmenler, bilim yazarlari,
bilimadamlarinin bizzat kendileri gibi aracilarin kalitesiyle artacak ya da azalacak.
Son olarak bir uyari! Bilimde dil, her devirde geliçen tarihsel bir gerçeklik. Ingilizce'yi uluslararasi ya da küresel bir dil olarak kabul etmek,
dilsel cografya gerçegini ortaya koyuyor; Ingilizce'yi "bilimin evrensel dili" olarak adlandirmak, Babil efsanesini bir kez daha canlandirarak
bir yanliçi kabullenmek anlamina gelebilir. Benzer biçimde, özel terminoloji kullaniminin bilim yapmaya kisitlayici bir etkisi oldugu yolunda
feryat etmekse, bunun bilgi ve ilerlemedeki rolünün yeterince anlaçilamadiginin göstergesi kabul edilebilir. Kuleler ve duvarlar, bugünün
teknik konuç- ma alanlari boyunca uzaniyor. Yine de, manzaranin tümü, ilgili gözler önüne serildiginde merkezi önemde olan bilimsel
uygulama karmaçiklik ve verimli degiçimi yansitan bir alani barindiriyor.
Montgomery S., "Of Towers, Walls, and Fields: Perspectives on Language in Science", Science, 27 Çubat 2004
Çeviri: Elif Yilmaz
Yukari dön

fantomax
Tecrübeli Üye
Gönderen: 01.05.2004 Saat 00:25 | Kayitli IP
Sayin ANLAMAK bende dil felsefesiyle ilgileniyorum yani özel olarak bu konudaki yazi ve kitaplari takip etmeye çaliçiyorum ve bilimteknik
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
9 -~ 11 19.11.2008 19:18
Katilma Tarihi:
17.07.2002
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 264
dergisinden bu ek çiktiginda bende çok sevinmiçtim,
dilin bir yordam araci olarak varligin biçimlenmesi ve ortaya konmasindaki etkisi, önceligi tartiçilmaz bir noktada elbette içte bu noktada
felsefenin en çetrefil ve kaynak noktalarindan biri olan bilginin ortaya çikiçi konusunda bir topic açmak üzereyken burada kaçinilmaz olarak
dilin oluçumu ve etkisi konusunuda ele almak istiyordum bu konuda yine bu kou baçligi altinda yer alacak olan "son bilimsel geliçmeler
içiginda bilginin varoluçu" topic'kine katilmanizi rica ediyorum bilgilerinizi bu yönden benimle ve tartiçma arkadaçlari arsinda paylaçirsaniz
çok sevinirim.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 05.10.2004 Saat 10:32 | Kayitli IP
Çocuklarin içaret dili
Kullandigimiz dil nereden geliyor? Nikaragua'da 30 yilda yeni bir dil yaratan içitme engelli çocuklar bu soruya içik tutuyor.
Yukari dön

Bee
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
24.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 72
Gönderen: 05.10.2004 Saat 17:32 | Kayitli IP
Bu bölüme bayildim! Ellerinize salik sayin Anlamak. Hepsini okumadim henüz ama arçivime ekledim.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 21.12.2004 Saat 12:55 | Kayitli IP
!"#$%&$ ()*) +,+,&*,-, +.-/*"0"1
Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 21.12.2004 Saat 18:40 | Kayitli IP
TEÇEKKÜRLER SEVGILI ANLAMAK...

__________________
"EX NIHILIO NIHIL FIT"
Yazarken hiçbirçey "kastetmeme" riskini göze aliyorum.(Derrida)
"NE DIYEBILIR<--IM KI"
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 13.09.2006 Saat 12:23 | Kayitli IP
Ayni Dili Konuçmuyor muyduk?
Düzenleyen Anlamak 13.09.2006 Saat 12:28
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
10 -~ 11 19.11.2008 19:18
Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Dilin Serüveni (Alinti) http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35332&PN÷2
11 -~ 11 19.11.2008 19:18
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: FeIsefe Açìsìndan SöyIem ve Metin.
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 15.03.2005 Saat 10:00 | Kayitli IP
FELSEFE AÇISINDAN SÖYLEM VE METÍN

Betül Çotuksöken
FelseIe: Özne Söylem
Inkilap Yayinevi-2002

Herhangi bir zihinsel etkinligin temelinde belli bir tür özne nesne iliçkisi vardìr. Bir zihinsel etkinligin gerçekleçmesi demek, farkìna varìlsìn ya da
varìlmasìn, düçünen ve düçünülenin ayrì ayrì var olmasì demektir. Düçünen özne, düçündüklerini baçka öznelere bildirmese bile, salt kendi
düçünme dünyasìnìn sìnìrlarì içinde kapalì kalsa bile, düçündüklerini tasarìmlamanìn, imgelemenin sìnìrlarìnìn dìçìna çìkarìr büyük ölçüde. Ìçte bu
andan itibaren diIseI süreç dìçavurumsal bir biçimde baçlamìçtìr denebilir.

Bu oluçum çözümlendiginde temelde var olma/var edilme, düçünme/düçünülme, dile getirme/dile getirilme olgusu ile karçìlaçìlìr. VaroIan;
düçünen, dile getiren öznedir; var ediIen, düçünülen ve dile getirilen de nesnedir. Öyleyse böyle bir sürecin temelinde özne-nesne geriIimi ya da
farklìlaçmasì vardìr. Bu türden bir çözümleme bizi, özne ile nesnenin birbirlerini karçìlìklì olarak var kìldìklarì sonucuna da götürür: biri varsa öteki
de vardìr. Ìnsan; düçünme ve dile getirme yerileriyle varolanì nesne kìlarken, kendisini de özne haline getirmiç demektir aslìnda.

Ìnsanìn düçünme yetisinin ne oldugunun tam anlamìyla bir sorun olarak algìlanmasì Yeniçag baçlarìna rastlarken, dile getirme bakìmìndan
durumunun ne oldugu ancak yüzyìlìmìzda köklü bir biçimde sorgulanìr olmuçtur. Fakat böyle bir sonuca karçì çìkìlabilir ve öteden beri bu iki
baglamìn da dikkatle incelendigi söylenebilir. Konuya özellikle sorunlaçtìrma açìsìndan bakìnca, önceki zaman kesitlerinde yer alan düçünme ve
dile getirme edimlerine iliçkin degerlendirmelerin var olma edimleri dolayìmìnda ele alìndìgì, asìl ölçütün var olma edimlerinin anlaçìlmasìyla büyük
ölçüde baglantìlì oldugu görülür. Tüm Antikçag ve Ortaçag filozoflarì böyle bir sonuca varmanìn tanìklarì durumundadìr. Filozoflarìn Çogu modus
essendi baglamìnda söylemlerini oluçtururken, pek az sayìda filozof da modus signìficandi dolayìmìnda felsefi görüçlerini ortaya koyarlar.

Yeniçag baçlarìnda düçünme yetisinin insanlarìn en ortak, en paylaçìlabilir bir özniteligi oldugu keçfedilirken (Descartes), yüzyìlìmìzìn baçìnda da
dil yetisinin yine insanlarca en paylaçìla bilir ya da en ortak bir öznitelik oldugu keçfedilmiçtir (Ferdinand de Saussure). Bundan böyle insanì
özellikle bir özne olarak anlamanìn yeni yollarì söz konusu olmuçtur. Daha genel bir deyiçle insan gerçegini dilden yola çìkarak anlama çabalarì
önplana çìkmìçtìr; daha önceleri pek az rastlanan bu türdeki düçünme çabalan, artìk daha büyük ölçüde kendilerini göstermeye baçlamìçlardìr.

Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 16.03.2005 Saat 09:43 | Kayitli IP
Aslìnda felsefe dünyasìnda, düçünmenin içleyiçi hatta büyük ölçüde dile baglì olarak içleyiçi öteden beri ele alìnìyordu; böyle bir savì
destekleyecek en iyi örnek Aristotelestir. Ancak biraz önce de dile getirildigi gibi, felsefi kaygì burada da temelde varlìk baglamìna iliçkindi. Belli
bir dönemden sonra ise felsefi kaygìlar dogrudan düçünme ve diI çerçevesinde belirmeye baçladì. Düçünen özne artìk dogrudan dogruya dili, dil
varlìgìnì konulaçtìrìyordu.

Öte yandan bu yeni yaklaçìmla birlikte, insanìn türselligi, toplumsallìgì ve bireyselligi de yine dil baglamìnda açìklanìyordu; insan gerçegi yeni
kavramlarla açìklìga kavuçturulmak isteniyordu.
Ìnsan türüne karçìlìk diI yetisi,
Topluma karçìlìk diI,
Bireye karçìlìk da söz, sözce, söyIem, söz edimi, sözceIeme üzerinde duruluyordu.

Bu kavramlarìn varoluçsal temeline iliçkin bir baçka belirleme de çu olabilir: bütün bunlar giderek daha yetkin bir biçimde edimselleçen
oluçumlardìr. Çünkü tür, önünde sonunda tek bir insanda somutlaçtìgìna göre, bir tümel olarak insan türüne karçìlìk gelmek üzere ancak düçünme
ve dil yetisinden söz edilebilir; bir bakìma toplum için de benzer degerlendirme geçerlidir. Ama tek insan ya da birey, baçka bir deyiçle düçünmesi
ve somut diliyle özneleçen bir varlìk olarak tek insan, temelde hem dilyetisini hem de dili gerçekleçtiren, bunlara varlìk kazandìran yapìdìr; dil
yetisini ve dili söz ya da söylem olarak edimselleçtiren varlìktìr.

Dil yetisi, dil, söz ya da söylem gibi kavramlarla iç gören bilgisel bir etkinlik olarak diIbiIim, neredeyse giderek temel bir bilim olma durumunu
kazanmìçtìr. Baçlangìçta bir bakìma dilbilimin öncülügünde olmakla birlikte, özellikle im kavramì dolayìmìnda her türlü gerçeklige bakan imbiIim
çaIìçmaIarìyla ancak felsefenin sahip olabilecegi bir genellik ya da genelleçtirme durumu ortaya çìkmìçtìr. Dilbilimin bakìç açìsìyla felsefenin bakìç
açìsì birçok nokta da örtüçmeye baçlamìçtìr ya da baçka bir deyiçle özellikle imbilim, felsefe de içinde olmak üzere birçok bilgisel etkinligin
içleyiçinde etkili olmuçtur.

Gelinen bu nokta neden felsefe için önemlidir? diye sorulabilir. Felsefeye iliçkin belli bir tasarìm, böyle bir soruyu ancak haklì kìlabilir. Eger
feIsefe dìçdünya ya da ne türden oIursa oIsun nesne aIanì iIe düçünme ve diI arasìndaki iIiçkiIerin ne türden oIdugunun hesabìnìn
veriImesine iIiçkin bir çaba ise, diIbiIimin durumu, bu biIimseI etkinIikte eIde ediIen sonuçIar feIsefeyi yakìndan iIgiIendirecektir.

Felsefe de bir tür bilgisel etkinlik olduguna göre, aynì zaman da bir dildir; hatta öznenin ürünü olduguna göre bir söylemdir. Burada beliren sorun
ve bu baglamda ortaya konulacak olan düçünceler araçtìrmacìdan özellikle felsefe ve söylem terimleri/kavramlarì çerçevesinde düçünmesini
istemektedir. Öyleyse konu, felsefenin bir söylem olmasì türünden bir kalkìç noktasìna dayalì olacak ve söylem ve metin terimleri/kavramlarì
felsefe açìsìndan ele alìnacaktìr. Aynì zamanda söylem ile metin terimlerinin/kavramlarìnìn imleme bakìmìndan bir ve aynì çeyler olup
olmadìklarì tartìçìlacaktìr.* Böyle bir felsefi tartìçmada dilbilimin bakìç açìsìnìn da gözardì edilemeyecegi ortaya konulacaktìr.

* Bu noktada ortaya atìlan görüçler ana çizgileriyle çöyle belirtilebilir: Kimi dilbilimciler metni daha çok fiziksel bir ürün ya da sonuç olarak görmektedirler söylemi ise etkin, dinamik bir
açìklama ve yorumlama süreci olarak degerlendirmektedirler. Kimilerine göre, metin daha yüzeysel olan bir yapì içerir buna karçìlìk söylem ise derin yapì içerir. Baçka bir bakìç açìsìna
göre ise metin soyut bir yapì olarak, özne sinden kopmuç bir yapì olarak görülmektedir söylem ise metne karçìn olarak öznesine baglì, somutlugu öne çìkan bir dil ortamì olarak ele
alìnmaktadìr. Bu çalìçma çerçevesinde de sonuncu yaklaçìm büyük ölçüde benimsenecektir
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Gönderen: 17.03.2005 Saat 09:27 | Kayitli IP
FELSEFE FORUMU: FelseIe Açisindan Söylem ve Metin. http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37939&PN÷1
1 -~ 3 19.11.2008 19:24
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
F. de Saussure ün terimcesinde (terminoloji) söz olarak geçen bireye iliçkin dilsel yapì, Emile Benveniste de söyIem terimiyle
karçìlanmaktadìr. E. Benvenistee göre, gerçeklik dil düzleminde yeniden yaratìlìr. Konuçan kiçi söylemiyle olayì ve olaya iliçkin deneyimini
yeniden oluçturur. Dinleyen kiçi de önce söylemi algìlar ve bu söylem aracìlìgìyla olay yeniden oluçur. Burada söylemin asìl taçìyìcìsì konuçan
özne, hitap ettigi de dinIeyen öznedir. Ben-sen iliçkisi bu baglamda, bireyin, öznenin gerçekleçtirdigi söyIem edimiyIe kurulur ve bu yolla
soyut, toplumsal dil, bireysellik aracìlìgìyla somutlaçìr. Söz evreni bireyselligin evrenidir; salt biçim olan dil bu olanagì saglar.

E. Benvenistee göre Dil herkesin ortaklaça paylaçtìgì bir dizgedir; söylem hem bir bildiri içerir, hem de etki aracìdìr. Bu anlamda, dil içinde ve
dil aracìlìgìyla gerçekleçmelerine karçìn, sözün aldìgì biçimler her kullanìmda tekildir. Söylemdeki her çey de biçem olarak yansìr. Bu nokta da
artìk söylem geliçigüzel dilsel bir araç degil; anlambilimsel yönü özellikle agìr basan bir olgudur; söylemin oluçumunu saglayan dil dizgesidir ve
buna baglì olarak da ardìnda zihinsel, baçka bir deyiçle kavramsal boyut vardìr. Ancak dil dizgesini özne, bu dizgenin kendine saglayacagì
olanaklar içinde özgür bir biçimde kullanìr.

E. Benvenistee göre söylemin onsuz olunmaz koçullarì kiçi ve zamandìr. Üretilen söylemde ben, sen, o adìllarìnìn belirleyicigini öne çìkaran E.
Benveniste zamanì da fizikseI(Dünyanìn fiziksel zamanì takdüze , sonsuz, çizgisel, istendigi biçimde bölümlene bilen bir süreklilik niteligi
taçìr.),süredizimseI(Süredizimsel zamanda, zaman dedigimiz, birer ayrìk parça olan olaylarìn dizi olarak düzenlendigi sürekliliktir.) ve
diIseI zaman olarak üç kavram altìnda ele alìr.


Fiziksel zaman dìçìndaki son iki zaman kavrayìçìnìn ya da zamanìn bu biçimde kavramlaçtìrìlmasìnìn insanbilimsel zaman kavrayìçìna da denk
düçtügü ileri sürülebilir. Burada ortaya konulmasì gereken çudur: Süre dizimsel zamana oranla dilsel zaman ne tür özellikler sunar? (.. bir olayì
süredizimsel zamana yerleçtirmek ve aynì olayì dilsel zaman içine katmak ayrì çeylerdir. Ìnsanìn zaman deneyimi dille ortaya çìkar ve dilsel zaman
da bize göre süredizimsel zamana ve fiziksel zamana indirgenemez.( Böyle bir belirlemenin sonucu olarak da dilsel zaman söz edimine baglì
olacak ve söyleme göre tanìmlanìp düzenlenecektir.( Ben gerçekligi de artìk bu noktada söylem düzlemine indirgenecektir.( (...) ben ben
dilsel edimini içeren söylem edimini gerçekleçtiren bir bireydir.

E. Benvenistein belirlemeleri felsefe açìsìndan nasìl yorumla nabilir? Ben hakkìnda dile getirilenler, dilin bir söylem olarak taçìyìcìsì olan
özneye iliçkindir. Burada belki çu fark ortaya konula bilir: ben , dilsel zamanìn somut taçìyìcìsìyken, özne , tarihsel bir varlìk olarak,
süredizimsel zamanìn da taçìyìcìsì olarak kendini sürekli bir biçimde var eder. Salt dilbilimsel planda içlevsel olan ben kavramì, felsefe planìna
geçildiginde dìçdünya-düçünme-dil arasìndaki iliçkileri irdeleyen ben haline gelir; dolayìsìyla felsefe, insanìn bir özne olarak kuruluçu üzerinde
durur. Íçte söyIemi üreten de bu öznedir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 18.03.2005 Saat 08:54 | Kayitli IP
Günümüzde dilbilim çalìçmalarìnda söylem ve metin konusuna ayrìntìlì olarak yer verilmektedir. Her iki terim de hem bu alanìn bir ögesi
durumundadìr hem de bu terimler her türlü bilgisel yapìnìn ortak terimi/kavramì durumundadìr. Böyle bir yargì felsefe için de söz konusudur.

SÖYLEM
E. Benvenistein bakìç açìsìnì çìkìç noktasì olarak aldìktan sonra, her iki terime iliçkin tanìm denemelerine göz atmak yerinde olacaktìr. SöyIem
terimi köken olarak Yunanca Iogos a, Latince discursus a dayanìyor. Antikçagda terim, özellikle retorik ve mantìk baglamìnda
kullanìlìyor.

Açìklamalì Dilbilim Terimleri Sözlügü ne göre söyIem;
1. Söz; dilin sözlü ya da yazìlì gerçekleçmesi, konuçan bireyin kullanìmì.

2. Sözce; bir ya da birçok tümceden oluçan, baçì ve sonu olan bildiri.

3. Tümce sìnìrlarìnì açan, tümcelerin birbirine baglanmasì açìsìndan ele alìnan sözce.

Bir baçka sözlüge göre ise söylem Tek bir tümceden daha geniç olup, özellikle konuçulan dilin sürekli olarak geniçlemesini göstermek üzere
dilbilim alanìnda kullanìlan terim; fakat bu geniç kavrayìç içinde birçok farklì uygulamasì oluçabilir. En genel anlamìnda söylem, dilbilimde baçtan
kuramsal bir konumu olan davranìçsal bir BÌRLÌKtir:söylem, bilinebilir herhangi bir olayì kuran sözcelerin toplulugudur.O Günümüzde dilbilimin
yanì sìra söylem çözümlemesi denilen etkinlik de terimle dogrudan dogruya ugraçmaktadìr.

METÌN
Metin terimi kavramì için ortaya konulan tanìm denemelerine gelince:

1.Dilbilimde, inceleme konusu olan düzlemdeki sözceler bütünü.

2. Kimi kuramlarda F. de Saussureün sözü ya da söylem; konuçucunun edimli kìldìgì dil (E. Benveniste).

Yazìlì Bir Ortam Olarak Dil: Metin baçlìklì yazìsìnda Janos Petöfi konuya ilkin çu sorularla( soru ve yanìtlarì bir tabloda birleçtirdim-anlamak) yaklaçìr:
Metin deniIen çey;

(i) fizik nitelikli im bilimsel bir nesne mi ya da bagìntìsal (nitelikli)
imbilimsel bir nesne mi ( imleyen-imlenen bagìntìsìnìn kendisini
göstermesi mi)?

(i) Bir metin elle yazìlmìç ya da basìlmìç fiziksel görüntüsüyle baçat
olarak sözeI, bagìntìsal bir im nesnesidir;


(ii) tek ortamlì ya da çok ortamlì bir nesne mi?

(ii) baçat olarak sözel bagìntìsal bir im nesnesi olan metinde
sözIükseI ögeIer, baçat anlam-taçìyìcì ögelerdir; her ne kadar elle
yazìlmìç ya da basìlmìç fiziksel görüntüler metin oluçturmanìn temel
ögeleriyse de olasì sesçil görüntüler de dikkate alìnmalìdìr;

(iii) bir im dizgesinin ögesi olan bir nesne mi ya da böyle bir dizgenin
uygulama alanìna iliçkin bir nesne mi?

(iii) metinler, dil dizgesinin degil dil kullanìmìnìn ögeleridir;

(iv) tümüyle özerk im nesnesi mi yoksa kìsmen özerk bir im nesnesi
mi? Son olarak bu sorulara (i-iv) verilen yanìtlar baglamìnda,
metinselligin ölçütleri konusunda neler söylenebilir?

(iv) tümüyle özerk metinler ile kìsmen özerk metinler arasìnda fark
vardìr;




Yukarìda iki soru ayìrt edilmektedir. Metin bir yandan imbiIimseI bir nesne, bir im nesnesi olarak sorgulanmaktadìr; öte yandan da bu
sorgulanìçla baglantìlì olarak, metinselligin ölçütlerinin neler olabilecegi üzerinde durulmaktadìr.
FELSEFE FORUMU: FelseIe Açisindan Söylem ve Metin. http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37939&PN÷1
2 -~ 3 19.11.2008 19:24

(v) açagìdaki beklentileri karçìlamasì halinde baçat olarak sözel bagìntìsal im nesnesi, metinsellik ölçütlerini saglar: verilmiç ya da varsayìlan
bildiriçim durumunda bu nesne, olgu durumlarìnìn birbirine baglì (ve bütünlüklü) düzenleniçini açìklar ve verilmiç ya da varsayìlan bildiriçim içlevini
gerçekleçtirir; bu nesnenin baglantìlì ve bütüncül sözel bir kuruluçu söz konusudur; burada, baglantìlì ve bütüncül oluçu, verilen nesnenin türüne
göre degiçebilir.

Böylece metin dìçdünyanìn gerçekligini ya da salt baglantìlarì imlemek üzere imbilimsel bir nesne olarak agìrlìklì bir biçimde sözeldir.
Metindeki sözlüksel ögeler anlamìn taçìyìcìlarìdìr; ama metin aynì zamanda sesçil de olabilir.

Metin; dil dizgesinin kullanìlmasì, edimselleçtirilmesi halinde ancak ortaya çìkabilir; imbilimsel bir nesne olarak metin, olgu durumlarìnì
yansìtìr.Felsefi bir deyiçle, metin ne türden oIursa oIsun varIìk düzIemini yansìtìr. Fakat konuya bir dilbilimci olarak egilen J. S. Petöfi,
düçünsel yönü tam anlamìyla hesaba katmamìç gibi görünmektedir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 19.03.2005 Saat 08:30 | Kayitli IP
Genel egilim, söylem denildiginde sözlü ortamìn, metin denildiginde de yazìlì ortamìn dikkate alìndìgìna iliçkindir. Söylem daha önce de dile
getirildigi gibi öznenin ilkin konuçma düzleminde ortaya koydugu bir ürün; yazìya da döküIebiIen söyIem, bu yoIIa öznenin somut varIìgìnì
açabiIiyor. Ancak böyle bir durumda söylemle metin özdeçtir sonucuna varìlabilir. Bu seçeneklerden biri; bir diger seçenek ise her ikisini de ayrì
yapìlar olarak degerlendirmek; ama bu durumda ölçütler ortaya koymak çok zor. Bir baçka yol da çu olabilir: bireysel dil olarak söylem ilk
açamadìr; ancak her söylem metinsel parçalardan oluçur. Bütün bir söyIemin, kendi iç tutarIìIìgìnì taçìyan metinIer topIamìndan meydana
geIdigi iIeri sürüIebiIir. Özellikle felsefe baglamìnda bu durumu degerlendirmek mümkün görünüyor. Çünkü filozoflarìn söylemleri birçok metinden
oluçur. Burada söyIemin öIçütü oIarak diIseI dìçavurumun dìçìnda kavramsaI arkapIan, söyIemin kimi diIbiIimciIerin de dedigi gibi
anIama, anIamsaI oIana iIiçkin derin yapìsì dikkate aIìnìyor.

Öyleyse söylem ile metnin birbirinden farklì yapìlar oldugunu ileri sürmek mümkündür: SöyIem ilkin somut olarak oluçur; sonradan yazìlì hale gelir.
Söylemi özne oluçturur; söylem, derin yapìsì olan bir kuruluçtur; bu derin kuruluç söylemin kavramsal (zihin sel) yanìnì ortaya koyar; söylemde
dìçdünyanìn ancak imleme alanì olarak yeri vardìr.

Metin ise, öznesinden büyük öIçüde uzakIaçmìç bir yapìdìr. Daha dar kapsamlì, maddeleçmiç, yazìlì dil baglamì içinde kalìnmak koçuluyla
kendisine yaklaçìlan bir yapìdìr. Söylem daha çok anlamsal yapìyì yansìtìrken, metinde görsel özellikler, fiziksel özellikler daha çok dikkati
çekmektedir; söylemi taçìyan metin, günümüzde sanal ortamlarìn da vazgeçilmez aracì durumundadìr.

Bu iki terimi/kavramì salt dilbilim baglamìnda ele alan çalìçma dogrultularìnìn bir sonucu olarak ortaya çìkan metindiIbiIim le söyIem
çözümIemesi de böyle bir yaklaçìma destek vermektedir. Söylem çözümlemesinde dilsel olanìn dìçìna da çìkìlmaktadìr; bunun nedeni,
imlenenlerin dereceli olarak söylemde yer alìyor olmasìdìr. Oysa metindilbilim, dilbilimin bir parçasìdìr. Felsefe özellikle söz konusu oldugunda,
söylemin bu derin yapìsì iyice dikkati çekmektedir. Söylemler, bir öznenin bütünlüklü düçünsel-dilsel ürünleri olarak her zaman farklì yöntemlerle
çözümlenmeye yatkìn, hatta çözümlenmesi gereken yapìlardìr. Bu konuda derinleçmek baçka türden çalìçmalarìn görevi olmakla birlikte, hiç
olmazsa çimdilik, felsefi söylemin ortak yapìsal özelliklerine bakmakta yarar vardìr. Tam da burada söz edimi, sözeylem terimi/kavramì yardìmcì
olacaktìr.

FeIsefi söyIemde yer aIan sözeyIemIer geneI ve biçimseI oIarak savIayìcì, daha aIt düzeyde ise betimIeyici, açìkIayìcì, kanìtIayìcì bir yapì
içerirIer. Bu özellikler felsefi söylemde yer alan dilsel yapìnìn genel, biçimsel özellikleridir; felsefi söylemin içerik olarak imledikleri ise büyük
ölçüde ya da çogun arkaplan/artalan göz önünde bulundurularak anlaçìlabilir. Bunun nedeni de felsefi söylemin tarihsel öznenin ürünü olmasìdìr.

Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: FelseIe Açisindan Söylem ve Metin. http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37939&PN÷1
3 -~ 3 19.11.2008 19:24
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: Kavram nedir?
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
K.Polat
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
03.09.2003
Yer: Switzerland
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 204
Gönderen: 09.09.2003 Saat 09:00 | Kayitli IP
Kavram nedir?
Sözcük ile kavram arasinda ne gibi faklar var?
Sözcükler kavram midir?
Kavramlar ne isi yararlar?
Dösüncelerimizi aktarmaya mi yararlar?
Bir konuda en genel kavrayis,dünyaya bakis,durus mudu?
Kavramlar düsüncenin insasindaki tuglalar midir?
Filozoflar(ya da felsefeciler-ne demekse-felsefe mi satar?) kavramlarla duvarlarin örülüp bir binanin(Felsefi sistem, vs.) bütününü
olustüran mühendis,eskilerin duvarci ustalari midirlar?
Sevgiyle
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.09.2003 Saat 10:14 | Kayitli IP
Kavram baglaminda çok güzel sorular sormusunuz Sayin Piran...
Bu konuya yaklaçmaya çaliçmiçtik bir ara. Umarim yeni katkilar ile geliçir.
http://www.felsefeekibi.com/forum/topic.asp?TOPIC_ID=351&SearchTerms=kavram
Yukari dön

K.Polat
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
03.09.2003
Yer: Switzerland
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 204
Gönderen: 09.09.2003 Saat 11:35 | Kayitli IP
Sayin Anlamak
Kavramlara iliskin yapmis oldugun yazismalari okudum.Güzel degisyk derlemelerle kavramlar konusuna giris yapmissiniz..Ancak cagunlukla
dilsel dahasi cevirde karsilasilan sorunlar boyutunde bir problem olarak konuyu acmissin..Türkcedeki kavramlastirmaya iliskin acilimlar
getirilmeye calisilmis.Ancak daha sonra Frakfurtokulu cevresinin,postmodernistlerin ve Sayin Avsar Tînucin`in yaklasimiyla benim girmek
istedigim alana girmeye baslemissiniz ancak orada kesilmis ilerleyis...
Avsar Hoca Kavramlarin ortakligindan ..diger yandan Postmodernistler kavramlarin göreceliginden sözediyorlar..Gercekte kavramlar
yalnizca dilsel nitelikleriyle mi var?Örnegin bir dilsiz icin kavram yok mu? Bir dilsiz felsefe yapamaz mi?(Kavramlari felsefenin araclari olarak
kabul ederek bunlari söylüyorum..Dilsel boyutunu cok büyük bir problem olarak görmüyorum. "Transzendental"a "A" desek ne olur? Oneli
olan o isaretin yüklendigi bize tasidigi anlam degil mi?)
Kavram nasil olusur..Iste bilgi felsefesi..
devam edelim mi?
sevgiyle
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.09.2003 Saat 12:24 | Kayitli IP
Sayin Piran,
Kavramlar konusunu düçünmek benim için de çekici. Siz ilk tartiçmadaki niyete açik olarak tani koymuçsunuz.
Orada öncelikli kaygim . "Türkçe Dili ve Felsefe " baglamindaydi.
Ancak asil konu kavramin ontolojik yapisiyla ilgili.
Burada dil-düçünce iliçkisi de gündeme gelir ki çok tartiçilan bir konu. Dil- anlam iliçkisi de...
Yeri gelmiçken, sitedeki "idarecilik" görevleri bende yogunlaçma sorunlari yaratiyor. Çimdi zihnimin rotasini bu konuya çevirmeliyim.
Ve ne yazik ki manevra yetenegi istedigim düzeyde degil[:)]
Yanit sürelerimiz uzasa da ipin ucunu birakmayalim. Ne dersiniz?
Sevgiyle.
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 09.09.2003 Saat 13:39 | Kayitli IP
Sözcük kavramin diçsallaçtirilmasi ve kavramin kendini onun yoluyla belirli kilmasidir!Ve kavram kendinin nedeni olandir, kendinde idea ve
kendinde varliktir! O denli de kendi için varliktir!
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
1 -~ 9 19.11.2008 19:29
S.Yildiz
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
26.10.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Online
Gönderilenler: 2917
Gönderen: 09.09.2003 Saat 16:05 | Kayitli IP
Sayin Piran,
Sizin de belirttiginiz gibi, kavrama iliçkin bir çok tanim yapildi. Ancak kavramin ne oldugunu henüz kavrayamamiç olmaliyiz ki, zaman
zaman bulundugumuz ortamlari, düçünme ve tartiçma ortamlarindan çikarip, -Sayin Afçar Timuçinin söyledigi gibi- körler, sagirlar,
dilsizler ortamina çeviriyoruz. Buna günlük yaçamimizda da sik rastladigimiz gibi sanal ortamlarda da sik sik rastliyoruz.
Kavramlar soyut ve somut olabilirler. Ancak bir anlam ifade ederler. Içte bu anlamin her birimizin kafasinda ayni anlami veriyor olmasini
nasil saglayacagiz? Dilsel boyutunun önemini yadsimiyorum ama ben de sizin gibi çok büyük bir problem olarak görmüyorum. Örnegin, bir
mimarin bir kavrami ifade ediçi biçimlendirdigi mekandaki anlam ve içlevde ortaya çikar.
Ahmet Cevizciin, Paradigma Felsefe Sözlügünden kavram üzerine tanimlardan biri çöyle.
Kavram, bir sözcüge yüklenmiç, bir sözcükte toplanmiç bilgiyi ifade eder.
Çimdi bu tanimdan kavram nasil oluçur sorusuna gelirsek; Ínsan yaçaminin en tehlikeli çeyi yanliç bilgidir, onunla yaçami
düzenlemeye kalkan yanmiç demektir diyen Afçar Timuçinin sözlerine kulak vermek gerekiyor sanirim. Dogru bir kavram
oluçturmak için öncelikle bilgimizin dogru olmasi gerekiyor. Ortaya koydugumuz görüçlerin bilgi degeri taçimasi için de bilinç içeriklerinin
tutarli olmasi gerekiyor. Peki nedir bilinç içerigi? Nasil oluçturulur? Kavram nasil oluçur sorusuna yanit ararken bu sorulara verilecek
yanitlarin da yardimci olacagini düçünüyorum.
Saygilar
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 09.09.2003 Saat 17:26 | Kayitli IP
Konu çok derin ve güzel.
Afçar Timuçin in sözlerine kulak vermek gerekiyor sanirim. Dogru bir kavram oluçturmak için öncelikle bilgimizin dogru
olmasi gerekiyor.
Aslinda paragrafin tümünde tutarli bir meselenin özüne gidiç var, bunu yadsimiyorum ama yine de konu bunun üzerine inça edilmeden önce
çok sikici oldugunu bildigim bir soruyu sormadan edemeyecegim;
Bilgimizin dogru oldugunu söyleyecek ya da kanitlayacak bir makam var mi? Eger varsa ne süre ile geçerli olacaktir?
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 09.09.2003 Saat 22:41 | Kayitli IP
Kavram konusuna bir baçlangiç denemesinde gördüm ki, zihnim çok kariçik. Ve bir kavram kargaçasi içindeyim.[:)]
Kavram nedir? de baçliyor sorun.
Kavramlari hangi ad ile dile getirirsek getirelim, bizden bagimsiz nesneler e mi karçilik gelmektedir. (Nesneyi ideler dahil soyut
ve somut tüm kendilikler için kullaniyorum)
Eger bu böyleyse , kavramlar kendi anlamlarini taçimaktadirlar. Burada bize düçen her hangi bir öznel tasarimdan kaçinarak , onlari kendi
neligi (mahiyeti) ile kavramaktir
Kavramlara anlamlarini toplumsal bir uzlaçma ile biz veriyorsak , o zaman daha göreceli bir yaklaçim söz konusu olacaktir.
Adalet kavramini ele alalim.Ilk yaklaçimda bu kavram evrensel ussal bir içerigi kendinde taçimaktadir. Hangi kültür alaninda söz konusu
olursa olsun, adaletin mutlak bir anlami vardir. Bu anlami usumuz dogal olarak taçimaktadir. Çünkü adalet bizim usumuzu da içeren
evrensel bir ussallik içinde varolan bir kavramdir. Tabi ki tartiçilabilir öne sürümler bunlar.
Ama bir kültür çevresi içinde konuya bakarsak farkli anlamlar ile karçilaçabiliriz.
Kavrama anlam kavrami çerçevesinde yaklaçmak ta tartiçilabilir bir konu.
Bilgi - kavram iliçkisinde de sorunlar var. Kavramin anlami konusundaki uzlaçmayi bilgide ararsak. , epistemoloji ile karçilaçiriz ki, Sayin
Atasoy un sorusu böyle bir çeyi ima ediyor.
TDK Felsefe Sözlügü Kavram kavrami ile sözüme ara vereyim.
[Alm. Begriff]
[Fr. concept, notion]
[Ing. conception, notion conceptus, notia]
[Yun. logos, innoia, horos, noema]
[es. t. Mefhum]
Nesnelerin ya da olaylarin ortak özelliklerini kaplayan ve bir ad altinda toplayan genel tasarim; tek bir nesnenin (bireysel kavram)da bir
nesneler sinifinin (genel kavram) özünü belirleyen, birbirleriyle baglantili niteliklerin ya da özel belirtilerin (özelliklerin) bir sözcükte
düçünülmüç olan birleçimi
Dil-düçünce baglami için:
http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=656
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderen: 09.09.2003 Saat 23:19 | Kayitli IP
Sayin Atasoy,
Sorunuz yaklaçik 2500 yillik bir geçmiçe sahip.
Bilginin dogruluk problemi olarak dile getirebiliriz bu sorunu.
Makam var mi?
Var da bu makam üzerinde uzlaçma yok saniyorum.
En baçta "us" umuz, sonra gözlem ve deney, sezgi ...(Kimseyi kizdirmamiç oldum)
Burada bir özetleme yapmaya çaliçacagim.
FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
2 -~ 9 19.11.2008 19:29
Gönderilenler: 3841
1. DOGRULUK NEDIR? Bu soruya verilen klasyk yanit, bir düçüncenin dogrulugunun , onun gerçeklikle uyuçmasindan oluçtugunu ortaya
koyar
Eleçtirisi: Düçüncenin dogru olmasi için, düçüncenin içerigiyle gerçeklik arasindaki benzerligin hangi ölçüde olmasi gerektigini
belirlenemeyecegi için, içerikleri gerçek bir çeye benzeyen düçünceleri dogru düçünceler olarak betimleyen dogruluk tanimi dakiklikten
yoksun
2.Dogru bir sav nihai ve degiçtirilemez olan ölçütleri yerine getiren bir savla ayni çeydir
3. Dogruluga iliçkin olarak tutarlilik kurami , dogrulugu düçüncelerin kendi aralarindaki uyuçmasi olarak tanimlar.
4. Tutarlilik kurami taraftarlarina karçi, düçüncelerimizin kendi .aralarindaki uyuçmasinin dogruluk için yeterli bir ölçüt olmayacagi
savunulmuçtur. Düçüncelerimizin kendi aralarindaki uyuçmasi dogruluk için yeterli bir ölçüt olsaydi, kendi içinde uyumlu ve tutarli olan her
öykü, laboratuvar gözlemleri ve deneylerine dayânan bir fizik kurami kadar, dogru olabilirdi.-Böyle bir itiraz karçisinda tutarlilik yandaçlari
bakiç açilarini, temel kavrayiçlarini daha açik ve dakik kilarak savunabildiler. Onlar belirli bir düçüncenin her ne olursa olsun herhangi bir
düçünceler öbegiyle uyuçmasi üzerinde degil de, söz konusu düçüncenin deney tarafindan desteklenen diger savlarla uyuçmasi üzerinde
durdular.
5. Tüm savlar, dogrudan .dogruya deneye dayanan savlar kadar, varsayimlar ve kuramlar olarak içlev gören savlar da, degiçtirilebilir.
Hiçbir çey nihaî olarak ve bir daha degiçtirilmemecesine öne sürülemez; her sav geçicidir.
6. Bazi baçka filozoflar yine de belirli bir savin tümel uyuçma içinde kabulünü belirleyen nihaî ve degiçtirilemez bir ölçüt bulmaya
çaliçmiçlardir
7. Buna karçin baçkalari da, bir. savin kabulü için, degiçtirilmemecesine belirleyici olan sonsal ölçütü apaçiklikta bulurlar. Bu apaçiklik,
yalnizca bir savi bizim için kendisinden kuçku duyulamaz bir sav yapmakla kalmaz, ancak ayni zamanda bizi, onu anlayan herkesin savi
kabul etmek zorunda kalacagi hususunda temin eder. Apaçiklik kavramini savunanlar daha sonra bu apaçikligin neden oluçtugunu
çözümlemeye giriçmiçlerdir: ~Onlar bazen apaçikligi bir savin kendileriyle ilgili oldugu durum ve olgularin "açik ve seçik"'bir biçimde
sunuluçuna indirgediler
8. Kanaatlerimizin eylemlerimiz üzerindeki , etkisi eylemi baçarili ve etkili bir eylem kiliyorsa , bir baçka deyiçle bize düçündügümüz
amaçlara ulaçma olanagi veriyorsa , kanaat dogrudur
9.Klasyk Dogruluk kavraminin uygun bir formülasyonu.:
D düçüncesi dogrudur -bu çu anlama gelir: D düçüncesi filanin var (ya da vakia) oldugunu ve filanin gerçekten var (ya da vakia) oldugunu
savlamaktadir.
Not: Dogruluk konusunda baçka görüçler de vardir.
Kaynak: TEMEL KAVRAMLAR VE KURAMLAR- K.Ajdukiewicz Çev:Ahmet Cevizci.
Yukari dön

S.Yildiz
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
26.10.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Online
Gönderilenler: 2917
Gönderen: 10.09.2003 Saat 11:09 | Kayitli IP
quote:
Bilgimizin dogru oldugunu söyleyecek ya da kanìtlayacak bir makam var mì? Eger varsa ne süre ile geçerli olacaktìr?
Sevgili Sibel, ben de Afçar Timuçinden bir örnekle sorunuza yanit vermeye çaliçayim. Trende, vapurda, kahvede, sokakta, her
yerde felsefe yapiliyor. Ben çu dünyada üç çeyden korkarim: hirsizliktan, ahlaksizdan, ikiyüzlülükten diyen yaçli teyze
kendi ölçüleri içinde bir filozof degil midir? Yaçli teyze, bir filozoftur ama kavramlari birbirine kariçtirmakta sakinca
görmeyen ya da kavramlari birbirine kariçtirdiginin bilincinden olmayan bir filozoftur. Yaçli teyze, hirsizligin ahlaksizlik
kapsamina girdigini, hirsizligin düpedüz ahlaksizlik oldugunu, ahlaksizliktan korkanin zorunlu olarak hirsizliktan da korkmasi
gerektigini bilmemektedir.
O belki de ahlaksiz kavramina kendine göre degiçik anlamlar yüklemekte, belki de ahlaksizliktan fahiçeligi anlamaktadir.
Bu da onun baçka bir yanliçidir.
quote:
Bilgi - kavram iliçkisinde de sorunlar var. Kavramìn anlamì konusundaki uzlaçmayì bilgide ararsak. , epistemoloji ile karçìlaçìrìz ki,
Sayìn Atasoy un sorusu böyle bir çeyi ima ediyor.
Sevgili Anlamak, bu sözlerinize katiliyorum. Ancak benim burada vurgulamak istedigim belki de daha dar bir anlamdi. süre ile süreç
arasindaki farki ayirt eden, ahlaksizliktan sadece namussuzluk anlami çikarmayan, duyu ile duygu yu ayirt edebilen bir bilgi ya da
bilinç. Çimdi bu kavramlari günlük yaçam içerisinde kullanirken saglikli bir iletiçim olmasi için sizdeki anlami ile bendeki anlamin ayni olmasi
gerektigini vurgulamak istemiçtim.
Uzun süredir seni görmedim, nerelerdeydin? Ile Uzun süreçtir seni görmedim, nerelerdeydin? diyen iki kiçi arasinda bir kavram
kargaçasi yaçanacagi bellidir.
Sevgilerimle
Yukari dön

K.Polat
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
03.09.2003
Yer: Switzerland
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 204
Gönderen: 10.09.2003 Saat 12:13 | Kayitli IP
Sayin RA moses
Sizin sözcük ile kavram arasindaki iliski belirlemenize katilabilirim ancak kavramlarin kendinden varliklar olusuna kuskuyla bakmam
gerkiyor.
Kavramlar nasil kendinden, kendisinin nedeni varliklar olabilirler?
kendinden olan ne var?
Sayin S. Yildiz
Inanin gevezelik olsun diye bu tartismayi acmadim, bu sorulari sormadim.Yukaridaki acilimlar, deginmeler, alintilarin ufkumu actigini görür
gibiyim.Diyeceksiniz bunlari bakalari daha önce yazdilar; alin kitaplari okuyun..Okudum, okuyorum...diyebilirim.Ancak bilginin icsellesmesi,
benlesmesi yani (belki de tartistigimiz konunun kendisi) kavranmsi , bende kavramlasmasi icin kendime sorarken sizlerle paylasmak
istedim...bana birseyler katarsiniz diye ..Yillardir yurtdisinda sürgünde oldugum icin Avsar Hoca`nin yazdiklarindan haberdar
degildim..Katilip katilmamam önemli degil Onun beynine saglik diyorum..
Kavram, bir sözcüge yüklenmiç, bir sözcükte toplanmiç bilgiyi ifade eder. taninini aktarip cok önemli bir noktaya isaret etiniz. Bilgi
Avsar Hoca`dan aktardiginiz yanliç bilgi belirlemesiyle kavramin ne olduguna iliskin önemli basamak taslari oldular.. bilinç içerigi de
bu taslardan önemli bir olmali.
Kavram var.
sözcük var.
bilgi var.
bilinc var.
FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
3 -~ 9 19.11.2008 19:29
su ana kadar yakaladigin önemli taslar merdivenini yukari dogru insaa etmek icin.
Bir degirmen düsünüyorum. (benzetme yanlissiz olmaz, benzetmeden de olmaz) Bugday tasiniyor; isleniyor, ögütülüyür, un olarak
öteyandan veriyor.
Sözcük: tasiyicilar, kaplar,cuvallar..
Bilgi: tahil, bugday(Dogada cevrede su yada bu yolla elde edilir)
Bilinc: degirmen,
Kavram: degirmenden cikan ürün, yani ün..
Kavram nasil olusur?(var olarak kabul etmiyor aksine olusur diyorum)
Sözcüge kavram diyebilmemiz icin onun kavram icerigi yüklü belkide kavramsal bilgi yüklü olmasi gerek..
Her bilgi yüklü sözcük kavram diye anilamayacagini düsünüyorum..Adlar birseyin bilgisini bir sekilde tasirlar Kavram degildirler.
Soyut ve somut kavram nedir? Ya da somut kavramlardan söz edebirmiyiz? Acaba burda tümeller ve tikeller problematigine mi gireriz?
Ben oraya dogru gitmek niyetinde degilim..
Bilinc, bilinc icerigibilincin bir tarafinda bilgi (algilarla,sezgilerle,deneylerle,..vs.) giriyor ,diger yandan kavramlar olarak cikiyor..(Mekanik
bir isleyis oldu.Anlaya bilmem icin böyle betimlemeyi tercih ettim.)
Dün interdette (su anda, felsefeye okumalari icin elimdeki en geliskin arac Internet) Profosör Ahmet Inam`in önemli buldugum bir
denemesine rastladim..oradaki bilinc tanimini sizlerle paylasmak istiyorum..
BÝLÝNÇ ÜZERÝNE DÜÞÜNCELER
Prof. Dr. Ahmet ÝNAM
Bilinç yaþant• uzay•ndad•r. Duydu€umuz, duyumsad•€•m•z, düþündü€ümüz, düþledi€imiz, an•msad•€•m•z, umdu€umuz herþey
yaþant•d•r. (Erlebnis, Erfahrung) Yaþant•lar bilinçte yaþan•r. Ýnsan bilinciyle gerçekli€i karþ•lar. Bilinç, bu anlamda, insan•n gerçeklikle
karþ•laþma yeridir. Bu "uzayda", yaþant•lar iþlenir. Yaþant• iþli€idir bilinç. Duygular, düþler, düþünceler gözden geçirilir; onlarla,
baþar•labiliyorsa hesaplaþ•l•r. Yaþant•lardan dokunur bilinç, bir ölçüde "inþa" edilir. Bilincin yap•s•na, bireysel özelliklerine göre bilinç
düzenleri oluþturulur.
Sayin Sibel Atasoy
Sorularima önemli bir soru ekledigin icin cok tesekür ederim..Kavram icerigini yani islenmis bilgiyi dogrulama makami var mi?
Daha önce sayin Avsar Timucin`in belirtigi yanlis bilgi nedir? Nasil olusur?
Sayin Anlamak
Yeni katkilarinizla konunun daha da derinlestigini görüyorum. Sizde istegim eger zamaniniz olursa kavramin ontolojik yapisina iliskin bilgi ve
düsüncelerinizi buraya aktarirsaniz sevinirim..Yeni mesajinizi derinlemesine okuma zamanin olmadigi icin..Ama tartismaya önemli katkilar
sundugunu bir seferli hizli okumamla gördüm..
Sevgiyle..
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 10.09.2003 Saat 12:41 | Kayitli IP
Sayin Piran sözcük ile kavram farkliligini ve bu farkliliktan dogan kavram kavramini kabul ediyorsaniz açiktir ki, siz isteseniz de istemeseniz
de bu durumda ortaya bir kendinde ve kendi için kavram çikar.Felsefe tarihi özsel olarak Idea ve Özdegin savaçimina sebep olmuçtur.Bir
yan kendinde kavrami, ideayi savunurken diger yan ise maddeyi yani özdegi birincil yapmiçtir!Idealizm ve özdekçilik(materyalizm) kavrama
farkli bakarlar, kavram maddenin belirlenimidir diyeceksek bu materyalistin görüçü olacaktir, ama kaba materyalizm çoktandir çürütülmüç
görünmekte; eger diyalektik materyalizmden bahsediyorsak kavrami üretim araçlari belirleyecektir !Mar• açiktir ki Tarih felsefesinde Hegel
den, tüm felsefesinde oldugu gibi, etkilenmiçtir...Idealist yan gerçeklik isteminde bulunur ve bunu kavramlarla ari us alanina yükseltir,
maddeciler ise degiçim ve görüngü düzleminde kalir!Onlar için degiçmeyen ve saltik kavramlar yoktur!Eger kavram nedir diye soracaksak
bu görüçlerden hangisine daha yakin oldugumuzu sormaliyiz kendimize!Ben bir idealist olarak tabiki zamandan ve mekandan bagimsiz
"kendinde idea" kavramini belirtecegim ve olgusalligin kendisi de ari kavramlar olmaktan çok zaman ve mekanla degiçen belirli ve sonlu
kavramlar oldugunu ifade edecegim!Burada açikça bir çeliçki var gibi görünmekle beraber, bu tamamen sonlu ve sonsuzu birbirinden
soyutlama egiliminde olan dogal bilincin yanilgisidir!Sonsuz olan sonlu yoluyla, doga ve insan yoluya kendinin bilincine varir ve kendini belirli
kilar!Kendinin bilincine varmayi tanitlayan ve çözen felsefe kavramlarla iç görür!Diger tüm görüçler nihilizm, kuçkuculuk, varoluççuluk,
postmodernizm bu iki ana görüçün uzantilari olmaktan ötesi degildir!Ve kavram nedir için sözlüge bakmadan önce sözlügü yazanlarin
görüçlerini bilmemiz gerekecek!
Saygilar
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 10.09.2003 Saat 13:48 | Kayitli IP
Kavramlar soyut ve somut olabilirler. Ancak bir anlam ifade ederler. Íçte bu anlamin her birimizin kafasinda ayni anlami
veriyor olmasini nasil saglayacagiz?
Çunu kabul etmeliyim ki bu bir soru degil özden kopup gelen bir dilek! fakat daha en az 50 bin yil olamayacak bir dilek, belki de sonsuza
kadar, bilemiyorum.
Olayi felsefi anlamda irdeleyeceksiniz ve ben de zevkle okuyup birçeyler ögrenmeye çaliçacagim; belki de az sonra söyleyecegim basit
gerçegimi degiçtirecek, belki de degiçtiremeyecek bu sohbet, kim bilir?
Benim bu konuda ve çu andaki basit görüçlerim çöyle;
Ahmet Cevizciin, Paradigma Felsefe Sözlügünden kavram üzerine tanimlardan biri çöyle.
Kavram, bir sözcüge yüklenmiç, bir sözcükte toplanmiç bilgiyi ifade eder.
Güzel ve sade bir tanim oldugu için bunun üzerinden gitmek istiyorum.
Buradaki handikaplar çöyle siralanabilir;
1.Dünya üzerinde tek lisan olmadigi için, her bir lisanda birbirine denk düçtügü varsayilan sözcükler aslinda açagi-yukari dir; çünkü farkli
cografya-kültür-gen bileçimlerinden gelmektedir. Daha bu noktada bir ayriliç vardir.
2.Yalnizca bir lisani ve içindeki sözcükleri alalim o zaman; Bir sözcük CANLIDIR. Aynen bizim gibi. Her an, her mekanda her kiçiye göre
aynen bizim gibi evrilir!
Yani mesele "ayni çeye bakiyoruz ama farkli çeyler görüyoruz" dan ötedir. Bunun asli bence çu olmalidir; "Ayni çeyleri bakmiyoruz zaten"
Bir sözcük her an yeniden yaratilir, kendinden bir çeyler kopar gider, yeni çeyler ilave olur.
3. Ve bence bu hülyanin gerçekleçmeyeceginin yine bana göre en vurucu göstergesi de çu olmali;
Düçünce, maddeden önce gelir. Yani bir varlik önce "düçünce formu" olarak yaratilir daha sonra bu (süreçler kariçik ve uzundur oraya
girmeyecegim) madde haline dönüçür. Dolayisi ile her çeye bakarken "bilinçli gözlemci" katilimimizi yapariz. Her çey içine sözcükler de
dahildir. Yani her bilinçli gözlemci bir sözcügü kullanirken onun yeniden yaratilmasinda aktif rol oynar.
Bu durumda bu kaypak zeminde nasil konuçup nasil anlaçacagiz?
Buna buldugum çözüm çudur; Bir sohbete ya da tartiçmaya girerken, konuyu ilgilendiren ana kelimelere, tartiçmaya giren herkesin hangi
kavrami yükledigini söylemesini rica ediyorum. Önce buradaki ayriliklarimizi görüyoruz ama örnegin Ayçenin ve Osmanin "özgürlük" ü nasil
algiladiklarini bilerek tartiçmaya giriyoruz. (kesin çözüm olmamakla birlikte ehveni çer çözüm denebilir)
Bu her sohbetten önce yapilmasi çart bir içlem bence, yoksa havanda su dövülüyor :)
Belki daha kolay ya da iyi çözümler vardir, henüz benim göremedigim, umarim katkilarinizla yöntemlerimi degiçip/düzeltmeye muktedir
FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
4 -~ 9 19.11.2008 19:29
olurum.
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 10.09.2003 Saat 14:32 | Kayitli IP
Sayin Atasoy;
Her kavram hem somut hem soyuttur, ve her kavram hem aridir hem de belirli...Sizin dediginiz söylem üzerinden kartezyenist
uzlaçmazliklara saplanmamiz mümkün, bu baglamda bunu dikkat etmeliyiz; ya da eger savundugumuz çey buysa ilkin soyut ve somutun ne
oldugunu soruçturmaliyiz!Eger bir önceki yaziyi oku‚‚‚ yazsaydiniz yanitinizi ya da ilgi gösterseydiniz yazdiklarima sanirim daha farkli bir
yol izleyebilirdiniz...
Sizin gerçekleçmesini zor hatta imkansiz buldugunuz kavramlarin ayniligi ya da farkli zihinlerde ayni çeyi ifade etmesi yalnizca bilgisizlikten
ileri gelmektedir...Kavramlar kendilerinde ve kendi içindirler; kavrami yanliç algilayan insandir ve bilgisiz insandir; kavram bir ve
tektir!Eger kavramlarin farkli zihinlerde ayniligindan bahsedemiyorsak açiktir ki iletiçimin kendisini reddetmiç olacagiz , ve bu tamamiyle
dogru olamaz!Sadece bazi kavramlarin henüz insan zihninde tam açinimina ya da yeterli bilgisine ulaçilamadigindan bahsedilebilir ve bu bir
süreçtir, us kendini açindirdikça kavramlar ayni çeyleri anlatir olacaktir!Bunu zamansal olarak çok uzaklarda görmek bizi gerçeklik
arayiçindan ve isteminden vazgeçirmemeli...Ahmet Cevizcinin görüçleri açiktir ki kendi fikirleri ile uzlaçacaktir ve sözcükleri tanimlamasi da
ayni yolda olacaktir!Bu baglamda ilkin sözlügü yazanin kendi görüçleri ön plana çikar ama kavramin kendinde anlami degil!Dünya üzerinde
birçok lisan oldugu dogrudur, ama bu kavramin özüne aykiri degildir, siz sözcüklerden bahsediyorsunuz!Dedigim gibi sözcükler kavramin
diçsalmasi ya da belirtik kilinmasi için araçlardir. being=varlik ya da nothingness=yokluk ayni kavramin farkli belirlenimleri ya da
diçlaçmalaridir!Olaya buradan bakmaliyiz!
Ve kavramlar Platon un dedigi gibi Idealar saltiktir ve zamansal degildir ne de mekansal, sizin degiçtigini söylediginiz çey kavram degildir
ama belirligi ya da diçsalligidir!Bunu çöyle düçünebiliriz, degiçen kendinde ya da ari güzel kavrami degil ama belirli güzellerdir!Çünkü
yaçadigimiz dünyada kavram kendinin bilincine insanda ve dogada varir, ve bu süreçte insan usu açindikça onun kavramin kendindeligine
iliçkin bilgisi arttikça degiçim dünyasindaki görüngülerin kendileri de degiçime ugrayacaktir, ama bu kavramin degiçmesinden degil insan
bilincinin onu daha iyi anlama denemesindendir!3. bahsettiginiz bir öznel idealizm vurgusudur, nesnel idealizm asla Zamansal olarak madde
ya da düçünce önceligini koymaz, zamansallik ko‚‚‚ bir öncelik belirlenemez, önceligin kendisi de bir önceye ihtiyaç duyar ama ancak
mantiksal olarak düçüncenin maddeden daha önemli oldugu söylenebilir ya da daha birincil ve bu nesnel idealizmdir(bkz. Hegel)Ve sizin
söylediginizle Leibniz in monadlari arasinda da baglanti kurulabilir!
Ve buldugunuz çözüme gelince, herkesin kelimelere hangi kavrami yükledigini söylemesinden çok kavramdan ne anladigini sormamiz
gerekecek, kavram degiçen bir çey degildir, aridir ve saltiktir!Kavramlara yanliç sözcükler yüklemek de bir baçka durum olabilir!Eger birisi
Özgürlükten sonsuz seçim hakki ya da keyfiligi hatta seçmeme özgürlügünü anliyorsa ona çu sözü hatirlatmali ve hep birlikte kendinde
özgürlügü ve kendi için özgürlügü anlamaya çaliçmaliyiz:
"Yere düçen taçin zihni olsaydi kendini özgür sanardi..."Spinoza
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 10.09.2003 Saat 15:11 | Kayitli IP
Sevgili RA, bilgisizligimi zaten peçinen kabul ediyorum ben. Yukardaki düçünce/duygu bileçenim çu andaki beni ve bu zamana kadar
yapip/ettiklerimin gözlemlerine dayaniyor.
Ben filozoflarla nasil baçederim. Onlari anlamaya çaliçiyorum tabii ama bu bir çabalama eforunun ötesine pek nadir geçiyor. Sizin kadar
emin olmak isterdim, en azindan bazen :)
Ama yazdiklarinizi okuyup/anlayip bunlardan bir nebzesini dahi günlük yaçamimin sade akiçina geçirebilirsem ne mutlu bana.
Ilave etmek istedigim birçey daha var; (Lütfen beni bagiçlayin bugün anlama kabiliyetimin düçük oldugu bir gün de olabilir) sizin yukarida ve
gerçegin ve USun anlatildigi yazilarinizda beni hafifçe irkilten bir çey var. Yazilarin hepsi karçi gelinemiyecek bir mantik bütünlügü sunuyor
olmasina karçilik bende uyandirdigi tedirginligi düçündüm ve sanirim buldum; Bu tarz felsefi kanitlamalar, insanlari bilgisizlikle suçlamalar
gerçegin yalnizca "belirgin bir zümre" eline geçmesini (bunu bilinçle tercih etmiç olsun ya da olmasin) özendirici olabilir gibi geldi bana.
Belirgin bir zümre kavrami, ayrilikçidir güç ve köleligi besler diye biliyorum.
Lütfen yanliç anlamiçsam düzeltin, Diyorsunuz ki; "kavram tektir, ona farkli anlamlar yüklemek bilgisizlikten kaynaklanir. Eger usun
yardimiyla bu kavramin anlamini bir kez bulursan, artik tüm çalkantilar durulacaktir. Eger kendiniz bulamiyorsaniz, biz bulduk, gelin okuyun,
ezberleyin ve bizim gibi gerçegi bulanlardan olun!"
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 11.09.2003 Saat 09:22 | Kayitli IP
Arkadaçlar,
Buradaki söyleçimiz bazi yanitlari içermeye baçladi bile.
Bir konuda en genel kavrayis,dünyaya bakis,durus mudur?
Konunun geliçimi ve Sayin Atasoyun yaklaçimi bunun böyle oldugunu gösteriyor. RA_moses de genel duruçuna (idealizm) vurgu yaparak
konuya yaklaçtigina göre bu soruya evet diyebiliriz.
Sevgili Yildiz daha pratik bir gereksinmeden yola çikmiç. Düzgün bir iletiçimde kavramlarin oynadigi rolü sorguluyor. Burada kaçinilmaz
olarak anlam kavrami gündeme geliyor.
Kavram insana açkin bir çey midir?
Bir varsayim olarak insanlarin hiç yaçamadigi bir dünyayi düçünüyorum. Bu dünyanin olgusalligi var. Bu dünyada elementler var. Bu
dünyada yaçayan canlilarin zihin halleri var. Galaksimiz içinde bu dünyayi etkileyen bazi doga olaylari var. Bu varsaydigimiz dünyada ,
bildigimiz geometrik iliçkiler de var.Kavramlaçtirilmamiç biçimde duruyor.
Bütün bunlari nasil adlandirirsak, adlandiralim varoluçlari nedeniyle gerçek. Bu olgusalligi resmetmek için kullanacagimiz semboller kavram
midir? (Insan olmadigi için dil de yok)
Insanin için içine girmesiyle tartiçma da baçliyor. Insan öncesi dünyada RA_moses in yaklaçimi geçerli belki. Insan dünyasinda onun
kabulleri dogrultusunda bir yaklaçim da söz konusu olabilir. Ancak insanin dil-düçünme süreci ile dünyaya katilmasi ile durum
karmaçiklaçiyor.
Kavram ve bilgi konusunda da zihnim kariçik. Bir örnek vereyim.
Emek kavramini ele alalim.
Sözlük tanimina göre : bir için yapilmasinda harcanilmiç olan beden ya da kafa gücü.
Çimdi bu kavrami kullaniyorum.
Emek en kutsal degerdir.
Emek üretim iliçkilerinde ikincil degerdir.
FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
5 -~ 9 19.11.2008 19:29
Burada emek kavramina yönelik iki önerme , emege farkli bilgi degeri ile yaklaçiyor. Çogunlugumuz ilk önermenin dogrulugunu düçünüyor
olsak da ikinci temelinde yaklaçanlar da olabilir.
Insanin yaçama dünyasinda , anlam üzerinde uzlaçmak kavrama hayat verecektir çeklinde bir yaklaçim, onun varlikbilimsel kökenine
belki açiklik getirmeyecektir. Yine de buraya not düçüyorum.
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 11.09.2003 Saat 10:17 | Kayitli IP
Çünkü sevgili Anlamak, insan dünyaya sifir kilometre bir araba gibi gelmiyor. Genlerinde kendi soyunun taaa ilk insana kadar uzanan
benzersiz deneyim birikimini birlikte getiriyor. Bu sebepledir ki ayni aileden üç kardeç daha diç etkenlere açilmadan önce (alti yaç kabul
edelim) bile fevkalade farkli yaklaçim tarzlari sergiliyorlar.
Izninize siginarak insanlari, idealizm zannettigimiz (bundan emin olmayan tek bir kiçi kalmayana kadar benim için bir zandir bu)bir yöne
dogru zorla iteleyemeyiz. Her insanin, velev ki ben görmeyi baçaramasam bile evrende biricik olan yapisi ve geliçimi ona saygi ve sevgi
sunmam için yeterlidir, baçka çarta gerek yok.
Dolayisi ile bir kavram söz konusu ise ve ben yalnizca kendime açik ve yalnizca söylemek isteyen biri degilsem, durup karçimdakini
anlamaya/dinlemeye çaliçmaliyim. O duygu/düçünce bileçimini hangi enstrümanlari kullanarak aktariyorsa ona has ve biricik olan yolu hafife
almadan kendi anlama yeteneklerimi zorlamaliyim.
Ínsanin yaçama dünyasinda , anlam üzerinde uzlaçmak kavrama hayat verecektir çeklinde bir yaklaçim, onun
varlikbilimsel kökenine belki açiklik getirmeyecektir.
Burada söylemek istedigininizi tam anlayamadim.
"Uzlaçmak" ilginç kelimelerden biridir, bu konuda epeyce tartiçilmiçtir sizler de bilirsiniz. Uzlaçmak da, uzlaçmamak da eçit degerde öneme
haizdir. Bence eger insanoglu bu iki karçit edimi kendi hayati içinde birçok kereler yapmamiç olsaydi evrilemezdik.
Ve çu sözünüz (aslinda maddeler halinde sundugunuz bütünlügün tamami) son derece anlamlidir:
5. Tüm savlar, dogrudan .dogruya deneye dayanan savlar kadar, varsayimlar ve kuramlar olarak içlev gören savlar da,
degiçtirilebilir. Hiçbir çey nihaî olarak ve bir daha degiçtirilmemecesine öne sürülemez; her sav geçicidir
Sizlerle sohbet benim için bir zevk/onurdur.
Yukari dön

n/x
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
01.01.2003
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1044
Gönderen: 11.09.2003 Saat 10:53 | Kayitli IP
'Deniz' kavramini ele alalim.
1- Denizi hic gormemis bir insana onu ne kadar anlatsak gorerek oturtulan kavramdan farkli olacaktir.
2- Romantik biri, bir yuzucu veya yelkenci icin deniz bir okyanus uzmanindan daha farkli bir anlam tasir.
3-Denizle ilgili eklenen veya eklenecek olan yeni bilgiler denizin icin bizim icin olan anlamini giderek degistirir.
Onun icin Hiçbir çey nihaî olarak ve bir daha degiçtirilmemecesine öne sürülemez; her sav geçicidiridiiasinin cok onemli oldugunu
dusunuyorum.
Bunun yani sira kavramlarin bir tek basinaligi vardir bir olgu olarak. Tanimadigimiz bilmedigimiz seyler hakkinda bir kavram gelistiremeyiz,
kavram kafamizda yoktur ama o henuz kesfedilmeyen sey bir olgu olarak vardir.
Bir film izlemistim, 6 aylikken kor, sagir ve dilsiz olan bir cocuga konusmayi ogretmeye calisan ogretmenin cektigi ‚‚‚‚‚‚inti. Sonunda
cocuk bebekliginide 'su' sozcunu ogrenmis oldugunu hatirlar ve cilgin gibi etrafindaki seylere dokunarak onlarin adlarinin ne oldugu sorar,
ozelliklerini ogrenmek ister. Cocugun hayatini degistiren kavram 'isim'min anlami oldu diye dusunuyorum. Seylere ad koymak ve
tanimlamak eylemi. Sanirim isin ozu burada yatiyor.
Dostca selamlar,
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:01 | Kayitli IP
Sayin Atasoy;
Kavram tarih felsefesiyle ilintili bir konu, ben çunu demek istemiçtim, eger bir kavramin diçsallaçmasi olan sözcükler farkli kiçilerce farkli
anlaçiliyorsa, bu bizim bilgisizligimizden ya da usun kendisini yeterince anlayamamizdan kaynaklaniyor; ve burda yalnizca sizin
bilgisizliginizden degil ama benim de içinde bulunabilecegim insanlarin bilgisizliginden bahsediyorum, bu bilgisizlik çeylerin özüne yanliç
çeyler yüklemek oldugu gibi bilgi ek‚‚‚‚‚‚liginden ve kavramin bütünlügünün bilgisinden yoksun olmaktan kaynaklaniyor!Açiktir ki kesin
olan çeyler hakkinda birçey uydurulamaz ve yanliç bilgi de kesin çeylerden dogmaz...Varoluçu ve yokoluçu kesin olan çeyler üzerinde
uydurma yapilamaz ve ancak emin olamadigimiz çeylerin yanliç bilgisine sahip olur ve uydurururuZ.Bu konuda Spinoza bize yol
gösterebilir.(Bkz Anlagin Iyileçtirilmesi Üzerine Bir Deneme; idea yay.)Ve gerçekligin bir zümreye ya da irka özgü olmasina gelince, bir
rasyonalist asla böyle bir çey söylemez; söyledigi çudur; felsefeye çeçitli sebeplerden dolayi eremeyen insanlarin kendi tasarimsal
gerçeklikleri vardir, ve bu alanlar din ile sanattir; bu alanlar da sonsuzdur; çünkü sonluda kendini varederler...Felsefe tüm insanlar için
gerçeklik isteminde bulunur ve eregi tüm insanlar için özgürlüktür; bundan nasil bir ayrimcilik çikarilabilir.Idealizm güzeli, iyiyi ve adaleti
savunur; ve bunu tüm insanlar için ister!Bilgisiz ve bilgili insan farkliligi bir ayrim degildir, felsefenin eregi bilgidir, ve bunu yapmayan açiktir
ki felsefe yapamaz!Ve siz buna ayrimcilik diyemezsiniz, buna gerçeklik için fedakarlik denir!Ve söylediginiz ayrimin kendisi
dogadir,tindir...Karçitlar birdir ve sürekli kendilerine dönerler, eger biz iyi ve kötüyü ayrimcilik olarak alacaksak; birçok ayrimdan
bahsedilebilir!Ama bu açiktir ki ayrimcilik degil ama varligin dogasidir.Idealizm her zaman kölecilikle mücadele etmiç, özgürlük için
yaçamiçtir!Bunu felsefe tarihinde görebilirsiniz!
Sayin Anlamak a yazdiginiz çeyler üzerine de birkaç çey söylemek istiyorum;
Sizi kimse idealizme dogru zorlamiyor; her insanin biricik yapisi oldugu gibi bir varlikbilimsel ve de toplumsal yapisi vardir, insan kendi
baçina insan degildir!Hafife almaya gelince, gerçeklik populist degildir ve gerektiginde acimasiz da olabilir karçidakinin görüçüne...
Ve 5. madde; demiçsiniz ki;
tüm savlar her ne olursa olsun degiçtirilebilir; bu ancak mantiksal atomistlerin ve pozitivistlerin ya da ƒittengenstein ile Popper gibi
düçünürlerin ortaya atabilecegi bir önermedir ve ondan ötesi degil!Size matematiksel belitleri düçünmenizi ve bunlarin neden hala
sapasaglam kaldiklari üzerine bir yargiya varmanizi isteyecegim(pisagor teoremi, öklit' in teoremleri)
ya da matematik olmak zorunda degil;
"parça bütünden büyük olamaz ya da bütün parçadan büyüktür"
bunun gibi binlercesi hakkinda ne söyleyebilirsiniz, bunun degiçebilecegi iddiasinda misiniz?
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
6 -~ 9 19.11.2008 19:29
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:14 | Kayitli IP
Sevgili Atasoy,
Yazinizi okuyunca nerede farkli düçünüyoruz diye duraksadim..
Uzlaçma bir zorunluluk içermiyor benim kullandigim anlamda. Farkli uzlaçma kümelerinden söz etmek bu kümeler arasindaki uzlaçmazligi
da kabul etmek degil midir?
Insanlari zorla bir yere itelemek! Size katiliyorum bu benim de en son degil hiç kabul edemeyecegim bir çeydir.
Burada yapmaya çaliçtigimiz kavram üzerine düçünmek. Tabi ki her kiçinin duygusal yaçantilarini istedigi biçimde aktarmak özgürlügü
vardir. Ancak unutmayalim ki felsefece düçünme bilinç altinda hep bir kesinlige ve dogruluga (gerçege) ulaçma çabasini taçir. .
Her birimiz de filozoflari okurken böyle bir gerçeklik arayiçini taçimiyor muyuz? Onun yakalanamayacigini bilenlerimiz dahil böyle bir çey
peçinde degil miyiz?
Tüm insanligi kapsayicilik iddiasinda olan üst anlatilara ben de kuçkuyla bakiyorum...
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:20 | Kayitli IP
Sevgili RA, matematiksel gerçeklilkler bence de dünya da olabilecek en üst katilim yogunluguyla bir anlam üzerinde fikir birligine
varilabilen durumdur. Fakat bu bile nihai olamaz, bulunacak ilaveler mevcut denklemi bozmasa bile ona yeni bakiç açisi getirebileceginden
aslinda degiçtirmiç olur. Fizikçiler, dört boyutlu evren üzerine çiddetle çaliçiyorlar ve belki baçaracaklar ve biz artik tüm çeylere dört boyutlu
bir çeyin içinden bakmaya baçlayacagiz. Kimbilir tüm kavramlar nasil degiçecek?!!!
Siz idealizm adina yapilan savaçlardan ve insanlara çektirilen acilardan haberdar degil misiniz? Yoksa onlari kötü diye mi damgaladiniz? Asil
idealist öyle olmaz mi diyorsunuz? Hani kominizm aslinda iyidir ama onlar yapamadi gibi! Oysa birçok aciya neden olmuç idealistler de çok
iyi niyetlilerdi. Ancak konu biriktirmeye geldi mi bilgi de bir güç aracina dönüçür ve idealist insani en derin ve insanca yanindan yakalayip
sürümeye baçlar.
Bu çikmaza saplanip kalmamanin benim görebildigim en önemli yolu; bütün insanlara koçulsuz sevgi ve merhamet duymak ve kendinize
biriktirdiginiz bilgi sebebiyle önem atfetmemektir. Bilgi bankada durur gibi durur. Öze alinmiç ve sade yaçamin içinde toprak bir kaptan sidik
gibi bir çayi karçilikli içtiginiz Köylü Hasan Amca ile paylaçilarak parlaklaçabilir. Çayinizi içerken ondan ögrenmek istediginiz çey için onun
gözlerine baktiginiz delice merak ve masumiyet ile anlam kazanabilir.
Bunlar da benim nacizane duygu/düçünce bileçimimdir.
Sevgiler sunuyorum. Iyi ki varsiniz.
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:29 | Kayitli IP
Sn Anlamak, size tamamiyle katiliyorum ve bu konuda bilgi/deneyimlerinizi paylaçmanizi içtenlikle bekliyorum. Çünkü gerçekten de RA nin
da söyledigi gibi felsefi bakiçtan istemedigim için degil henüz yeterli bilgim olmadigi sebebiyle uzagim.
Fakat gerek siz ve gerekse Sn yildizin anlatimi ile o kadar çok çey ögrenebiliyorum ki! Bunda sizin bu konulara hakim olmaniz, bilginizi
tecrübeyle sinamiç oldugunuz gerçegine ilaveten benim egomu ayaklandirmayacak söylemi geliçtirmiç olmanizin da payi büyüktür efendim.
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:39 | Kayitli IP
Bana idealizmden ne anladiginizi anlatmalisiniz, çünkü biliyorum ve eminim ki yanliç bir idealizm tasariminiz var...Idealizmin savaçlari
engellemek adina yolda oldugunu biliyorum ve bunu savaçarak yapmaz...Idealist filozof politikaya kariçmaz, siyasetten uzak durur, hele
böyle bir çagda modernizmin sahte bilinçler, sahte özgürlükler ürettigi bir çagda onu eleçtirmeden felsefe yapmiç sayilmaz.Hegel der ki
Schelling in özdeçligini eleçtirirken; "Içinde Tüm ineklerin kara oldugu gece" Biz böyle bir çagda, bir nihilizm ve degersizlik çaginda
yaçiyoruz.Sevgi ile ilgili tüm söylemler idealizmin özsel varoluç sebeplerindendir(Bu forumda Usun Bütünü; Güzellik, Gerçeklik, iyilik
yazisi)Ve ben size matematik konusunda ve onun tarihi konusunda, onun felsefe ile iliçkisi konusunda bilgi ek‚‚‚‚‚‚liginiz var dersem,
bundan benim sizden üstün bir insan oldugum çikmaz, idealizm üstünlügün sadece bilgi degil ayni zamanda erdemli davraniç oldugunda
diretir!Ve Bilim-Teknik gibi modernizmin sahte bilimine anlatim veren çaliçmalar ancak modernizmin hizmetinde pragmatik bir söylem
olarak kullanilmaktan öteye gidemeyecektir, sizin 4 boyutlu evren için çaliçan fizikçileriniz ayni sistem için nükleer baçliklar ve bombalar
üretiyor, artik sistemin zincirlerinden, toplumsal görelilikten kurtulmaliyiz, ve bunu romantikleçtirmenin, halki savunuyor gibi görünmek
istemenin etkilerinden uzak yapmaliyiz!Ve biliniz ki ayni fizikçiler 6 boyutlu evren için de çaliçiyor, ve gerçek tektir; eger 2 farkli görüç birbiri
ile uzlaçamiyorsa, ikise de gerçek degildir, gerçeklik evrensel kabul ister!Olgusalin ve kuramin birligidir, öznenin ve nesnenin
birligidir!Adorno ve Marcuse ile Horkheimer bize bugünkü bilim anlayiçi ve kapitalizm arasindaki inanilmaz bagintiyi verir, Dogu Kültürü de
bundan nasibini alir, oralara sizin görev açkina ve ulusal söylemlerine siginan fizikçileriniz, ilkin silahlarin sokulmasini saglarlar, oralar egitim
ve bilgelik sevgisi girmez, oralar ilkin Barbiler, ilkin Rambolar ve McDonalds lar girer...Bunlar anlatir bize, insanlar modernizmin sanal
özgürlük ve keyfilikl söylemleriyle kandirilir, kendi verili alanlarinda eglence ile uyuçturuce ve nice pislikle düçünemez hale getirilir, ve bilim
nesnellik görevini gecede üstlenir, ama kapitalizmin ideolojisi olarak; o bilim tüm ineklerin kara oldugu gecedir, ve bilim adamlarinin görevi
içigi, aydinligi insanlardan gizlemektir!Ve sizden aciya neden olmuç idealistleri isteyecegim, ve göreceksiniz ki sizin bana gösterebileceginiz
ancak büyük filozoflarin araç olarak kullanilmiç söylemleridir, ve kapitalist düzen için tüm söylemler birbirine uydurulur!Ve sizden ciddi
anlamda bekliyorum cevabinizi, ben sanirim bu kadar araçtirma ve okumalara ragmen idealizmin verdigi acilari gözden
kaçirmiçim.Unutmadan benim idealizmim Sokrates' in, Platon' un, Aristo' nun, Descartes' in, Leibniz' in, Spinoza' nin, Kant' in, Fichte' nin,
Schelling'in, VE Hegel in tüm tarih boyunca ilerlettigi idealizmdir!
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:52 | Kayitli IP
Benim verecegim cevabi zaten siz vermiçsiniz sn RA :)
Ve sizden aciya neden olmuç idealistleri isteyecegim, ve göreceksiniz ki sizin bana gösterebileceginiz ancak büyük filozoflarin araç
olarak kullanilmiç söylemleridir, ve kapitalist düzen için tüm söylemler birbirine uydurulur!
Adlarini verdiginiz filozoflar anlayabildigim kadari ile hayran oldugum kiçilerdir. Ben o görüçleri tartiçmiyorum (tartiça da bilirdim ve tartiçani
da merak ve saygiyla dinlerim)fakat görüçler süs için ortaya konulmuyor uygulansin, yaçansin diye ugraçiliyor ancak o zaman bir
bilgi/deneyim gerçegi olabiliyor.
Siz de bu idealizm söylemini kullanan zeki bir gençsiniz ve hayatinizda bunu uygulamaya çaliçacaksiniz ve nereye varacaginizi çu andan
söylemek mümkün müdür? Size koçulsuz inanalim ister misiniz sirf ideal aldiklarinizi begeniyoruz diye.
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
7 -~ 9 19.11.2008 19:29
n/x
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
01.01.2003
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1044
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:54 | Kayitli IP
Tartismalarinizi ilgiyle izliyorum. Forum basligi kavram olduguna ve amac ogrenmek olduguna gore dusuncelerimizi temellendirdigimiz
kavramlari da acalim diyorum. Cunku biri icin temel olan kavram digeri icin temel icin gerekli tuglardan biridir.
Sevgili RA-mozes, erdem nedir sizce? Neden insanlik veya evren icin olmazsa olmaz bir temel tasidir? Erdemsizlikle iliskisi nedir. Ozellikle
sevgili Yildiz' in uyarisina dikkat cekmek istiyorum:
quote:
Simdi bu kavramlarì günlük yaçam içerisinde kullanìrken saglìklì bir iletiçim olmasì için sizdeki anlamì ile bendeki anlamìn aynì olmasì
gerektigini vurgulamak istemiçtim.
Uzun süredir seni görmedim, nerelerdeydin? Ìle Uzun süreçtir seni görmedim, nerelerdeydin? diyen iki kiçi arasìnda bir
kavram kargaçasì yaçanacagì bellidir.
Mudahalemi bagislamanizi diliyorum. Tartismanin yan yollarda kaybolmasindan korktugum icin....
Dostca selamlar,
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 11.09.2003 Saat 11:59 | Kayitli IP
evet mümkündür, bunu ben biliyorum, ben biliyorsam size de anlatabilirim ve sizde bilebilirsiniz!Bana koçulsuz inanin demedim(bakiniz
forumda; yetke üzerine yazi)felsefe tanitlama ve çikarsama ister; felsefe koçulsuzca sorgulamadan inanma istemez ve felsefe begenmek
üzerine de dayanmaz, felsefe düçünme üzerine dayanbir, ve ayni çekilde dogal bilincin söylemlerine de kulak asmamasini bilir; dogal bilinç
kendi gerçekligini bilmeden, baçkalarini ayirdetmek ister, ve buna tasarim deriz, uydurma deriz!Sadece söyledigim romantikleçmenin, ya da
kötü anlatimiyla populistleçmenin geregi yok...Gerçeklik çokluk ve birliktir!ama ilk evresinde kendi için ve kendinde birliktir;
ayrimlar sizin söylediginize uyarlarsak öznellik ile dogar; kendi dogasini anlamayan insan, öznelin ve nesnelin birbirinden çok uzak oldugunu
sanir, dogal bilinç budur, kendini bilen bilinç öznelin ve nesnelin bir oldugunu bilir!Ve çabam da çabamiz da bu yönde olmalidir!Sevgiler
Yukari dön

Sibel Atasoy
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
12.03.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 657
Gönderen: 11.09.2003 Saat 12:08 | Kayitli IP
Siz çöyle demiçtiniz;
Kavramlar kendilerinde ve kendi içindirler; kavrami yanliç algilayan insandir ve bilgisiz insandir; kavram bir ve tektir
Çimdi, bana koçulsuz inanmayin diyorsunuz. O zaman sizinle bir kavram üzerine tartiçmaya giriçecegim demektir. Tartiçmaya girmenin
amaci hakli çikmak degil ögrenmek/ögretmektir. Ben varsaydigimiz tartiçmaya girerken söz konusu kavram üzerindeki anlayiçimi belki
degiçtirebilecegim ön koçuluyla girecegim. Oysa siz "Kavramlar kendilerinde ve kendi içindirler; kavrami yanliç algilayan insandir ve bilgisiz
insandir; kavram bir ve tektir" kabulü ile yani eninde sonunda sizin anlaminiza varmam gerektigi çarti ile bu tartiçmada var olacaksiniz. Bu
eçit olmayan koçul, tartiçmayi her ikimiz açisindan da verimsiz kilacaktir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 11.09.2003 Saat 12:09 | Kayitli IP
"Kavram" i tartiçirken "anlam" kavramina da deginiyoruz.
Zihnimizi iyice kariçtiralim o zaman...
Metnin Tamami
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~aysever/anlsrn.html
Anlam Sorunun Sinirlari.
Anlam bir nesnenin, bir olgu ya da durumun degil, dilsel bir anlatimin anlamidir.
Anlam dilsel bir anlatimin iletiçim ortaminda taçidigi içeriktir.
Anlam, kendisini taçiyan dilsel anlatimin belli bir dile ait olmasini, o dilin uylaçimlarina uygun bir biçimde kullanilmasini gerekli kilar.
Anlam, K'nin bir iletiçim ortaminda dilsel anlatimlar araciligiyla D'ye iletmek istedigi, belli koçullar yerine geldiginde de iletmekte baçarili
oldugu dilsel iletidir. Bu iletiyi, K'nin iletiçim ortaminda dildiçi anlatimlar araciligiyla D'ye iletmek isteyip ilettigi dildiçi iletiyle, dilsel
anlatimlar araciligiyla D'ye iletmek isteyip ilettigi dilötesi iletiyle kariçtirmamak gerekir
Yukari dön

K.Polat
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
03.09.2003
Yer: Switzerland
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 204
Gönderen: 11.09.2003 Saat 13:55 | Kayitli IP
Sevgili arkadaslar
Sizlerin bu coskun,ve düzeli katiliminiz bir zengilik katti bu konuya..ve ben keyifele okuyup, ögreniyorum..calisirken foruma katildigim icin
fazla zamanim olmuyor tam katilimim icin..Ancak sorularla katilabiliyorum..
S, RA Moses
Siz den ögrendigim iki sey var. Birincisi bir idealist odugunuz; ikincisi sözcügün kavramin dissallasmasi icin oldugu`dur..Size bir önerim var,
ama gercekten ikili polemige girmeden diger arkadaslarin görüslerini de okuyup dikkate alarak katilmanizi istiyorum..Ancak Platon`un ve
Hegel`in görüslerini tekrarlayarak degil, onlarin yöntemlerini (soru sorarak, diyalektik yöntemi) kulananarak ilesesek daha iyi olur
diyorum..
Sizin bu yazismadaki durusunuz bana yillar önce I.Ü. Felsefe bölümünde okurken bir hocamim yaptigi belirlemeyi bana
cagristiriyor.."Fesefeye okumaya gelenler birinci sinifta filozofdur,ikinci sinifta filazof olmadigini anlar,ücüncü sinifta soru sormaya baslar,
dördüncü sinifta bildiklerinden süpe eder, diplomayi aldiginda artik hicbirsey bilmedigini anlar" derdi..bu belirleme felsefeyle samimi
ilgilenenler icin gecerlidir derdi..
S. RA moses size birkac soru:
O sözetiginiz "kendinden ve kendi icin" olan "kavram"
nerdir?
nasil birseydir?
FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
8 -~ 9 19.11.2008 19:29
nelerden olusur?
iliskileri var midir? ne ile nasil iliskiler kurar?
Nerede bulunur diye sormayacagim ancak Zamansiz ve Mekansiz" oldugunu söylemistiniz..ancak ben zaman ve mekan disi olan bir seyi
tasarlaya madigim icin hep cahil ve bilgisiz mi kalacagim?
-Izimlersiz birseylerin izini süremezmiyiz?
Herkese Sevgiler
Yukari dön

RA_moses
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
05.05.2003
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 243
Gönderen: 11.09.2003 Saat 13:56 | Kayitli IP
Sayin Atasoy' a
evet o dediginizi kabul ediyorum ama bunu mantiksal bir öncelik olarak degil bir erek olarak ve bunu çikarsiyorum; ve böylece hiç de eçit
olmayan bir durum çikmaz ortaya...Ve sizde çikarsamanin, tanitlamanin gücünü kullanarak bunu yapabilirsiniz ve dediginiz gibi bir durum
varsa böyle açilabilir!Ve ben bir tartiçmaya girerken degiçim ve kuçkuyu sizin yaptiginiz gibi kendi için bir erek olarak görmekten ziyade bir
araç olarak görürüm...
Yukari dön

Sayfa 2 Sonraki >>

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright „2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Kavram nedir? http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34455&PN÷3
9 -~ 9 19.11.2008 19:29
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Felsefe Dersleri
Konu: Mantìkçì Pozitivizm
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 30.01.2003 Saat 11:44 | Kayitli IP
Düzenleyen Anlamak 25.06.2006 Saat 13:49
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
1 -~ 10 19.11.2008 19:20
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 01.02.2003 Saat 12:23 | Kayitli IP
Mantikçi pozitivizm
Düzenleyen Anlamak 05.11.2006 Saat 20:44
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 23.02.2004 Saat 13:04 | Kayitli IP
Fizikselcilik
Birleçik bilim dilinin yalnizca maddi, fiziksel çeylere göndermede bulunmasi ve bütün temel yüklemlerinin fiziksel olmasi gerektigini savunan
görüç; zihinsel ve kültürel görüngülere iliçkin önermeler de dahil olmak üzere bütün anlamli önemelerin ilkece dogrulanabilir fiziksel nesne
ve süreçletden oluçan fizik diline aktarilabilecegini savunan ögreti.
Mantikçi olgucularin bütün bilimlerin fizige indirgenebilecegi, yani herhangi bir bilim dalinin yasalarinin fizigin yasalarindan uygun bir biçimde
türetilebilecegi görüçüne dayali olarak 1930'larda ortaya attigi "fizikselcilik" , bütün bilimsel önermelerin fiziksel nesnelere iliçkin
önermelere dönüçtürülebilir olmasi gerektigini savunur.
Maddecilik baglaminda da fizikselcilik, her çeyin fizik biliminin temel kabul ettigi kendiliklerden oluçtugu ve temel fiziksel kendilikleri
yönetenlerden bagimsiz düzenlilikler ve yasalar bulunmadigi varsayimi üzerine kurulu modern bir maddecilik uyarlamasidir.
Otto Neutath gibi Viyana Çevresi düçünürleri tarafindan geliçtirilen fizikselcilik görüçü, zihin felsefesinde de "zihin-beyin özdeçligi" olarak
bilinen ve Herbert Feigl ile J J. C. Smart tarafindan geliçtirilen zihinsel durumlarla olaylari sinirsel-fiziksel durumlar ve olaylarla özdeçleçtiren
"zihinsel çeyler gerçekte fizikseldir" yollu ögretinin dayanak noktasini oluçturur.
Viyana Çevresi'nin kurucularindan Otto Neurath, "radikal fizikselcilik" olarak anilan görüçünü, Aydinlanma'dan beri güdülen "bilimin birligi"
ülküsü çerçevesinde, tek bir bilimsel dil oluçturarak kiçilerarasi anlaçma olanagini en üst düzeye çikarmak amaciyla ortaya atmiçtir. Bu
baglamda Neurath'in fizikselciligi farkli bilimlerin dillerinin arzu edilir bir bireçimini vaat eden dilsel bir ögretidir..
Bu görüç, Viyana Çevresi düçünürlerinin bilginin temellerini yalin ve yorumlanmamiç duyu deneyimlerinde aramak yerine fizikselci ve
bütüncü bir bilgikuramina yönelmelerini saglamiçtir. Bütün bilimsel önermelerin -fizik alaniyla sinirh kalmadan- zaman ve uzam baglaminda
yer alan maddi çeyler üzerinden ifade edilmesi gerektigini savunan bu fizikselcifik anlayiçi, birleçik bilim ülküsüne dayali bu yöntemin yeterli
bilimsel ölçüleri saglayan her türden araçtirmada kullanilabilecegini savlar.
Bu biçimde ifade edilen bilimsel önermelerse, "gerçeklik"le degil, ancak kendileri gibi önermelerle karçilaçtirilarak dogrulanabilir. Bu
baglamda siki bir "dilsel deneycilik" anlayiçim savunan Neutath'a göre, dilin diçina çikilarak Popper gibi gerçeklige ya da Carnap gibi
kiçisel/öznel (görüngüsel) deneyimlere baçvurmak olanaksizdir.
Baçlarda indirgemeci bir arilayiç olan fizikselcilige yöneltilen eleçtiriler karçisinda 1970'lerden itibaren fizikselciligin indirgemeci olmayan
uyarlamalari geliçtirilmeye baçlanmiçtir.
Bunlara göre varolan her çeyin fiziksel oldugunu iddia etmek, tüm anlamli önermeleri fiziksel dile dönüçtürmenin olanakli oldugunu iddia
etmek degildir. Bu görüçün zihin felsefesindeki karçiligi zihinsel özellikler fiziksel özellikler tarafindan belirlenseler de onlara indirgenemezler
görüçüdür.
Felsefe Sözlügü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayinlari
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 15.03.2004 Saat 15:39 | Kayitli IP
M. Schlick «Felsefede Dönüm Noktasì nì Açìklìyor
1930-31 yillarinda, Erkenntis (Bilgi) dergisinin ilk cildi yayinlandi. Editörlügünü R. Carnap ve H. Reichenbach in
üstlendikleri dergi bizim akimimizin baçlica sözcüsü oldu. Derginin ilk sayisi Schlick'in kaleme aldigi «Felsefede Dönüm
Noktasi» ile baçliyordu: Bu yeni akimdaki iyimserligin derginin de anahtari haline geldigini söylemek için oradan çu satirlari
aktariyorum. Schlick çöyle diyordu:
Felsefede her yönüyle keskin bir dönemecin ortasinda bulundugumuz kanisindayim. Sistemler arasindaki kisir çekiçmelere sonu gelmiç
gözüyle bakabilirim. Bizim çagimiz artik bu tür çekiçmeleri gereksiz kilan yöntemlere sahiptir. !ç artik bu yöntemleri kararlilikla uygulamaya
kaliyor.
Schlick ayni yil (1930) yayinladigi Kiçisel Yaçanti, Bilgi, Metafizik adli makalesinde çöyle diyordu:
varliklarin bilgisi ilk olarak özel bilimlerin kendi yöntemleriyle elde edilmektedir. varligin bunun diçindaki her hangi bir yöntemle bilgisini
edinmek boçuna laftir. Netafizigin hiç bir olanagi yoktur, çünkü metafizigin amaçlari kendi aralarinda birbiriyle çeliçmektedir.
Eger metafizikçilerin kiçisel yaçantiya özlemleri varsa bunu çiirle, sanatla yapabilirler. Bu özlemlerini yaçamin kendisiyle giderebilirler. Ama
transandant(açkin) olan çeyleri kiçisel olarak yaçamaya, denemeye giriçmek istediklerinde yaçamla bilgiyi birbirine kariçtirirlar, yaptiklari iç
hayalet kovalamaktir.
Schlick'e göre, Bilgi, dünyadaki olgulari birebir olarak gösteren bir simgeler sistemi inça etmektir, kiçisel yaçantidan
temelden farkli oluçu da bu nedenledir. .
Bu pek iyimser tutum ruhbilimsel açidan ancak bir dönemeçte yaçanabilen bir duygudur. Bir arabayi çok hizli sürebilirsiniz
hizini degiçtirmediginiz sürece hiç bir çey fark etmeziniz. Ama bir dönemece girdiginizde ya da ivme degiçtigi zaman büyük
bir tepkiyle karçilaçirsiniz.
Mantiksal Pozitivist Akim bugün artik o kadar göze batmiyor. Ama felsefede bir dönüm noktasi oluçturdugu bellidir. Bu felsefe
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
2 -~ 10 19.11.2008 19:20
sonralari yeni, üstelik düz bir yol tutturdu. Burada, mantiksal pozitivizm diye anilan akimin yandaçi sayamayacagimiz bir
filozofun C.West Churchman 'den çu alintiyi yapmak isterim.
Pozitivist akimin. sorgulama biçimlerini saglikli biçimde ele aldigina hemen hcmen kimsenin kuçkusu yok, düçünce akimlarini birbirinden
kesin çizgilerle ayirdi. ve de- neysel yöntem yandaçlarinin reaksiyoner akimlara karçi mücadele verebilecekleri bir zemin yaratti. Bugün
pozitivizm öncesi görüçlere geri dönmek artik bilim-öncesi görüçlere dönmek demek oluyor. Demokrat görüçlü birinin gözünde tanrinin
tartiçilmaz gücünü savunan bir reaksiyoner anlamina geliyor bu tutum.
Metafizigi bir anlamda temize çikarmaya çaliçan F S. C. Northrop 'un son kitabinda da buna benzer bir tutumla karçi
karçiyayiz. Kendisi, bütün yazilarinda daima en bagimsiz çizgiyi tutturmuç, bilimin temellerine oldugu kadar bilim felsefesi ile
kültürel ortam arasindaki karçilikli bagimliliga da dikkatleri çekmiç bir yazardir ve çöyle yazmaktadir:
Gerçekten de, mantiksal pozitivizmin tarihçesine bakarsak, «bilimsel dünya anlayiçi»nin bu durumu hep korudugunu
görürüz. Hele Schlick 'in «Uzay ve Zaman»da yakindigi tutumu düçünürsek bu daha iyi belli oluyor. Bilimsel kavramlari, onlarin
tümdengelim yoluyla özgül biçimde formüllendirilmiç`bir teorinin postülatlarinda bilim adamlarinca verilmiç tanimlarini bir yana biraksak bile,
mantiksal pozitivizm ana amacina ulaçmiç. gözüküyor. Nantiksal pozitivistler'in amaçladiklari «operasyonlarla sinama veya dogrulama hedefine
her çeye ragmen varilabiliyor. Çagdaç mantiksal pozitivistlerin artik bu duruma geldiklerini gösteren bir çok kanit var.
Mantikçi pozitivizmin çizdigi dönemecin ne kadar keskin oldugunu kestirmek içiii onu, gelenekçi felsefe görüçleri arasinda
gerek espri gerekse zaman bakimindan kendine en yakin düçeni karçilaçtirmak yararli olur. Bu karçilaçtirma için
H.Vaihingerin «Sanki Felsefe»sini seçiyorum Zamaninda geniç yankilar uyandiran bu kitap, Geleneksel felsefenin
veni-Kantçilar tarafindan parçalanmasi diyebilecegim akimin tipik bir örnegidir. Vaihinger, fizikte (noktasal kitle ile özdeç
tuttugu) atom kavraminin, mantiksal bakimdan kendisiyle çeliçse bile, aslinda yararli bir uyduruk kavram oldugunu
göstermeye çaliçiyor ve diyor ki:
Hem uzaygenligi (uzayda-yayilabilirligi Y.O.| olmayacak. hem de kuvvet sahibi bir töz olacak... Böyle bir çey' kendisine bir anlam yüklemenin
olanagi olmayan tözcüklerin kombinasyonundan baçka ne olabilir ki... Ancak «basit atomlar»in maddesel bir çey olmasi gerektigi halde bunlar
yine fiilî birer nesne degildir. Buna ragmen, fiziksel kurgular yapabilmesi için fizikçinin atomlara ihtiyaci var. Peki, nasil çözecegiz bu çeliçkiyi?
Bilimi bu ikilemden nasil kurtaracagiz?
Vaihinger, bilimde fiilen kullanilmakta olan yöntem, diyor: Atomlardan, amaç onlara hiç bir anlam yüklemeden konuçmaktan
baçka bir çey degil... Bu kavrayiçtaki bir yöntem hiç kuçkusuz pek rahat bir yöntem, ama yöntemin nesnel dünyada metafizik
açidan
geçerli olup olmadigi sorusu havada kaliyor
Vaihinger'in bu açik seçik söylemi, felsefede mantikçi pozitivizmin önceki durumu apaçik ortaya seriyor. Arada öylesine bir
anlayiç farki var... Bu fark, bir takim gölgeler araciligiyla betimlenegelen olgular dünyasiyla kesin mantikli bir çerçevede
örtüçen yapisal [kiirgusal Y.Ö.] sistem bir yanda , iki bölgeyi birbirine baglayan ve birisinin kesinligini ikincisininse gölgelerini
paylaçan operasyonel tanimlar öte yanda, bu iki bölge arasinda yer aliyor.
Doga Bilimlerinde Pozitivizm-Philipp Frank çev: Yilmaz Öner-Spartaküs Yayinlari
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 01.09.2005 Saat 10:03 | Kayitli IP
Viyana Çevresi

Wittgenstein ìn Maçasì
David Edmons
John Eidinow
Çeviri: Aslì Biçen
Yapì Kredi Yayìnlarì


(......)
SchIick Viyanaya çehrin daha aydìnlìk zamanlarìnda gelmiçti. Alman aristokrasisinin altlarìndaki bir aileden gelen Schlick, Berlinde tìp egitimi
almìç, Max PIanck ìn ögrencisi olmuçtu ve çagìnìn büyük bilim adamlarìnì çahsen tanìrdì. 1922de Viyanada profesör tayin edilmesiyle
birlikte, üniversitenin ününü arttìrmakla kalmadìgì, nadir ve beklenmedik bir de becerisi oldugu anlaçìlmìçtì: adeta bir yetenek mìknatìsìydì.

Çok geçmeden etrafìna, felsefi meseleleri tartìçmak için Perçembe akçamlarì bir araya gelen dikkate deger bir grup topladì. Bu grup Viyana
Çevresi olarak tanìndì ve iki savaç arasìnda asìrlìk felsefi varsayìmlarì yerle bir etti. Özellikle etik ve metafizigi bu disiplinden çìkardìlar. Modus
operandileri olan mantìkçì pozitivizm onlara göre gelecegin dalgasìydì bu dalga gerçekten Ìngilizce konuçan dünyada yerleçik felsefenin
kìyìlarìnì dövdü.

Grubun üyeleri arasìnda filozoflarìn yanì sìra iktisatçìlar, sosyal bilimciler, matematikçiler, mantìkçìlar ve bilim adamlarì vardì Otto Neurath,
Herbert FeigI, RudoIf Carnap, Kurt GödeI, Viktor Kraft, FeIix Kaufmann, PhiIIip Frank, Hans Hahn ve Hahnìn Boole cebiri uzmanì, puro
içen, kör kìzkardeçi Olga çapìnda düçünürler. Önce Nazizmin yükseliçi sonra da Wittgensteinìn hoyratlìgì yüzünden geçimini saglayamaz hale
gelen Friedrich Waismann da bu gruba dahildi.

Çevre, KarI Popper, Wittgenstein arasìndaki ilk felsefi baglantìyì da kurmuçtu. Wittgenstein üyeligi ve sahiplenilmeyi reddetse de onlar
Wittgensteinì çeref üyesi ve kìlavuz olarak görüyorlardì. Popper üye olmak istese de olamamìç, muhalefet rolünü üstlenmiçti.

Farklì farklì huylarì ve entelektüel ilgi alanlarì olan bir grup akademisyenden oluçan Viyana Çevresi, usulca egolarì yatìçtìran ve nezaketiyle
gerilimi dagìtan, yumuçak huylu Schlickin ayartìcì ve olumlu teçvikleri olmasa harekete benzer bir çeye dönüçemezdi. Katìlmasì istenenleri
sadece onun davet etmesi içe yarìyordu. Bu daveti alanlar kendilerini ayrìcalìklì ve minnettar hissediyorlardì; Popper gibi davet alamayanlarsa
degerlerinin bilinmedigini düçünüyordu.

Grubun teknik yìldìzì, yüce notasyon ve simge büyücüsü, mantìkçì Rudolf Carnaptì Schlick gibi o da Almanyada dogmuçtu. Çevrenin
siyasi tavrì iktisatçì ve sosyolog Otto Neurathtan geliyordu; muazzam enerjik, çakacì, hayatì ve kadìnlarì seven, iççi çapkasì, gür ve dagìnìk
kìzìl sakalì, devasa cüssesi sayesinde hemen seçilen bir adamdì mektuplarìnì fil resmiyle imzalardì. Genç akademisyenler arasìnda entelektüel
açìdan en fazla öncülük niteligi olan Kurt Gödel di; bu ince, gözlüklü, sosyal açìdan zayìf adamìn tamamlanmamìçlìk teoremleri, Russellìn
mantìktan matematik çìkarma teçebbüslerinin boçuna oldugunu göstermek için kullanìlmìçtì.

Matematik ve fizik enstitülerinin bulundugu Boltzmangassede bir binada, zemin kattaki bakìmsìz bir okuma odasìnda toplanìrlardì. Sandalyeler
tahtanìn önünde yarìm daire çeklinde dizilirdi; arkada sigara içenler ya da not almak isteyenler için uzun bir masa vardì. Sayìlarì yirmiyi nadiren
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
3 -~ 10 19.11.2008 19:20
geçen Viyanalìlara zaman zaman yurtdìçìndan konuklar katìlìrdì, bunlar arasìnda Amerikadan W.V.O. Quine, Polonyadan AIfred Tarski ,
Britanyadan A.J. Ayer ve Berlinden CarI HempeI vardì. Dìçarìdan gelenler, egzotik bir bitkiyi yiyen kuçlar gibi memleketlerine döner ve oraya
bitkinin tohumlarìnì saçarlardì. Bu çekilde Çevrenin etkisi hìzla yayìldì. Mesela 1936da Ìngilterede Ayer, onu bir gecede akademi
dünyasìnìn ünlüleri arasìna sokan DiI, DogruIuk ve Mantìk adlì kitabìnì yayìmlamìçtì. Hoç ve saldìrgan bir polemik sunan kitap neredeyse
tümüyle yazarìnìn Avusturyada geçirdigi birkaç ayda içine sindirdigi fikirlere dayanìyordu.

Toplantìlar belli bir düzene göre yapìlìrdì. Schlick herkesi sessizlige davet ettikten sonra (Einstein, Russell, Alman matematikçi David Hilbert ya da
Niels Bohr gibi) seçkin mektup arkadaçlarìndan gelen, grup içinde tartìçma yaratabilecek mektuplarì okur; sonra bir hafta önce belirlenmiç olan
konu üzerin de tartìçmaya baçlanìrdì.

Ìdeolojik açìdan onlarì birbirine baglayan feIsefede biIimseI yöntem uyguIanmasìnìn önemine oIan inançIarìydì mantìgìn kesinliginden
felsefenin de diger disiplinler kadar fayda görecegini düçünüyorlardì. Bu noktada, dünyanìn diger felsefe baçkentinde, bilimin felsefeden
ögrenecek çok çeyi oldugunu düçünen Cambridgeli meslekdaçlarìndan ayrìlìyorlardì. Gilbert Ryleìn ifadesiyle, Felsefe Viyanada kan
emici bir asalak, Ìngilteredeyse tedavi edici sülük gibi görülüyordu. Ancak gerçek düçman Cambridge degil Alman idealizmiydi Fichte,
Hegel ve kìsmen Kantì içine alan bu gelenekte akìl ve ruh, fizik ve mantìktan üstün tutuluyordu. Avusturyalìlar bu ekolün karanlìkçìlìk, tevatür ve
kafa karìçìklìgìndan ibaret oldugunu düçünüyordu.
Devam edecek
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 02.09.2005 Saat 09:42 | Kayitli IP
Bu toplantìlar çok ateçli olurdu. Üyeler kendilerini yepyeni ve taze bir çeyin merkezinde hissederlerdi; felsefenin geçmiçindeki ateç saçan ejderleri
öldürüyorlardì. 1929da Schlick kazançlì ve prestijli bir mevki için Almanyaya dönme fìrsatìnì reddedince (Kim Viyanayì bìrakìp Bonna
gitmek isterdi?) grubun birkaç üyesi onun çerefine, Çevrenin amaçlarì ve degerlerini bildiren yarì resmi bir manifesto yayìnladìlar. Baçlìgì çuydu:
Wissenschafthiche Weltauffassung: Der Wiener Kreis, yani Dünyaya BiIimseI Açìdan Bakmak: Viyana Çevresi. Hareketin entelektüel babalarì
olarak üç kiçinin adì zikrediliyordu Albert Einstein, Ludwig Wittgenstein ve Bertrand Russell.

Einstein yeni bilimsel aydìnlanmanìn en parlak yìldìzìydì:zamanì ve mekanì çarpìcì bir biçimde sezgi-karçìtì tanìmlamasìen azìndan öyle
sanìlìyordu Kantìn dünyada, insanìn sadece bir koltuga oturup baçìnì iki eli arasìna alarak düçüncelere daldìgìnda keçfedilebilecek çeyler
oldugu iddiasìnì yalanlìyordu. Bir örnek, Kanta ait Her olayìn bir nedeni vardìr sözüydü; görünüçte bize dünyanìn nasìl içledigi yolunda
somut bir çey söylüyordu ama bu sonuca ampirik gözlem sonucu varìlmamìçtì. Newton fizigi kanunlarì da bir diger örnekti. Ama Einstein bunun
abesligini göstermiçti. Newton kanunlarìnì sadece düçünerek çìkarsamak çöyle dursun, bu yasalarìn yanlìç oldugu ortaya çìkmìçtì.

Viyana Çevresinin çeref listesindeki ikinci isim Bertrand Russelldì. Bu cazibesi hem amprizmi dünya hakkìndaki bütün biIgimizin
deneyimIerden kaynakIandìgì teorisi çiddetle savunmasìndan, hem de mantìgì matematik ve dile uygulamakta öncülük etmesinden
kaynaklanìyordu. Rudolf Carnap ve Hans Hahn, Russellìn 1910-13te yayìmlanan Principia Mathematicasìnìn içerigini sindirdigini iddia
eden üç beç müstesna kiçiden ikisiydi. Carnap, 1920lerin baçìndaki hiperenflasyon sìrasìnda Almanyada zügürt bir ögrenciyken, Russella
mektup yazmìç ve bulamadìgì ya da alamadìgì 1929 sayfalìk, üç ciltlik eserinin bir nüshasìnì rica etmiçti; Russell ona bütün ana kanìtlarìnì
ayrìntìsìyla özetleyen otuz beç sayfalìk bir mektupla cevap verdi. Hahn da Viyana Çevresinin tümü için benzer bir hizmette bulundu; onlara
felsefi özü, kalabalìk formüller mezarlìgìndan damìtarak hìzlandìrìlmìç bir Russell mantìgì kursu verdi.

Ama hareket en çok Wittgensteina saygì duyuyordu. 1933 Subatìnda A.J. Ayer, arkadaçì Ìsaiah Berline gruptan edindigi izlenimleri aktarìrken
çöyle demiçti: Wittgenstein onlar için bir ilah. Ayere göre Russell sadece Ìsanìn habercisi gibi görülüyordu.

Aslìnda Ayer 1932 Kasìmìnda yirmi dört yaçìndaki bir araçtìrma görevlisi olarak Oxforddan Viyanaya gittiginde Wittgenstein tapìnmasìnìn
en civcivli dönemi geride kalmìçtì. Tractatus Logico-PhiIosophicusun Almanca orjinali Logisch-philosophische Abhandlung 1921de yazarìn
dogdugu çehirde yayìmlandìgìnda heyecan dalgasìyla karçìlanmìçtì. Eserin özgünlügünü ilk teslim edenlerden biri Schlickti ve 1920lerin
orialannda Tractatus Çevrede yüksek sesle okunup, cümle cümle tartìçìlmìçtì hem de iki kere. Bu meçakkatli iç neredeyse bir yìl sürüyordu.
Schlickin daha sonra yazarla tanìçmasì sürecinde de benzer bir azim vardì. Wittgensteinla tanìçmak için can atan Schlick ona 1924te bir
mektup yazmìçtì. Wittgensteinìn temel fikirlerinin hem önemini hem de dogrulugunu açìkladìgìna kaniydi.

Wittgenstein ona resmi bir cevap yazmìçtì. O sìrada Avusturyanìn güneyindeki bir köy okulunda ögretmenlik yapìyordu ve Schlicki oraya
davet etmiçti. Ne yazìk ki araya baçka meseleler girdi ve Schlick nihayet yola çìktìgìnda Wittgensteinìn oradan ayrìlìp baçka yere gittigini
ögrendi.
(...)

Wittgenstein genelde felsefe tartìçmayì reddeder, çiir okumakta ìsrar ederdi o sìralarda en çok Bengalli çair Rabindranath Tagoreun
mìsralarìnì severdi. Tagoreun çiirinin Wittgensteina cazip gelen özellikleri muhtemelen kristal saflìgì ve yeterince vurgulanmamìç tinselligiydi.

Duvara dönerek okumayì tercih ederdi. Esir aldìgì mantìkçìlar, sabìrsìzlìklarìnì göstermemeye çabalayarak sìrtìna bakarlarken belki de
mesihlerinin mesajìnì yanlìç anladìklarìnì fark etmeye baçlamìçlardì.

Sair kibrim utançla ölüyor karçìnda.
Ey usta çair, kapandìm ayaklarìna.
Bìrak basit ve sade kìlayìm hayatìmì,
Senin müzikle dolduracagìn kamìçtan bir düdük gibi.

Felsefe dünyasìnda, Viyana Çevresinin önemi, sadece iki tür geçerli önerme oldugu çeklindeki basit, temel ilkelerinden geliyordu.

Birincisi kendi terimIerinin anIamì sayesinde dogru ya da yanIìç oIan önermeIer: mesela Bütün bekarlar evlenmemiç adamlardìr
türünden cümleler, 2+2=4 türünden denklemler ve Bütün insanlar ölümlüdür; Socrates insandìr; öyleyse Socrates ölümlüdür türünden
mantìksal çìkarìmlar.

Íkincisi ampirik oIan ve dogruIanmaya açìk önermeIer: Su 100 derece de kaynar, Dünya düzdür (dogrulanmaya açìk olduklarìndan
yanlìç olsalar bile anlamlìdìrlar.)

Diger bütün önermeIer, Çevre için, tam anIamìyIa manasìzdì. Nitekim, Tanrìnìn var oldugunu dogrulamak imkansìz oldugundan, dini beyanlar
kurnazca entelektüel çöp kutusuna gönderiliyordu yani sonuç itibariyle metafizigin de ait oldugu yere.
Estetik, etik ve hayatìn anlamìna dair beyanlar da bu çöpe atìlìyordu. Adam öldürmek yanlìçtìr, Ìnsan daima dürüst olmalìdìr, ve
Picasso Monetden daha üstün bir sanatçìdìr gibi önermeler gerçekte ancak kiçisel yargìlarìn ifadesi olarak anlaçìlabilirdi: Adam
öldürmeyi onaylamìyorum, Bence insanlar daima dogruyu söylemelidir, Picassoyu Monetye tercih ederim gibi. Çevrenin
manifestosunda insan her çeyi elde edebilir deniyordu. Her çeyin ölçüsü insandìr.

FeIsefenin ana içIevinin metafizikIe oyaIanmak degiI biIim adamIarìnìn kuIIandìkIarì kavramIarì kesinIeçtirip netIeçtirmek oIdugunu
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
4 -~ 10 19.11.2008 19:20
düçünüyorIardì.

BiIim adamIarì sahanìn en önemIi oyuncusuydu. FiIozof sadece oyun taktikIerini anaIiz ederek takìma yardìmcì oIuyordu. FeIsefe hep
ikinciI bir biIim oIarak kaIacaktì.

devam edecek
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 03.09.2005 Saat 11:27 | Kayitli IP
Ancak Çevrenin kendi bakìç açìsìndan bile her çey bu kadar basit olamazdì. Önermeler dogrulanmaya açìk olduklarì için anlamlì kabul
ediliyorlarsa o zaman dogrulama neydi? Çevrenin ilk günlerinde üyeler enerjilerinin çogunu bunu belirlemeye vakfetmiçlerdi. Mesela Bir
önermenin anlamì, dogrulanmasìnda kullanìlan yöntemdi? düsturu Hastings Muharebesini Fatih William kazandì türünden tarihi önermeleri
kapsayacak çekilde nasìl uyarlanabilirdi? Viyana Çevresi bilimin sìnanabilecek öngörüler üretmesi gerektigine inanìyordu. Ama 1066daki
Norman Ìstilasì hakkìndaki bir önermeyle dogrulanabilir bir öngörüde nasìl bulunulacaktì?

Bunun cevaplarìndan biri, tarihçinin geleneksel araçlarìnìnarçivler, yazìçmalar, arkeolojik bulgular, sözlü ifadeler vs. bilim adamìnìn ispirto
ocagì, üçayagì, test tüpünün muadili olduklarì ve bir kuram yerine digerini desteklemeye yarayan kanìtlarì toplamaya yaradìklarìydì. Dahasì tarihi
önermeler de öngörüde bulunuyordu; bir önerme dogruysa, ileride ortaya çìkacak yeni kanìtlar da onu teyit edecekti.
Sonraki yìllarda, tarihi önermelerin sadece prensipte dogrulanabilir olduklarì için anlamlì sayìldìklarì iddiasì pek çok kiçiye tuhaf gelecekti.
Görünüçte anlamlì olan bütün önermeleri dogrulamacì bir deli gömlegine sokmak yapay görünüyordu. Mesela baçka zihinler hakkìndaki önermeleri
(Hennienin baçì agrìyor) sadece bu önermeyi dogrulayan ya da yalanlayan kanìtlarla (Hennie aspirin istedi mi?) tartmak anlamìna
geliyordu.

Alternatif, sagduyuya dayanan görüç, Ìnsanlar odadan ne zaman çìksa odanìn mobilyalarì (insanlar döndügünde tekrar ortaya çìkmak üzere)
buharlaçìyor türünden bir iddianìn anlamlì oldugu yolundaydì: dogrulanmasì mümkün olmadìgì halde akla yatkìn geliyordu. Çevre içinde biIe
dogruIama iIkesine karçì artan bir çüpheciIik vardì, zaten 1930 Iarìn ortaIarìnda da neredeyse tümüyIe bir kenara bìrakìIdì. Daha sonra
A.J. Ayere hareketin zaaflarì soruldugunda, Bence en önemli kusuru neredeyse her çeyin yanlìç olmasìydì, diyecekti. Ama bir müddet Batì
dünyasìnìn en moda felsefi doktrini bu oldu.

Anlamlì önermelerin ya analitik olmasì (dogruluk ya da yanlìçlìgìnìn içinde geçen kelime ya da simgelerin anlamìnì inceleyerek belirlenebilmesi
bütün üçgenlerin üç kenarì vardìr) ya da gözleme açìk olmasì kuramì mantìkçì pozitivizm adìyla anìlìyordu ve mantìkçì pozitivistlerin
çogu Tractatusu kutsal kitap bellemiçti.

Dogrulama ilkelerini Tractatustan almìçlar ve Russell gibi onlar da Wittgensteinìn temel savlarìndan birini kabul etmiçlerdi: ne kadar karmaçìk
olursa olsun bütün matematiksel kanìtlar ve bütün mantìki çìkarsamalar mesela Yagmur yagìyorsa yagmur ya yagìyordur ya da
yagmìyordur veya Bütün insanlar ölümlüdür; Schlick insandìr; bu yüzden Schlick ölümlüdür. sadece totolojidir. Baçka bir deyiçle bize
gerçek dünya hakkìnda hiç malumat vermezler; içerikten yoksundurlar: sadece önermelerin ya da eçitliklerin iç iliçkileri hakkìndadìrlar. Bize
Schlickin ölümlü oldugunu, evden çìkarken çemsiye almamìz gerektigini, hatta Schlickin insan oldugunu göstermezler.

Viyana Çevresinin Tractatus yorumunun bütünüyle dogru olup olmadìgì ise ayrì bir konu. Wittgenstein önermeleri parsellemiç, söylenebilecek ve
söylenemeyecek önermeler olarak ikiye ayìrmìçtì. Bilimsel önermeler ilk kategoriye, etik önermeler ikincisine giriyordu. Ama Çevredekilerin çogu
Wittgensteinin söylenemeyecek önermeleri manasìz kabul etmedigini anlayamamìçtì. Tam aksine esas önemIi çeyIer konuçamadìgìmìz
çeyIerdi. Wìttgenstein Tractatusun asìl derdini, önemli bir avantgard editöre yazdìgì mektupta çöyle telaffuz etmiçti: Kitabìn etik bir derdi
vardìr... Eserim iki böIümden oIuçuyor: burada sundukIarìm artì yazmadìgìm her çey. Esas önemIi oIan bu ikinci böIümdür.


Çevrede birkaç kiçi Otto Neurath dahil Wittgensteinì güveni suiistimal eden biri olarak görüyordu. Rudolf Carnap, Çevrenin
Wittgenstein ìn metnine getirdigi yorumla adamìn kendisi arasìndaki zìtlìga hayret ediyordu. Çevrede metafizik, ahlakçìlìk ve tinselligi elinin
tersiyle iten katì bilim adamlarì vardì ve ilk baçta Tractatusun mesajìnìn da böyle bir ret olduguna inanmìçlardì. Ama bu çiir okuma içinde yarì
mistik bir taraf vardì. Carnapìn ifadesiyle:

Bakìç açìsì, insanlara ve sorunlara, hatta teorik sorunlara yaklaçìmì bir bilim adamìndan ziyade yaratìcì bir sanatçìya benziyordu, hatta daha ileri
gidip bir peygambere ya da kâhine benzedigi bile söylenebilir... Bazen uzun ve zorlu gayretten sonra, nihayet cevabìnì verdiginde, sözü önümüzde
yeni yaratìlmìç bir sanat eseri ya da ilahi bir aydìnlanma gibi dururdu.

Belki de kaçìnìlmaz olarak Wittgensteinla Çevre heyeti arasìnda yanlìç anlamalar ve gerilimler dogdu ve bunlar beraberinde ayrìlìklarì getirdi.
Özellikle de sakin, kendine hakim Carnapla ikisinin arasìnda temel bir kiçilik çatìçmasì olmuçtu. Ìdeal bir dilin arzulanìr bir çey olduguna inanan
Carnap yapay dil Esperantoyu savunuyordu. Bu zararsìz coçku Wìttgen steinì öfkeye garketti. Dilin organik olmasì gerektiginde ìsrarlìydì.

Carnap, Wittgensteina karçì saygìda kusur etmese de Witt gensteinìn X ve Y varsayìmlarìndan nasìl Z sonucuna ulaçtìgì yolundaki ìsrarlì,
nazik ve meraklì sorularì bilgiçlik taslayan birinin meçgaleleri olarak kulak ardì edilmiçti. Kokusunu alamìyorsa ona yardìm edemem. Sadece
burnu iyi degil. Kìzìlca kìyamet Carnapìn baçyapìtì Der Logische Aufbau der Welt (Dünyanìn Mantìksa Yapìsì) kitabìnìn yayìmlanmasìyla
koptu. Wittgenstein, Carnapì intihalle suçladì zaten böyle bir çeyi bekliyordu, hem Carnapìn kitabmda Wittgensteina çok çey borçlu
oldugunu belirtmesi de bu suçunu onun gözünde iyice agìrlaçtìrìyordu. Wittgenstein, Küçük bir çocugun elmalarìmì çalmasìna aldìrìç etmem
ama elmalarì ona benim verdigimi söylemesine bozulurum, demiçti.

devam edecek
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 04.09.2005 Saat 12:30 | Kayitli IP
(......)
Viyana Çevresinin kilit üyelerin çogu Yahudi, geri kalanlar da sol egilimliydi. Pek çok sanatçì, sinemacì, banker, bilim adamì ve doktor için
geçerli oldugu gibi Viyananìn filozof kaybì Britanya ve Amerikanìn kazancì oldu. Carnap Prag üzerinden Princetona, Feigl önce lowa sonra
Minnesotaya, Gödel Princetona, Menger Notre Dame Üniversitesine, Berlindeki Hempel de Brüksel üzerinden Chicagoya, oradan New
Yorka gitmiçti.

Otto Neurath, 1934te kendisi Rusyadayken Avusturyada gerçekleçen sagcì, dinci-korporatist Dolfuss Darbesinden beri Viyanaya
dönmemiçti: geri dönse grubun siyasi açìdan en etkin elemanì olarak hayatìnìn tehlikeye girecegi belliydi. Karìsìyla birlikte Hollandaya geçti ama
1940ta Nazilerin orayì da içgal etmesiyle, kendini Ìngiltereye kalkan küçük ve kalabalìk bir tekneye attì ve savaçìn sonunda orada huzur içinde
öldü. Waismann göç eden son Çevre üyelerindendi.

Schlick cinayetinden sonra Temel Bilimler Felsefesi kürsüsü kaldìrìldì: tayin komitesi bundan böyle fakültedekilerin gerçek görevinin felsefe tarihi
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
5 -~ 10 19.11.2008 19:20
ögretmek oldugunu ilan etti. Viyana Çevresinin baçlattìgì hareket biraz dagìnìk ve sulandìrìlmìç da olsa yoluna devam etti ama baçka yerlerde
Britanya ve Birleçik Devletlerde.

Çevrenin sesi, adìyla birlikte anìlan bazì felsefi kavramlarla halen duyulabilmektedir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 14.03.2007 Saat 17:22 | Kayitli IP
Mantikçi Pozitivizm

Yeditepede Felsefe Dergisi 3.Sayida Cengiz Iskender Özkanin, Pozitivizm in Bilim Anlayiçi ve Aristoteles in Bilim Kavrami:
Bir Karçilaçtirma adli metininden bir bölümü alintiliyorum. Mantikçi Olguculugun anlaçilir bir dille özeti olan bu alintinin, konunun
açilimina katki saglayacagini umuyorum.

Viyana Çevresi bilimi (science) nesnel, dogru bilgiler ortaya koyabilen tek ugraçi olarak tanimlamiç ve bilimle
metafizigi, anlamlilik ölçütü olarak da gördükleri bir dogrulanabilirlik ölçütüne göre ayirma çabasinda olmuçtur.
Bilim ve bilimsellik kavramlari Çevre düçünürlerinin ilgilerinin odaginda bulunmuçtur.

Bilimsel dünya görüçü sloganiyla yola çikarak birleçtirilmiç bilim (unified science) idealleri için bazi
bilimsellik ölçütleri koymuçlardir. Bu ölçütleri koyarken de deneye ve mantiga verdikleri önem yüzünden
Mantikçi Yeni Olguculuk ya da Mantikçi Deneycilik olarak da bilinirler (Kraft 1953: 16).

Bilim ve bilimsellik hakkindaki görüçlerinin odaginda, öne sürdükleri ölçütler geregi dilsel ifadeler vardir.
Sözgeliçi dogabilimleri ve matematik ayrimini bu alanlarda dile getirilen önermelere, ifadelere bakarak
yapmiçlardir. Buna göre doga bilimleri olgular hakkinda önermeler öne sürerken mantik ve matematigin önermeleri
olgular arasi iliçkileri degil, yalnizca kavramlar arasi iliçkileri dile getirirler. Dolayisiyla saf matematigin ve saf
geometrinin önermeleri deneysel varliklarla degil ideal nesnelerle ilgilidirler (Kraft 1953: 21).

Bilimin ne oldugunu belirleyerek bilimi metafizikten ayirmak için biri deneysel digeri mantiksal olan iki ölçüt
koymuçlardir. Mantiksal ölçüt bir dil çözümlemesidir. Bilimin mantiksal yapisini soruçturmak, bilimin önerme
ve kavramlarinin mantiksal bagintilarim soruçturmaktir. Deneysel ölçüt bir önermenin anlaminin deneye
bagimli kilinmasidir.

Deneysel ölçüt çudur: Bir önermenin anlamli olabilmesi için deney yoluyla dogrulanabilir olmasi gerekir. Bilimin
bütün önermeleri anlamli önermelerdir. Bilimsel olmak için böyle anlamli önermelerden kurulu olmak gerekir.

Bilimsel olmasi gereken bir felsefe anlayiçi ileri sürerek felsefeye bilim dilinin mantiksal çözümlemesini yapma
görevini vermiçlerdir; felsefe olgular hakkinda konuçmamalidir. Çünkü olgular hakkinda anlamli önermeler ileri
sürmek için bu önermelerin olgularca dogrulanabilir olmalari gerekir; bu içi de zaten bilimler yapmaktadir.

Viyana Çevresi düçünürlerinden Carnapa göre felsefenin olgu sorunlariyla içi yoktur. Olgulara deggin sorunlarla
tek tek bilimler ilgilenir. Felsefe sorunlari yalnizca mantiksal sorunlar olabilir, bilimin mantiksal analizinin
sorunlari olabilir. Böylece felsefe bilim mantigina indirgenir (Carnap 1966: 77). Bu da, bundan önceki bütün olgu
sorunlarina iliçkin felsefenin metafizik olarak görülüp, anlamsiz ilan edilmesi demeye gelir.

Mantikçi Olgucular bilimi nesnel ve dogru bilgiler ortaya koyabilen bir ugraçi olarak gördüklerinden bilimsellik
ölçütlerinden biri olgularla dogrulanabilir olmadir; çünkü olgulari nesnelligin ölçüsü olarak görmüçlerdir.

Bilimin bütün kuramlari olgular araciligiyla dogrulanabilir kuramlardir; dolayisiyla anlamlidirlar da. Olgular
hakkinda ileri sürülen bir kuramin deney ve gözlem yoluyla dogrulanabilme olanagi yoksa, bu kuram
anlamsizdir ve metafiziktir. Sözgeliçi doga olgularini açiklamak için ilk neden, ilke gibi kavramlari
kullanan bir doga felsefesi anlamsiz önermeler kuran bir metafizik sistemdir. Carnap bu tür kavramlara sözde-
kavramlar (pseudo-concepts) demiçtir (Carnap 1966: 67).

Bilimin bütün kavramlari deney temelinde kuruludurlar. Bütün kavramlarimiz deneyde bize verili olana
indirgenebilirler. Her bir kavram, anlami bilinen baçka kavramlara dayanilarak tanimlansa da bütün kavramlar
tanimlanabilir degildir. Tanimlanabilir olan karmaçik kavramlarimizdir; ama anlami dogrudan yalnizca deney
araciligiyla gösterilebilen, tanimlanamaz bazi basit, ilkel kavramlar da vardir. Bu yüzden daha karmaçik kavramlari
kullanarak ileri sürdügümüz herhangi bir sav, sadece ilkel kavramlar ve mantiksal ya da biçimsel kavramlar içeren
savlara dönüçtürülebilir (Kraft 1953: 85).

Böylece bilimlerin kullandigi kavramlar ilkel, birincil kavramlar üzerinden tanimlanabilirler. Örnekse ivme
kavrami, hiz artiçi ve zaman kavramlari üzerinden tanimlanir; hiz kavrami da yer degiçtirme ve
zaman kavramlarina göre belirlenir. Böylece olgulara iliçkin veriler temelinde, kavramlarin biribirinden
türetilebildigi bir mantiksal çema kurulabilecektir; kaldi ki amaç da budur. Burada sözü geçen olgusal veriyle
kastedilen de her bir kiçi için kendi deneyleridir.

Carnap bununla her kavramin duyu deneyleri üzerinde kurulmasi gerektigini düçünmüçtür (Kraft 1953: 86).
Dolayisiyla burada kastedilen çözümleme, karmaçik kavramlarin basit ögelerine ayrilmasi demek olan bir tür
kavramsal indirgemedir.

Bilimsel kavramlarin tanimlari sadece deneylerimiz arasindaki iliçkileri dile getiren terimlerde ifade edilmelidir. Bu
yüzden de kavramsal varliklar herhangi bir çeye karçilik gelmezler; sadece deneylerimizi gösterirler. Dolayisiyla
kavramlarin, kendinde varolandan baçka bir çeyi gösterip göstermedigine iliçkin metafizik sorunlarin bilimde de
yeri yoktur (Kraft 1953: 107).
devam edecek
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
6 -~ 10 19.11.2008 19:20
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 15.03.2007 Saat 09:55 | Kayitli IP
Burada Viyana Çevresinin bilimlerde deneye verdigi önem açiklik kazanir. Bilimin kavramlarinin dayandigi son
temel tanimlanamaz ve anlami deneysel olarak gösterdigi nesne olan ilkel kavramlar olunca, bilimin önermeleri için
de ayni ölçüt geçerli olacaktir. Ilk olarak Russell tarafindan ortaya atilan, daha sonra Wittgensteinin Russelldan
aldigi atom önermeleri (Kraft 1953: 115) düçüncesi, Viyana Çevresi düçünürlerince protokol
önermeleri (Kraf 1953: 118) adiyla bilimsellik için bir deneysel dogrulama ölçütü olarak sunulmuçtur.
Neuratha göre (1966) birleçtirilmiç bilim evrensel bir dil kullanir. Birleçtirilmiç bilim dili olgu tümcelerinden
oluçur ve olgu tümceleri de protokol tümceleri ve protokol olmayan tümceler olarak iki türlüdür (Neurath 1966:
202). Protokol olmayan tümceler de yasa ifadeleridir.

Buna göre bileçik önermelerin dogruluk degeri, onlari oluçturan basit, tekil önermelerin ya da atom önermelerinin
dogruluk degerine baglidir. Bileçik önermelerin dogruluk degeri tekil atom önermelerinin dogruluk degerinden
mantiksal olarak türetilebilir. Tekil önermelerin dogruluk degeri ise dogrudan duyu deneyiyle belirlenir.

Tekil önermelerden meydana gelen bileçik önermelerin dogruluk degeri, tekil önermelerin dogruluk degerine
baglaninca da bilimdeki tümel önermelerin dogrulanabilirligi de duyu deneyine baglanmiç olur. Bunun için
yapilmasi gereken, bu tümel önermelerin dogruluk degerlerini, onlarin kapsamina giren tekil önermelerin dogruluk
degerlerine indirgemektir. Bundan dolayi tümel bir önerme tekil önermelerin birleçimi olarak ifade edilebilmelidir.
Viyana Çevresi düçünürlerinin protokol önermeleri olarak adlandirdigi bu önermeler en kolay bilinebilir olan olgu
durumlarini betimlerler; yoruma dayali degildirler, dogrudan verili olani gösterirler ve bu verili olma da
duyularimiza verili olmadir.

Önermelerin, tümcelerin dogruluguyla ilgili olarak Carl Hempel de anlama iliçkin deneyci ölçütün temelinde
deneysel olarak dogrulanabilirlik gereksiniminin bulundugunu ileri sürerek hem analitik hem de çeliçik olmayan
anlamli tümcelerin deneysel bir anlam taçidigini, anlaminin deneye dayandigini söylemiçtir (Hempel 1966: 109).

Viyana Çevresi düçünürleri bilimde protokol önermelerinin olmadiginin farkindadirlar; ama bilimin daha karmaçik
yapidaki tümel önermelerinin kendi koyduklari ölçüt olan deneysel dogrulanabilirlik geregi dogrulanabilmeleri,
ancak onlarin deneysel olarak dogrulanabilen önermelere, protokol önermelerine indirgenebilmesiyle olanaklidir.

Protokol önermeleri böylece bilginin dayandigi en son nokta, en son temel olarak deneysel dogrulama ya da
yanliçlama sonuçlarini bildiren gözlem raporlaridir (Kraft 1953: 120). Dogrulama da gözlenmiç olgu durumlariyla
önceden bildirilmiç bu olgu durumlarini ifade eden protokol önermelerinin uygunlugunu sinamadir. Dogrulanabilir
bir varsayimdan türetilen gözlenebilir bir sonuç, gerçeklikte gözlenmiç olan olgu durumuyla karçilaçtirilir.

Tümel önermelerin dogrulanabilmeleri sadece tekil önermelerin dogrudan gözlemlemlerle sinanmalariyla olanaklidir
(Kraft 1953: 136-137). Bunlar baçka türlü dogrulanamazlar; çünkü sinirsiz genelliktedirler.

Bu tümel önermeler de yasa önermeleridirler; yani yasa önermeleri sinirsiz genellikteki tümel önermelerdir. Tümel
önermelerin deneysel olarak dogrulanmalari dogadaki olgularin birörnek oldugu varsayimina dayanir. Tümel
önermelerin dogrulugu da mutlak anlamda degildir; koçullu olarak dogrudurlar.

Tümel önermelerin sinirsiz genelligi yüzünden tam olarak deneyle dogrulanamayacaklarinin farkinda olan Viyana
Çevresi düçünürleri dogrulanabilirlik (verification) yerine, onaylanabilirlik (confirmation) kavramini önerirler.
Bununla beraber bilimsellik ölçütleri duyu deneyine bagli oldugundan önermelerin onaylanma derecelerindeki artiç
da bu önermeleri dogrulayan deneysel sinamalarin sayica çokluguna baglidir. Dolayisiyla farkli önermelerin
biribirinden farkli sinanma dereceleri vardir; bir önerme baçka bir önermeden daha iyi onaylanmiç olabilir (Kraft
1953: 144). Yani önermeler ne derece deneysel olarak sinanabiliyorsa, o derece iyi onaylanma
derecesine sahiptirler.

Carnapa göre bir önerme baçka önermeler araciligiyla onaylanabilir. Yani onaylanacak olan önermenin
onaylanmasi, bu önermeyi onaylayacak önermenin deneysel onaylanmasina indirgenmesi yoluyla olur (Kraft 1953:
145).
Bu görüçe göre bilim tümevarimla yasa önermelerine ulaçir. Bilimin tümel önermelerinin ya da yasa önermelerinin
tümevarimla elde edildigi yollu düçünce de, bu tür önermelerin dogrudan duyu deneyi raporlari demek olan
gözlem önermeleri ya da protokol önermelerine indirgenebilir olmasi gerektigi yollu düçünceyle iliçkilidir.
devam edecek
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 16.03.2007 Saat 09:54 | Kayitli IP
Mantikçi Olgucular tümevarimin geçerliligiyle ilgili sorundan da bilginin olasilik kuramiyla kaçinmaya çaliçmiçlardir.
Reichenbacha göre bilginin olasilik kurami bize tümevarimi geçerli kilma olanagi saglar. Tümevarimsa elde
edilebilecek tek bilgi türüne ulaçmada en iyi yöntemdir (Reichenbach 2000: 182).

Tümevarimin bilgiye ulaçmada en iyi yöntem olmasinin nedenlerinden biri tümevarimin öndeyide bulunmanin
koçulu olmasidir (Reichenbach 2000: 183). Digeriyse bilginin kökenini genellemenin oluçturmasidir (Reichenbach
2000: 15). Tümevarim genelleme yapmaktir ve genelleme de açiklamanin özünü oluçturur (Reichenbach 2000:
16).

Böylece Mantikçi Olgucular dogrudan gözlem ya da deneyle dogrulanabilir olmayan bilimdeki tümel yasa
önermelerinin de deneysel dogrulanmasi ya da onaylanmasi için bir temel hazirlarlar. Bu da bilimin olgularin
nedensel açiklanmasi içlevi için bir temel oluçturur. Çünkü gözlenebilir olgulara iliçkin bütün tekil önermeler tümel
yasa önermelerinden türetilebilirler. Bu türetmenin ya da indirgemenin adi da açiklamadir. Bilimsel açiklama,
böylece, yasalarla açiklama anlamina; açiklanacak tekil olgularin nedenleri olarak yasalari ileri
sürme anlamina gelir.

Viyana Çevresinin bu bilim anlayiçi baglaminda, bilimsel açiklama dedigimiz çey, gözlenebilir olgulari dile getiren
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
7 -~ 10 19.11.2008 19:20
önermeleri tümel yasa önermelerinden, bilimsel yasalardan mantiksal olarak türetmektir. Bir olgunun nedensel
açiklamasini vermek o olguyu bilimsel yasalardan türetmektir. Reichenbacha göre bir olguyu açiklamak, onu dile
getiren önermeyi, genel bir yasaya iliçkin göstermek demektir; açiklama genelleme demektir (Reichenbach 2000:
16). Metafizigin açiklamalarini da açiklama olarak kabul etmeyen, ya da sözde açiklama olarak niteleyen
Reichenbach, Aristotelesin madde ve biçime iliçkin ögretisini de sözde açiklamaya örnek olarak verir:
Aristoteles, metafizikte açiklama arzusunu yeni sözcükler oluçturarak, dogrulanabilir deneyimlere çevrilemeyen
yeni ilkeler ortaya sürerek tatminetmektedir (Reichenbach 2000: 21).

Carnap ise bilimsel yasadan çunu anlar: Bilimsel yasalar dogada gördügümüz düzenli tekrarlari
olabildigince kesin bir çekilde dile getiren ifadelerden baçka bir çey degildirler (Carnap 1995: 3).
Carnap da bilimsel bilgiden, deneyle dogrulanabilir olan bilgiyi anladigi için bilimsel yasa kavramini böyle
belirler. Yani bilim anlayiçina göre bir yasa kavrami ortaya koyar. Her zaman ve her yerde hiçbir istisna
olmaksizin, belirli bir düzenlilik gözlenirse, o zaman bu düzenlilik bir evrensel yasa biçiminde ifade edilir
(Carnap 1995: 3). Carnap tümellikten, her zaman ve her yerde geçerli olmayi anlamaktadir. Böylece
dogabiliminin bulacagi yasalar, her zaman ve her yerde geçerli olan yasalar olacaktir.

Bilimdeki tümel yasalarin mantiksal biçimleri de, bütün doga olgulari için, belirli koçullar altinda ne zaman bir x
olgusu olsa onu bir y olgusunun izleyecegi çeklindedir (Carnap 1995: 4).
Fakat Carnapa göre bilim adamlarinin kullandigi bütün ifadeler bu mantiksal biçime sahip degildir. Örnekse
dün Brezilyada Profesör Smith yeni bir kelebek türü keçfetti ifadesi bir yasa ifadesi degildir. Belirli bir
zamanda ve belirli bir yerde ortaya çikan tekil bir olgu hakkindadir ve bu tür ifadeler daha önce de söyledigimiz
gibi tekil önermelerdir. Bilim bu tür önermelerden yola çikarak tümel olan yasa önermelerine ulaçir (Carnap 1995:
4-5).

Carnap yasalar arasinda da ayirim yapar. Buna göre yasalar deneysel ve kuramsal olarak ikiye ayrilirlar.
Deneysel yasalara örnek bir demir parçasinin magnetik özellikleri ya da siyah rengi gibi dogrudan gözlenebilir
olan özelliklere iliçkindir. Sözgeliçi isil genleçme yasasi, isitilinca genleçen cisimlerin çok sayidaki gözlemine
dayanir. Bunun tersine kuramsal yasalar, dogrudan gözlemlere dayanmazlar; çünkü elementer parçaciklar ya
da elektromanyetik alan gibi dogrudan gözlenemez kuramsal kavramlar içerirler (Carnap 1995: 6).

Carnapa göre bilim içe, baçka hiçbir çey gözlenebilir olmadigi için tekil olgularin dogrudan gözlemiyle baçlar.
Dogabiliminin dogada aradigi düzenlilikler dogrudan gözlenebilir olgular degildir. Bu düzenlilikler ancak bir çok
gözlemin birbirileriyle karçilaçtirilmasindan sonra keçfedilirler. Sonra da bu keçfedilen düzenlilikler yasa olarak
adlandirilan ifadelerde dile getirilirler (Carnap 1995: 6).

Bu yasalarin gerek bilimde gerekse gündelik yaçamda iki içlevi vardir. Bu içlevlerden biri zaten bilinen olgulari
açiklamaya yaramasidir. Digeriyse henüz bilinmeyen olgulari önceden kestirmeye, öndeyilemeye yaramasidir.

Carnap felsefe tarihinde, bir olguyu belirli türden bir nedenle açiklamaya çaliçan filozoflari eleçtirir ve açiklama
adini hakeden bir açiklamanin en azindan bir genel yasaya dayandirilmadan verilemeyecegini ileri sürer. Sözgeliçi
küçük bir çocuga niçin agladigi soruldugunda, çocuk bu olguyu baçka bir olguyla, örnegin baçka birisinin burnuna
vurmuç olmasiyla açiklar. Bunun yeterli bir açiklama olmasinin nedeni, herhangi birisi bir çocugun burnuna
vurunca çocuk aci hisseder ve aci hissedince de aglar biçimindeki, açiklamada örtük olarak bulunan genel
yasadir. Bu bizim için açikça bilinen bir çey oldugu için aglayan çocugun, aglamasina iliçkin verdigi açiklamayi,
açiklama olarak kabul ederiz. Carnapa göre bunlar genel ruhbilimi yasalaridir. Bu yasa bilinmeden, çocugun
aglamasi için yeterli bir açiklama veremeyiz (Carnap 1995: 6-7).
Devam edecek
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 17.03.2007 Saat 12:01 | Kayitli IP
Böylece bilimde yapilan açiklamalarda olgular yasalara geri götürülür. Bilimin açiklamalarinin yapisi yasalara dayali
tümdengelimli açiklamadir.

Henüz bilinmeyen olgular söz konusu oldugunda da yasalardan tümdengelimli bir yolla türetilebilen olgular
önceden tahmin edilebilir.

Bütün tümdengelimli açiklamalarin genel, biçimsel yapisi da çöyledir:
1. (x)(PxE Q x)
2. Pa
3.Qa
Bu mantiksal çemada ilk önerme her bir x için uygulanan genel yasadir. Degiçken xin, ne zaman P özelligini
gösterirse o zaman Q özelligini de gösterecegini bildirir. Ikinci önerme tekil bir a nesnesinin P özelligine sahip
oldugunu ileri sürer. Bu iki önerme bir arada ele alindiginda bize mantiksal olarak, a nesnesinin Q özelligine sahip
olacagi çeklindeki üçüncü önermeyi türetebilme olanagi verir (Carnap 1995: 8).

Carnapa göre, yukarida verilen gündelik yaçama iliçkin örnekte oldugu gibi bilimde de tümel yasalar her zaman
açik bir çekilde ifade edilmezler. Sözgeliçi bir fizikçiye belirli bir demir çubugun boyunun uzama nedeni sorulursa,
bu olguyu demir çubugun isitilmasiyla açiklar. Burada bu fizikçi isil genleçme yasasinin bilindigini varsaymaktadir.
Aksi halde bu açiklamanin anlaçilabilmesi için bu yasayi da eklemek zorunda kalir. Ama hem kendisi hem de
açiklamayi yaptigi kiçi isil genleçme yasasini biliyorsa, o zaman bu yasayi dile getirme zorunlulugunu
hissetmeyebilir (Carnap 1995: 8).

Bu bilimsel açiklama anlayiçi da bütün bilimler için bir model oluçturur. Herhangi bir bilimde yapilan bir bilimsel
açiklama yasalara dayali olarak yapilacaktir. Bu yasali açiklama bütün bilimler için gerekli olan bir açiklama
modelidir (Dinçer 1993). Her bilim için ayni açiklama anlayiçinin ya da dogrulanabilirlik ölçütlerinin konmasinin
temelinde de Viyana Çevresi düçünürlerinin birleçtirilmiç bilim ülküleri yer alir.

FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
8 -~ 10 19.11.2008 19:20
Birleçtirilmiç bilim ülküsünün gerçekleçtirilme olanagi da bütün bilimler için tek bir ortak dilin kurulabilmesine
baglidir. Birleçtirilmiç bilim dili iki koçulu yerine getirmelidir. Bunlardan ilki, bu dilin özneler arasi olmasi
gerektigidir. Bunun için de hem bu dildeki kavramlarin bu dili kullanan herkes için ayni anlama gelmesi gerekir
hem de bu dildeki içaret ve kurallarin formel anlamda herkes için ortak bir sistem kurmasi gerekir. Íkinci
koçulsa, bilimler için kurulacak bu dilin evrensel olmasi gerektigidir. Bu da herhangi bir dildeki herhangi
bir tümcenin bir biçimde bu dile çevrilebilir olmasi demektir. Carnap ve Neurath fizigin dilinin birleçtirilmiç bilim
dilinin kavramsal sisteminin koçullarini yerine getirdigine inanmiçlardir (Kraft 1953: 162). Fizigin ifadeleri uzay
durumlarini niceliksel olarak tasarlar. Bunun yaninda algi dünyasinin nesneleri olarak yorumlanan niteliksel
özellikler de ayni çekilde fizigin dilinin içinde bulunur. Bilim dilindeki birleçtirilme, fizigin kavramsal sisteminin
terimlerinde degil, çeylerin gözlenebilir özellikleri ve iliçkilerine ait terimlerde olacaktir. Çünkü fizik biliminin
kavramsal sistemi bu terimlerde dile gelir. Bu birleçtirilmiç bilim savi bilimsel dilin nesne diline indirgenmesi olarak
da ifade edilir. Böylece neye iliçkin olurlarsa olsunlar bütün ifadeler, maddi nesneler dünyasindaki gözlenebilir
süreçler ya da durumlar hakkindaki ifadelere indirgenebilir.

Bu gözlenebilir özellikler sadece fizikte degil bütün doga bilimlerinde de bu birleçtirilmiç dil araciligiyla ifade
edilebilir. Fizik ve biyolojideki gözlenemez yasalar ve kavramlar dahi en sonunda gözlenebilir özelliklere ya da
maddi nesnelerin iliçkilerine indirgenebilirdir (Kraft 1953: 163). Bu indirgemenin yapilamadigi kavramlarin da
bilimde yeri yoktur.

Böylece neyin bilimsel oldugunun, yani bilinebilir oldugunun sinirlari çizilir. Bilinebilen çeylerin alani deneysel
olarak onaylanabilirlik koçullariyla belirlenir.

Carnapin kavramsal sistemine göre fiziksel nesneler hakkindaki ifadelerin anlamini da duyusal verilerin
bagintisindan baçka bir çey oluçturmaz; benzer bagintilar fiziksel nesneler diçindaki baçka türden varliklar için de
geçerlidir.
Bu birleçtirilmiç bilim dili kurami da fizikalizm olarak adlandirilir (Kraft 1953: 164). Viyana Çevresinin bilim ve
bilgi anlayiçiyla fizikalizm metafizigin bertaraf edilmesi için bir ölçüt haline gelmiç olur.

Her türden metafizik kavram ya da etik degerler tartiçmasi bu ölçütler geregi bilim diçi sayilir. Bilim diçi sayilmakla
etik ve metafizik kavramlara iliçkin bir bilginin de olamayacagi kabul edilir; çünkü bilgiden sadece bilimsel bilgi
anlaçilir.

Özetle: felsefeye düçen tarihsel ödev bilimin birligini kurmaktir (Kraft 1953: 160); yani her bilgi için birörnek
bir ölçüt bulmaktir. Felsefenin bilimsel olmasi gerektigi kabulü Viyana Çevresinin en temel görüçüdür. Felsefe
deneysel, duyusal gerçeklige iliçkin konuçamaz. Bu tek tek bilimlerin içidir. Deney alanini açan bir gerçeklik de
bilginin nesnesi olamaz. Geleneksel metafizigin konusu olan mutlak varlik gibi kavramlarla, degerler ve
normlar da bilginin nesnesi olamazlar. Geleneksel felsefe terkedilmeli ve felsefe yeni baçtan bilimsel olarak
kurulmalidir. Fizik dünyaya iliçkin geleneksel felsefe sorunlari uydurma sorunlardir, sözde sorunlardir (Kraft
1953: 188).


Viyana Çevresinin bir tür manifestosu olan Erkenntnisde Schlick felsefenin görevini sözcük ve tümcelerin
anlamini açiklamak olarak belirler ve bu görev dahilinde duyusal olmayan metafizik kavramlarin bertaraf edilmesi
de felsefeye düçen bir içtir (Kraft 1953: 188).


Mantikçi Olguculara göre felsefe bilim degildir; dolayisiyla gerçeklige iliçkin içerikli bir bilgi üretmesi de söz
konusu olamaz. Carnapa göre felsefe sadece bilim mantigidir, bilim dilinin mantiksal söz dizimi kuramidir.
Felsefenin görevi bilim dilinin mantiksal sözdizimini soruçturmaktir (Kraft 1953: 189). Carnap felsefenin yapacagi
bu içe, yani mantiksal çözümleme içine metamantik der (Carnap 1966: 78). Bu anlayiça göre duyu deneyi
sinirlarini açan bir gerçekten söz eden bildirimler anlamdan yoksundur ve bu tür bir gerçegi betimlemekle
ugraçanlar, emeklerini saçmalik üretimine harcamiç olurlar (Ayer 1998: 12). Öyleyse, felsefenin içi ilk ilkeleri
aramak degildir (Ayer 1998: 25).

Mantikçi Olgucular bilimi nesnel dogrular ortaya koyan bir ugraçi olarak kabul ettiklerinden - çünkü bilim nesnel
yöntemlerle bilgi ortaya koyar diye düçünmüçlerdir - nesnelligin ölçütünü de bilimselligin ölçütü olarak duyu
deneyiyle dogrulanabilir olma çeklinde belirlemiçlerdir; çünkü duyu verileri özneler arasi geçerli olan ifadelerde dile
getirilebilir.

AYER, Alfred J. Dil, Dogruluk ye Mantik, (Çev. Vehbi Hacikadiroglu), Istanbul, Metis Yayinlari: 1998. CARNAP, Rudolf. The Elimination of
Metaphysics Through Logical Analysis Of Language, (Çev. Arthur Pap), Logical Positivism, (Yay. A. Ayer), New York, The Free Press: 1966.
CARNAP, Rudolf. An Introduction To The Philosophy Of Science, (Yay. M. Gardner), New York, Dover Pubns.: 1995.
DINÇER, Kurtuluç. Bilimsel Açiklamada Hempel Modeli, Ankara, Türkiye Felsefe Kurumu Yayinlari: 1993.
HEMPEL, Carl G. The Empiricist Criterion of Meaning, Logical Positivism, (Yay. A. J. Ayer), New York, The Free Press: 1966.
NEURATH, Otto. Protocol Sentences, (Çev. George Schick), Logical Positivism, (Yay. A. J. Ayer), New York, The Free Press: 1966.
KRAFT, Victor. The Vienna Circle, (Çev. Arthur Pap), New York, Philosophical Library: 1953.
Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
9 -~ 10 19.11.2008 19:20
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Mantikçi Pozitivizm http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷34985&PN÷3
10 -~ 10 19.11.2008 19:20
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: Metafor, DiI ve Retorik
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 23.03.2005 Saat 10:34 | Kayitli IP
Forumda dil-mantik-düsünce-bilgi baglaminda sürdürülen tartisma ve düsünmelere katki saglamasi açisindan dil içerikli
metinlerden seçmeler yapmaya devam ediyorum.

Kaynak: Însan Bilimlerine Prolegomena
Derleme ve Çeviri: Hüsamettin Aslan
Paradigma Yayinlari

Dil, Metafor ve Retorik
Alan D. Schrift


Baçlangìçtan itibaren Nietzsche dilin dogasìyla ilgili incelemelerini,
bilgi arayìçìmìzìn kendisini metafor oluçturmaya yönelik temel insani güdüde temellendirdigi için, felsefi hakikat ve bilgi iddialarìnì
dömistifike etmeye yöneltir.

[metafor-egretileme: bir gerçek anlamì ona benzerligi olan baçka bir anlamla anlatma, benzerlik iliçkisinden yararlanarak bir sözcügün,
bir adìn anlamìnì egreti olarak aktarma sanatì]

Bu, insan bilgisinin yalnìzca dil vasìtasìyla mümkün olabilecegi anlamìna gelir ve Nietzscheye göre, dil kendisini insani varlìklarìn
metafor yaratma kapasitesinde temellenen birçey olarak ifça eder.

Nietzschenin konumunun merkezinde, dilin kavramlarìna ve temsili/temsil edici dogasìna felsefî inanca yönelttigi eleçtirisi vardìr.
Felsefe geleneksel olarak bilgiyi gerçekligin temsilleri olarak kavramlar (kelimeler) yardìmìyla bu gerçekligi yansìtan birçey olarak
kavradìgì halde, Nietzsche, zihnin aslî güçlerini baçka türlü göstermede ifça ettigini öne sürer

Bu baçka türlü göstermenin baçlìca örnegi adIandìrma sürecidir: felsefenin kendisi, der Nietzsche, terminolojisinin (nomenclature)
yasalaçtìrìlmasìyla
Baçlar. Bu adlandìrma süreci, suni bir farklìlaçtìrma, tasnif etme ve dizayn etme sürecinin sonucu olarak görülen kavramlarì dogurur .

Adlandìrmada, en fazla benzer olan çey, aynì adì benzer olan çeye bahçetme dolayìsìyla özdeç birçey olarak tasarlanìr. Ìçte bu
anlamdadìr ki bilgi, birbirine benzer olan çeylerin hìzlì sìnìflandìrmasì ve kategorizasyonu olarak ortaya çìkar ve kavramIarìn
oIuçumu eçit
oImayan çeyIerin eçitIenmesidir. Dil bu yüzden bir temsil aracì degildir;çünkü nihai noktada temsil edilebilecek hiçbir çey yoktur:

her mevcudiyet (presence) iki-yüzlü bir temsildir: ilki imaj, ikincisi imajin imajidir.

Hayat, bu çifte temsilin fasilasiz dölleniçidir: Empirik dünya yalnizca görünür ve dönüçür.

Çeylerin temsili dogasi kendisini oluçta gösterir: o hiçbir çey vermez, o hiçbir çeydir, herçey dönüçür, bu demektir ki herçey temsildir

Baçka bir söyleyiçle, Nietzsche için dil yalnìzca, kendileri bir imajìn ya da hiyeroglif göstergenin diger imajlara artistik empoze edilmesi
olan kavramlarìn toplamìdìr .Dilin baçlangìcìnda hiç bir kaynak mevcudiyet/varlìk yoktur; tersine, dilin kaynagìnda, yaratìcì gücü,
imajlarìn sonsuz regresyonu olarak asil dünyanìn-üretimi sürecinde (Urprozess) farkìna varìlan sanatçìnìn asil gücü (Urkraft) vardìr.
Schopenhauercì terminolojide oldugu gibi ifade edilen bu nominalistik bilgi görüçü içinde konumlanan Nietzscheye göre metafor,
birçeyi bir noktada benzer birçey olarak anlaçìlan baçka birçeye özdeç birçey olarak ele almak demektir

Bu tanìm Nietzschenin erken dönem yazìlarìnda yeralan metaforu sìk sìk gerçekleçtirdigi iki kullanìm tarzìndan birini sergiler:
aynì/özdeç olmayan çeylerin kelimelere baçvuruyla özdeçleçtirilmesi/aynìlaçtìrìl masì. Nietzschenin metaforu diger baçlìca kullanìm
tarzì, Aristotelesin Poetics ni yorumundan dogmuçtur:metafor, bildik anlamì baçka birçey olan bir kelimenin ya türden türlere,
türlerden türe, türlerden türlere ya da oranlara göre taçìnmasìdìr

Nietzsche Aristotelesin metafor belirlemesini bir lingüistik taçìmanìn ötesine dogru geniçletir ve bir alandan digerine herhangi
bir transferi (mesela fiziksel olandan ruhsal alana, lafzi (sözel) alandan figüratif/mecazi alana, içitilebilir alandan görülebilir alana,
özneden nesneye vs.) bir metafor örnegi olarak kabul eder. Metaforun bu ikinci kullanìm tarzì, bilginin üç-açamalì metaforik tercümenin
bir sonucu olarak içledigi kavramlara bakìçìnda açìkça çöyle sergilenir:

Ìlkin, sinir uyarìsì bir imaja transfer olur . ilk metafor.
Sonra bu imaj sesle taklit edilir: ikinci metafor
Ve bu sesten (yani sözden) kavram dogar: üçüncü metafor .

Bu metaforik tercümeler serisinde (sinir uyarìmì-imaj-ses/söz-kavram) Nietzsche anlamlì/dile getirici transferi çu dört alana ayìrìr:
fizyoloji, zihin, akustik-lingüistik ve soyutlama. Bunlarìn herbirinin göstergesi, bir dilden digerine seçici, yaratìcì taçìmadìr ve
bununla Nietzsche alanlar arasìnda bir dogru iliçki ya da harfi harfine tercüme sorunundan kurtulmak ister:

özne ile nesne arasindaki gibi birbirinden mutlak çekilde farkli alanlar arasinda da hiç bir nedensellik, hiçbir dogruluk/kesinlik, hiçbir
anlam iliçkisi yoktur; en iyi durumda estetik bir iliçki vardir: bununla, bütünüyle yabanci bir dile bir ima edici transferi, bir kekeleyen
tercümeyi kastediyorum. Çünkü herhangi bir durumda ihtiyaç duyulan çey Özgür bir yaratici orta alan ve arabulucu güçtür.
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
1 -~ 15 19.11.2008 19:23

Bu yaratìcì ara alanda insani metafor-oluçturma kapasitesi, bu arabulucu-gücün bir sonucu olarak içler ve bilgi iddialarì
bütünüyle insani bir içe dönüçür.

Bu metaforik kapasitenin zarureten araya girmesinden dolayì, Nietzsche, insani bilgi güdüsünün (Erkenntnisstrieb) kavramlardan
türettigi sonuçlarìn baçtan sona antropomorfik (insanmerkezli) olduklarìnì düçünür.

Tek bir örnegi alìn ve Varlìkìn kaynagì ile ilgili çu tartìçmayì düçünün:

Varlik kavrami! Sanki bu kavram kelimenin etimolojisinde önceden mevcut en siradan emprik kaynagi gösteriyor izlenimi veriyor.
Çünkü temeldeki/dipteki esse nefes almak anlamina gelir: eger insan onu baçka herçey için kullanirsa, kendi soludugu ve bir
metafor vasitasiyla, yani, mantikdiçi birçey vasitasiyla nefes aldigi ve yaçadigi inancini diger çeylere transfer eder ve onlarin
varliklarini insani benzerliklerine göre soluyan çeyler olarak anlar. Bu durumda kelimenin özgün anlami hemen unutulur; ancak geriye
kalan, insanin diger çeylerin varligini kendi varoluçuna benzerliklerine göre, dolayisiyla antropomorfik tarzda ve bir bakima, mantikdiçi
transfer vasitasiyla kavramasidir.

Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 24.03.2005 Saat 09:16 | Kayitli IP
Nietzscheye göre, kavram bu yüzden, yalnìzca metaforun tortusu, yalnìzca soyutIanarak geneIIeçtiriIen ve
eçzamanIì oIarak neredeyse sayìsìz benzer duruma uyarIanan bir kelime olarak olarak ortaya çìkan çeydir. Biz kavramìn
olgusal birçey olduguna inanìyor ve onu öyle ele alìyorken, Nietzsche bize onun aslìnda çöyle birçey oldugunu söyler:

[o] her bireysel özelligi bir görmezlikten gelme süreci içinde inça edilir. Biz doganin bu tür bir kavrama göre hareket ettigini
varsayariz. Fakat bu durumda, ilkin doga ve sonra da kavram antropomorfiktir. Bireysel olanin atlanmasini bize kavram saglar ve
bilgimiz onunla baçlar: kategorize etmeyle ve sìnìflarìn tesisisiyle. Fakat çeylerin özü, buna tekabül etmez: bu, çeylerin özüne
temas edemeyen bir bilgi sürecidir.

Bu çemada, gerçekligi birebir temsil eden birçey olarak dil umudu, adequatio intellectus et rei olarak bilgi umudu bütünüyle ortadan
kalkar; çünkü, saf algì denilen algì düzeyinde bile metaforlar zaten önceden içbaçìndadìrlar. Bu belirlemeler kontekstinde
(baglamìnda) Nietzschenin ünlü hakikat/dogru tanìmìnì buluruz:

Nedir hakikat o zaman?
÷ Bir mobil metaforlar, metonimler, antropomo ordusu
kìsaca poetik ve retorik olarak dile getirilen, nakledilen, tezyin edilen, uzun bir kullanìm süresini müteakip sabitleçen, bir
halk için yasal ve baglayìcì hale gelen insanî iliçkilerin toplamì:
÷ hakikatler, illizyonlar olduklarìnì unuttugumuz illizyonlar;
÷ duyulara hitabetme güçlerini kaybetmiç metaforlar;
÷ resimleri silinmiç ve çimdi yalnìzca metal haline gelmiç, artìk para degeri bulunmayan madeni paralardìr .



Hakikat diye gördügümüz çey, gerçeklige tekabül etmekten uzak, katìksìz bir antropomorfizm ve bildik, geleneksel metaforlarìn
kullanìmìdìr. Hakikat ve bilgi yalnìzca onlarìn metaforik baçlangìçlarì unutuldugunda ve metafor bir kavramda gizlendiginde
mümkündür. Yine de Nietzschenin amacì, metaforun unutulmasì ithamìnì, kibirli filozofun bilgi iddialarìna engel olacak ölçüde
abartìyor degildir.

Taklit, bilmenin herhangi bir transferi kesinkes onaylamamasi, fakat, bunun yerine, metaforsuz ve onun sonuçlarindan bagimsiz
izlenime sarilmak istemesi ölçüsünde bilmenin ziddidir. Ízlenim bu amaç karçisinda taçlaçir; kavramlara hapsolur ve kavramlarla
damgalanir. O bu yolla, öldürülür, derisi yüzülür, mumyalanir ve bir kavram olarak konserve edilir.

Fakat metafordan bagimsiz hiçbir reel ifade tarzi, hiçbir reel bilme tarzi yoktur.
Yine de bu noktada aldanma, yani duyu izlenimlerinin hakikatine inanç yaçamaya devam eder. En aliçildik, en bildik metaforlar bu
durumda hakikatler diye bilinir ve daha ender metaforlari ölçmenin standartlarina dönüçürler. Buradaki biricik içkin farklilik, âdetle,
yenilik, siklik ve nadirlik arasindaki farkliliktir.

Bilme, gözde metaforlarla içgörmekten, artik taklit oldugu hissedilmeyen taklit [Nachamen] baçka birçey degildir. Bu yüzden,
bilmenin hakikat alanina nüfuz edememesi dogaldir [...]
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 25.03.2005 Saat 09:43 | Kayitli IP
Biz bu notlarda, bilginin aynì/özdeç olmayan çeylerin,yalnìzca benzer olan çeylerin birbirleriyle özdeçleçtirilmesini gerektirdigi
görüçü kadar , kelimelerle çeyler arasìndaki dogal iliçkinin yeterli ölçüde dile getiricisi olarak yanlìç bir dil anlayìçìnì da buluruz.

Biz böyle yapmakla, Nietzschenin yazìlarì boyunca tekrar tekrar döndügü bir stratejiyi, daha yerinde bir söyleyiçle, bir yanlìç inancìn
soykütügünü ortaya çìkaracak, yani, Bu tür bir inanç neden dogmaktadìr? sorusunu yöneltecek çekilde bu inanç üzerine
odaklanìçìnì gözler önüne serebiliriz. Bu hatalì bilgi iddialarì durumunda, hatalarì motive eden güç, Nietzsche nin hakikat
pathos u diye adlandìrdìgì çeydir. Bu hakikat pathosu sabitIik, etrafIarìnda sistematik bir inançIar küIIiyatì organize
ediIebiIecek statik kavramsaI referans noktaIarì arayìçìndadìr. Hakikat kavramIarIa sabitIeçtiriIerek geneIIeçtiriIir ve statik birçey
oIarak sahipIeniImeye eIveriçIidir: bir mülkedinme tutkusu olarak felsefe ve din.

Nietzsche, belirli bir güvenlik miktarìnìn bu tür degiçmez ve kesin hakikatlere sahip olma sonucu elde edilebilecegini kabul ediyorsa da,
bu güvenlige insanìn yaratìcì gücünü zayìflatma pahasìna ulaçìlabilecegini düçünür:

Yalnizca metaforun bu primitif dünyasini unutarak, yalnizca kaynaklari itibariyle parlayan sivi gibi temel insani tahayyül yeteneginden
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
2 -~ 15 19.11.2008 19:23
kuvvetle fiçkiran imajlar yigininin donarak pihtilaçmasi yoluyla, yalnizca yakilmaz inanç içindedir ki, bu güneç, bu pencere, bu masa
kendinde bir hakikattir; özelle, yalnizca onun kendisinin sanatsal ola rak yaratilmiç bir nesne oldugunu unutarak insan huzur, güven
ve tutarlilik içinde yaçar.

Bu, Nietzschenin, hakikatin gerekliligini, kavramlarìn yaratìcì, metaforik kaynagìnì unutmanìn gerekliligini teslim ettigi halde, bu
hakikatin, kendi degerlerini belirleyecek temel kriterler olarak kesinliklerine karçì çìktìgì anlamìna gelir. Nietzsche felsefeyi, bizim
için dikkate deger biricik kriterin estetik kriter oIdugunu iddia ettigi halde, artan kesinlik derecesine göre yargìlayan [açìrì] bilgi-
güdüsünün egemen olmaya baçladìgì birçey olarak görür .

Nihai çekilde. hakikatin kesinligini bir deger kriteri olarak kabul etmek, Nietzsche için, hakikati moral/ahlaki temeller üzerinde
yargìlamaktìr. Ona göre, hakikat/dogru bir sosyaI zorunIuIuk oIarak varIìk kazanìr ve kesinlik olarak hakikat kavramì insani
varlìklarìn bir cemaate girmesi sonucu dogar. Bu tür bir cemaatin armonisi bu hakikatlere bütünüyle geçerli ve baglayìcì
modeller olarak ihtiyaç duyar.

Bu tür tekbiçimli, zorunluluk içeren modeller bulunmadìkça, cemaat fonksiyonunu yerine getiremez; çünkü biz, keIime/kavram
karmaçaIarìndan rahatsìzIìk duyar ve henüz keIimeIerIe/kavramIarIa damgaIanmamìç kendimize iIiçkin hissimize güvenmeyiz

Dolayìsìyla bu baglam içinde yaIancì, lingüistik mutabakatlara baglanmayì beceremeyen veya lingüistik mutabakatlarì suistimal
eden kiçidir. Fakat daha derin düzeyde, ahlak-dìçì anlamda dogrular ve yalanlar düzeyinde, hakikatlerin bizatihi kendileri
yalanlardìr; onlar illizyon olduklarìnì unuttugumuz illizyonlardìr ve dürüst olmak, yalnìzca, sabit bir mutabakata göre yalan
söylemektir.

Nietzschenin sorgulamasìnìn içledigi düzey içte bu düzeydir ve o bu kontekstte, kesinlik kriterinin yerine estetikten türetilen bir kriter
ikame etmeye çalìçìr: Dünyanìn bir yorumunun [ Weltconstruction] (diger adì ile felsefenin) güzellik ve ihtiçamì bugün degeri kesin
olan çeydir; baçka bir söyleyiçle o, sanat olarak yargìlanìr.

Estetik kriterin bu tercihi, Nietzsche için bir zorunluluktur; çünkü, dogrulugu ya da kesinligi kendisine baçvuruyla yargìladìgìmìz kriter
insani varlìklar için mevcut degildir:

Bir çeliçme imkansizligi olarak dogru algilama bu, nesnenin bir öznede uygun dile getiriliçi demektir: özne ile nesne arasinda
birçey olarak nedensellik yoktur, dogruluk
yoktur, ifade yoktur: en iyi durumda bir estetik iliçki vardir.

Kendilerinde çeyler iken nesneler hakkìnda hiçbir enformasyon saglamayan birçey olarak dil görüçünden, unutulmuç, katìlaçmìç
metaforlar olarak hakikat görüçünden hareketle Nietzsche, epistemolojinin sorunlarìnìn çok daha dogru bir biçimde, retorik sorunlarì
olarak görülebileceklerini öne sürer. Epistemoloji (ve genelde felsefe) dil aracìlìgìyla içgördügü ve dil temelde retorik (ikna edici, baçtan
çìkarìcì) oldugu ölçüde, dille ilgili bütün sorunlar ve ipso facto felsefeyle ilgili bütün sorunlar, retorik sorunlardìr. Nietzsche, en derin
felsefi bilginin dilde hazìr (ready-made) ikametettigini On the Ongin of Language/Dilin Kaynagì Üzerine baçlìklì fragmandan) öne
sürer ve çu sonuca varìr: KeIimeIer, fiIozofIarìn baçtan çìkarìcìIarìdìr: onIar diIin agIarì içinde mücadeIe ederIer Dilde ikamet
eden bu elde hazìr bilgi aslanesnelerin özünün tümünü içeremez. Daha çok, anlamlarìna göre, bütün kelimeler kendi baçlarìnadìr
ve baçlangìç mecazlarìndan dogarlar. Onlar gerçekte vukubulan çeyin yerine zamanla yitip giden bir ses imajì sunarlar:dil asla birçeyi
bütünüyle dile getirmez, tersine, yalnìzca ona asìlì duran bir özelligi sergiler

Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 27.03.2005 Saat 12:52 | Kayitli IP
Ìnsani varlìklarìn yaratìcì güçleri bu yüzden dilin kaynagìnda ikamet eder ve biz diIden ona yerIeçtirdigimizden daha fazIa hiçbir biIgi
çìkaramayìz:

Nesnelerin tam özleri asla kavranamaz. Ífadelerimiz hiçbir biçimde, algimiz ve tecrübemiz bizi, nesnelerin çok-yönlü ve bir ölçüde
yeterli bilgisiyle teçhiz edinceye kadar beklemez; onlar dürtü/etki algilandir algilanmaz sonuçlanirlar. Nesnenin yerine, duyum
yalnizca bir tek özelligi alir. Bu ilk görüç noktasidir: dil retoriktir, çünkü o, bir episteme yi degil, yalnizca bir doxayi taçimak
ister.


Ìronik bir biçimde, burada Nietzschenin, post-Platonik epistemolojinin ele geçirme çabasì gösterdigi otoriteyi dökonstrüksiyona tabi
tutmak amacìyla, Platonun kendi retoriginden ödünç alma giriçiminde bulundugunu görüyoruz. Dil yalnìzca antropomorfik iliçkileri dile
getirdigi için, lingüistik kullanìmdan çìkarìlan bütün sonuçlar, Platonun Bölünmüç Çizgisinden elde ettigi kendi kriterlerine göre,
yalnìzca kanaatIer, iIIizyonIar ve doxa dìr, hiçbir çekilde biIgi (episteme) degil. Retorige bütün düçmanlìgìna ragmen ve dille
konuçtugu ve yazdìgì için, Platonun kendisi bile, Nietzsche tarafìndan retorik alana mahküm edilir.

Nietzschenin temsili dil modelinden ayrìlarak retorik dil modeline geçmesinin, böylece, iki-türlü sonucu vardìr: o hem epistemoIojinin
otoritesini sìnìrIar hem de aynì zamanda retorik sorguIamanìn faaIiyet aIanìnì geniçIetir. Mecazlar/dil figürleri bundan böyle, klasik
retorik tartìçmalarìnda olduklarì gibi, dogru, lafzi kullanìm tarzlarìnìn türevi durumundaki
sadece dekoratif degere sahip çeyler olarak görülmezler. Bunun yerine, Nietzschenin Rhetorikì, mecazì/dil figürünü lingüistik
kullanìmìn paradigmatik örnegi olarak konumlandìrìr :

mecazlar/dil figürleri, kelimelere yalnizca nadiren eklenmezler, tersine onlarin en uygun dogalarini oluçtururlar. Yalnizca özel
durumlara taçinan bir dogru anlamdan sözetmek saçmadir. Gündelik konuçma (reglrechten Rede) ile retorik figürler denilen
figürler arasinda oldugu gibi gerçek kelimelerle mecazlar arasìna çekilebilecek hiçbir ayìrìm hattì yoktur. Genellikle konuçma
diye adlandirilan çeyin tamami aslinda figürasyondur. (mecaz, kinaye, benzetme, vb. (H. Arslan).

Bu tropolojik dil görüçü, Nietzschenin erken dönem yazìlarìnìn tamamìnda görünür ve biz onun geliçtirdigi retorik analìz türünün bu
notlardaki çeçitli örnekleri üzerinde odaklaçabiliriz. Bu örneklerden yalnìzca birini alarak, onun dilde metonomi [metonomy] rolüne
yaptìgì atìflardan bazìlarìna bakalìm.
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
3 -~ 15 19.11.2008 19:23

Metonimi, metafor ve sinekdot [synecdoche] Nietzschenin retorik derslerinde vurguladìgì üç dil figürüdür. Bu üç dil figürünün
kapsamlarì genellikle birbiriyle örtüçse de, Nietzsche ilkece metonimiyi, etkiyIe nedenin birbirinin yerine ikame ediImesi olarak
tanìmlar . Bu tür bir ikamenin baçlìca tezahürü, birçeyin sonuçIarìyIa karìçmasìdìr.

Bu metonimik ikame, soyutlama ve kavram-oluçum süreci için temel bir çeydir. Rhetorikte o, Platondaki eideden ideaiye
geçiçi yararlì birçey olarak görür; çünkü, burada metonimi, yani nedenle etkinin birbirlerinin yerlerine ikamesi, tamdìr.


Bu, Platonda, bizim Platonda, sonucun (ortaya çìkan çeyin çeklinin ya da formunun) özelliklerinin neden olarak ideaiye veya
ideal formlara atfìnìn tamamlandìgìnì keçfedebilecegimiz anlamìna gelir. Bu Platonik ikame, hiçbir çekilde izole edilmiç bir örnek
degildir; tersine Nietzsche metonimiyi, yani, etkiden nedene yanlìç çìkarìmì her sentetik yargìnìn üzerine yerleçtirir: Sentetik
yargì birçeyi, onun sonuçlarìna göre tanìmlar, yani öz ve sonuçlarì özdeçleçtirir,yani metonimiye dönüçtürür.

Metonimi bu yüzden bütün sentetik tanìmlarìn merkezinde ikamet eder; çünkü birçeyi tanìmlayarak (Nietzsche bir örnek olarak çunu
kullanìr: Kalem uzatìlmìç bir cisimdir, biz, kaçìnìlamaz çekilde anropomorfik iliçkileri birleçtiririz ve her türden iliçki asla öz
olamaz, yalnìzca bu üzün sonuçlarì olabilir. O tanìmlarìn dogasìnìn yanlìç eçitlemeyi gerektirdigi sonucuna varìr ve herhangi bir
sentetik çìkarìm

popüler metafizigi, yani, etkileri nedenler sayan metafizigi varsayar. Kalem kavrami kalem çeyle kariçtirilir. Bir sentetik
yarginin dir (is)i yanliçtir, o bir transferi içerir; aralarinda eçitlik kurulamayacak iki farkli alan yanyana konur.
Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 27.03.2005 Saat 21:37 | Kayitli IP
MINNETTARLIGIMI "SUNUYORUM" SEVGILI ANLAMAK...
KISACA VE "OLDUKÇA" KISACA;TÜM-BÍR DÍL DENÍLENÍN KENDÍSÍ BÍR
"METAFOR-G Í B Í D I R!
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 29.03.2005 Saat 11:51 | Kayitli IP

Nietzschenin erken dönemindeki retorik tartìçmasì boyunca insan, bu türden analizin çok sayìda örnegini bulabilir. Analizi yapìlan
nesneler farklì olabilse de, bu analizde içleyen strateji aynì kalìr. Nietzsche ìsrarla dile armagan edilen otoriteyi, figüratif ve literal (lafzi,
çev.)(sözel-anlamak) dil arasìnda yapìlan geleneksel retorik ayìrìmìn stratejik dökonstrüksiyonu vasìtasìyla dömistifike etme giriçiminde
bulunur.

Her dilin dogasì itibariyle figüratif oldugunu göstermekle Nietzsche, geIenekseI IiteraI diIin asIiIigi ve figüratif diIin türev statüsü
görüçünü yalnìzca tersyüz etmekle kalmaz. Ayrìca, literal- figüratif ayìrìmìnìn bir illizyon oldugunu gözler önüne serme teçebbüsü,
felsefenin baçlangìcìnda üzerine inça edildigi lingüistik temellerin sagladìgì güveni yìkmaya da yönelir.

Baçka bir söyleyiçle, Nietzsche geçmiçin felsefi sistemlerinin (Platon, Aristoteles, Descartes, Kant ve digerleri) Iafzi aIanìn önceIigine
sorguIanmamìç bir inanç üzerinde temeIIendiriIdikIerini ve bu inancì sarsmanìn sözkonusu sistematik yapìlarì parçalamaya yönelik
ilk adìm olacagìnì düçünür.

Nietzschenin retorik eleçtirisi, bu anlamda, bir dökonstrüksiyon/yapìyì parçaIama olarak anlaçìlabilir. Felsefi gelenegi tartìçmasì
boyunca Nietzsche, felsefi sistemleri bir tür yapì (Bauen) olarak karakterize etmek için mimariden aldìgì metaforlarì kullanìr.


Sarah Kofmanìn Nietzsche et la métaphore si hakkìndaki daha önce yaptìgìmìz tartìçmada gördügümüz gibi, bu hiçbir yerde,
onun insanì, epistemologlarìn kavramsal aygìtìnìn [Bau der Begriffe] evrimini arì kovanì, kule, ortaçag kaleleri, Mìsìr piramitleri,
Roma mahzenleri ve örümcek agì gibi figürler boyunca izini sürerken, bir yapìlaçtìrma dehasì [Baugenie]" olarak gördügü On the
Truth and Lies in an ExtramoraI Sense/ AhIakdìçì AnIamda Dogru ve YaIan Üzerine adlì metnindekinden daha açìk degildir.

Bütün degerleri yeniden degerlendirme projesindeki ilk adìm bu epistemolojik yapìlarì geriye dogru, kaynaklarìna kadar izlemek, baçka
bir söyleyiçle, onlarìn zayìf ve güçlü güç tutkusu (wiII to power) içindeki kaynaklarìnìn geneolojik tarzda çifresini çözmektir.

Elinizdeki tartìçmanìn kontekstinde, Nietzschenin felsefî dile iliçkin eleçtirisi bu yüzden, bu sistemIeri, epistemolojik yapìlarìnìn
geriye dogru metaforik ya da retorik köklerini izleyerek parçalama veya yìkma; bir yapì-parçalama (de-construction), bir Abbau
formunu alìr.

Nietzscheci yapìyì-parçalamanìn (de-construction) baçarìsì, filozofa, dilin aglarì içinden kurtuluç imkanì vermeyecektir; ancak, onun
niyeti asla bu tür bir kaçìçì kolaylaçtìrmak degildi.

Aksine, keIimeIerIe çeyIer arasìnda harfi harfine bir tasarìmìn, yeter ve nötr bir iIiçkinin gerçekIeçtireIemezIigini ortaya koyarak
Nietzsche kendisini, fiIozofIarìn biIdikIerini düçündükIeri çeyi biImedikIerini eIeçtireI isbatIama görevine yöneItir.

Fakat biz, bu eleçtirel görevin hiçbir çekilde Nietzschenin erken dönem yazìlarìyla sìnìrlì olmadìgìnì teslim etmeliyiz. O tekrar tekrar,
çimdi görecegimiz gibi, felsefenin epistemolojik iddialarìnì dömistifike etme görevine döner.
Yukari dön
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
4 -~ 15 19.11.2008 19:23

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 30.03.2005 Saat 13:30 | Kayitli IP
Dile iliçkin erken dönem yorumlarìnda biz Nietzsche yi, çeçitli çekillerde yazìlarì boyunca tekrar ortaya çìkan beç temayì incelerken
buluruz. Bu beç tema, eleçtireldir: Nietzschenin çu geleneksel epistemoloji doktrinlerinden ikisini eleçtirel reddidir:
dogruIuga/hakikate iIiçkin mütekabiIiyet teorisi ve anIama iIiçkin referans teorisi.

Bu iki doktrinle ilgili eleçtirileri Nietzschenin çu temel vukuflarìnda/seziçlerinde temellenir: temelde gerçeklikten ayrì duran insanì
bir yaratì oIarak diI görüçü ve bir oIuç süreci oIarak dünya görüçü.

Geç dönem çalìçmalarìnda bu beç temayì izah ederken bilginin dar retorik yorumundan kaçìndìgì halde, bu beç temanìn ifadesi büyük
ölçüde, dil fenomeni üzerinde odaklanmayì sürdürür. Baçka bir söyleyiçle, artìk öncelikle retorik metafor ve dil figürleri
terminolojisini kullanmìyorsa da, Nietzsche, kelimelerde ve gramerde zìmnen mevcut epistemoIojik iIIizyonIarì tartìçmaya devam
eder. Dil fenomenlerinin bu mükerrer tahlili üzerinde odaklaçarak biz, Nietzschenin perspektife dayalì bilgi yorumunun
soykütügünün/geneolojisinin geriye, bu erken dönem retorik seziçlerine dönerek izini sürecegiz.

Yukarìda gördügümüz gibi, Nietzschenin erken dönem nominalist bilgi eleçtirisinin temel boyutlarìndan biri, sinir uyarìsìndan÷
imaja, keIimeye ve kavrama üçlü metaforik transferdir. Bu serinin herbir açamasì, çu deneyim alanlarìnìn birinden digerine tercümeye
içaret eder: fizyoIojik ÷ enteIIektüeI/zihinseI ÷ akustik-Iingüistik ÷ soyut olan.

Nietzsche bu tercümelere artìk metaforik transferler olarak atìfta bulunmuyorsa da, bu seriler Nietzschenin düçünüçünü
çekillendirmeye devam ederler. Yalnìzca çu iki örnegi iktibas edelim:

Kelimeler kavramlarin akustik göstergeleridir [Tonzeichen]; ancak kavramlar, siksik tekrar ortaya çikan ve birleçtirici duyumlarin
açagi yukari kesin imaj göstergeleridir.

Ílkin imajlar imajlarin zihinde nasil dogduklarim açiklamak için. Sonra imajlara uygulanan kelimeler.

Nihayet yalnizca eylemler varsa, mümkün olan kavramlar birçok imajin görülebilir degil, içitilebilir birçeyde (kelimeler) biraraya
toplanmasi.

Nietzsche daha önceki gibi, çu iki egemen epistemolojik illizyonu tahribetmek için bu genetik kavramlar analizini kullanmayì sürdürür:
anIama iIiçkin referans teorisi ve dogruIuga iIiçkin mütekabiIiyet teorisi.

Ìkinci teori, dogrulugu/hakikati gerçeklikle mütekabiliyet ya da uyum iliçkisi türünde bir iliçki içinde duran birçey olarak
tasarlìyorken, birinci teori temsil güçleri dolayìsìyla, dilin dildìçì referans ya da anlamla (gerçeklik) bir tür imtiyazlì iliçki içinde
bulundugunu öne sürer.

Nietzsche sìk sìk bu iki teori arasìndaki ayìrìmì belirsizleçtiriyorsa da, geç dönem yazìlarìnda heriki teoriye karçì da geliçtirdigi itirazlar
buluruz.

Ìlkin referans teorisini ele alan Nietzsche, dogasì geregi bir antropomorfik yaratì olan dilin bize, diIin dìçìnda ikamet eden çeyIer
hakkìnda dogru enformasyon sagIayamayacagìnì öne sürmeye devam eder. Baçka bir söyleyiçle, kelimelerle çeyler
arasìnda kapatìlamaz bir gedik vardìr. Ìnsanìn dille yaptìgì çey bir baçka dünya yaratmak; bizi, çeylerin olduklarìndan daha basit,
birbirinden kopuk, bölünemez, herbiri kendi baçìna ve kendisi için varolan varlìklar olarak tahayyül etmeyanlìçìna sürükleyen bir
dünya yaratmaktìr.

Yanlìç olan dil degildir; tersine, insanìn dille dünyanìn dogru bilgisine sahip olacagì yolundaki inancìdìr: Dilin yapìcìsì çeylere yalnìzca
tasarìmlarìnì verdigine inanacak kadar alçak gönüllü degildir; aksine o, kelimelerle çeyler hakkìndaki en dogru bilgiyi dile getirdigine
kanidir

Nietzsche, bizim ifade araçlarìmìzì, salt semiyotikler [ Semiyotik] olarak anlamamìz gerektigi ve dolayìsìyla tam ifade biçimi
talebinin saçma oldugu sonucuna ulaçìr. Dil yalnìzca antropomorfik iliçkiyi dile getirdigi için, tasarlanan nesnenin tasvirinin referans
bakìmìndan kesinligini tasarlayìcìyla iliçkisi dìçìnda birçey olarak araçtìrmak beyhude bir çabadìr.

Biz bu noktada, Nietzschenin referans tartìçmasìnìn mütekabiliyet olarak hakikat teorisine yönelik eleçtirisiyle nasìl birleçtigini
görebiliriz; çünkü ona atìfta bulunan çeyle iliçkisi dìçìnda bir objektif/nesnel atìfta bulunulan çeyden sözetmek bir kendinde çeyden
sözetmektir.

Nietzsche için bu kendinde çey, hakikate iliçkin mütekabiliyet teorisince önceden
varsayìlìr: Dogru/hakikat kavramì saçmadìr. Bütün bir dogru-yanlìç alanì yalnìzca iliçkilere aittir, kendinde çeylere
degil . Mütekabiliyet olarak dogru biçim için bir deger olacagìndan, hangi çeyin kendinde çey oldugunu bilmemiz gerekir; öyle ki
lingüistik temsilimizin ona yeterince tekabül edip etmedigini bilebilelim. Fakat biz bu tür bir bilgiye sahip degilizdir: biz açìk çekilde
kendinde çeyler alanìyla ilgili bu tür belirlemeler yapacak organlardan yoksunuz.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 31.03.2005 Saat 13:17 | Kayitli IP
Bu tür organlardan mahrum bulunan bizler için geriye kalan çey dildir: bir kìsaltma süreci Kavramsal mumyalar Reason in
Philosophy, ve donmuç kelimeler Ve dil düçünceyi belirledigi ölçüde, biz dilin sìnìrlamasì dahilinde düçünmeyi reddettigimizde
düçünmeyi durdurdugumuz ; ölçüde, zihnimiz bilgi ve hakikati üretme teçebbüsünde baçarìsìzlìk dìçìnda hiçbir çey yapamaz.

Bu tür bir baçarìsìzlìk örnegi Nietzschenin mantìk eIeçtirisinde gözler önüne serilir. Mantìk, Nietzschenin önceleri dile atfettigi yanlìçlarla aynì
yanlìçlara müpteladìr. Kaynagìnda hakikat olarak degil, bir kolaylaçtìrma aracì olarak düçünülen mantìk iletiçime bir katkì olarak ortaya
çìkar:

Alinti:
Bu iletiçim zorunludur ve bunun için orada, saglam, yalinlaçtirilmiç, kesinlige yetenekli (herçeyden önce özdeç/ayni durumda olan)
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
5 -~ 15 19.11.2008 19:23
birçeyin bulunmasi gerekir. Çünkü iletilebilir olmak için, o, adapte edilen, farkina varilabilir birçey olarak tecrübe edilebiliyor
olmalidir. Duyular ve anlamayla adapte edilen materyal kaba çizgilere indirgenir, aynilaçtirilir, iliçkili konular altinda siniflandirilir.
Böylece duyu izlenimlerinin belirsizligi ve kaosu, güya, mantikli hale getirilir.

Bu özdeç durumlar yaratìmì, Nietzschenin daha önce dilin kaynagìnda duran eçit olmayanì eçit hale getirme olarak sözettigi çeye
benzer . Böylece mantìk da dil gibi, temelde yanlìçlamadìr: mantìksal dogruya/hakikate tutku ancak her olayìn temel yanlìçlamasì farzedildikten
sonra gerçekleçtirilebilir. [ mantìk hakikate/dogruya tutkudan (will to truth) dogmaz Seyligin/nesneligin icadedilmesi, bir mantìk
ihtiyacìndan dolayì gerçekleçir, çünkü mantìk yalnìzca aynì kalan çeyler için formüller üretebilir. Mantìk her durumda, çeyi, varlìgì,
mantìkçìnìn kendisiyle-özdeç Asìnì varsayar. Fakat yöneltilmesi gereken bir soru vardìr:
Mantìgìn aksiyomlarì gerçeklik için yeterli midir ya da onlar. ger çekligi bizim için yaratmanìn, bizim için gerçeklik kavramìnì yarat manìn
araçlarì ve ölçüsü müdürler?

Nietzschenin mantìgìn yeterliligine iliçkin yargìsì dille igili çu yargìsìnì tekrarlar: Mantìk, fiiIî dünyayì kendimiz tarafìndan ortaya konuImuç
buIunan bir çema vasìtasìyIa kavrama giriçimidir; daha dogrusu, onu bizim için formüIe ediIebiIir ve hesapIanabiIir haIe getirmek için
kavrama .

Dil gibi mantìk da, reel dünyada hiçbir çeye tekabül etmeyen önkabullere baglìdìr ve onun önermeleri hiçbir dogruluk kriteri içermez;
tersine dogru sayìlmasì gereken
bir buyurucu ilgi sergiler (WP, 516). Ìnsanìn bilgi arzusunun araçlarì olarak hem dilin hem de mantìgìn varsaydìgì çey, fiili dünyaya bütünüyle
kapalì çu çartlardìr: sabitlik, daimi tutarlìlìk, degiçmezlik, tek kelimeyleVarlìk.

Böylece, Nietzschenin hem mütekabiliyet teorisiniìi ve referans teorisinin hem de mantìk eleçtirisinin temelinde ana ilkelerinden biri durur: BiIgi
ve oIuç birbirIerini dìçarìda bìrakìrIar
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 01.04.2005 Saat 10:55 | Kayitli IP
Nietzsche için dünya tam bir sabitlik veya statiklikten yoksunluk demek oldugu için, hem bilgi hem de dil temel varsayìmlarì olarak
zaman dìçì statik özdeçlik nosyonuna ihtiyaç duyduklarì için, entellektüel yetilerimizin dünyadan çìkardìgì sonuçlar illizyondan baçka
birçey olamazlar.
Erken dönem yazìlarìnda Nietzsche bilgiden, zorunlu iseler kesinlikle, ilkece dünyayì bir Herakleitosçu akìç ya da bir sürekli oluç süreci
olarak kavrayamayacak donmuç kavramIar ve katìIaçmìç metaforIarIa içIeyen çey diye sözeder. Geç dönem yazìlarìnda bu yargìya
baglìlìgìnì sürdürür. Dilin emrine tüm âmâde ifade araçlarì oluçu dile getirmekte yararsìzdìr ve biz yalnìzcakaçìnìlamaz
kendimizi koruma ihtiyacìmìzìn sonucu olarak bir kaba degiçmezlik dünyasì, bir sabit çeyler dünyasì ortaya koyabiliriz .
Dünyanìn oluç halindeki karakterinin formüle edilmeye elveriçsiz olmasì ölçüsünde, öznenin, tözün, aklìn,
vehakikatin/dogrunun kurgusal dünyasìna ihtiyaç vardìr; yani, düzenlenmiç, basitleçtirilmiç, yanlìçlanmìç ve keyfi biçimde
bilinen dünyadan tecrit edilmiç bir dünyaya Filozoflarì meçgul eden dünya içte bu kavramsal mumyalarìn dünyasìdìr:
Nietzsche Yazdi:
Hâlâ yalnìzca benim teslim ettigim üzere, tarihin evrensel formu olarak, Herakleitosçu oluçu bir biçimde göstergelerle tasvir
etme ve özetleme giriçimi olarak felsefe
(sanki apaçìk Varlìk [Sein] tipine tercüme edilmiç ve onda mumyalanmìç gibi)

Filozoflar kavramsal bilgilerinin kendilerine dünyanìn kendinde çey olarak temel tanìmlarìnì saglayacagìna inanìyorlarken, bütün bu
sürecin kendileriyle semiyotik olarak biraraya toplandìgì bütün kavramlar [ein ganzer Prozess semiotisch zusammenfasst ] çu
belirlemeyi unuturlar:yaInìzca hiçbir tarihi oImayan çeyin tanìmIanabiIir oIdugunu unuturIar





















Dahasì Nietzsche için, dünyanìn bütün boyutlarì ezeli ve ebedi oluç sürecini angaje olduklarì ölçüde, bizim bütün kelime ve
kavramlarìmìz bu tür semiyotik biraraya getirmeler olacaktìr. Filozoflarìn kavramsal bilgi dünyalarì bu yüzden, oluça ilgisizliklerinin veya
tarih duygusundan yoksunluklarìnìn sonucudur. Bu tarih hissinden yoksunluk, hatta oluç fikrine duyduklarì nefret, Mìsìrcìlìklarì
(Egyptianism) filozoflarìn merkezi tuhaflìklarìdìr. Felsefî Mìsìrcìlìklarìnìn sonucu olarak
Nietzsche Yazdi:
filozoflar, sub specic aeterni olarak (ezeli-ebedi bir bakìç açìsìndan) dehistorisize ettiklerinde tarihsizleçtirdiklerinde onu bir
mumyaya dönüçtürdüklerinde onur verici birçey yaptìklarìnì düçünürler. Filozoflarìn bin yìldìr ele aldìklarì çeyin tümü
kavramsal mumyalardìr; gerçek/fiili hiçbir çey onlarìn ellerinde canlì kalmamìçtìr
Oluçu lingüistik dile getirme yeteneksizliginden dogan bu tarihsizleçtirme (enthistorsiren) bütün bilgi iddialarìmìzìn temelidir ve
Nietzschenin yazìlarì boyunca her bilgimizin, her hakikatimizin/dogrumuzun yanlìç oldugunu iddia etmeyi sürdürmesinin
nedeni budur.
Yukari dön

HaBer
Sürekli ve Kidemli Üye
Gönderen: 02.04.2005 Saat 07:28 | Kayitli IP
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
6 -~ 15 19.11.2008 19:23
Katilma Tarihi:
23.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1133
"Oluçu lingüistik dile getirme yeteneksizliginden dogan bu tarihsizleçtirme (enthistorsiren) bütün bilgi iddialarìmìzìn temelidir ve
Nietzschenin yazìlarì boyunca her bilgimizin, her hakikatimizin/dogrumuzun yanlìç oldugunu iddia etmeyi sürdürmesinin
nedeni budur."
Bu ifadede iki farklì durum söz konusu.
1. Dil ile "hakikat" denen birtakìm saltìk gerçekler aktarìlamaz.
2. Dilin içerdigi sözcüklerin tarihi geliçimini bilmedikçe kavramlar dogru kullanìlamaz.
Bence, her iki önerme de dogrudur. Çünkü dil bir alettir. Nasìl ki tornavida bir alet ise ve vidayì çevirmekten öte bir içlevi yoksa, dil de
düçüncelerimizi evirip çevirmeye yarayan bir alet olup ancak araç olabilir. Amaç olamaz. Amaç hakikate ulaçmak ise bu yolda dil
yetersiz kalìr. Bu bakìmdan "söz gümüçse sukut altìndìr" denmiçtir.
Ìkinci nokta da çok önemlidir. Sözcükleri kullanìrken onlarìn evrimlerini bilmezsek çogu zaman yanlìç kullanìrìz ve birtakìm varsayìmlarì
kabullenmiç oluruz. Günümüzde yabancì sözcükleri dilimize alìyor ve anlamlarìnì dahi bilmeden kullanìyoruz. Aslìnda üzerlerinde biraz
düçünsek pekala Türkçe karçìlìklarìnì bulabiliriz. Fakat bir tembellik bir rehavet içinde yabancì sözcükleri patavatsìzca kullanmaktan
çekinmiyoruz.
Dilimize gösterdigimiz özen kendi öz benligimize verdigimiz öneme baglìdìr. Diline önem vermeyen kiçi kendine güveni olmayan ve
kolayca dìç odaklarìn etkisine giren kiçidir.
Üçüncü bir nokta da kullanìlan sözcüklerin tarihini incelemek ilgisini göstermenin önemli oldugudur. Sözcüklerin tarihini incelemeye
"etimoloji" denir. Bu tür çalìçmalarì yapanlar genelde sözlük hazìrlayan kiçilerdir. Oysa ki, sadece onlar degil, felsefi kavramlarì kullanan
veya onlarì üreten her kiçi kendi diIinin tarihi geIiçimine egiImesi ve sözcüklerin tarihini bilmesi yararlì olur kanìsìndayìm.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 05.04.2005 Saat 10:18 | Kayitli IP
Bununla birlikte, Nietzschenin kendisi, yalnìzca bilgimizin tümünün yanlìç oldugunu öne sürmekten hoçnut degildir. Aksine o, belirli ölçüde, bu tür
durumlarìn nasìl dogabilecegini açìklamaya çalìçìr. Erken dönem yazìlarìnda o bilgiden, fiili dünyanìn insanlarìn anlayabilecekleri terimlerle
antropomorfik tercümesi diye sözeder.

Geç dönem yazìlarìnda Nietzsche, bilgiyi oluç dünyasìna empoze edilen bir yaratìm olarak dil vasìtasìyla içleyen birçey gibi gördügü ölçüde, bu
konumu sürdürür. Bu görüçün apaçìk temelleri Nietzschenin bilgiyi karakterizasyonunun çu iki özelligi üzerinde merkezileçir:

iIki, bilincin ve dilin ikisi birlikte çeçitli bilgi iddialarìnìn doguçunu saglar yüzeyde fenomenler olduklarì;

ikincisi, bilginin yabancì ve yeni olan çeyin eski ve bildik olana tercümesi dìçìnda birçey olmadìgìdìr. BiIincin sathiIigini/yüzeyseIIigini
ispatIamak, Nietzschenin geç dönem yazìlarìnìn degiçmeyen temasìdìr ve bu görüç ifadesini, düçünme ile dil arasìndaki iliçkide (biz yalnìzca dil
formunda düçünürüz) ve hem bilincin hem de dilin sosyal kaynagìnda bulur. 1833-34 Kìçìna ait bir notta Nietzsche görevinin ana hatlarìnì çöyle
çizer:

Nietzsche Yazdi:
Bilinçli herçeyin ne ölçüde yüzeyde kaldìgì gösterilmelidir: eylemle eylemin imajì ne ölçüde farklìlaçìr, insan eylemi önceleyen çey konusunda ne
kadar az çey bilir: irade özgürlügü ve neden ve sonuç hislerimiz ne kadar fantastik: düçünceler nasìl yalnìzca imajdìrlar, kelimeler nasìl sadece
göstergelerdir: eylemin tümünün dile getirilemezligi:
her övgünün ve utancìn yüzeyselligi; kurgu [Erfhidung] ile tahayyüI [Einbildung] nasìl da bilinçli bir çekilde içinde ikamet ettigimiz temel
çeyler: kelimelerimiz nasìl da kurgulara atìfta bulunuyorlar ve insanla insan arasìndaki bag nasìl bu kurgularìn aktarìlmasìna ve
içlenmesine baglì:

BÌLÌNÇ
Nietzschenin bilincin sathiligine yönelik sorgulamasìnìn sonucunun en açìk ifadesi Gay Science (Danseden Bilim)ìn 354. Kìsmìnda bulunur.
Bu kìsìmda Nietzsche bilinci, hayatìmìzìn, insani varlìklarìn iletiçim kapasitesine ve ihtiyacìna oranla geliçen gereksiz aynasì olarak görür:
biIinç gerçekte yaInìzca insan varIìkIar arasìndaki iIetiçim agìdìr o yalnìzca geliçtirilmesi gereken türde birçeydir: yìrtìcì hayvan gibi
yaçayan yalnìz bir insani varlìk ona ihtiyaç duymaz.

Bilinç bu yüzden bireysel varoluçumuza ait degildir; daha çok sosyal veya sürü dogamìzìn ürünüdür. Dolayìsìyla bilinçli düçünme idrak
hayatìmìzìn yalnìzca küçük bir parçasì, kelime, yani iletiçim göstergeleri formunu alan en yapay ve en degersiz parçasìdìr.

Bilinç aleyhindeki bu keskin yargì, Nietzschenin kiçide yalnìzca ortalama ve sìradan olan çeyin iletilebilecegi görüçünün sonucudur:
TemeIde, bütün eyIemIerimiz birbirIeriyIe mukayese ediIemez öIçüde çahsi, biricik ve sìnìrsìz öIçüde bireyseIdir, bundan kuçku
duyuIamaz; fakat, biz onIarì biIince tercüme eder etmez, artìk öyIe kaIamazIar. Bilincin degeri kesinlikle araçsaldìr: sosyal cemaatin
(yìgìnìn) üyesi olarak biz kendimizi cemaatin diger üyelerine açarìz. Bu tür bir kendini-açmayì gerçekleçtirmek için biz kendimizin-bilincinde
bu tecrübemizdeki biricik ve bireysel olan çeyi, ortalama ve iletiçime elveriçli birçeye dönüçtürmemiz demektir olmalìyìz. Nietzsche bu
sonucu çöyle adlandìrìr:

Nietzsche Yazdi:
Anladìgìm kadarìyla fenomenalizmin ve perspektivizmin özü: hayvan bilincinin dogasìndan
dolayì, bilincinde olabilecegimiz dünya yalnìzca bir yüzey- ve gösterge dünyasì, daha gene], daha
ortalama bir dünyadìr [ nur eine Oberflachen-und Zeichenwelth ist, eine verallagemeinerte, eine
vergemeinerte Welt], bilinçli hale gelen her ne olursa olsun, aynì çekilde sìg, zayìf, nisbeten
aptalca, genel göstergeye, yìgìn göstergesine dönüçür: her bilincine varma bir büyük yozlaçmayì,
yanlìçlamayì, yüzeysele indirgemeyi ve genellemeyi gerektirir

Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Gönderen: 07.04.2005 Saat 10:54 | Kayitli IP
Nietzschenin dil eleçtirisinin kendisini yankìlayan bu sonuç, bilgiye iliçkin karakterizasyonunun ikinci özelliginde tekrar ortaya çìkar: bir
güvercin-yuvasì, bir Rubrizieren türü olarak bilgi görüçü: yabancì oIanìn biIdik oIana indirgenmesi/tercümesi (was bekannt ist,
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
7 -~ 15 19.11.2008 19:23
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
ist er kanttt ) oIarak biIgi.

Nietzsche Onlar bilgi [ isterken ne istemektedirlerT diye sorar . Ve çu cevabì verir: çundan baçka hiçbir çey: yabancì
birçeyi biIdik birçeye [ Bekanntes] indirgemek .

Kelimelerle bu oyunla (bekannt/erkannt/Erkenntniss/ Bekanntes) Nietzsche, daha önceki diI, biIgi ve biIinç eleçtirisini güçlendirir. Dil,
aynì çeyleri yalnìzca bildik aynì çeyler olarak düzenledigi ölçüde, temelde indirgemecidir. Ayrìca, bilinç ve bilgi, yalnìzca dil içinde ve
dille mümkün olduklarì ölçüde eçit ölçüde indirgemecidirler. Herikisi de yeni olan çeyi bir bildik sistematik kategoriler çerçevesiyle
birleçtirmek yoluyla içler:

Nietzsche Yazdi:
Bizim düçüncemizdeki temel özellik, yeni materyali, yeni olan çeyi eçit hale getirerek eski çemalara (=
Procrustesin yatagì) uydurmaktìr. Açìklama [Erklarung] bu yeni birçeyin önceden bilinen çeylerin
göstergeleriyle dile getiriliçidir.


Yukarìda, Danseden Bilimin 354. Kìsmìnì ele alìrken, Nietzschenin bilincin kaynagìndaki lingüistik indirgemecilik eleçtirisini
görmüçtük. Danseden Bilim in açagìdaki bölümünde biz Nietzscheyi bilginin kaynagìndaki bu aynì indirgemeciligi eleçtirirken
buluruz:

Nietzsche Yazdi:
Bilgi ihtiyacìmìz tam da bildik olan çeye ihtiyaç; baçka bir söyleyiçle, yabancì herçeyi, alìçìlmadìk, sorgulanabilir
birçeyin gizemini çözerek artìk bizi rahatsìz etmeyecek sorgulanabilir birçeye dönüçtürme tutkusu degil midir?
Bize bilmemizi buyuran korku güdüsü degil midir? Bilgiye ulaçanlarìn sevinci, bir güvenlik hissinin takviyesi
üzerinde yükselen zafer çenligi degil midir?


Bilginin soykütügünü geriye dogru, güvenlik arzusuna kadar izleyerek Nietzsche bu eleçtiriyi daha önceki bilinç eleçtirisine baglar;
çünkü, yabancì ve sorgu]anabilir olanìn bildik olana indirgenmesinden dogan güvenlik de yine yìgìn olmanìn göstergesidir. Yenilik
dünyasì ile karçì karçìya gelecek yeterlilikte olmayan kiçi, yeni olan herçeyi, bir parçasì oldugu, içinde yetiçtigi ve muhafaza edildigi
cemaatin geleneksel hikmetine tercüme etmeye çalìçìr. Bu tür tercüme, dilin temel fonksiyonudur ve Nietzschenin bilincin ve dilin
kaynagìndaki lingüistik indirgemecilikle ilgili yargìsì aynìdìr:

Nietzsche Yazdi:
Ìletiçimde bulundugumuzda, artìk, kendimiz hakkìnda yeterince yüksek düzeyde tahminde bulunamayìz. Hakiki
tecrübelerimiz, hiçbir çekilde gevezelik degildir. [..] Her konuçmada bir parça küçümseme vardìr. Öyle anlaçìlìyor
ki dil, yalnìzca ortalama, vasat ve iletilebilir olan çey için icad edilmiçtir. Konuçan kiçi dille kendisini vulgarize
eder.

Önceki sayfalarda, Nietzschenin dil üzerine refleksiyonlarìnìn nasìl onun geç dönem metinlerinin temel bir unsuru oldugunu gördük.
Dil sìrf semiyotik, basitleçtirilmiç, yanlìçlanmìç, insan ürünü bir gösterge sistemi oldugu ölçüde, her düçünce yalnìzca dil içinde ve dilin
sagladìgì araçlarla mümkün oldugu ölçüde, Nietzsche dilden türetilen bilgi ve hakikati/dogruyu, yapìlmasì düçünülen içi yapma
baçarìsìzlìgì olarak gö rür. Bu yüzden, Nietzsche bilginin, insan türünün korunmasì için elzem olsa da, hakikatin degil, gücün
fonksiyonu durumundaki bir perspektival illizyonlar kolleksiyonu oldugu sonucuna varìr. Bu sonuç 1888 Baharìna ait çu notlarìnda da
özetlenir:

Nietzsche Yazdi:
Epistemoloji üzerine: yalnìzca empirik:

Ne zihin, ne akìl, ne düçünme, ne bilinç, ne ruh, ne irade ne de hakikat vardìr: bunla rìn tümü hiçbir yararì
olmayan kurgulardìr. Özne ve nesne sorunu yoktur yalnìzca nishi kesinlikle, daha da önemlisi, algìlardaki
düzenlilikle geliçebilen (öyle ki, tecrübe birikebilsin) belirli hayvan türleri vardìr...

Bilgi bir güç aleti olarak içler. Dolayìsìyla onun her güç artìçìyla birlikte artacagì açìktìr...

Bilginin anlamì: iyi ve güzelde oldugu gibi burada da, kavram, katì ve dar antropomorfik ve biyolojik
anlamda ele alìnmalìdìr. Belirli bir türün kendisini idame ettirmesi ve gücünü artìrmasì için, gerçeklik anlayìçì
hesaplanabiliri yeterince kavrama ve bir davranìç çemasìnì ona dayandìrma mücadelesi vermelidir. Muhafaza
etmenin yararì iyi diye kabul ettirilemeyecek bir soyut-teorik ihtiyaç degildir bilgi organlarìnìn geliçiminin
arkasìndaki motive edici olarak durur.., bilgi organlarì, gözlemleri korunmamìzì saglayacak tarzda geliçirler.
Baçka bir söyleyiçle, bilgi arzusunun ölçüsü, güç tutkusunun bir türdeki artìç ölçüsüne baglìdìr: bir tür
gerçekligin belirli bir miktarìnì ona egemen olmak, onu hizmetine sokmak için kavrar.

Mekanistik devinim/hareket kavramì, ilk sürecin önceden görme ve dokunmanìn gösterge diline tercümesidir

Atom kavramì, çekim gücünün yeri ile gücün kendisi arasìndaki ayìrìm, bizim mantìksal-ruhsal
dünyamìzdan türeyen bir gösterge-dildir

Ìfade araçlarìmìzì irademizle degiçtiremeyiz; onlarìn ne ölçüde yalnìzca semiyotik olduklarìnì anlamak
mümkündür.

Bir yeterli dile getirme modeli talebi saçmadìr: bir ifade aracì olan dilin özü bir iliçkiyi dile getirmektir...
Hakikat kavramì çeliçkilidir. Bütün bir dogru yanlìç alanì kendinde çeye degil, yalnìzca iliçkilere has
bir alandìr ... Saçma: kendinde öz yoktur, özü oluçturan iliçkiler vardìr; tìpkì kendinde bilginin
olamamasì gibi.

FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
8 -~ 15 19.11.2008 19:23
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 15.04.2005 Saat 10:40 | Kayitli IP
Nietzschenin bilgi yorumuna iliçkin incelememizi bitirmek için muhtemelen Nietzschenin en uzun soluklu bir lingüistik illizyon olarak
gördügü felsefi yapìyì tahribetme teçebbüsü durumundaki giriçimini soruçturacagìz. Bu illizyon, [.. ] dilin, her sonucu/etkiyiyi, sonuçlara
neden olan birçey tarafìndan, bir özne tarafìndan kayìt altìna alìnan her etkiyi/sonucu kavrayan ve yanlìç kavrayan baçtan
çìkarmasìdìr.

Görmüç bulundugumuz gibi, Nietzscheye göre, kelimeler sürekli olarak bizi baçtan çìkarìrlar ve dil ile bilgi arasìndaki iliçki hakkìndaki
araçtìrmasìndan o, bir felsefi mitolojinin her an tekrar ortaya çìktìgì dilde gizlenmiç durumda ikamet ettigi, fakat dikkatli biri için bunun
baçka türlü olabilecegi sonucunu çìkarìr.

Özneye ya da egoya inanç, kesin formunu dil ile gramerin fonksiyonlarìnda buldugumuz bu mitolojik burçtaki merkezi figürdür.
Nietzsche, ilgilendigi lingüistik illizyon problemini, epistemolojik özne-nesne karçìtlìgìndan ayìrmakta dikkatlidir. Bu lingüistik
illizyonlar, der Nietzsche, bir öznenin daha sonra yanlìç kavrayacagì ve etiketleyecegi harici nesnelerle karçìlaçmasìnìn sonucu degildir.
Bu yüzden o, özne-nesne ayìrìmìnì gramerin (halkìn metafiziginin) tuzaklarìna düçmüç bulunan epistemologlara bìrakìr. Nietzsche
bunun yerine, öznenin kendisine inancìnì doguran çok daha temel bir lingüistik illizyon problemine yönelir. Bir kaba fetiçizm oIan
bu iIIizyon, faiIin fiiIe ekIedigi gramatik geIenegin ürünüdür.

Nietzsche sìk sìk Descartesì bu lingüstik illizyonun yoldan çìkardìgì filozoflarìn baçlìca örnegi olarak seçer. Gerçekte Descartesì
dille anlar:

Nietzsche Yazdi:
Düçünme vardìr: dolayìsìyla düçünen birçey de vardìr: bu, her Descartes argümanìnìn neticesidir. Fakat bu, töz
(substance) kavramìna inancìmìzì dogru a priori olarak ortaya koymak demektir: düçüncenin varoldugu her zaman
düçünen birçey olmasì gerektigi yalnìzca failin fiile ekledigi gramatik gelenegimizin bir formülasyonudur .

Düçünen bir Benin varolmasì, bu egonun/benin düçünmenin nedeni olmasì ve bir hazìr kesinlik olarak bilinmesi,
Descartesìn cevap vermesi beklenen bütün felsefi sorulara sìrtìnì döner. Descartes ìn metafizik sisteminin inçasìna temel
saglayacak bir Arçimedvari temel saglayìcì bilgi noktasì olmaktan çok uzak, bir hazìr kesinlik olarak egoya Kartezyen inanç,
gramatik alìçkanlìga göre yapìlmìç bir çìkarìmdan baçka birçey degildir: Bir aktivite vardìr; sonuçta her aktivite de bir faili
gerektirir . Eyleme temel saglayan bir dayanak olarak özneyi, bu yüzden Nietzsche, ezeli ve ebedi gramatik hatanìn sonucu diye
görür . Nietzsche, özneye inancì, ikincisini eylemin, ìçìyan denilen nötr temelin (özne) operasyonunun yerine ikame ederek ìçìyanì
parlayìçìndan sunî ayìrmaya benzetir. O çu sonuca ulaçìr: Fakat bu tür bir temeI yoktur; yapmanìn, etkiIemenin, oIuçun
arkasìnda hiçbir varIìk yoktur; faiI, yaInìzca fiiIe ekIenen bir kurgudur fiiI herçeydir

Bu temelin ilavesi, gördügümüz gibi, oluç sürecini kavrama yeteneksizligimizin ürünüdür: bilgimizin ufkuna, yani cehaIetimizin
baçIadìgì sìnìra keIimeyi dikeriz. Fakat herbir adlandìrma durumunun, adlandìrìlan çeyin ve kelimenin kendisi bizi hiçbir
biçimde dogruya/hakikate yaklaçtìrmayan saf tasarìmlar olarak durur. Böylece Nietzsche, lingüistik olarak çekillenen
düçünüçümüzden çìkarìlan bütün epistemolojik iddialar konusunda, duyularìmìzìn ve dilimizin bizi baçtan çìkardìgì/yoldan çìkardìgì
alìçkanlìklardan kaçamayacagìmìzì iddia etmeye devam eder. Özne, nesne, fiile eklenen fail, yaptìgì çeyden ayrì yapìcì: bunun
yalnìzca semiyotik oldugunu ve gerçek birçey olmadìgìnì unutmamalìyìz. Nietzschenin filozofun dilin aglarìna dolanmasìnìn ürünü
olarak özneyi/egoyu dö-konstrüksiyonu üzerinde odaklaçmìçsak da, bu hiçbir çekilde bir felsefi yapì olarak gördügü çeyi lingüistik
tarzda tahribetme stratejisinden soyutlanmìç bir örnek degildir.

Gerçekte, bir analiz düzeyinde, Nietzsche metafizikçilerin ve epistemologlarìn inanç kalemlerinin tümünü gramatik tuzaklar
olarak görür. Daha dikkate deger örneklerden bir kaçìnì seçerek çöyle sìralayabiliriz:

Nietzsche Yazdi:
düçünme: Epistemologlarìn anladìgì çekliyle

düçünme, basitçe gerçekleçmez; O, süreçteki bir unsuru seçerek ve geriye kalan kìsìmdan elimine ederek ulaçìlan çok
keyfi bir kurgu, anlaçìlabilirlik amacìna yönelik suni bir düzenlemedir.

çey/nesne: Sey, etkilerinin bir kavram ya da imajla sentetik tarzda birleçtirilen etkilerinin toplamìdìr. Lingüistik ifade
araçlarì oluçu dile getirmekte yararsìz çeylerdir; o, bir istikrarlìlìk dünyasì, bir çeyler dünyasì ortaya koyacak
kaçìnìlmaz kendi kendimizi koruma ihtiyacìmìza akortludur.

irade/tutku: isteme bana herçeyden önce komplike birçey, yalnìzca kelime olarak bir ünite olan birçey gibi görünüyor
popüler önyargìyì gizliden gizliye vareden, filozof- larìn sürekli yetersiz ikazlarìnì bozguna ugratan tam da bir kelimedir.

devinim/hareket: Devinim bir kelimedir, bir neden degil.

neden ve sonuç: Ne nedenler vardìr ne de sonuçlar. Lingüistik oarak biz kendimizi
onlardan nasìl kurtaracagìmìzì bilemeyiz.

doga yasasì: Sende düzenlilik, sanki burada kural biliniyormuç gibi yalnìzca bir metaforik ifadedir, bir olgu degil. Bir
yasaya uymak da böyledir.

ruh: Çünkü, önceleri insan, birinin gramere ve gramatik özneye inandìgì gibi
ruha inanìyordu: biri benin çart, düçünmenin yüklem ve çartlì oldugunu söyledi düçünme, düçüncenin özneyi
neden olarak arzetmesinin kaçìnìlmaz oldugu bir aktivitedir.
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
9 -~ 15 19.11.2008 19:23
BenSanalDegilim
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
19.11.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 2047
Gönderen: 15.04.2005 Saat 11:13 | Kayitli IP
Nietsczhe felsefeyi
Israrla dayandigi bilimden koparir
Ve sanata yönlendirir
__________________
Dört Yaprakli Yonca
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 16.04.2005 Saat 09:14 | Kayitli IP
Bu düçünceler koleksiyonundan yola çìkarak, Nietzschenin bütün degerlerin yeniden degerlendiricisi olarak görevinin, lingüistik
durumumuzdan türeyen felsefi inanç kalemlerinin kapsamlì eleçtirisini gerektirdigini anlayabiliriz. Gerçekte, bu lingüistik
dökonstrüksiyon stratejisinin Nietzscheci yeniden degerlendirmenin temel boyutlarìndan birini oluçturur:

Nietzsche Yazdi:
Dil kaynagì itibarì ile en yalìn psikoloji çagìna aittir: dilin metafiziginin [der Sprach Metaphysik] baçka bir söyleyiçle aklìn
metafiziginin önkabullerini hatìrladìgìmìzda, kendimizi kaba bir fetiçizmin ortasìnda buluruz. Heryerde fiili ve faili gören odur;
egoya, iradeye genelde neden olarak inanan odur; varlìk olarak egoya, töz olarak egoya ve töz-egoya inancìnì
herçeye yansìtan odur bu yüzden yalnìzca o çey kavramìnì yaratìr.... Varlìk neden olarak düçünülen, yaçanan
heryerdedir; Varlìk kavramì yalnìzca ego anlayìçìndan türetilmek suretiyle elde edilir.... Baçlangìçta, iradenin
sonucu/etkiyi yaratan birçey oldugu iradenin bir meleke/yeti oldugu büyük mukadder hatasì durur.... Bugün biz onun yalnìzca
bir kelime oldugunun bilincindeyiz...


Aklìn, iradenin, nedenin, sonucun, egonun, Varlìgìn, tözün ve çeyin yalnìzca kelimeler, yalnìzca
reel hiçbir çeye tekabül etmeyen lingüistik fetiçler olduklarìnì ortaya koyan bu pasaj, metafizik dilin tahribinin, eger degerlerin bir
yeniden degerlendirmesi gerçekleçtirilecekse, zorunlulugunu açìkça dile getirir. Kendimizi gerçekten dilin baçtan çìkarmalarìndan
kurtardìgìmìz ölçüde dilin metafizik ve tözsel önkabullerinin açìlmasì Nietzschenin degerlerin yeniden degerlendirilmesi görevinin
gereklerinden bir digeriyle yakìndan iliçkilidir: Tanrìnìn ölümüyle.

Nietzsche Yazdi:
Hakikatin sìrf bir görünüçten çok daha degerli oldugu ahlak! önyargìdan baçka birçey degildir; [...]

Gerçekten de, bizi dogru ile yanlìç arasìnda temel bir karçìtlìk bulundugunu varsaymaya zorlayan nedir? Görünüçün
derecelerini, deyim yerindeyse, daha aydìnlìk ve daha karanlìk gölgelerini ve görünüçün gölgelerini ressamlarìn dilini
kullanmak gerekirse, farklì valeurlarì varsaymak yeterli degil midir? Bizi ilgilendiren dünya neden bir kurgu olmasìn? Eger
biri fakat bir kurgunun kesinlikle bir yazarì olmasì gerekmez mi? diye sorarsa basitçe neden diye cevap verilemez mi? Bu
bir yazara ait olmalar da muhtemelen kurguya ait olamazlar mì? Özne hakkìnda yüklem ve nesneden biraz daha fazla
ironik olunmasìna imkan verilemez mi? Filozoflarìn gramere inancìn doguçuna izin vermeleri gerekir mi? Mürebbiyeye saygì
herçey fakat mürebbiyeye inançtan kurtulmanìn felsefe için zamanì gelmedi mi?


Yeniden degerlendirmeyi gerektiren degerlerin nihaî temeli olan Tanrì nìn lingüistik olarak türetildigi ortaya konulabilir: Tanrì dünyanìn
hareke tine ilave edilen fail, filozoflarìn inançla dünya denilen kozmolojik metnin yaratìlìçìnìn sorumlulugunu atfettikleri en büyük
yazar olarak sahneye çìkar. Hepimiz gramere, bizi tözsel failleri eylemlere baglamaya sevkeden dilde gizli duran metafizik ve
epistemolojik önkabullere inanmaya devam ettigimiz sürece Tanrìya da inanmaya devam ederiz. Bu, Nietzsche nin TwiIight
(PutIarìn AIacakaranIìgì, çev.)daki çifreli hala gramere inandìgì için Tanrìdan kurtulamadìgìndan korktugu (Reason in
Philosophy, 5) fikrine temel teçkil eden düçüncedir.

Nasìl Tanrìnìn Ubermensch (üstün insan, çev)in yaçamasì ve bütün degerlerin yeniden degerlendirmesi yoluyla geliçmesi için
ölmesi gerekiyorsa, aynì çekilde bizim de, eger bir degerlerin açìlmasì mümkün olacak ise, dilin otoritesine inancì askìya almamìz
gerekir.

Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 17.04.2005 Saat 10:37 | Kayitli IP
Nietzschenin dil anlayìçì incelememizi otorite, yazar (lìk) (author[ity]) ve metin sorununu ortaya koyuçuyla birlikte bitirecegiz.
Hem yazara/otoriteye özgü her imtiyazìn hem de onun dayandìgì dil anlayìçìnìn bu reddi, Nietzschenin yorum yönteminin ana
unsurudur. Bu yöntemi ele alìrken yerine getirmemiz gereken ilk görev, Nietzschenin yorumunun içinde içledigi sìnìrlarì çizen iki
parçalì anìn incelenmesi olmalìdìr. Ancak, bu görevi yerine getirmeye baçlamadan önce, yaptìgì tartìçmayla ilgili açìk bir soru gibi
görünen soruyu yöneltmeme izin verin:
Nietzsche nin dil görüçünün statüsü nedir?
O, dilin metaforik dogasìna iliçkin yorumuyla yalnìzca bir baçka metaforik, antropomorfik izah mì yapmaktadìr?
Eger öyle ise, Nietzschenin metaforlarìnìn, gelenegin metaforlarìnìn (mütakabiliyet, referans, hakikat) ortaya
koymadìgì neyi ortaya koymaktadìr?
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
10 -~ 15 19.11.2008 19:23
Bana öyle görünüyor ki Nietzsche, kendi dili için hiçbir otorite talebinde bulunmuyor; baçka bir söyleyiçle o, felsefi dilin bir meta
lingüstik (ve dolayìsìyla metaforik-olmayan) tasvirini verdigini iddia ederek kendi dilini imtiyazlì hale getiremez. Dahasì, birçok vesileyle
o, kendi söyleminin aynì çekilde metafor ve yoruma hapsoldugunu serbestçe teslim eder. Demek oluyor ki, Nietzsche, sözün geliçi,
Dionysusun bir mit oldugunu ezeli ve ebedi dönüçün bir gerçekleçmesi mümkün düçünce Übermanschin bir
metafor (WP, 866) ve Güç tutkusunun yalnìzca bir yorum (EGE, 22) oldugunu açìkça kabul eder. Bu tür itiraflarda bulunarak
Nietzsche, dil analizinin sonuçlarìnì yeniden dogrular. Bu yeniden dogrulamanìn pozitif, terapatik bir sonucu vardìr; ancak, kendi
tartìçmasìnì gerçekligin dogru veya kesin tasviri olarak kabul etmeyi reddetmekle Nietzsche, degerlerin bir yeniden
degerlendirmesine yorum faaliyetinin evrensel kapsamìnìn kabulünün eçlik edecegini ileri sürer. Baçka bir söyIeyiçIe, gerçekIige
perspektifimizce beIirIenen durumumuzdan yoIa çìkarak yükIedigimiz yorumIar ve metaforIar yoIuyIa nüfuz etmek dìçìnda
nüfuz edemedigimiz sürece, bu gerçekIigin kesin ve dogru bir tasviri umudunu terketmeIiyiz.

Nietzschenin felsefi dil hakkìndaki eleçtirisi kesinlikle bu amaca yöneliktir; yorum faaliyetini, ilahi ve lingüistik otoritenin dogmatik,
hayatì-reddeden sìnìrlamalarìndan kurtarmakla, Nietzsche nin epistemolojiyi dökonstrüksiyona tabi tutmasì, oluçun metnini, bir sonu
gelmez, plüralistik yorum oyununa açar. Bu plüralistik yaklaçìmìn hermeneutik ve yorum teorileriyle ilgili çagdaç diyaloga yapabilecegi
katkìyì degerlendirmek için, Nietzschenin hakikat in yerine hayatìn teyidini yorumlarìn kendisine
göre yargìlanabilecegi standart olarak ikame etmesinin gerektirdigi çeyi inceleyecegiz. Bu incelemeye baçlamadan önce, ilkin,
Nietzschenin yorumlama pratiklerine kìlavuzluk eden iki temayì açìkça ortaya koymalìyìz.

Bitti.
Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 17.04.2005 Saat 21:54 | Kayitli IP
MINNETTARLIGIMI sunuyorum tüm IÇ-TENLIGIMLE...
(Yukaridakilerin -VE BUNLARIN- hiç-birçeyi imlemedigini BILE-BILE.)
Bunlarla da dili KENDISINE-DOGRU evirmeye/devirmeye çaliçarak onu KENDI-IÇINDE "BOGMAYA" çaliçiyorum.ÖZ-NE-NESNE-VARLIK-
EGO-TANRI-GERÇ EKLIK-DOGRULUK V.S "ÖN-KABULLERINDEN" VE BUNLARIN MUTLAKLIGINDAN KURTULUP;
BUNLARDAN DÍLE DOGRU DEGÍLDE DÍL-DENENDEN BUNLARA ve "kendimize" DOGRU "GÍDERSEK" yeni bir DÜNYA-VE HAYAT
anlayiçi kurmamiz da daha KOLAY olacaktir.
Nietzsche Yazdi:
Dil kaynagì itibarì ile en yalìn psikoloji çagìna aittir: dilin metafiziginin [der Sprach Metaphysik] baçka bir söyleyiçle aklìn
metafiziginin önkabullerini hatìrladìgìmìzda, kendimizi kaba bir fetiçizmin ortasìnda buluruz. Heryerde fiili ve faili gören odur;
egoya, iradeye genelde neden olarak inanan odur; varlìk olarak egoya, töz olarak egoya ve töz-egoya inancìnì herçeye
yansìtan odur bu yüzden yalnìzca o çey kavramìnì yaratìr.... Varlìk neden olarak düçünülen, yaçanan heryerdedir; Varlìk
kavramì yalnìzca ego anlayìçìndan türetilmek suretiyle elde edilir.... Baçlangìçta, iradenin sonucu/etkiyi yaratan birçey oldugu
iradenin bir meleke/yeti oldugu büyük mukadder hatasì durur.... Bugün biz onun yalnìzca bir kelime oldugunun bilincindeyiz...
Yukari dön

HaBer
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
23.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1133
Gönderen: 18.04.2005 Saat 07:38 | Kayitli IP
Niietzsche'nin çu sözleri üzerine biraz düçünelim:
"Varlìk neden olarak düçünülen, yaçanan heryerdedir; Varlìk kavramì yalnìzca ego anlayìçìndan türetilmek
suretiyle elde edilir.... Baçlangìçta, iradenin sonucu/etkiyi yaratan birçey oldugu iradenin bir meleke/yeti oldugu
büyük mukadder hatasì durur.... Bugün biz onun yalnìzca bir kelime oldugunun bilincindeyiz... "
Acaba "varlik" sadece "ego" dan yani benligin alt boyutundan mi türer? Eger Freud siniflandirmasini yeterli bir yaklaçim ve
tanim olarak kabul edersek, o zaman insan sadece id-ego-süperego üçlüsünden ibaret olur. Dolayisiyla varlik ego'dan türer
ve süperego ile ifade bulur. Yani, sonuçta bir kelimeye indirgenmiç olur.
Nietzsche bu çekilde yaklaçmak zorunda kalmiçtir çünkü onun için Tanri ölmüçtür. Çu halde yaratici bulunmadigi gibi
baçlangiçta var oldugu söylenen yaratici irade de "büyük mukadder hata" olur.
Oysa ki insan denilen varlik id-ego-süperego üçlüsü ile tanimlanamaz. "Insanlik" bu üç boyuttan itibaren baçlar. Bu
boyutlarla sinirli olmayan insanlar "varlik" konusuna farkli yaklaçimlar getirmiçler ve varligin sürekli taçan (südur eden) bir
yapi oldugunu ileri sürmüçlerdir.
Varlik sürekli taçarken geliçi güzel amorf nesneler oluçturmuyor. Çok düzenli ve belli yasalar dahilinde dengeli varliklar
oluçturuyor. Örnegin, ilk büyük patlama ile oluçan evrenimizden düzenli nebülalar ve yildizlar oluçmuçtur.
Bu südurdan oluçan denge gittikçe daha karmaçik fakat daha düzenli yapilar halinde geliçerek insan denilen en ileri canli
varligin ortaya çikmasina neden olmuçtur.
Varligi sadece bir sözcük düzeyine indirgemek hem bilime hem de mistik görüçe aykiridir. Bu bakimdan Nietzsche'nin bu son
ifadesi bana boç bir iddia gibi görünmektedir.
Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Gönderen: 18.04.2005 Saat 14:34 | Kayitli IP
Bir insan ANLADIGINI nasil anlar....
Bir insan "bir-çeyleri" ANLAMIYORSA ona ANLAMADIGINI anlatmak mümkün müdür...
Nietzsche'nin "egoyu" teknik,psiçik bir terim olarak, hele de freud'yen bir terim olarak kullandigini neye "dayandiriyorsunuz.her ego diyen
freud'un "ego"suna mi vurgu yapar.
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
11 -~ 15 19.11.2008 19:23
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
bir argümani ANLAMADAN ona BOÇ-DOLU yaftasini yapiçtirma durum-davraniçini siz nasil "yorumluyorsunuz!!! Sizce bu dolu mu yoksa BOÇ
mu bir tutum...

Yukari dön

HaBer
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
23.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1133
Gönderen: 18.04.2005 Saat 21:19 | Kayitli IP
Bir çeyi anlamak demek o çeyi bilenen birtakim baçka çeylerle karçilaçtirmak demektir. Her bilinen de birtakim varsayimlara dayanir.
Varsayimsiz ne dogru vardir ne de anlamlandirmak.
Nietzsche'nin de kendine göre varsayimlari vardir ve o varsayimlardan hareketle birtakim sonuçlara varmiçtir. Bu varsayimlari
kabullenenler onunla ayni fikirde olup ayni görüçte birleçebilirler. Ama bu varsayimlar ne mutlak dogrulardir ne de tartiçilmaz gerçekler.
Benim varsayimlarim arasinda varlik bir sözcüge indirgenemez. Çünkü "varlik" kavrami dilde degil düçüncededir. Dil ise düçüncenin bir
modeli bir ifade çeklidir. Varlik ne sözlerle ne de sayilarla ifade edilemez. Çünkü o (varlik) bir kategori olup indirgenemez. Sözlere
indirgendiginde ise kavram olmak özelligini yitirir ve nesneye dönüçür.
Nietzsche "Bugün biz onun yaInìzca bir keIime oldugunun bilincindeyiz... " diyorsa, demek ki varligin sözlerle ifade
edilebilecegine inanmaktadir. Içte benim asil karçi çiktigim nokta budur. Yoksa, "ego" sözünü hangi anlamda kullanmiç
oldugu pek o kadar önemli degil.

Yukari dön

adnan durmaz
Tecrübeli Üye
Katilma Tarihi:
07.07.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 35
Gönderen: 18.04.2005 Saat 23:50 | Kayitli IP
saussure'ün yapisalci dilbilim yöntemi daha sonra baçka bilim alanlarinda da kullanilmaya baçlandi,günümüzde ne kadar geçerlidir acaba

selamlar
__________________
HER MENEKÇE KENDI UÇURUMUNA KANAR
Yukari dön

HaBer
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
23.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1133
Gönderen: 19.04.2005 Saat 07:47 | Kayitli IP
Saussure dil bilimde yapisalci metodu geliçtirerek sözcüklerin köklerini aramiçtir. Çaliçtigi diller ise sadece Hint-Avrupa dilleri oldugundan
çaliçmalari kisitli kalmiçtir. Çünkü Hint-Avrupa dillerinde kök çekil degiçtirdiginden onu yeniden oluçturmak demek bir bakima yorumlamak
demektir. Içte yapisalci dilbilim kendi kültürel degerleri içinde kalarak yorum yapar.
Bir diger yaklaçim da karçilaçtirmali dilbilim metodudur. Bu yaklaçima göre yorum ve yapilaçtirma çok azdir. Onun yerine çeçitli diller
karçilaçtirilarak kök bulunur. Iki yaklaçim arasindaki fark Saussure'ün yapisalci yaklaçimina "kuramsal dilbilimcilik", digerine "pratik
dilbilimcilik" diyebiliriz. Kuramsal dilbilimcilik oturdugu yerden belli birtakim varsayimlardan hareketle yorum yapar, digeri ise pratik
çaliçmalarla ve alan taramasi yaparak sonuçlarina ulaçir.
Ural-Altay dillerinde kök sözcükler çekil degiçtirmeden aynen kalirlar. Bu bakimdan kök sözcük araçtirirken onlari yeniden oluçturmak ve
yapilandirmak gerekmez. Bu bakimdan karçilaçtima metodu bu dil guruba çok uygun düçer.
Fakat her iki metod da kültürel baglardan kopuk degildir. Bir sözcügün kökünü anlamlandirmak için mutlaka o dildeki birtakim kültürel
ögeleri bilmek gerekir. Bu da birtakim varsayimlar içerir. Nedeni ise kök dilin bir miktar unutulmuç olmasi ve günümüz kültüründe eski
kavramlarin hem çekil degiçtirmiç hem de tümüyle yok olmuç olmalarindan dolayidir.
Sonuç olarak her dil belli bir kültürel arkazemin üzerine kuruludur. Bu bakimdan evrensel "varlik" kavramini dille (sözcüklerle) anlatmak
demek hem kültürel hem de yerel varsayimlari için içine katmak demektir. Hem de indirgenmesi mümkün olmayan bir kategoriyi
indirgemeye çaliçarak onu siglaçtirmak demektir.
selamlarimla
Yukari dön

bilm-i yorum
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
25.03.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 4837
Gönderen: 19.04.2005 Saat 11:28 | Kayitli IP
Söz alaninda 'anlamak'in mümkün olamayacagini savunanlar arasindayim. Söz alanindaki algi eçitligine anlamak dersek,
örnegin, kadin bedenine giydirilmiç olan 90-60-90 eçittir güzellik tanimlamasini anladigimizi dillendirmiç oluruz. Gözlerimiz
91-61-89 ya da bir baçka ölçü gördügünde ya da okudugunda kirpiklerimiz bir kaç kez açagi yukari yapar. Buna da afallama
deriz. Oysa biliriz ki her gönülün güzeli kendinde içerilidir ve yaçamaklar ortasindadir...
Anlamak dedigimiz, geçmiçten bugüne söz toplamlarinin eçit algilanilmasi gerekliligine içaret ediyor. Bu mümkün degil.
Sevgili HaBer'in çu sözleri daha güzel açikliyor: ''...her dil belli bir kültürel arkazemin üzerine kuruludur. Bu bakimdan
evrensel "varlik" kavramini dille (sözcüklerle) anlatmak demek hem kültürel hem de yerel varsayimlari için içine katmak
demektir. Hem de indirgenmesi mümkün olmayan bir kategoriyi indirgemeye çaliçarak onu siglaçtirmak demektir...''.
Çu çekilde okudugumda da anlatilanin degiçmedigini görmek mümkün: Her dil belli bir kültürel arkazemin üzerine kuruludur.
Dille (sözcüklerle) anlatmak demek hem varsayimlari için içine katmak, hem de indirgenmesi mümkün olmayan bir
kategoriyi indirgemeye çaliçarak onu siglaçtirmak demektir.
Çimdi yine sevgili HaBer 'in çu sözüne odaklaniyorum: ''...Bir çeyi anlamak demek o çeyi bilenen birtakim baçka çeylerle
karçilaçtirmak demektir'', yani anlamamak demektir! Çünkü ''her bilinen de birtakim varsayimlara dayanir. Varsayimsiz ne
dogru vardir ne de anlamlandirmak!''. Varsayimin girdigi yerde uydurma baçlar. Söz dedigimiz benzetmedir ve hiçbir
benzetme asli ile ayni olamaz. Söz dünyasinda 'dogru' dedigimiz de bu nedenle dogru degildir! Anlam dedigimiz bu nedenle
anlam degildir!..
Bu kadar zor bir durum ortasinda miyiz? Söz dünyasinda evet! Yaçamlar ortasinda hayir! Sevgili ferda'nin sorusu ile devam
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
12 -~ 15 19.11.2008 19:23
etmek isterim: ''...Bir insan ANLADIGINI nasil anlar?..''. Anlayamaz! Hatta bir insan ''...Bir insan ANLADIGINI nasil anlar?..''
sorusunu da anlayamaz. Çünkü soranin kültürel arkazemini ile okuyanlarin (dinleyenlerin) kültürel arkazeminlerinde aynilik
da yoktur. Aynilik yaçam içredir! Açlik algisi aynidir mesela, tokluk da. Çeker tatlidir mesela, limon ekçi.
Sözde öpemez insan; öpmek, öpme süreci içredir. Uzakta oldugumuza ''öpüyorum!'' dememiz, ''öpüçtügümüzü düçün'' ya da
diyenle hiç öpüçmediysek ''e angut degilsin ya, öpüçmüçsündür mutlaka, hah içte ona benzet!''i anlatir. Kisacasi öpüçmeki
anlamak öpüçürken mümkündür...
''...Bir insan "bir-çeyleri" ANLAMIYORSA ona ANLAMADIGINI anlatmak mümkün müdür...''
E böyle mümkün dedim ya içte, yani sözle olmaz öpüçeceksiniz sevgili ferda, baçka yolu yok bunun!..
Nasil? Öpüçmeyi de mi anlamiyor? Klinik vaka! Uzmanina daniçiniz!..
Uzmana birlikte gitmekte de fayda var elbette, o da senin için ayni çeyleri düçünüyor olabilir, es geçmemek gerek!..
__________________
Orada bir yaçam var; söz dünyasinin tamamen diçinda bir yaçam...
Yukari dön

BenSanalDegilim
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
19.11.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 2047
Gönderen: 19.04.2005 Saat 13:35 | Kayitli IP
Varlik bir kelimeye indirgenmiyor
Tam da tersi oluyor
Bir kelimeden varlik çikiyor
Ruhum
Affet beni
Tanrim
Affet dilimle içledigim tüm günahlarimi
__________________
Dört Yaprakli Yonca
Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 19.04.2005 Saat 16:54 | Kayitli IP
SAYIN HABER;
Nietzsche'ye DAIR hiç-bir-çey anlamamiçsiniz VE "ANLAYAMAYACAKSINIZ DA".. Çünkü DOGRU ANLADIGINIZI saniyorsunuz.Bu saniniz
devam ettigi sürece de onu anlayamayacaksiniz.Ona dair kurdugunuz "cümlelerinizle" onun fersah fersah ÖTESINDE, eteklerinde
bile olmadiginiz kanitliyorsunuz.
ÖRNEK;
demiçsiniz ki: demek ki varligin sözlerle ifade edilebilecegine inanmaktadir.
E çimdi ben bunun ALTINA ne yazayim.. Onun söylemiyle uzaktan yakindan ilgisi OLMAYAN bu yargiyla ne
yapayim...
bazen "çaçiriyorum".. Bu kadar KOLAY MI ya.. Bu kadar KOLAY MI.. Ve ne alaka.Bu yarginin onun söylemi veya
söylemsizligiyle/uzaktan YAKINDAN ilgisi yok.. YOK-ÍÇTE YA!!! VARDIR D,IYEN BERI GELSIN VE "YAKINLIGI" GÖSTERSIN
BANA...
Için ilginci çimdi sayin haber, ANLADIGINA dair söylemlere devam edecek.Etsin bakalim.
Sorun onun DOGRUYU veya KIMIN SÖYLEDIGININ dogru olup olmadigi degil. Bu "baglami" çoook ayri olan bir tartiçma konusu.Sorularim
"ironikti" ve size onu anlamadiginizi anlatmaya çaliçmakti.
Bir tezin dogru veya yanliçligini IDDA etmeden önce onu ANLAMAK gerekir.
veya bir tezi kabul/red noktasina GELMEK IÇIN onu ANLAMAK-GEREK..
(Buyur bilmiyorum, çimdi de dogruluk,tez kabul ironi gibi metinde "geçen" sözleri VE HATTA harflerin kaçtanesi sert-yumuçak-büyük küçük
v.s "yorumlayip-açiklamaya" çaliç- YANI SAPLARLA-SAMANLARI "KARIÇTIR YINE )
Yukari dön

bilm-i yorum
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
25.03.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 4837
Gönderen: 19.04.2005 Saat 17:01 | Kayitli IP
ferda Yazdi:
..................(Buyur bilmiyorum, çimdi de dogruluk, tez kabul ironi gibi metinde "geçen" sözleri VE HATTA harflerin kaçtanesi
sert-yumuçak-büyük küçük v.s "yorumlayip-açiklamaya" çaliç- YANI SAPLARLA-SAMANLARI "KARIÇTIR YINE )
Yok, bugün keyifli oldugun anlaçiliyor! Keyifli iken kizmazsin sen, dagarcigimda bekleteyim, sirasi nasilsa gelir birgün!.. )))
__________________
Orada bir yaçam var; söz dünyasinin tamamen diçinda bir yaçam...
Yukari dön

FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
13 -~ 15 19.11.2008 19:23
ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 19.04.2005 Saat 18:24 | Kayitli IP
BenSanalDegilim Yazdi:
Varlik bir kelimeye indirgenmiyor
Tam da tersi oluyor
Bir kelimeden varlik çikiyor
Ruhum
Affet beni
Tanrim
Affet dilimle içledigim tüm günahlarimi

TANRISI! varsa bile "affeder" o seni merak etme.Yaratip da tüm "olanaklari" ONA sunan (sunmasa OLMAZDI DA ZATEN) ayni zamanda
ondan HESAP DA sormaz merak etme sen. RAHAT OL yani.. Kaldi ki "DILIN-IN günah içleme gücü yoktur.(bu deme denilenler SANA yönelik
degidi)
Yukari dön

HaBer
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
23.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1133
Gönderen: 19.04.2005 Saat 19:42 | Kayitli IP
Sn. Ferda,
Karçindakini anlamamakla suçlayip kenara çekilmek son derece ayip. Hiç de bu sitenin kalitesine yakiçmiyor. Ben ne dedigimi anlatamadi
isem o zaman sen ne anladigini anlat bakalim. Her zaman ayni fikirde olmak gerekmez. Yeter ki saldiri yerine fikir üretelim.
"ilgisi yok.. YOK-ÍÇTE YA!!!" ne demek? Eger yoksa neden yok oldugunu yaz da bilgimiz artsin. Beni keskin dilli olmakla
suçladin ama asil saldirgan konuçan sensin.
Anlamak tek yönlü degil karçiliklidir. Acaba benim ne demek istedigimi anlayabiliyor musun?

Yukari dön

ferda
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
18.02.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 8240
Gönderen: 20.04.2005 Saat 16:46 | Kayitli IP
Hemen yukarida sayin haber,hemen yukarida.sevgili anlamak çok güzel bir aktarimda bulunmuç.Nietzsche nin ortaya koydugu-koymaya
çaliçtigi,söylemle sizin onun "söyleminde" dair ortaya koydugunun yargilar "örtüçmüyor".Yazdiklarinizla yukaridakileri ANLAYARAK okuyup
karçilaçtirirsaniz (onu ANLAMAK-OLDUKÇA ZORLAYICIDIR.bU KONUYU "BIYIKLI" BAÇLIGI ALTINDA DA TARTIÇTIK.Onu anlamak için
KLAVUZLU okuma süreçlerini kullanmak gerekir.Zaten sorun da burada ONU-ANLAYABILMEKTE baçliyor..
Nietzsche YANILMIÇ-SAÇMALAMIÇ SALK-ÇAPÇAL APTALIN teki olabilir.Sorun da bu degil.ELEÇTIRMEK-IÇIN öncelikle SÖYLELENI dogru
anlamak gerekiyor.
Sizin ne dediginiz ORTADA-ZATEN ve açikçasi ANLAMAYA-ÇALIÇILACAK-ÜZERINDE "YOGUNLAÇILACAK" içerikte yargilar da degil.
"VARLIK ÜST "DÜZEYLI" BIR KATEGORIDIR VE onu dile "indirgemek" mümkün degildir" Bu "içerikteki" söylemin neresi "anlaçilmasin"..
DA bu dediginiz ONA uymuyor sorun bu..
Neyse siz kizip-kükremeye devam edin.Zaten bu tepkileri vereceginizi öngörmüçtüm de BELKI-DEDIM. Belki bu sefer yanilirim.
Anlamadigim çey neden yurdum insanlarina ANLAMAMIÇSIN-DENILDI 86;INDE sanki onlara "küfür-ediliyormuç" sanisina kapilip da
YAYGARAYI basiyorlar.Anlamamiçsan veya YANLIÇ-ANLAMIÇSAN öyledir ve bu OLABILIR.. ve neden hemen "ayip" v.s türünden
deger-ETHIK alanina GEÇIÇ yapilmaya çaliçiliyor.Ortadaki sorun bir söylemin anlaçilip-anlaçilmamasi.. BU konuçulurken birden bire AYIP
alanina NIYE geçiç yapiliyor...
Yukari dön

kumkum
Yeni Üye
Katilma Tarihi:
02.07.2006
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 1
Gönderen: 03.07.2006 Saat 05:07 | Kayitli IP
Derrida'nin Otobiyografiler adli metni bu konuya yeni bir ufuk açabilir...
__________________
kumkum
Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
14 -~ 15 19.11.2008 19:23
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: MetaIor, Dil ve Retorik http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷37966&PN÷1
15 -~ 15 19.11.2008 19:23
Etkin Konular Kullanici Listesi Arama Yardim
Kayit Giriç
FELSEFE FORUMU : Yazin-Dil-Felsefe Baglaminda
Konu: SöyIem Üstüne SöyIemIere Dair.
YazanIar Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 10.07.2004 Saat 23:25 | Kayitli IP
SÖYLEM USTÜNE SÖYLEMLERE DAÌR
Tülin Akçin-Orta Dogu Teknik Üniversitesi. Felsefe Bölümü.
Ìl ya plus assaire a interpréter les interprétations qua interpréter les choses.
Montaigne
Seyleri yorumlamaktan daha çok yorumlarì yorumlamaya iç düçüyor
Bu konunun sonsuz olanaklarì var. Bir sìnìrlama gereksinimi ile bir sözlük anlamìna deginmek istiyorum.
SöyIem sözcügünün Ìngilizce karçìlìgì discourse olup Oxford Dictionary of Current Englishde, isim içlevi çöyle betimleniyor: Sözlü veya
yazìlì ders (lecture), vaaz (sermon), veya sürekliligi olan baçka türden açìklamalar; yani belli bir kiçiye veya topluluga hitap eden konuçma (taik),
veya iki ve daha çok kiçi arasìnda düçüncelerin belli bir dil yapìsì içinde sözcükler aracìlìgì ile anlatìmì (conversation).
Fiil içlevi, söylem söylemek (utter) ise çöyle betimleniyor: Bir konu üzerine, içinden, hakkìnda kiçilerin görüçlerini sözlü veya yazìlì olarak
açìklamasì, geliçtirmesi, yorumlamasì, ileri sürmesi.
Simdi, yukarìda altìnì çizmiç bulundugum ileri sürmek anlamì üzerinde
biraz durmak istiyorum. Bir kere, bir çey söylemek (sözlü veya yazìlì) için
söylüyor olmak için, söylemek istemiç ve istiyor olunmasì ve bunu bir baçkasìnìn veya baçkalarìnìn duymasìnì istemiç olmamìz gerektigini kabul
etmemiz gerekiyor.
Yoksa, agzìnìzdan bir baçkasìnìn duyabilecegi sesler çìkarmayì veya kagìt üzerine okuyabilecegi içaretler üretmeye hiç gerek olmazdì.
Sessiz bir iç söylemle de düçünebilir, kendi kendimize bazì çeyleri açìklayabiliriz ve hatta kendi kendimizi etkileyip degiçtirebiliriz. Demek ki
yukarìda bahsedilen sözlü ve yazìlì söylemlerin yanìnda bir sessiz iç söylemi de hesaba katmalìyìz. Çünkü bu söylemler aynì zamanda kendi
içimizde de bir farklìlìgìn bir baçkasìnìn bulunduguna içaret ettikleri için ve Saussure ün Dil Dersleri nin bir yerinde ileri sürdügü gibi ses
ve anlamìn birbirinden ayrìlamaz bir bütün olmadìgìnì bize gösterdigi için önemli.
Eger sesimizi bir dilsel ses sistemi ile iliçki içinde kullanìyorsak veya dilsel bir grafik sistem ile iliçki içinde o sistemin grafik içaretlemesini (notation)
kagìt üzerinde uyguluyorsak, yazìyorsak, gene ilk olarak, bir baçkasìnìn veya baçkalarìnìn dìçìmìzda orada bulunuçumuz ve bizi anlayabileceklerini
varsayìyor, ve kullanmakta oldugumuz sescil (phonic) veya grafik içaretleme teknigi ile düçüncelerimizi ötekine iletmek, anlatmak istiyoruz
demektir.
Ama her anlatìm seçilen belli bir sözcükler gurubu arasìnda kurulan sistematik iliçkilerden yapìlandìgì için, bir çey anlatìrken aynì zamanda
sìnìrlandìrmalar yapmìç oluyor, bazì çeyleri dìçarìda bìrakmìç, bazì çeylere agìrlìk vererek ileri sürmüç olmuyor muyuz?
Öyleyse söylemimizde düçüncelerimizi iletirken aynì zamanda bizi dinleyenleri çu veya bu çekilde kaçìnìlmaz olarak etkilemiç oluyoruz, veya
niyetimize uygun etkilemek istemiç oluyoruz. Yani ötekini yönlendirmek istemiç oluyoruz. Tabii niyetimizin tam tersine bile karçìmìzdakini etkilemiç
olmak da var,
Öyleyse, bir de bu olaya söylemi üreten kiçi açìsìndan bakalìm.
O da, söyIemiyIe baçkasìnì etkiIer ve yönIendirirken, karçìsìnda duran kiçi ve kiçiIer gibi, kaçìnìImaz oIarak bir etki-tepki yumagì veya
yapìsì degiI mi?
Hem biIinç hem biIinç-dìçì düzeyde, hem bedenseI hem ruhsaI düzeyde baçkaIarì iIe iIiçkiIerde sürekIi dönüçümIere, degiçikIikIere
ugramìyor mu?
Yani, çu veya bu çekiIde diIi kuIIanmakta oIan kiçi de biIerek veya biImeyerek benimsedigi veya benimsemedigi, o sìrada hatìrIadìgì veya
hatìrIamadìgì bazì biIgiIerin ve hatta duyguIarìn etkisi aItìnda söyIemek istediginizi diIe getirmekte degiI mi?
DiIi kuIIanmakta oIan kiçi de onu dinIemekte oIan da zaten her zaman, daha önceden izIer tarafìndan üzerinde çaIìçìImìç bir izIer
yumagì yazìsì degiI midir? Hatta kiçi kendi kendine düçünürken biIe, kendi kendisini etkiIemekte ve kendi kendisinden etkiIenme,
ögrenme durumu içinde oIup doIayìsìyIa degiçmekte degiI midir?
Demek ki iç söylemlerde de kendi içimizde iletiçime geçen bir kendi ve öteki vardìr ve bu ayrìm, bedenimizde herzaman karçìlìklì olarak çifte bir
hareketin dönüçüm ve üretimine yol açmaktadìr
Ìleri sürmek deyimiyle ilgili son bir boyuta daha deginmek istiyorum. Baçkalarìna yönelik sözlü veya yazìlì söylemlerde ileri sürülmek istenen
düçünce her zaman gerçeklere uygun olmayabilir. Bu kullanìlan kavramlarìn yetersizliginden veya kiçinin dikkatsizliginden, bilgisizliginden
kaynaklanan istenmeyen bir yanlìç yönlendirme veya etkileme olabilse de, ileri sürülen düçünce bile bile, kasten baçkasìnì veya baçkalarìnì
yanìltmak, aldatmak üzere düzenlenmiç olabilir. Kiçi yalan söylemle ötekini ve ötekileri yanlìç yönde etkilemek yönlendirmek ve böylece gerçegi
kendine saklayarak kiçisel bir yarar saglayabilecegini amaçlayabilir. Çogu zaman kolay farkedilse de, ispat edilmesi olanaksìz olan yalan
söylemler bizi bu için etik boyutuna götürebilir, ki bu baçlì baçìna çok derin bir konu. Hele günümüzde her alan da çeçitli maksatlarla ve
biçimlerde çogalan yalan söylemleri, yalanìn gizliden gizliye nasìl bir ahlaksìzlìk, kötülük olmaktan çìkarak, adeta bir erdem, bir baçarì olmaya
dönüçtügünü, bunun nerelerden kaynaklandìgìnì ve bu durumlarìn bizi nerelere, ne büyük tehlikelere sürükleyebilecegini gören; anlamak,
araçtìrmak isteyenler için.
Kìsacasì, çimdilik burada altìnì çizmek istedigimiz çey çudur: Varlìklar arasìnda insan denen varlìkta bir dilyetisi (fakültesi) ve dolayìsìyla
söylemek istemek (vouloir dire) gücü (bellek, bilinç) bir güçler (izler) arasì iliçkiler sisteminde yapìlanabildigi için, bir dil kurulabilmiç (sescil
veya grafik içaretler sistemi) ve onun kurumsallaçmasìyla insan düçüncelerini dìçarì vurmak üzere bir araç olarak kullanabildigi için, ister gündeIik
aIanda, ister biIimseI aIanda oIsun, yazìIì ve sözIü söyIemIer, yani diI bir yapì oIarak, beIki de en etkin bir güç kuIIanma, etkiIeme-
etkiIenme, yönIendirme-yönIendiriIme araç ì oIarak karçìmìza çìkìyor (Hele, bir de, ileri iletiçim teknolojisini de hesaba katarsak, ne kadar
FELSEFE FORUMU: Söylem Üstüne Söylemlere Dair. http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35526&PN÷3
1 -~ 3 19.11.2008 19:24
hìz ve etkinlik kazanìyor bu iç). Yaçamìmìzì hem olumlu hem olumsuz yönlendirebiliyor.
Fakat, yalnìz insan insanì mì yönlendiriyor dil aracì ile, ve tabii bilimsel dillerle? Yoksa insan ve insanlìktan öte tüm canlìlarì ve onlardan öte
cansìzlarì ve onlardan da öte, her zaman zaten bize gelmekte olan ölümün bize geliçini, etkilediklerimizin etkilerinin bize dönerek bizi etkileyiçini ve
dönüçtürüçünü de mi yönlendiriyoruz?
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 11.07.2004 Saat 15:54 | Kayitli IP
Öyleyse çimdi çöyle düçünebiliriz: Ilk sözün ve böylece bir dilin yapilanma sürecinin açiliçi, ayni zamanda insan denen
canlida bilincin ve bellegin açiliçina, hem de diç dünyada çeylerin açiliçina, yani, yer ve zamanin açiliçina içaret ettigini
düçünecek olursak, her anlatim (signification) hareketinde en az üçlü bir yapinin, varoluçun iliçkiye geçmekte oldugunu
varsaymamiz gerekecektir:
1) Çeyler dünyasi (insan bedeni dahil sujet ve referentler)
2)Kavramlar sistemi, veya bir izler sistemi yazisi olarak bellek yapisi,
3) Güdüsüz halinde, kurgusal, kurumsal bir içaretler sistemi olan dil adinda bir yapi.
Yani, sescil ve grafik birimlere dökülebilen dilsel objeler, sözcükler.
Bunlari da bellekte digerlerinden ayri ve farkli bir izler sistemi olarak düçünebiliriz.
Ve bu üçlü iliçkide sonuncu kategoride olanlarin yani sescil ve grafik içaretlemeleri, sözcükleri, diger iki sistematik oluçum
veya yüz arasinda bir menteçe rolü oynadigini düçünebiliriz.
Çünkü bu sonuncusu diger ikisi arasinda en bedensel, en materyal en kalici ve kurgusal izler yapisi oldugu için, yukarida
bahsettigimiz karçilikli yönlendirmelerle zaman içinde diger
ikisi köklü dönüçümlere ugrasalar bile, onlarin dönüçümlerini bu menteçe,
kalici yapi olarak tarih içinde bir arada tutabilecektir. Dönüçümlerin ortak
adres i olabilecektir
Bu durumda dilin doguçundan öncede varliklar ve yaçam oldugunu kabul
etmek zorunda olsak ta, tarihin doguçunu dilin doguçu ile eçzamanli düçünmemiz gerekmekte, ve dolayisiyla, dil bir üçlü yapi
olduguna göre, dil öncesinde bu dil yapisinin ortaya çikiçini destekleyecek, benzer bir yapilanma hareketinin oldugunu
varsaymamiz gerekmekte. Demek ki, o zamandan bu zamana dek üretilmiç ve üretilmekte olan sonsuz sayida ve içerikte
söylemler bulundugunu düçünmeliyiz.
Tabii söylemler arasinda, söylemlerin ilgi alanlarina veya sorularina göre siniflandirmalar vardir: gündelik söylemler, mitik
söylemler, felsefi söylemler, bilimsel ve edebi söylemler gibi. Ve tarihe baktigimiz zaman her söylem alaninin kendi tarihsel
süreci içinde yenidogumlara ve ölümlere tanik oldugundan bahsedebiliriz.
Fakat ne gibi koçullar ve durumlar veya güçler arasi iliçki, dilin ve tarihin dogumunu olanakli kilmiçtir?
Içte bir köken veya kaynak sorusu biçimi. Ve dolayisiyla bu sorunun da bir tarihi vardir ve onun doguçuna hazirlayan bir
zemin veya koçullar olmalidir.
Yukari dön

Anlamak
Sürekli ve Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
06.12.2001
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 3841
Gönderen: 12.07.2004 Saat 23:28 | Kayitli IP
Çimdi, söylem üstüne söylemleri, söylemler arasinda bir söylem türü
olarak düçünecek olursak, ve bu tür söylemlerin kendisini kendine konu ettigini düçünecek olursak, kendini kendine konu
eden her düçünce gibi, onun kendisine kendi kaynaginin veya olanakliliginin ne veya nasil bir durum oldugunu sordugunu
düçünmeliyiz.
Yani, bu durumda söylem üstüne söylemler, kendi kaynaklarini sorgulayan söylemler olarak, bir kaynak, bir baçlangiç
(origin) veya Öz(essence) sorusunu yanitlamaya giriçen söylemler olarak görülüyor. Bu tip sorularin tarihte ilk defa eski
Yunanda ortaya çiktigini düçünecek olursak, günümüzdeki deyimiyle söylem üstüne söylemlerin kaynak veya dayanak
arayiçlari olarak felsefi söylemler gelenegine ait oldugunu düçünmeliyiz.
Dil-kullanimi (language) ile ilgili sorunlar hiçbir zaman diger sorunlar arasinda bir sorun olmamiçtir. Çünkü dilimizin,
söylemlerimizin sorunsallaçmasi bütün söylemlerin ve iliçkilerin sorunsallaçmasi demek oluyor. Içte bu yüzden, eski
Yunandan beri dil konulari, felsefenin temel konusu olmuçtur. Ve tarihe bakacak olursak dilimizin ve anlamin kaynaginin,
güvencesinin sorgulanmasi, köken sorusunun ortaya atilmasi, bu sorunun eski Yunanda ilk açiliçinda oldugu gibi, her
zaman büyük toplumsal kargaçalarin ve tehlikelerin yaçandigi zamanlarda tekrarlandigini görüyoruz. Yani, dilimizin
sinirlarinin silinerek sinirsizlaçtigi ve kendine güvenini kaybettigi zamanlarda.
Çimdi felsefe tarihini dilimizin ve dünyamizin bozulan düzenini ve tehlikeye giren yaçami sürdürebilmek (yani ölümü
erteleyebilmek) üzere giriçilmiç güvence ve kaynak arayiçlari tarihi olarak görürsek , bu arayiçlarin çok çeçitli niyetlerle
ve metodlarla çeçitli yerlere yöneldigini görüyoruz.
Fakat yöneldikleri kaynak yeri bakimindan üçe ayirabiliriz:
Metafizik geleneginde anlamin kaynagi, sözlü dünyanin diçinda ve ondan bagimsiz bir Logos , bir tam-bulunuç olarak
varsayiliyor. Hegel sonrasi dönemlerde dünyamizda yaçanan sorunlar ve bilimlerin baçarilarinin etkisiyle, Tanrinin,
Felsefenin ve Ideolojilerin ölümünün ilanindan sonra bile, bu arayiçlar sona ermek bir yana, daha da çogalip çeçitleniyor; ve
görüyoruz ki, bunlarin hepsi de bir kriz, bir tehlike söyleminden kaynaklaniyor.
Fakat felsefenin ölüm ilanindan sonra kaynak arayiçlari genellikle, yer olarak tarih- içi , bilinç-içi bir yere yöneliyor.
Dolayisiyla görüyoruz ki, metafizik düçünce reddedilse bile onun merkeziyetçi, tek-soylu bir tam-bulunuç önvarsayimindan
kendini kurtaramiyor.
Üçüncü tip bir kaynak yerine yönelmeyi Jacques Derridada görüyoruz. Bu düçünür metafizikten bütünüyle kurtulmanin
olanaksiz oldugunu, ancak onun bir deconstructionundan geçerek onun diçina adim atilabilecegini söylüyor, ve
digerlerinden kökten bir farkla iki-soylu, çifte yazili bir kaynak anlayiçini geliçtiriyor. Bu durumda, kaynak yeri ne tarihin
içinde, ne de tarihin diçinda tutulan bir yer oluyor. O, görülen bilincin biçimlerin içinde sakli ve baski altinda tutulan bir
sessiz, gizli yazi olarak bulunuyor. Ve kendini söylemese bile, bir biçimde kendini belli eden ve dolayisiyla deçifre edilebilir
FELSEFE FORUMU: Söylem Üstüne Söylemlere Dair. http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35526&PN÷3
2 -~ 3 19.11.2008 19:24
bir yazi olarak düçünülüyor. Derrida gelecegin düzeninin kaynagin bu yazinin okunmasindan geçmek zorunda oldugunu,
böyle bir sorumlulugun alinmasi gerektigini savunuyor.
Bu üç örnekle günümüzde köken arayiçlarinin ne kadar birbirinden farkli yönlere yöneldigini göstermek istedim, gittikçe
çogalan bu arayiçlar küreselleçen dünyamizda sorunlarin da küreselleçerek büyüdügünün göstergesi sayilabilir. Sorunlarin
büyüklügü karçisinda umutsuzluga düçsek de gene de yilmamaliyiz. Çünkü dünyada içler bozuluyorsa sistematik olarak
bozulmakta, öyleyse herçeyin baçi o kadar da boç degil. Sistematik olarak bozulan sistematik olarak düzeltilebilir. Yeter ki
nerelerde araçtirma yapacagimizi hangi ortak zeminde bir araya gelebilecegimizj bir an önce bilebilelim. Içte bu iç için,
Montaignenin dedigi gibi söylem üstüne söylemlere çok iç düçüyor.
Söylem Üstüne Söylem
Dogu Bati Dergisi-Sayi 9
1999
Yukari dön

Piquedram
Kidemli Üye
Katilma Tarihi:
10.06.2004
Yer: Turkey
Baglanti Durumu:
Offline
Gönderilenler: 231
Gönderen: 14.07.2004 Saat 17:54 | Kayitli IP
batil inançlar,acaba buna örnek olabilir mi?
Yukari dön

Eger Bu Konuya Cevap Yazmak Istiyorsaniz Ilk Önce giriç
Eger Kayitli Bir Kullanici Degilseniz Ilk Önce Kayit Olmalisiniz

Yazici Sürümü
Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
FELSEFE FORUMU: Söylem Üstüne Söylemlere Dair. http://www.IelseIeekibi.com/Iorum/Iorum¸posts.asp?TID÷35526&PN÷3
3 -~ 3 19.11.2008 19:24

Das könnte Ihnen auch gefallen