Sie sind auf Seite 1von 94

ULUSAL ÇEVRE EYLEM PLANI

arazi kullanımı
ve
kıyı alanlarının yönetimi

Danışman : Semra Ener ONGAN

Odak Noktası Kuruluş : İLLER BANKASI

Mart 1997
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

ISBN 975 – 19 – 1676 - 3 (basılı nüsha)

Bu Çalışma Devlet Planlama Teşkilatının görüşlerini yansıtmaz. Sorumluluğu yazarına aittir. Yayın ve referans
olarak kullanılması Devlet Planlama Teşkilatının iznini gerektirmez; İnternet adresi belirtilerek yayın ve referans
olarak kullanılabilir. Bu e-kitap, http://ekutup.dpt.gov.tr/ adresindedir.

Bu yayın 500 adet basılmıştır. Elektronik olarak, 1 adet pdf dosyası üretilmiştir

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ i

KATILIMCI LİSTESİ ii

1. DUYARLI ALANLAR 1

1.1. DENİZ ORTAMI 1


1.1.1. Tanım 1
1.1.2. Deniz Ekosistemler
1.1.2.1. Jeolojik ve Jeomorfolojik Üniteler 1
1.1.2.2. Kıyı Kumulları 3
1.1.2.3. Yaşayan Deniz Kaynakları - Su Ürünleri 5
1.1.3. Sorunlar 8

1.2. KITA İÇİ SU KAYNAKLARI 9


1.2.1. Sulak Alanlar 9
1.2.2. İçme Suyu Kaynakları 13

1.3. BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK VE YABAN HAYATI YAŞAM ALANLARI 15


1.3.1. Tanım 15
1.3.2. Sorunlar 17

1.4. TARIM ALANLARI VE MERALAR 17


1.4.1. Tanım 17
1.4.2. Tarım Alanlarının Tarım Dışı Kullanımı 19

1.5. ORMANLAR 20
1.5.1. Tanım 20
1.5.2. Kadastro Sorunu 22
1.5.3. Orman Köylüsü 22

1.6. ORMAN BAKANLIĞI MİLLİ PARKLAR VE AV-YABAN HAYATI


GENEL MÜDÜRLÜĞÜNCE UYGULANAN STATÜLERCE
TANIMLANMIŞ DOĞAYI KORUMA ALANLARI
-Milli Parklar, Tabiat Parkları, Tabiat Anıtları, Tabiatı Koruma Alanları 23

1.7. 2863 SAYILI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA


KANUNU'NA GÖRE TANIMLANMIŞ KÜLTÜR VARLIKLARI
-Tabiat Varlıkları, Sitler, Koruma Alanları 26
1.7.1. Tanım 26
1.7.2. Sorunlar 28

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.8. 2872 SAYILI ÇEVRE KANUNU UYARINCA İLAN EDİLEN ÖZEL


ÇEVRE KORUMA ALANLARI 29
1.8.1. Tanım 29
1.8.2. Sorunlar 30

1.9. 2960 SAYILI BOĞAZİÇİ KANUNU'NA GÖRE KORUMA


ALTINA ALINAN ALANLAR 31

1.10. ÜLKEMİZİN TARAF OLDUĞU ULUSLARASI SÖZLEŞMELER


UYARINCA KORUNMASI GEREKLİ ALANLAR 32
1.10.1. Kuşların Himayesine Dair Uluslararası Sözleşme 32
1.10.2. Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarını
Koruma Sözleşmesi (Bern Sözleşmesi) 33
1.10.3. Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi
(Barselona Sözleşmesi) 33
1.10.4. Akdeniz'de Ortak Öneme Sahip 100 Kıyısal Tarihi Sit
(Cenova Deklerasyonu) 33
1.10.5. Akdeniz'e Has Nesli Tehlikede Olan Deniz Türleri
(Cenova Deklerasyonu) 34
1.10.6. Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair
Sözleşme (Dünya Mirası Sözleşmesi) 34
1.10.7. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 34
1.10.8. Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası
Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme
(Ramsar Sözleşmesi) 34

1.11. KENTSEL ORTAM 35

2. DUYARLI ALANLARA ETKİSİ OLAN KULLANIMLAR 36

2.1. KIYI YAPILARI 36

2.2. TURİZM VE İKİNCİ KONUT 38

2.3. ENERJİ AMAÇLI KULLANIMLAR 42

2.4. SANAYİ AMAÇLI KULLANIMLAR 45

2.5. ULAŞIM AMAÇLI KULLANIMLAR 46

2.6. KENTSEL KULLANIMLAR 49

3. TÜRKİYE'DE PLANLAMA 51

3.1. TANIM 51

3.2. TARİHSEL ÇERÇEVE 51

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

3.3. PLANLAMADA BUGÜN 54


3.4. PLANLAMA ANLAYIŞININ SORUNLARI 54
3.5. KIYI PLANLAMASI 56
3.5.1. Kıyı Bölgelerindeki Sorunlar 56
3.5.2. Kıyılarda Yasal Düzenlemelerden Kaynaklanan Sorunlar 57

4. POLİTİKALAR VE STRATEJİLER 60

4.1. BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARINDA ÇEVRE


POLİTİKALARI 60

4.2. TÜRKİYE'DE KAMU ARSA VE ARAZİLERİ ÜZERİNDE


UYGULANAN POLİTİKALAR 61

5. DEĞERLENDİRME 64

6. ÖNERİLER 70

6.1 ULUSAL ÇEVRE STRATEJİSİ VE POLİTİKALARIN


BELİRLENMESİ 70

6.2. YÖNETSEL YAPIDAKİ DÜZENLEMELER 70

6.3. YASAL YAPIDAKİ DÜZENLEMELER 71

6.4. PLANLAMA ALANINDAKİ DÜZENLEMELER 72

6.5. UYGULAMA SİSTEMLERİNİN OLUŞTURULMASI 73

6.6. KATILIM 73

6.7. VERİ TABANININ OLUŞTURULMASI 73

KAYNAKLAR 76

EKLER
Ek 1. Deniz Kaplumbağaları Üreme Alanları 81
Ek 2. Özel Çevre Koruma alanları 82
Ek 3. Akdeniz’deki Önemli Tarihi Sit Alanları 83
Ek 4. Türkiye’nin Su Havzaları 84

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

ÖNSÖZ

Sürdürülebilir kalkınmanın temini için, ekonomik ve sosyal politikalar yanında,


çevreyle ilgili stratejinin geliştirilmesi, çevreye ilişkin öncelikler hiyerarşisinin belirlenmesi
ve yatırım kararlarının alınmasında etkin çevre politikalarının oluşturulması amacıyla,
“Ulusal Çevre Eylem Planı”nın hazırlanması gündeme gelmiştir.

Ülkemiz için bir Ulusal Çevre Eylem Planı hazırlanması süreci, 1995 yılının ilk
aylarında başlatılmıştır. Teşkilatımız koordinatörlüğünde ondokuz konu bazında çalışma
grupları kurulmuştur. Dünya Bankası ile 20 Temmuz 1995 tarihinde imzalanan anlaşma
uyarınca Kurumsal Geliştirme Fonu (Institutional Development Fund) kaynaklarından
alınan hibe ile proje için finansman sağlanmıştır. Çalışma Gruplarının oluşturulmasında
yaygın bir katılım sağlanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla kamu ve özel kuruluşlar yanında,
üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve mesleki kuruluşlardan temsilciler
çalışma gruplarına davet edilmiştir. Çalışma gruplarının üyelerinin önerileri doğrultusunda
gerekli durumlarda yeni üyeler davet edilerek, dinamik ve katılımcı bir çalışma süreci
başlatılmıştır. Çalışma Gruplarının çalışmalarını koordine etmek üzere her bir grup için bir
“Odak Noktası Kuruluş” seçilmiştir. Proje kapsamında tutulan yerel danışmanlar eliyle,
ülkemizdeki mevcut veri ve bilgilerin analizi, değerlendirmesi yapılmıştır. Eylem planına
temel teşkil edecek saptamalar ve öneriler, çalışma grupları ve danışmanların işbirliği ile
çalışma grubu raporuna yansıtılmıştır.

Bu rapor, yukarıda anlatılan süreç sonucunda, birbirinden bağımsız olarak hazırlanan


ondokuz rapordan biridir. Raporun içeriği, çalışma grubunca tartışılan ve üzerinde
mutabakata varılan ortak görüşler yanında, raporu kaleme alan danışman(lar)ın öznel
görüşlerini de içermektedir. Ulusal Çevre Eylem Planı’nın hazırlanıp resmen kabulünden
önce, çevre konusunda çalışan planlamacılar, yürütücüler, araştırmacılar ve diğer
ilgilenenlerin kullanımına sunulmak üzere Teşkilatımız ondokuz raporun ivedilikle
yayımlanmasına karar vermiştir. Daha sonra bu raporların girdileri kullanılarak ortaya
çıkacak olan sentez rapor, Ulusal Çevre Eylem Planımızı oluşturacaktır.

Çalışma Gruplarının oluşturulması, koordine edilmesi, toplantılarının organize edilmesi,


gerekli verilerin sağlanması, çoğaltılması ve dağıtılması, raporların değerlendirilmesi gibi
hususlarda özveri ile çalışan bütün Odak Noktası Kuruluş Temsilcilerine, Çalışma
Grubu Üyelerine, Proje Koordinatörü sayın İstiklal Alpar’a ve çevre sektörü
uzmanlarımızdan sayın Sema Alpan’a; İhale ve Değerlendirme Komisyonumuzda görev
alarak, yoğun mesai veren Çevre Bakanlığı temsilcisi sayın Serap Kuleli’ye, Dünya
Bankası temsilcisi sayın Füruzan Bilir’e, Genel Sekreterliğimiz elemanlarından sayın
Yaşar Gülsoy’a; üstün gayretleri ile projenin aksamadan yürütülmesi için çalışan proje
asistanı sayın Ülya Çamur’a bu vesileyle teşekkür ederim.

Necati Özfırat
Müsteşar

i http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

KATILIMCI LİSTESİ

KURULUŞUN ADI KATILIMCILAR

Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü Ayşe AKBAY


Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü H. Aslı ÖZAYLAK
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Ayşe SAYIN
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Emel KIVAN
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Solmaz AKPOLAT
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Tülin ÖZBİÇER
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Belma TEKİNBAŞ
Boğaziçi Üniversitesi, Çevre Bilimleri Enstitüsü Prof. Dr. Günay KOCASOY
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Ayşe ÖZTÜRK
BUSKİ Başkanlığı Esin BAKIM
Çevre Bakanlığı, Çevre Koruma Genel Müdürlüğü Can GÜNEY
Çevre Bakanlığı, ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü Fatih ARPAKUŞ
Çevre Bakanlığı, ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü Gülsün YEŞİLHÜYÜK
Çevre Bakanlığı, ÇEKÖK Genel Müdürlüğü Gürsel GÜNDOĞDU
Çevre Bakanlığı, ÇEKÖK Genel Müdürlüğü Hale ERTORUN
Çevre Bakanlığı, ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü Jale EMEKDAŞ
Çevre Bakanlığı, Çevre Koruma Genel Müdürlüğü Nilgün ÖNDER
Çevre Bakanlığı, ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü Seçkin DEMİRÖZ
Çevre Mühendisleri Odası Nizamettin Sırrı KAZANCI
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Mustafa ERYILMAZ
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı Arzu YETİK
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı Hasan AZTOPAL
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı Dr. Mualla ÜLKER
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı Nilgün EGEMEN
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı Nejdet ÇALIŞ
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı Selma GÜVEN
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü Cem DALGÜN
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Cansen AKKAYA
Doğal Hayatı Koruma Derneği Elif KARAER
Doğal Hayatı Koruma Derneği Filiz DEMİRAYAK
GAP İdaresi Başkanlığı Vedat ÖZBİLEN
İller Bankası Genel Müdürlüğü Tülin YOĞURTÇUOĞLU
İller Bankası Genel Müdürlüğü Şükrü AKSOY
Karayolları Genel Müdürlüğü İsmail SEKBAN
Karayolları Genel Müdürlüğü Nur Sevilay NAR
Karayolları Genel Müdürlüğü Gürkan DEMİREL
Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı Hasan GÜMÜŞ
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Cahit YILMAZ
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Rıfat SİLSÜPÜR
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Mübeccel DOKUZOĞLU

ii http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

KATILIMCI LİSTESİ

Kültür Bakanlığı Mine KANGAL


Küresel Denge Derneği Coşkan DAŞ
MTA Genel Müdürlüğü Dr. Kenan TÜFEKÇİ
MTA Genel Müdürlüğü Metin SARIASLAN
Orman Bakanlığı, Ağaçlandırma Erozyon Kontrol Gn Md. Arif NEMLİOĞLU
Orman Bakanlığı, ORKÖY Genel Müdürlüğü Bünyamin KAYA
Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Fevzi AKÇABAY
Orman Bakanlığı, Milli Parklar Av Yaban Hayatı Gn. Md. Muzaffer DOĞRU
Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Osman ÇELİK
Orman Bakanlığı, Milli Parklar Av Yaban Hayatı Gn. Md. Ramazan DİKYAR
Orman Bakanlığı, Milli Parklar Av Yaban Hayatı Gn. Md. Sami ÖLÇER
Orman Bakanlığı, ORKÖY Genel Müdürlüğü Talip ÇALIKOĞLU
Orman Bakanlığı, Ormancılık Araştırma Müdürlüğü Dr. Sait KILIÇKIRAN
Orman Mühendisleri Odası Abbas ŞAHİN
Orman Mühendisleri Odası Kenan ÖZTAN
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Sebahattin SAĞIN
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Yıldız KOÇ
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Adnan GÜRDAL
Sağlık Bakanlığı Hüseyin ACAR
Sualtı Araştırmaları Derneği Zafer KIZILKAYA
Şehir Plancıları Odası Feridun DUYGULUER
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Aylin BUDAK
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Mustafa TÜYSÜZ
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Dr. Mustafa ULUÇ
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Betül SATIN
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Rabia YAHŞİ
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Hülya ULA
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Yaşar KAYABAŞI
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Yüksel DİZDAR
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dr. Ülkü MERTER
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı Ayla TEKER
Turizm Bakanlığı Sedat SERT
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Aytaç ARBAŞ

iii http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1. DUYARLI ALANLAR

1.1. DENİZ ORTAMI

1.1.1. Tanım

Deniz ortamı, özenle korunması, en verimli şekilde, uygun amaçlar için kullanılması
gereken doğal kaynakların bir parçasıdır.Doğal kaynakların korunması, yararlı kullanılması
ve insan sağlığı açısından deniz ortamı kapsamına giren alanların sınırını çizmek zordur.
Bu sınır, kullanım amaçlarına bağlı olarak bazı bölgelerde çok dar, bazı bölgelerde ise
karadan kilometrelerce uzakta olabilir. Bu çalışma kapsamında deniz ortamı olarak, deniz-
insan ilişkilerinin en yoğun olduğu yakın kıyı ele alınmıştır.

Gerek 3086 sayılı eski Kıyı Yasası, gerekse halen yürürlükte olan 3621 sayılı Kıyı
Yasası’nın 4. maddesi "Kıyı Kenar Çizgisi" ni, "Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda,
kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık,
kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı" olarak tanımlar. Yasaya
göre, "Kıyı Kenar Çizgisi" ile kıyı çizgisi arasında kalan alan, "Kıyı" ve kıyının bittiği
yerden itibaren kara yönünde "Sahil Şeridi" başlamaktadır.Kara-deniz etkileşiminin en
yüksek düzeyde olduğu kıyı alanları, çağımızın hızlı nüfus artışı ve ekonomik gelişmeyi en
üst amaç sayan yaşam biçimi ile yoğun ve bilinçsiz bir kullanıma sahne olmaktadır.

Bu alanda hızla yitirilme ve bozulma tehlikesi ile karşı karşıya olan denizsel-karasal
akvatik mekan birimleri şu başlıklar altında incelenebilir:

-Jeolojik, Jeomorfolojik Üniteler;


(Kayalıklar, Yarlar, Deniz Mağaraları, Marsh Alanları, Kıyı Kordonları, Kıyı
Okları, Tombolar, Komet Kuyrukları, Lagünler, Deltalar, Kumsallar, Kıyı
Kumulları)
-Yaşayan Deniz Kaynakları
(Bölgesel Deniz Bitki Örtüsü, Su Ürünleri)

1.1.2. Deniz Ekosistemi

1.1.2.1. Jeolojik ve Jeomorfolojik Üniteler:

Uluslararası bilimsel çalışmalarda, korunması gerekli duyarlı alanların listesinde yer


almasına rağmen, ülkemizde jeolojik ve jeomorfolojik üniteler, o alandaki kullanımlara bir
mühendislik verisi olarak girdi olmaktan öteye geçmemektedir. Oysa ki özellikle kıyı
alanlarında yapılan tüm faaliyetler, önce çevrenin ekosistemini etkiler ve önceden tahmini
olanaksız değişimlere neden olur [1].

Kıyılardaki jeolojik ve jeomorfolojik doğal değerlerin korunması yasal olarak birden fazla
bakanlık ve kuruluşun görev alanları kapsamındadır.

1 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1971 tarihinde yürürlüğe giren 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 20. maddesi ile, iç
sulara ve denizlerdeki istihsal yerlerine ve civarlarına zararlı maddelerin dökülmesi veya
dökülecek şekilde tesisat yapılması yasaklanmıştır. Hangi maddelerin dökülemeyeceği ve
tolere değerleri Su Ürünleri Yönetmeliği’nde belirtilmiştir.

1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun bazı maddeleri 28.5.1986 tarihinde 3288 sayılı
kanunla tadil edilmiştir.

2873 sayılı ve 9.8.1983 tarihli Milli Parklar Yasası’nın 2. maddesinin "d" şıkkı "...bilim ve
eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş
ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve
mutlak korunması gerekli olup, sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere
ayrılmış tabiat parçaları..." olarak tanımladığı alanları "Tabiatı Koruma Alanı" olarak ilan
etmiş ve bu görevi de Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel
Müdürlüğü'ne vermiştir.

2863 sayılı ve 21.7.1983 tarihli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'nın 3.


maddesi, "...jeolojik devirlerle tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup, ender bulunmaları
veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli yer üstünde, yer altında veya
su altında bulunan taşınmazlar..." diye tanımladığı alanları "Taşınmaz Tabiat Varlıkları";
"... ilginç özellik ve güzelliklere sahip olan ve ender bulunan korunması gerekli alanları ve
taşınmaz tabiat varlıklarını..." kapsayan alanları da "Tabii Sit" olarak tanımlamış ve bu
görevi de Kültür Bakanlığı, Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'ne
vermiştir.

Aynı zamanda gerek kıyı ve deniz içerisinde yapılacak inşaat/mühendislik yapıları gerekse
kıyı-deniz dengesi ile ekolojik denge ve çevre konusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir,
Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı'nın da ilgi alanına girmektedir. Daire
Başkanlığı konu hakkında ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde gerekli görüş
bildirimleri ve çalışmalarında bulunmaktadır.

2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu; "Deniz, göl ve akarsular ile kıyıları, özelliklerini
bozucu ve yıpratıcı şekilde kullanılamaz. Bu yerlerde kum, çakıl ve taş gibi çeşitli
şekillerde yararlanma 1738 sayılı Seyir ve Hidrografi Hizmetleri Kanunu’na göre Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı'nın görüşü alınmak kaydı ile Bakanlığın iznine bağlıdır." hükmünü
taşımaktadır. 1738 sayılı Seyir ve Hidrografi Hizmetleri Kanunu ve bu kanunun
uygulanmasına ilişkin 7/17725 karar sayılı Yönetmelik ile "ülke denizleri ve sularında sahil
hatları, derinlikler ve oşinografisinde değişikliğe neden olabilecek her türlü çalışmada
Seyir ,Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı'nın görüşlerinin alınması zorunlu
kılınmıştır.

Yukarıda belirtilen yasal dayanaklara ve ilgili kurumların var olmasına rağmen, mevcut
durum yakın deniz ortamındaki duyarlı jeolojik ve jeomorfolojik ünitelerin koruma amacı
ile bir envanterinin bulunmadığı ve bu ünitelerin henüz her üç bakanlığın saptadığı koruma
statülerine alınmadığıdır.

2 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.1.2.2. Kıyı Kumulları

Kıyı kumulları doğada görülen en dinamik yapılardan biridir. Kıyı şeridinin gerisine dek
uzanarak kumul sırtları oluşturur ve sürekli değişim geçirirler; jeomorfolojik ve ekolojik
özellikleriyle çeşitli kurak ve sulak alan ortamları meydana getirirler. Kumullar; akarsu
deltaları, lagün, haliç ve tuzlaların varlığı için gereklidir; deniz kaplımbağaları, fok
balıkları, pek çok kuş türü gibi yalnız kıyı şeridinde bulunan nadir ve nesli tükenme
tehlikesi altındaki bitki ve hayvan türünün korunması açısından yaşamsal önem taşırlar.
Kumsalların yaşamı, çökeltilerin kumsala geliş gidişine bağlıdır.

Türkiye, Avrupa'nın en geniş kumul sistemine sahiptir. 8333 km.’lik kıyı şeridinde 845
km.’yi kaplayan alan (kıyıların % 10.1'i) kıyı kumullarıdır. Ülkemiz kıyılarında 110 adet
kumul sistemi varken bu sistemler hızla yok olmaktadır. Kıyı kumullarının bir kısmı Milli
Park statüsündeki alanların içinde, bir kısmı ise Tabiatı Koruma Alanı statüsündedir.
Avrupa ülkeleri kumul sistemlerini koruma bilincine erişene kadar, bu sistemlerin üçte
birinden fazlasını kaybetmiş duruma geldiler. Bu örnekten ders alınması gerekirken,
ülkemizde kumullar henüz jeomorfolojik ve ekolojik bir değer olarak kabul edilmemekte
ve hızla süren kıyı tahribi içinde yok olup gitmektedir [2].

Bu tahribin en önemli etkenleri:

Yapılaşma: Doğal görünüm ve ekolojik denge açısından kumul sistemleri üzerinde kısa
dönemde etkisini gösterse de uzun dönemdeki etkisi çok daha alarm vericidir. Kıyıda yol
ağlarının oluşturulması, turistik tesisler, yazlık konutlar ve diğer yapılaşma, kıyı sisteminde
meydana gelebilecek doğal gelişimlere yapay bir engel oluşturduğundan uzun dönemde
etkileri çok daha fazla olacaktır. Kumul sistemleri bir kıyı şeridi boyunca kumsalların
varlığını garantileyen doğal kum stokları oluşturur. Bu kumullar yapılaşma içinde sıkışıp
kaldıkça kumsallar erozyona karşı doğal yoldan beslenme şansını yitirerek, yok olma
tehlikesiyle karşılaşır. Deniz seviyesindeki yükselmelerle çok daha büyük boyutlara
ulaşması beklenen bu sorun ileride kısa dönem ticari karları kat kat aşacak kamu
harcamalarını gerektirecektir.

Küçük bir Akdeniz koyunda sahil şeridine paralel bir yolun yapılmasının ve arazinin
üzerindeki yapılaşmanın 5 yıl içinde karadan denize çökelti taşınmasının tümüyle
durmasına neden olacağı gösterilmiştir.

Daha küçük ölçekte, sistemden geçen küçük bir yol rüzgar erozyonunu arttırır ve kum
tepesiyle kumsalın dengesini değiştirebilir. Otopark ve otel inşaatının devingen bir kum
tepesine yapılması, kum tepeleriyle kumsal arasındaki alış-verişi engelleyip, ani erozyon
etkilerine neden olabilir.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, belirli bir yerde görülen kıyı erozyonunun
çoğunlukla bitişik sahillerde inşa edilen liman rıhtımları, set ve hendek gibi
uygulamalardan kaynaklandığıdır.

3 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Denizdeki tüm inşaatlar akıntıları ve kumsalın stabilitesini etkiler. İlk olarak inşaatın
çevresindeki ekosistem etkilenir. İkinci olarak, akıntıların yıl içindeki dağılımları eşit
olmadığı zaman tahmini önceden imkansız değişimler ortaya çıkar; kumla dolu limanlar,
tahrip edilmiş, sular altında kalmış kumsallar, erozyonu artıran etmenler bunlardan
birkaçıdır.

Barajlar, Sel Kontrolü ve Kanal Genişletme: Barajların, sel kontrolünün ve kanal


genişletmenin denize ve kumsala taşınan çökeltiler üstündeki etkileri doğrudan önem taşır.
Bir nehir kontrol altına alındığında, çökeltinin denize gidebilen kısmı sadece alüvyon ve
kilden oluşacaktır.

Sözkonusu faaliyetlerin çevreye olası etkilerinin belirlenmesi ve en aza indirilmesi,


07.02.1993 tarihinde yayınlanmış olan ÇED Yönetmeliği kapsamında değerlendirilmekte
ve mevcut yapının korunması-iyileştirilmesi amaçlı önlemlerin alınması sağlanmaktadır.

Nehirden veya Kumsaldan Kum Çıkartılması: Kumsallarda geri çekilme etkisi yapan bu
olumsuz kullanım, yol yapımı ve inşaat kumu gereksinimi nedeniyle yoğun bir şekilde
devam etmektedir. Çoğu zaman kanunsuz olarak, kaçak yapılan bu aktivite ne yazık ki bazı
durumlarda, "koruyucu" ve "denetleyici" kuruluş olan Belediyelerce de gerek kendi
gereksinimleri için, gerekse de ticaret amaçlı yapılmaktadır.

Ağaçlandırma: Bir kumsalın kum hareketine karşı doğal korunması, sadece doğal bitki
örtüsü ile sağlanabilir. Oysa ki ülkemizde birçok kumul sistemi egzotik ağaçlarla yapay
olarak sabitlenmiştir. Çok sayıda dikilen çam, kıbrıs akasyası ve okaliptüs ağacı, sistemin
toprak özelliklerini, jeomorfolojik ve hidrolojik yapısını tümüyle değiştirmiştir. Genelde
yaygın kanı, stabilite noksanlığının ağaçsızlıktan kaynaklandığı şeklindedir. Oysa
hareketliliğin nedeni, çoğunlukla kumul sırtlarının yok edilmesi ve insan kullanımıdır.

Ülkemizde küçük ölçekte ağaçlandırma çalışmalarının başlaması 1885 yıllarına kadar


gitmektedir. Fakat asıl faaliyet 1970'lerden sonra başlamıştır. Şimdilerde birçok kumul
ağaçlandırma projesi dev boyutlarda planlanmakta ve uygulanmaktadır.

1961 ve 1990 yılları arasında 10.672 hektarlık bir kumul alanı (Türkiye kumullarının
%29.1'i) ağaçlandırılmıştır. Bu faaliyetler, kumul bitki örtüsünün yok olmasına neden
olduğu için, son derece sakıncalıdır.

Deniz Bitki Örtüsünün Yok Edilmesi: Denizlerde "Benthic Phaneraomlar" ve yosunlar


(özellikle de Akdeniz'deki Posidonia Occanica) eş değerli koruma özelliği taşır. "Posidonia
Occanica dikey" (her yüzyılda bir metreye ulaşan) yıldan yıla büyürken, köklerinin arasında
çökeltileri tutar. Posidonia'nın yaprakları, ayrıca akıntıların azalmasına ve çökelti
taşınmasında birikimlere neden olur. Burada da deniz bitki örtüsünün kirlilik, çapa
atılması, taraklı ağ kullanılması nedeniyle yok edilmesi, üç veya beş yıllık bir zaman
içerisinde, kumsalın önündeki çökelti miktarına ve sahilin konumuna, düzeltilmesi
imkansız zararlar verir.

4 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Kırsal Faaliyetler: Avrupa'nın diğer ülkelerine paralel olarak, Türkiye'deki kumul


sistemleri de hayvan otlakları olarak kullanılmaktadır. Yüzyıllar boyu süren bu kullanımın,
sistemi yıkıcı niteliğe gelmesi, günümüzde otlatılan hayvan sayısının, bölgenin taşıma
kapasitesinin çok üstüne çıkmış olmasından ileri gelmektedir.

Yakma: Ülkemizde, tarıma elverişli hale getirme amacı ile kumul bitki örtüsünün
yakılması, günümüzde süre gelen faaliyetlerden biridir. Hayvan otlağı olarak kullanım ve
yakma, kumul sistemlerini olumsuz etkileyen, erozyona ve sistemin yok olmasına neden
olan öğelerdir.

1980'lerden beri, tüm bu faaliyetlerin sonucunda, en az 5000 ha. kumul alanı kaybedilmiş,
kıyılarımızda 110 adet olan kumul alanlarımızın sadece 30'u (%27'si) nisbeten bakir
durumda kalmıştır. 1980'den beri, her yıl aşağı-yukarı 1000 ha.'lık kumul alanımız tahrip
edilmektedir.

1.1.2.3. Yaşayan Deniz Kaynakları - Su Ürünleri

Su Ürünleri: Dünyada en hassas ekosistemler, su ortamlarıdır. Bu nedenle, çevre


kirlenmesinin etkileri, önce su kaynaklarında görülmektedir. Bu kaynaklar, dış tesirlerle
etkilendiğinde, ortamın fizikokimyasal ve biyolojik karakterleri bozulur. Kirlenme, biyotop
dengesini ve biyolojik kaynakların işletilmesini bozar, su ürünlerini kontamine ederek,
insan sağlığına zarar verir.

Yaşayan deniz kaynakları; deniz memelileri, deniz kuşları, kabuklu deniz canlıları ve deniz
organizmalarını (mercan kayalıkları, deniz bitkileri) kapsamaktadır.

Ülkemiz su kaynakları ve su ürünleri potansiyeli bakımından şanslı ülkeler arasındadır.


Sularımızda yaşayan türler bakımından, komşu ülkelere nazaran daha zengin bir balık
topluluğuna sahiptir [3, 4, 5].

Ancak, son zamanlarda su ürünleri stoklarımız, kirlilikten etkilenmeye başlamıştır. Gerek


endüstriyel atıklar, gerekse kanalizasyonların arıtımsız olarak su kaynaklarına verilmesi
sonucunda, Haliç, İzmit, İzmir körfezleri büyük ölçüde kirletilmiştir. Yine aynı nedenlerle,
Gemlik, Ayvalık, İskenderun Körfezleri kirlenmeye başlamıştır.

Su kirliliğine neden olan maddelerden pestisidler, ülkemiz tarımında önemli bir yer
tutmaktadır. Zirai mücadele ilaçlarının ekosisteme ve insan sağlığına olan zararları dikkate
alınarak, son yıllarda bunların yasaklanmaları yoluna gidilmiş, kimyasal ilaç tüketimini
azaltmak amacıyla, biyolojik mücadele çalışmaları başlatılmıştır.

Su ürünlerini olumsuz etkileyen diğer bir kullanım da, deterjanlardır. Deterjanlar,


boşaltıldıkları su ortamında köpük oluşturma, biyolojik ayrışma sonucu oksijen tüketme,
renk değişikliği, tabanda aşırı birikimlere neden olarak, canlı türünde, önce kokuşma ve
azalmalara, giderek de ortamın ölümüne neden olurlar.

Bunlara ek olarak, su kirliliğinin nedenleri arasında, ağır metaller, petrol kirlenmesi,


evsel atıklar, mikro-biyolojik kirlenme, termik santrallerin sıcak su atıkları sayılabilir.

5 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Yoğun yapılaşmanın -gerek yerleşim alanları, gerek turizm tesisleri ve tatil siteleri
şeklinde olsun- getirdiği insan nüfusu bu canlı alanını kısıtlamıştır. Bu tür kullanımların,
dalyan, su ürünleri yetiştiriciliği yapılan yerler, su ürünleri istihsal sahalarının veya nesli
tükenme tehlikesinde olan deniz yaşam alanlarının yakınında kurulduklarında olumsuz
etkileri kaçınılmazdır.

Gerek kontrolsüz insan aktiviteleri, gerekse atık suların arıtılmamış olarak sulara verilmesi
kirliliğe neden olmaktadır. Denetim altına alınmamış bir yat turizmi, ekolojik bakımdan
son derece tehlikeli olabilir.

Sanayi ve enerji üretimi amaçlı aktivitelerin yarattığı hava kirliliği de ekosisteme zarar
vermektedir. Asit yağmurları, fabrika bacalarından çıkan gaz ve partiküller doğayı
etkilemekte, ağaçları yakmakta, toprağı verimsiz hale getirmekte, suları kirletmekte, su
ürünlerine zarar vermektedir. Bu duruma örnek olarak Murgul Bakır İşletmelerinin tarıma
zarar verip her yıl çiftçiye tazminat ödemesi, Yatağan Termik Santrali civarında bulunan
çam ağaçlarının kuruması, çimento fabrikası bacalarından çıkan partiküllerin çevredeki
tarıma ve su ürünlerinin solungaçlarını tıkayarak onlara verdiği zarar örnek gösterilebilir.

Su kaynaklarının nesillerinin devamı, ancak bilinçli şekilde yapılacak yetiştiricilik, avcılık


ve su kirlenmesinin önlenmesi ile mümkündür. Ülkemizin bu konuda da, gerek araştırma
gerek denetim mekanizmalarında arzu edilir düzeye eriştiği söylenemez.

Nesli tehlikede bulunan deniz canlıları

"Deniz Kaplumbağaları: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nca 1995'de yayınlanan Su


Ürünleri Sirküleri'nin (29 no'lu Sirküler) 20/8. maddesinde; Deniz Kaplumbağası üreme
alanlarında kum ve çakıl çıkarılması yasaklanmıştır. 20/10-c maddesi ile teknelere bazı
yasaklar getirilmiştir. Bu Sirkülerin 6. maddesi ise şöyledir: "Yunuslar, Foklar, Deniz
Alaları, Deniz Kaplumbağaları, Banyo Süngerleri, Kırmızı Mercanlar, Siyah Mercanlar ve
Mersin Balıklarının (Huso-Huso türünün 140 cm.’den büyükleri hariç), iç sular dahil bütün
sularımızda avlanmaları, toplanmaları yasaktır."

Ülkemizin taraf olduğu Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma


Sözleşmesi (Bern Sözleşmesi) çerçevesinde nesli tehlikede olan ve Türkiye
sahillerini üreme alanı olarak kullanan deniz kaplumbağalarının korunması
yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Bu amaçla Çevre Bakanlığı koordinatörlüğünde
ilgili bakanlıklar, üniversiteler ve gönüllü kuruluşlardan oluşan Deniz
Kaplumbağaları İzleme ve Değerlendirme Komisyonu kurulmuştur. Komisyon,
Akdeniz ve Ege sahillerinde çalışmalarda bulunmuş ve deniz kaplumbağaları yuvalanma
alanı olarak 17 alan tesbit etmiştir. Bunlar; Gökova, Fethiye, Köyceğiz, Belek, Göksu
Deltası, Patara, Dalyan, Ekincik, Dalaman, Kale, Kızılot, Tekirova, Gazipaşa, Anamur,
Akyatağan ve Samandağı kumsalıdır. Sözkonusu alanlar için, koruma plan koşulları
geliştirilmiş, Kaş-Finike kumsalı ve Batı Antalya 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planına,
plan revizyonu ile işlenmiş, diğer alanların işlenme çalışmaları sürdürülmektedir. İzleme ve
değerlendirme komisyonu yaptığı periyodik toplantılarla yeni üreme mevsimi için çalışma
planları hazırlamakta ve bu darboğazı aşmaya çalışmaktadır. 1994 yılında, komisyon
toplantısında alınan kararların Çevre Bakanlığı genelgesi olarak uygulanması yönündeki

6 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

talimatlarla birlikte ilgili mercilere iletilmiştir. 17 üreme alanıyla ilgili olarak, 1995 yılı
yatırım programında yer alan bir proje çalışması da bulunmaktadır (Ek. 1)

Ayrıca Kültür Bakanlığı'nın koordinatörlüğünde Deniz Kaplumbağası yuvalama alanlarının


doğal sit ilan edilmesi çalışmaları devam etmektedir.

Akdeniz Foku: Nesli hızla tükenmekte olan Akdeniz foku 1966 yılında Uluslararası Doğa
ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN)'nin tür yaşatma komisyonu tarafından, nesli
tehlikede olan türleri içeren listelere dahil edilmiştir. Sözkonusu memeli türü, gerek
ülkemizin taraf olduğu Bern Sözleşmesi gerekse ulusal mevzuatımız uyarınca koruma
altına alınmıştır. Yine koruma amacına yönelik olarak 1988 yılında Avrupa Konseyi
tarafından Akdeniz fokunun yaşadığı tüm alanları kapsayan bir eylem planı hazırlanmış ve
Türkiye tarafından da kabul edilmiştir.

Araştırmalar ve istihbarat çalışmalarının sonuçlarına göre özellikle Marmara denizinde


Marmara adaları ve Erdek civarı, Ege'de Foça, Yalıkavak Bodrum, Çeşme, daha güneyde
Fethiye körfezi, Akdenizde Olympos Beydağları milli parkı sahilleri ve yakın adaları, daha
doğuda Gazipaşa, Aydıncık, Taşucu bölgeleri Akdeniz foku popülasyonunun potansiyel
habitatlarındandır. 1976 yılında Dilek yarımadası, Olympos ve Gelibolu milli park olarak
ilan edilmiştir.

Bütün bu ulusal, uluslararası mevzuatımızın getirdiği yükümlülüklere rağmen,


kıyılarımızda yaşayan Akdeniz fokunun popülasyonu; hızlı turizm aktiviteleri, aşırı balık
avcılığı, kirlenme, ikinci konut deniz trafiği gibi nedenlerden dolayı azalmaya devam
etmektedir. Foklarla ilgili çalışmaları izlemek, değerlendirmek ve koordinasyonu sağlamak
amacıyla Çevre Bakanlığı koordinatörlüğünde, ilgili bakanlıklar, üniversiteler ve gönüllü
kuruluşların katılımı ile ulusal bir komite kurulmuştur. 22-23 Ocak 19991 tarihlerinde
yapılan toplantıda fokların korunmasına yönelik "Ulusal Strateji" kabul edilmiştir. Ulusal
Strateji araştırma ve veri birikimi, koruma ve iyileştirme, eğitim komisyonunun
bilinçlendirilmesi ve katılım adı altında üç ana başlıktan oluşmuştur.

Ulusal komiteye bağlı olarak Akdeniz fokunun üreme bölgeleri olan Foça ve Yalıkavakta
yerel komiteler kurulmuştur.

Çevre Bakanlığı, kıyılarımızda sayıları gün geçtikçe azalan Akdeniz fokunun korunması
amacıyla "Akdeniz Fokunun Türkiye’de Korunabilmesi için Ulusal Stratejisinin
Uygulanması ve Foça Pilot Projesi" çalışmalarını başlatmıştır. Proje halen İstanbul
Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi tarafından yürütülmektedir [6].

Yaşayan deniz kaynaklarını korumaya yönelik birden fazla kurum ve kuruluş ve çoğu
çakışan birden fazla yasa yürürlüktedir. 1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Kanunu
çerçevesinde, 1988 tarihinde yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, deniz, göl
ve akarsulardaki kirlenmenin kontrolüne ilişkin detaylı ve etkin hükümler içermektedir.
Yaptırımcı bir bakanlık olmayan Çevre Bakanlığı’nın yönetmeliği, Valilikler ve Yerel
Yönetimler aracılığıyla uygulanmaya çalışılmakta ancak yeterli olmamaktadır.

7 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bu yasa ile çakışan, 1971 tarihinde yürürlüğe giren 1380 sayılı Su Ürünleri Yasası ve
1973'te yayınlanan Su Ürünleri Yönetmeliği ekinde, iç sulara ve denizlerde su ürünleri
istihsal yerleri belirlenmiş, bu yasanın 20. maddesine göre, sulara zararlı maddeler dökmek
veya dökülecek şekilde tesis yapmak yasaklanmıştır.Bu yasanın uygulama ve denetim
görevi de Tarım Bakanlığı’na verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nde yer alan standartlar ile 1380 sayılı Su Ürünleri
Kanunu’na ek olan Su Ürünleri Kontrol Yönetmeliği’nde çatışma mevcuttur. Bu
uyumsuzluk, uygulama ve denetimde karmaşa yaratmaktadır. Ayrıca çeşitli tarihlerde
yayınlanan kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelgelerde, konu ile ilgili, koruma
önlemleri almaya olanak sağlayan hükümler vardır. Örneğin; Köy Kanunu, Belediye
Kanunu, Milli Parklar Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Umumi
Hıfzısıhha Kanunu, İl İdaresi Kanunu, İmar Kanunu, Orman Kanunu, Turizmi Teşvik
Kanunu, Bakanlar Kurulu'nun 18.1.1990 tarihli Özel Çevre Koruma Kanunu.

1.1.3. Sorunlar

-Kıyı denizlerimizin yönetim, denetim ve izleme gibi idari, teknik ve bilimsel araştırma
görevlerini birden fazla kuruluş üstlenmiştir. Doğal kaynakların en yararlı şekilde
kullanımını ve korunmasını belirleyecek, koordinasyonu sağlayacak, yeterli teknik ve idari
kadrolara sahip bir üst düzey kuruluş mevcut değildir.

-Bu görevi yerine getirebilecek en uygun bakanlık olan Çevre Bakanlığı halihazırdaki
konumu ile bir üst düzey kuruluş olmayıp, yönetsel karmaşa zincirinin bir diğer halkası
konumundadır.

-Halihazır kuruluşlarda yoğun bir şekilde nitelikli personel açığı ve finansman sorunu
yaşanmaktadır.

-Uzun vadeli, kapsamlı ve kalıcı planlama ve stratejilerin eksikliği, siyasi baskılara, çıkar
çevrelerinin benmerkezci amaçlarına olanak sağlamakta; halihazır kuruluş ve yasaları
işlevsiz kılmaktadır.

-Su ürünleri alanlarının korunması için denetim yetersizdir. Aşırı ve kanun dışı avlanmalar
olmaktadır.

-Limanlarda gemilerin katı ve sıvı atıklarını toplayacak altyapı eksikliği nedeniyle, bu


atıklar denize boşaltılmaktadır. Bunların denetim ve cezalandırılmalarında hem idari
kuruluş, hem de denetim bölgeleri tanımlarında ortaya çıkan belirsizlikler, mevcut
yasaların etkin uygulanmasını engellemektedir.

-Yeterli alıcı ortam verisi toplanmadan ve değerlendirmeleri yapılmadan, bunu zorlayıcı


yönetmelikler etkin çalışmadığından, yetersiz ön arıtım ile derin deniz deşarjlarının yatırım
planları yapılmaktadır.

8 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

-Altyapı ve koordinasyon eksikliğinden dolayı, etkin denetim ve uygun arıtma sistemi


yaptırımı sağlanamamaktadır. Bu nedenle, özel ve kamuya ait sanayii kuruluşlarının atık
suları, kentlerin kanalizasyon suları, çoğunlukla doğrudan nüfusun yoğun olduğu sahil
kuşağına verilmektedir.

-Kıyıların turizm ve rekreasyon amaçlı kullanımı, su ürünleri potansiyelini ve doğal


ortamın ekolojik dengesini olumsuz yönde etkilemektedir.

-Kum çekme bölgeleri bilimsel olarak belirlenmediğinden, plansız ve aşırı kum çekimleri
kıyı bozulmalarına ve olumsuz sediman hareketlerine neden olmaktadır. Ayrıca, turizmi
olumsuz etkileyip kazalara yol açmaktadır.

Kıyı alanlarındaki plansız ve aşırı kum çekme konusu 1993 yılında Turizm Bakanlığı
koordinasyonunda yürütülen toplantılar sonucu ilgili bakanlığın 13.0-1247-74-74-27561
Sayılı yazısı ile belirli esaslara bağlanmıştır. Buna rağmen uygulama ve denetimin arzu
edilir düzeye ulaştığı söylenemez.

-Uzun vadeli kullanım politikasının eksikliğinden, yatırım bölgelerinde altyapılar yetersiz


bilgiler üzerine kurulmaktadır.

-Kıyı denizlerimizde çok sayıda kapsamlı-kapsamsız, uzun ve kısa süreli bilimsel


araştırmalar yapılmaktadır. Bu bilgilerin derlenmesinde yarar görülmektedir.
-Mühendislik hizmetine yönelik veriler, istenilen kapsamda toplanmamaktadır.

-Biyolojik çalışmalara yeterince ağırlık verilmemektedir.

-Ulusal izleme programı kapsamında birkaç araştırma kuruluşu bağımsız olarak, eksik
cihaz donanımları ile veri toplamaya çalıştığından, eldeki kaynaklar verimli
kullanılamamaktadır.

1.2. KITA İÇİ SU KAYNAKLARI

1.2.1. Sulak Alanlar

Tanım olarak "Sulak Alan" terimi bir takım ortak özelliklere sahip, kıyıdan uzak alanları,
kıyı ve deniz yataklarını, genel olarak kapsamına alır. 17.5.1995 tarih ve 21937 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan tanıma göre, Sulak Alanlar; "doğal veya yapay, devamlı veya
geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketlerinin
çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan bütün sular, bataklık,
sazlık ve turbiyeler"dir.

Güneş ışığının dibe kadar ulaşarak fito ve zooplanktonların, su altı ve su üstü bitkilerin,
aquatik hayvanların gelişmesine imkan veren, çok yeri saz, kamış gibi yüksek, kuşların
saklanmasına, yuvalanmasına ve barınmasına uygun olan sulak alanlar ornitolojik yönden
önemlidir.

9 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Montreux'de yapılan Akit taraflar toplantısında Sulak Alanların kriterleri tespit edilmiştir [7].

Sulak alanların biyolojik çeşitliliğe kaynak oluşturmanın ve kültürel miras olmanın yanısıra
aynı zamanda işlevsel değerleri vardır.Sulak alanların; yeraltı suyu reşarjı, yeraltı suyu
deşarjı, taşkın kontrolü, kıyı şeridi stabilizasyonu/ erozyon kontrolü, zehirli madde
alıkoyma, besin alıkoyma, biyolojik madde ihracı, fırtına koruması, rüzgar kıran görevi
yapması, mikro iklim stabilizasyonu, su taşımacılığı, eğlence ve turizm işlevlerinde
kullanılır orman kaynakları, doğal hayat kaynakları, dalyanlar, yem kaynakları, tarımsal
kaynaklar ve su temini işlevleri vardır [7].

Sulak alanların yok edilmesi, ya toplumların bunun doğru birşey olduğunu düşünmelerinin
ya da daha büyük faydalar sağlayabilmek için ödenmesi gereken küçük bir bedel olarak
görmelerinin sonucudur.Sulak alan kaybının nedenleri, insan faaliyetlerinin doğrudan veya
dolaylı etkileridir. Doğrudan olarak; tarım, ormancılık ve sivrisinek kontrolü amacıyla
kurutma, su ulaşımı ve taşkın kontrolü amcıyla tarama ve nehir kanalizasyonu, katı atık
depolama, yol yapımı, ticari, endüstriyel ve yerleşim bölgeleri yaratma amacıyla doldurma,
deniz ve su tarımı için tadilat, baraj, bent, duvar, dalgakıran inşası, tarımsal ilaç,
kanalizasyon ve tortu karışması, turba, kömür, çakıl çıkarma, yeraltı suyu tecriti faaliyetleri
sulak alanları yok ederken, dolaylı olarak da barajlar, derin kanallar yüzünden tortu
birikmesi, kanal, yol v.b. yüzünden hidrolojik değişiklikler, yeraltı suyu, petrol, gaz ve
diğer minerallerin çıkartılması sonucu sulak alanların yer değiştirmesi yok olma
nedenleridir[7].

Türkiye'de bataklık, sazlık ve küçük sığ göllerin kurutulmasına sıtma hastalığının olduğu
yıllarda başlanmış, ilgili mevzuat hükümlerine dayanılarak çok sayıda göl ve bataklık
kurutulmuştur. 1950'li yıllarda DSİ Genel Müdürlüğü bataklıkların kurutulması görevini
yüklenmiştir. Daha sonra eski adıyla Toprak - Su Genel Müdürlüğü, şimdiki adıyla Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü'de bu hizmetlere katılmıştır. Zamanla bataklık kurutma
amacı, yeni tarım alanı kazanma haline gelmiş ve giderek yaygınlaşmıştır. Bu dönemde
ornitolojik yönden büyük önem taşıyan Amik, Emen, Gavur, Sığla, Kestel, Simav, Efteni,
Ladik gölleri, Aynaz ve Karasaz bataklıkları ile çok sayıda küçük sulak alan kurutulmuştur.
1986 yılı sonuna kadar kurutulan sulak alan toplamı 190 000 hektarın üstündedir.

Bu kurutma faaliyetlerinin sonunda elde edilen arazilerin ancak %35'i tarıma elverişli hale
gelebilmiştir. Ayrıca, arazilerin bir kısmında mülkiyet ihtilafları halen devam etmektedir.
Tarıma elverişli olmayan kurutulmuş alanların civar köylere mera olarak tahsisi yoluna
gidilmiş, ancak tuzlanma, turbiyelerin yanması ve rüzgar erozyonu gibi nedenlerle toprak
verimsizleşmiş ve bu meraların büyük bir kısmı, kısa sürede çoraklaşmıştır.

Ülkemizde son yıllarda sulak alanlara ve bunların ürünlerine bağımlı insan nüfusunun hızla
artması sonucu pek çok sulak alan, düzensiz ve aşırı bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Bu durumda pek çok sulak alan yok olma sürecine girmiştir.

Bu alanlar Türkiye'de hala büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Sulak alanların ilgili
çevrelerde bilinen öneminin diğer sektörlere ve kuruluşlara yeterince aksettirilmemiş olması
bu tehlikenin en büyük nedenidir. Günümüzde sulak alanların kurutulmasını öngören yasalar
halen varlıklarını sürdürmektedir. Ülkemizin diğer doğal değerlerinde olduğu gibi sulak
alanların da bir envanteri yapılmamıştır. Çevre Bakanlığı, gönüllü kuruluşlar ve yabancı

10 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

uzmanlar tarafından bugüne kadar yapılan çalışmaları değerlendirerek uluslararası öneme


sahip sulak alanların bir listesini çıkarmıştır [8].

Bu konuda yapılan çalışmalar yetersiz olmakla birlikte eldeki verilere göre ülkemizde 18'i
"A" sınıfı ve 44'ü "B" sınıfı olmak üzere toplam 62 uluslararası nitelikte Sulak Alan olduğu
belirlenmiştir.

Orman Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve gönüllü kuruluşlarca olumlu bir takım koruma
çalışmaları başlatılmış, bu amaca yönelik aşağıdaki adımlar atılmıştır:

-DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen "Bafra Ovası Sulama Projesi" revize edilmiş ve
Delta'da yer alan göllerin kurutulması önlenmiştir.

-Menderes Delta'sında yapılan çalışmalar neticesinde, Delta'da yer alan çayır ve meraların
doğal yapılarının korunması, tarımsal faaliyetlere izin verilmemesi için durum, Milli Emlak
Genel Müdürlüğü ve Aydın Valiliğine bildirilmiş, alana Milli Park statüsü kazandırılmıştır.

-Sultan Sazlığı 1971 yılında Orman Bakanlığınca "Su Kuşlarını Koruma ve Üretme Sahası"
statüsü verilerek korumaya alınmıştır. Bozulan su rejiminin düzenlenmesi için ilgili
kuruluşların katılımı ile toplantılar düzenlenmiş, Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av-
Yaban Hayatı Genel Müdürlüğünce çalışmalar başlatılması sağlanmıştır. Sultan Sazlığı'nı
kurutmaya yönelik bir çalışma olan Develi Projesinin revize edilerek, 1970'li yıllarda
sahanın kurutulması Orman Bakanlığınca önlenmiştir. Aynı zamanda Türkiye Tabiatını
Koruma Derneği tarafından da proje çalışması yapılmıştır.

-Günümüze kadar "A" Sınıfı sulak alanlardan 13 saha, "A" Sınıfı dışında kalan Sulak
Alanlardan da 15 saha Orman Bakanlığınca çeşitli koruma statülerine alınmıştır.

-DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen ve %60 bedeli Çevre Bakanlığınca karşılanan


"Mucur-Seyfe Gölü Ekoloji Koruma Projesi" 'nin Seyfe Gölü sulak alan ekosistemine
olabilecek etkileri konusundaki çalışmalar devam etmektedir.

-DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen Konya Ovası Sulama II. Merhale Projesi
değerlendirilmiş, yapılan toplantılar ve incelemeler neticesinde DSİ Genel Müdürlüğünce
projede öngörülen 1117,58 m. su seviyesinin 1121,03 m.’ye çıkarılması sağlanmıştır.

-1971 yılında İran'ın Ramsar kentinde imzaya açılan ve sadece sulak alanların korunmasına
yönelik bir sözleşme olan Ramsar Sözleşmesine (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı
Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi) taraf olma
çalışmaları 1992 yılında başlatılmıştır. Bu amaçla ilgili kurum ve kuruluşların katılımı ile
bir dizi toplantı yapılmış, toplantılar neticesinde; Sultan Sazlığı, Kuş Gölü (Manyas), Seyfe
Gölü, Burdur Gölü ve Göksu Deltasının Ramsar listesine dahil edilmesine karar verilmiştir.
Sözleşme TBMM'nce ve Bakanlar Kurulunca kabul edilerek 17.5.1994 tarih ve 21937
sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye Ramsar Sözleşmesini
1971'de parafe etmiş, ancak 1994 yılında taraf olmuştur.

11 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

- Doğal Hayatı Koruma Derneği ve Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı işbirliği ile
Göksu Deltası Yönetim Planı çalışmaları başlatılmıştır.

-Çevre Mevzuatına bakıldığında çeşitli kanun, kanun hükmünde kararname ve


yönetmeliklerde, sulak alanlarla doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan birçok maddeye
rastlanmaktadır. Aynı zamanda, 3167 sayılı yasa gereğince alınan Merkez Av Komisyonu
kararında yer alan sulak sahalarla ilgili bölümde "Bütün sulak sahalarda ekolojik özellikleri
değiştirebilecek çalışmalar yapılamaz" hükmü yer almaktadır. 5516 sayılı ve 1950 tarihli
Bataklıkların Kurutulması ve Bundan Elde Edilecek Topraklar Hakkında Kanunun birinci
maddesinde "belediye hudutları dışında olup, devletin hüküm ve tasarrufu altında sahipsiz
bulunan bataklık ve bataklık mahiyetinde göl ve su birikintileri herhangi bir suretle
kurutulduğu taktirde, bu kurutmadan hasıl olan arazi hükümlere göre kurutanlar namına
tescil olunur" hükmü vardır.

Türkiye'de tarım reformu çalışmalarını düzenleyen 3083 sayılı kanunun amaçları arasında
en önemlisi; "sulama alanları ile Bakanlar Kurulunca gerekli görülen alanlarda toprağın
verimli şekilde işletilmesini, işletilmesinin korunmasını, birim alandan azami ekonomik
verimin alınmasını, tarım üretiminin sürekli olarak arttırılmasını, değerlendirilmesini ve
buralarda istihdam imkanlarının arttırılmasını..." öngören maddedir.

Yasal çerçevedeki karmaşadan da anlaşılabileceği gibi, sulak alan kaynakları ile ilgili
sorumluluklar birçok kuruluşa verilmiştir. Sulak alanlar; doğrudan veya dolaylı olarak
Çevre Bakanlığı, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, DSİ
Genel Müdürlüğü, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kültür
Bakanlığı, Orman Bakanlığı gibi kuruluşların görev alanlarına girmektedir. Daha da
yanlışı, sulak alanların yok edilmesini teşvik eden birimlerle, bunların korunması için
çalışan birimlerin bazen iç içe olmaları, çoğu zaman koordinasyon ve iletişim eksikliği
içinde olmmaları nedeniyle gereksiz bir karmaşaya yol açmakta, hem kaynak israfına hem
de doğal değerlerin yok olmasına neden olmaktadırlar. Bu konuda vakit geçirmeden yasal
düzenlemenin yapılması son derece önemlidir.

Mevzuatımızda sulak alanların kurutulmasını öngören ve destekleyen yasalar olduğu gibi;


başta 1994 yılında taraf olduğumuz Ramsar Sözleşmesi olmak üzere direkt veya dolaylı
olarak sulak alanların korunmasını öngören yasal düzenleme mevcuttur. Ayrıca, sulak
alanların korunması ve kullanımı ile ilgili çok sayıda kuruluşun sorumlu ve yetkili olması
nedeniyle yasal çerçevedeki karmaşa burada da yaşanmakta, değişik kuruluşların görev ve
yetkileri birbiriyle çelişmekte veya çakışmaktadır. Örneğin, aynı ekolojik karektere sahip
alanlar için hatta aynı alan için farklı koruma ve kullanımlar öngörülebilmektedir. Bu
nedenle genel koruma ve kullanım esaslarını tanımlayacak, sulak alanların korunmasında
birliktelik sağlayabilecek bir yönetmeliğin ivedi olarak çıkarılması öngörülmelidir. Ayrıca,
ilgili kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayabilecek nitelikte (Montreux ve
Kushiro'da yapılan Ramsar Sözleşmesi Akit Taraflar Konferasında alınan tavsiye
kararlarında da belirtildiği gibi) Ramsar Ulusal Komitesi'nin bir an önce kurulması
sağlanmalıdır.

12 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.2.2. İçme Suyu Kaynakları

Ülkemizde nüfus artışının hızlı olması ve bazı yörelerimizde içme suyu olarak
yararlanılabilecek kaynakların kısıtlı olması, gelecek yıllarda daha düşük kalitede suların
kullanımını zorunlu kılacaktır. Bu kapsamda özellikle göller, içme suyu barajı
kurulabilecek akarsu kesimleri ve yeraltı suyu kaynaklarının kirlenmeye karşı korunması
büyük önem taşımaktadır.

- Su kaynaklarının ülke düzeyinde planlanabilmesi için kalite yönünden su kaynaklarının


sınıflandırıldığı bir envanter gereklidir. 1935'ten bu yana 26 akarsu havzasında sürekli
akım gözlemleri yapılmakta, 1970'den bu yana da su kalitesi izlenmektedir. (Bu tarihten
önce yapılan projeler genelde ölçümleri gereksiz bulan bir zihniyetle "olsa olsa" metodu ile
yapılmıştır. Bugün küçük göletlerin hemen hemen hepsi sedimentle dolmuş olmasının
nedeni budur.) Eldeki mevcut verilerle yapılmış olan bu envanter yeterli değildir. Daha
güvenilir doneler gereklidir.

- Ülkemizde şimdiye kadar bir "Su Kaynakları Yönetimi" olmaması, ülke çapında su
kaynaklarının mevcut ve ileriye yönelik rasyonel kullanımını önlemektedir. Ulusal ölçekte,
yerleşim, sanayi, tarımsal açıdan öncelikli bölgeleri ve kaynakları saptayan bir planın
eksikliği, kaynakların anlık kararlarla savurgan bir biçimde kullanılmasına neden
olmaktadır. Arazi kullanımı ile ilgili kararlara ışık tutacak planlar yapılırken, su
kaynaklarının kapasitesi göz önüne alınmamaktadır. Özellikle büyük kentlerin çevresinde
su havzaları üzerinde yasal olmayan yerleşimler kurulmakta, daha sonra bu yerleşimler, oy
kaygısı ile siyasi otoriteler tarafından alt ve üst yapı hizmetleri götürülerek
yasallaştırılmakta, ileride yaşamsal tehlikeler doğuracak durumlar ortaya çıkmaktadır.

- Su kirlenmesi ve denetimi konularında gerek yatırımlar, gerekse araştırma ve geliştirme


için yeterli mali kaynak sağlanamamaktadır.

- Kentsel kanalizasyon sistemlerinin yapımında genellikle arıtma sistemi, projelerin son


aşamasına bırakılmakta, bu da kaynaklarda kirlilik yükünün artması sonucunu
getirmektedir.

- En önemli kirletici kaynak olan sanayi kuruluşlarına izin verme sistemi karmaşık ve
kirlenmeyi önleme açısından yeterli denetimi sağlayıcı yapıya sahip değildir.

- Konuyla ilgili araç, gereç, malzeme eksikliği, var olanlarında verimli kullanılmaması bir
diğer sorundur.

- Konuyla ilgili eleman eksikliği ve bu elemanların istihdam sorunu vardır. İşin niteliğine
uygun elemanlardan yararlanılmamaktadır.

- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği uygulanmamakta, getirilen kısıtlamalara aykırı


etkinlikler giderek yoğunluk kazanmakta ve kontrol edilememektedir. Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliği yetmişli yıllarda tüm Türkiye için bugünkü koşullara göre yapılan
uygulamaların devamı niteliğindedir. Oysa her havza koruma açısından kendi özel

13 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

koşullarıyla değerlendirilmelidir. Nitekim Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği her kaynak


için özel hükümler getirilinceye kadar genel hükümlerin uygulanmasını esasa bağlamıştır.

- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği içme suyu kaynaklarının gerçekleri ile bağdaşmamakta


ve havzanın kullanımı konusundaki istekleri de karşılayamamaktadır. Yapılan uygulamalar
yatırım yönünden de yoksun olduğundan ve mevcut yasalarla desteklenmediğinden
bugünkü durum ortaya çıkmıştır.

- Denetim, kararlılık ve yatırım güçleriyle desteklenmeyen yasakçı uygulamalar nedeniyle


yaratılan yüksek riskler, bu riskleri göğüsleyebilecek bazı gruplar için havzalarda yerleşimi
cazip hale getirmiş; buna karşın mevcut yönetmeliklere uygun yerleşimleri
gerçekleştirilebilecek yatırımları havzadan uzaklaştırmaktadır.

- Su kaynakları ile ilgili, görevleri çakışan birçok kuruluş ve yasa mevcuttur.

- Yeraltı sularının, kullanılması ve korunması görevleri 167 sayılı Yeraltı Suları Kanunu ve
6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü’nün teşkilat ve vazifeleri hakkındaki kanunlar uyarınca
DSİ Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Yine 6200 sayılı yasa ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul
ve nüfusu 100.000 den fazla olan şehirlerde içme, kullanma ve endüstri suyu temini
hakkındaki kanunların verdiği görev ve sorumluluklar çerçevesinde Kıtaiçi Yüzeysel
Sularda Kalite Bölgelerinin Tesbiti işlemlerinin DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
yapılacağı ifade edilmektedir.

Her iki kanun da, yeraltı sularının ve kıtaiçi suların kirlenmeye karşı korunması yönünde
açık bir hüküm taşımamaktadır.

1380 sayılı kanun, Su Ürünleri Stoklarının korunmasıyla ilgili görevleri Tarım


Bakanlığı’na vermiştir.

Denetleme konusunda, 2872 sayılı Çevre Kanunu ile aynı kanunda ek ve değişiklik yapan
3416 sayılı kanunda Çevre Bakanlığı’nın yetkili kılındığı bildirilirken, aynı zamanda,
kurum ve kuruluşların mevcut yasalarla haiz oldukları yetkilerin saklı tutulduğu
belirtilmektedir.

Su kirliliği denetimi konusunda, ağırlıklı olarak Çevre Bakanlığına ve Yerel Yönetimlere


yetki verilmektedir. Çevre Bakanlığı, bugünkü yapısı ve yaptırım gücü olmayan niteliğiyle,
denetim, kirletici faaliyetlerin durdurulması, çevre koruma alanları ile ilgili uygulamalar,
koordinasyon ve icraata yönelik çok çeşitli görevlerde bir takım güçlüklerle
karşılaşmaktadır.

Belediyelerin içme suyu projeleri için İller Bankası Genel Müdürlüğü yetkili kılınırken,
kırsal alanlardaki projeler de Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır.

Yukarıdaki kuruluşlara ek olarak, özel kanun ve kararnameler ile, Büyükşehir Belediyeleri


bünyelerinde, ASKİ, İSKİ, İZSU gibi birimler oluşturulmuş ve bu metropolitan alanların
içme suyu, projelendirme ve kontrol görevleri bu kuruluşlara verilmiştir.

14 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Su kirliliği kontrolü ve su kalitesi planlama ve yönetimi ile ilgili mevcut yasalardan


kaynaklanan yetkili çokluğu, bu kuruluşlar arasında bir eşgüdüm bulunmaması, ülkenin
yaşamsal önemdeki duyarlı su kaynaklarının yanlış ve savurgan kullanımına neden
olmaktadır.

1.3. BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK ve YABAN HAYATI YAŞAM ALANLARI

1.3.1. Tanım

Türkiye, bulunduğu coğrafi konum nedeniyle çok değişik ekosistemlere ve iklim


kuşaklarına ve çok zengin bir tür çeşitliliğine de sahiptir. Avrupalı, Asyalı, Afrikalı türlerle
birlikte, yalnız Türkiye'de yaşayan türler de mevcuttur. Bu açıdan Türkiye, biyolojik
çeşitlilik bakımından tek başına Avrupa Kıtası ile karşılaştırılabilir. Nitekim, omurgalı
hayvanlardan amfibi ve sürüngenler bakımından, Türkiye'de yaşayan türlerin sayısı
Avrupa'da yaşayanlara eşittir.

Türkiye'de 120 memeli, 400'ü aşkın kuş, 130 civarında sürüngen, 350-400 balık türü
yaşamaktadır. Miktarları tesbit edilen omurgalı hayvanlara karşılık omurgasız türler için
henüz yeterli araştırma yapılmadığından bir sayı vermek mümkün olamamaktadır. Diğer
taraftan Avrupa'da 6.000 endemik bitki türünün bilinmesine karşın, henüz yeterince
incelenmemiş olan Türkiye'de de bu sayı 3.800 kadardır. Avrupa'a 250 ağaç türüne karşılık
Türkiye'de 205 ağaç türü yetişmektedir. Anlaşılacağı üzere Türkiye bitki ve hayvan türleri
bakımından dünyadaki ender ülkelerden biridir. Ancak yüzyıllardan beri süren kontrolsüz
kullanımlar sonucu, bugün türlerimizin bir kısmı yok olmuş, bir kısmı da yok olma
tehlikesiyle karşı karşıyadır.

20. yüzyılda gelişen doğal dengenin ve canlı kaynakların korunmasının önemi bilincine
paralel olarak yurdumuzda da bu konuda çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1950'li
yıllardan sonra Milli Parkalar ile Av ve Yaban Hayvanlarının korunması ve üretimi için
sahaların belirlenmesine başlanmıştır. Nesli tehlikeye düşen kuş ve memeli türlerinin
habitatlarıyla birlikte korunduğu koruma ve üretme sahalarının sayısı 106, Milli Parkların
sayısı 29'dur. Toplam alan 566.372 hektardır. Ayrıca 32 alan Tabiatı Koruma Alanı, 11
alan Tabiat Parkı ve 33 Tabiat Anıtı olarak tespit edilmiştir. Tüm bu alanlarda koruma,
kontrol ve yönetim hizmetleri Orman Bakanlığı, Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel
Müdürlüğü tarafından sürdürülmektedir.

Tür, habitat ve ekosistemlerin korunması çalışmaları biyolojik zenginlikler ve yaban hayatı


korunması çalışmasının genelini oluşturur.

Yurdumuzda flora ve faunaya ait araştırmaların yapılmaya başlanması Cumhuriyetimizin


kurulmasından sonraki yıllarda olmuştur. Bu konuda Avrupa ülkelerinin ilgili
üniversitelerinden gelen araştırmacılar, Türkiye'den bitki ve hayvan örneklerini toplayarak
yurt dışına çıkarmışlar ve kolleksiyonlarına katmışlardır.

15 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1940'lı yıllardan sonra üniversitelerimizde özellikle floristik araştırmalara başlanmış, fauna


konusunda yapılan araştırmalar daha yetersiz kalmıştır.

Şu anda yurdumuzun fauna ve florasına ait yeterli bir envanterin bulunmayışı önemli bir
eksikliktir. Bunun yanısıra biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda yeterli yasal
düzenlemelerin bulunmayışı ve mevcut yasaların işlemeyişi, kamu ve özel sektör
yatırımlarında yaban hayatının gözardı edilmesi ve böylece ekosisteme geriye dönülmesi
mümkün olmayan zararlar vermektedir.

Nüfus artışına paralel olarak yaban hayvanlarının yaşama alanları da daralmaktadır.


Nüfusun artması ile avcı sayısı çoğalmakta ve av baskısı artmaktadır. Av silahlarının
gelişmesi, yol şebekesinin gelişmesi, arazi vasıtalarının artması, ulaşılamayan tabiat parçası
bırakmamaktadır. Zamansız, usulsüz ve tahripkar avcılık, balık ve yaban hayvanı nesline
büyük zarar vermektedir. Sulak alanlar devlet eliyle kurutularak yaban hayvanlarının
gelişme ortamları ortadan kaldırılmaktadır. Av Koruma ve Su Ürünleri üretim çalışmaları
için gerekli olan personel, adet ve kalite yönünden çok yetersizdir, hatta bulunmamaktadır.
Yine aynı konuda çalışacak personel için araç - gereç ve ekipman da yoktur. Bu nedenlerle
ölçümler, etüd - envanter çalışmaları, amenajman planları yapılamamaktadır.

Ülkemizde canlı kaynakların korunması ve yönetim uygulamaları, 6831 sayılı Orman, 3167
sayılı Kara Avcılığı, 1380 sayılı Su Ürünleri ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunlarının
verdiği görev ve yetkilerle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Orman Bakanlığı tarafından
yürütülmektedir. Bu konuda ayrıca 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Çevre Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı da devreye
girmektedir. Bu kanunlar çerçevesinde; Özel Çevre Koruma Bölgeleri, Milli Park, Tabiat
Parkı, Tabiat Anıtı, Tabiat Koruma Alanı, Yaban Hayatı Koruma Sahaları, Yerleştirme
Alanları, Muhafaza Ormanları, Kültürel ve Tabii Sitler ile balık avına yasaklanan sahalar
gibi koruma statüleri uygulanmaktadır. Ayrıca nesli azalan türlerin devamlılığını sağlamak
üzere, Merkez Av Komisyonu ve Su Ürünleri Sirkülerleri ile su ürünleri avcılığını
düzenleyici yaptırımlar saptanmaktadır.

Ülkemizde kaynakların korunması ve saklanmasını temin etmek üzere, 1964 yılından bu


yana "Bitki Genetik Kaynakları Araştırma Programı" projesi çerçevesinde çalışmalar
yapılmaktadır.

Bitki genetik kaynaklarının toplanması, muhafazası ve kullanılması hakkında yönetmelik


15 Ağustos 1992 tarihli ve 21316 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Bu Yönetmelik
Türkiye bitki genetik kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi amacıyla toplanması,
üretilmesi, yenilenmesi, karekterizasyonu, değerlendirilmesi, dökümantasyonu ve
değişimini düzenlemektedir. Bu görev Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na verilmiştir.

1.3.2. Sorunlar

-Canlı türlerini yok ederek insanlığın geleceği açısından da neler yitirdiğimiz konusunda,
toplumun hiçbir kademesinde henüz yeterli bilinç ve hassasiyet oluşmamıştır. Bu konudaki
koruma çabaları hala "kurdu kuşu insana tercih etmek" olarak nitelendirilmektedir.

16 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

-Henüz canlı kaynaklarımız ve bunların habitatları konusunda bir envanter çalışması


mevcut değildir.

-Bitkiler için hazırlanan bir "Red Data" hariç, canlı kaynaklarımızın tehlike durumunu
gösterir bir çalışma yoktur.

-Üniversiteler, gönüllü kuruluşlar vb. tarafından yapılan çalışmalar bölge bazında ve


münferit kalmakta, bu çalışmalar ülke düzeyinde birleştirilememektedir.

-Memeliler ve kuşlar konusunda T.O.K. Merkez Av Komisyonu kararları, balıklar için de


Su Ürünleri Sirkülerleri dışında kalan bitki ve diğer canlı varlıkların, tür itibariyle
korunmalarını sağlayacak düzenlemeler bulunmamaktadır.

-Canlı kaynakların yönetimi konusunda 1937 yılında çıkarılmış bulunan Kara Avcılığı
Kanunu, günümüz koşullarında yetersizdir.

-Yapılması gereken çok kapsamlı çalışmaları yürütecek teşkilat ve nitelikli personel sorunu
vardır.

-İlgili kurumlar arası koordinasyon sağlanamamaktadır.

1.4. TARIM ALANLARI VE MERALAR

1.4.1. Tanım

Ülkemiz çok çeşitlilik arzeden jeolojik yapı, iklim, bitkisel örtü ve topografik koşulları
nedeniyle dünya yüzünde yaygın bulunan bütün büyük toprak gruplarını kapsamaktadır.

Araziler, toprak işlemeye karşı gösterdikleri sınırlayıcı özelliklerine göre, hiçbir sorunu
bulunmayan I. sınıf araziler ile hiçbir bitkisel üretime olanak vermeyen VIII. sınıf arasında,
sorunların yoğunluğu I. sınıftan VIII. sınıfa doğru gittikçe artmak koşulu ile sekiz sınıfa
ayrılmaktadır.

Bu sekiz arazi sınıfından ilk dördü toprak işlemeye uygun, son dördü ise değildir. Bunlar
orman, mera gibi devamlı bitki örtüsü altında bulundurulmak zorundadır.

Ülkemiz nüfusunun az olduğu dönemlerde, kurala uygun olarak I-IV. sınıf araziler
işlenmekte iken, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra artan mekanizasyon olanaklarının
yardımı ile, özellikle mera ve ormanlardan açılan araziler de işlenmeye başlanmıştır. 1934
yılında 11.677.000 hektar alan tarım arazisi, 1955'te %100 artış ile 22.808.000 hektara
çıkmış ve o yıllarda ülkemiz dünyada 4. buğday dış satımcısı ülke durumuna yükselmiştir.
Tarım arazilerindeki alan artışı günümüze dek sürmüş ve son 25 yılda 4.891.000 hektarlık
bir artış ile 27.699.000 hektara yükselmiştir. Bu dönem içinde 1934 yılında 44.329.000
hektar olan çayır-mera arazisi, 1955'te 31.000.000 hektar, 1980'de ise 21.101.000 hektara
inmiştir.

17 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bu durum bir yandan erozyonu davet ederken, öte yandan daha ziyade meraya dayanan
hayvancılığı olumsuz yönde etkilemiştir. Daralan meralarda yayılan hayvan yoğunluğu üç
katına çıkmıştır. Aşırı otlama sonucu meraların ot verimi ve kalitesi hızla düşmüş ve
erozyon artmaya başlamıştır. Meralardan tarla olarak açılan meyilli alanlarda, hiçbir önlem
alınmadan yapılan tarım da, hem verimin hızla düşmesine, hem de erozyonun artmasına
neden olmuştur.

Ülkemizde tarım arazileri, genellikle arazi kullanma yeteneğine göre kullanılmamakta ve


işlenmemesi gereken alanlar tarıma açılmış bulunmaktadır.

Artan nüfusa karşın işlenebilir ya da tarıma açılabilir arazi miktarı son sınıra ulaşmış,
toprak rezervi kalmamış 19 dünya ülkesinden biri durumuna düşülmüştür.

Ülkemizde, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sürdürülen kalkınma çalışmalarına paralel


olarak, özellikle 1950'lerden itibaren sanayileşme; sanayileşmenin ve nüfus artışının doğal
sonucu olarak da hızlı bir kentleşme olgusu başlamıştır.

İnsanın yüksek gelir elde etmek isteği, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımında temel
etkenlerden biridir. Arazi sahipleri, kısa dönemdeki çıkarlarını gelecekteki çıkarlarının
üstünde tutmaktadırlar. Yukarıda belirtilen hızlı gelişmelere bu eğilim de
eklendiğinde,sanayi bölgeleri, yerleşim alanları, yollar ve turistik bölgeler için gerekli
görülen arazi süratle tarım aleyhine gelişim göstermektedir.

Tarım alanlarının bilinçsizce yok edilmesinin sorumluluğu açısından özel sektör ve devlet
kurumları arasında bir ayırım yapmak olası değildir. Tüm çarpıcı rakam ve uyarılara
rağmen, toprakları koruyacak yasaların işletilmeyişi, bunu sahiplenecek, kontrol, koruma
ve envanterini oluşturacak Toprak-Su gibi kurumların artık bulunmaması nedeniyle, söz
konusu ivmenin korkunç bir şekilde arttığını vurgulamak gerekmektedir.

Verimli tarım arazilerinin amaç dışı kullanılmasını etkileyen en önemli faktörlerden biri,
izlenen politikalar ve yasal boşluklardır. Bir sektördeki vergi, fiyat v.b. teşvik unsurları
diğer sektörlerle uyumlu olarak düzenlenmezse, gelişmeler diğer sektörlerin aleyhine
olabilmektedir.

Günümüzde çevre ve tarım alanlarının korunmasına yönelik çok sayıda yasal düzenleme
bulunmaktadır. Bu düzenlemeler farklı kuruluşların yetki alanlarına girmektedir. Örneğin,
Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye İle Kullanılmasına Dair Yönetmeliğin yanısıra, 1982
Anayasasında, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda, 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun’da, 3083 sayılı Sulama
Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu’nda, 3194 sayılı İmar
Kanunu’nda, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nda, 2965 sayılı Toplu Konut Kanunu’nda
tarım topraklarının kullanımı ve korunmasına yönelik hükümler yer almaktadır. Bunca
hükmün birarada uygulanamaması, uygulayıcı kuruluşların koordineli çalışmamaları
sonucu tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanılmasına fırsat verilmiş olmaktadır.

18 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.4.2. Tarım Alanlarının Tarım Dışı Kullanımı

Tarım alanlarındaki tarım dışı kullanımlar şu başlıklar altında toplanabilir:


Konut Alanları: Sanayileşme, nüfusun hızla artması ve köyden kente göçün başlaması,
yeni yerleşim alanlarına olan ihtiyacı arttırmıştır. Bunun sonucu olarak şehirlerde plansız
ve kontrolsüz yapılaşmalar olmuş ve şehir çevrelerindeki tarım arazilerine doğru yayılmalar
başlamıştır. Şehirlerin etrafındaki bağ, bahçe ve tarla arazileri büyük bir hızla yeni yerleşim
bölgelerine dönüşmüştür. Arazi kullanım amaçlarına göre uzun dönemli bir planlama
yapılmadan yerleşilmesi, yapılan planların uygulamadaki geçersizliği, son değişikliklerle
şehir imar planlarının yapımında yetkili mercilerin değişmesi ve kontrol yetersizliği tarım
arazilerinin kaybını hızlandırmaktadır. Yerleşim alanları civarındaki tarım arazilerinin
arsaya dönüşmesi ile değerinde meydana gelen ani artış karşısında, bu arazilerin tarımda
kullanılmaya devamını sağlamak güçleşmektedir. Kentlerin gelişme yönleri, arsa
taleplerinin belirlenmesinden önce saptanarak gerekli planlamalar yapılmadığı için tarım
arazileri, emlak komisyonlarının istekleri yönünde ve bu değer artışına bağlı olarak
kolaylıkla tarım dışı kullanıma kaymaktadır.

Sanayi Alanları: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 1987 yılı sonu kayıtlarına göre organize
ve küçük sanayi siteleri için tahsis edilen toplam 17.999 hektar arazinin yaklaşık %62'sine
tekabül eden 11.196 hektar arazi I-IV. sınıf tarıma elverişli topraklar üzerindedir.

Bu rakamlara 3194 sayılı İmar Kanunu gereği imar planı içinde olan yerlerde
Belediyelerce, imar planları dışındaki yerlerde Valiliklerce sanayiye tahsis edilen tarım
arazileri dahil değildir. Bu alanların Sanayi ve Ticaret Bakanlığı denetimi altında olan
yerlerden çok daha fazla bir yekün tuttuğu bilinmektedir.

Ön izinsiz yapılaşan sanayi tesislerine birkaç örnek verilmesi gerekirse; Amasya Süt
Fabrikası, Balıkesir Yem Fabrikası, Erzurum - Ilıca Et Mamüleri Tesisleri ve Pasinler
Sigara Fabrikası ile İzmir Selçuk Yem Fabrikası gibi birkaç tesis dahi 1.100 dekar tarıma
elverişli araziyi tarım dışı bırakmıştır.

Turistik Tesis Alanları: Verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlara kaymasına neden
olan üçüncü ve önemli bir etken de turizme yönelik yatırımlardır. Ülkemizde bütün
bölgelerin imar planı, fiziksel planı hazırlanmamıştır. Tüm ülkede tapulama çalışmalarının
bile bitirilememesi plan yapılması fikrini ve işlemini zorlaştırmaktadır. Bu aksaklığın
giderilmesi için turizm belgesi ve kredisi almak isteyenlere, varsa imar planına uygun,
yoksa mevzi plan yapılarak gerekli kolaylıklar sağlanmaktadır. Dış turizmin geliştirilmesi,
kişilerin hafta sonu ve yıllık dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak için yazlık konut taleplerinin
karşılanması ve tarla sahiplerinin kısa sürede yüksek gelir elde etmek için arazilerini bu
yolla satmak istemeleri, zaten mevcut olmayan veya mevzi durumdaki çevre düzeni
planlarını kolayca değiştirme durumuna getirmektedir.

DSİ Genel Müdürlüğü’nün Alanya sulaması içinde yer alan Mahmutlar Kasabası imar
planının değiştirilmesi sonucu başlangıçta %15 oranındaki tarım arazisi elden çıkmakta iken
bugün bu oran %40'lara ulaşmış ve DSİ Genel Müdürlüğü yatırımları kullanılmaz bir hale
gelmiştir. Diğer bir örnek; Trakya'da Enez - Silivri arasındaki sahil kuşağında 8500 hektar
tarıma elverişli arazi turizm yatırımları ile elden çıkmıştır, oysa kararlı bir plan uygulaması ile

19 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

bu kayıp %50 azaltılabilirdi. Bunun dışında Antalya - Kuşadası - Silifke - Erdemli sahil
kuşaklarında da tarım alanlarının ruhsatlı veya ruhsatsız bir biçimde tarım dışı bırakıldığı
bilinen bir gerçektir. Örneğin Kuşadası - Davutlar'da 24 hektar arazi ruhsatlı olarak turizme
açılmışken ruhsatsız olarak açılan alan 35 hektardır.

Kamu Yatırımları ve Diğer Kullanım Alanları: Tarım arazilerinin kaybını hızlandıran


diğer etkenler de, kentsel altyapı, karayolları, demiryolları, havaalanları ve benzeri kamu
yatırımları ile tuğla - kiremit ocak ve fabrikaları, açık maden ocakları, enerji ve boru
hatlarının yapımıdır. Özellikle büyük kamu yatırımları sadece kullandıkları alanları değil,
çevrelerine çektikleri diğer yapılaşmalar yolu ile de yeni tarım topraklarının kaybına sebep
olmaktadır. Bu tip geniş kapsamlı kamu yatırım projelerinin hazırlanmasında yatırım
yıllarındaki maliyet unsuru esas alınmakta, ancak tarım dışı bıraktıkları arazileri uzun
dönemde getireceği faydalar dikkate alınmamaktadır, en ucuz çözümler tercih sebebi
olmaktadır.

Yukarıda belirtildiği gibi ülkemizde son yıllarda inşaat sektörünün gelişmesi ile kendini bir
kat daha hissettiren tuğla kiremit ihtiyacını karşılamak için verimli tarım alanları artan bir
hızla tahrip edilmektedir. Tuğla kiremit tesisleri kamu yatırımlarından daha farklı bir
biçimde kuruldukları yerleri koruyup çevresini tahrip etmektedir. Yurdumuzda tuğla ve
kiremit üretimine hiçbir yeni teknoloji katılmadığından asırlar boyu oluşmuş en verimli
alüvyal ova toprakları hiçbir ilave işleme tabi tutulmaksızın üretimde kullanılmaktadır.
Çok kısa sürede kurulabilen bu tesisler kuruldukları yerlerden ziyade çevresini yok
etmektedirler.Trakya'da 1400 dekar, Erbaa'da 2000 dekar, Gediz Ovası’nda 4400 dekar,
Çorum’da 2000 dekar tarım arazisi 1985 yılına gelindiğinde tuğla-kiremit yapımı nedeniyle
tarım arazisi olmaktan çıkmış ve kullanılmayan çukurluklar ve bataklıklar haline
dönüşmüştür. Etüdü yapılmayan daha pek çok arazi aynı durumdadır.

Tuğla-kiremit ocak ve fabrikaları her yıl ülkemizden 17.000.000 tonu aşkın çok değerli
alüvyal toprağı ve diğer bir ifade ile bir metre kalınlığındaki 11.000 dekar verimli araziyi
bir daha geri dönmeyecek şekilde yok etmektedir.

1.5. ORMANLAR

1.5.1. Tanım

Orman genel olarak kamuoyunda odun hammaddesinden yararlanılan bir ağaç topluluğu
olarak algılanmaktadır. Oysa orman, ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, toprak ve
iklim gibi canlı ve cansız doğa faktörlerinin birlikte oluşturdukları ve bu faktörlerin
etkileşim içinde olduğu bir ekosistemdir.

"Doğal denge" olarak nitelendirilen sağlıklı bir ortamda tüm canlılar, hava, su ve toprak olan
temel kaynaklardan sorunsuz olarak yararlanabilmişlerdir. Ancak nüfus ve teknolojideki hızlı
gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan mekan, enerji ve hammadde bunalımına çözüm
getirmek üzere doğal ortamlardan ve bu arada ormanlardan aşırı yararlanma yoluna
gidilmiştir. Öte yandan gerek konutlardan kaynaklanan ve gerekse çeşitli teknolojik

20 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

ürünlerin kullanımı ve üretimi sırasında çevreye yayılan kirletici maddeler ekosistemlerin


dengesel işleyişini bozmaktadır.

Ülkemizde de bunun örneklerini görmekteyiz. Yatağan (Muğla) Termik Santrali


bacalarından günde yaklaşık 1000 ton kükürtdioksit gazı çevreye yayılmaktadır. Bu derece
yüksek miktarda kükürtdioksidin havaya karışması çevre ormanların -iki yıl gibi kısa bir
sürede- ölümüne yol açmıştır. Aynı şekilde Göktaş (Murgul) Bakır Eritme Fabrikası
çevresindeki ormanlar da fabrika bacalarından havaya karışan kükürtdioksidin etkisiyle yok
olmuştur. İzmit Körfezi çevresinde sanayi, konut ve trafik kaynaklı hava kirliliği çevre
ormanlar üzerinde zararlı etkilerini göstermeye başlamıştır. İzmit çevresindeki ormanlarda
zarar belirtileri, kirletici maddeler daha düşük konsantrasyonda bulunduğundan, Yatağan
ve Göktaş çevressinde olduğu gibi hızla ortaya çıkmamıştır. Zararlı etkiler daha uzun
vadede kendini göstermiştir. Bu bakımdan son 10-15 yılda sanayileşme ve kentleşmedeki
hızlı gelişmelerin bir sonucu olarak başka yörelerde de bu kirliliğin etkileri hissedilmeye
başlanacaktır.

Türkiye'de ormancılığın temeline ilişkin esasların konması ve teknik ormancılık


çalışmalarının başlatılması 1937 yılında çıkartılan 3116 sayılı Orman Kanunu ve 3204
sayılı Teşkilat Kanunu ile gerçekleştirilmiştir. 1945 yılında çıkartılan 4785 sayılı kanunla
"belirlenen istisnalar" dışındaki ormanlar devletleştirilmiştir.

Çok partili döneme geçiş ile birlikte, demokratikleşme süreci içinde devletin ormancılık
politikası değişmiş, bunun sonucu olarak 5653 sayılı kanunla orman tanımı değiştirilmiş ve
5658 sayılı kanunla da belirlenen şartları taşıyan ormanların sahiplerine iadesi esası
getirilmiştir.

1950 - 1958 yılları arasında orman suçlarının affına dair dört kez kanun çıkartılması,
ormancılık politikasının sık sık değişmelere uğraması, ormanların büyük tahribe uğraması
sonucunu doğurmuştur. 1961 Anayasası ile ormanlarla ilgili ilk anayasal düzenleme
yapılmıştır. 1970'li yıllarda Anayasa maddesinde değişiklik yapılmıştır. Orman sınırları
dışına çıkarılma esasları da 6831 sayılı Orman Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilerek ve
1973 yılında 1744 sayılı kanunla uygulamaya konmuş ve böylece açma ve yerleşmeler
yasallaştırılmıştır. 1982 Anayasası ve buna paralel olarak 6831 sayılı Orman Kanunu ile
orman sınırları dışına çıkarılacak vasıftaki yerler belirtilmiştir.

Yapılan istatistiklere göre, bu uygulamalar sonucu 341.593 hektar yerin orman sınırları
dışına çıkarılmış olduğu ve bir o kadar yerin de orman sınırları dışına çıkarılacağı tahmin
edilmektedir.

13 Temmuz 1993 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürülüğe giren 484 sayılı Maliye ve
Gümrük Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Karaname'de "orman
sınırları dışına çıkartılan taşınmaz mallar da dahil olmak üzere devletin özel
mülkiyetindeki taşınmaz malların satışı, kiraya verilmesi, trampası ve mülkiyetin gayri ayni
hak tesisi, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki diğer yerler ile devletin özel
mülkiyetindeki yerlerde bulunan su ürünleri üretim yerleri, kaynak suları ve taş, kum ve
çakıl ocaklarının kiraya verilmesi işlemlerini yapmak" hükmü getirilerek bu görev Maliye
Bakanlığı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.

21 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Söz konusu kararnamede, bu görevi Orman Bakanlığı’na veren kanunun iptali veya
değiştirilmesine ilişkin bir hüküm bulunmadığı için de önceki kanunlar hala yürürlüktedir.
Bu durumda orman sınırları dışına çıkartılan yerlerin satışında hem Maliye Bakanlığı, hem
de Orman Bakanlığı ayrı ayrı yetkili olup yetki çakışması söz konusudur.

Anayasanın 169. maddesinde yer alan "devlet ormanlarının kamu yararı dışında irtifak
hakkına konu olmayacağı" ana hukuki kuralı, 6831 sayılı orman kanununun 17. maddesi,
"devlet ormanlarında kamu yararına olan, her türlü bina ve tesisler için gerçek ve tüzel
kişilere Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığınca bedeli karşılığında izin verilebilir" hükmü
ile genişletilmiştir. Bunlara ek olarak 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası’nın 8. maddesinde
"turizm alanlarında ve turizm merkezlerinde Bakanlığın talebi üzerine, imar planları
yapılmış ve turizme ayrılmış yerlerdeki taşınmaz mallardan; ..... Hazineye ait olan yerlerle
ormanlar, ilgili kuruluşlarca bakanlığa tahsis edilir....." hükmü vardır.

Yukarıda verilen örnekler gerek orman tanımının gerek ormanların koruma ve kullanımı ile
ilgili yasal ve yönetsel yapının sık sık değişikliğe uğradığını göstermektedir. Özellikle son
yıllarda, uluslararası literatürde "doğanın akciğerleri" olarak tanımlanan orman alanlarının,
yaşamsal öneme sahip bir doğal veriden ziyade siyasi ve ekonomik amaçlara hizmet eden
bir rant kaynağı olarak algılandığı görülmektedir.

1.5.2. Kadastro Sorunu

Bugüne dek yapılan Orman Kadastro çalışmaları nitelik ve nicelik yönünden yetersizdir.
Bunun nedenleri orman tanımının sık sık değiştirilmesi, değişen tanımlara göre orman
niteliğini kaybeden yerlerin ölçülmesi amacıyla ve politik baskılar sonucu sınırlaması
yapılan yerlerde tekrar tekrar kadastro yapılması, orman sınırları belirlenen yerlerde bu
sınırların korunamamasıdır.

Özellikle 6831 sayılı kanunun 2. maddesinin bir çok kez değiştirilmesi sonucu mutlak
orman alanı olarak kalması gereken geniş alanlar orman sınırları dışına çıkartılarak orman
alanları daraltıldığı gibi, kadastro çalışmalarının tamamlanması da olanaksız hale gelmiştir.

Türkiye'de eski Toprak - Su Genel Müdürlüğü tarafından istiksafi mahiyette hazırlanan


Toprak Kaynakları Envanter Raporları Orman Kadastro çalışmalarına baz teşkil edecek
nitelikte değildir.Benzer görevlerle yükümlü Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ile Harita
Genel Komutanlığı arasında işlev çatışması söz konusudur.

Arazilerin, arazi kullanım yetenek sınıflamasına göre kullanılmaması, temelde erozyona


kaynak oluşturmakta, önemli çevre sorunlarını da beraberinde getirmektedir.

1.5.3. Orman Köylüsü

Ormanlar üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturan orman köylüsünün, ormana olan
ekonomik bağımlılığı giderilememiş ve günümüze değin, sosyo-ekonomik yapısı
iyileştirilememiştir. Ülkemizde halihazırda istatistik bilgilere göre, 17.900 orman köyünde,
yaklaşık 9.000.000 orman köylüsü yaşamaktadır. Orman köylerinde yaşayan insanlarımızın

22 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

yaşam standardı ülke, hatta kırsal kesim ortalamasının çok altındadır. Ülkemizin kısıtlı
orman varlığı içerisinde tüm yetersizlikleri ile yaşayan orman köylüleri, altyapı eksikliği,
verimsiz, küçük parçalara bölünmüş tarım alanları, sermaye birikimi yetersizliği gibi ana
sebeplerle, büyük ölçüde kapalı ekonomi koşullarında yaşamaktadırlar. Bu sosyo-
ekonomik sorunları çözmek amacıyla, ormancılık mevzuatlarına çeşitli hükümler
konmuşsa da günümüze kadar bu hükümlerin çoğunluğu uygulanamamış, uygulananlar da
yetersiz kalmıştır.

Dünyada ormancılık sektöründe çevreye ve sosyal ağırlıklı araştırmalara artan bir şekilde
yer verilirken ülkemiz ormancılık sektörü içindeki araştırmalar henüz arzulanan düzeye
ulaşamamıştır.

Orman köylülerinin kalkındırılması amacı ile çıkartılan 2924 sayılı OR-KÖY Kanunu bu
amaç ile kullanılmamaktadır.1744 sayılı kanunla oluşturulan Orman Köylülerini
Kalkındırma Fonu'nun gelirleri kanun teminatı altına alınmış olmakla birlikte, Bütçe
Kanunlarına bir madde eklenerek 1744 sayılı kanunun Genel Bütçeden Fona aktarılacak %
01'lik pay ile ilgili hükmü hiçbir yıl uygulanmamıştır.

Uygulanan yanlış politikalarla ülkemizde toprak ve su erozyonu her yıl artan miktarda
(yılda 400 milyon ton; bu miktar Avrupa'da 90, ABD'de 245 milyon tondur.) verimli arazi
kaybına yol açmakta, ormanlar, otlaklar ve benzeri doğal kaynaklar yok olmakta, yaban
hayatının sürebileceği alanlar günden güne daralmakta, canlı türleri yok olmaktadır.

Yine aynı yanlış politikalar sonucu ülkemiz ormanlarının 13,245,945 hektarlık bir kısmı
verimsiz ormanlar haline gelmiştir. Bu durum, bir taraftan orman ürünleri açısından verim
düşüklüğüne, ormanlık alanlardan büyük kentlere yoğun göç olaylarına neden olurken,
diğer taraftan ülke topraklarının %91'lik bir kısmında erozyon olayının meydana gelmesine
yol açmıştır.

1.6. ORMAN BAKANLIĞI MİLLİ PARKLAR VE AV-YABAN HAYATI GENEL


MÜDÜRLÜĞÜNCE UYGULANAN STATÜLERCE TANIMLANMIŞ DOĞAYI
KORUMA ALANLARI - Milli Parklar, Tabiat Parkları, Tabiat Anıtları,
Tabiatı
Koruma Alanları.

Üyesi bulunduğumuz Dünya Koruma Birliği’nin (IUCN) 1994 yılında yayınlamış olduğu
en son Koruma Alanları Kategorileri rehberinde Koruma Alanlarının genel bir tanımı
yapılmıştı. Buna göre;

Koruma Alanı: Biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla iç içe bulunan kültürel
kaynakların korunması ve devamlılığın sağlanması için ayrılan ve kanuni veya diğer etkin
vasıtalarla korunan kara veya deniz parçasıdır.

Tabiatın özellik ve güzelliklerini el değmemiş hali ile korumak, tahribe uğramış kısımlarını
imar ve restore ederek eski haline getirmek, tabiatı korumanın amacını teşkil
etmektedir.Gelecek nesillerin hizmetine sunmak amacıyla çeşitli koruma alanları tefrik ve
tesis edilmiştir. Bu koruma alanlarının tanımları ve listeleri aşağıdadır:

23 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1- Milli Park: Bilimsel ve eststik bakımdan, Milli ve Milletlerarası ender bulunan tabii ve
kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat
parçalarıdır [9].

2- Tabiat Parkı: Bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliğine sahip manzara bütünlüğü içinde
halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçalarıdır [10].

3- Tabiat Anıtı: Tabiat ve tabiat olaylarının meydana getirdiği özelliklere ve bilimsel


değerlere sahip ve Milli Park esasları dahilinde korunan tabiat parçalarıdır [11].

4- Tabiatı Koruma Alanı: Bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye
maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana
getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve
eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarıdır [12].

5- Yaban Hayatını Koruma Sahası: Yaşama ortamlarının yokolması, tabii dengenin


bozulması ve düzensiz avcılık gibi olumsuz etkenlerle nesli azalan av ve yaban
hayvanlarının doğal olarak bulundukları yerlerde yaşama ortamları ile birlikte korunmaları,
tabii olarak çoğalma ve yayılmalarını sağlamak amacıyla ayrılan sahalardır [13].

6- Yaban Hayvanları Üretme İstasyonu: Nesli azalan av ve yaban hayvanları arasında


üretimine ihtiyaç duyulanlar ve nesli tehlikeye düşenlerin, türün özelliğine uygun olarak
tesis edilen uygun genişlikte ve etrafı çitle çevrilerek özel bakıma tabi tutularak
üretildikleri sahalardır [14].

7- Yaban Hayatı Yerleştirme Alanı: Yaban Hayvanları Yetiştirme İstasyonlarında


üretilen Av ve Yaban Hayvanlarının, çeşitli olumsuz etkiler neticesinde nesillerinin
kaybolduğu eski yaşam ortamlarında, iyileştirici tedbirler alınarak yerleştirildikleri veya
sayıca az olup da gelişmeleri uzun zaman alacak bölgelerde takviye amacıyla doğaya
serbest bırakıldıkları alanlardır [15].

8- Balık Üretme ve Yetiştirme İstasyonu: Populasyonu azalan Orman İçi Su Alanlarının


Balıklandırılması, nesli azalan türlerin devamının sağlanması, Orman İçi Su Alanlarına
gelen ziyaretçilere tüketim balığı ihtiyacının karşılanması, sportif olta balık avcılığı
yapılması için bu sahalarda devamlı balık depolama ve balıkçılık konusunun geliştirilmesi
için müteşebbislerin yavru ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla;suni metodlarla istenilen
tür ve miktarda üretimin yapıldığı ve istenilen boya kadar büyütüldüğü tesislerdir [16].

9- Tam Kontrollü Balık Yetiştirme Yerleri: Balık üretme istasyonlarında üretilen


balıkların anaç temini veyahut genelde sportif olta balık avcılığı yaptırılabilmesi amacıyla
beslenip büyütüldükleri, her an ve her türlü kontrollerin yapılabildiği orman içi göl veya
göletlerdir [17].

10- Balık Yetiştirme Alanları: 6831 sayılı Orman Kanunu’da tarifi ve hudutlandırılması
yapılmış, Orman Rejimi içinde yer alan ve içerisinde balık yetişen veya balıklandırılan
akarsu, göl ve göletlerdir.

24 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

11- Orman İçi Dinlenme Yeri: Rekreasyonel ve estetik kaynak değerlerine sahip; piknik,
kamp vb. amaçlarla kullanılmak üzere tefrik edilmiş Orman veya Orman Rejimi
içerisindeki alanlardır.

Ülkemizde Milli Parklar yasal açıdan iki dönem arzetmektedir. 1956 yılında yürürlüğe
giren 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. maddesine göre 1958 yılında ilan edilen ilk Milli
Parkla başlayan 1. Dönem, 1983 yılında yürürlüğe giren 2873 sayılı Milli Parklar
Kanununun ilanına kadar devam ederek bu dönem içerisinde 17 Milli Parkın tefrik ve tesisi
gerçekleştirilmiştir.

2873 sayılı Milli Parklar Özel Kanunu ile başlayan 2. Dönemde 1983'den günümüze kadar
ise 12 Milli Parkın ilanı sağlanmıştır. Ayrıca bu yasal düzenlemenin getirdiği imkanlarla 11
Tabiat Parkı, 32 Tabiatı Koruma Alanı ve 53 Tabiat Anıtı tefrik ve tesis edilmiştir.

Doğal değerlerin korunması konusunda özel bir Milli Parklar yasası olmadığından 1983
yılına kadar ilan edilen Milli Parklar, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. maddesine göre
tefrik ve tesis edilmiştir.

Mevcut yasal düzenlemeler içerisinde, yönetsel olarak Orman Genel Müdürlüğü


bünyesinde, 1958-66 döneminde, Neşriyat ve Milli Parklar Şube Müdürlüğü, 1966-75
yıllarında Eğitim ve Milli Parklar Dairesi Başkanlığı, 1975-76 yıllarında Milli Parklar
Dairesi Başkanlığı olarak hizmetler yürütülmüştür. 1976-82 döneminde Milli Parklar ve
Avcılık Genel Müdürlüğü, 1982-91 döneminde Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde Milli
Parklar Dairesi Başkanlığı ve nihayet 1991'den bugüne kadar Milli Parklar ve Av Yaban
Hayatı Genel Müdürlüğü olarak hizmetlerini sürdürmektedir.

Bu dalgalanmalar sonucu, Milli Park çalışmaları için yeterli ödenek ve personel


sağlanamamış, çalışmalarda arzu edilen hedeflere ulaşılamamıştır. Milli Park niteliğine
sahip olduğu tesbit edilen alanlar, Milli Savunma Bakalığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı,
Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı’nın olumlu görüşü alınarak Orman
Bakanlığı’nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ile ilan edilmektedir. Milli Park
Alanları dahilindeki koruma, kullanma ve yönetim esasları, hazırlanan bir Master Plan ile
belirlenmekte ve uygulanmaktadır. Bu planlar ilgili Bakanlıkların olumlu görüşleri ve
gerektiğinde fiili katkıları istenerek Milli Parklar Genel Müdürlüğünce hazırlanmakta ve
uygulamaya konmaktadır. Milli Park Planları, esas olarak koruma ağırlıklı plan
karekterindedir. Bu karektere uygun olarak sosyal ve ekonomik faaliyetlere dahil hükümleri
de kapsamaktadır. Milli Park Planlamaları iki aşamadan oluşmakta, bunlar; 1/5000 ve daha
küçük ölçekli kararlar getiren "Uzun Devreli Gelişme Planları" ile 1/5000 ve daha büyük
ölçeklerde kararlar getiren "Yerel Gelişme Planları"dır.

Planlamalarda, koruma ve kullanma ağırlıklı, farklı alanlar meydana getiren düzenlemeler,


yani "Zonlama Sistemi" uygulanmaktadır. Zonlar genellikle "Mutlak Koruma Zonu",
"Tampon Zon" ve "Gelişme Zonu"olarak belirlenmiştir. Bütün bu planları amacına
uygun bir şekilde yapabilmek için disiplinlerarası bir ekip çalışması gerekir. Milli Parklar
bünyesinde henüz böyle bir ekip oluşturulamamıştır.

25 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

"Planlama olgusu"nun incelendiği bölümde daha detaylı değinilecek bir konu da


ülkemizde planlamaya sektörel bir biçimde yaklaşıldığıdır. "Koruma Amaçlı Plan"
değişik kuruluşlarca, değişik amaçlarla yapılmakta ve bu durum kavram kargaşasına yol
açtığı gibi uygulamada da büyük sorunlar yaratmaktadır. Örneğin; yasal olarak bu görev
Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü’ne verilmiş olmakla birlikte, yaptırım
gücü daha yüksek olan Turizm Bakanlığı, bir "Uludağ Milli Parkı Planlama Projesi"
yapabilmektedir.

Yasal olarak; Milli Parklar Kanunu, Çevre Kanunu, Kara Avcılığı, Su Ürünleri, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunları, aynı tanımlarla görevleri değişik kuruluşlara
vermekte ve yetki karmaşasına neden olmaktadırlar.Yönetsel olarak Genel Müdürlüğün
Merkez ve Taşra Teşkilatları tam olarak kullanılamamıştır. Yönetsel yapıdan, uzman
personel ve ekipman eksikliğinden kaynaklanan sorunların yanısıra, Fon ve Genel Bütçe
olanakları ile sağlanan ödenek yetersizliği darboğazlar yaratmaktadır.

1.7. 2863 SAYILI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNU'NA


GÖRE TANIMLANMIŞ KÜLTÜR VARLIKLARI - Tabiat Varlıkları, Sitler, Koruma
Alanları

1.7.1. Tanım

Ülkemizde "Kültür Varlıklarını Koruma" kavramı oldukça eskidir. Osmanlı İmparatorluğu


Döneminden günümüze kadar gelen bu yaklaşım, Cumhuriyet Döneminde yasal, örgütsel ve
finansal düzeneklere kavuşmuştur. Ancak bu süre içerisinde doğaya, "Tabiat Varlıkları"na
aynı özen gösterilmemiştir.

1951 yılında Gayrimenkul Eski Değerler ve Anıtlar Yüksek Kurulu adıyla oluşturulan kurul,
konuya ilk bilimsel yaklaşımı oluşturmuştur. Eski eserlerin korunmasına ilke koyan, onarım
projelerini onaylayan, bir üst denetleme mekanizması olan bu kurul, Türkiye'de ilk olmuştur.
Ancak konu, yalnızca, kültür varlıklarıdır, henüz doğal değerlerin korunmasına ilişkin hiçbir
yaklaşım yoktur.

1960'lı yılların sonlarına doğru, ilk kez, çevrenin bütün ögeleriyle korunması gündeme
gelmiştir. 1973 yılında, "doğal alanların korunması" mevzuatta yer almıştır.1973 yılında
çıkarılan 1710 sayılı "Eski Eserler Mevzuatı", doğal alanların da korunması ilkesini getirmiş,
ancak bu konudaki sorumluluğu Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na vermiştir. Bu yasayla
ilk kez "Tabii Sit" kavramı gündeme gelmiştir. Tabii Sit kavramı yasada; "Tabii güzellikler
ve gariplikler ile, tabii ve jeolojik olayların meydana getirdiği güzel görünüşler, asırlık ağaç
ve korular" olarak tanımlanmıştır. Burada, hangi ölçütlerin kullanılacağı net değildir.
Dolayısıyla sorumlu uzmanlar da konuya subjektif değer yargılarıyla yaklaşmışlardır.
Bilimsel ölçütler, ne yazık ki, hala yoktur. "Doğal güzellik ve gariplik" ve "güzel görünüş"
gibi bir terminoloji, bilimsel bir ölçüt koymaktan çok uzak kalmıştır.

70'li yıllardaki koruma anlayışı, daha çok, kıyılarda görülen kötü yapılaşmayı engelleme
çabasına yönelmiştir. 1970'li yılların sonlarında kurulan "Anıtlar Yüksek Kurulu" bağımsız bir
kuruluş olması sayesinde politik baskı ve kaygılardan uzak kalabilmiş, bu da korumacılıkta
olumlu bir faktör olmuştur. Kurulu, önce arkeoloji ve sanat tarihi disiplinlerinden gelen

26 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

uzmanlar oluşturmuş, sonraları bu uzmanlara mimar ve kent plancıları eklenmiştir. Ancak bu


ekiplerde doğa ile ilgili uzmanların yer almadığı görülmektedir. Bu eksik hala sürmektedir.

1983 yılında "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası" ve "Eski Eserler Yasası"
çıkarılmıştır. Bu yasayla "Tabiat Varlığı"; "jeolojik devirler öncesi ve tarihi devirlere ait
olup, ender bulunan veya güzellikleri bakımından korunması gereken şeyler" olarak
tanımlanmıştır. Yine bu yasada da, bilimsel ölçüt yerine "az bulunmak" ve "güzel olmak"
gibi ölçütler kullanılmıştır. Yasa, doğal varlıkların içine "tarihi mağaraları", "kaya
sığınaklarını", "özellik gösteren ağaç ve ağaç toplulukları" nı da almaktadır. Bu noktada,
2873 sayılı Milli Parklar Yasası tanımları açısından daha bilimsel olmasına rağmen, yaptırım
gücü "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası" kadar yoktur. Bu yeni yasa da Kültür ve
Tabiat Varlıklarını koruma ve denetleme görevini de Kültür Bakanlığı'na vermektedir.

Şu anda yürürlükte olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma yasaları, denetim ve


yönlendirmeyi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ile, ülke çapında onyedi
merkezi olan Koruma Kurullarına bırakmaktadır. Yüksek kurulun görevi, korunmada
uygulanacak ilkeleri belirlemek ve ortaya çıkacak sorunlarda Kültür Bakanlığı’na görüş
bildiren bir danışman kuruluş olmaktır.

Türkiye'de korunma konusunda en üst istişari organ olan bu kurulun 8 üyesi bürokrat, 6
üyesi akademisyendir. Yüksek kurul ilke koyma yetkisine dayanarak "Doğal Sit Alanları" nı
üçe bölmüştür:

1. Derece Doğal Sit Alanları; hiçbir yapılaşmaya izin verilmeyen mutlak koruma
alanlarıdır.
2. Derece Doğal Sit Alanları; sadece turizme yönelik yapılaşmaya izin verilen,
daha az değerli sit alanları olup, buralardaki yoğunluğu Koruma Kurulları
belirleyecektir.
3. Derece Doğal Sit Alanları; daha fazla bozulmaya uğramış bu alanlarda,
gereken hallerde konut kullanımına izin verilebilmektedir.

Görüldüğü gibi Doğal Koruma Alanlarının sınıflandırılmasında, içinde yer alacağı yapılaş-
manın biçimi esas alınmaktadır, bunun da bilimsel bir yaklaşım olduğunu söylemek zordur.

Bugün gelinen noktada koruma anlayışımızla ilgili sorunlarımızı derleyecek olursak;

-Envanter çalışmalarının eksikliği, bilimsel değerlendirme ölçütlerinin belirsizliği,


-Koruma-kullanma dengesinin düzenlenmesinde ilke eksiklikleri,
-Koruma çalışmalarının planlama çalışmalarıyla bütünleştirilmesindeki kopukluk ve
yetersizlikler,
-Yasal düzenlemedeki karmaşa, yetkilerin çakışması, sorumlulukların belirsizliği.

Şu anda yürürlükte olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 1983
yılında, korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları
belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama
kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmek amacıyla çıkarılmıştır.

27 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.7.2. Sorunlar

Türkiye'de doğal, tarihi ve kültürel değerler ile ilgili ciddi bir envanter eksikliği mevcuttur.
Sit alanları tesbiti ve sit alanları ilan edilmesinde kuruluşlararası görüş sorma ve görüş
verme konularında alanlarla ilgili envanter eksikliğinden dolayı sorunlar yaşanmaktadır.

Derecelerine göre doğal sit ilanı çalışmalarında spesifik kriterlerin belirlenmemiş olması
boşluk yaratmaktadır.

Koruma amaçlı imar planları ile sitlerin korunması ve yaşaması öngörülen, koruma
planlamasının planlama pratiğinin, kavramsal ve kuramsal çerçevesi henüz
oturtulmamıştır. İmar kanununda ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda
"koruma planı" tanımı yer almamaktadır.

Koruma planları genellikle imar planından sonra veya ayrı olarak yapıldığından imar
planında yama gibi yer alırken, eş zamanlı ve eşgüdümlü çalışma sağlanamadığından
bütüncül planlama sağlanamamaktadır.

Koruma planları Belediyelerin yeni ve rant beklentili taleplerini karşılayamadığından


belediye meclislerinde onanamamakta, re'sen onama yetkisinin olmamasından dolayı
yürürlüğe konamamaktadır.

Yetki Karmaşası

Genellikle doğal sit alanları ve arkeolojik sit alanlar aynı zamanda Özel Çevre Koruma
Bölgesi veya Milli Park alanları içinde kalmaktadır. Her kurumun kendi yaptırım gücünü
uygulamak istemesi nedeniyle koruma ve uygulama sorunları ortaya çıkmaktadır.

Turizm alanlarında, turizm teşvik edilirken koruma sağlanamamaktadır.

Yerel yönetimler korumayı Bakanlıktan, bakanlık ise yerel yönetimden beklemekte ve


alanlar sahipsiz kalmaktadır.

Teknik Sorunlar

Koruma tekniği ve pratiğinin oluşturulmamış olmasından kaynaklanan belirsizlikler


yaşanmaktadır.

Uygulama planlamasının ölçeğinin 1/1.000 ölçekli haritalar olması ve koruma planlarında


1/500 ve 1/200 ölçek gibi kentsel tasarım gerektiren çalışmaların zorunlu oluşu teknik
sorunlar yaratmaktadır.

Genellikle kentsel sitlerin kentlerin köhneleşmiş ve terkedilmiş bölgelerinde yeralması


kadastro sorunları yaratmakta, hem kadastral haritaların hem de 1/1.000 ölçekli halihazır
haritaların güncelliğini yitirmiş olması planlama ve uygulama sorunları yaratmaktadır.

28 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Koruma olgusunda yerel yönetimlerin olaya sahip çıkmaması ve teknik eleman gücünün
olmamasından ortaya çıkan yetki tanımsızlığı ve görevden kaçma sorunları yaşanmaktadır.

Örgütlenme Sorunları

Sit alanlarının tespit, tescil ve denetimi 17 koruma kurulu tarafından yürütülmektedir.


kurullar 5 üyeden oluşmaktadır. kurul büroları ile arkeolog, sanat tarihçi mimar ve şehir
plancılarından oluşan meslek grupları görev yapmaktadırlar.

Kurulların altyapılarının tamamlanmamış olması ve yetersiz personel nedeniyle, bürolarda


gerekli iş verimi sağlanamamakta, kurul üyelerinin akademik görevleri nedeniyle düzenli
toplantılar yapılamamakta, kontrol ve denetim eksikliği yaşanmaktadır.

Finansman Sorunları

Korunması gerekli kültür varlığı olarak I. ve II. grup yapı olarak tescilli yapılar ve
arkeolojik sit ve doğal sit alanı olmaları nedeniyle üzerlerine kesin yapılanma yasağı
getirilmiş taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları olan parseller, her türlü vergi, resim ve
harçtan muaftır.

Tescili yapılmış taşınmaz kültür varlıklarının bakım ve onarımları için ayni, nakdi ve
teknik yardım yapılır.

Takas yönetmeliği uygulamaya konmuş olduğu halde başvuruların çokluğu,


yönetmeliklerin kısıtlılığı, başvurulan çevrelerdeki hazine arazilerinde yaşanan sorunlar
nedeniyle ve Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün çözmesi gereken durumların oluşması
nedeniyle tam olarak uygulanamamaktadır.

Kredi ve yardım için fonlardaki ödenek azlığı çok az sayıda taşınmazın onarımına katkıda
bulunmaktadır.

1.8. 2872 SAYILI ÇEVRE KANUNU UYARINCA İLAN EDİLEN ÖZEL KORUMA
ALANLARI

1.8.1. Tanım

16 Şubat 1976 tarihinde Barcelona'da kabul edilen "Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı


Korunmasına Ait Sözleşme" uyarınca hazırlanmış bulunan 20.07.1986 tarihli "Akdeniz'de
Özel Koruma Alanlarına İlişkin Protokol" e taraf olan ülkelerden biri olarak;
Bölgede artan insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan tehlikenin Akdeniz Havzası'nda
çevreyi tehdit eder duruma geldiğinin bilincinde olarak ve Akdeniz Havzası'na ait
hidrografik ve ekolojik özellikleri göz önüne alarak, Akdeniz doğal kaynaklarının, doğal
sitlerin ve bölgedeki kültürel mirasın, korunması amacıyla diğer araçların yanısıra, deniz
alanları ve çevreleri de dahil olmak üzere, bazı kesimlerde özel koruma bölgeleri kurulması
garanti altına alınmıştır.

29 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bu çerçevede 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 9. maddesi ile Çevre Koruması başlığı altında
"Özel Çevre Koruma Bölgeleri" nin oluşturulması gündeme getirilmiştir.

"... Bakanlar Kurulu, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan çevre
kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı alanları, tabii güzelliklerin ileriki
nesillere ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin
yapılabilmesi amacıyla "Özel Çevre Koruma Bölgesi" olarak tesbit ve ilan
etmeye, bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plan ve
projelerin hangi Bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye yetkilidir..."

Bu maddeye dayanarak, 1988 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile ilk üç Özel Çevre Koruma
Bölgesi ilan edilmiş, sonraki dört yıl içinde ise ikinxi etapta üç bölge, son etapta altı bölge
olmak üzere toplam oniki Özel Çevre Koruma Bölgesi (dokuzu kıyı bölgelerinde) ilan
edilmiştir (Ek 2).

Özel Çevre Koruma Kurulu

Daha sonra, yine Çevre Kanunu'nun 9. maddesine göre "Özel Çevre Koruma Bölgesi"
olarak ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut
çevre sorunlarını gidermek için tüm tedbirleri almak, bu alanların koruma ve kullanma
esaslarını belirlemek, mevcut her ölçekteki plan ve kararlarını revize etmek ve re'sen
onaylamak üzere 19.10.1989 tarihinde Başbakanlığa bağlı ve tüzel kişiliğe sahip "Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı" kurulmuştur. Kurumun görev ve yetkileriyle ilgili
yasal düzenleme 19.10.1989 tarihinde 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
belirlenmiştir. Daha sonra 21.08.1991 tarih ve 443 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin
33/B maddesi ile Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı görev ve yetkilerinde değişiklik
olmaksızın Çevre Bakanlığı’na bağlı kuruluş olmuştur.

Kurumun yönetimine ve işletilmesine dair temel ilkeler;

1- Milletlerarası koruma sözleşmeleri ve çevre mevzuatı da dikkate alınarak


bölgedeki koruma ve kullanma esaslarını tesbit etmek ve yeni düzenlemeler
yapmak,
2- Bölgenin bu 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin amacı
doğrultusunda korunması için her türlü icraatta bulunmak, araştırma ve
incelemeleri yapmak ve yaptırmak, gerektiğinde tüm kamu kurum ve
kuruluşları ile ilgili dernekler ve milletlerarası kuruluşlarla işbirliği sağlamak

olarak belirlenmiştir.

1.8.2. Sorunlar

Doğal kaynaklar ve kültürel mirasın korunması amacından yola çıkarak oluşturulan Çevre
Kanunu ve bu Kanunun getirdiği Özel Çevre Koruma Bölgeleri oluşturulması kararı olumlu
bir yaklaşım olarak görülmektedir. Ancak hedeflenen sonuçlara (doğal ve kültürel mirasın
korunması) ulaşılabilmesi için yasayla belirlenen bu çerçevenin uygulamada yaşama

30 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

geçirilebilmesi şarttır. Bugüne kadar yapılan uygulamalar incelendiğinde bazı sorunlar


gözlenmiştir:

- Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı bir merkezi idare kuruluşudur. Kuruma verilen
planlama, uygulama ve denetim yetkileri yerinden yönetim ilkelerine ters düşmektedir.
Kuruma planlama yetkisi verilmesi ile, zaten mevcut düzenlemede var olan yetki
karmaşasına bir kurum daha eklenmiştir.

- Mevcut kamu arazilerinin değerlendirilmesi Çevre Koruma Planları üretilmesinde bir araç
olarak kullanılabilecekken, hem Belediyelere verilen düzenli kentleşme için arsa satma
yetkisi, hem de Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na verilen özelleştirilecek KİT arazileri
üzerinde planlama yetkisi olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.

- Koruma ağırlıklı çevre düzeni planları üretmesi gereken kurum mevcut imar planı
yöntemlerini kullandığında, standart fiziki plan anlayışının dışına çıkamamıştır. Oysa çevre
korumaya yönelik planlama yaparken ekolojik araştırma önem kazanmaktadır. Ancak
sağlıklı envanter olmaması ve araştırmaya yeterli öncelik ve önem verilmemesi sonucu
planlama, araştırmanın önüne geçmiştir. Bu da sorunlara yol açmaktadır.

- Özel Çevre Koruma Bölgelerinin tesbitinde tarihi, doğal ve kültürel değerler açısından net
kriterler oluşturulamamış, bilimsel bir yaklaşımdan çok politik kararlar öne çıkmıştır.
Bölge sınırları çizilirken hassas davranılması, ekolojik havzaların baz alınması gerekirken
hiçbir bilimselliği olmayan sınırlar çizilmiştir. Bu da hem planlamada, hem de uygulamada
sorunlara yol açmaktadır.

- Özel Çevre Koruma Bölgelerinde yatırım yapacak bütün kamu kurum ve kuruluşları
yapacakları yatırımlar hakkında Özel Çevre Koruma Kurumu'na bilgi vermek
durumundadır. Ancak bu olumlu yaklaşımın uygulamaya dönüşmesi için gerekli yapılanma
sağlanamamıştır.

- Ülkemizde planlama anlayışında, genelde görülen bir eksiklik de halkın katılımının


sağlanamayışıdır. Bu sorun, Özel Çevre Koruma Bölgelerinin planlanmasında da
uygulamaya yönelik sorunlara yol açmaktadır.

1.9. 2960 SAYILI BOĞAZİÇİ KANUNUNA GÖRE KORUMA ALTINA ALINAN


ALANLAR

Özel konumu nedeniyle, tarihin her döneminde önemini ve değerini koruyan Boğaziçi
yalnız ülke ölçeğinde değil, uluslararası düzeyde ele alınması gereken bir dünya mirasıdır.

Bir koruma yasası olan 2960 sayılı Boğaziçi Yasası, İstanbul Boğazı alanına kültürel ve
tarihsel değerlerini, doğa güzelliklerini, kamu yararı gözeterek a) korumak ve geliştirmek
ve b) bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılaşmayı sınırlandırmak amacıyla
çıkartılmıştır.

Yasa, Boğaziçi alanında, bu yasaya ve imar planı esaslarına göre yapı yapılabileceğini,
bunlara aykırı olarak yapılan yapıların ise derhal "yıktırılacağını" hükme bağlamış, nüfus ve

31 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

yapı yoğunluğunu arttırıcı plan değişikliklerini de yasaklamıştır. Boğaziçi alanında, kıyının


ancak "kamu yararına" kullanılacağını gösteren Boğaziçi Yasası, bu bölgede turizm ve
eğlenme amacına ayrılmış alanlara ancak "toplumun yararlanmasına ayrılmış yapı"
yapılabileceğini ve bunların amaçları dışında kullanılamayacaklarını hükme bağlamıştır.

Boğaziçi Yasasının bir özelliği de, orman statüsüne alınacak yerlerden, kamu kurum ve
kuruluşlarına ait olanların bedelsiz olarak Hazineye devrinin, özel mülkiyette bulunanların
ise, Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaştırılmasının öngörülmüş olmasıdır. Boğaziçi
alanının ağır basan karakterinin "yeşillik" olması noktasından yola çıkılmıştır.

Boğaziçi Yasası, İstanbul Boğazı'nın iki yakasını ilgilendiren bir "özel imar yasası"
niteliğindedir.

Ne yazık ki 1983 yılı sonlarında iktidara gelen siyasi parti, Mayıs 1985'te Meclisten
geçirilen 3194 sayılı İmar Yasası ile, Boğaziçi Yasasını değiştirmiş, Boğaziçi Yasasının
can alıcı hükümlerini hemen hemen tümüyle yürürlükten kaldırmış, Yasayı işlemez duruma
getirmiştir.

2960 sayılı Boğaziçi Yasasında öngörülen Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu ve
Boğaziçi İmar Müdürlüğü adlı organlar kaldırılmıştır. Bu organlara verilmiş görev ve
sorumluluklar, İstanbul'daki anakent ve ilçe belediyelerine bırakılmıştır.

Boğaziçi Yasası, nüfus ve yapı yoğunluğunu artırıcı nitelikteki plan değişikliklerini kıyı ve
sahil şeridindeki konut yapımını yasaklamış olduğu halde, 3194 sayılı Yasa ile bu mutlak
yasaklar kaldırılmıştır. Yürürlüğe girmesinden bir süre sonra Anayasa Mahkemesi İmar
Yasasının bir takım maddelerini iptal etmiş "nüfus ve yapı yoğunluğu gözönüne alınarak
planda değişiklik yapılmasına" olanak tanıyan fıkrayı ise Anayasa'ya aykırı bulmamıştır.

1.10. ÜLKEMİZİN TARAF OLDUĞU ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER


UYARINCA KORUNMASI GEREKLİ ALANLAR

1.10.1. Kuşların Himayesine Dair Uluslararası Sözleşme

Türkiye'nin doğanın korunması konusunda taraf olduğu ilk uluslararası sözleşme, 797
sayılı Kanunla onaylanan "Kuşların Himayesine Dair Uluslararası Sözleşme"dir. 1950
yılında Paris'te akdedilen Sözleşmeye Türkiye 1966 yılında taraf olmuştur.Sözleşme, daha
çok göçmen kuşların korunmasına yönelik hükümler taşımaktadır.

Bu Sözleşmenin bazı hükümleri geçerliliğini korumaktadır. 3167 sayılı Kara Avcılığı


Kanunu'nun 16. maddesi gereğince her yıl alınan Merkez Av Komisyonu Kararında
yasaklanan avlanma usul ve şekilleri, sözleşmenin 5. maddesi ile paralellik göstermektedir.
Sözleşme uluslararası nitelikte olmasına karşılık Türkiye herhangi bir toplantı çağrısı
almamıştır.

32 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.10.2. Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi


(Bern Sözleşmesi)

Türkiye'nin halen doğa korumacılığı alanında aktif olduğu en önemli uluslararası sözleşme,
Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan "Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama
Ortamlarını Koruma Sözleşmesi"dir.

1976 yılında Avrupa'nın Bern kentinde imzaya açıldığı için kısaca Bern Sözleşmesi adıyla
bilinen bu Sözleşme, yabani bitki ve yabani hayvanların korunması açısından kendi
yasalarımızdan daha etkin hükümler içermektedir. Sözleşme, Türkiye tarafından 1976
yılında parafe edilmiş, 1984 yılında ise imzalanmıştır.

Bern Sözleşmesi uyarınca çoğunluğu Passeriformes takımından olmak üzere bir çok kuş
türü korunmaya alınmıştır. Ayrıca, nesli tehlikede olan Deniz Kaplumbağalarının ve
Akdeniz Fokunun korunmasına yönelik çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.(Bkz. Bölüm 1.3.
Biyolojik Çeşitlilik ve Yaban Hayatı Yaşam Alanları)

1.10.3. Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi


(Barselona Sözleşmesi)

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)'in 1975'teki toplantısında 16 Akdeniz ülkesi,


Akdeniz'in korunması hakkında bir Hareket Planı onaylamıştır.

Türkiye'nin 1986 tarihinde taraf olduğu "Akdeniz'de Özel Koruma Alanlarının


Korunmasına Ait Protokol" çerçevesinde 2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesi ile Özel
Çevre Koruma Bölgeleri oluşturulmuş ve bu alanların koruma-kullanma esaslarını
belirlemek, mevcut her ölçekteki plan ve kararları revize etmek ve re'sen onaylamak üzere
1989 tarihinde Başbakanlığa bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı
kurulmuştur.(Bkz. Bölüm. 1.8. 2872 sayılı Çevre Kanunu Uyarınca İlan Edilen Özel
Çevre Koruma Alanları)

Ayrıca, Dilek Yarımadası Milli Parkı, Gelibolu Milli Parkı ve Olimpos-Bey Dağları Milli
Parkları da bu kapsama dahil edilmiştir.

1.10.4. Akdeniz'de Ortak Öneme Sahip 100 Kıyısal Tarihi Sit


(Cenova Deklerasyonu)

Barselona Sözleşmesine taraf ülkelerin 1985'te yaptıkları 4. olağan Hükümetlerarası


Toplantıda kabul ettikleri "Cenova Deklerasyonu" gereği seçilmiş ve Birleşmiş Milletler
Çevre Programı tarafından yayımlanmış olan "Akdeniz'de Ortak Öneme Sahip 100 Kıyısal
Tarihi Sit" listesine giren alanlardan Türkiye kıyı bölgelerinde yer alanlar belirlenmiş ve
Kültür Bakanlığı'nın sorumluluğuna verilmiştir (Ek 3). Kültür Bakanlığı'nın bu alanların
korunması konusunda özel bir çabası olup olmadığı bilinmemektedir.

33 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1.10.5. Akdeniz'e Has Nesli Tehlikede Olan Deniz Türleri


(Cenova Deklerasyonu)

"Cenova Deklerasyonu"nun 17. maddesinde yer alan "Akdeniz'e Has Nesli Tehlikede Olan
Deniz Türleri"nin yaşama ve beslenme ortamı olan kıyısal alanlar kapsamında; ülkemizde
foklar için ve deniz kaplumbağaları için önlemler alınmıştır. (Bkz. Bölüm 1.1.2.3.
Yaşayan Deniz Kaynakları)

1.10.6. Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme


(Dünya Mirası Sözleşmesi)

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu UNESCO'nun 1972 Genel


Konferansında kabul edilerek 1975'te yürürlüğe girmiştir.

Sözleşmedeki anlayışa göre bazı olağanüstü doğa veya insan yapısı nesneler sadece bir
devletin mirası değildir. Anlaşmanın 2. maddesine göre "Bilim, koruma veya doğal
güzellik yönünden olağanüstü evrensel değerde doğal çevreler veya kesin şekilde
belirlenmiş olanlar" Dünya Mirası statüsüne girerler.

Şimdilik Dünya Mirası Sözleşmesine 83 devlet taraf olmuştur. Türkiye ise 1983 yılında bu
sözleşmeye taraf olmuştur. 46 devletin 165 ender alanı Dünya Mirası listesine alınmış olup,
bunlardan Türkiye'deki Göreme, kültür mirası olarak bu listeye dahildir.

1.10.7. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi

1993 yılında Brezilya'nın Rio kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansında biri iklim değişikliği, diğeri Biyolojik Çeşitlilik olmak üzere iki sözleşme
imzaya açılmıştır. Türkiye sadece Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini imzalamıştır. Bu
sözleşmenin ülkemiz için işlerlik kazanmasından sonra doğa koruma faaliyetlerinin yeni
bir ivme kazanması beklenmektedir. Birinci sözleşmeye taraf olma çalışmaları devam
etmektedir.

1.10.8. Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip


Sulak
Alanlar Hakkında Sözleşme (Ramsar Sözleşmesi)

Türkiye, kısa adıyla Ramsar Sözleşmesini 1994 yılında imzalamıştır.

Anayasanın 90. maddesine göre Uluslararası Sözleşmeler TBMM tarafından onaylanıp


Bakanlar Kurulunca yayınlandığı anda kanun hükmündedir ve kanunlardan daha güçlü ve
kalıcıdır. Çünkü iptal için Anayasa Mahkemesine gidilemez. Türkiye taraf olduğu
Uluslararası Sözleşmelerin gereğini ne derece yerine getirebilmektedir?

Haziran 1972'de Stokholm'de başlayan Birleşmiş Milletler Dünya Çevre Konferansı


insanlığın "ortak geleceği" için yaşamsal önem taşıyan evrensel ilkeleri belirlemekle
yetinmemiş, daha ileri giderek, bu ilkelerin uygulanması yönünde tüm üye hükümetlerini
de görevli kılmıştı.

34 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Konferansın Sonuç Bildirgesi'nde "Çevre her iki yönüyle yani hem doğal çevre, hem de
insan yapısı (Kültürel Çevre) olarak insanoğlunun esenliği ve temel insan haklarından
yararlanması için ve hatta yaşamın kendisi için gereklidir..." görüşünde birleşen ülkeler,
"ortak yükümlülüklerini" ise şöyle belirlemişlerdi: "Çevrenin korunması ve geliştirilmesi
dünyanın ekonomik kalkınması için en önemli ögedir. Bu bütün insanların acil isteği ve
bütün hükümetlerin görevidir."

Türkiye dünya ulusları ile ortaklaşa girdiği bu yükümlülükler için yaşanılır bir çevreyi
"temel insan haklarından" sayan ulusal politikalar geliştirmeli ve ekonomik kalkınmasını
"öncelikle" çevrenin kalkınmasını gözeten bir modele oturtmaya yönelik çabalara
girmelidir.

1.11 KENTSEL ORTAM

İnsanın içinde yaşayacağı çevrenin; havasının, suyunun, toprağının sağlığı kadar, sosyal,
politik, yönetsel ve kültürel düzeyinin sağlığı da onun varolma koşuludur. Bütün bunlardan
herhangi birinin kirliliği, onun yaşam savaşının temel sorunlarından biri olmaktadır.

Bugün içinde yaşadığımız kentlere baktığımızda, tarihsel kimliğini yitirmiş, onun yerine
herhangi bir kimlik koyamamış bir takım yerleşim birimleriyle karşılaşmaktayız. Yaşam
ortamımız bir çarpık yaşama kültürü, ulaşım karmaşası, ses, hava, su, toprak kirliliği ve bir
görsel kirlilik yumağı halinde. Bunda en önemli etkenlerden biri bireyin çevresine
yabancılaşması olarak nitelendirilebilir.

Ülke ölçeğinde dengeli bir planlamayı gerçekleştirememenin sonucu, göçlerin neden


olduğu yığılmalar, çarpık yapılaşmaları, çarpık kentleşmeleri doğurmuştur. Bir yandan,
gelenlerin kente yabancılıkları, bir yandan da kentlilerin bu hızlı değişim içinde kendi
kentlerine yabancılaştıkları bir gerçektir. Oturanların sayısı arttıkça ortak kültür alanlarının
kent içindeki yüzdesi durmadan düşmüştür. Halen yürürlükte olan planlama sistemi, insan
öğesini bir veri olarak kabul etmeyen, yaşam standardı, yaşama kültürü üzerinde
düşünülmeden oluşurulan bir sistemdir. Konutunu kendi koşullarına uygun kılamayanlar,
orada bir otelde yaşar gibi yaşayanlar, elbette sokaklarına, kentlerine de
yabancılaşmaktadır. Hepsi gitgide daha çok birbirine benzeyen kentlerimiz, bu
yabancılaşmanın apaçık göstergesidir. Bu yabancılaşma, kentlerimizi, alanlarımızı,
sokaklarımızı, evlerimizi sahipsiz bırakmakta, bu sahipsiz yerlerde de dileyen dilediğini
yapmaktadır. Bu koşullarda, yalnızca "piyasa" koşullarına göre gerçekleştirilen çarpık
kentleşme, yaşam alanlarımızı belirleyen tek öge olmaktadır.

1972'de Stockholm'de yapılan Birleşmiş Milletler Dünya Çevre Konferansı, insanlığın


"ortak geleceği" için yaşamsal önem taşıyan evrensel ilkeleri benimsemiştir. Sonuç
bildirgesinde "Çevre her iki yönüyle de, yani hem doğal çevre, hem de insan yapısı
(kültürel) çevre olarak, insanoğlunun esenliği ve temel insan haklarından yararlanması için
ve hatta yaşamın kendisi için gereklidir..." görüşünde birleşilmiştir.

35 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bu çerçevede Çevre Kapsamı içerisinde insan yapısı (kültürel) çevrenin oluşturulmasında


insan davranışlarını biçimlendiren ve yönlendiren kültürel, sosyal, politik ögelerin insan
yaşam alanlarının biçimlenmesinde ne derece gözönüne alındığının irdelenmesi gerekir.

Yaşam kalitesi dediğimiz kavram, kişinin tüm psikolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik
gereksinimlerinin, üretkenliğinin, kendini yenileme potansiyelinin, katılımcılığının
geliştirilmesine yönelik bir bakış açısı ile geliştirilebilir.

Halihazır sistemimizde insan ögesi, gerek ekonomik, gerek fiziki planlarımıza salt
istatiksel bilgi olarak girmektedir. Kentsel konular "kent bilimi" kapsamında kendine özgü
tanımlar, kavramlar çerçevesinde, toplum bilimleri kendi kapsamlarında, doğa bilimleri de
diğerlerinden kopmuş olarak kendi çerçevesinde ele alınmaktadır. Oysaki insan
davranışlarından yaşam alanlarının ve doğanın, doğa ve yaşam alanlarından da insan
davranışlarının etkilenme biçiminin birbirinden soyutlanması mümkün değildir.

Toplum bilimcilerin, kent bilimcilerinin ve doğa bilimcilerinin çok yakın bir çalışma
beraberliği içinde konulara eğilmeleri ve bu etkileşimi birlikte kurabilmeleri gereklidir.

Dolayısıyla, bu iki kompleks sistemi, yani doğal ekosistemle kent ekosistemini karşılıklı
etkileşimleri içinde değerlendirirken, çok değişik disiplinlerin farklı ölçek ve farklı
tanımlarla yaptıkları çalışmaları ortak bir baza indirgemeleri zorunludur. Halihazırdaki
insan ögesini ön plana almayan parçacı yaklaşımlar, yaşanması gittikçe zorlaşan kentsel
alanların çıkmazını daha da arttıracaktır.

2. DUYARLI ALANLARA ETKİSİ OLAN KULLANIMLAR

2.1. KIYI YAPILARI

Kıyı kenar çizgisinin deniz tarafındaki alanda yapılacak yapılar "Kıyı Yapıları" olarak
tanımlanmıştır. Bunlar; İskele, Liman, Barınak, Yanaşma Yeri, Rıhtım, Dalgakıran, Köprü,
Menfez, İstinat Duvarı, Fener, Çekek Yeri, Kayıkhane, Tuzla, Dalyan, Tasfiye ve Pompaj
İstasyonları gibi kıyının kamu yararına kullanımını ve kıyıyı korumak amacına yönelik
altyapı ve tesisler ile, faaliyetlerinin özellikleri gereği, kıyıdan başka yerde yapılmaları
mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri, su ürünleri üretim ve yetiştirme tesisleri gibi,
özelliği olan yapı ve tesislerdir. Bu tanımlar kapsamında yer alan her türlü kalıcı yapı da
"dolgu" olarak tanımlanmıştır.

Bu alanlardaki yapıların imar işlemleri 3830/3621 sayılı Kıyı Kanunu ile Bayındırlık ve
İskan Bakanlığının görev ve sorumluluğundadır. İskele, dolgu alanları onamalarında
Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı’nın, Ulaştırma Bakanlığı DLH Genel Müdürlüğü’nün,
Çevre Bakanlığı ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü’nün, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Tarımsal Üretim Genel Müdürlüğü ve Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü’nün, sit alanları
dahilinde Kültür Bakanlığı’nın; kullanım amacına göre gerektiğinde de Turizm Bakanlığı,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü v.s. görüşleri alınır.

36 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

İşletme izinleri ise Denizcilik Müsteşarlığı tarafından verilmektedir. Yapılacak yatırım


Turizm Alan veya Merkezleri içinde ve turizm amaçlı ise imar planları Turizm
Bakanlığınca onaylanır. Yapılacak yatırım Özel Çevre Koruma Alanları içinde yer alıyor
ise Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı sorumludur. Balıkçı barınakları Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı’nın, Yat Limanları ise Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğundadır.
Yatırımcı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından onaylanan İmar Planı, DLH
tarafından onaylanan Uygulama Projesi, -Turizm Alan ve Merkezinde yer alan turizm
amaçlı yapılar için- Turizm Bakanlığından alınacak yatırım belgesi ile birlikte, Milli Emlak
Genel Müdürlüğünden izin belgesi ve ilgili idareden (Belediye veya Valilik) yapı ruhsatı
almak zorundadır. Uygulama Projeleri DLH tarafından incelenir, onaylanır ve DLH
denetiminde gerçekleştirilir. İnşaatın bitiminde ise Denizcilik Müsteşarlığı’ndan "işletmeye
açılabilirlik yazısı" alarak tekrar ilgili idareye başvurulur ve İşletme Ruhsatı alınır.
Ülkemizdeki yetki karmaşasının en belirgin örneği deniz ortamı yönetiminde
yaşanmaktadır.
Kıyıda doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilerde planlama ve yapılanma
konusunda etkin ve dolaylı olarak ilgili kurum ve kuruluşlar şunlardır:
Genel Kurmay Başkanlığı
Başbakanlık DPT Müsteşarlığı
Maliye Bakanlığı
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
Ulaştırma Bakanlığı
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Kültür Bakanlığı
Turizm Bakanlığı
Orman Bakanlığı
Çevre Bakanlığı
Sağlık Bakanlığı
Denizcilik Müsteşarlığı
Dış Ticaret Müsteşarlığı
Türkiye Gemi Sanayii
Bu kadar kuruluşun söz sahibi olduğu bir alanda yetki karmaşası ve sorumlulukların
çakışması doğaldır. Bu durum yönetsel olarak bürokrasiyi kilitlemekte, aşırı bürokratik
işlemler yatırımcıyı bezdirmekte, deniz ortamı değerlerinin korunması olanaksız hale
gelmektedir. Deniz ortamının koruma-kullanma dengesini sağlamaya yönelik yetki ve
sorumlulukların tek elde toplanması gereği açıktır.
Ülkenin deniz kirliliği düzeyi, kıyılardaki kontrolsüzlük, gemi yapım ve ticaret filosundaki
yetersizlik ve ülkenin dünya deniz ticaretindeki payının düşüklüğüne çare olarak, deniz
ortamı yönetiminde ciddi ve olumlu bir adım atılmış ve 1993 yılında, 491 sayılı K.H.K. ile
Denizcilik Müsteşarlığı kurulmuştur. Müsteşarlığın görevleri arasında, "Devletin denizcilikle
ilgili hedef ve politikalarının tespiti ve uygulaması amacıyla gerekli araştırmaları yapmak ve
yaptırmak" (madde 2e), "Müsteşarlığın kendi görev ve sorumluluk alanına giren konularda,
deniz ortamının bozulması ve kirlenmesini önlemek amacıyla her türlü tedbiri almak,

37 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

izlenmesini ve denetlenmesini sağlamak, bu konu ile ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği


yapmak" (madde 2h) gibi maddeler yer almaktadır.

Yönetsel yapıdaki karmaşayı önleyebilecek ve deniz ortamındaki kaynakların tek elden


yönetimine olanak sağlayacağı umulan bu adım, halihazırdaki işleyişi ile, ne yazık ki
karmaşa zincirine bir halka daha eklemekten öteye gidememektedir.

Kıyı yapılarının kuruluş yerlerinin seçiminde, iklim, hammadde, enerji, su, iş gücü,
ulaştırma, arazi, pazar, stratejik durum v.b. gibi kriterlerin göz önüne alınması
öngörülmüştür. Bu kriterlerin tümü mühendislik çalışmalarının gerektirdiği ve ekonomik
verimlilik ögeleridir. Koruma amaçlı kriterler ise koruma görevi üstlenmiş kuruluşların
görüşleri çerçevesinde ve ÇED uygulaması ile sağlanacaktır.

Ancak kalkınmanın ve gelişmenin sadece ekonomik olarak algılandığı ve mühendislik


yapılarından sorumlu yatırımcı kuruluşların halihazırdaki kayıtsız şartsız egemenliği
"koruma/ kullanma" dengesini her zaman kullananın kazançlı çıktığı bir dengesizlik içinde
tutmaktadır.

Limanların yer seçimi görevi Denizcilik Müsteşarlığı tarafından yürütülmektedir.


Gereksinmenin nerede olduğunun tespiti, gerekli mühendislik ve çevresel kriterlerin ele
alınmasının yanısıra uluslararası değişimlerin de (Sovyetler Birliği'nin parçalanması ile
Karadeniz'in önem kazanması gibi) yakın takibini ve gelecek öngörülerini gerektiren bir
işlevdir.

Ülkemizde çeşitli zamanlarda çeşitli limanlar Master Planları yapılmıştır. Ancak


bürokrasinin teknokratlarınca yapılan master planlar, diğer öneriler, DPT tarafından yapılan
yatırım programları gözardı edilmekte, ülke çıkarları hesaba katılmadan siyasi amaçlarla
belirlenmiş yerler tesis alanı olarak seçilmektedir.

Özellikle seçim zamanlarında, birtakım alanların hiçbir ön etüd yapılmadan acilen ihaleye
çıkartılması işlemleri olağan prosedür halindedir.

2.2. TURİZM VE İKİNCİ KONUT

Turizm

Turizm, döviz kazandırıcı ve istihdam yaratıcı özelliği ile ekonomik, insanların dinlenme
ihtiyacını karşılayan ve farklı kültürleri biraraya getiren yönleriyle sosyo-kültürel, yarattığı
kaynak kullanımı talepleri ile çevreyi önemli boyutta etkileyen bir sektördür.

Turizm gelişmesinin, ülkemizde görüldüğü gibi çok süratle meydana gelmesiyle, planlama,
teknik altyapı ve işletme sistemlerinin, yasal, yönetsel ve politik yapının bu gelişmeye ayak
uyduramaması, çevreye etkilerin çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Turizm alanlarında görülen mevsimsel nüfus artışından dolayı, mevcut altyapının yeterli
olmayışı nedeniyle oluşan deniz ve yeraltı suyu kirlenmesi, çöplerin neden olduğu kirlilik,

38 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

gürültü, trafiğin artışı ve hava kalitesinin bozulması, peyzaj tahribi ve betonlaşma ile gelen
görsel kirlilik, bu tür etkilerin başlıcalarıdır.

Kontrolsüz bir şekilde gelişen turizm ekoloji üzerinde de etkilerini gösterir. Deniz
kirlenmesi sonucu, su ortamındaki ekolojik dengenin bozulması, ötrofikasyon sürecinin
hızlanmasına neden olur. Konaklama ve hizmet üniteleri turizm alt yapısı inşaatları sonucu
bitkisel toprağın ve bitki örtüsünün yok olması, erozyon, turizm trafiği (araç ve insan
olarak) sonucu toprak sıkışması ve bitki örtüsünün tahribi, yaban hayatının azalması veya
sona ermesi, artan su gereksinimini karşılamaya yönelik veya rekreatif uygulamalarla,
yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının hidrolojik özelliklerini değişime uğratır. Bu da aynı
zamanda dolaylı olarak flora ve faunayı etkiler.

Kıyılardaki yapılaşma, plaj erozyonu ve kumul stabilizasyonunun bozulması ile beraber


endemik bitki türleri dahil flora ve fauna üzerinde de yıkıcı etkiler yaratmıştır.

Bunlara ilave olarak, insanların iyi bir manzaraya sahip olmak veya kıyıda yaşamak arzusu,
ekolojik açıdan değeri çok yüksek, ancak estetik açıdan o kadar şanslı görülmeyen sulak
alanların ve bataklıkların tamamen değişikliğe uğratılması ve bunların yerine dip taraması,
genişletme veya doldurma yapılarak, kanallar, rekreasyon alanları, marinalar, hatta
yerleşim alanları yapılmasına yol açmıştır.

Turizmin yarattığı etkilerden bir diğeri de, turizmin kısa vadede sağladığı ekonomik yararın
özendiriciliği ile, tarım alanlarının turizm alanlarına dönüştürülmesidir. Bunun örneği, son
yıllarda, Antalya'da çok belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Tarım arazilerinin
azalmasıyla, üretici, entansif tarım yöntemlerine kaymakta, bu durum ise, aşırı gübreleme
ve bunun sonucunda toprak ve yüzeysel sularda kirlenmeye yol açmaktadır.

Tarım arazilerinin turizm amaçlı kullanılması gibi, orman arazileri de aynı şekilde
kullanıma açılmaktadır.

Doğa koruma alanları ve tarihi alanlar da turizmin kontrolsüz bir şekilde uygulanması ile
olumsuz açıdan etkilenebilir. Buna örnek olarak atıksu ve çöp kirlenmesi, doğal peyzajının
bozulması, tarihi eserlerin tahribi, gürültü, kalabalık, araç tekerlekleri ve insanların
yürümeleri ile toprak sıkışması ve bitki örtüsünün yok olmasını gösterebiliriz.

Turizmin yerli halk üzerinde yarattığı etki, teker teker zor algılanır nitelikteki etkilerin
kümülatifidir ve artık geriye dönüşü olmayan noktada ve çok çarpıcı olarak kendini
gösterir. Bir yörede turizmin kontrolsüz bir şekilde gelişmesiyle; ilk önce, o yörede
kalabalıklaşma, kirlenme, gürültü artışı, fiyatların yükselmesi, söz konusu yerin yerli halk
için alışılagelmiş, güven verici, turistler için otantik, ilgi çekici özelliğinin kaybolması gibi
değişimler meydana gelmektedir. İkinci aşamada ise, yerli halkta da değişimlerin başladığı,
bireysel ve toplumsal yaşam biçiminin farklılaştığı, değer yargılarının değiştiği, adet ve
geleneklerin terk edildiği, yöresel özelliklerin yok olduğu, suç oluşturan davranışların
arttığı ve halkın giderek turiste karşı hoşgörüsüz hatta tepkili olduğu görülmektedir.

Turizmin gelişmesiyle, tarımsal faaliyetlerin yanısıra, balıkçılık, ticaret, el sanatları gibi


aktiviteler de giderek yerini doğrudan turizmle ilgili faaliyetlere bırakmaktadır. Bu durum, o

39 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

yöreyi tek bir sektöre bağlı hale getirmekle çok hassas ve dinamik bir yapıya sahip olan bu
sektördeki dalgalanmalarla, yöre insanı doğrudan ve çok çarpıcı bir şekilde etkilenmektedir
(Körfez Krizinde olduğu gibi). Ayrıca toprak ve diğer taşınmaz mallar, turizm yatırımcıları
tarafından cazip bedellerle satın alınmakta, yörede arsa fiyatları ve buna paralel olarak
arsa/arazi spekülasyonu hızla artmakta, yöre halkına önceleri çekici gelen bu alış-veriş
sonucu elde edilen maddi olanaklar, eğer çok verimli yatırımlarla değerlendirilmemişse (ki,
çoğunlukla böyle olmaktadır), kısa zamanda yok olmaktadır.

Dünyada 2. Dünya Savaşından sonra önemli bir artış gösteren turizm hareketi, 1960'lı
yılların başında ülkemizde de etkisini göstermeye başlamış ve 1963 yılında Turizm
Bakanlığı kurulmuştur. Turizm Bakanlığı’nın görevi, "Devlet Planlama Teşkilatınca turizm
ile ilgili alınan genel tedbirleri yürütmek;turizm potansiyelini belirlemek-değerlendirmek;
ülkenin turizm gelişme planlarını hazırlamak; kamu ve özel turizm yatırımlarını
yönlendirmek; turizm aktivitelerini teşvik, koordine ve kontrol etmek; turizm sektörünü
diğer sektörler arasında yükseltmek için gerekli önlemleri almak " olarak belirlenmiştir.
Bakanlığın görevleri arasında belirlenen turizm gelişme planlarının hazırlanması, 1969
yılına kadar sadece ekonomik ve sosyal boyutu ile ele alınmıştır. 1969 yılında çıkartılan bir
kararname ile, Çanakkale-Mersin arasında 3km. derinliğindeki kıyı bandı ile Kapadokya,
"Turizm Bölgesi" ilan edilmiş ve Devlet Planlama Teşkilatı'na, Turizm Bölgesinin "Turizm
amaçlı fiziksel planlarının yapılması" görevi verilerek, turizm planlamasına fiziki boyut
kazandırılmıştır. 1972 yılında ise turizm amaçlı planların yapılması görevi, Turizm
Bakanlığı'na devredilmiştir.

1980'lere girerken, 1960'lara oranla turizm yatırımlarında ve gelirlerinde büyük artışlar


görülmüştür. 1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, ülkemizde turizmin
gelişmesi açısından çok önemli bir kilometre taşı olmuştur. Bu kanun ile, turizm alan,
merkez ve bölge tanımları belirlenmiş, bu alanlarda altyapıyı kamunun yapması, kamu
arazilerinin belli koşullar altında, belli bir süre için yatırımcıya tahsisi gibi teşvik unsurları
getirilmiştir. Ayrıca 1985 yılında turizmin "kalkınmada özel önem taşıyan sektörler"
kapsamına alınması ile ek teşvik tedbirlerinden yararlanılması da mümkün olmuştur. 1970'li
yılların sonlarında ülkemize yönelik turizm talebindeki büyük artış nedeniyle IV. Beş Yıllık
Kalkınma Planında (1979) turizm politikası olarak "kitle turizminin geliştirilmesi"
benimsenmiştir. Daha sonraki yıllarda ise, turizmin varlığını borçlu olduğu çevre değerlerini
geri dönülmeyecek ölçüde tahrib ettiği göz önüne alınarak politikaya çevre boyutu
getirilmiştir. V. Beş Yıllık Kalkınma Planında (1983) "Türkiye'nin mevcut turizm
potansiyelinin, ekolojik dengeyi koruma, çevreyi temiz ve sağlıklı tutma ve güzelleştirme
ilkeleri doğrultusunda geliştirilmesi" ve "Doğal ve Kültürel Çevre değerlerinin turizm amaçlı
kullanımında koruma stratejileri ile turizm geliştirme stratejilerinin entegrasyonunun
sağlanması" politika olarak saptanmıştır. VI. Beş Yıllık Kalkınma Planında (1990) ise, çevre
koruma endişesi ile "sektörde kış, av ve su sporları ile festival, sağlık, gençlik, kongre,
termal, golf ve 3. yaş turizmini daha cazip hale getirecek teşvik planlarının geliştirilmesi,
turizm alt ve üst yapısının nitelik ve niceliğinin yükseltilmesine önem verilmesi, insanlığın
kültür ve tabiat mirası durumundaki değerlerin etkin bir şekilde korunması, çevre ile kültürel
değerlerin korunmasına öncelik verilmesi, belirli sahaların korumaya alınarak turizme
açılmasının teşvik edilmesi ile, küçük kapasiteli tesisler ile aile işletmeciliğinin teşvik
edilmesi" politikaları benimsenmiştir. Bu çerçevede Turizm Bakanlığı turizmde çeşitlilik
ilkesini benimsemiş ve yurt çapında "turizm envanter ve geliştirme planları" hazırlatmıştır.

40 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Yayla turizmi, kış turizmi, doğa yürüyüşü (trekking), dağ turizmi, golf turizmi gibi alanlara
yoğunlaşmaya başlamıştır.

Geçmişinde bıraktığı örneklerde çevre boyutunu ihmal ederek bazı büyük yanlışlıklar
yapmış olan Turizm Bakanlığının bu yeni açılım alanları da endişe ile izlenmektedir.
Örneğin, Karadeniz Yaylaları ile ilgili atılımları gereken çevresel, sosyo-kültürel ve sosyo-
ekonomik araştırmalar yapılmadan planlama aşamasına geçildiği için tepki almaktadır.
Yumuşak turizm olarak nitelendirilen "Yat Turizmi"nin gereken denetim sağlanmadığı
taktirde -ki şimdiye dek turizm alanındaki denetim eksikliği sürekli sorun olmuştur- kıyı
ortamının bozulmasına ciddi katkılarda bulunabilecek bir aktivite olduğu açıktır [18].

İkinci Konut

Son beş yıl içinde tatil siteleri ya da yazlık evler inşaatında büyük bir patlama olmuştur.
Resmi tahminlere göre Güneybatı kıyısı boyunca inşa edilmiş birim sayısı 100.000 ila
150.000 arasında değişmekte ve bu siteler, kıyının yaklaşık %36'sını kaplamaktadır. Bu
olgunun arkasında birçok etmen yatmaktadır. Öncelikle deniz kıyısının yarattığı doğal bir
çekicilikten ve tatil yapma isteği ile bunu elde edebilecek ekonomik olanaklara sahip
olmanın yarattığı toplumsal çekicilikten söz edilebilir. Bu etmenin tüm kıyı bölgeleri için
geçerli olduğu söylenebilirse de yazlık ev inşaatını hızlandıran ikinci bir etmen büyük
ölçüde Türkiye'ye özgü bir nitelik göstermektedir: Süregelen yüksek enflasyon,. kıt arazi
kaynakları ile gayrımenkule yapılan yatırım, paranın değerini koruyan bir seçenek olarak
görülmektedir.

Güneybatı kıyısı boyunca turistik tesislerin ve yazlık evlerin inşaatı su, kanalizasyon, çöp
ve diğer hizmetler üzerinde aşırı bir yüklenme yaratmıştır. Ayrıca, yazlık ev sitelerinin bir
bölümünün, kentsel arazi fiyatlarının yüksekliğinden ve bir ölçüde de planlama ve imar
mevzuatının yeterince uygulanamamasından ötürü Belediye sınırları dışında yer seçmesi,
bu bölgelere hizmet götürülmesini güçleştirmekle ve pahalılandırmakla kalmamış,
bölgenin görünümünü de büyük ölçüde tahrip etmiştir. Kamu altyapı hizmetlerinin
sağlanması konusundaki en büyük engellerden biri, mevcut fonların yetersiz ve oldukça
dağınık olmasıdır. Kendi sınırları içinde yer alan tesislere içme suyu, kanalizasyon ve çöp
toplama hizmetleri sunmakla görevli olan Belediyeler, bu tesislerden alabilecekleri ücretler
konusunda Turizm Teşvik Kanun'unda getirilen kısıtlamalarla karşı karşıyadırlar. Zira
Turizm Teşvik Kanunu resmi teşviklerden yararlanan turistik tesislerin, bu hizmetlerden
daha düşük ücretlerle yararlanmasını ve emlak vergisi ile bazı harçlardan muaf olmasını
öngörmektedir. Turizm Kanunu, yerel topluluklara önemli çevresel maliyetler yüklemekle
kalmamış, aynı zamanda Belediyeleri, artan hizmet talebini karşılamalarını mümkün
kılacak gelir kaynaklarından mahrum bırakmıştır. Belediyelerin, sistemde yol açtıkları
maliyetlerden ötürü büyük ölçekli mevsimlik kullanıcılardan tam anlamıyla
yararlanamamalarının yanısıra, kıyı boyunca Belediyelerin yetki alanı dışında kalan
kooperatif veya turistik tesislerin maliyetlere katılmasını mümkün kılan herhangi bir
hüküm de bulunmamaktadır.

41 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

2.3. ENERJİ AMAÇLI KULLANIMLAR

Elektrik enerjisi üretim/tüketim dengesi açısından çarpıcı bir açığa sahip bulunan Türkiye
gelişmişlik basamağı olarak alınan 2000 KWh/kişi-yıl barajının yarısına bile önümüzdeki
15-20 yılda ulaşabilecek durumda değildir. Bu hesaba göre ülkemizin tüm kullanılabilir
hidrolik ve termik enerji rezervlerinin seferber edilmesi halinde amaçlanan sayılara
ulaşılamayacağı ortaya çıkmaktadır. Bu karamsar tabloya rağmen, şimdiden çevrenin hızla
tahrip edildiği birçok problem bölgesi yaratılmıştır.

Enerji hedeflerine yaklaşmak üç temel aşamadan oluşan bir strateji ile planlanabilir.
a)Debileri düzensiz akarsularımızın üzerinde kurulmakta olan veya kurulacak
hidroelektrik tesisleri,
b)Değişik yörelerimizde mevcut bulunan ve genellikle rezervi çok düşük linyit
kömürlerine dayalı termik santraller,
c)Nükleer santraller.

İlk planlandığı tarihten elektrik üretir hale gelinceye kadar bir termik santral için en az 3-4
yıl, hidrolik santral için ise 5-10 yıl süre geçtiği düşünülürse sadece her yıl, o yıl için
doyurulacak güç açığının değil, gelecek on yılın hedeflerinin de şimdiden projelendirmeye
başlanmasının gereği ortaya çıkar.

Günümüzden 2000'li yıllara uzanan enerji stratejisinin ana hatları alternatiften yoksun
değildir. Gerek binlerce megawatt kurulu güç için hazırlanan termik elektrik projelerinin,
gerekse bunların topluca ülke sathına yayılışı ile ilgili Master Planların ciddi bir "fizibilite
etüdü" çalışması sonucu karara bağlanması gereklidir.

Hidroelektrik Santraller

Çevre sorunlarına yol açma bakımından pek çok kişi hidroelektrik tesisleri, en az zararlı
etkileri yaratan elektrik üretim santralleri olarak tanımlamıştır.Gerçekten bu tür tesisler
hava, su kirliliği, katı atık ve radyoaktif sızıntı tehlikesi yaratmazlar. Bu yüzden de
hidroelektrik üretim tesislerinin kendileri değil, su toplama kısımları çevresel açıdan önem
taşır. Dev bir baraj kadar ekosistemleri etkileme gücü olan başka hiçbir yapay eser yoktur.
Bu etkilerin çoğu, dinamik karakterli ve geri dönüşü bulunmayan ekosistem
modifikasyonları şeklindedir. Yoğun ve karmaşık yapıda iklimsel, hidrolojik, biyolojik,
sosyo-kültürel, arkeolojik alanlarda uzun dönemde ortaya çıkan etkiler oluşturmaktadır.

Rezervuarın ilk su toplamaya başlamasıyla beraber mansap bölgesi ya tamamen veya


kısmen kurur. Bu geçici veya periyodik tekrarlanan süre içerisinde mansap kesiminde
hidrolojik denge alt-üst olmakta; suya bağımlı ekosistemde geri dönüşü olmayan ölüm, yok
olma ve yapısal değişimler görülmektedir.

Yeni baraj göllerinde ekosistem dengesizliği çok tipiktir. Yüzerek nehirde boydan boya
dolaşan hayvanlar için baraj, aşılamayan bir engeldir. Yaşamlarının belirli bölümlerini
menba kesimli veya taşkın sularında yaşamakla, kalan kısmını ise nehrin denize ulaştığı
yerde geçiren balık türleri için barajın varlığı, ölüm anlamına gelir.

42 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Büyük ölçekli bir durgun su kütlesinin oluşması nedeni ile havanın nem yüzdesi, sıcaklığı,
kütlesel hava hareketlerinde görülen değişmelerle; bölge topoğrafyasındaki değişime bağlı
mikroklima, hatta bazen bölgesel iklim farklılaşması gözlenmektedir. Bu değişimler insan
açısından pek önemli bir olumsuzluk kaynağı olarak görünmese bile diğer pek çok bitki ve
hayvan için önem taşırlar. Bunların ikincil etkileri de insanı etkiler.

Elektrik üretimi her ne kadar tüm ülke için kutsal bir hedef olsa bile; tarım arazisi, evleri,
yaşayıp sevdikleri çevreleri sular altında kalan insanlar için meydana gelen olay bu kadar
kolay kabul edilir değildir.

Havzanın belirli bir yerinde üretilen elektriğin havzanın diğer kısımlarına hiçbir olumlu
katkıda bulunmamakta, üretim yaptığı ve hayvan otlağı olarak kullandığı toprağı elinden
alınan yerel halkı göç etmek zorunda bırakmaktadır.

Örneğin, günümüzde en övünülen projelerden biri olan Çoruh Havzasında yapılacak olan
barajlar tüm tarım alanlarını kapsayacak ve milyonlarca insanı Karadeniz illerine ve batıya
göç etmeye zorunlu kılacaktır.

Bir getiri-götürü hesabı yapılmadan tamamen sanayiye hizmet etme politikası sonucu yerel
halk mağdur edilmekte, kırsal kesimden kente göçler, ülkenin en büyük sorunlarından olan
çarpık kentleşmeyi yaratmaktadır. Özetlemek gerekirse, bir hidroelektrik santral
rezervuarından kaynaklanan çevresel değişimler, pek çok sayıda ve değişik önem
derecelerindedir. Bu etkilerin kendi aralarındaki ilişkilerin önceden tahmininin yapılması
ve kararların ona göre verilmesi gereklidir.
Termik Santraller

Fosil yakıt adı verilen kömür, doğalgaz ve petrol gibi yakıtların yakılmasıyla buhar elde
ederek buhar türbinlerinde yakıt enerjisinin elektriğe çevrildiği santraller, çevreye en çok
olumsuz etki yapan tesislerdir. Katı atık bertarafı sorunları, radyoaktif karbon zerrecikleri
saçılması gibi sorunları da beraberlerinde getirirler. Uçucu kül ile birlikte havaya savrulan
bu radyoaktivitenin, eski tipte kömürlü bir santral çevresinde, basınçlı suyla çalışan bir
nükleer santralin normal kaçaklarıyla eşdeğerli olabildiği tesbit edilmiştir. Özkaynağımız
olan düşük kaliteli kömürlerin elektrik enerjisine çevrilmesine olanak sağlayan dev termik
santrallerin, kömürün çıkartılıp santrale taşınması, ön işlemler ve yakma aşaması, gaz ve
katı atıklarla soğutma sularının bertarafı gibi işlemler sırasında sorunların boyutları da
devleşmektedir.

Gerek halen faaliyet gösteren tesislerde, gerekse yeni kurulacak olanlar için modelleme
teknikleri yardımıyla ve ileride oluşacak hava kalitesi değerleri yerine emniyet sınır
değerler kullanılarak projelendirme yapılması gerekir. Termik santrallerden yayılmasına
izin verillen kirletici miktarlar yasal olarak belirlenmiştir.

Belirlenen azami limitlere uyulması için teknik tedbirlerin alınması 2872 sayılı Çevre
Yasası gereği zorunludur.
Bir termik santralin kurulması sırasında yakıt seçimi, kapasite belirleme, yer seçimi, teknoloji
seçimi alternatiflerine bağlı olarak pek çok çevresel etki belirlenebilir. Bu durumda Termik

43 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Santral kurulmasının alternatifsiz bir prosedür olduğu savının ne kadar dayanaksız olduğu
ortadadır.

Nükleer Santraller

Türkiye de enerji darboğazını aşıp, kişi başına enerji üretimini dünya ortalaması bir değere
ulaştırmanın tek yolunun nükleer enerji olduğu tartışılmaktadır. Bu durumda yapımı
planlanan nükleer santraller ne kadar ertelenirse ertelensin, 2000'li yıllara en az 1-2 büyük
santralle girmemiz zorunlu görülmektedir.

Nükleer santraller diğer enerji üretim tesislerinden farklı olarak potansiyel radyasyon
sızıntısı riski taşırlar. Bu risk normal çalışma esnasında toplumun doğal olarak karşı
karşıya bulunduğu dozların altındaki dozlara indirilmiş ve bu amaçlarla çok güvenli bir
emniyet teknolojisi geliştirilmiştir. Normal işletme sırasındaki güvenilirlik düzeyinin
oldukça yüksek oluşuna karşılık nükleer santraller, kullandıkları temel üretim teknolojisine
bağlı olarak yüksek kaza riskine sahiptirler. Dünyada 40 yıldan bu yana çalışan enerji
santrallerinin çalışmaları esnasında yakıt işleme ve nakliye, üretim birimlerinde
beklenmedik anlarda oluşan sekiz önemli kazanın oluşma sıklığı, ortalama beş yılda bir
ciddi boyutlu sızıntıların meydana geldiğini göstermektedir. Kazaya uğrayan bir santralin
temizlenerek yeniden kullanılır hale getirilebilmesi için kendi maliyetini aşan harcamalar
yapılması gerekmektedir.

Hidrolik santraller, tartışmasız yakın gelecekteki esas enerji üretim tesisleri olmaya devam
edeceklerdir. ancak kullanılabilir su gücümüzün sınırına yaklaşmış bulunduğumuza göre,
süratle gelişen ihtiyaca cevap vermek için ister istemez Termik Santraller devreye girmek
zorundadır.

Yılda yaklaşık 1500-2000 MW kurulu güç tutarında olan bu yıllık büyüme için, 5-6 adet
yeni santral ünitesi kurulacağı düşünülürse bunların yol açacağı çevresel bozulmanın
boyutları daha iyi anlaşılır. Bu milyarlık yatırımların herhangi bir fizibilite etüdü
yapılmadan gerçekleşmesinin önüne geçilmesi şarttır.

Tesislerin kuruluş aşamasında kömür kaynağına yakın olmanın ekonomikliği ilkesinden


daha az önemli olmayan çevresel risk muhasebesinin yapılması ve topluma açıklanması
şarttır. Enerji üretim yatırımlarının önem ve gerekliliği ile etkilenen çevrenin önem ve
değerleri tartışmaları süredursun, ülkemiz, bu tartışmaların ötesinde bir sorunla da karşı
karşıyadır: Böylesine hassas bir dengede tutulması gereken, ülke için böylesine yaşamsal
önem taşıyan enerji konusu da, ne yazık ki; "politik baskı" diye nitelendirdiğimiz olgudan
nasibini almaktadır. Anlık, kısa vadeli, gösteriye yönelik ve hatta keyfi bir takım kararlarla,
enerji üretim bölgeleri tespit edilebilmekte, politik baskılarla teknik kadrolar işlev yapamaz
hale getirilmektedir.

44 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

2.4. SANAYİ AMAÇLI KULLANIMLAR

Ülkemizde sanayileşmeyi hızlandırmak, sanayi kuruluşlarının kentlerde düzenli


yerleşmesini sağlamak için kullanılan organize sanayi bölgelerinde sanayi arsaları, satış
yoluyla sanayicilere devredilmiştir.

1976 yılına kadar, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, organize sanayi bölgeleri ve kamu sanayi
arsalarını, kendi planlama ölçütlerini belirleyerek, ilgili kuruluşlardan bu ölçütlere
uyulduğunu gösteren belgeler isteyerek karara bağlıyordu. 1976 tarihinden sonra ise,
"Kamu Sanayi Arsaları Tetkik Komisyonu" adı ile kurulan bir kurul, sanayi bölgelerine
ilişkin teklifleri inceleyerek karara bağlamaktadır.

Ülkemizde, sanayileşmeyi desteklemek için arsa sağlama yönteminin eski bir geçmişi
vardır. 1913 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu, sanayii özendirmek amacıyla, "bedelsiz
fabrika toprağı" vermekten söz etmekteydi. 1926'da çıkarılan ve bugün de yürürlükte olan
748 sayılı yasada ise, "fabrika ve müessesata arazi ve arsa temini" yer almıştır.
Özendirmenin daha sağlam temellere oturtulabilmesi için, 1967 yılında, 933 sayılı
"Kalkınma Planlarının Uygulanması Esaslarına Dair Kanun"a konulan 2. madde ile
"Bakanlar Kurulu'nun sanayi bölgeleri için gerekli olan araziyi kamulaştırma ve altyapı ile
donandıktan sonra sanayiciye devretme işini kararnamelerle düzenleme" yetkisi, bu
konunun ancak yasalarla düzenlenebileceği gerekçesi ile Anayasa Mahkemesince
bozulmuştur.

Ancak bugün bu kamulaştırma işini, aynı yöntemle Arsa Ofisi yapmaktadır. Arsa politikası
bakımından bu yolun türlü sakıncaları olduğu, kiralama yolunun da uygulamasının kamu
yararına olduğu açıktır [19].

Yerleşim ve çevre kirlenmesi konularında disiplin getirilmesi, aşırı kentleşme ve nüfus


problemlerinin çözümlenmesi ve diğer bazı amaçlarla organize sanayi bölgeleri kurulması
yoluna gidilmiştir. Yurdumuzda ilk olarak Bursa Organize Sanayi Bölgesi 1966 yılında
tamamlanarak sanayicilerin hizmetine açılmıştır. 1967 yılından itibaren 63 ilde organize
sanayi bölgesi kurulması için Bakanlar Kurulu Kararnamesi çıkartılmıştır.

Özellikle sanayi atıksularından kaynaklanan deniz, göl ve akarsu kirliliğinin önlenmesi


amacıyla, 2872 sayılı Çevre Kanununa bağlı olarak çıkarılan "Su Kirliliği Kontrol
Yönetmeliği" sanayi tesislerine birtakım yükümlülükler getirmiştir. Yönetmeliğe göre,
faaliyetleri sonucu atıksu oluşumuna neden olan ve oluşan atıksuyunu alıcı su ortamına
doğrudan deşarj eden sanayi tesisleri Yönetmelikte yeralan deşarj standartlarını sağlamakla
yükümlüdürler. Bu amaçla Yönetmelikte her sanayi tesisi üretim tiplerine göre
gruplandırılmış ve onaltı sektör oluşturulmuştur. Sanayi tesisleri Su Kirliliği Kontrolü
Yönetmeliğinde yeralan deşarj standartlarını sağlamak için münferit veya ortak arıtma
tesislerini yapmak ve atıksularını arıtmak zorundadır.

Ülkemizde özellikle sanayi tesislerinin Organize Sanayi Bölgelerinde yeralmayı tercih


etmelerinin bir diğer nedeni üretim yönünden benzer özellik gösteren sanayi kuruluşlarının
biraraya gelerek ortak arıtma sistemi kurmak ve maliyeti düşürmek istemeleridir. Yine Çevre
Bakanlığınca su kirliliğinin önlenmesi amacıyla kirletici sanayi sektörleri belirlenmiş ve

45 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

hazırlanan protokollerle bu tip sanayilerin arıtma tesislerini tamamlamaları konusunda


çalışmalar başlatılmıştır.

Her il ve ilçede bir küçük sanayi bölgesinin kurulması zorunluluğu açıktır. Ancak her ilde
bir organize sanayi bölgesinin kurulması yönündeki kararın yanlışlığı ise geçtiğimiz
yıllardaki uygulamalarla görülmüştür. Nitekim bazı organize sanayi bölgelerine
sanayicilerin çekilmesi mümkün olmamıştır. Çünkü kurulan sanayi bölgelerine yapılan
yatırımın masraflarının sanayiciye yansıması, sanayiciyi daha kolay ve ucuz bir şekilde elde
ettiği tarım arazilerine yönlendirmektedir. Böylece sanayici kendisinin özel mülkiyetindeki
veya satın aldığı tarım arazisini tahrip etmektedir. Öte yandan organize sanayi bölgelerinin
yerleşim bölgelerinin oluşturulmasından vazgeçilemeyeceğine göre bu bölgelerin çok
gerekli ve en uygun yörelerde toplanması ve buraların çevresinde gecekondu önleme
bölgelerinin de oluşturulması zorunludur.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 1987 yılı sonu kayıtlarına göre organize ve küçük sanayi
siteleri için tahsis edilen toplam 17.999 hektar arazinin yaklaşık %62'sine tekabül eden
11.196 hektar arazi I-IV. sınıf tarıma elverişli topraklar üzerindedir.

Bu rakamlara 3194 sayılı İmar Kanunu gereği imar planı içinde olan yerlerde
Belediyelerce, imar planları dışındaki yerlerde Valiliklerce sanayiye tahsis edilen tarım
arazileri dahil değildir. Bu alanların Sanayi ve Ticaret Bakanlığı denetimi altında olan
yerlerden çok daha fazla bir yekün tuttuğu bilinmektedir. Ancak bu alanların sağlıklı bir
envanteri de bulunmamaktadır. Bu gibi yapılaşmaların ön izinsiz tesis edilip daha sonra
bazı şartlarla ve milli servetin heba olmaması gibi gerekçelerle, yıkılması gerekirken ruhsat
verilip enerji bağlanarak işletmeye açılmaları halen devam etmektedir. Bu yanlış tutumun
sürüp gitmesi ve af niteliğindeki zaman zaman sağlanan kolaylıkların kaçak sanayi
tesislerinin kurulmasını teşvik edeceği açıktır.

2.5. ULAŞIM AMAÇLI KULLANIMLAR

Karayolları

Özellikle son 25 yıl içinde karayolları planlaması, tüm dünyada yeni ve değişik boyutlar
kazanmış bulunmaktadır. Böyle bir gelişmede, hızlı motorlu araçların yoğun biçimde
kullanımı yanında gerek yol yapımının, gerekse doğrudan araçların kullanımından doğan
çevre sorunlarının önemli bir payı vardır.

Planlama, gerçekte belirli yol akslarına dayanan çeşitli yerleşim alanlarının düzenlenmesi
ile oluşur. Yeni açılan bir yolun bile arazinin potansiyelini değiştirdiği düşünülürse, bir
karayolunun bölge ölçeğindeki gelişmelerde etkin olabileceği kolaylıkla söylenebilir.
Uygarlık tarihinde en önemli yerleşmelerin doğal ulaşım yolları çevresinde gelişmiş
olması, pratikte de bu düşüncelerin en sağlam kanıtıdır. Bu nedenle ulaşım sistemlerine
dönük çalışmalar, temelde arazi kullanımı ve peyzaj planlama konuları ile ilgili olmakla
beraber,
a) Ulusal veya bölgesel ekonomi ve gelişme politikaları ile bütünleşmesi,
b) Sistemin planlanması ve planların beklenmeyen değişikliklere uyarlanması,
c) Sistemin sosyo-ekonomik etkilerinin yönlendirilmesi,

46 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

d) Çevre üzerindeki baskıların önlenmesi hedeflerini de kapsaması gereklidir.

Öte yandan karayollarının hazırlık çalışmaları ve yapımından başlayarak, doğal peyzajda


olumsuz değişimlere neden olduğu, trafiğe açılışından sonra da genellikle çevre kirlenmesi,
gürültü, kışın soğuk yörelerde buzlaşma ve kara karşı tuz uygulamalarından doğan
çoraklaşma gibi bir dizi soruna yol açtığı bilinmektedir. Böylece toprak, su, hava kirliliği
gibi çevre sorunlarına, gürültü ve görsel kirlenme olgularının da katıldığı görülmektedir.

Karayolu güzergahları özellikle ulaşım kolaylığı sağlaması nedeniyle sanayi ve yerleşim


yapılaşmasını kendine çekmekte ve böylece yolun kapattığı tarım alanı bir yana karayolu
güzergahlarında da büyük boyutlarda toprak kaybına neden olunmaktadır. Örneğin İzmir-
Aydın, Mersin-Adana, Adana-İskenderun, Ankara-Eskişehir, Amasya-Erbaa-Suşehri
karayolları güzergahları büyük ölçüde tarım alanı dışına çıkmıştır. Bu yollar ülke için
elbette gereklidir ve karayolu yapımı sürecektir, ancak yolların daha düşük vasıflı
arazilerden geçirilmesinin verimli tarım toprağının kaybını önleme gibi inkar edilmeyecek
ölçüde büyük bir yararı olduğu da bir gerçektir. Örneğin Trakya'da 25.608 hektar verimli
tarım arazisi bu tip yatırımlarla tarım dışına çıkarılmış ve bu miktar her geçen gün artarken
bu yolun 8-10 kilometre kadar yakınlarında 130.000 hektarı bulan tarım dışı araziler boş
durmaktadır.

Uluslararası düzeyde ulaşım sistemlerine ait yapım çalışmaları, klasik olarak toprak
tesviyesi, köprü yapımı, yol kaplanması gibi kolları içerir. Son yıllarda bunlara,
karayollarının sürücü ile ilişkisinin kurulması gereği gibi, çevre üzerindeki olumsuz
baskılarının önlenmesi amacıyla, yol dinamiği, yol psikolojisi, estetik, arazi düzenleme,
biyolojik onarım, bitkileme, mikro-klima v.b. ile değişik koruma gereksinimleri yönünden
yeni konular da katılmıştır. Ülkemizde karayolları planlaması ve yapımından sorumlu olan
Karayolları Genel Müdürlüğü, en düzenli çalışan kurumlardan biridir. 1993 yılında
yürürlüğe giren ÇED Yönetmeliği kapsamında kalan karayolları faaliyetleri ÇED Raporu
hazırlanması-çevresel etkilerin ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amaçlı-zorunlu olan
faaliyetlerdendir. ÇED Yönetmeliği bağlamında karayolları faaliyetleri konulu ÇED
raporları incelendiğinde görülecektir ki; konu hem çevresel, hem idari hem de teknik
yönlerden değerlendirilmektedir. Diğer bir husus ise faaliyetle ilgili bütün kuruluşlar
oluşturulan inceleme-değerlendirme komisyonlarında yasal ve teknik konuları dikkate
alarak görüş verdiğinden ÇED Yönetmeliği bağlamında izin prosedüründe koordinasyonun
çevre eksenli olarak sağlandığının ortaya çıkacağı açıktır. ÇED Yönetmeliğinin etkinliği
ise; faaliyetin anılan Yönetmelik kapsamında hem idari, hem yasal, hem de çevresel
konular bağlamında tümüyle teknik ve konularında uzmanlaşmış elemanlar tarafından
inceleniyor olması, faaliyete ilgili kuruluş tarafından ruhsat verilme aşamasında ÇED
olumlu belgesinin ilgili kuruluş tarafından faaliyet sahibinden isteniyor olması ve
kamuoyunun oluşturduğu artan çevresel baskılar boyutu dikkate alındığında ortaya
çıkmaktadır.

Karayollarımızın yerleşim alanları ile bağlantı kesimlerinde ve doğa içinde akıp giden
güzergahları boyunca insan ve çevre sağlığı açısından bir dizi sorun güncel biçimde
yaşanmaktadır. Bunun yanısıra, ülke çapında bir Arazi Kullanım Stratejisinin
bulunmaması, karayolları yapımlarının parçacı bir biçimde ele alınmasına yol açmakta,
öncelikler saptanmadığı için, kuruluşun ülke yararını ön planda tutan akılcı bir program
dahilinde çalışmasına sekte vurulmaktadır.

47 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

16 Bölge Müdürlüğü’nden oluşan bir yapı içinde çalışan Karayolları Genel Müdürlüğü,
yöre halkından gelen talep ve kendi bölge teşkilatlarınca saptanan önceliklere göre verilen
bütçe kapsamında yöreleri belirleyerek, yol yapımı programını uygulamaya sokmaktadır.
Ancak halihazır uygulamada siyasi öncelikler ön plana geçmekte, programa alınan yol
güzergahları kuruluş bütçesi ile uyum içinde olmadığından, başlanan yolların yarım
kalması, gerçekten önceliği olan yörelerin hizmetsiz kalabilmesi gibi sorunlar doğmaktadır.

Demiryolları, Hava Limanları ve Limanlar

Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı "demiryollar, limanlar ve hava meydanları inşaatı DLH Genel
Müdürlüğü görev ve sorumluluğu altındadır.

DLH İnşaatı Genel Müdürlüğünün görevleri, Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri


Hakkındaki 182 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile, aynı kararnamenin bazı
hükümlerinin değişttirilmesi hakkındaki 211 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
değiştirilmesi ile ilgili 9.4.1987 tarih ve 3348 sayılı Kanunun 9. maddesinde belirtilmiştir.

a) Devletçe yaptırılacak demiryolları, limanlar, barınaklar ve bunlarla ilgili teçhizat ve


tesislerin, kıyı koruma yapıları, kıyı yapı ve tesislerinin ve hava meydanlarının ve bunlarla
ilgili tesislerin, alakalı kuruluşlarla işbirliği yaparak, plan ve programlarını hazırlamak,
gerçekleştirilmesi için gerekli tedbirleri almak ve imkanları sağlamak, araştırma, etüd,
istikşaf, proje, keşif, şartname ve inşaatları ile bakım ve onarımlarını yapmak veya
yaptırmak ve yapımı tamamlananları ilgili kuruluşlara devretmek, yapılmış olanların bakım
ve onarımlarının organizasyonu için esaslar hazırlamak.

b) Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, özel idareler, hakiki ve hükmi şahıslarla


yaptırılacak (a) bendinde yazılı işler ile teleferik finiküler, şehir içi raylı ulaşım sistemleri,
metro ve demiryollar, limanlar, hava meydanları ile ilgili tünel gibi tesislerin proje ve
şartnamelerini incelemek ve onamak, şehir içi raylı ulaşım sistemlerinin ülke ihtiyaçlarına
uygun standartlaştırılması ve bakım üniteleri ile ilgili düzenleyici tedbirlerin alınmasını
sağlamak.

c) Yukarıda (a) ve (b) bendlerinde belirlenen işlerden her türlü kamu kurum ve kuruluşları,
belediyeler, özel idareler, tüzel ve gerçek kişilerce yaptırılacak olanların proje ve
şartnamelerini inceleyip tasdik etmektir.

DLH, Genel Bütçeye dahil diğer kuruluşlar ile Özel İdare ve Kamu Tüzel Kişileri,
dernekler ve diğer Kamu Kuruluşları tarafından yaptırılacak demiryolu, liman, hava
meydanı, balıkçı barınakları ve yat limanları tarama, proje etüdleri, ihale dosyalarının
hazırlanması, müşavirlik ve danışmanlık hizmetleri, laboratuvar hizmetleri ile idarenin
elinde mevcut bulunan makinaların bedeli mukabilinde kiraya verilmesi hizmetlerini
yürütmektedir.

Yukarıda birçok başlık altında tekrar tekrar değinilen kısa vadeli, anlık kararlarla yönetim,
hava ulaşımı konusunu da kapsamaktadır. Ülke içi veya uluslararası koşulları ve değişimleri
gözeten, uzun vadeli bir "Hava Ulaşım Master Planı" bulunmamaktadır. Teorik olarak,
halihazırda hava limanlarının yer seçimi, yerel yönetimlerden gelen talepler çerçevesinde
değerlendirilmekte, ön mühendislik etüdleri yapılarak, finansman sağlandığı takdirde inşaata

48 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

geçilmektedir. 1993 yılından günümüze kadar 4 adet hava limanları ile ilgili ÇED raporu
incelenmiştir. Sözkonusu faaliyetlerin çevreye olası etkileri belirlenmiş ve olumsuz
etkilerin en aza indirilmesi için gerekli olan bütün önlemler alınmıştır.

Ancak halihazır durumda, politik kararlar ağırlık kazanmakta ve ÇED kurallarının


uygulanması, olması gereken düzeyde olamamaktadır.

2.6. KENTSEL KULLANIMLAR

Kentin bir bütün olarak kendi çevresi ile ilişkisinde yaratacağı çevresel etkiler aşağıda
sıralanan başlıklar altında incelenebilir:

a) Fiziksel Etkiler:

i) Kentin büyümesi ve çevresindeki kullanımları istila etme potansiyelinden doğan


etkiler,

ii) Kentin (büyümese de) çevresindeki arazi kullanımlarına, kent altyapısı, otoyollar,
hava limanları, barajlar gibi gereksinimleri için veya haftasonu dinlencesi, turizm amacıyla
sıçrayarak çevrenin doğal ekolojisini bozması; foseptiklerden, katı çöp depolamalarından
sızıntılarla yeraltı su kaynaklarının kirletilmesi,

iii) Kentin "kentsel amaçlarla" çevresini düzenlemesi; otoyollar, yapay göller, yapay
ağaçlandırma gibi aktiviteler.

b) Kimyasal Etkiler:

Kentin çevresindeki su kaynaklarına etkisi:

i) Evsel kirli suların ve sanayi kuruluşlarının deşarjları ile akarsuların kirletilmesi,

ii) Kentsel kirli suların karışımı ve çevresine yerleşimlerin yoğunlaşması ile kıyı
alanlarının, göl ve rezervuarların kirletilmesi.

c) İklimsel Etkiler:

Kentin kendi yoğunluğu ile yerel iklimi değiştirmesi, ısı toplanması, nem, hava karakteri
v.b. koşullardaki değişimlere neden olması.

d) Kent İçi Etkiler:

Kentin "bir sistem olarak" çalışmasıyla yarattığı "kent içi etkiler":

i) Sanayi üretimi, ısınma, ulaşım amaçlı inorganik enerji kaynaklarının yarattığı kirlilik
(zehirli gazlar, havaya karışan metaller v.b.),

49 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

ii) Çöpün üretilmesi, toplanması, depolanması, sanayi atıkları ve diğer zararlı atıklar
ile yaratılan kirlilik,

iii) Sanayi, ulaşım, konutlar, eğlence, inşaat v.b. kentsel aktivitelerin yarattığı gürültü
kirliliği,

iv) Konut, ulaşım araçları, insan v.b. yığılmalarıyla ortaya çıkan yapaylık,
yabancılaşma, kentsel yaşam kalitesinin gittikçe yitirilmesi.

Kent dinamiğini kendi içindeki etkileşimleri çerçevesinde ele almayan parçacı-sektörel bir
yaklaşım, kentsel gelişimlerin kendi içinde ve çevresine olan etkilerini saptamakta ve
yönlendirmekte başarılı olamaz.

Çevre Bakanlığı tarafından çıkartılan "Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği" ,


"Gürültü Kontrol Yönetmeliği" , "Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği"nin başarı oranının
istenilen düzeyde olmamasının nedeni bütüncül bir koruma-kullanma stratejisinin
uygulamaları olmayıp, sektörlerden biri rolünü benimseyerek tek tek "semptom"ları
iyileştirmeye yönelik olmasıdır.

Ülkemizde kent ekolojisi-doğa ekolojisi alanları arasında bir eşgüdüm olmadığı gibi, kent
dinamiği içindeki herbir sektör de kendi içinde diğer sektörlerden bağımsız olarak ele
alınmaktadır. Kent planlamasının ulaşım ve altyapı planlaması ile eşgüdümü olmadığı gibi,
enerji, sanayi v.b. amaçlı kullanımlarda kendi içlerinde bağımsız kurallar çerçevesinde ele
alınmaktadırlar.

Kent gelişmesi, kent planlaması kapsamında fiziksel bir plan ile yönlendirilmeye
çalışılırken, ülkesel, bölgesel ve yerel ölçeklerde bütüncül bir bakış açısının kentsel
gelişmelere başıbozuk bir istilacı niteliğinden kurtaramamakta, kent yaşamı, uygar bir
yaşam kalitesini sağlamaktan hergün biraz daha uzaklaşmaktadır.

50 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

3. TÜRKİYE'DE PLANLAMA

3.1. TANIM

İnsan toplulukları artı ürün üretmeye başladıkları dönemden itibaren "planlama"


kavramıyla, değişik boyut ve içerikle de olsa, tanışmaya başlamıştır. Planlama yoluyla
üretim-tüketim ilişkileri düzenlenerek verimli bir kullanım amaçlanmıştır. Sınırlı
kaynakların akılcı bir biçimde değerlendirilebilmesi için, planlamaya, her dönemde
gereksinim duyulmuştur. Ulaşılmak istenen amaç ve bu amaca ulaşmak için gerekli olan
düzenlemeleri belirleyen araçlar, planlamayı oluşturan iki temel unsur olarak ele alınabilir.
Bu noktada, sağlıklı bir planlama için;

- Sınırlı kaynakların saptanması,


- Toplumsal tercih ve eğilimlerin ortaya konması,
- Ulaşılması düşünülen amaç(lar)ın belirlenmesi,
- Gerekli düzenlemelerin (araçların) tanımlanması,
- Uygulamada doğru zamanlama,
- Çalışmada (planlamada) eşgüdüm,

gereklidir.

3.2. TARİHSEL ÇERÇEVE

Tarihte her çağın ve uygarlığın kendine özgü kentleri varolmuştur. Bu kentlerde insanların
gereksinimlerini karşılamaları için belli düzenlemeler gerekmiştir. Antik dönem kentlerinin
rastgele bir gelişim izlemediği, belirli bir plan anlayışına sahip oldukları bugün
bilinmektedir.

Günümüzde uygulanan çerçevesi ile kent planlaması ise, Batı'da, sanayileşmenin ortaya
çıkardığı sanayi kentinin sorunlarına çözüm arayışlarıyla ağırlık kazanmıştır. Sanayi
toplumunun ekonomik ve sosyal yapısıyla gelişen fiziki planlama anlayışı ve
kurumsallaşması, içinde geliştiği toplumun gerçekleriyle tutarlı bir yapılanma göstermiştir.
"Oysa Türkiye'deki ilk imar hareketleri sanayi öncesi kentlerin dünya ekonomisiyle
eklemlenmeye başlamasının sorunlarına çözüm bulmak için ortaya çıkmıştır." Ülkenin
gerçeklerinden (yapılanmasından) kaynaklanmayan bu anlayış toplumsal gerçeklikten uzak,
halk desteği sağlayamayan, elitist bir planlama yaklaşımını doğurmuştur.

Batı'da gelişen kent planlamasının Türkiye'ye yansıması ve uygulamaları dört dönemde


incelenebilir;

1- 19. y.y 'ın ikinci yarısından Cumhuriyete kadar,


2- Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1950'li yılların ikinci yarısına kadar,
3- 1950'lerin ikinci yarısından 1980'lerin başına kadar,
4- 1980'ler sonrası.

51 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

1- I. Dönem; 19. yy'ın İkinci Yarısından Cumhuriyete Kadar

1. dönemde, Osmanlı İmparatorluğunda, kent planlaması, yasalar ve yönetmelikler


şehirciliği biçiminde, Batı'dan etkilenerek başlamıştır. Osmalı İmparatorluğu
sanayileşmediği için kent planlaması da, sanayi kentine karşı tepki olarak değil, Batı'da
yaşanan sanayileşmenin sonuçlarından etkilenme sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Kentlerde, özellikle önemli liman kentlerinde, değişen ticaret biçimi ve reform geçiren
Osmanlı yönetimi, kent merkezleri içinde, geleneksel merkez dışında, yeni, modern bir
merkezin doğmasına neden olmuş, kent içi ulaşım -yaya ulaşımı- yerini araba ve
tramvay gibi araçlara bırakmış, çok yüksek olmamakla birlikte ortaya çıkan nüfus artışı
yeni alanların iskana açılmasını getirmiş, bunlara paralel olarak da kent toprağı,
spekülatif bir değer artışına yol açmıştır. Ayrıca ahşap kent dokusunda görülen büyük
yangın felaketleri de (özellikle İstanbul'da), kentlerin değişiminde ve yenilenmesinde
etkili olmuştur. Osmanlı İmar Mevzuatı da, bu değişimleri yaşayan kentlerin
sorunlarına çözüm bulmak amacıyla gelişmiştir. Bu amaç, yeni kent içi ulaşım
biçimine uygun yolların nasıl açılacağı (ya da genişletileceği), yeni alanların nasıl
iskana açılacağı, yangın tehlikesinin nasıl önleneceği gibi pratikteki sorunlara yanıt
bulmaktır. Bu aşamada, bütün kenti düzenleyen planlardan çok, Mevzi Planlar
gündeme gelmiştir ve planlama, daha çok bir Harita Mühendisliği faaliyeti olarak
görülmüştür. Bazı yasa ve yönetmelikler çıkarılmış olmasına karşın, yeterli bir
kurumsallaşma söz konusu değildir.

2- II. Dönem; Cumhuriyet'in İlk Yıllarından 1950'li Yılların İkinci Yarısına Kadar

Bu dönemde İmparatorluktan Ulus-Devlete geçiş önemli bir etkendir. Batı'ya tam bir
yönelme söz konusudur. Ama bağımsızlık da önemli bir unsurdur. Batı'lı ama onun
denetiminde olmayan bağımsız bir Ulus-Devlet amaçlanmaktadır. Bunun
başarılabilmesi için, Cumhuriyet yönetimi mekansal stratejilere özel önem vermiştir.
Bunların en radikal örneği, başkentin İstanbul'dan Ankara'ya taşınması olmuştur.
Ankara'nın planlanmasına özel önem verilmiş, 1928 yılında açılan uluslararası bir
yarışmayla, kentin planı hazırlanmıştır. Cumhuriyetin modern kentsel yaşantı imajı,
düşük yoğunluklu, bahçeli evlerden oluşan bir kentsel dokudur. Bu, sanayi kentine bir
tepki olarak gelişmiş, bahçe-kent ütopyasının Türkiye'ye bir yansımasıdır.

Önce Ankara'da denenen kent planlaması, 1930'lu yıllarda çıkarılan Belediye, Umumi
Hıfzısıhha ve Yapı ve Yollar Kanunlarıyla, bütün kentler için zorunlu hale getirilerek
kurumsallaştırılmıştır. Ayrıca Mimarlık ve Mühendislik meslekleri de çıkartılan
yasalarla meslek adamlarına devredilmiştir. Bu dönemde planlama da harita
mühendislerinden, mimarların yetki alanına geçirilmiştir. Artık kentin parçalarının
planlamasıyla yetinilmeyip, bütün kent planlanmaktadır. Bu dönemde, mevcut kent
dokularına saygılı olmayan bir anlayış hakimdir. Ancak Belediyelerin mali güçlerinin
sınırlılığı nedeniyle, genellikle yeni dokulardaki planlar uygulanmış, böylelikle tarihi
dokudaki tahribat uygulamada etkili olmamıştır.

Bu dönemde kentsel arsa rantlarının denetim altına alınamaması ve yerel yönetimlerin


güçsüzlüğü sorun yaratmıştır.

52 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

3- III.Dönem; 1950'lerin İkinci Yarısından 1980'lerin Başına Kadar

Bu dönemde, Türkiye'de, bir yandan çok partili yaşama geçilirken, bir yandan da hızlı
bir kentleşme yaşanmaya başlanmıştır. Bu hızlı kentleşme, kentlerde altyapı ve konut
üretiminde sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bir yandan kentlerin yetersizliği, bir yandan
kente göç edenlerin kaynaklarının yetersizliği gecekondulaşma sonucunu doğurmuştur.

İlk olarak 1930'larda "barakalar" adıyla ortaya çıkan gecekondular, zaman zaman
yıkılmalarına rağmen genelde varlıklarına göz yumulmuştur. Ama çok partili rejime
geçişle birlikte af yasaları çıkartılarak gecekondulara güvence verilmiş,
gecekondulaşma yasallaştırılmıştır.

Bu dönemde, kent dokusu, yüksek yoğunluklu, altyapısı yetersiz apartman


mahallelerine dönüşmüştür. kentlerde yapılaşma, "yapsatçı" denilen küçük üretiler
eliyle gerçekleşmek zorunda kalmıştır. Bu dönem kentlerinin mekandaki formu,
kentsel rantları ödemekten kaçınan "gecekondular" ve kentsel rantları en çoğa
çıkarmaya çalışan "yapsatçılar" tarafından biçimlendirilmiştir. Bu süreçler yağ lekesi
biçiminde büyüyen, yüksek yoğunluklu kent dokuları geliştirirken, Türkiye'de özel
otomobil sahipliğinin artmasıyla birlikte, kentler, ciddi trafik sorunlarıyla
karşılaşmıştır. Bunların sonucunda kentler, ilk kez büyük yıkımlarla karşılaşmıştır.

Türkiye'de yaşanan bu kentleşme sorunları, kent planlamasında yeni gelişmelere yol


açmıştır. 1960'lı yılların sonlarına doğru, kent planlamanın mimarlığa yakın bir sanat
alanı olarak algılanmasından, bir bilimsel faaliyet alanı olarak algılanmasına geçilmiş,
mimarlık eğitiminden bağımsız bir Kent Plnlaması Eğitimi kurumsallaşmıştır. Bu
gelişmeler Türkiye'de "kapsamlı-rasyonalist" (comprehensive-rationalist) bir kent
planlama anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kapsamlı-rasyonalist kent
planlama yaklaşımı, dünyadaki anlayışı yakalamış olmasına karşın Türkiye'nin o
dönemde karşılaştığı hızlı kentleşme olgusunun gerçekleriyle tutarsızdır. Bu anlayış,
yeterli araştırma yapılırsa kentlerin geleceğinin kestirilebileceğini ve bu kestirimlere
dayanılarak yapılacak planların sağlıklı olacağını varsaymaktadır. Oysa hızla gelişen,
emrivakilerle yönlendirilen bir kentte hızla üretilebilen, esnek bir stratejik planlama
yaklaşımına gerek vardır.

4- IV. Dönem; 1980'ler Sonrası

Ülke nüfusunun yarısı kentlerde yaşamaya başlamıştır. Kentlerde kentleşme sorunları


hızla artarken kent planlaması etkisini yitirmeye başlamıştır. Üst ölçekli planlama
çalışmaları büyük ölçüde gündemden kaldırılmış, planlama yetkileri, yeterli teknik
kadrolar oluşturulmadan yerel yönetimlere devredilmiş, çıkarılan kanunlar ve
oluşturulan kurumlarla yetki karmaşasına yol açılmış, kentler, mevzii planlardan
oluşan kolajlar haline gelmiştir. Bu dönemin bir başka özelliği de af yasalarıdır. Sık sık
çıkarılan aflarla, kentlerdeki çarpık yapılaşma, kentlerin bir parçası haline getirilmiştir.
Kısaca, bu dönem planlamada sorunların en çok yaşandığı dönem olmuştur (Sorunlar
bölümünde detaylar yer almaktadır).

53 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

3.3. PLANLAMADA BUGÜN

Bugün ülkemizde 1985 yılında çıkan 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmeliklerce
belirlenen, bir fiziki planlama anlayışı olan "İmar Planı" yaklaşımı gündemdedir. Bu
kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir. Bu kanunla planlama
yetkisi Merkezi Yönetimden, Yerel Yönetimlere devredilmiştir. Ancak yasalardan
kaynaklanan bir yetki karmaşası gündemdedir. Bugün ülkemizde planlamayla ilgili 24
kurum ve kuruluş ile 22 yasa bulunmaktadır [20, 21].

3.4. PLANLAMA ANLAYIŞININ SORUNLARI

Bugün gelinen noktada, kurumlarıyla, yapısıyla, işleyiş ve uygulamalarıyla bir sorunlar


yumağına dönüşmüş, "imar düzenleme" şeklinde ortaya çıkan bir "fiziksel planlama"
anlayışı gündemdedir. Bütünlükten yoksun, parçacı bir yaklaşımın ürünü olan fiziki
planlama anlayışıyla yapılan imar planları, statik ve yasakçı-emredici bir yapıya sahiptir.
Bu anlayışta, sektörler arası ilişkileri düzenleyen; ekonomik ve sosyal faktörleri, ülkesel ve
bölgesel ölçekte yatırımlar ve bunların mekansal yansımalarını kontrol edici ve
yönlendirici kurumsal, örgütsel ve yasal düzenlemeler, gerekli nitelikte yer
bulamamaktadır. Buna uygulamadaki yasal yetki ve organizasyon sorunları da
eklendiğinde, karşımıza ekolojik, kültürel, sosyo-ekonomik, örgütlenme ve yerleşme
sorunları çıkmaktadır.

Bugün ülkemizde planlama, uygulama ve denetim konularında uygulama yapan ve görüş


veren 22 kurum ve kuruluş ile bu konularla ilgili 24 kanun bulunmaktadır. Bu da doğal
olarak bir "yetki dağılımı" ve "eşgüdüm" sorunu yaratmaktadır.

Yasal çerçevedeki yasakçı ve emredici anlayışın getirdiği, katı kurallar içeren imar anlayışı,
beraberinde, bu yasakları delmeye çalışan eğilimler getirmiştir. Bunlar;

1- Düşük gelir gruplarının kentlerin çevresinde oluşturdukları gecekondu


alanları,
2- Yüksek rant kaygısıyla planlara baskı yapan yapsatçı anlayış,
3- Koruma alanlarında mülk sahiplerinin kentsel toprak rantının engellenmesi
sonucu Tarihi ve Doğal Sit alanlarında planlara baskı,

olarak özetlenebilir.

Bu eğilimlerin oluşturduğu baskılar (kişisel ilişki, rüşvet, siyasal etki) sonucu planlarda
delinmeler ve daha önemlisi imar afları gündeme gelmiştir. İlk olarak 1948 yılında Ankara
kenti için gündeme gelen imar affı, sonraki yıllarda ortalama üç yılda bir çıkarak imar
düzeninin bir parçası haline gelmiş, kentsel yerleşmelerin biçimlenmesinde, imar planı
kadar belirleyici bir rolü olmuştur.

Uygulanan imar afları, yerleşmelerin arazi kullanma kararlarının, tür ve yoğunluklarını


etkilemekte, sonuçta sosyal ve teknik altyapıdan yoksun, denetimsiz gelişmelerden
kaynaklanan yerleşim sorunlarına yol açmaktadır.

54 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Yasalardaki karmaşa ve çok başlılık, yetki karmaşası yanısıra, kavram ve terminoloji


kargaşasına da neden olmaktadır.

Kent planlama genel bir eylemdir. 3194 sayılı İmar Kanunu ile Yerel Yönetimlere verilen
plan yapma, yaptırma ve uygulama yetkisi, pratikte, Yerel Yönetimlerin teknik ve mali
bakımdan kendi kendine yeterli olmaması nedenleriyle, planlamada yerelleşme ilkesi
hayata geçirilememektedir.

Planlamada açıklık ilkesinin uygulamaya geçirilememesi, planlarda şeffaflık


sağlanamaması, spekülatif amaçlı yatırım yaklaşımını beslemektedir. Çıkar gruplarının
spekülatif amaçlı baskıları, planlamada, "kamu yararı ilkesi" ne zarar vermektedir.

Yerel Yönetimlere, dolayısı ile de planlamaya halkın katılımı, sadece seçimler aracılığıyla
olmakta, sivil toplum örgütlenmeleri aracılığıyla, planlamanın her aşamasında halkın
katılımı sağlanamamaktadır.

Ülke düzeyinde duyarlı alanların öncelik dereceleri ile bir envanteri oluşturulamamış olup,
bu alanlarda yapılacak uygulamaları düzenleyen bir yasal çerçeve de bulunmamaktadır.

Planlama, yerel bir eylem olmakla birlikte, bölgesel etkileri de gözönünde


bulundurulmalıdır. Bu noktada Kent Planlama eyleminin çıkış noktası "Bölge Planları"
olmalıdır. Çünkü yerleşim birimleri bulundukları bölgeden soyutlanarak değerlendirilemez.
Bu noktada, öncelikle, ülke düzeyinde sağlıklı bir bölgeleme anlayışı gereklidir. Oysa
ülkemizde farklı kurumlarca oluşturulan farklı bölgeleme anlayışları sorun yaratmaktadır.
Ayrıca, kanunlarda tanımlanmış olmalarına rağmen, planlamada, hiyerarşi ve terminoloji
karmaşası vardır.

Planlamada; plancı-uygulayıcı-denetleyici ilişkisi kurulamamış, bu nedenle de, yapılan


planlar sağlıklı bir biçimde hayata geçirilememektedir.

Hızlı nüfus hareketlerinin yol açtığı büyümeyi karşılayacak altyapı götürülememesi,


sağlıksız kentleşme ve doğal değerlerde kayıplara neden olmaktadır.

Arazi kullanma ve eylemlerin, tür, yoğunluk ve kapasiteleri ile bunların, sosyal ve teknik
altyapıdan yoksun, denetimsiz olarak gelişmeleri "yerleşme sorunları" na yol açmaktadır.

Plansız gelişme sonucu oluşan çevre kirliliği, flora ve faunanın bozulması (yok olması) gibi
"ekolojik sorunlar" a neden olmaktadır.

Arkeolojik, tarihi ve mimari mirasın, nüfus baskısı, plansızlık ve denetimsizlik nedeniyle


yok olması ya da bozulması gibi "kültürel sorunlar" gündemdedir.

Sektörel değişimlerden kaynaklanan "sosyal ve ekonomik sorunlar" yaşanmaktadır.

Nüfus artışından kaynaklanan "yerel kamu hizmetlerinde aksaklık sorunları" vardır.

Planlar sadece fiziki yönüyle ele alınmakta, üst ölçekli ekonomik, sosyal ve yönetsel yönler
ihmal edilmektedir.

55 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Doğal ve kültürel değerler, ekolojik sistem, planlara yeterince yansıtılamamaktadır. Bunda,


araştırmaya yeterli önemin verilmemesi ve sağlıklı envanterlerin bulunmaması neden
olmaktadır.

Sağlıklı bir çevre politikasının olmayışı da, bu konuda bir diğer etken olmaktadır.

Fiziki planlama anlayışında maliyet ve kaynak kullanımı konuları gözardı edilmektedir.

Fiziksel planlar yapılırken, planı yapılan yörenin; doğal kaynakları, jeomorfolojik ve


topoğrafik eşikler, iklim, bitki örtüsü, jeolojik durum, deprem, akarsu, taşkın durumu,
toprak kabiliyeti, sulama, içme ve kullanma suyu sağlayan kaynaklar, maden kaynakları ve
çevre sorunları yönünden, yeterli incelemeler yapılmamaktadır. Sadece planı yapılacak
alanın dikkate alınması sonucu yapılan planlar yetersiz kalmakta ve çevresel değerlere
zarar verdiği kadar, sağlıksız kentleşmeye de yol açmaktadır.

Planlar yapılırken ekosistem, çevre kapasitesi, enerji kullanımı kriterleri dikkate alınarak
fizibilite çalışmaları yeterince yapılmamaktadır.

3.5. KIYI PLANLAMASI

3.5.1. Kıyı Bölgelerindeki Sorunlar

Üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemiz kıyıları son on yılı yoğun olmak üzere, 1960'lardan
beri, kentleşme, sanayileşme, turizm ve ikinci konut gelişmesinden kaynaklanan yerleşme
ve çevre sorunları ile karşı karşıyadır.

Bölgelere göre farklılık göstermekle birlikte, kıyılarda ve etkileşim alanlarında çözüm


bekleyen başlıca sorunlar şu şekilde sıralanabilir:
1- Arazi kullanma ve eylemlerin, tür, yoğunluk ve kapasiteleriyle bunların, sosyal ve teknik
altyapıdan yoksun, denetimsiz olarak gelişmelerinden kaynaklanan yerleşme sorunları,

2- Kıyılarda, su kirliliği, kıyı karakterinin bozulması, flora ve faunanın yok olması gibi
ekolojik sorunlar,

3- Kıyı bölgelerinde yer alan, arkeolojik, tarihi ve mimari mirasın (sit bölgeleriyle
geleneksel dokuların) nüfus baskısı, plansızlık ve denetimsizlik nedeniyle yok olması ya da
bozulması gibi kültürel sorunlar,

4- Kıyı yerleşmelerinde,sektörel değişmelerden (tarım ve balıkçılığın yerine turizm)


kaynaklanan sosyal ve ekonomik sorunlar,

5- Kıyı bölgelerindeki nüfus artışı, özellikle, turizme bağlı olarak artan mevsimlik nüfus
artışları karşısında, yerel kamu hizmetlerinin karşılanmasında karşılaşılan sorunlar,

56 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

6- Kıyı bölgelerine ilişkin yasal düzenlemeler ve kurumsal yapılanmadan kaynaklanan


yetki ve görevlendirmedeki eşgüdüm eksikliği ve

7- Planlama yaklaşımı ve sürecindeki eksikliklerden kaynaklanan örgütlenme ve planlama


sorunları.

Ülkemiz kıyı bölgelerindeki gelişmeler özellikle Ege ve Akdeniz bandındaki ülkesel


ekonomik politikalarla da kışkırtılmıştır.

1982 yılında yürürlüğe giren 2364 sayılı "Turizm Teşvik Yasası" ile başlayan süreçte
devletçe sağlanan arazi tahsisi, parasal sübvansiyonlar, düşük faiz oranları, bazı
hizmetlerden düşük bedellerle yararlanma ve vergi bağışıklığı gibi özendirici önlemler ile
iç ve dış konjonktürden kaynaklanan turizm talebi sonucunda çoğu yüksek standartlı
organize tesisler yapılmıştır.

Tek sektöre dayalı bu gelişme modeli, kıyılardaki betonlaşma ve ekolojik dengenin


bozulmasına neden olmakta, aynı zamanda kıyı yerleşmeleri üzerinde önemli altyapı
maliyet sorunları yaratmaktadır.

Enflasyonist ekonomik ortamın varlığı da ekonomik düzeyi elverişli toplumsal grupların


tatil yapma isteminden daha çok spekülatif ve yatırım amacına yönelik yazlık konut
sitelerinin (ikinci konut) kıyılarda patlama yapmasına neden olmuştur.

Toplumun yararlanması bakımından turizme göre daha kısıtlı ve dar bir gruba hizmet veren
yazlık konutlar, spekülatif amaçlı olmaları nedeniyle çok daha geniş alanlara yayılmıştır.

Bu gelişmeler kıyıdaki nüfus artışı (ki bu yaz aylarında çok daha büyük boyutlara
ulaşmaktadır) altyapısız, yoğun ve denetimsiz gelişmelerin ve ekolojik dengenin
bozulmasına varan sorunların belirleyici ekonomik ve toplumsal etkenleri olarak
görünmektedir.
Doğal ve kültürel çevrenin çoğu kez geri dönülmeyecek şekilde bozulmasına neden olan bu
süreç içinde bugünkü parçacı planlama yaklaşımlarının getirdiği sonuçlarda sorunun bir
başka boyutunu oluşturmaktadır.

3.5.2. Kıyılarda Yasal Düzenlemelerden Kaynaklanan Sorunlar

Kıyı bölgelerini ilgilendiren yasal çerçeveninde bazı dönemlerde bu olumsuz gidişe prim
verecek yönde düzenlendiğini söyleyebiliriz.

Kıyılardaki çarpık yapılaşma ve bozulma süreci ile ülke ekonomik politikaları ve yasal
düzenlemeler arasında bir paralellik vardır. Getirilen yasal düzenlemeler ile kıyı
bölgelerindeki orman ve tarım arazilerinin azalmasına, yaratılan yasal boşluklarla da
kıyılardaki betonlaşmaya ortam hazırlanmıştır.

57 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bu konuda,

-Kıyı kuşağını 10 metre olarak belirleyen ve kıyıda, eğitim, spor, turizm ve bazı sanayi
tesislerine izin veren, 1985'de yürürlüğe girmiş olan, 3086 sayılı Kıyı Yasası,

-Anayasa Mahkemesi'nin 10.07.1986 tarihli ve 1986/4 sayılı kararı ile iptal edilmiş olan
3086 sayılı Kıyı Yasasının 4 yıla yakın süre uygulamada, bir anlamda boşlukta bırakılması,
(15 Temmuz 1987 tarihli Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genelgesi ile genelgeler dönemi),

-Bununla da yetinilmeyip, orman arazilerinin, planlama kararlarını gözardı ederek, turizm


yatırımcılarına doğrudan tahsisini öngören, 86/10479 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi
ve 18 Mart 1988 tarihli yönetmelik,

-Tarım alanlarının, tarım dışı amaçlı kullanımında oldukça esnek hükümler taşıyan
11.3.1989 tarihli "Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye ile Kullanılmasına Dair
Yönetmelik",

-Turizm amaçlı plan değişikliklerinde, plan ana kararlarına aykırı olarak yoğunluk
arttırmayı özendirici nitelikli 1985 tarihli Turizm Bakanlığı genelgesini sayabiliriz.

Ancak kıyı mevzuatındaki değişmeler bu konudaki en ilginç örneği oluşturmaktadır.

Anayasa Mahkemesi 1 Aralık 1984'te yayınlanan ve Haziran 1985'de yürürlüğe giren 3086
sayılı Kıyı Yasasını 25 Şubat 1986'da iptal etmiştir. Yasanın iptalinden sonra, 25 Temmuz
1986'ya kadar Mahkemenin verdiği süre içinde aynı yasa yürürlükte kalmış, 3621 sayılı
Kıyı Yasasının kabul edildiği 4 Nisan 1990 tarihine kadar, Bakanlık Genelgeleri ile
uygulama yürütülmüştür. Yasal boşluk oluşturan yaklaşık 4 yıla yakın süre kıyılardaki
yapılaşmanın en yoğun olduğu bir dönem olup, kıyılar büyük ölçüde, bir anlamda Anayasa
Mahkemesi’nin iptal ettiği bir yasaya göre biçimlendirilmiştir.

1990 yılında çıkarılan 3621 sayılı Kıyı Kanunu yine Anayasa Mahkemesi tarafından iptali
sonrasında 1992 yılında kabul edilen 3830 sayılı yasa ve ilgili yönetmelikler gelmiştir.
Ancak bu yasa da Türkiye kıyılarının farklı fiziki özelliklerini ve kıyı yerleşmelerini
dikkate almadan hazırlanmıştır.

İmar mevzuatına uygun olarak veya ruhsat dışı yapılan inşaatların kontrolünde yerel
idareler kadro, teçhizat ve olanaklar açısından zayıf kalmışlardır. Kıyılardaki yoğun
yapılaşma talepleri ile birlikte altyapı hizmetlerine olan aşırı yük karşısında zaten yetersiz
durumda bulunan teknik ve ekonomik güçleri ile kıyı belediyeleri, sorunların çözümünde
zor durumda kalmışlardır.

Genellikle sonradan garip bir mozaik oluşturan "mevzii planlar" biçiminde parça parça
oluşturulan kooperatif gelişmeler ya da yazlık siteler, daha sonra planın bir bütün olarak ele
alınmasında sorunlara yol açmaktadır.

Turizm Bakanlığı 1982 yılında yürürlüğe girmiş olan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile,
Turizm Bölgesi, Alanı ya da Merkezi ilan edilen yerlerde, Bakanlığa, bu yerleri planlama,
düzenleme, yönetme ve mali teşvikler sağlama yetkileri verilmiştir. Daha çok, daha çok

58 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

turist anlayışı ile plansız olarak teşvik edilen turistik tesisler, giderek çevre açısından doğal
dengeyi bozmuştur.

6831 sayılı Orman Kanunu’na göre, devlet mülkü olarak, kamunun ekonomik ve toplumsal
yararı doğrultusunda korunarak yönetilmesi gereken ormanlar, Turizmi Teşvik Kanunu ile
turistik tesis yapımı amacı ile kullanılabilmektedir. Kaldı ki; turizm alanı veya merkezi
dışında kalan devlet ormanları da 1987 yılında Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikle ve
7.2.1988 tarihli yönetmelikle, turistik tesislere tahsis edilebilmektedir. Bazı hallerde harita
ve plan çalışmaları yapılmadan gerçekleşen bu tahsisler, kıyı bölgelerinin plansız
gelişmesinde önemli etkenlerden biri olmaktadır.

Benzer uygulamalar Vakıflar Genel Müdürlüğü arazilerinde ve Vakıf zeytinliklerinde de


son yıllarda yaygınlaşmıştır.

1989 yılında yürürlüğe giren "Tarım Alanlarının Tarım Dışı Amaç İle Kullanılmasına Dair
Yönetmelik" ile; tarımsal faaliyetleri olumsuz yönde etkileme pahasına da olsa, kıyı
bölgelerindeki verimli tarım alanları kooperatif, turizm, sanayi v.b. tarım dışı kullanıımlara
açılmıştır.

Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Limanlar Hava Meydanları Genel Müdürlüğü gibi
kuruluşlar, karayolu güzergahı, liman, havaalanı yer seçimi ve ulaşım kararlarının
alınmasında kıyı bölgeleri için de söz sahibi durumdadır. Bu kuruluşların aldığı kararlar, bu
alanlara getirilen planlamalar için de bağlayıcı olurken, gelişmelere de potansiyel ortam
yaratmaktadır.

2863 sayılı "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu" ile doğal, tarihsel, kentsel ve
arkeolojik sit alanlarının korunma yetkisi Kültür Bakanlığına verilmiştir. Kıyı bölgelerinin
doğal cazibesi nedeniyle tarih boyunca bir çok medeniyet buralarda yer seçmiştir. Bu
nedenle de kıyılarda çok sayıda sit alanı bulunmaktadır. Türkiye'deki doğal ve tarihsel
öneme sahip bu alanların Kültür Bakanlığınca korunmasında güçlüklerle
karşılaşılmaktadır.

Kıyı bölgeleri ile ilgili olarak 22 kurum ve kuruluş devrededir. Türkiye'de yaşanan
sorunların pek çoğu, yasalarla tanımlanan yetki ve sorumlulukların birbirleriyle çakışması,
kurumların sektörel yapısı ve yasalardaki boşluklardan kaynaklanmaktadır. Bu kaos
ortamında yetki boşlukları bulunması kaçınılmazdır. Farklı amaçlarla kurulan merkezi ve
yerel kurumların denetimi altındaki bölgelerin sayısındaki artış ve bunların arasındaki
eşgüdümün sağlanamayışı ulusal kıyı şeridinin toplumun yararına korunmasına ilişkin yetki
ve görev kargaşasına yol açmaktadır.

59 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

4. POLİTİKALAR VE STRATEJİLER

4.1. BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARINDA ÇEVRE POLİTİKALARI

Türkiye'de çevre politikaları, önceleri sadece ortaya çıkan kirliliği giderici amaçlara
dayanırken, sonraları kirlenmeyi önleyici politikalar şeklinde bir gelişim göstermiştir.

Çevre sorunları ilk kez 1973-77 dönemini kapsayan III. Beş Yıllık Kalkınma Planında ayrı
bir bölüm olarak yer almıştır. Bu dönemdeki çevre politikalarını belirleyen temel yaklaşım
Türkiye'deki çevre sorunlarına gelir azlığı ve kaynakların yeterince kullanılamamasının
sebep olduğu varsayımıyla sanayileşme ve kalkınmaya zarar verecek çevre politikalarının
kabul edilemez olduğu anlayışı olmuştur.

1979-83 dönemini kapsayan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı ise, çevre konusunda önleyici
politikaların esas alınmasını kabul ederek, temel yaklaşım olarak sanayileşme, tarımda
modernleşme ve şehirleşme sürecinde çevrenin de dikkate alınmasını öngörmüştür.

1985-89 dönemini içeren V. Beş Yıllık Kalkınma Planındaki temel ilke ise sadece mevcut
kirliliğin ortadan kaldırılması ve muhtemel kirliliğin engellenmesi değil, kaynakların
gelecek nesillerin de yararlanabilmesi için en iyi şekilde muhafazası ve geliştirilmesidir.

Halen uygulanmakta olan VI. Beş Yıllık Kalkınma Planının temel stratejisi ise "insan
sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya imkan verecek şekilde
doğal kaynakların yönetimini sağlamak ve gelecek kuşaklara insana yakışır bir doğal, fiziki
ve sosyal çevre bırakmak" temel ilkesidir.

Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisinin ana teması karar vermede ekonomik, ekolojik ve


sosyal boyutları entegre etmektir. Ülkemizde bu entegrasyonun sağlanmasında önemli bir
araç olması gereken kalkınma planları henüz bu rolünü oynayamamıştır. Türkiye'de çevre
yönetimindeki başarısızlığın temel nedeni ilgili politikaların yetersizliğinden ziyade,
hazırlanan plan ve politikaların uygulamaya aktarılamamasıdır.

Bu başarısızlığın nedenleri VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı için hazırlanan Yüksek İhtisas
Raporunda:

- Çevre politikalarının hukuki, idari, mali ve katılımcı düzenlemeler ile birlikte


geliştirilememesi,

- "Çevre eğitimi ve katılımın geliştirilmesi"nin de bir araç olarak görülmemesi,

- Çevresel ekonomik araçların etkinliklerinin çok sınırlı olması,

- Yönetsel yapıdaki karmaşa ve bütüncül bir arazi kullanım politikasının olmaması,

- Merkezi idare düzeyinde yeterli eşgüdümün sağlanamaması,

60 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

- İdari yapıdaki kararsızlık,

- Yerel yönetimlerdeki teknik kapasite yetersizlikleri nedeni ile, etkin uygulamalara


yönelememiş olmaları,

- Uzun, orta, kısa vadeli politikalar bulunmadığından çoğu kuruluşun faaliyetlerinin


günübirlik kararlarla yönlendirilmesi,

olarak belirlenmiştir.

4.2. TÜRKİYE'DE KAMU ARSA VE ARAZİLERİ ÜZERİNDE UYGULANAN


POLİTİKALAR

Cumhuriyet'ten bugüne Türkiye'de uygulanan arsa politikalarına tarihsel bir perspektif


içinde baktığımızda, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, özel mülkiyetin yaygınlaştırılması
üzerine yapılan yasal düzenlemelerin özellikle tarım sektöründe olduğunu görürüz. Bu
düzenlemeler, tarımsal vergilerin kaldırılması ve devlete ait toprakların topraksız köylülere
ve göçmen ailelere dağıtılması yönünde izlenebilir. Yine 1945'lerde tarım sektörü için
geliştirilen önemli bir arsa politikası 4738 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'dur. Bu
yasa, Kamu mülkiyetinde olan fakat kullanılmayan, köy ve mahallelerin ortak kullanımında
bulunan fakat hükümete göre gereğinden fazla olan, sahibi bilinmeyen topraklarla özel
mülkiyette olup da kamulaştırılacak olan toprakların, topraksız ve az topraklı köylüye
dağıtılmasını öngörmekteydi.

Kentlerde ise, kensel arsa arzının artırılması girişimleri Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden
başlayarak çeşitli aralık ve amaçlarla gerçekleşmiştir. Bu tip girişimler, ilk kez Başkent
olmasından sonra hızlı bir kentsel gelişim ve göçle karşı karşıya kalan Ankara'da
başlamıştır. Burada ana politika, araziyi kamunun elinde tutarak, kentsel arsa yaratıp,
arazinin fiyat artışını önleyen bir konut üretimini sağlama modeli oluşturmaktır. Bu
amaçla, 1948 yılında Ankara'da gecekondu sorununa çözüm bulmak için Yenimahalle
Projesi geliştirilmiştir. Bu proje ile Belediye ucuz arsa sağlama olanağı bulmuştur. Ancak,
bu girişimler pek etkili olamamıştır.

1960'larda kentlerin hızla genişlediği, özellikle büyük kentlerde istihdam ve hizmet


olanaklarının artışı ile, hızlı nüfus artışlarını gözlemlemekteyiz. Kentlerin, geçmiş yıllara
nazaran bu dönemdeki göreceli hızlı nüfus artışı ve mekansal büyümeleri, en başta
kentlerin, kamu arazilerinin işgali sonucu ortaya çıkan gecekondu olgusu ile karşı karşıya
kalmalarına neden olmuştur. 1966'da 775 sayılı kanun, 1978 yılında İmar ve İskan
Bakanlığı tarafından sanayi alanları için getirilen af, 1983 yılında 2805 sayılı kanun,
1984'te 2981 sayılı kanun ve en sonunda 1987 yılındaki 3290 sayılı İmar Af Yasalarıyla,
fiilen işgal edilmiş olunan kamu arazilerinin mülkiyetinin tümüyle işgal eden kişilere
aktarılması amaçlanmıştır.

Yine 1960'larda, kentsel arsa politikalarının belirlenmesi açısından en önemli kuruluşlardan


biri olan Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü, 1969 yılında 1164 sayılı yasa ile kurulmuştur.
Arsaların aşırı fiyat artışlarını önlemek; konut, sanayi, eğitim, sağlık ve turizm yatırımları
ve çeşitli kamu hizmet tesisleri için arsa ve arazi sağlamak amacı ile kurulan Arsa Ofisi,

61 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

kuruluşundan itibaren Türkiye'de kentleşme ve kent planlama açısından önemli bir


belirleyici olmuştur. Kamulaştırma ve Hazine'den almak suretiyle Arsa Ofisi mülkiyetine
geçen arsa ve araziler, Kamu Kurum ve Kuruluşları, Belediyeler, Sanayi ve Konut
Kooperatiflerine satılmıştır. Kurumun arsa satışları son yasal düzenlemelerle daha da
hızlanmış ve Hazine arazileri üzerindeki planlama ve arsa üretimi çalışmaları
yoğunlaştırılmıştır.

1970'li yıllar, Yeni Belediyecilik anlayışı ve toplu konut girişimlerinin uygulamaları,


mevcut kamu arazilerinde ve yeni kamulaştırılacak alanlarda konut üretimini amaçlamıştır.
Bu uygulamalarla birlikte, BAĞ-KUR ucuz konut sağlamak için devreye girmiş, bu
biçimde ucuz temin edilen arsalar üzerinde İmar ve İskan Bakanlığı’nın tip projeleri
uygulanılarak, Emlak-Kredi Bankası’nın kredi desteğiyle konutlar yapılmaya çalışılmıştır.
Bu deneyim ve politikalar sonrasında, belediyeler ve devletin ilgili kurumları geniş arazi
parçalarını elinde toplayıp kentsel arsa haline dönüştürerek,konut üretiminde bulunacak,
kooperatif, şirket ve özel kişilere devretmek biçimindeki uygulamalara başlamıştır.

1980'li yıllarda alınan ekonomik kararların, kent mekanına yansıyan yönünde, kişilerin
tasarrufa yönlendirilmesini savunan ve devletin özel kesimindeki toplu konut kuruluşlarını
gerekli fonlarla destekleyen politikalar göze çarpmaktadır.

1981 yılında 2487 sayılı Toplu Konut Kanunu ve 1984'te bu yasanın revize edilmesiyle
ortaya çıkan 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, temelde konutun ekonomiyi canlandırıcı ve
istihdam yaratıcı bir özellikte olduğundan hareketle çıkarılmış yasalardır. Bu kanun
doğrultusundaki uygulamalar, kent çeperinde ve büyük bir bölümü mevcut kamu arazileri
üzerinde gerçekleşmiştir. Bu kanunlar, bir taraftan mevcut Nazım Plan kararlarının
değiştirilmesine, diğer taraftan kanunların esas hedef kitlesi olan alt-gelir gruplarına hitap
edememesiyle sonuçlanmıştır.

Yine kamu arazilerinin özelleştirilmesi ile ilgili diğer bir uygulama 1983 yılında çıkartılan
2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu’dur. Bu kanun, ne pahasına olursa olsun, orman gibi
kamu arazilerini de içine alarak, kıyılardaki kamu arazilerini özel girişimciye açmayı
amaçlamıştır. Bu yasayla birlikte, 2. konut talebi güdülenirken, plansız kentleşmenin en
bariz örnekleri kıyılarda oluşturulmuştur.

Bu gelişmelerin en son geldiği nokta ise, 4046 sayılı "Özelleştirme Kanunu"dur. Bu


kanunla birlikte, hazine arsalarına ek olarak KİT'lere ait arsa ve arazilerin özel mülkiyete
transferi gündeme gelmiştir. Bilindiği gibi, KİT'lere ait topraklar kent içinde kalmış, ve
yüksek rantlara sahip arsalardır. Bu toprakların özel mülkiyete devri, yalnızca arazinin
kendisinin değil, aynı zamanda kentlilerin ortak olarak ürettiği rantların da özel mülkiyete
devredilmesi anlamına gelmektedir.

4046 sayılı yasa ile kurulan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Bakanların oluşturduğu
Yüksek Kurul, KİT'lerin arsalarına özel imar planı hazırlayıp, onaylayacaklardır. Böylece
kent içindeki konumları nedeniyle zaten değerli rant fırsatlarına sahip KİT arsaları, parçacı
plan yaklaşımı ile sunulan yeni imar haklarıyla birlikte özelleştirmek istenmektedir.

Özelleştirme programındaki kuruluşlara ait taşınmazların devri, ifrazı, irtifak, intifa işletme
ve kira haklarının devri ve tasfiyesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın görüşü ile Maliye

62 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bakanlığı görevli ve yetkili olacaktır. Bu taşınmaz malların ifrazında 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun getirdiği sınırlama ve kısıtlamalar uygulanamaz hükmü getirilerek KİT
arazilerinin İmar Kanunu dışında ifraz edilmesi diğer deyimle parsellenerek devir ve satış
işlemi kolaylaştırılmaktadır. Öncelikle "ifraz" konusunda İmar Yasası ve Belediyeler devre
dışı bırakılmaktadır.

Belediye sınırları içinde kalan ve işletme fonksiyonunu kaybetmiş KİT'lere ait


özelleştirilecek arazilere Mevzii İmar Planı yapılması ve onaylanması Belediyelerin yetkisi
dışına çıkarılmaktadır. KİT Mevzii Panları, Özelleştirme Yüksek Kurulunca onaylanıp
yürürlüğe girdikten sonra Belediyeler bu planlardaki imar durumlarını 5 yıl
değiştiremeyeceklerdir. Böylece belediyelerin İmar Kanunundan aldıkları görev ve yetki de
5 yıl süreyle dondurulmakta ve belediyeler saf dışı bırakılmaktadır. Bu şekilde,
Özelleştirme İdaresi ve Yüksek Kurul yeni bir imar planı otoritesi olarak ortaya
çıkmaktadır.

Bu konuda 4046 sayılı Özelleştirme Yasası’nın 41. maddesi şöyledir: "3194 sayılı İmar
Kanunu’nun 9. maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
Belediye hudutları ve mücavir alanlar içerisinde bulunan ve özelleştirme programına
alınmış kuruluşlara ait arsa ve arazilerin, ilgili kuruluşlardan gerekli görüş ( İSKİ, ASKİ,
Belediye, Mimarlar Odası) alınarak çevre imar bütünlüğünü bozmayacak mevzi imar
planlarının ve buna uygun imar durumlarının Başbakanlık Özelleştirme İdaresi
Başkanlığınca hazırlanarak Özelleştirme Yüksek Kurulunca onaylanmak suretiyle
yürürlüğe girer ve ilgili Belediyeler bu arsa ve arazilerin imar fonksiyonlarını 5 yıl
değiştiremezler."

Planlama ile hiç ilgisi olmayan bir idare tarafından kent planlama anlayışı bütünlükten
yoksun, mevzii imar kararına indirgenmiş ve kent-içi KİT arsaları spekülatif amaçlı rant
projesine dönüştürülmüştür.

2000'li yıllara girerken Özelleştirme başlığı altında öngörülen bu uygulama ile ülkenin ve
kentlerin devlet malı niteliğindeki değerleri, gelişigüzel yokedilmek istenmekte ve kamu
yararına aykırı oluşacak kentsel çevre ve aşırı yapılaşmaya zemin hazırlama tehlikesi
yaratmaktadır.

63 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

5. DEĞERLENDİRME

Bu çalışma ülkemizdeki duyarlı alanların tanımlanması, halihazır durum ve sorunların


saptanması amacı ile yapılan bir araştırmadır.

Raporun hazırlık aşamasında duyarlı çevreyi oluşturan konularla ilgili kurum, kuruluş ve
kişilerle görüşmeler yapılmış, basılmış ve yazılı diğer belgelerden, seminer sonuçları,
araştırmalar, bildirilerden yararlanılmıştır.

Ortaya çıkan sonuçlar, sorunların bir dizi ortak başlıklar altında birleştiğini göstermektedir.
Ancak bu ana başlıklara geçmeden önce çok önemli bir "ön koşul"a değinilmesi zorunlu
görülmektedir:

Ülkemizin yaşamsal önemdeki doğal değerlerinin yok olma sürecinde olduğunun,


tehlike çanlarının çaldığının FARKEDİLMESİ ve bu süreci önleme/durdurma amacı ile
ciddi önlemler ve çareler aramaya İSTEK.

Bu ana koşul yerine getirilmediği sürece aşağıda sıralanan bulgular, öneriler bundan önce
yıllardır süregelen ancak bir türlü yerine ulaşamayan uyarılar dizisinin bir yenisi olmaktan
öteye geçemeyecektir.

1. Bu önkoşul çerçevesinde değinilmesi gereken ilk konu bilinçlenme olmalıdır.

Dünya literatüründe koruma ve kullanma dengesini sağlayarak gelişmeyi tanımlayan


"Sürdürülebilir Kalkınma" ilkesi ivme kazanırken ülkemizde kalkınmayı yalnızca
ekonomik ve sanayi alanlarındaki gelişmelere bağlayan, gelişmişliği elle tutulur, gözle
görülür, "en büyük", "en görkemli" mühendislik eserleriyle tanımlayan anlayış hala hüküm
sürmektedir.

Duyarlı alanlar ve konularla ilgili kişilerin kendi aralarında sürekli tartıştıkları konular ne
yazık ki karar odaklarındaki görevlilere hala yabancı, "kalkınma" olgusunun yanında
küçümsenen, önemsiz konular olarak görülmektedir.

Duyarlı çevreye zarar verenlerin yalnız kısa dönemde kişisel kar amacı güden çıkarcı
gruplar değil aynı zamanda bilinçsizlikle -hatta bazan iyi niyetle- bu katliama ortak olan
kişi ve kuruluşlar olabildiği gözlemlenmektedir.

Bu çalışmanın önerdiği birincil işlev "uyandırma seferberliği" olarak da


adlandırabileceğimiz bir bilinçlenme ve bilinçlendirme stratejisini oluşturmaktır.

Yönetsel yapının en üst düzey görevlilerinden başlayarak toplumun tüm katmanlarını


kapsayan çocuk ve gençlerin eğitimlerinde Reform'a kadar giden bir bilinçlendirme
stratejisi.

Çevre sözcüğünü basmakalıplıktan kurtararak, çevrenin her bir öğesinin özümsenerek


anlaşılmasını sağlayacak bir bilinçlendirme stratejisi...

2. Araştırma süresinde hemen hemen her kuruluşun ortak ve belirgin sorun olarak belirttiği,
yasaları bile işlersiz hale getiren "Politik Baskı" olgusudur.

64 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

En yaşamsal kararlarda bile politik amaçları, çıkarcı çevreleri koruyan nedenler ön plana
geçmekte, kamu yararları tamamen gözardı edilebilmektedir.

Bunun yanısıra sık sık değişen, sürekliliği olmayan politikalar ve stratejiler uzun vadeli
çalışmaları engellemekte, köklü değişimlere olanak vermemektedir.

Süre gelen bu uygulama toplumda ve bürokraside bezgin bir kabullenme, "böyle gelmiş
böyle gider" anlayışı ile adeta bir ümitsizlik ve güvensizlik ortamı yaratmıştır.

Teknik bilgi altyapısına dayandırılmayan, anlık, tek sektör amaçlarına yönelik değişken
kararlar bugüne değin çoğu duyarlı çevrenin yok olmasına neden olmuştur.

Uzmanların katılımları ile, getiri-götürü hesapları yapılarak ülke çıkarlarının ön plana


alındığı bir karar mekanizmasını sağlayan yönetsel yapının temelini atma zamanı gelmiştir.

3. Yönetsel yapıdaki halihazır karmaşa, çalışma kapsamındaki her konuda çarpıcı bir
biçimde karşımıza çıkmıştır.

Araştırma, denetim, uygulama gibi görevlerin birden fazla kuruluşun sorumluluğu altında
olması, kuruluşların çakışan sorumluluk alanlarını kıskançlıkla korumaları ve eşgüdüm
eksikliği, görevlerin istenen düzeyde yerine getirilememesine ve kaynak israfına neden
olmaktadır.

Doğal kaynakların yönetimi sisteminin kurulması için uygun yönetsel yapının araştırılması
gereklidir.

Kalıcı ve etkin bir yönetim sistemi içinde oluşacak piramit içerisinde görev alacak
kuruluşların görevleri ve çalışma alanları gibi idari, mali ve teknik sorumluluklar da
belirlenmelidir.

Sistem içinde yer alacak kuruluşların verimli ve hızlı çalışabilir bir şekilde yapılanması
sağlanmalıdır.

Bu konuda birçok araştırma yapılmış ve öneriler geliştirilmiştir. Bunların en


kapsamlılarından biri 1991 yılında Dünya Bankası ve o zamanki Çevre Müsteşarlığı
tarafından yaptırılan "Türkiye'de Kıyı Alanları Yönetimi" raporudur.

Bu raporda "sektörel" gelişme hedefleriyle kurumsal yetkilerin merkezi yönetimin azalan


görevleriyle birlikte tek bir kapsamlı yetki çerçevesine alınması gerekliliğine değinilmiş ve
kıyı yönetiminin sadece sektörler arası eşgüdümü sağlayan bir yapı ile etkili olarak
düzenlenebileceği vurgulanmıştır. Rapor, yerel yönetimlerle merkezi hükümet arasında yer
alacak ara bir yönetim düzeyinin oluşturulması önerisini geliştirmiştir. Merkezi hükümet,
valilik ve yerel yönetimden kamu görevlileri, özel sektör yatırımcıları ve kamuoyundan
çeşitli baskı gurupları ve bölge halkı arasından bilgi sahibi kişilerden oluşan bir Kıyı Kurulu
ve bu kurulun teknik kolu olan Kıyı Yönetim Birimi'nden oluşması öngörülmüş, bu yönetim

65 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

sisteminin de havza bazında saptanacak bir kıyı bölgesinde pilot proje olarak uygulanması
önerilmiştir.

Çalışmamız kapsamında görüşülen kuruluşların çoğu Doğal Kaynaklar Yönetimi'nin


"havza bazında" ele alınması gereğine değinmişlerdir.

Doğal kaynakları esas alan, herbir kaynağın etkileşim alanıyla birlikte koruma-kullanma
dengesini sağlayacak havza bazındaki bölge planları ile gerçekleştirilebileceği görüşü
çoğunluktadır. Bu amaca yönelik karar, organizasyon, planlama ve yürütmeyi
gerçekleştirecek bir sistem arayışı başlatılmalıdır.

Yukarıda değinilen "Kıyı Yönetimi Raporu" ve/veya bu konuda yapılmış diğer tüm öneriler
tartışılmalı, gerekli düzenlemeler yapılarak bir pilot bölge uygulamasina başlanmalıdır.

4. Doğal kaynakların yasal çerçevesini oluşturan tüm ilgili yasa ve yönetmelikler


incelenerek, çelişen noktalar, eksiklikler ve açık noktalar belirlenmeli, günün koşullarına
uygun hale getirilmelidir. Uluslararası çevre yasaları ile uyum sağlanmalıdır.

Gerek kalkınma planlarında gerekse Anayasa dahil pek çok yasa, kararname ve
yönetmeliklerde farklı kuruluşların yetkileri içine giren doğal çevreyle ilgili mevzuat
sadeleştirilmeli ve tüm ilgililerin kolayca takip edebileceği, yaptırım gücü olan ve tek elde
toplanmış mevzuat şekline sokulmalıdır.

Halihazır uygulamaların ivedilikle bir revizyonu yapılmalı ve sulak alanların kurutulması,


kumul ağaçlandırılması gibi süregelen yanlış uygulamalar durdurulmalıdır.

5. Sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde uzun vadeli, geniş kapsamlı politika ve


stratejilerin geliştirilmesi yönünde adımlar atılması gereklidir. Ülkenin şu andaki temel
özelliği olan sektörel "parçacı" gelişme uygulamaları terk edilmeli ve çevre yönetimine
ilişkin daha kapsamlı bir yaklaşım benimsenmelidir.

Uluslararası platformda Rio Deklarasyonu'nun Türkiye tarafından da kabul edilmesiyle,


arazi kaynaklarının planlama ve yönetimiyle ilgili olarak getirilen tüm kullanım amaçlarına
entegre bir planlama yaklaşımı benimsenmiştir. Öte yandan Türkiye'nin AT ile uyum
çalışmaları dolayısıyla AT'nin çevre ile ilgili amaç ve hedefleri ülkemiz tarafından da
uygun görülmüştür. Bu kapsamda AT'nin eyleme öncelik verdiği 6 alan şöyledir:

- Doğal kaynakların sürekli ve dengeli kalkınma hedeflerine yönelik olarak kullanılması,

- Kirliliğin kontrol edilmesi ve temiz atık üretimi,

- Yenilenemeyen kaynaklara dayalı enerji tüketiminin azaltılması,

- Etkin ve rasyonel yerleşim kararlarının verilmesi ve ulaşım modellerinin geliştirilmesi,

- Kentsel alanlarda çevre kalitesinin iyileştirilmesi,

66 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

- Çevre stratejilerinde diğer politikalara uygun sistematik bir akış, iyi bir koordinasyon ve
uygulamanın gereği üzerinde durulmuştur.

Ülkemizde hazırlanan kalkınma planları ile kalkınma hızına ve kaynaklardan yararlanma


biçimine ilişkin ilkeler saptanırken bu hızın ve kaynak kullanımının sürdürülebilir
kalkınma hedeflerine yönelik olup olmadığı konusunda önemli eksiklikler vardır.
Kalkınma planlarında çevre boyutunun ekonomik kararlarda değerlendirileceği düşünülse
de gerçekte uygulamaya geçirilememiştir. Üst politikalara yönelik alt politikalar ya hiç
oluşturulmamış, ya da sektörel yaklaşımla oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu da politikalar
arası kopukluğa neden olmuştur.

Bölge planlaması, fiziksel ve ekonomik planlamayı birleştiren, sürekli gelişmeyi


yönlendiren bir planlamadır.Ülkemizde 1970'li yıllarda birtakım bölge planlama
çalışmaları yapılmıştır. 1980'lerde Çukurova ve GAP Projeleri, 1990'larda ise kıyılara
yönelik ATAK Projesi bölge planlama projeleri arasında sayılabilir. Ancak bu projelerin
tümünün yeterli olduğu veya uygulamada başarılı olduğu söylenemez.

Planlamaya yön vermek üzere oluşturulacak politikalarda, özellikle ekonomiyle ilgili


kararlarda salt bir yatırım ve üretim maliyeti değil, aynı zamanda çevresel kaynakların
kullanımı maliyetiyle kaynak koruma maliyeti de hem kısa hem de uzun vadedeki sonuçları
açısından dikkate alınmalı, bu bağlamda yanlış kullanımlara yol açabilecek vergilendirme,
teşvik ve benzeri politikalar irdelenmelidir.

Doğayı koruma stratejisi genel kalkınma programının vazgeçilmez bir ögesi haline
getirilmeli ve doğal çevreyi ilgilendiren tüm planların, (Orman Bakanlığı, Turizm
Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, yerel yönetimler vb.) planlama
ekiplerinde, doğa ve canlı varlıklar konusunda uzman kişilerin görev alması veya en
azından uzmanların görüşlerinin alınması sağlanmalıdır.

6. Planlama öncesi yapılması öngörülen araştırmalar farklı konularda, detaylı bilgi


derlemesini öngörmektedir. Ancak çoğu zaman, mevcut sağlıklı verilerin yetersizliği,
zaman ve kaynak sınırlamaları gibi olanaksızlıklar nedeniyle yapılan araştırmalar
bulunabilenlerle kısıtlı kalmaktadır. Kaldı ki, bu bilgiler toplansa bile, bunların planlama
kararlarına nasıl aktarılacağına, koruma-kullanma kararlarının nasıl geliştirilip mekana ne
şekilde yansıtılacağına dair teknik ve araçlar da geliştirilmemiştir.

Ülkemizde neyin nasıl korunması gerektiği konusunda ve kaynakların uygun amaçlara


yönlendirilmesi için alıcı ortam kriterleri ile ilgili yeterli bilgi olmayışı, sağlıklı envanter
çalışmalarının yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Türkiye'de en çok eksikliği duyulan konu, sağlıklı istatistiklerin, gerekli envanterlerin


bulunmamasıdır. Bu eksikliğin giderilmesine yönelik eylemlerin ivedilikle yaşama
geçirilmelidir.

Bu sistem içerisinde kaynak savurganlığını önlemek amacı ile yapılacak araştırma


projelerinin hangi kuruluşlarca yapılacağı saptanmalı, gerektiğinde, kuruluşlararası
eşgüdüme gidilmelidir. Araştırma ve çalışmaların, uzman kadrolarca ve yeterli araç ve
gereçle yapılması sağlanmalıdır.

67 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

Bugüne kadar yapılan kıyı ve açıkdeniz çalışmaları toplanarak, bir merkezde kullanıcıya
açılmalı, bir veri bankası kurulmalıdır. Jeomorfolojik ve ekolojik bilgilerin de yapılan
araştırmalar kapsamına alınması gereklidir.

7. Halk Katılımı

Çoğulcu sistemde karşıt çıkarları bağdaştırmayı amaçlayan bir yaklaşım geniş kapsamlı bir
katılım kavramını da kendiliğinden içermektedir. Bu yaklaşım, sivil toplum
bilinçlenmesinin önemini de vurgulamaktadır.

Şimdiye kadarki uygulamadaki "emret ve kontrol et" yaklaşımının pek başarılı olmadığı
ortadadır. Bunun yerine "ekonomik teşvik" sisteminin denenmesi gereklidir.

Kişilerin kendi içinde yaşadıkları çevrenin oluşumuna katkıda bulundukları, bu çevrenin


gelişmesini sürekli izleyip katkıya devam edebilecekleri, sonunda da kendi istemedikleri
oluşumları denetleyebilecekleri bir örgütlenmeye gereksinim vardır. Yani, katılımcı,
demokratik ve saydam bir yönetsel örgütlenme olmalıdır.

Halk katılımı konusunda, kimlerin, ne zaman, nasıl katılacağı ve alınan kararların nasıl
denetleneceği konularının tartışılması gerekmektedir. Halk katılımı ile birlikte ortak kamu
yararı'nın ne olduğu da ele alınmalı; örneğin kentte oluşan rantın, kentliye dönüşünün nasıl
sağlanacağı, bu rantın oranının tespit edilerek kentli payının oluşturulması konuları da
çözümlenmelidir. Ayrıca, kentlinin üretilen hizmetlerin finansmanına katkıda bulunacağı
bir yöntem geliştirilmelidir.

8. Planlama

Ülkemizde süre gelen planlama sistemine baktığımızda, ortaya çıkan sonuçlar gösteriyor
ki, nitelik ve nicelik açısından yeterli planlar hazırlayamıyoruz veya hazırlasak bile bunları
uygulayamıyoruz. Demek ki; artık planlamada yeni yöntem, yalnızca yeterli plan
hazırlamak değil, onun politikasını da kurmak olmalıdır. Bu amaca yönelik;

-Yeni politikalar; disiplinlerarası bir eşgüdüm sonucu üretilmelidir.

- Etkin bir planlama sürecini oluşturmak için; fiziki ölçekli planlar kadar uygulama
stratejileri ve politikaları da geliştirilmelidir.

- Çevre duyarlı bütüncül planlama benimsenmelidir. Çevre duyarlı planlama


yaklaşımında; doğal kaynaklar ve doğa bozulmadan, yaşam kalitesinin artması hedeflenir.
Bu hedefe ulaşmak için ekolojik, mekansal, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirliğin
sağlanması gereklidir.

- Planlama-uygulama kopukluğu giderilmelidir. Önce politika belirlenmeli, sonra


planlama-programlama-projelendirme-uygulama-denetim süreci belirlenmelidir.

68 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

- Planlama kavramı; süreklilik, demokratiklik, bütünsellik, bilimsellik, katılımcılık,


eşitlik ilkelerini içermeli, kamu ve toplum yararını sağlamalıdır.

- Planlar yerinde ve halkın katılımı ile yapılmalıdır.

- Tüm ülkeyi ilgilendiren ÇEVRE, YERLEŞME, PLANLAMA içerikli bir "Çerçeve


Yasa" da bütün bu politika ve ilkeleri desteklemelidir.

Ülkesel, bölgesel mekanları, kentleri, çevre sorunlarını, kalkınma, gelişme yaklaşımlarını,


yönetim biçimlerini, uygulama araçlarını, yetki ve sorumlulukları ilke ve politikalar
bazında bir bütün olarak ele alan bugünkü yasal karmaşa ve dağınıklığa son veren,
standartlar, yaptırımlar, özendirme, caydırma yöntemlerinin temel kurallarını ayrıntılı
olarak belirleyen bir çerçeve yasanın çıkartılması zorunludur.

Çeşitli sektörlerdeki uygulamaya yönelik yasal düzenlemeler, çerçeve yasada belirlenen


ilke ve politikalar baz kabul edilerek oluşturulmalı, böylece günübirlik politikalarla sık sık
değiştirilmek zorunda kalınmamalıdır.

Çerçeve yasa, aynı zamanda ister makro, ister mikro veya sektörel olsun, tüm planlamaların
birbiriyle bağını zorunlu kılan bütüncül bir sistemin kurucusu ve uygulatıcısı olmalıdır.

- Sağlıklı bir yönetim stratejisinin, büyük ölçüde gelişmelerin planlı olarak


öngörülmesine ve yönlendirilmesine bağlı olduğu açıktır. Söz konusu öngörülerin
gerçekleşmesi, parasal kaynakların varlığına ve kullanımına bağlıdır. Geleceğe ilişkin
faaliyetlerin; akılcı ve gerçekçi yöntemlerle tahmin edilmesi, faaliyetler arası ilişkilerin
kurulması, hedeflerin iyi seçilmesi ve bunlara ulaşılması için gerekli önlemlerin gerçekçi
bir mali çerçeveye oturtularak alınması zorunludur.

- Altyapı projelendirmeleri; farklı aşamalar ve ölçeklerde birlikte ve etkileşim içinde


ele alınmalıdır.

İhmal edilen Bölge Planları'nın gerçekleştirilmesi sırasında; Bölgesel Altyapı Projeleri de


ele alınmalıdır. Yerleşmeler arası doğal kaynak bölüşümü, atıkların uzaklaştırılması, enerji
dağılımı ve ulaşım altyapısı gibi sistemler de makro kararlar ile planlanmalı ve
projelendirilmelidir. Kentsel teknik altyapının projelendirilmesinin temeli, kent dışında
atılmalıdır.

Planlama ve altyapı projelendirmesinin bütüncül ve eşzamanlı olarak yapılması


durumunda; kentleşme maliyeti düşecek ve kimi çevre sorunları da ortaya çıkmadan
önlenebilecektir.

Ekonomik kaygıların dikkate alındığı bütüncül planlama, projelendirme ve uygulamalarla;


yerel yönetimlerin, mali açıdan daha güçleneceği, yeni yatırımlar için kaynak
yaratabileceği, halkın yerel yönetimler üzerindeki demokratik denetiminin daha da artacağı
öngörülebilir.

69 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

6. ÖNERİLER

Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanları Yönetimi çalışması UÇEP Projesinin diğer konu
başlıklarından değişiklikler göstermektedir. Konunun doğası gereği çalışma çok geniş bir
yelpazeye yayılmakta ve UÇEP’in diğer birçok konusunu da içermektedir. Gerek konunun
bu denli kapspmlı oluşu gerekse ülke bazında ele alınma zorunluluğu birtakım detay
araştırma ve önerilere inilmesini olanaksız kılmıştır.

Zamanlama ve maliyet konularında da benzer bir durumla karşılaşılmıştır. Önerilen her


başlık kendi içinde yeni bir çalışma gerektirmekte ve her biri de "öncelikli eylem"
sınıflandırmasına girmektedir. Önerileri kısa-orta ve uzun dönem zamanlamasına ve
şimdiden hesaplanması olanaksız bir mali çerçeveye oturtma çabasının bir zorlamanın
ötesine geçemeyeceği düşünülmektedir. Bu varsayımla önerilerin aşağıdaki altbaşlıklar
çerçevesinde, eş zamanlı ve kısa dönemde ele alınması öngörülmektedir.

6.1. ULUSAL ÇEVRE STRATEJİSİ VE POLİTİKALARIN BELİRLENMESİ

Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı (YBYKP)'nın "Sürdürülebilir Kalkınma" görüşü


kapsamında hazırlandığı göz önünde bulundurularak, toplumsal anlamda sürdürülebilir
yaşam için YENİ BİR ETİK yaratılması ve bunun ilkelerinin pratik anlamda uygulamaya
geçirilmesi gereklidir.

Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı dönemi bütünüyle ülkede gerek merkezi hükümet
düzeyinde gerekse bölgesel ve yerel düzeyde çevresel kurumsallaşmanın en iyi şekilde
gerçekleşmesine ayrılmalıdır. Çevre yönetiminin kurumsal yapısının oluşturulması bu plan
döneminin en önde gelen önceliği olmalıdır. Ulusal siyasal iradenin açıklıkla ortaya
konması sağlanmalıdır. Ülkemizin çevre ve kalkınma politikası hedefleri yeni bir anlayışla
ve kapsamlı bir şekilde bütünleştirilmeli, ulusal çevre politikamızın temel prensip ve
yaklaşımları, bir "Ulusal Çevre Yönetimi Stratejileri" olarak belirlenmelidir.

6.2. YÖNETSEL YAPIDAKİ DÜZENLEMELER

Doğal kaynakların taşıma kapasiteleri içinde kalarak sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmak,


geliştirilecek akılcı bir politika ve buna uygun bir yönetim ile olanaklıdır.

Şimdiye kadar ki deneyimler, çevre yönetiminde klasik anlamda kurulmuş bir "Bakanlık"
örgütlenmesinin başarısız olduğunu göstermiştir. İşlerliği olan bir yönetsel yapının
oluşturulmasındaki en önemli adımlar:

a) Halihazır yönetsel yapıdaki karmaşanın irdelenmesi ve b) Merkezi, bölgesel ve yerel


yönetimler piramidinin yetki ve sorumluluklarının yeniden belirlenmesi olmalıdır. Bu
çerçevede yapılacak çalışmalar:

1. Halihazır idari yapı içerisinde araştırma, koruma, uygulama, izleme ve denetim görev ve
sorumlulukları olan kuruluş temsilcilerinden kurulu bir komisyon oluşturulmalıdır.
Komisyon tarafından yönetsel yapıdaki görev çakışmaları irdelenerek halihazır yönetsel yapı

70 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

çerçevesinde "gereğinde kurum veya kuruluş birimlerini aynı çatı altında toplanmasını da
kapsayan" bir ara dönem düzenlemesine gidilmelidir.

2. Eşzamanlı olarak daha köklü bir reform çalışması ile merkezi idarenin küçültülmesi ve
daha verimli çalışması, yerelleşme, demokratikleşme ve halkın yönetime katılması ilkeleri
çerçevesinde Merkezi-Bölgesel-Yerel yönetim birimlerinin yetki ve sorumluluklarını
tanımlamaya yönelik bir yeniden yapılanma çalışması sürdürülmelidir.

3.Bu bağlamda Merkezi Yönetim ve Yerel Yönetimler arasında bir ara kuruluş olarak,
sınırları doğal öğeler çerçevesinde (örneğin su havzaları) bilimsel olarak belirlenmiş bir
bölgeleme sisteminin kurularak havza bazında çevre yönetim birimleri oluşturulmalıdır
(Şekil 1). Yasal ve yönetsel karmaşaya neden olmaması açısından bu sınırların halihazır
yönetim-idari sınırlarla çakıştırılması düşünülebilir.

4.Bu konuda şimdiye kadar yapılmış çalışma ve önerilerin ışığında bir örnek bölge
seçilerek, en kısa zamanda bir pilot proje başlatılmalıdır. Ülkemizde bölgesel çevre
yönetim modeli konusunda detaylı araştırmalar yapılmıştır. 1992 yılında Çevre
Bakanlığının "İskenderun Körfezi Çevre Yönetim Projesi" adı altında hazırlattığı raporda,
ilgili bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar, yerel yönetim ve birlikleri ve yerel toplumsal
aktörlerden kurulu bir tüzel kişilik olan "Karma Anonim Şirket" önerilmiştir [22].

1991 yılında Dünya Bankası METAP kapsamında o zamanın Çevre Müsteşarlığı tarafından
hazırlatılan "Türkiye'de Kıyı Alanları Yönetim Raporu"nda "Kıyı Kurulu" adıyla kıyı
bölgelerinde yetki sahibi olacak yeni bir bölgesel birimin kurulması öngörülmektedir. Bu
Kurulun Merkezi Hükümet, Valilik ve Yerel Yönetimden kamu görevlileri, özel sektör
yatırımcıları ve kamuoyundan çeşitli baskı gurupları ve/veya bölge halkı arasından ilgili
konular üzerinde bilgi sahibi kişilerden oluşması önerilmiştir. Kıyı Kurulu, bölgedeki
görevlerini "Kıyı Yönetim Birimi" aracılığı ile yürütecektir. Kıyı Yönetim Birimi ise;
"planlama", "değerlendirme" ve "izleme-uygulama" birimleri olarak üç birimden
oluşacaktır [23].

Önerilen bu modellerden biri veya karma bir başka model tartışılarak en kısa zamanda
havza bazında belirlenmiş bir pilot bölge yönetim örneği olarak yaşama geçirilmelidir. Kıyı
alanları sorunlarının yoğunlukla hissedildiği Muğla-Antalya illeri civarını kapsayan
Güneybatı Akdeniz havzası pilot bölge çalışması için önerilebilir.

6.3. YASAL YAPIDAKİ DÜZENLEMELER

Bütüncül bir çevre politikasını benimsemek ve bunu yansıtacak bütüncül bir yasal çerçeve
yaratmak artık bir zorunluluktur. Çevre politikaları sektörel ve sektörlerarası konularla
uygulamada özdeşleşmeli, yatay ve dikey bütünleşme sağlanmalıdır. Bu amaçla;

1. Çağdaş çevre yönetim sistemlerine ayak uydurarak bütüncül bir çerçeve yasa
hazırlanması gereklidir.

2. Ülke ölçeğinde belirlenen strateji ve politikaları kapsayacak bütüncül çevre yasası


hazırlanırken, varolan yasal düzenlemeler gözden geçirilmelidir. Tüm ilgili kesimlerin

71 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

katılacağı özel çalışma grupları oluşturulmalı ve çapraz karşılaştırmalarla gerekli


düzenleme ve ayıklamalar yapılmalıdır.

3. Ülkesel ve bölgesel planlama stratejilerini saptayacak, Yerel Yönetimlerin üst ölek


planlarını denetleyecek, planlamadan sorumlu, Merkezi Yönetim birimlerini biraraya
toplayan yeni bir örgütün kurulması için yasal düzenleme yapılmalıdır;

Ayrıca, Yerel Yönetimler, hem üst ölçek (yapısal) hem yerel planlarını üretecek ve
yürütecek planlama birimleri ile donatılmalıdır.

4.Pilot proje olarak ele alınması öngörülen havza bazındaki bölgesel yönetim birimine
işlerlik kazandıracak yasal düzenleme öncelikle ele alınmalıdır.

5. Bütüncül yaklaşıma geçilirken yürürlükteki ÇED Yönetmeliği ile sadece proje bazında
uygulanan ancak toplam çevresel etkiyi (ekosistem sınırlarında) veremeyen ÇED
uygulamalarından önce plan, program ve politikalarla uygulanan “stratejik ÇED”lerin
yapılması için gerekli yasal düzenleme getirilmelidir.

6.4. PLANLAMA ALANINDAKİ DÜZENLEMELER

Fiziki planlama, özellikle arazi kullanım planlaması, peyzaj planlaması, imar planlaması,
kentsel tasarım planlaması ile çevre olgusu, kavramsal içerikte entegre edilmelidir. Bir
başka deyişle doğal ve yapay çevrenin bir bütün olduğu anlayışı ile plan isimleri, içerikleri
ve ölçeklerinin yeniden düzenlenmesi ve kapsanmamış ölçek kalmaması sağlanmalıdır.

Bu amaca yönelik, ilgili kuruluş ve kişilerden kurulu bir çalışma grubu oluşturulmalı ve

1. Ülkemizdeki halihazır planlama metodolojileri, içerikleri ve teknikleri yeniden


değerlendirilmelidir.

2. Tanım ve kavramlar gözden geçirilmeli ve terminolojide dil birliği sağlanmalıdır.

3. Planlama sistemindeki parçacı yaklaşımı ve yetki karmaşasına son vermek amacıyla


planlama kademeleri belirlenmeli. Yerelleşme ve demokratikleşme ilkeleri çerçevesinde
Merkezi Hükümetin, Bölgesel ve Yerel Yönetimlerin planlamadaki yetki ve sorumlulukları
yeniden düzenlenmelidir.

4. Ülkemizde şimdiye dek ihmal edilen ve yokluğu birçok soruna neden olan Bölge
Planlama Sistemi, -havza bazında planlama üniteleri çerçevesinde- yaşama geçirilmelidir.

5. Planların niteliği ve uygulanmasına yönelik yeni yöntemler geliştirilmeli, emredici-


kontrol edici yöntemlerden ekonomik teşvik sistemlerine geçilmelidir.

6. Kısa vadede, konu çerçevesinde şimdiye dek yapılan çalışmaların ışığında uygun
öneriler değerlendirilmeli ve yukarıda önerilen "Pilot Proje" kapsamında yeni planlama ve
uygulama yöntemleri sınanmalıdır.

72 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

6.5. UYGULAMA SİSTEMLERİNİN OLUŞTURULMASI

Doğal ve kültürel değerlerin saptanması, korunması ve bir denge içinde kullanımını


sağlamak için;
.araştırma
.planlama
.uygulama
.denetleme aşamalarının akılcı bir sürece dönüştürülmesi ve bu sürecin doğru
parasal kaynaklara dayandırılması gereklidir.

Yönetsel ve yasal düzenlemeler ile eşzamanlı olarak bu yeni işlevsel uygulama


sistemlerinin de oturtulmasına yönelik çalışmalar başlatılmalıdır. Önerilen Pilot Bölge
Çalışması, bu uygulama sistemlerinin denenmesine olanak sağlayacaktır.

6.6. KATILIM

Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, yalnızca hükümetler tarafından uygulanabilecek bir


eylem olmayıp, eylem sorumluluğu toplumun tüm birimlerine yayılmaktadır. Bu amaç
ancak sivil toplum örgütlerinin çevre ile ilgili kararlara katılımı ile gerçekleşebilir.

Bu da, yerel yönetimlerin, hükümet dışı kuruluşların, yerel toplulukların, iş çevrelerinin ve


diğer ilgili gurupların kendilerini, kendi çevrelerini ve kaynaklarını etkileyecek politikalar,
programlar ve projelerle ilgili kararlarda söz sahibi olmaları demektir.

Genel olarak halkın, hükümet dışı kuruluşların, meslek odalarının çevresel kararlara
katılımlarının sağlanması halinde, hükümetlerin öngördüğü "şeffaflık" politikaları ve
"temiz toplum" gibi olguların gerçekleşmesinde önemli adımlar atılabilecektir.

Gerek yönetsel yapının oluşturulması sürecinde, gerek yasal düzenlemelerin


gerçekleştirilmesi sürecinde, katılım olgusu temel ilke olmalıdır.

6.7. VERİ TABANININ OLUŞTURULMASI

Uzun dönemli Sürdürülebilir Kalkınma ilkelerini uygulayabilmek, kısa süreli önlemler


yerine, araştırma, bilim ve teknolojiye ağırlık veren uzun vadeli planlama ile olanaklıdır.

Planların başarısı ise güvenilir veri tabanına dayalı olmaları ile doğru orantılıdır.

1. Kısa dönemde bilgi sistemleri oluşturulması konusunda, her disiplinin kendi alanında
üzerine düşen görevleri yapmasının yanısıra, ulusal standart ve tekniklerin gerçek veri akışı
sağlayacak bir yapıya kavuşmasını sağlayacak koordinasyon eksikliklerinin süratle
giderilmesi gereklidir.

2. Sorunları tartışacak, çözüm önerileri geliştirecek, uzaktan algılama ve coğrafi bilgi


sistemleri konularında terminoloji ve kavram birliğini sağlayacak bir "Koordinasyon
Kurulu" oluşturulmalıdır.

73 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

3. Kısa ve orta dönemde, ivedi projelerin tamamlanması amacı ile yukarıda bahsedilen
"Koordinasyon Kurulu" aracılığı ile çalışmalar sürerken, eş zamanlı olarak Ulusal Veri
Merkezinin kurulması çalışmaları yapılmalıdır.

4. Halihazır çalışmalar incelenerek "pilot bölge" eylem planı için gerekli veri tabanı
oluşturulmalı, arazi kullanım haritaları üzerinde çalışma yapan (örneğin "DİE'nin uydu
görüntüleri kullanılarak Arazi Örtüsü Belirleme Projesi") kuruluşların önceliklerinin "pilot
bölge" üzerinde yoğunlaştırılması sağlanmalıdır.

5. Duyarlı Alanlar ve Kıyı Alanları kapsamında öncelikle araştırma konuları aşağıda


belirtilmiştir:

- Ülke ölçeğinde jeolojik ve jeomorfolojik ünitelerin envanterinin çıkartılması.

- Kıyı kumulları konusunda bugüne kadar yapılmış çalışmaların derlenmesi, genişletilmesi


ve ulusal çerçevede bir merkezde toplanması,

- Yaşayan deniz kaynakları-su ürünleri konusunda, ülke çapında, bugüne kadar yapılmış
olan envanter çalışmalarının derlenmesi ve genişletilmesi,

- Sulak alanlar konusunda, ülke çapında, bugüne kadar yapılmış olan envanter
çalışmalarının derlenmesi ve genişletilmesi,

- Ülke ölçeğinde, su kaynaklarının çeşitli kullanım amaçlarına göre dağılımının saptanması,


kalkınma planının bir parçası olarak yerleşim, sanayi, tarımsal açıdan öncelikli bölgeler ve
kaynaklar tesbit edilerek mevcut durumun değerlendirilmesi,

- Ülke çapında su kaynaklarının mevcut ve ileriye yönelik kullanım haritasının


oluşturulması, mevcut ve gelecekteki kullanımlar açısından tüm yüzeysel ve yeraltı suyu
kaynaklarının izlenerek "Türkiye Su Kalitesi Haritası"nın hazırlanması ve periodik olarak
yenilenmesi,

- D.S.İ. Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen veya proje safhasında olan baraj, gölet
ve sulama alanlarını belirleyen “Türkiye Baraj, Gölet ve Sulama Alanları Projeleri”nin
hazırlanması,

- Biyolojik çeşitlilik ve yaban hayatı konusunda bugüne kadar yapılmış olan çalışmaların
bütün ülke flora ve faunasını kapsayacak biçimde genişletilip güncelleştirilmesi. Bitkiler
için yapılmış olan “Red Data” çalışmasının bütün canlı kaynakları ve bunların habitatları
konusunu kapsayacak bir biçimde hazırlanması,

- Temel toprak etüdleri, haritalanması, arazi kabiliyet ve sınıflandırılmasının


tamamlanması, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün hazırlamakta olduğu "Türkiye
Toprak Potansiyeli Etüdleri ve Tarım Dışı Arazi Kullanımı Planları" projesinin
tamamlanarak yayımlanması; eksiklikleri tamamlanarak gerçekçi düzenlemelerin
yapılması,

74 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

- Ülke bazında toprak kaynağının potansiyeli ile sorunlu ve kirli alanların potansiyel
kaynaklardaki dağılımını saptayan araştırmalar yapılması,

- Ülkemizde canlı türlerinin tehlike durumları ve habitatların araştırılması, nesli tehlikeye


düşmüş türlerle, tehlikeye maruz yaşama ortamlarının belirlenmesi ve listelenmesi,

- Tüm arazileri kapsayacak şekilde, özellikle de kıyı alanları öncelikli olmak üzere kadastro
işlemlerinin tamamlanması,

- Orman mülkiyetine yönelik ve tüm ormancılık çalışmalarına ait altyapıyı oluşturan


kadastro işlemlerinin ivedilikle yapılarak bitirilmesi,

- Ormancılık araştırma kurumlarında toprak, orman ekosistemleri ve ağaç fizyolojisi gibi


konularda, uygulamaya yönelik araştırmalarda ağırlık verilmesi,

- Giderek azalmakta olan Orman Gen Kaynakları, tarım alanları, meralar ve biyolojik
çeşitliliğin korunması amacıyla araştırmalar yapılması ve "korunan alan" sisteminin daha
etkin ve yaygın hale getirilmesi,

- Orman fonksiyon haritalarının hazırlanması,

- Belirlenen alanların koruma altına alınması amacıyla, tüm duyarlı orman


ekosistemlerinin, envanter çalışmalarının sürdürülmesi,

- Ülke ölçeğinde doğal, tarihi ve kültürel değerlerin saptanmasına yönelik envanter


çalışmalarının yapılması ve

- Sit alanlarının tesbit, tescil ve denetiminden sorumlu kuruluşların katılımıyla oluşturulan bir
komisyon tarafından yukarıdaki konularda karşılaşılan darboğazların saptanması ve akılcı bir
"uygulama sisteminin" yürürlüğe konması.

75 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

KAYNAKLAR

1 - "Ekolojik Açıdan Hidrosfer" ERİNÇ, S., 1984.


"Ortam Ekolojisi ve Degradasyonal Ekosistem Değişiklikleri", İ. Ü., D B.C.E. Yay.
No:1 İ. Ü. Yay. No:3213, İstanbul.

2 - "Geographical Informations on Turkish Coastal Dunes", USLU, T., 1989.


Gazi Üniiversites, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü.

3 - "Su Ürünleri İstihsal Yerleri (Denizlerde)"


Resmi Gazete'de ilan edilen Su Ürünleri İstihsal Yerleri ve İlan Tarihleri, T.C. Tarım
ve
Köyişleri Bakanlığı, Su Ürünleri Gn. Md.

4 - "Karadeniz ve Marmara Kıyılarında Deniz Ürünleri Yetiştiriciliğine Uygun Olabilecek


Alanlar", T.C. Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı, Proje ve Uygulama Gn. Md.,
DEBÇAG 95/6 No'lu proje desteğinde TÜBİTAK Matbasında basılmıştır.

5 - "Ege Denizi ve Akdeniz Kıyılarında Deniz Ürünleri Yetiştiriciliğine Uygun Alanlar",


T.C. Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı., Proje ve Uygulama Gn. Md., 1988, Ankara.

6 - "Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (Bern) Uyarınca


Korunan Alanlar", Liste., T.C. Çevre Bakanlığı., 1995.

7 - "Sulak Alanların Sınıflandırılması", "Sulak Alanların Korunması - Güncel Konular ve


Gerekli Çalışmalar Üzerine Bir İnceleme", Hazırlayan: DUGAN, Patrick J., Sulak Alan
Programı Koordinatörü, IUCN - The World Conservation Union,

8- "Türkiye'de Sulak Alanlar", Liste., T.C. Çevre Bakanlığı

9 - "Milli Parklar", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

10 - "Mevcut Tabiat Parkları", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

11 - "Mevcut Tabiat Anıtları", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

12 - "Mevcut Tabiatı Koruma Alanları", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

13 - "Yaban Hayatı Koruma Sahaları", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

14- "Yaban Hayvanı Üretme İstasyonu ", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

15 - "Yaban Hayvanı Yerleştirme Alanları ", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

16 - "Balık Üretme ve Yetiştirme İstasyonları ", Liste., T.C. Orman Bakanlığı

17 - "Balık Yetiştirme Alanları ", Liste., T.C. Orman Bakanlığı.

76 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

18 - "Yayla Planları Hakkında Bilgi Notu", T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Teknik
Araştırma ve Uygulama Gn. Md.

19 - "Organize Sanayi Bölgeleri - Yatırım Kararı, Yer Seçimi, İmar Planı Hazırlama - Usul
ve Esasları", DPT, Sosyal Planlama Gn. Md., 1992.

20 - "Mücavir Alanlar ve Fiziksel Planlama", T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Teknik


Araştırma ve Uygulama Gn. Md.

21 - "İmar Planlarının Düzenlenmesi İle İlgili Teknik Şartname", İller Bankası Genel
Müdürlüğü, 1990.

22 - "Bir Model Önerisi: Karma Anonim Şirket", "İskenderun Körfezi Çevre Yönetim
Projesi", A. Ü. Siyasal Bilgiler Fak., T.C. Çevre Bakanlığı, 1992, sayfa 86 - 93.

23 - "Türkiye'deki Kıyı Alanları Yönetim Programının Özeti ve Öneriler", "Türkiye'de Kıyı


Alanları Yönetimi", Akdeniz Çevre Teknik Yardım Programı (METAP) Danışman
Raporu, T.C. Çevre Müsteşarlığı ve Dünya Bankası, 1991, sayfa 33 - 38.

77 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

EKLER

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

EK 1. DENİZ KAPLUMBAĞALARI ÜREME ALANLARI

Üreme Alanları Koordinatları

Dalyan - İztuzu 36.48/28.36 - 36.47/28.38


Dalaman 36.42/28.41 - 36.41/28.48
Fethiye 36.41/29.04
Patara Koordinat belirtilmemiş
Belek Bölgesi
Lara - Aksu Kumsalı 36.51/30.48 - 36.51/30.55
Aksu Doğu Kumsalı 36.51/30.55
Belek - Çakallık Kumsalı 36.51/30.55 - 36.51/31.05
Belek - Köprüçayı Kumsalı 36.50/31.05 - 36.50/31.10
Niğit ve Perakende Kumsalları 36.49/31.12

Kızılot Bölgesi
Kızılot Batı Kumsalı 36.44/31.29 - 36.42/31.34
Kızılot Doğu Kumsalı 36.42/31.34 - 36.40/31.39

Demirtaş Kumsalı 36.26/32.09 - 36.22/32.11


Gazipaşa Çiftlik 36.15/32.17
Göksu Delta 36.19/33.54 - 36.18/34.02
Kazanlı 36.49/34.44 - 36.49/34.47
Akyatağan 36.41/35.05 - 36.33/35.19
Samandağı 36.07/35.55 - 36.01/35.58
Ekincik 36.50/28.33
Kale 36.13/29.29 - 36.16/30.04
Tekirova 36.30/30.32
Anamur Güney 36.01/32.49 - 36.04/32.52
Anamur Kale 36.04/32.52 - 36.05/32.54

81 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

EK 2.

2872 SAYILI ÇEVRE KANUNU’NUN 9. MADDESİNE GÖRE


KORUNMASI GEREKEN ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANLARI

1. ANTALYA Patara Özel Çevre Koruma Bölgesi


2. ANTALYA Belek Özel Çevre Koruma Bölgesi
3. ANTALYA Kekova ve Çevresi Özel Çevre Koruma Bölgesi
4. ANKARA Gölbaşı Özel Çevre Koruma Bölgesi
5. DENİZLİ Pamukkale Özel Çevre Koruma Bölgesi
6. İÇEL Göksu Deltası Özel Çevre Koruma Bölgesi
7. İZMİR Foça Özel Çevre Koruma Bölgesi
8. MUĞLA Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi
9. MUĞLA Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma Bölgesi
10. MUĞLA Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi
11. MUĞLA Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi
12. AKSARAY Ihlara Özel Çevre Koruma Bölgesi

82 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

EK 3. AKDENİZ’DEKİ ÖNEMLİ TARİHİ SİT ALANLARI

Barselona Sözleşmesi’ne taraf ülkelerin Eylül 1985’te yaptıkları toplantıda kabul ettikleri
“Cenova Deklerasyonu” gereği seçilmiş ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından
yayımlanmış olan Akdeniz’de Ortak Öneme Sahip 100 Kıyısal Tarihi Sit listesinde yeralanlar:

1. ANTALYA 1, 4
2. ASPENDOS 1, 4, 5
3. BURSA 1, 4
4. DİDYMA 1, 4, 5
5. EPHESUS 1, 2, 5
6. FETHİYE-ÖLÜDENİZ 1, 4 (Kültürel/Doğal Sit)
7. HALİKARNASOS 1, 5
8. İSTANBUL 1, 2, 3, 5
9. KAUNOS 1, 4, 5
10. KEKOVA 1, 4 (Kültürel/Doğal Sit)
11. KNİDOS 1, 4, 5
12. MİLETOS 1, 4, 5
13. BERGAMON 1, 2, 5
14. PHASELİS 1, 4, 5
15. PRİENE 1, 4, 5
16. TROY 1, 4
17. XANTHOS 1, 4

83 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi

84 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf

Das könnte Ihnen auch gefallen