Beruflich Dokumente
Kultur Dokumente
arazi kullanımı
ve
kıyı alanlarının yönetimi
Mart 1997
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu Çalışma Devlet Planlama Teşkilatının görüşlerini yansıtmaz. Sorumluluğu yazarına aittir. Yayın ve referans
olarak kullanılması Devlet Planlama Teşkilatının iznini gerektirmez; İnternet adresi belirtilerek yayın ve referans
olarak kullanılabilir. Bu e-kitap, http://ekutup.dpt.gov.tr/ adresindedir.
Bu yayın 500 adet basılmıştır. Elektronik olarak, 1 adet pdf dosyası üretilmiştir
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ i
KATILIMCI LİSTESİ ii
1. DUYARLI ALANLAR 1
1.5. ORMANLAR 20
1.5.1. Tanım 20
1.5.2. Kadastro Sorunu 22
1.5.3. Orman Köylüsü 22
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
3. TÜRKİYE'DE PLANLAMA 51
3.1. TANIM 51
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
4. POLİTİKALAR VE STRATEJİLER 60
5. DEĞERLENDİRME 64
6. ÖNERİLER 70
6.6. KATILIM 73
KAYNAKLAR 76
EKLER
Ek 1. Deniz Kaplumbağaları Üreme Alanları 81
Ek 2. Özel Çevre Koruma alanları 82
Ek 3. Akdeniz’deki Önemli Tarihi Sit Alanları 83
Ek 4. Türkiye’nin Su Havzaları 84
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
ÖNSÖZ
Ülkemiz için bir Ulusal Çevre Eylem Planı hazırlanması süreci, 1995 yılının ilk
aylarında başlatılmıştır. Teşkilatımız koordinatörlüğünde ondokuz konu bazında çalışma
grupları kurulmuştur. Dünya Bankası ile 20 Temmuz 1995 tarihinde imzalanan anlaşma
uyarınca Kurumsal Geliştirme Fonu (Institutional Development Fund) kaynaklarından
alınan hibe ile proje için finansman sağlanmıştır. Çalışma Gruplarının oluşturulmasında
yaygın bir katılım sağlanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla kamu ve özel kuruluşlar yanında,
üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve mesleki kuruluşlardan temsilciler
çalışma gruplarına davet edilmiştir. Çalışma gruplarının üyelerinin önerileri doğrultusunda
gerekli durumlarda yeni üyeler davet edilerek, dinamik ve katılımcı bir çalışma süreci
başlatılmıştır. Çalışma Gruplarının çalışmalarını koordine etmek üzere her bir grup için bir
“Odak Noktası Kuruluş” seçilmiştir. Proje kapsamında tutulan yerel danışmanlar eliyle,
ülkemizdeki mevcut veri ve bilgilerin analizi, değerlendirmesi yapılmıştır. Eylem planına
temel teşkil edecek saptamalar ve öneriler, çalışma grupları ve danışmanların işbirliği ile
çalışma grubu raporuna yansıtılmıştır.
Necati Özfırat
Müsteşar
i http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
KATILIMCI LİSTESİ
ii http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
KATILIMCI LİSTESİ
iii http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1. DUYARLI ALANLAR
1.1.1. Tanım
Deniz ortamı, özenle korunması, en verimli şekilde, uygun amaçlar için kullanılması
gereken doğal kaynakların bir parçasıdır.Doğal kaynakların korunması, yararlı kullanılması
ve insan sağlığı açısından deniz ortamı kapsamına giren alanların sınırını çizmek zordur.
Bu sınır, kullanım amaçlarına bağlı olarak bazı bölgelerde çok dar, bazı bölgelerde ise
karadan kilometrelerce uzakta olabilir. Bu çalışma kapsamında deniz ortamı olarak, deniz-
insan ilişkilerinin en yoğun olduğu yakın kıyı ele alınmıştır.
Gerek 3086 sayılı eski Kıyı Yasası, gerekse halen yürürlükte olan 3621 sayılı Kıyı
Yasası’nın 4. maddesi "Kıyı Kenar Çizgisi" ni, "Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda,
kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık,
kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı" olarak tanımlar. Yasaya
göre, "Kıyı Kenar Çizgisi" ile kıyı çizgisi arasında kalan alan, "Kıyı" ve kıyının bittiği
yerden itibaren kara yönünde "Sahil Şeridi" başlamaktadır.Kara-deniz etkileşiminin en
yüksek düzeyde olduğu kıyı alanları, çağımızın hızlı nüfus artışı ve ekonomik gelişmeyi en
üst amaç sayan yaşam biçimi ile yoğun ve bilinçsiz bir kullanıma sahne olmaktadır.
Bu alanda hızla yitirilme ve bozulma tehlikesi ile karşı karşıya olan denizsel-karasal
akvatik mekan birimleri şu başlıklar altında incelenebilir:
Kıyılardaki jeolojik ve jeomorfolojik doğal değerlerin korunması yasal olarak birden fazla
bakanlık ve kuruluşun görev alanları kapsamındadır.
1 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1971 tarihinde yürürlüğe giren 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 20. maddesi ile, iç
sulara ve denizlerdeki istihsal yerlerine ve civarlarına zararlı maddelerin dökülmesi veya
dökülecek şekilde tesisat yapılması yasaklanmıştır. Hangi maddelerin dökülemeyeceği ve
tolere değerleri Su Ürünleri Yönetmeliği’nde belirtilmiştir.
1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun bazı maddeleri 28.5.1986 tarihinde 3288 sayılı
kanunla tadil edilmiştir.
2873 sayılı ve 9.8.1983 tarihli Milli Parklar Yasası’nın 2. maddesinin "d" şıkkı "...bilim ve
eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş
ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve
mutlak korunması gerekli olup, sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere
ayrılmış tabiat parçaları..." olarak tanımladığı alanları "Tabiatı Koruma Alanı" olarak ilan
etmiş ve bu görevi de Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel
Müdürlüğü'ne vermiştir.
Aynı zamanda gerek kıyı ve deniz içerisinde yapılacak inşaat/mühendislik yapıları gerekse
kıyı-deniz dengesi ile ekolojik denge ve çevre konusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Seyir,
Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı'nın da ilgi alanına girmektedir. Daire
Başkanlığı konu hakkında ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde gerekli görüş
bildirimleri ve çalışmalarında bulunmaktadır.
2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu; "Deniz, göl ve akarsular ile kıyıları, özelliklerini
bozucu ve yıpratıcı şekilde kullanılamaz. Bu yerlerde kum, çakıl ve taş gibi çeşitli
şekillerde yararlanma 1738 sayılı Seyir ve Hidrografi Hizmetleri Kanunu’na göre Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı'nın görüşü alınmak kaydı ile Bakanlığın iznine bağlıdır." hükmünü
taşımaktadır. 1738 sayılı Seyir ve Hidrografi Hizmetleri Kanunu ve bu kanunun
uygulanmasına ilişkin 7/17725 karar sayılı Yönetmelik ile "ülke denizleri ve sularında sahil
hatları, derinlikler ve oşinografisinde değişikliğe neden olabilecek her türlü çalışmada
Seyir ,Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı'nın görüşlerinin alınması zorunlu
kılınmıştır.
Yukarıda belirtilen yasal dayanaklara ve ilgili kurumların var olmasına rağmen, mevcut
durum yakın deniz ortamındaki duyarlı jeolojik ve jeomorfolojik ünitelerin koruma amacı
ile bir envanterinin bulunmadığı ve bu ünitelerin henüz her üç bakanlığın saptadığı koruma
statülerine alınmadığıdır.
2 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Kıyı kumulları doğada görülen en dinamik yapılardan biridir. Kıyı şeridinin gerisine dek
uzanarak kumul sırtları oluşturur ve sürekli değişim geçirirler; jeomorfolojik ve ekolojik
özellikleriyle çeşitli kurak ve sulak alan ortamları meydana getirirler. Kumullar; akarsu
deltaları, lagün, haliç ve tuzlaların varlığı için gereklidir; deniz kaplımbağaları, fok
balıkları, pek çok kuş türü gibi yalnız kıyı şeridinde bulunan nadir ve nesli tükenme
tehlikesi altındaki bitki ve hayvan türünün korunması açısından yaşamsal önem taşırlar.
Kumsalların yaşamı, çökeltilerin kumsala geliş gidişine bağlıdır.
Türkiye, Avrupa'nın en geniş kumul sistemine sahiptir. 8333 km.’lik kıyı şeridinde 845
km.’yi kaplayan alan (kıyıların % 10.1'i) kıyı kumullarıdır. Ülkemiz kıyılarında 110 adet
kumul sistemi varken bu sistemler hızla yok olmaktadır. Kıyı kumullarının bir kısmı Milli
Park statüsündeki alanların içinde, bir kısmı ise Tabiatı Koruma Alanı statüsündedir.
Avrupa ülkeleri kumul sistemlerini koruma bilincine erişene kadar, bu sistemlerin üçte
birinden fazlasını kaybetmiş duruma geldiler. Bu örnekten ders alınması gerekirken,
ülkemizde kumullar henüz jeomorfolojik ve ekolojik bir değer olarak kabul edilmemekte
ve hızla süren kıyı tahribi içinde yok olup gitmektedir [2].
Yapılaşma: Doğal görünüm ve ekolojik denge açısından kumul sistemleri üzerinde kısa
dönemde etkisini gösterse de uzun dönemdeki etkisi çok daha alarm vericidir. Kıyıda yol
ağlarının oluşturulması, turistik tesisler, yazlık konutlar ve diğer yapılaşma, kıyı sisteminde
meydana gelebilecek doğal gelişimlere yapay bir engel oluşturduğundan uzun dönemde
etkileri çok daha fazla olacaktır. Kumul sistemleri bir kıyı şeridi boyunca kumsalların
varlığını garantileyen doğal kum stokları oluşturur. Bu kumullar yapılaşma içinde sıkışıp
kaldıkça kumsallar erozyona karşı doğal yoldan beslenme şansını yitirerek, yok olma
tehlikesiyle karşılaşır. Deniz seviyesindeki yükselmelerle çok daha büyük boyutlara
ulaşması beklenen bu sorun ileride kısa dönem ticari karları kat kat aşacak kamu
harcamalarını gerektirecektir.
Küçük bir Akdeniz koyunda sahil şeridine paralel bir yolun yapılmasının ve arazinin
üzerindeki yapılaşmanın 5 yıl içinde karadan denize çökelti taşınmasının tümüyle
durmasına neden olacağı gösterilmiştir.
Daha küçük ölçekte, sistemden geçen küçük bir yol rüzgar erozyonunu arttırır ve kum
tepesiyle kumsalın dengesini değiştirebilir. Otopark ve otel inşaatının devingen bir kum
tepesine yapılması, kum tepeleriyle kumsal arasındaki alış-verişi engelleyip, ani erozyon
etkilerine neden olabilir.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta da, belirli bir yerde görülen kıyı erozyonunun
çoğunlukla bitişik sahillerde inşa edilen liman rıhtımları, set ve hendek gibi
uygulamalardan kaynaklandığıdır.
3 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Denizdeki tüm inşaatlar akıntıları ve kumsalın stabilitesini etkiler. İlk olarak inşaatın
çevresindeki ekosistem etkilenir. İkinci olarak, akıntıların yıl içindeki dağılımları eşit
olmadığı zaman tahmini önceden imkansız değişimler ortaya çıkar; kumla dolu limanlar,
tahrip edilmiş, sular altında kalmış kumsallar, erozyonu artıran etmenler bunlardan
birkaçıdır.
Nehirden veya Kumsaldan Kum Çıkartılması: Kumsallarda geri çekilme etkisi yapan bu
olumsuz kullanım, yol yapımı ve inşaat kumu gereksinimi nedeniyle yoğun bir şekilde
devam etmektedir. Çoğu zaman kanunsuz olarak, kaçak yapılan bu aktivite ne yazık ki bazı
durumlarda, "koruyucu" ve "denetleyici" kuruluş olan Belediyelerce de gerek kendi
gereksinimleri için, gerekse de ticaret amaçlı yapılmaktadır.
Ağaçlandırma: Bir kumsalın kum hareketine karşı doğal korunması, sadece doğal bitki
örtüsü ile sağlanabilir. Oysa ki ülkemizde birçok kumul sistemi egzotik ağaçlarla yapay
olarak sabitlenmiştir. Çok sayıda dikilen çam, kıbrıs akasyası ve okaliptüs ağacı, sistemin
toprak özelliklerini, jeomorfolojik ve hidrolojik yapısını tümüyle değiştirmiştir. Genelde
yaygın kanı, stabilite noksanlığının ağaçsızlıktan kaynaklandığı şeklindedir. Oysa
hareketliliğin nedeni, çoğunlukla kumul sırtlarının yok edilmesi ve insan kullanımıdır.
1961 ve 1990 yılları arasında 10.672 hektarlık bir kumul alanı (Türkiye kumullarının
%29.1'i) ağaçlandırılmıştır. Bu faaliyetler, kumul bitki örtüsünün yok olmasına neden
olduğu için, son derece sakıncalıdır.
4 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Yakma: Ülkemizde, tarıma elverişli hale getirme amacı ile kumul bitki örtüsünün
yakılması, günümüzde süre gelen faaliyetlerden biridir. Hayvan otlağı olarak kullanım ve
yakma, kumul sistemlerini olumsuz etkileyen, erozyona ve sistemin yok olmasına neden
olan öğelerdir.
1980'lerden beri, tüm bu faaliyetlerin sonucunda, en az 5000 ha. kumul alanı kaybedilmiş,
kıyılarımızda 110 adet olan kumul alanlarımızın sadece 30'u (%27'si) nisbeten bakir
durumda kalmıştır. 1980'den beri, her yıl aşağı-yukarı 1000 ha.'lık kumul alanımız tahrip
edilmektedir.
Yaşayan deniz kaynakları; deniz memelileri, deniz kuşları, kabuklu deniz canlıları ve deniz
organizmalarını (mercan kayalıkları, deniz bitkileri) kapsamaktadır.
Su kirliliğine neden olan maddelerden pestisidler, ülkemiz tarımında önemli bir yer
tutmaktadır. Zirai mücadele ilaçlarının ekosisteme ve insan sağlığına olan zararları dikkate
alınarak, son yıllarda bunların yasaklanmaları yoluna gidilmiş, kimyasal ilaç tüketimini
azaltmak amacıyla, biyolojik mücadele çalışmaları başlatılmıştır.
5 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Yoğun yapılaşmanın -gerek yerleşim alanları, gerek turizm tesisleri ve tatil siteleri
şeklinde olsun- getirdiği insan nüfusu bu canlı alanını kısıtlamıştır. Bu tür kullanımların,
dalyan, su ürünleri yetiştiriciliği yapılan yerler, su ürünleri istihsal sahalarının veya nesli
tükenme tehlikesinde olan deniz yaşam alanlarının yakınında kurulduklarında olumsuz
etkileri kaçınılmazdır.
Gerek kontrolsüz insan aktiviteleri, gerekse atık suların arıtılmamış olarak sulara verilmesi
kirliliğe neden olmaktadır. Denetim altına alınmamış bir yat turizmi, ekolojik bakımdan
son derece tehlikeli olabilir.
Sanayi ve enerji üretimi amaçlı aktivitelerin yarattığı hava kirliliği de ekosisteme zarar
vermektedir. Asit yağmurları, fabrika bacalarından çıkan gaz ve partiküller doğayı
etkilemekte, ağaçları yakmakta, toprağı verimsiz hale getirmekte, suları kirletmekte, su
ürünlerine zarar vermektedir. Bu duruma örnek olarak Murgul Bakır İşletmelerinin tarıma
zarar verip her yıl çiftçiye tazminat ödemesi, Yatağan Termik Santrali civarında bulunan
çam ağaçlarının kuruması, çimento fabrikası bacalarından çıkan partiküllerin çevredeki
tarıma ve su ürünlerinin solungaçlarını tıkayarak onlara verdiği zarar örnek gösterilebilir.
6 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
talimatlarla birlikte ilgili mercilere iletilmiştir. 17 üreme alanıyla ilgili olarak, 1995 yılı
yatırım programında yer alan bir proje çalışması da bulunmaktadır (Ek. 1)
Akdeniz Foku: Nesli hızla tükenmekte olan Akdeniz foku 1966 yılında Uluslararası Doğa
ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN)'nin tür yaşatma komisyonu tarafından, nesli
tehlikede olan türleri içeren listelere dahil edilmiştir. Sözkonusu memeli türü, gerek
ülkemizin taraf olduğu Bern Sözleşmesi gerekse ulusal mevzuatımız uyarınca koruma
altına alınmıştır. Yine koruma amacına yönelik olarak 1988 yılında Avrupa Konseyi
tarafından Akdeniz fokunun yaşadığı tüm alanları kapsayan bir eylem planı hazırlanmış ve
Türkiye tarafından da kabul edilmiştir.
Ulusal komiteye bağlı olarak Akdeniz fokunun üreme bölgeleri olan Foça ve Yalıkavakta
yerel komiteler kurulmuştur.
Çevre Bakanlığı, kıyılarımızda sayıları gün geçtikçe azalan Akdeniz fokunun korunması
amacıyla "Akdeniz Fokunun Türkiye’de Korunabilmesi için Ulusal Stratejisinin
Uygulanması ve Foça Pilot Projesi" çalışmalarını başlatmıştır. Proje halen İstanbul
Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi tarafından yürütülmektedir [6].
Yaşayan deniz kaynaklarını korumaya yönelik birden fazla kurum ve kuruluş ve çoğu
çakışan birden fazla yasa yürürlüktedir. 1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Kanunu
çerçevesinde, 1988 tarihinde yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, deniz, göl
ve akarsulardaki kirlenmenin kontrolüne ilişkin detaylı ve etkin hükümler içermektedir.
Yaptırımcı bir bakanlık olmayan Çevre Bakanlığı’nın yönetmeliği, Valilikler ve Yerel
Yönetimler aracılığıyla uygulanmaya çalışılmakta ancak yeterli olmamaktadır.
7 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu yasa ile çakışan, 1971 tarihinde yürürlüğe giren 1380 sayılı Su Ürünleri Yasası ve
1973'te yayınlanan Su Ürünleri Yönetmeliği ekinde, iç sulara ve denizlerde su ürünleri
istihsal yerleri belirlenmiş, bu yasanın 20. maddesine göre, sulara zararlı maddeler dökmek
veya dökülecek şekilde tesis yapmak yasaklanmıştır.Bu yasanın uygulama ve denetim
görevi de Tarım Bakanlığı’na verilmiştir.
Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nde yer alan standartlar ile 1380 sayılı Su Ürünleri
Kanunu’na ek olan Su Ürünleri Kontrol Yönetmeliği’nde çatışma mevcuttur. Bu
uyumsuzluk, uygulama ve denetimde karmaşa yaratmaktadır. Ayrıca çeşitli tarihlerde
yayınlanan kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelgelerde, konu ile ilgili, koruma
önlemleri almaya olanak sağlayan hükümler vardır. Örneğin; Köy Kanunu, Belediye
Kanunu, Milli Parklar Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Umumi
Hıfzısıhha Kanunu, İl İdaresi Kanunu, İmar Kanunu, Orman Kanunu, Turizmi Teşvik
Kanunu, Bakanlar Kurulu'nun 18.1.1990 tarihli Özel Çevre Koruma Kanunu.
1.1.3. Sorunlar
-Kıyı denizlerimizin yönetim, denetim ve izleme gibi idari, teknik ve bilimsel araştırma
görevlerini birden fazla kuruluş üstlenmiştir. Doğal kaynakların en yararlı şekilde
kullanımını ve korunmasını belirleyecek, koordinasyonu sağlayacak, yeterli teknik ve idari
kadrolara sahip bir üst düzey kuruluş mevcut değildir.
-Bu görevi yerine getirebilecek en uygun bakanlık olan Çevre Bakanlığı halihazırdaki
konumu ile bir üst düzey kuruluş olmayıp, yönetsel karmaşa zincirinin bir diğer halkası
konumundadır.
-Halihazır kuruluşlarda yoğun bir şekilde nitelikli personel açığı ve finansman sorunu
yaşanmaktadır.
-Uzun vadeli, kapsamlı ve kalıcı planlama ve stratejilerin eksikliği, siyasi baskılara, çıkar
çevrelerinin benmerkezci amaçlarına olanak sağlamakta; halihazır kuruluş ve yasaları
işlevsiz kılmaktadır.
-Su ürünleri alanlarının korunması için denetim yetersizdir. Aşırı ve kanun dışı avlanmalar
olmaktadır.
8 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
-Kum çekme bölgeleri bilimsel olarak belirlenmediğinden, plansız ve aşırı kum çekimleri
kıyı bozulmalarına ve olumsuz sediman hareketlerine neden olmaktadır. Ayrıca, turizmi
olumsuz etkileyip kazalara yol açmaktadır.
Kıyı alanlarındaki plansız ve aşırı kum çekme konusu 1993 yılında Turizm Bakanlığı
koordinasyonunda yürütülen toplantılar sonucu ilgili bakanlığın 13.0-1247-74-74-27561
Sayılı yazısı ile belirli esaslara bağlanmıştır. Buna rağmen uygulama ve denetimin arzu
edilir düzeye ulaştığı söylenemez.
-Ulusal izleme programı kapsamında birkaç araştırma kuruluşu bağımsız olarak, eksik
cihaz donanımları ile veri toplamaya çalıştığından, eldeki kaynaklar verimli
kullanılamamaktadır.
Tanım olarak "Sulak Alan" terimi bir takım ortak özelliklere sahip, kıyıdan uzak alanları,
kıyı ve deniz yataklarını, genel olarak kapsamına alır. 17.5.1995 tarih ve 21937 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanan tanıma göre, Sulak Alanlar; "doğal veya yapay, devamlı veya
geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, denizlerin gel-git hareketlerinin
çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan bütün sular, bataklık,
sazlık ve turbiyeler"dir.
Güneş ışığının dibe kadar ulaşarak fito ve zooplanktonların, su altı ve su üstü bitkilerin,
aquatik hayvanların gelişmesine imkan veren, çok yeri saz, kamış gibi yüksek, kuşların
saklanmasına, yuvalanmasına ve barınmasına uygun olan sulak alanlar ornitolojik yönden
önemlidir.
9 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Montreux'de yapılan Akit taraflar toplantısında Sulak Alanların kriterleri tespit edilmiştir [7].
Sulak alanların biyolojik çeşitliliğe kaynak oluşturmanın ve kültürel miras olmanın yanısıra
aynı zamanda işlevsel değerleri vardır.Sulak alanların; yeraltı suyu reşarjı, yeraltı suyu
deşarjı, taşkın kontrolü, kıyı şeridi stabilizasyonu/ erozyon kontrolü, zehirli madde
alıkoyma, besin alıkoyma, biyolojik madde ihracı, fırtına koruması, rüzgar kıran görevi
yapması, mikro iklim stabilizasyonu, su taşımacılığı, eğlence ve turizm işlevlerinde
kullanılır orman kaynakları, doğal hayat kaynakları, dalyanlar, yem kaynakları, tarımsal
kaynaklar ve su temini işlevleri vardır [7].
Sulak alanların yok edilmesi, ya toplumların bunun doğru birşey olduğunu düşünmelerinin
ya da daha büyük faydalar sağlayabilmek için ödenmesi gereken küçük bir bedel olarak
görmelerinin sonucudur.Sulak alan kaybının nedenleri, insan faaliyetlerinin doğrudan veya
dolaylı etkileridir. Doğrudan olarak; tarım, ormancılık ve sivrisinek kontrolü amacıyla
kurutma, su ulaşımı ve taşkın kontrolü amcıyla tarama ve nehir kanalizasyonu, katı atık
depolama, yol yapımı, ticari, endüstriyel ve yerleşim bölgeleri yaratma amacıyla doldurma,
deniz ve su tarımı için tadilat, baraj, bent, duvar, dalgakıran inşası, tarımsal ilaç,
kanalizasyon ve tortu karışması, turba, kömür, çakıl çıkarma, yeraltı suyu tecriti faaliyetleri
sulak alanları yok ederken, dolaylı olarak da barajlar, derin kanallar yüzünden tortu
birikmesi, kanal, yol v.b. yüzünden hidrolojik değişiklikler, yeraltı suyu, petrol, gaz ve
diğer minerallerin çıkartılması sonucu sulak alanların yer değiştirmesi yok olma
nedenleridir[7].
Türkiye'de bataklık, sazlık ve küçük sığ göllerin kurutulmasına sıtma hastalığının olduğu
yıllarda başlanmış, ilgili mevzuat hükümlerine dayanılarak çok sayıda göl ve bataklık
kurutulmuştur. 1950'li yıllarda DSİ Genel Müdürlüğü bataklıkların kurutulması görevini
yüklenmiştir. Daha sonra eski adıyla Toprak - Su Genel Müdürlüğü, şimdiki adıyla Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü'de bu hizmetlere katılmıştır. Zamanla bataklık kurutma
amacı, yeni tarım alanı kazanma haline gelmiş ve giderek yaygınlaşmıştır. Bu dönemde
ornitolojik yönden büyük önem taşıyan Amik, Emen, Gavur, Sığla, Kestel, Simav, Efteni,
Ladik gölleri, Aynaz ve Karasaz bataklıkları ile çok sayıda küçük sulak alan kurutulmuştur.
1986 yılı sonuna kadar kurutulan sulak alan toplamı 190 000 hektarın üstündedir.
Bu kurutma faaliyetlerinin sonunda elde edilen arazilerin ancak %35'i tarıma elverişli hale
gelebilmiştir. Ayrıca, arazilerin bir kısmında mülkiyet ihtilafları halen devam etmektedir.
Tarıma elverişli olmayan kurutulmuş alanların civar köylere mera olarak tahsisi yoluna
gidilmiş, ancak tuzlanma, turbiyelerin yanması ve rüzgar erozyonu gibi nedenlerle toprak
verimsizleşmiş ve bu meraların büyük bir kısmı, kısa sürede çoraklaşmıştır.
Ülkemizde son yıllarda sulak alanlara ve bunların ürünlerine bağımlı insan nüfusunun hızla
artması sonucu pek çok sulak alan, düzensiz ve aşırı bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Bu durumda pek çok sulak alan yok olma sürecine girmiştir.
Bu alanlar Türkiye'de hala büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Sulak alanların ilgili
çevrelerde bilinen öneminin diğer sektörlere ve kuruluşlara yeterince aksettirilmemiş olması
bu tehlikenin en büyük nedenidir. Günümüzde sulak alanların kurutulmasını öngören yasalar
halen varlıklarını sürdürmektedir. Ülkemizin diğer doğal değerlerinde olduğu gibi sulak
alanların da bir envanteri yapılmamıştır. Çevre Bakanlığı, gönüllü kuruluşlar ve yabancı
10 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu konuda yapılan çalışmalar yetersiz olmakla birlikte eldeki verilere göre ülkemizde 18'i
"A" sınıfı ve 44'ü "B" sınıfı olmak üzere toplam 62 uluslararası nitelikte Sulak Alan olduğu
belirlenmiştir.
Orman Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve gönüllü kuruluşlarca olumlu bir takım koruma
çalışmaları başlatılmış, bu amaca yönelik aşağıdaki adımlar atılmıştır:
-DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen "Bafra Ovası Sulama Projesi" revize edilmiş ve
Delta'da yer alan göllerin kurutulması önlenmiştir.
-Menderes Delta'sında yapılan çalışmalar neticesinde, Delta'da yer alan çayır ve meraların
doğal yapılarının korunması, tarımsal faaliyetlere izin verilmemesi için durum, Milli Emlak
Genel Müdürlüğü ve Aydın Valiliğine bildirilmiş, alana Milli Park statüsü kazandırılmıştır.
-Sultan Sazlığı 1971 yılında Orman Bakanlığınca "Su Kuşlarını Koruma ve Üretme Sahası"
statüsü verilerek korumaya alınmıştır. Bozulan su rejiminin düzenlenmesi için ilgili
kuruluşların katılımı ile toplantılar düzenlenmiş, Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av-
Yaban Hayatı Genel Müdürlüğünce çalışmalar başlatılması sağlanmıştır. Sultan Sazlığı'nı
kurutmaya yönelik bir çalışma olan Develi Projesinin revize edilerek, 1970'li yıllarda
sahanın kurutulması Orman Bakanlığınca önlenmiştir. Aynı zamanda Türkiye Tabiatını
Koruma Derneği tarafından da proje çalışması yapılmıştır.
-Günümüze kadar "A" Sınıfı sulak alanlardan 13 saha, "A" Sınıfı dışında kalan Sulak
Alanlardan da 15 saha Orman Bakanlığınca çeşitli koruma statülerine alınmıştır.
-DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen Konya Ovası Sulama II. Merhale Projesi
değerlendirilmiş, yapılan toplantılar ve incelemeler neticesinde DSİ Genel Müdürlüğünce
projede öngörülen 1117,58 m. su seviyesinin 1121,03 m.’ye çıkarılması sağlanmıştır.
-1971 yılında İran'ın Ramsar kentinde imzaya açılan ve sadece sulak alanların korunmasına
yönelik bir sözleşme olan Ramsar Sözleşmesine (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı
Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi) taraf olma
çalışmaları 1992 yılında başlatılmıştır. Bu amaçla ilgili kurum ve kuruluşların katılımı ile
bir dizi toplantı yapılmış, toplantılar neticesinde; Sultan Sazlığı, Kuş Gölü (Manyas), Seyfe
Gölü, Burdur Gölü ve Göksu Deltasının Ramsar listesine dahil edilmesine karar verilmiştir.
Sözleşme TBMM'nce ve Bakanlar Kurulunca kabul edilerek 17.5.1994 tarih ve 21937
sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye Ramsar Sözleşmesini
1971'de parafe etmiş, ancak 1994 yılında taraf olmuştur.
11 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
- Doğal Hayatı Koruma Derneği ve Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı işbirliği ile
Göksu Deltası Yönetim Planı çalışmaları başlatılmıştır.
Türkiye'de tarım reformu çalışmalarını düzenleyen 3083 sayılı kanunun amaçları arasında
en önemlisi; "sulama alanları ile Bakanlar Kurulunca gerekli görülen alanlarda toprağın
verimli şekilde işletilmesini, işletilmesinin korunmasını, birim alandan azami ekonomik
verimin alınmasını, tarım üretiminin sürekli olarak arttırılmasını, değerlendirilmesini ve
buralarda istihdam imkanlarının arttırılmasını..." öngören maddedir.
Yasal çerçevedeki karmaşadan da anlaşılabileceği gibi, sulak alan kaynakları ile ilgili
sorumluluklar birçok kuruluşa verilmiştir. Sulak alanlar; doğrudan veya dolaylı olarak
Çevre Bakanlığı, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, DSİ
Genel Müdürlüğü, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kültür
Bakanlığı, Orman Bakanlığı gibi kuruluşların görev alanlarına girmektedir. Daha da
yanlışı, sulak alanların yok edilmesini teşvik eden birimlerle, bunların korunması için
çalışan birimlerin bazen iç içe olmaları, çoğu zaman koordinasyon ve iletişim eksikliği
içinde olmmaları nedeniyle gereksiz bir karmaşaya yol açmakta, hem kaynak israfına hem
de doğal değerlerin yok olmasına neden olmaktadırlar. Bu konuda vakit geçirmeden yasal
düzenlemenin yapılması son derece önemlidir.
12 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Ülkemizde nüfus artışının hızlı olması ve bazı yörelerimizde içme suyu olarak
yararlanılabilecek kaynakların kısıtlı olması, gelecek yıllarda daha düşük kalitede suların
kullanımını zorunlu kılacaktır. Bu kapsamda özellikle göller, içme suyu barajı
kurulabilecek akarsu kesimleri ve yeraltı suyu kaynaklarının kirlenmeye karşı korunması
büyük önem taşımaktadır.
- Ülkemizde şimdiye kadar bir "Su Kaynakları Yönetimi" olmaması, ülke çapında su
kaynaklarının mevcut ve ileriye yönelik rasyonel kullanımını önlemektedir. Ulusal ölçekte,
yerleşim, sanayi, tarımsal açıdan öncelikli bölgeleri ve kaynakları saptayan bir planın
eksikliği, kaynakların anlık kararlarla savurgan bir biçimde kullanılmasına neden
olmaktadır. Arazi kullanımı ile ilgili kararlara ışık tutacak planlar yapılırken, su
kaynaklarının kapasitesi göz önüne alınmamaktadır. Özellikle büyük kentlerin çevresinde
su havzaları üzerinde yasal olmayan yerleşimler kurulmakta, daha sonra bu yerleşimler, oy
kaygısı ile siyasi otoriteler tarafından alt ve üst yapı hizmetleri götürülerek
yasallaştırılmakta, ileride yaşamsal tehlikeler doğuracak durumlar ortaya çıkmaktadır.
- En önemli kirletici kaynak olan sanayi kuruluşlarına izin verme sistemi karmaşık ve
kirlenmeyi önleme açısından yeterli denetimi sağlayıcı yapıya sahip değildir.
- Konuyla ilgili araç, gereç, malzeme eksikliği, var olanlarında verimli kullanılmaması bir
diğer sorundur.
- Konuyla ilgili eleman eksikliği ve bu elemanların istihdam sorunu vardır. İşin niteliğine
uygun elemanlardan yararlanılmamaktadır.
13 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
- Yeraltı sularının, kullanılması ve korunması görevleri 167 sayılı Yeraltı Suları Kanunu ve
6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü’nün teşkilat ve vazifeleri hakkındaki kanunlar uyarınca
DSİ Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Yine 6200 sayılı yasa ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul
ve nüfusu 100.000 den fazla olan şehirlerde içme, kullanma ve endüstri suyu temini
hakkındaki kanunların verdiği görev ve sorumluluklar çerçevesinde Kıtaiçi Yüzeysel
Sularda Kalite Bölgelerinin Tesbiti işlemlerinin DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
yapılacağı ifade edilmektedir.
Her iki kanun da, yeraltı sularının ve kıtaiçi suların kirlenmeye karşı korunması yönünde
açık bir hüküm taşımamaktadır.
Denetleme konusunda, 2872 sayılı Çevre Kanunu ile aynı kanunda ek ve değişiklik yapan
3416 sayılı kanunda Çevre Bakanlığı’nın yetkili kılındığı bildirilirken, aynı zamanda,
kurum ve kuruluşların mevcut yasalarla haiz oldukları yetkilerin saklı tutulduğu
belirtilmektedir.
Belediyelerin içme suyu projeleri için İller Bankası Genel Müdürlüğü yetkili kılınırken,
kırsal alanlardaki projeler de Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır.
14 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1.3.1. Tanım
Türkiye'de 120 memeli, 400'ü aşkın kuş, 130 civarında sürüngen, 350-400 balık türü
yaşamaktadır. Miktarları tesbit edilen omurgalı hayvanlara karşılık omurgasız türler için
henüz yeterli araştırma yapılmadığından bir sayı vermek mümkün olamamaktadır. Diğer
taraftan Avrupa'da 6.000 endemik bitki türünün bilinmesine karşın, henüz yeterince
incelenmemiş olan Türkiye'de de bu sayı 3.800 kadardır. Avrupa'a 250 ağaç türüne karşılık
Türkiye'de 205 ağaç türü yetişmektedir. Anlaşılacağı üzere Türkiye bitki ve hayvan türleri
bakımından dünyadaki ender ülkelerden biridir. Ancak yüzyıllardan beri süren kontrolsüz
kullanımlar sonucu, bugün türlerimizin bir kısmı yok olmuş, bir kısmı da yok olma
tehlikesiyle karşı karşıyadır.
20. yüzyılda gelişen doğal dengenin ve canlı kaynakların korunmasının önemi bilincine
paralel olarak yurdumuzda da bu konuda çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 1950'li
yıllardan sonra Milli Parkalar ile Av ve Yaban Hayvanlarının korunması ve üretimi için
sahaların belirlenmesine başlanmıştır. Nesli tehlikeye düşen kuş ve memeli türlerinin
habitatlarıyla birlikte korunduğu koruma ve üretme sahalarının sayısı 106, Milli Parkların
sayısı 29'dur. Toplam alan 566.372 hektardır. Ayrıca 32 alan Tabiatı Koruma Alanı, 11
alan Tabiat Parkı ve 33 Tabiat Anıtı olarak tespit edilmiştir. Tüm bu alanlarda koruma,
kontrol ve yönetim hizmetleri Orman Bakanlığı, Milli Parklar ve Av Yaban Hayatı Genel
Müdürlüğü tarafından sürdürülmektedir.
15 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Şu anda yurdumuzun fauna ve florasına ait yeterli bir envanterin bulunmayışı önemli bir
eksikliktir. Bunun yanısıra biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda yeterli yasal
düzenlemelerin bulunmayışı ve mevcut yasaların işlemeyişi, kamu ve özel sektör
yatırımlarında yaban hayatının gözardı edilmesi ve böylece ekosisteme geriye dönülmesi
mümkün olmayan zararlar vermektedir.
Ülkemizde canlı kaynakların korunması ve yönetim uygulamaları, 6831 sayılı Orman, 3167
sayılı Kara Avcılığı, 1380 sayılı Su Ürünleri ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunlarının
verdiği görev ve yetkilerle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Orman Bakanlığı tarafından
yürütülmektedir. Bu konuda ayrıca 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Çevre Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı da devreye
girmektedir. Bu kanunlar çerçevesinde; Özel Çevre Koruma Bölgeleri, Milli Park, Tabiat
Parkı, Tabiat Anıtı, Tabiat Koruma Alanı, Yaban Hayatı Koruma Sahaları, Yerleştirme
Alanları, Muhafaza Ormanları, Kültürel ve Tabii Sitler ile balık avına yasaklanan sahalar
gibi koruma statüleri uygulanmaktadır. Ayrıca nesli azalan türlerin devamlılığını sağlamak
üzere, Merkez Av Komisyonu ve Su Ürünleri Sirkülerleri ile su ürünleri avcılığını
düzenleyici yaptırımlar saptanmaktadır.
1.3.2. Sorunlar
-Canlı türlerini yok ederek insanlığın geleceği açısından da neler yitirdiğimiz konusunda,
toplumun hiçbir kademesinde henüz yeterli bilinç ve hassasiyet oluşmamıştır. Bu konudaki
koruma çabaları hala "kurdu kuşu insana tercih etmek" olarak nitelendirilmektedir.
16 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
-Bitkiler için hazırlanan bir "Red Data" hariç, canlı kaynaklarımızın tehlike durumunu
gösterir bir çalışma yoktur.
-Canlı kaynakların yönetimi konusunda 1937 yılında çıkarılmış bulunan Kara Avcılığı
Kanunu, günümüz koşullarında yetersizdir.
-Yapılması gereken çok kapsamlı çalışmaları yürütecek teşkilat ve nitelikli personel sorunu
vardır.
1.4.1. Tanım
Ülkemiz çok çeşitlilik arzeden jeolojik yapı, iklim, bitkisel örtü ve topografik koşulları
nedeniyle dünya yüzünde yaygın bulunan bütün büyük toprak gruplarını kapsamaktadır.
Araziler, toprak işlemeye karşı gösterdikleri sınırlayıcı özelliklerine göre, hiçbir sorunu
bulunmayan I. sınıf araziler ile hiçbir bitkisel üretime olanak vermeyen VIII. sınıf arasında,
sorunların yoğunluğu I. sınıftan VIII. sınıfa doğru gittikçe artmak koşulu ile sekiz sınıfa
ayrılmaktadır.
Bu sekiz arazi sınıfından ilk dördü toprak işlemeye uygun, son dördü ise değildir. Bunlar
orman, mera gibi devamlı bitki örtüsü altında bulundurulmak zorundadır.
Ülkemiz nüfusunun az olduğu dönemlerde, kurala uygun olarak I-IV. sınıf araziler
işlenmekte iken, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra artan mekanizasyon olanaklarının
yardımı ile, özellikle mera ve ormanlardan açılan araziler de işlenmeye başlanmıştır. 1934
yılında 11.677.000 hektar alan tarım arazisi, 1955'te %100 artış ile 22.808.000 hektara
çıkmış ve o yıllarda ülkemiz dünyada 4. buğday dış satımcısı ülke durumuna yükselmiştir.
Tarım arazilerindeki alan artışı günümüze dek sürmüş ve son 25 yılda 4.891.000 hektarlık
bir artış ile 27.699.000 hektara yükselmiştir. Bu dönem içinde 1934 yılında 44.329.000
hektar olan çayır-mera arazisi, 1955'te 31.000.000 hektar, 1980'de ise 21.101.000 hektara
inmiştir.
17 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu durum bir yandan erozyonu davet ederken, öte yandan daha ziyade meraya dayanan
hayvancılığı olumsuz yönde etkilemiştir. Daralan meralarda yayılan hayvan yoğunluğu üç
katına çıkmıştır. Aşırı otlama sonucu meraların ot verimi ve kalitesi hızla düşmüş ve
erozyon artmaya başlamıştır. Meralardan tarla olarak açılan meyilli alanlarda, hiçbir önlem
alınmadan yapılan tarım da, hem verimin hızla düşmesine, hem de erozyonun artmasına
neden olmuştur.
Artan nüfusa karşın işlenebilir ya da tarıma açılabilir arazi miktarı son sınıra ulaşmış,
toprak rezervi kalmamış 19 dünya ülkesinden biri durumuna düşülmüştür.
İnsanın yüksek gelir elde etmek isteği, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımında temel
etkenlerden biridir. Arazi sahipleri, kısa dönemdeki çıkarlarını gelecekteki çıkarlarının
üstünde tutmaktadırlar. Yukarıda belirtilen hızlı gelişmelere bu eğilim de
eklendiğinde,sanayi bölgeleri, yerleşim alanları, yollar ve turistik bölgeler için gerekli
görülen arazi süratle tarım aleyhine gelişim göstermektedir.
Tarım alanlarının bilinçsizce yok edilmesinin sorumluluğu açısından özel sektör ve devlet
kurumları arasında bir ayırım yapmak olası değildir. Tüm çarpıcı rakam ve uyarılara
rağmen, toprakları koruyacak yasaların işletilmeyişi, bunu sahiplenecek, kontrol, koruma
ve envanterini oluşturacak Toprak-Su gibi kurumların artık bulunmaması nedeniyle, söz
konusu ivmenin korkunç bir şekilde arttığını vurgulamak gerekmektedir.
Verimli tarım arazilerinin amaç dışı kullanılmasını etkileyen en önemli faktörlerden biri,
izlenen politikalar ve yasal boşluklardır. Bir sektördeki vergi, fiyat v.b. teşvik unsurları
diğer sektörlerle uyumlu olarak düzenlenmezse, gelişmeler diğer sektörlerin aleyhine
olabilmektedir.
Günümüzde çevre ve tarım alanlarının korunmasına yönelik çok sayıda yasal düzenleme
bulunmaktadır. Bu düzenlemeler farklı kuruluşların yetki alanlarına girmektedir. Örneğin,
Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye İle Kullanılmasına Dair Yönetmeliğin yanısıra, 1982
Anayasasında, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda, 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun’da, 3083 sayılı Sulama
Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu’nda, 3194 sayılı İmar
Kanunu’nda, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nda, 2965 sayılı Toplu Konut Kanunu’nda
tarım topraklarının kullanımı ve korunmasına yönelik hükümler yer almaktadır. Bunca
hükmün birarada uygulanamaması, uygulayıcı kuruluşların koordineli çalışmamaları
sonucu tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanılmasına fırsat verilmiş olmaktadır.
18 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Sanayi Alanları: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 1987 yılı sonu kayıtlarına göre organize
ve küçük sanayi siteleri için tahsis edilen toplam 17.999 hektar arazinin yaklaşık %62'sine
tekabül eden 11.196 hektar arazi I-IV. sınıf tarıma elverişli topraklar üzerindedir.
Bu rakamlara 3194 sayılı İmar Kanunu gereği imar planı içinde olan yerlerde
Belediyelerce, imar planları dışındaki yerlerde Valiliklerce sanayiye tahsis edilen tarım
arazileri dahil değildir. Bu alanların Sanayi ve Ticaret Bakanlığı denetimi altında olan
yerlerden çok daha fazla bir yekün tuttuğu bilinmektedir.
Ön izinsiz yapılaşan sanayi tesislerine birkaç örnek verilmesi gerekirse; Amasya Süt
Fabrikası, Balıkesir Yem Fabrikası, Erzurum - Ilıca Et Mamüleri Tesisleri ve Pasinler
Sigara Fabrikası ile İzmir Selçuk Yem Fabrikası gibi birkaç tesis dahi 1.100 dekar tarıma
elverişli araziyi tarım dışı bırakmıştır.
Turistik Tesis Alanları: Verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlara kaymasına neden
olan üçüncü ve önemli bir etken de turizme yönelik yatırımlardır. Ülkemizde bütün
bölgelerin imar planı, fiziksel planı hazırlanmamıştır. Tüm ülkede tapulama çalışmalarının
bile bitirilememesi plan yapılması fikrini ve işlemini zorlaştırmaktadır. Bu aksaklığın
giderilmesi için turizm belgesi ve kredisi almak isteyenlere, varsa imar planına uygun,
yoksa mevzi plan yapılarak gerekli kolaylıklar sağlanmaktadır. Dış turizmin geliştirilmesi,
kişilerin hafta sonu ve yıllık dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak için yazlık konut taleplerinin
karşılanması ve tarla sahiplerinin kısa sürede yüksek gelir elde etmek için arazilerini bu
yolla satmak istemeleri, zaten mevcut olmayan veya mevzi durumdaki çevre düzeni
planlarını kolayca değiştirme durumuna getirmektedir.
DSİ Genel Müdürlüğü’nün Alanya sulaması içinde yer alan Mahmutlar Kasabası imar
planının değiştirilmesi sonucu başlangıçta %15 oranındaki tarım arazisi elden çıkmakta iken
bugün bu oran %40'lara ulaşmış ve DSİ Genel Müdürlüğü yatırımları kullanılmaz bir hale
gelmiştir. Diğer bir örnek; Trakya'da Enez - Silivri arasındaki sahil kuşağında 8500 hektar
tarıma elverişli arazi turizm yatırımları ile elden çıkmıştır, oysa kararlı bir plan uygulaması ile
19 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
bu kayıp %50 azaltılabilirdi. Bunun dışında Antalya - Kuşadası - Silifke - Erdemli sahil
kuşaklarında da tarım alanlarının ruhsatlı veya ruhsatsız bir biçimde tarım dışı bırakıldığı
bilinen bir gerçektir. Örneğin Kuşadası - Davutlar'da 24 hektar arazi ruhsatlı olarak turizme
açılmışken ruhsatsız olarak açılan alan 35 hektardır.
Yukarıda belirtildiği gibi ülkemizde son yıllarda inşaat sektörünün gelişmesi ile kendini bir
kat daha hissettiren tuğla kiremit ihtiyacını karşılamak için verimli tarım alanları artan bir
hızla tahrip edilmektedir. Tuğla kiremit tesisleri kamu yatırımlarından daha farklı bir
biçimde kuruldukları yerleri koruyup çevresini tahrip etmektedir. Yurdumuzda tuğla ve
kiremit üretimine hiçbir yeni teknoloji katılmadığından asırlar boyu oluşmuş en verimli
alüvyal ova toprakları hiçbir ilave işleme tabi tutulmaksızın üretimde kullanılmaktadır.
Çok kısa sürede kurulabilen bu tesisler kuruldukları yerlerden ziyade çevresini yok
etmektedirler.Trakya'da 1400 dekar, Erbaa'da 2000 dekar, Gediz Ovası’nda 4400 dekar,
Çorum’da 2000 dekar tarım arazisi 1985 yılına gelindiğinde tuğla-kiremit yapımı nedeniyle
tarım arazisi olmaktan çıkmış ve kullanılmayan çukurluklar ve bataklıklar haline
dönüşmüştür. Etüdü yapılmayan daha pek çok arazi aynı durumdadır.
Tuğla-kiremit ocak ve fabrikaları her yıl ülkemizden 17.000.000 tonu aşkın çok değerli
alüvyal toprağı ve diğer bir ifade ile bir metre kalınlığındaki 11.000 dekar verimli araziyi
bir daha geri dönmeyecek şekilde yok etmektedir.
1.5. ORMANLAR
1.5.1. Tanım
Orman genel olarak kamuoyunda odun hammaddesinden yararlanılan bir ağaç topluluğu
olarak algılanmaktadır. Oysa orman, ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, toprak ve
iklim gibi canlı ve cansız doğa faktörlerinin birlikte oluşturdukları ve bu faktörlerin
etkileşim içinde olduğu bir ekosistemdir.
"Doğal denge" olarak nitelendirilen sağlıklı bir ortamda tüm canlılar, hava, su ve toprak olan
temel kaynaklardan sorunsuz olarak yararlanabilmişlerdir. Ancak nüfus ve teknolojideki hızlı
gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan mekan, enerji ve hammadde bunalımına çözüm
getirmek üzere doğal ortamlardan ve bu arada ormanlardan aşırı yararlanma yoluna
gidilmiştir. Öte yandan gerek konutlardan kaynaklanan ve gerekse çeşitli teknolojik
20 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Çok partili döneme geçiş ile birlikte, demokratikleşme süreci içinde devletin ormancılık
politikası değişmiş, bunun sonucu olarak 5653 sayılı kanunla orman tanımı değiştirilmiş ve
5658 sayılı kanunla da belirlenen şartları taşıyan ormanların sahiplerine iadesi esası
getirilmiştir.
1950 - 1958 yılları arasında orman suçlarının affına dair dört kez kanun çıkartılması,
ormancılık politikasının sık sık değişmelere uğraması, ormanların büyük tahribe uğraması
sonucunu doğurmuştur. 1961 Anayasası ile ormanlarla ilgili ilk anayasal düzenleme
yapılmıştır. 1970'li yıllarda Anayasa maddesinde değişiklik yapılmıştır. Orman sınırları
dışına çıkarılma esasları da 6831 sayılı Orman Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilerek ve
1973 yılında 1744 sayılı kanunla uygulamaya konmuş ve böylece açma ve yerleşmeler
yasallaştırılmıştır. 1982 Anayasası ve buna paralel olarak 6831 sayılı Orman Kanunu ile
orman sınırları dışına çıkarılacak vasıftaki yerler belirtilmiştir.
Yapılan istatistiklere göre, bu uygulamalar sonucu 341.593 hektar yerin orman sınırları
dışına çıkarılmış olduğu ve bir o kadar yerin de orman sınırları dışına çıkarılacağı tahmin
edilmektedir.
13 Temmuz 1993 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürülüğe giren 484 sayılı Maliye ve
Gümrük Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Karaname'de "orman
sınırları dışına çıkartılan taşınmaz mallar da dahil olmak üzere devletin özel
mülkiyetindeki taşınmaz malların satışı, kiraya verilmesi, trampası ve mülkiyetin gayri ayni
hak tesisi, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki diğer yerler ile devletin özel
mülkiyetindeki yerlerde bulunan su ürünleri üretim yerleri, kaynak suları ve taş, kum ve
çakıl ocaklarının kiraya verilmesi işlemlerini yapmak" hükmü getirilerek bu görev Maliye
Bakanlığı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir.
21 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Söz konusu kararnamede, bu görevi Orman Bakanlığı’na veren kanunun iptali veya
değiştirilmesine ilişkin bir hüküm bulunmadığı için de önceki kanunlar hala yürürlüktedir.
Bu durumda orman sınırları dışına çıkartılan yerlerin satışında hem Maliye Bakanlığı, hem
de Orman Bakanlığı ayrı ayrı yetkili olup yetki çakışması söz konusudur.
Anayasanın 169. maddesinde yer alan "devlet ormanlarının kamu yararı dışında irtifak
hakkına konu olmayacağı" ana hukuki kuralı, 6831 sayılı orman kanununun 17. maddesi,
"devlet ormanlarında kamu yararına olan, her türlü bina ve tesisler için gerçek ve tüzel
kişilere Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığınca bedeli karşılığında izin verilebilir" hükmü
ile genişletilmiştir. Bunlara ek olarak 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası’nın 8. maddesinde
"turizm alanlarında ve turizm merkezlerinde Bakanlığın talebi üzerine, imar planları
yapılmış ve turizme ayrılmış yerlerdeki taşınmaz mallardan; ..... Hazineye ait olan yerlerle
ormanlar, ilgili kuruluşlarca bakanlığa tahsis edilir....." hükmü vardır.
Yukarıda verilen örnekler gerek orman tanımının gerek ormanların koruma ve kullanımı ile
ilgili yasal ve yönetsel yapının sık sık değişikliğe uğradığını göstermektedir. Özellikle son
yıllarda, uluslararası literatürde "doğanın akciğerleri" olarak tanımlanan orman alanlarının,
yaşamsal öneme sahip bir doğal veriden ziyade siyasi ve ekonomik amaçlara hizmet eden
bir rant kaynağı olarak algılandığı görülmektedir.
Bugüne dek yapılan Orman Kadastro çalışmaları nitelik ve nicelik yönünden yetersizdir.
Bunun nedenleri orman tanımının sık sık değiştirilmesi, değişen tanımlara göre orman
niteliğini kaybeden yerlerin ölçülmesi amacıyla ve politik baskılar sonucu sınırlaması
yapılan yerlerde tekrar tekrar kadastro yapılması, orman sınırları belirlenen yerlerde bu
sınırların korunamamasıdır.
Özellikle 6831 sayılı kanunun 2. maddesinin bir çok kez değiştirilmesi sonucu mutlak
orman alanı olarak kalması gereken geniş alanlar orman sınırları dışına çıkartılarak orman
alanları daraltıldığı gibi, kadastro çalışmalarının tamamlanması da olanaksız hale gelmiştir.
Ormanlar üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturan orman köylüsünün, ormana olan
ekonomik bağımlılığı giderilememiş ve günümüze değin, sosyo-ekonomik yapısı
iyileştirilememiştir. Ülkemizde halihazırda istatistik bilgilere göre, 17.900 orman köyünde,
yaklaşık 9.000.000 orman köylüsü yaşamaktadır. Orman köylerinde yaşayan insanlarımızın
22 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
yaşam standardı ülke, hatta kırsal kesim ortalamasının çok altındadır. Ülkemizin kısıtlı
orman varlığı içerisinde tüm yetersizlikleri ile yaşayan orman köylüleri, altyapı eksikliği,
verimsiz, küçük parçalara bölünmüş tarım alanları, sermaye birikimi yetersizliği gibi ana
sebeplerle, büyük ölçüde kapalı ekonomi koşullarında yaşamaktadırlar. Bu sosyo-
ekonomik sorunları çözmek amacıyla, ormancılık mevzuatlarına çeşitli hükümler
konmuşsa da günümüze kadar bu hükümlerin çoğunluğu uygulanamamış, uygulananlar da
yetersiz kalmıştır.
Dünyada ormancılık sektöründe çevreye ve sosyal ağırlıklı araştırmalara artan bir şekilde
yer verilirken ülkemiz ormancılık sektörü içindeki araştırmalar henüz arzulanan düzeye
ulaşamamıştır.
Orman köylülerinin kalkındırılması amacı ile çıkartılan 2924 sayılı OR-KÖY Kanunu bu
amaç ile kullanılmamaktadır.1744 sayılı kanunla oluşturulan Orman Köylülerini
Kalkındırma Fonu'nun gelirleri kanun teminatı altına alınmış olmakla birlikte, Bütçe
Kanunlarına bir madde eklenerek 1744 sayılı kanunun Genel Bütçeden Fona aktarılacak %
01'lik pay ile ilgili hükmü hiçbir yıl uygulanmamıştır.
Uygulanan yanlış politikalarla ülkemizde toprak ve su erozyonu her yıl artan miktarda
(yılda 400 milyon ton; bu miktar Avrupa'da 90, ABD'de 245 milyon tondur.) verimli arazi
kaybına yol açmakta, ormanlar, otlaklar ve benzeri doğal kaynaklar yok olmakta, yaban
hayatının sürebileceği alanlar günden güne daralmakta, canlı türleri yok olmaktadır.
Yine aynı yanlış politikalar sonucu ülkemiz ormanlarının 13,245,945 hektarlık bir kısmı
verimsiz ormanlar haline gelmiştir. Bu durum, bir taraftan orman ürünleri açısından verim
düşüklüğüne, ormanlık alanlardan büyük kentlere yoğun göç olaylarına neden olurken,
diğer taraftan ülke topraklarının %91'lik bir kısmında erozyon olayının meydana gelmesine
yol açmıştır.
Üyesi bulunduğumuz Dünya Koruma Birliği’nin (IUCN) 1994 yılında yayınlamış olduğu
en son Koruma Alanları Kategorileri rehberinde Koruma Alanlarının genel bir tanımı
yapılmıştı. Buna göre;
Koruma Alanı: Biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla iç içe bulunan kültürel
kaynakların korunması ve devamlılığın sağlanması için ayrılan ve kanuni veya diğer etkin
vasıtalarla korunan kara veya deniz parçasıdır.
Tabiatın özellik ve güzelliklerini el değmemiş hali ile korumak, tahribe uğramış kısımlarını
imar ve restore ederek eski haline getirmek, tabiatı korumanın amacını teşkil
etmektedir.Gelecek nesillerin hizmetine sunmak amacıyla çeşitli koruma alanları tefrik ve
tesis edilmiştir. Bu koruma alanlarının tanımları ve listeleri aşağıdadır:
23 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1- Milli Park: Bilimsel ve eststik bakımdan, Milli ve Milletlerarası ender bulunan tabii ve
kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat
parçalarıdır [9].
2- Tabiat Parkı: Bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliğine sahip manzara bütünlüğü içinde
halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçalarıdır [10].
4- Tabiatı Koruma Alanı: Bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye
maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana
getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve
eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarıdır [12].
10- Balık Yetiştirme Alanları: 6831 sayılı Orman Kanunu’da tarifi ve hudutlandırılması
yapılmış, Orman Rejimi içinde yer alan ve içerisinde balık yetişen veya balıklandırılan
akarsu, göl ve göletlerdir.
24 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
11- Orman İçi Dinlenme Yeri: Rekreasyonel ve estetik kaynak değerlerine sahip; piknik,
kamp vb. amaçlarla kullanılmak üzere tefrik edilmiş Orman veya Orman Rejimi
içerisindeki alanlardır.
Ülkemizde Milli Parklar yasal açıdan iki dönem arzetmektedir. 1956 yılında yürürlüğe
giren 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. maddesine göre 1958 yılında ilan edilen ilk Milli
Parkla başlayan 1. Dönem, 1983 yılında yürürlüğe giren 2873 sayılı Milli Parklar
Kanununun ilanına kadar devam ederek bu dönem içerisinde 17 Milli Parkın tefrik ve tesisi
gerçekleştirilmiştir.
2873 sayılı Milli Parklar Özel Kanunu ile başlayan 2. Dönemde 1983'den günümüze kadar
ise 12 Milli Parkın ilanı sağlanmıştır. Ayrıca bu yasal düzenlemenin getirdiği imkanlarla 11
Tabiat Parkı, 32 Tabiatı Koruma Alanı ve 53 Tabiat Anıtı tefrik ve tesis edilmiştir.
Doğal değerlerin korunması konusunda özel bir Milli Parklar yasası olmadığından 1983
yılına kadar ilan edilen Milli Parklar, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 25. maddesine göre
tefrik ve tesis edilmiştir.
25 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Yasal olarak; Milli Parklar Kanunu, Çevre Kanunu, Kara Avcılığı, Su Ürünleri, Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunları, aynı tanımlarla görevleri değişik kuruluşlara
vermekte ve yetki karmaşasına neden olmaktadırlar.Yönetsel olarak Genel Müdürlüğün
Merkez ve Taşra Teşkilatları tam olarak kullanılamamıştır. Yönetsel yapıdan, uzman
personel ve ekipman eksikliğinden kaynaklanan sorunların yanısıra, Fon ve Genel Bütçe
olanakları ile sağlanan ödenek yetersizliği darboğazlar yaratmaktadır.
1.7.1. Tanım
1951 yılında Gayrimenkul Eski Değerler ve Anıtlar Yüksek Kurulu adıyla oluşturulan kurul,
konuya ilk bilimsel yaklaşımı oluşturmuştur. Eski eserlerin korunmasına ilke koyan, onarım
projelerini onaylayan, bir üst denetleme mekanizması olan bu kurul, Türkiye'de ilk olmuştur.
Ancak konu, yalnızca, kültür varlıklarıdır, henüz doğal değerlerin korunmasına ilişkin hiçbir
yaklaşım yoktur.
1960'lı yılların sonlarına doğru, ilk kez, çevrenin bütün ögeleriyle korunması gündeme
gelmiştir. 1973 yılında, "doğal alanların korunması" mevzuatta yer almıştır.1973 yılında
çıkarılan 1710 sayılı "Eski Eserler Mevzuatı", doğal alanların da korunması ilkesini getirmiş,
ancak bu konudaki sorumluluğu Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na vermiştir. Bu yasayla
ilk kez "Tabii Sit" kavramı gündeme gelmiştir. Tabii Sit kavramı yasada; "Tabii güzellikler
ve gariplikler ile, tabii ve jeolojik olayların meydana getirdiği güzel görünüşler, asırlık ağaç
ve korular" olarak tanımlanmıştır. Burada, hangi ölçütlerin kullanılacağı net değildir.
Dolayısıyla sorumlu uzmanlar da konuya subjektif değer yargılarıyla yaklaşmışlardır.
Bilimsel ölçütler, ne yazık ki, hala yoktur. "Doğal güzellik ve gariplik" ve "güzel görünüş"
gibi bir terminoloji, bilimsel bir ölçüt koymaktan çok uzak kalmıştır.
70'li yıllardaki koruma anlayışı, daha çok, kıyılarda görülen kötü yapılaşmayı engelleme
çabasına yönelmiştir. 1970'li yılların sonlarında kurulan "Anıtlar Yüksek Kurulu" bağımsız bir
kuruluş olması sayesinde politik baskı ve kaygılardan uzak kalabilmiş, bu da korumacılıkta
olumlu bir faktör olmuştur. Kurulu, önce arkeoloji ve sanat tarihi disiplinlerinden gelen
26 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1983 yılında "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası" ve "Eski Eserler Yasası"
çıkarılmıştır. Bu yasayla "Tabiat Varlığı"; "jeolojik devirler öncesi ve tarihi devirlere ait
olup, ender bulunan veya güzellikleri bakımından korunması gereken şeyler" olarak
tanımlanmıştır. Yine bu yasada da, bilimsel ölçüt yerine "az bulunmak" ve "güzel olmak"
gibi ölçütler kullanılmıştır. Yasa, doğal varlıkların içine "tarihi mağaraları", "kaya
sığınaklarını", "özellik gösteren ağaç ve ağaç toplulukları" nı da almaktadır. Bu noktada,
2873 sayılı Milli Parklar Yasası tanımları açısından daha bilimsel olmasına rağmen, yaptırım
gücü "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası" kadar yoktur. Bu yeni yasa da Kültür ve
Tabiat Varlıklarını koruma ve denetleme görevini de Kültür Bakanlığı'na vermektedir.
Türkiye'de korunma konusunda en üst istişari organ olan bu kurulun 8 üyesi bürokrat, 6
üyesi akademisyendir. Yüksek kurul ilke koyma yetkisine dayanarak "Doğal Sit Alanları" nı
üçe bölmüştür:
1. Derece Doğal Sit Alanları; hiçbir yapılaşmaya izin verilmeyen mutlak koruma
alanlarıdır.
2. Derece Doğal Sit Alanları; sadece turizme yönelik yapılaşmaya izin verilen,
daha az değerli sit alanları olup, buralardaki yoğunluğu Koruma Kurulları
belirleyecektir.
3. Derece Doğal Sit Alanları; daha fazla bozulmaya uğramış bu alanlarda,
gereken hallerde konut kullanımına izin verilebilmektedir.
Görüldüğü gibi Doğal Koruma Alanlarının sınıflandırılmasında, içinde yer alacağı yapılaş-
manın biçimi esas alınmaktadır, bunun da bilimsel bir yaklaşım olduğunu söylemek zordur.
Şu anda yürürlükte olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 1983
yılında, korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları
belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama
kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmek amacıyla çıkarılmıştır.
27 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1.7.2. Sorunlar
Türkiye'de doğal, tarihi ve kültürel değerler ile ilgili ciddi bir envanter eksikliği mevcuttur.
Sit alanları tesbiti ve sit alanları ilan edilmesinde kuruluşlararası görüş sorma ve görüş
verme konularında alanlarla ilgili envanter eksikliğinden dolayı sorunlar yaşanmaktadır.
Derecelerine göre doğal sit ilanı çalışmalarında spesifik kriterlerin belirlenmemiş olması
boşluk yaratmaktadır.
Koruma amaçlı imar planları ile sitlerin korunması ve yaşaması öngörülen, koruma
planlamasının planlama pratiğinin, kavramsal ve kuramsal çerçevesi henüz
oturtulmamıştır. İmar kanununda ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda
"koruma planı" tanımı yer almamaktadır.
Koruma planları genellikle imar planından sonra veya ayrı olarak yapıldığından imar
planında yama gibi yer alırken, eş zamanlı ve eşgüdümlü çalışma sağlanamadığından
bütüncül planlama sağlanamamaktadır.
Yetki Karmaşası
Genellikle doğal sit alanları ve arkeolojik sit alanlar aynı zamanda Özel Çevre Koruma
Bölgesi veya Milli Park alanları içinde kalmaktadır. Her kurumun kendi yaptırım gücünü
uygulamak istemesi nedeniyle koruma ve uygulama sorunları ortaya çıkmaktadır.
Teknik Sorunlar
28 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Koruma olgusunda yerel yönetimlerin olaya sahip çıkmaması ve teknik eleman gücünün
olmamasından ortaya çıkan yetki tanımsızlığı ve görevden kaçma sorunları yaşanmaktadır.
Örgütlenme Sorunları
Finansman Sorunları
Korunması gerekli kültür varlığı olarak I. ve II. grup yapı olarak tescilli yapılar ve
arkeolojik sit ve doğal sit alanı olmaları nedeniyle üzerlerine kesin yapılanma yasağı
getirilmiş taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları olan parseller, her türlü vergi, resim ve
harçtan muaftır.
Tescili yapılmış taşınmaz kültür varlıklarının bakım ve onarımları için ayni, nakdi ve
teknik yardım yapılır.
Kredi ve yardım için fonlardaki ödenek azlığı çok az sayıda taşınmazın onarımına katkıda
bulunmaktadır.
1.8. 2872 SAYILI ÇEVRE KANUNU UYARINCA İLAN EDİLEN ÖZEL KORUMA
ALANLARI
1.8.1. Tanım
29 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu çerçevede 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 9. maddesi ile Çevre Koruması başlığı altında
"Özel Çevre Koruma Bölgeleri" nin oluşturulması gündeme getirilmiştir.
"... Bakanlar Kurulu, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan çevre
kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı alanları, tabii güzelliklerin ileriki
nesillere ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin
yapılabilmesi amacıyla "Özel Çevre Koruma Bölgesi" olarak tesbit ve ilan
etmeye, bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plan ve
projelerin hangi Bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye yetkilidir..."
Bu maddeye dayanarak, 1988 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile ilk üç Özel Çevre Koruma
Bölgesi ilan edilmiş, sonraki dört yıl içinde ise ikinxi etapta üç bölge, son etapta altı bölge
olmak üzere toplam oniki Özel Çevre Koruma Bölgesi (dokuzu kıyı bölgelerinde) ilan
edilmiştir (Ek 2).
Daha sonra, yine Çevre Kanunu'nun 9. maddesine göre "Özel Çevre Koruma Bölgesi"
olarak ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut
çevre sorunlarını gidermek için tüm tedbirleri almak, bu alanların koruma ve kullanma
esaslarını belirlemek, mevcut her ölçekteki plan ve kararlarını revize etmek ve re'sen
onaylamak üzere 19.10.1989 tarihinde Başbakanlığa bağlı ve tüzel kişiliğe sahip "Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı" kurulmuştur. Kurumun görev ve yetkileriyle ilgili
yasal düzenleme 19.10.1989 tarihinde 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
belirlenmiştir. Daha sonra 21.08.1991 tarih ve 443 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin
33/B maddesi ile Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı görev ve yetkilerinde değişiklik
olmaksızın Çevre Bakanlığı’na bağlı kuruluş olmuştur.
olarak belirlenmiştir.
1.8.2. Sorunlar
Doğal kaynaklar ve kültürel mirasın korunması amacından yola çıkarak oluşturulan Çevre
Kanunu ve bu Kanunun getirdiği Özel Çevre Koruma Bölgeleri oluşturulması kararı olumlu
bir yaklaşım olarak görülmektedir. Ancak hedeflenen sonuçlara (doğal ve kültürel mirasın
korunması) ulaşılabilmesi için yasayla belirlenen bu çerçevenin uygulamada yaşama
30 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
- Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı bir merkezi idare kuruluşudur. Kuruma verilen
planlama, uygulama ve denetim yetkileri yerinden yönetim ilkelerine ters düşmektedir.
Kuruma planlama yetkisi verilmesi ile, zaten mevcut düzenlemede var olan yetki
karmaşasına bir kurum daha eklenmiştir.
- Mevcut kamu arazilerinin değerlendirilmesi Çevre Koruma Planları üretilmesinde bir araç
olarak kullanılabilecekken, hem Belediyelere verilen düzenli kentleşme için arsa satma
yetkisi, hem de Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na verilen özelleştirilecek KİT arazileri
üzerinde planlama yetkisi olumsuz sonuçlar doğurmaktadır.
- Koruma ağırlıklı çevre düzeni planları üretmesi gereken kurum mevcut imar planı
yöntemlerini kullandığında, standart fiziki plan anlayışının dışına çıkamamıştır. Oysa çevre
korumaya yönelik planlama yaparken ekolojik araştırma önem kazanmaktadır. Ancak
sağlıklı envanter olmaması ve araştırmaya yeterli öncelik ve önem verilmemesi sonucu
planlama, araştırmanın önüne geçmiştir. Bu da sorunlara yol açmaktadır.
- Özel Çevre Koruma Bölgelerinin tesbitinde tarihi, doğal ve kültürel değerler açısından net
kriterler oluşturulamamış, bilimsel bir yaklaşımdan çok politik kararlar öne çıkmıştır.
Bölge sınırları çizilirken hassas davranılması, ekolojik havzaların baz alınması gerekirken
hiçbir bilimselliği olmayan sınırlar çizilmiştir. Bu da hem planlamada, hem de uygulamada
sorunlara yol açmaktadır.
- Özel Çevre Koruma Bölgelerinde yatırım yapacak bütün kamu kurum ve kuruluşları
yapacakları yatırımlar hakkında Özel Çevre Koruma Kurumu'na bilgi vermek
durumundadır. Ancak bu olumlu yaklaşımın uygulamaya dönüşmesi için gerekli yapılanma
sağlanamamıştır.
Özel konumu nedeniyle, tarihin her döneminde önemini ve değerini koruyan Boğaziçi
yalnız ülke ölçeğinde değil, uluslararası düzeyde ele alınması gereken bir dünya mirasıdır.
Bir koruma yasası olan 2960 sayılı Boğaziçi Yasası, İstanbul Boğazı alanına kültürel ve
tarihsel değerlerini, doğa güzelliklerini, kamu yararı gözeterek a) korumak ve geliştirmek
ve b) bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılaşmayı sınırlandırmak amacıyla
çıkartılmıştır.
Yasa, Boğaziçi alanında, bu yasaya ve imar planı esaslarına göre yapı yapılabileceğini,
bunlara aykırı olarak yapılan yapıların ise derhal "yıktırılacağını" hükme bağlamış, nüfus ve
31 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Boğaziçi Yasasının bir özelliği de, orman statüsüne alınacak yerlerden, kamu kurum ve
kuruluşlarına ait olanların bedelsiz olarak Hazineye devrinin, özel mülkiyette bulunanların
ise, Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaştırılmasının öngörülmüş olmasıdır. Boğaziçi
alanının ağır basan karakterinin "yeşillik" olması noktasından yola çıkılmıştır.
Boğaziçi Yasası, İstanbul Boğazı'nın iki yakasını ilgilendiren bir "özel imar yasası"
niteliğindedir.
Ne yazık ki 1983 yılı sonlarında iktidara gelen siyasi parti, Mayıs 1985'te Meclisten
geçirilen 3194 sayılı İmar Yasası ile, Boğaziçi Yasasını değiştirmiş, Boğaziçi Yasasının
can alıcı hükümlerini hemen hemen tümüyle yürürlükten kaldırmış, Yasayı işlemez duruma
getirmiştir.
2960 sayılı Boğaziçi Yasasında öngörülen Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu ve
Boğaziçi İmar Müdürlüğü adlı organlar kaldırılmıştır. Bu organlara verilmiş görev ve
sorumluluklar, İstanbul'daki anakent ve ilçe belediyelerine bırakılmıştır.
Boğaziçi Yasası, nüfus ve yapı yoğunluğunu artırıcı nitelikteki plan değişikliklerini kıyı ve
sahil şeridindeki konut yapımını yasaklamış olduğu halde, 3194 sayılı Yasa ile bu mutlak
yasaklar kaldırılmıştır. Yürürlüğe girmesinden bir süre sonra Anayasa Mahkemesi İmar
Yasasının bir takım maddelerini iptal etmiş "nüfus ve yapı yoğunluğu gözönüne alınarak
planda değişiklik yapılmasına" olanak tanıyan fıkrayı ise Anayasa'ya aykırı bulmamıştır.
Türkiye'nin doğanın korunması konusunda taraf olduğu ilk uluslararası sözleşme, 797
sayılı Kanunla onaylanan "Kuşların Himayesine Dair Uluslararası Sözleşme"dir. 1950
yılında Paris'te akdedilen Sözleşmeye Türkiye 1966 yılında taraf olmuştur.Sözleşme, daha
çok göçmen kuşların korunmasına yönelik hükümler taşımaktadır.
32 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Türkiye'nin halen doğa korumacılığı alanında aktif olduğu en önemli uluslararası sözleşme,
Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan "Avrupa Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama
Ortamlarını Koruma Sözleşmesi"dir.
1976 yılında Avrupa'nın Bern kentinde imzaya açıldığı için kısaca Bern Sözleşmesi adıyla
bilinen bu Sözleşme, yabani bitki ve yabani hayvanların korunması açısından kendi
yasalarımızdan daha etkin hükümler içermektedir. Sözleşme, Türkiye tarafından 1976
yılında parafe edilmiş, 1984 yılında ise imzalanmıştır.
Bern Sözleşmesi uyarınca çoğunluğu Passeriformes takımından olmak üzere bir çok kuş
türü korunmaya alınmıştır. Ayrıca, nesli tehlikede olan Deniz Kaplumbağalarının ve
Akdeniz Fokunun korunmasına yönelik çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.(Bkz. Bölüm 1.3.
Biyolojik Çeşitlilik ve Yaban Hayatı Yaşam Alanları)
Ayrıca, Dilek Yarımadası Milli Parkı, Gelibolu Milli Parkı ve Olimpos-Bey Dağları Milli
Parkları da bu kapsama dahil edilmiştir.
33 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
"Cenova Deklerasyonu"nun 17. maddesinde yer alan "Akdeniz'e Has Nesli Tehlikede Olan
Deniz Türleri"nin yaşama ve beslenme ortamı olan kıyısal alanlar kapsamında; ülkemizde
foklar için ve deniz kaplumbağaları için önlemler alınmıştır. (Bkz. Bölüm 1.1.2.3.
Yaşayan Deniz Kaynakları)
Sözleşmedeki anlayışa göre bazı olağanüstü doğa veya insan yapısı nesneler sadece bir
devletin mirası değildir. Anlaşmanın 2. maddesine göre "Bilim, koruma veya doğal
güzellik yönünden olağanüstü evrensel değerde doğal çevreler veya kesin şekilde
belirlenmiş olanlar" Dünya Mirası statüsüne girerler.
Şimdilik Dünya Mirası Sözleşmesine 83 devlet taraf olmuştur. Türkiye ise 1983 yılında bu
sözleşmeye taraf olmuştur. 46 devletin 165 ender alanı Dünya Mirası listesine alınmış olup,
bunlardan Türkiye'deki Göreme, kültür mirası olarak bu listeye dahildir.
1993 yılında Brezilya'nın Rio kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
Konferansında biri iklim değişikliği, diğeri Biyolojik Çeşitlilik olmak üzere iki sözleşme
imzaya açılmıştır. Türkiye sadece Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesini imzalamıştır. Bu
sözleşmenin ülkemiz için işlerlik kazanmasından sonra doğa koruma faaliyetlerinin yeni
bir ivme kazanması beklenmektedir. Birinci sözleşmeye taraf olma çalışmaları devam
etmektedir.
34 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Konferansın Sonuç Bildirgesi'nde "Çevre her iki yönüyle yani hem doğal çevre, hem de
insan yapısı (Kültürel Çevre) olarak insanoğlunun esenliği ve temel insan haklarından
yararlanması için ve hatta yaşamın kendisi için gereklidir..." görüşünde birleşen ülkeler,
"ortak yükümlülüklerini" ise şöyle belirlemişlerdi: "Çevrenin korunması ve geliştirilmesi
dünyanın ekonomik kalkınması için en önemli ögedir. Bu bütün insanların acil isteği ve
bütün hükümetlerin görevidir."
Türkiye dünya ulusları ile ortaklaşa girdiği bu yükümlülükler için yaşanılır bir çevreyi
"temel insan haklarından" sayan ulusal politikalar geliştirmeli ve ekonomik kalkınmasını
"öncelikle" çevrenin kalkınmasını gözeten bir modele oturtmaya yönelik çabalara
girmelidir.
İnsanın içinde yaşayacağı çevrenin; havasının, suyunun, toprağının sağlığı kadar, sosyal,
politik, yönetsel ve kültürel düzeyinin sağlığı da onun varolma koşuludur. Bütün bunlardan
herhangi birinin kirliliği, onun yaşam savaşının temel sorunlarından biri olmaktadır.
Bugün içinde yaşadığımız kentlere baktığımızda, tarihsel kimliğini yitirmiş, onun yerine
herhangi bir kimlik koyamamış bir takım yerleşim birimleriyle karşılaşmaktayız. Yaşam
ortamımız bir çarpık yaşama kültürü, ulaşım karmaşası, ses, hava, su, toprak kirliliği ve bir
görsel kirlilik yumağı halinde. Bunda en önemli etkenlerden biri bireyin çevresine
yabancılaşması olarak nitelendirilebilir.
35 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Yaşam kalitesi dediğimiz kavram, kişinin tüm psikolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik
gereksinimlerinin, üretkenliğinin, kendini yenileme potansiyelinin, katılımcılığının
geliştirilmesine yönelik bir bakış açısı ile geliştirilebilir.
Halihazır sistemimizde insan ögesi, gerek ekonomik, gerek fiziki planlarımıza salt
istatiksel bilgi olarak girmektedir. Kentsel konular "kent bilimi" kapsamında kendine özgü
tanımlar, kavramlar çerçevesinde, toplum bilimleri kendi kapsamlarında, doğa bilimleri de
diğerlerinden kopmuş olarak kendi çerçevesinde ele alınmaktadır. Oysaki insan
davranışlarından yaşam alanlarının ve doğanın, doğa ve yaşam alanlarından da insan
davranışlarının etkilenme biçiminin birbirinden soyutlanması mümkün değildir.
Toplum bilimcilerin, kent bilimcilerinin ve doğa bilimcilerinin çok yakın bir çalışma
beraberliği içinde konulara eğilmeleri ve bu etkileşimi birlikte kurabilmeleri gereklidir.
Dolayısıyla, bu iki kompleks sistemi, yani doğal ekosistemle kent ekosistemini karşılıklı
etkileşimleri içinde değerlendirirken, çok değişik disiplinlerin farklı ölçek ve farklı
tanımlarla yaptıkları çalışmaları ortak bir baza indirgemeleri zorunludur. Halihazırdaki
insan ögesini ön plana almayan parçacı yaklaşımlar, yaşanması gittikçe zorlaşan kentsel
alanların çıkmazını daha da arttıracaktır.
Kıyı kenar çizgisinin deniz tarafındaki alanda yapılacak yapılar "Kıyı Yapıları" olarak
tanımlanmıştır. Bunlar; İskele, Liman, Barınak, Yanaşma Yeri, Rıhtım, Dalgakıran, Köprü,
Menfez, İstinat Duvarı, Fener, Çekek Yeri, Kayıkhane, Tuzla, Dalyan, Tasfiye ve Pompaj
İstasyonları gibi kıyının kamu yararına kullanımını ve kıyıyı korumak amacına yönelik
altyapı ve tesisler ile, faaliyetlerinin özellikleri gereği, kıyıdan başka yerde yapılmaları
mümkün olmayan tersane, gemi söküm yeri, su ürünleri üretim ve yetiştirme tesisleri gibi,
özelliği olan yapı ve tesislerdir. Bu tanımlar kapsamında yer alan her türlü kalıcı yapı da
"dolgu" olarak tanımlanmıştır.
Bu alanlardaki yapıların imar işlemleri 3830/3621 sayılı Kıyı Kanunu ile Bayındırlık ve
İskan Bakanlığının görev ve sorumluluğundadır. İskele, dolgu alanları onamalarında
Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı’nın, Ulaştırma Bakanlığı DLH Genel Müdürlüğü’nün,
Çevre Bakanlığı ÇED ve Planlama Genel Müdürlüğü’nün, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Tarımsal Üretim Genel Müdürlüğü ve Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü’nün, sit alanları
dahilinde Kültür Bakanlığı’nın; kullanım amacına göre gerektiğinde de Turizm Bakanlığı,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü v.s. görüşleri alınır.
36 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
37 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Kıyı yapılarının kuruluş yerlerinin seçiminde, iklim, hammadde, enerji, su, iş gücü,
ulaştırma, arazi, pazar, stratejik durum v.b. gibi kriterlerin göz önüne alınması
öngörülmüştür. Bu kriterlerin tümü mühendislik çalışmalarının gerektirdiği ve ekonomik
verimlilik ögeleridir. Koruma amaçlı kriterler ise koruma görevi üstlenmiş kuruluşların
görüşleri çerçevesinde ve ÇED uygulaması ile sağlanacaktır.
Özellikle seçim zamanlarında, birtakım alanların hiçbir ön etüd yapılmadan acilen ihaleye
çıkartılması işlemleri olağan prosedür halindedir.
Turizm
Turizm, döviz kazandırıcı ve istihdam yaratıcı özelliği ile ekonomik, insanların dinlenme
ihtiyacını karşılayan ve farklı kültürleri biraraya getiren yönleriyle sosyo-kültürel, yarattığı
kaynak kullanımı talepleri ile çevreyi önemli boyutta etkileyen bir sektördür.
Turizm gelişmesinin, ülkemizde görüldüğü gibi çok süratle meydana gelmesiyle, planlama,
teknik altyapı ve işletme sistemlerinin, yasal, yönetsel ve politik yapının bu gelişmeye ayak
uyduramaması, çevreye etkilerin çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Turizm alanlarında görülen mevsimsel nüfus artışından dolayı, mevcut altyapının yeterli
olmayışı nedeniyle oluşan deniz ve yeraltı suyu kirlenmesi, çöplerin neden olduğu kirlilik,
38 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
gürültü, trafiğin artışı ve hava kalitesinin bozulması, peyzaj tahribi ve betonlaşma ile gelen
görsel kirlilik, bu tür etkilerin başlıcalarıdır.
Kontrolsüz bir şekilde gelişen turizm ekoloji üzerinde de etkilerini gösterir. Deniz
kirlenmesi sonucu, su ortamındaki ekolojik dengenin bozulması, ötrofikasyon sürecinin
hızlanmasına neden olur. Konaklama ve hizmet üniteleri turizm alt yapısı inşaatları sonucu
bitkisel toprağın ve bitki örtüsünün yok olması, erozyon, turizm trafiği (araç ve insan
olarak) sonucu toprak sıkışması ve bitki örtüsünün tahribi, yaban hayatının azalması veya
sona ermesi, artan su gereksinimini karşılamaya yönelik veya rekreatif uygulamalarla,
yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının hidrolojik özelliklerini değişime uğratır. Bu da aynı
zamanda dolaylı olarak flora ve faunayı etkiler.
Bunlara ilave olarak, insanların iyi bir manzaraya sahip olmak veya kıyıda yaşamak arzusu,
ekolojik açıdan değeri çok yüksek, ancak estetik açıdan o kadar şanslı görülmeyen sulak
alanların ve bataklıkların tamamen değişikliğe uğratılması ve bunların yerine dip taraması,
genişletme veya doldurma yapılarak, kanallar, rekreasyon alanları, marinalar, hatta
yerleşim alanları yapılmasına yol açmıştır.
Turizmin yarattığı etkilerden bir diğeri de, turizmin kısa vadede sağladığı ekonomik yararın
özendiriciliği ile, tarım alanlarının turizm alanlarına dönüştürülmesidir. Bunun örneği, son
yıllarda, Antalya'da çok belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Tarım arazilerinin
azalmasıyla, üretici, entansif tarım yöntemlerine kaymakta, bu durum ise, aşırı gübreleme
ve bunun sonucunda toprak ve yüzeysel sularda kirlenmeye yol açmaktadır.
Tarım arazilerinin turizm amaçlı kullanılması gibi, orman arazileri de aynı şekilde
kullanıma açılmaktadır.
Doğa koruma alanları ve tarihi alanlar da turizmin kontrolsüz bir şekilde uygulanması ile
olumsuz açıdan etkilenebilir. Buna örnek olarak atıksu ve çöp kirlenmesi, doğal peyzajının
bozulması, tarihi eserlerin tahribi, gürültü, kalabalık, araç tekerlekleri ve insanların
yürümeleri ile toprak sıkışması ve bitki örtüsünün yok olmasını gösterebiliriz.
Turizmin yerli halk üzerinde yarattığı etki, teker teker zor algılanır nitelikteki etkilerin
kümülatifidir ve artık geriye dönüşü olmayan noktada ve çok çarpıcı olarak kendini
gösterir. Bir yörede turizmin kontrolsüz bir şekilde gelişmesiyle; ilk önce, o yörede
kalabalıklaşma, kirlenme, gürültü artışı, fiyatların yükselmesi, söz konusu yerin yerli halk
için alışılagelmiş, güven verici, turistler için otantik, ilgi çekici özelliğinin kaybolması gibi
değişimler meydana gelmektedir. İkinci aşamada ise, yerli halkta da değişimlerin başladığı,
bireysel ve toplumsal yaşam biçiminin farklılaştığı, değer yargılarının değiştiği, adet ve
geleneklerin terk edildiği, yöresel özelliklerin yok olduğu, suç oluşturan davranışların
arttığı ve halkın giderek turiste karşı hoşgörüsüz hatta tepkili olduğu görülmektedir.
39 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
yöreyi tek bir sektöre bağlı hale getirmekle çok hassas ve dinamik bir yapıya sahip olan bu
sektördeki dalgalanmalarla, yöre insanı doğrudan ve çok çarpıcı bir şekilde etkilenmektedir
(Körfez Krizinde olduğu gibi). Ayrıca toprak ve diğer taşınmaz mallar, turizm yatırımcıları
tarafından cazip bedellerle satın alınmakta, yörede arsa fiyatları ve buna paralel olarak
arsa/arazi spekülasyonu hızla artmakta, yöre halkına önceleri çekici gelen bu alış-veriş
sonucu elde edilen maddi olanaklar, eğer çok verimli yatırımlarla değerlendirilmemişse (ki,
çoğunlukla böyle olmaktadır), kısa zamanda yok olmaktadır.
Dünyada 2. Dünya Savaşından sonra önemli bir artış gösteren turizm hareketi, 1960'lı
yılların başında ülkemizde de etkisini göstermeye başlamış ve 1963 yılında Turizm
Bakanlığı kurulmuştur. Turizm Bakanlığı’nın görevi, "Devlet Planlama Teşkilatınca turizm
ile ilgili alınan genel tedbirleri yürütmek;turizm potansiyelini belirlemek-değerlendirmek;
ülkenin turizm gelişme planlarını hazırlamak; kamu ve özel turizm yatırımlarını
yönlendirmek; turizm aktivitelerini teşvik, koordine ve kontrol etmek; turizm sektörünü
diğer sektörler arasında yükseltmek için gerekli önlemleri almak " olarak belirlenmiştir.
Bakanlığın görevleri arasında belirlenen turizm gelişme planlarının hazırlanması, 1969
yılına kadar sadece ekonomik ve sosyal boyutu ile ele alınmıştır. 1969 yılında çıkartılan bir
kararname ile, Çanakkale-Mersin arasında 3km. derinliğindeki kıyı bandı ile Kapadokya,
"Turizm Bölgesi" ilan edilmiş ve Devlet Planlama Teşkilatı'na, Turizm Bölgesinin "Turizm
amaçlı fiziksel planlarının yapılması" görevi verilerek, turizm planlamasına fiziki boyut
kazandırılmıştır. 1972 yılında ise turizm amaçlı planların yapılması görevi, Turizm
Bakanlığı'na devredilmiştir.
40 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Yayla turizmi, kış turizmi, doğa yürüyüşü (trekking), dağ turizmi, golf turizmi gibi alanlara
yoğunlaşmaya başlamıştır.
Geçmişinde bıraktığı örneklerde çevre boyutunu ihmal ederek bazı büyük yanlışlıklar
yapmış olan Turizm Bakanlığının bu yeni açılım alanları da endişe ile izlenmektedir.
Örneğin, Karadeniz Yaylaları ile ilgili atılımları gereken çevresel, sosyo-kültürel ve sosyo-
ekonomik araştırmalar yapılmadan planlama aşamasına geçildiği için tepki almaktadır.
Yumuşak turizm olarak nitelendirilen "Yat Turizmi"nin gereken denetim sağlanmadığı
taktirde -ki şimdiye dek turizm alanındaki denetim eksikliği sürekli sorun olmuştur- kıyı
ortamının bozulmasına ciddi katkılarda bulunabilecek bir aktivite olduğu açıktır [18].
İkinci Konut
Son beş yıl içinde tatil siteleri ya da yazlık evler inşaatında büyük bir patlama olmuştur.
Resmi tahminlere göre Güneybatı kıyısı boyunca inşa edilmiş birim sayısı 100.000 ila
150.000 arasında değişmekte ve bu siteler, kıyının yaklaşık %36'sını kaplamaktadır. Bu
olgunun arkasında birçok etmen yatmaktadır. Öncelikle deniz kıyısının yarattığı doğal bir
çekicilikten ve tatil yapma isteği ile bunu elde edebilecek ekonomik olanaklara sahip
olmanın yarattığı toplumsal çekicilikten söz edilebilir. Bu etmenin tüm kıyı bölgeleri için
geçerli olduğu söylenebilirse de yazlık ev inşaatını hızlandıran ikinci bir etmen büyük
ölçüde Türkiye'ye özgü bir nitelik göstermektedir: Süregelen yüksek enflasyon,. kıt arazi
kaynakları ile gayrımenkule yapılan yatırım, paranın değerini koruyan bir seçenek olarak
görülmektedir.
Güneybatı kıyısı boyunca turistik tesislerin ve yazlık evlerin inşaatı su, kanalizasyon, çöp
ve diğer hizmetler üzerinde aşırı bir yüklenme yaratmıştır. Ayrıca, yazlık ev sitelerinin bir
bölümünün, kentsel arazi fiyatlarının yüksekliğinden ve bir ölçüde de planlama ve imar
mevzuatının yeterince uygulanamamasından ötürü Belediye sınırları dışında yer seçmesi,
bu bölgelere hizmet götürülmesini güçleştirmekle ve pahalılandırmakla kalmamış,
bölgenin görünümünü de büyük ölçüde tahrip etmiştir. Kamu altyapı hizmetlerinin
sağlanması konusundaki en büyük engellerden biri, mevcut fonların yetersiz ve oldukça
dağınık olmasıdır. Kendi sınırları içinde yer alan tesislere içme suyu, kanalizasyon ve çöp
toplama hizmetleri sunmakla görevli olan Belediyeler, bu tesislerden alabilecekleri ücretler
konusunda Turizm Teşvik Kanun'unda getirilen kısıtlamalarla karşı karşıyadırlar. Zira
Turizm Teşvik Kanunu resmi teşviklerden yararlanan turistik tesislerin, bu hizmetlerden
daha düşük ücretlerle yararlanmasını ve emlak vergisi ile bazı harçlardan muaf olmasını
öngörmektedir. Turizm Kanunu, yerel topluluklara önemli çevresel maliyetler yüklemekle
kalmamış, aynı zamanda Belediyeleri, artan hizmet talebini karşılamalarını mümkün
kılacak gelir kaynaklarından mahrum bırakmıştır. Belediyelerin, sistemde yol açtıkları
maliyetlerden ötürü büyük ölçekli mevsimlik kullanıcılardan tam anlamıyla
yararlanamamalarının yanısıra, kıyı boyunca Belediyelerin yetki alanı dışında kalan
kooperatif veya turistik tesislerin maliyetlere katılmasını mümkün kılan herhangi bir
hüküm de bulunmamaktadır.
41 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Elektrik enerjisi üretim/tüketim dengesi açısından çarpıcı bir açığa sahip bulunan Türkiye
gelişmişlik basamağı olarak alınan 2000 KWh/kişi-yıl barajının yarısına bile önümüzdeki
15-20 yılda ulaşabilecek durumda değildir. Bu hesaba göre ülkemizin tüm kullanılabilir
hidrolik ve termik enerji rezervlerinin seferber edilmesi halinde amaçlanan sayılara
ulaşılamayacağı ortaya çıkmaktadır. Bu karamsar tabloya rağmen, şimdiden çevrenin hızla
tahrip edildiği birçok problem bölgesi yaratılmıştır.
Enerji hedeflerine yaklaşmak üç temel aşamadan oluşan bir strateji ile planlanabilir.
a)Debileri düzensiz akarsularımızın üzerinde kurulmakta olan veya kurulacak
hidroelektrik tesisleri,
b)Değişik yörelerimizde mevcut bulunan ve genellikle rezervi çok düşük linyit
kömürlerine dayalı termik santraller,
c)Nükleer santraller.
İlk planlandığı tarihten elektrik üretir hale gelinceye kadar bir termik santral için en az 3-4
yıl, hidrolik santral için ise 5-10 yıl süre geçtiği düşünülürse sadece her yıl, o yıl için
doyurulacak güç açığının değil, gelecek on yılın hedeflerinin de şimdiden projelendirmeye
başlanmasının gereği ortaya çıkar.
Günümüzden 2000'li yıllara uzanan enerji stratejisinin ana hatları alternatiften yoksun
değildir. Gerek binlerce megawatt kurulu güç için hazırlanan termik elektrik projelerinin,
gerekse bunların topluca ülke sathına yayılışı ile ilgili Master Planların ciddi bir "fizibilite
etüdü" çalışması sonucu karara bağlanması gereklidir.
Hidroelektrik Santraller
Çevre sorunlarına yol açma bakımından pek çok kişi hidroelektrik tesisleri, en az zararlı
etkileri yaratan elektrik üretim santralleri olarak tanımlamıştır.Gerçekten bu tür tesisler
hava, su kirliliği, katı atık ve radyoaktif sızıntı tehlikesi yaratmazlar. Bu yüzden de
hidroelektrik üretim tesislerinin kendileri değil, su toplama kısımları çevresel açıdan önem
taşır. Dev bir baraj kadar ekosistemleri etkileme gücü olan başka hiçbir yapay eser yoktur.
Bu etkilerin çoğu, dinamik karakterli ve geri dönüşü bulunmayan ekosistem
modifikasyonları şeklindedir. Yoğun ve karmaşık yapıda iklimsel, hidrolojik, biyolojik,
sosyo-kültürel, arkeolojik alanlarda uzun dönemde ortaya çıkan etkiler oluşturmaktadır.
Yeni baraj göllerinde ekosistem dengesizliği çok tipiktir. Yüzerek nehirde boydan boya
dolaşan hayvanlar için baraj, aşılamayan bir engeldir. Yaşamlarının belirli bölümlerini
menba kesimli veya taşkın sularında yaşamakla, kalan kısmını ise nehrin denize ulaştığı
yerde geçiren balık türleri için barajın varlığı, ölüm anlamına gelir.
42 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Büyük ölçekli bir durgun su kütlesinin oluşması nedeni ile havanın nem yüzdesi, sıcaklığı,
kütlesel hava hareketlerinde görülen değişmelerle; bölge topoğrafyasındaki değişime bağlı
mikroklima, hatta bazen bölgesel iklim farklılaşması gözlenmektedir. Bu değişimler insan
açısından pek önemli bir olumsuzluk kaynağı olarak görünmese bile diğer pek çok bitki ve
hayvan için önem taşırlar. Bunların ikincil etkileri de insanı etkiler.
Elektrik üretimi her ne kadar tüm ülke için kutsal bir hedef olsa bile; tarım arazisi, evleri,
yaşayıp sevdikleri çevreleri sular altında kalan insanlar için meydana gelen olay bu kadar
kolay kabul edilir değildir.
Havzanın belirli bir yerinde üretilen elektriğin havzanın diğer kısımlarına hiçbir olumlu
katkıda bulunmamakta, üretim yaptığı ve hayvan otlağı olarak kullandığı toprağı elinden
alınan yerel halkı göç etmek zorunda bırakmaktadır.
Örneğin, günümüzde en övünülen projelerden biri olan Çoruh Havzasında yapılacak olan
barajlar tüm tarım alanlarını kapsayacak ve milyonlarca insanı Karadeniz illerine ve batıya
göç etmeye zorunlu kılacaktır.
Bir getiri-götürü hesabı yapılmadan tamamen sanayiye hizmet etme politikası sonucu yerel
halk mağdur edilmekte, kırsal kesimden kente göçler, ülkenin en büyük sorunlarından olan
çarpık kentleşmeyi yaratmaktadır. Özetlemek gerekirse, bir hidroelektrik santral
rezervuarından kaynaklanan çevresel değişimler, pek çok sayıda ve değişik önem
derecelerindedir. Bu etkilerin kendi aralarındaki ilişkilerin önceden tahmininin yapılması
ve kararların ona göre verilmesi gereklidir.
Termik Santraller
Fosil yakıt adı verilen kömür, doğalgaz ve petrol gibi yakıtların yakılmasıyla buhar elde
ederek buhar türbinlerinde yakıt enerjisinin elektriğe çevrildiği santraller, çevreye en çok
olumsuz etki yapan tesislerdir. Katı atık bertarafı sorunları, radyoaktif karbon zerrecikleri
saçılması gibi sorunları da beraberlerinde getirirler. Uçucu kül ile birlikte havaya savrulan
bu radyoaktivitenin, eski tipte kömürlü bir santral çevresinde, basınçlı suyla çalışan bir
nükleer santralin normal kaçaklarıyla eşdeğerli olabildiği tesbit edilmiştir. Özkaynağımız
olan düşük kaliteli kömürlerin elektrik enerjisine çevrilmesine olanak sağlayan dev termik
santrallerin, kömürün çıkartılıp santrale taşınması, ön işlemler ve yakma aşaması, gaz ve
katı atıklarla soğutma sularının bertarafı gibi işlemler sırasında sorunların boyutları da
devleşmektedir.
Gerek halen faaliyet gösteren tesislerde, gerekse yeni kurulacak olanlar için modelleme
teknikleri yardımıyla ve ileride oluşacak hava kalitesi değerleri yerine emniyet sınır
değerler kullanılarak projelendirme yapılması gerekir. Termik santrallerden yayılmasına
izin verillen kirletici miktarlar yasal olarak belirlenmiştir.
Belirlenen azami limitlere uyulması için teknik tedbirlerin alınması 2872 sayılı Çevre
Yasası gereği zorunludur.
Bir termik santralin kurulması sırasında yakıt seçimi, kapasite belirleme, yer seçimi, teknoloji
seçimi alternatiflerine bağlı olarak pek çok çevresel etki belirlenebilir. Bu durumda Termik
43 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Santral kurulmasının alternatifsiz bir prosedür olduğu savının ne kadar dayanaksız olduğu
ortadadır.
Nükleer Santraller
Türkiye de enerji darboğazını aşıp, kişi başına enerji üretimini dünya ortalaması bir değere
ulaştırmanın tek yolunun nükleer enerji olduğu tartışılmaktadır. Bu durumda yapımı
planlanan nükleer santraller ne kadar ertelenirse ertelensin, 2000'li yıllara en az 1-2 büyük
santralle girmemiz zorunlu görülmektedir.
Nükleer santraller diğer enerji üretim tesislerinden farklı olarak potansiyel radyasyon
sızıntısı riski taşırlar. Bu risk normal çalışma esnasında toplumun doğal olarak karşı
karşıya bulunduğu dozların altındaki dozlara indirilmiş ve bu amaçlarla çok güvenli bir
emniyet teknolojisi geliştirilmiştir. Normal işletme sırasındaki güvenilirlik düzeyinin
oldukça yüksek oluşuna karşılık nükleer santraller, kullandıkları temel üretim teknolojisine
bağlı olarak yüksek kaza riskine sahiptirler. Dünyada 40 yıldan bu yana çalışan enerji
santrallerinin çalışmaları esnasında yakıt işleme ve nakliye, üretim birimlerinde
beklenmedik anlarda oluşan sekiz önemli kazanın oluşma sıklığı, ortalama beş yılda bir
ciddi boyutlu sızıntıların meydana geldiğini göstermektedir. Kazaya uğrayan bir santralin
temizlenerek yeniden kullanılır hale getirilebilmesi için kendi maliyetini aşan harcamalar
yapılması gerekmektedir.
Hidrolik santraller, tartışmasız yakın gelecekteki esas enerji üretim tesisleri olmaya devam
edeceklerdir. ancak kullanılabilir su gücümüzün sınırına yaklaşmış bulunduğumuza göre,
süratle gelişen ihtiyaca cevap vermek için ister istemez Termik Santraller devreye girmek
zorundadır.
Yılda yaklaşık 1500-2000 MW kurulu güç tutarında olan bu yıllık büyüme için, 5-6 adet
yeni santral ünitesi kurulacağı düşünülürse bunların yol açacağı çevresel bozulmanın
boyutları daha iyi anlaşılır. Bu milyarlık yatırımların herhangi bir fizibilite etüdü
yapılmadan gerçekleşmesinin önüne geçilmesi şarttır.
44 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1976 yılına kadar, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, organize sanayi bölgeleri ve kamu sanayi
arsalarını, kendi planlama ölçütlerini belirleyerek, ilgili kuruluşlardan bu ölçütlere
uyulduğunu gösteren belgeler isteyerek karara bağlıyordu. 1976 tarihinden sonra ise,
"Kamu Sanayi Arsaları Tetkik Komisyonu" adı ile kurulan bir kurul, sanayi bölgelerine
ilişkin teklifleri inceleyerek karara bağlamaktadır.
Ülkemizde, sanayileşmeyi desteklemek için arsa sağlama yönteminin eski bir geçmişi
vardır. 1913 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu, sanayii özendirmek amacıyla, "bedelsiz
fabrika toprağı" vermekten söz etmekteydi. 1926'da çıkarılan ve bugün de yürürlükte olan
748 sayılı yasada ise, "fabrika ve müessesata arazi ve arsa temini" yer almıştır.
Özendirmenin daha sağlam temellere oturtulabilmesi için, 1967 yılında, 933 sayılı
"Kalkınma Planlarının Uygulanması Esaslarına Dair Kanun"a konulan 2. madde ile
"Bakanlar Kurulu'nun sanayi bölgeleri için gerekli olan araziyi kamulaştırma ve altyapı ile
donandıktan sonra sanayiciye devretme işini kararnamelerle düzenleme" yetkisi, bu
konunun ancak yasalarla düzenlenebileceği gerekçesi ile Anayasa Mahkemesince
bozulmuştur.
Ancak bugün bu kamulaştırma işini, aynı yöntemle Arsa Ofisi yapmaktadır. Arsa politikası
bakımından bu yolun türlü sakıncaları olduğu, kiralama yolunun da uygulamasının kamu
yararına olduğu açıktır [19].
45 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Her il ve ilçede bir küçük sanayi bölgesinin kurulması zorunluluğu açıktır. Ancak her ilde
bir organize sanayi bölgesinin kurulması yönündeki kararın yanlışlığı ise geçtiğimiz
yıllardaki uygulamalarla görülmüştür. Nitekim bazı organize sanayi bölgelerine
sanayicilerin çekilmesi mümkün olmamıştır. Çünkü kurulan sanayi bölgelerine yapılan
yatırımın masraflarının sanayiciye yansıması, sanayiciyi daha kolay ve ucuz bir şekilde elde
ettiği tarım arazilerine yönlendirmektedir. Böylece sanayici kendisinin özel mülkiyetindeki
veya satın aldığı tarım arazisini tahrip etmektedir. Öte yandan organize sanayi bölgelerinin
yerleşim bölgelerinin oluşturulmasından vazgeçilemeyeceğine göre bu bölgelerin çok
gerekli ve en uygun yörelerde toplanması ve buraların çevresinde gecekondu önleme
bölgelerinin de oluşturulması zorunludur.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 1987 yılı sonu kayıtlarına göre organize ve küçük sanayi
siteleri için tahsis edilen toplam 17.999 hektar arazinin yaklaşık %62'sine tekabül eden
11.196 hektar arazi I-IV. sınıf tarıma elverişli topraklar üzerindedir.
Bu rakamlara 3194 sayılı İmar Kanunu gereği imar planı içinde olan yerlerde
Belediyelerce, imar planları dışındaki yerlerde Valiliklerce sanayiye tahsis edilen tarım
arazileri dahil değildir. Bu alanların Sanayi ve Ticaret Bakanlığı denetimi altında olan
yerlerden çok daha fazla bir yekün tuttuğu bilinmektedir. Ancak bu alanların sağlıklı bir
envanteri de bulunmamaktadır. Bu gibi yapılaşmaların ön izinsiz tesis edilip daha sonra
bazı şartlarla ve milli servetin heba olmaması gibi gerekçelerle, yıkılması gerekirken ruhsat
verilip enerji bağlanarak işletmeye açılmaları halen devam etmektedir. Bu yanlış tutumun
sürüp gitmesi ve af niteliğindeki zaman zaman sağlanan kolaylıkların kaçak sanayi
tesislerinin kurulmasını teşvik edeceği açıktır.
Karayolları
Özellikle son 25 yıl içinde karayolları planlaması, tüm dünyada yeni ve değişik boyutlar
kazanmış bulunmaktadır. Böyle bir gelişmede, hızlı motorlu araçların yoğun biçimde
kullanımı yanında gerek yol yapımının, gerekse doğrudan araçların kullanımından doğan
çevre sorunlarının önemli bir payı vardır.
Planlama, gerçekte belirli yol akslarına dayanan çeşitli yerleşim alanlarının düzenlenmesi
ile oluşur. Yeni açılan bir yolun bile arazinin potansiyelini değiştirdiği düşünülürse, bir
karayolunun bölge ölçeğindeki gelişmelerde etkin olabileceği kolaylıkla söylenebilir.
Uygarlık tarihinde en önemli yerleşmelerin doğal ulaşım yolları çevresinde gelişmiş
olması, pratikte de bu düşüncelerin en sağlam kanıtıdır. Bu nedenle ulaşım sistemlerine
dönük çalışmalar, temelde arazi kullanımı ve peyzaj planlama konuları ile ilgili olmakla
beraber,
a) Ulusal veya bölgesel ekonomi ve gelişme politikaları ile bütünleşmesi,
b) Sistemin planlanması ve planların beklenmeyen değişikliklere uyarlanması,
c) Sistemin sosyo-ekonomik etkilerinin yönlendirilmesi,
46 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Uluslararası düzeyde ulaşım sistemlerine ait yapım çalışmaları, klasik olarak toprak
tesviyesi, köprü yapımı, yol kaplanması gibi kolları içerir. Son yıllarda bunlara,
karayollarının sürücü ile ilişkisinin kurulması gereği gibi, çevre üzerindeki olumsuz
baskılarının önlenmesi amacıyla, yol dinamiği, yol psikolojisi, estetik, arazi düzenleme,
biyolojik onarım, bitkileme, mikro-klima v.b. ile değişik koruma gereksinimleri yönünden
yeni konular da katılmıştır. Ülkemizde karayolları planlaması ve yapımından sorumlu olan
Karayolları Genel Müdürlüğü, en düzenli çalışan kurumlardan biridir. 1993 yılında
yürürlüğe giren ÇED Yönetmeliği kapsamında kalan karayolları faaliyetleri ÇED Raporu
hazırlanması-çevresel etkilerin ve alınacak önlemlerin belirlenmesi amaçlı-zorunlu olan
faaliyetlerdendir. ÇED Yönetmeliği bağlamında karayolları faaliyetleri konulu ÇED
raporları incelendiğinde görülecektir ki; konu hem çevresel, hem idari hem de teknik
yönlerden değerlendirilmektedir. Diğer bir husus ise faaliyetle ilgili bütün kuruluşlar
oluşturulan inceleme-değerlendirme komisyonlarında yasal ve teknik konuları dikkate
alarak görüş verdiğinden ÇED Yönetmeliği bağlamında izin prosedüründe koordinasyonun
çevre eksenli olarak sağlandığının ortaya çıkacağı açıktır. ÇED Yönetmeliğinin etkinliği
ise; faaliyetin anılan Yönetmelik kapsamında hem idari, hem yasal, hem de çevresel
konular bağlamında tümüyle teknik ve konularında uzmanlaşmış elemanlar tarafından
inceleniyor olması, faaliyete ilgili kuruluş tarafından ruhsat verilme aşamasında ÇED
olumlu belgesinin ilgili kuruluş tarafından faaliyet sahibinden isteniyor olması ve
kamuoyunun oluşturduğu artan çevresel baskılar boyutu dikkate alındığında ortaya
çıkmaktadır.
Karayollarımızın yerleşim alanları ile bağlantı kesimlerinde ve doğa içinde akıp giden
güzergahları boyunca insan ve çevre sağlığı açısından bir dizi sorun güncel biçimde
yaşanmaktadır. Bunun yanısıra, ülke çapında bir Arazi Kullanım Stratejisinin
bulunmaması, karayolları yapımlarının parçacı bir biçimde ele alınmasına yol açmakta,
öncelikler saptanmadığı için, kuruluşun ülke yararını ön planda tutan akılcı bir program
dahilinde çalışmasına sekte vurulmaktadır.
47 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
16 Bölge Müdürlüğü’nden oluşan bir yapı içinde çalışan Karayolları Genel Müdürlüğü,
yöre halkından gelen talep ve kendi bölge teşkilatlarınca saptanan önceliklere göre verilen
bütçe kapsamında yöreleri belirleyerek, yol yapımı programını uygulamaya sokmaktadır.
Ancak halihazır uygulamada siyasi öncelikler ön plana geçmekte, programa alınan yol
güzergahları kuruluş bütçesi ile uyum içinde olmadığından, başlanan yolların yarım
kalması, gerçekten önceliği olan yörelerin hizmetsiz kalabilmesi gibi sorunlar doğmaktadır.
Ulaştırma Bakanlığı'na bağlı "demiryollar, limanlar ve hava meydanları inşaatı DLH Genel
Müdürlüğü görev ve sorumluluğu altındadır.
c) Yukarıda (a) ve (b) bendlerinde belirlenen işlerden her türlü kamu kurum ve kuruluşları,
belediyeler, özel idareler, tüzel ve gerçek kişilerce yaptırılacak olanların proje ve
şartnamelerini inceleyip tasdik etmektir.
DLH, Genel Bütçeye dahil diğer kuruluşlar ile Özel İdare ve Kamu Tüzel Kişileri,
dernekler ve diğer Kamu Kuruluşları tarafından yaptırılacak demiryolu, liman, hava
meydanı, balıkçı barınakları ve yat limanları tarama, proje etüdleri, ihale dosyalarının
hazırlanması, müşavirlik ve danışmanlık hizmetleri, laboratuvar hizmetleri ile idarenin
elinde mevcut bulunan makinaların bedeli mukabilinde kiraya verilmesi hizmetlerini
yürütmektedir.
Yukarıda birçok başlık altında tekrar tekrar değinilen kısa vadeli, anlık kararlarla yönetim,
hava ulaşımı konusunu da kapsamaktadır. Ülke içi veya uluslararası koşulları ve değişimleri
gözeten, uzun vadeli bir "Hava Ulaşım Master Planı" bulunmamaktadır. Teorik olarak,
halihazırda hava limanlarının yer seçimi, yerel yönetimlerden gelen talepler çerçevesinde
değerlendirilmekte, ön mühendislik etüdleri yapılarak, finansman sağlandığı takdirde inşaata
48 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
geçilmektedir. 1993 yılından günümüze kadar 4 adet hava limanları ile ilgili ÇED raporu
incelenmiştir. Sözkonusu faaliyetlerin çevreye olası etkileri belirlenmiş ve olumsuz
etkilerin en aza indirilmesi için gerekli olan bütün önlemler alınmıştır.
Kentin bir bütün olarak kendi çevresi ile ilişkisinde yaratacağı çevresel etkiler aşağıda
sıralanan başlıklar altında incelenebilir:
a) Fiziksel Etkiler:
ii) Kentin (büyümese de) çevresindeki arazi kullanımlarına, kent altyapısı, otoyollar,
hava limanları, barajlar gibi gereksinimleri için veya haftasonu dinlencesi, turizm amacıyla
sıçrayarak çevrenin doğal ekolojisini bozması; foseptiklerden, katı çöp depolamalarından
sızıntılarla yeraltı su kaynaklarının kirletilmesi,
iii) Kentin "kentsel amaçlarla" çevresini düzenlemesi; otoyollar, yapay göller, yapay
ağaçlandırma gibi aktiviteler.
b) Kimyasal Etkiler:
ii) Kentsel kirli suların karışımı ve çevresine yerleşimlerin yoğunlaşması ile kıyı
alanlarının, göl ve rezervuarların kirletilmesi.
c) İklimsel Etkiler:
Kentin kendi yoğunluğu ile yerel iklimi değiştirmesi, ısı toplanması, nem, hava karakteri
v.b. koşullardaki değişimlere neden olması.
i) Sanayi üretimi, ısınma, ulaşım amaçlı inorganik enerji kaynaklarının yarattığı kirlilik
(zehirli gazlar, havaya karışan metaller v.b.),
49 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
ii) Çöpün üretilmesi, toplanması, depolanması, sanayi atıkları ve diğer zararlı atıklar
ile yaratılan kirlilik,
iii) Sanayi, ulaşım, konutlar, eğlence, inşaat v.b. kentsel aktivitelerin yarattığı gürültü
kirliliği,
iv) Konut, ulaşım araçları, insan v.b. yığılmalarıyla ortaya çıkan yapaylık,
yabancılaşma, kentsel yaşam kalitesinin gittikçe yitirilmesi.
Kent dinamiğini kendi içindeki etkileşimleri çerçevesinde ele almayan parçacı-sektörel bir
yaklaşım, kentsel gelişimlerin kendi içinde ve çevresine olan etkilerini saptamakta ve
yönlendirmekte başarılı olamaz.
Ülkemizde kent ekolojisi-doğa ekolojisi alanları arasında bir eşgüdüm olmadığı gibi, kent
dinamiği içindeki herbir sektör de kendi içinde diğer sektörlerden bağımsız olarak ele
alınmaktadır. Kent planlamasının ulaşım ve altyapı planlaması ile eşgüdümü olmadığı gibi,
enerji, sanayi v.b. amaçlı kullanımlarda kendi içlerinde bağımsız kurallar çerçevesinde ele
alınmaktadırlar.
Kent gelişmesi, kent planlaması kapsamında fiziksel bir plan ile yönlendirilmeye
çalışılırken, ülkesel, bölgesel ve yerel ölçeklerde bütüncül bir bakış açısının kentsel
gelişmelere başıbozuk bir istilacı niteliğinden kurtaramamakta, kent yaşamı, uygar bir
yaşam kalitesini sağlamaktan hergün biraz daha uzaklaşmaktadır.
50 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
3. TÜRKİYE'DE PLANLAMA
3.1. TANIM
gereklidir.
Tarihte her çağın ve uygarlığın kendine özgü kentleri varolmuştur. Bu kentlerde insanların
gereksinimlerini karşılamaları için belli düzenlemeler gerekmiştir. Antik dönem kentlerinin
rastgele bir gelişim izlemediği, belirli bir plan anlayışına sahip oldukları bugün
bilinmektedir.
Günümüzde uygulanan çerçevesi ile kent planlaması ise, Batı'da, sanayileşmenin ortaya
çıkardığı sanayi kentinin sorunlarına çözüm arayışlarıyla ağırlık kazanmıştır. Sanayi
toplumunun ekonomik ve sosyal yapısıyla gelişen fiziki planlama anlayışı ve
kurumsallaşması, içinde geliştiği toplumun gerçekleriyle tutarlı bir yapılanma göstermiştir.
"Oysa Türkiye'deki ilk imar hareketleri sanayi öncesi kentlerin dünya ekonomisiyle
eklemlenmeye başlamasının sorunlarına çözüm bulmak için ortaya çıkmıştır." Ülkenin
gerçeklerinden (yapılanmasından) kaynaklanmayan bu anlayış toplumsal gerçeklikten uzak,
halk desteği sağlayamayan, elitist bir planlama yaklaşımını doğurmuştur.
51 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
2- II. Dönem; Cumhuriyet'in İlk Yıllarından 1950'li Yılların İkinci Yarısına Kadar
Bu dönemde İmparatorluktan Ulus-Devlete geçiş önemli bir etkendir. Batı'ya tam bir
yönelme söz konusudur. Ama bağımsızlık da önemli bir unsurdur. Batı'lı ama onun
denetiminde olmayan bağımsız bir Ulus-Devlet amaçlanmaktadır. Bunun
başarılabilmesi için, Cumhuriyet yönetimi mekansal stratejilere özel önem vermiştir.
Bunların en radikal örneği, başkentin İstanbul'dan Ankara'ya taşınması olmuştur.
Ankara'nın planlanmasına özel önem verilmiş, 1928 yılında açılan uluslararası bir
yarışmayla, kentin planı hazırlanmıştır. Cumhuriyetin modern kentsel yaşantı imajı,
düşük yoğunluklu, bahçeli evlerden oluşan bir kentsel dokudur. Bu, sanayi kentine bir
tepki olarak gelişmiş, bahçe-kent ütopyasının Türkiye'ye bir yansımasıdır.
Önce Ankara'da denenen kent planlaması, 1930'lu yıllarda çıkarılan Belediye, Umumi
Hıfzısıhha ve Yapı ve Yollar Kanunlarıyla, bütün kentler için zorunlu hale getirilerek
kurumsallaştırılmıştır. Ayrıca Mimarlık ve Mühendislik meslekleri de çıkartılan
yasalarla meslek adamlarına devredilmiştir. Bu dönemde planlama da harita
mühendislerinden, mimarların yetki alanına geçirilmiştir. Artık kentin parçalarının
planlamasıyla yetinilmeyip, bütün kent planlanmaktadır. Bu dönemde, mevcut kent
dokularına saygılı olmayan bir anlayış hakimdir. Ancak Belediyelerin mali güçlerinin
sınırlılığı nedeniyle, genellikle yeni dokulardaki planlar uygulanmış, böylelikle tarihi
dokudaki tahribat uygulamada etkili olmamıştır.
52 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu dönemde, Türkiye'de, bir yandan çok partili yaşama geçilirken, bir yandan da hızlı
bir kentleşme yaşanmaya başlanmıştır. Bu hızlı kentleşme, kentlerde altyapı ve konut
üretiminde sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bir yandan kentlerin yetersizliği, bir yandan
kente göç edenlerin kaynaklarının yetersizliği gecekondulaşma sonucunu doğurmuştur.
İlk olarak 1930'larda "barakalar" adıyla ortaya çıkan gecekondular, zaman zaman
yıkılmalarına rağmen genelde varlıklarına göz yumulmuştur. Ama çok partili rejime
geçişle birlikte af yasaları çıkartılarak gecekondulara güvence verilmiş,
gecekondulaşma yasallaştırılmıştır.
53 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bugün ülkemizde 1985 yılında çıkan 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmeliklerce
belirlenen, bir fiziki planlama anlayışı olan "İmar Planı" yaklaşımı gündemdedir. Bu
kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre
şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir. Bu kanunla planlama
yetkisi Merkezi Yönetimden, Yerel Yönetimlere devredilmiştir. Ancak yasalardan
kaynaklanan bir yetki karmaşası gündemdedir. Bugün ülkemizde planlamayla ilgili 24
kurum ve kuruluş ile 22 yasa bulunmaktadır [20, 21].
Yasal çerçevedeki yasakçı ve emredici anlayışın getirdiği, katı kurallar içeren imar anlayışı,
beraberinde, bu yasakları delmeye çalışan eğilimler getirmiştir. Bunlar;
olarak özetlenebilir.
Bu eğilimlerin oluşturduğu baskılar (kişisel ilişki, rüşvet, siyasal etki) sonucu planlarda
delinmeler ve daha önemlisi imar afları gündeme gelmiştir. İlk olarak 1948 yılında Ankara
kenti için gündeme gelen imar affı, sonraki yıllarda ortalama üç yılda bir çıkarak imar
düzeninin bir parçası haline gelmiş, kentsel yerleşmelerin biçimlenmesinde, imar planı
kadar belirleyici bir rolü olmuştur.
54 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Kent planlama genel bir eylemdir. 3194 sayılı İmar Kanunu ile Yerel Yönetimlere verilen
plan yapma, yaptırma ve uygulama yetkisi, pratikte, Yerel Yönetimlerin teknik ve mali
bakımdan kendi kendine yeterli olmaması nedenleriyle, planlamada yerelleşme ilkesi
hayata geçirilememektedir.
Yerel Yönetimlere, dolayısı ile de planlamaya halkın katılımı, sadece seçimler aracılığıyla
olmakta, sivil toplum örgütlenmeleri aracılığıyla, planlamanın her aşamasında halkın
katılımı sağlanamamaktadır.
Ülke düzeyinde duyarlı alanların öncelik dereceleri ile bir envanteri oluşturulamamış olup,
bu alanlarda yapılacak uygulamaları düzenleyen bir yasal çerçeve de bulunmamaktadır.
Arazi kullanma ve eylemlerin, tür, yoğunluk ve kapasiteleri ile bunların, sosyal ve teknik
altyapıdan yoksun, denetimsiz olarak gelişmeleri "yerleşme sorunları" na yol açmaktadır.
Plansız gelişme sonucu oluşan çevre kirliliği, flora ve faunanın bozulması (yok olması) gibi
"ekolojik sorunlar" a neden olmaktadır.
Planlar sadece fiziki yönüyle ele alınmakta, üst ölçekli ekonomik, sosyal ve yönetsel yönler
ihmal edilmektedir.
55 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Sağlıklı bir çevre politikasının olmayışı da, bu konuda bir diğer etken olmaktadır.
Planlar yapılırken ekosistem, çevre kapasitesi, enerji kullanımı kriterleri dikkate alınarak
fizibilite çalışmaları yeterince yapılmamaktadır.
Üç yanı denizlerle çevrili olan ülkemiz kıyıları son on yılı yoğun olmak üzere, 1960'lardan
beri, kentleşme, sanayileşme, turizm ve ikinci konut gelişmesinden kaynaklanan yerleşme
ve çevre sorunları ile karşı karşıyadır.
2- Kıyılarda, su kirliliği, kıyı karakterinin bozulması, flora ve faunanın yok olması gibi
ekolojik sorunlar,
3- Kıyı bölgelerinde yer alan, arkeolojik, tarihi ve mimari mirasın (sit bölgeleriyle
geleneksel dokuların) nüfus baskısı, plansızlık ve denetimsizlik nedeniyle yok olması ya da
bozulması gibi kültürel sorunlar,
5- Kıyı bölgelerindeki nüfus artışı, özellikle, turizme bağlı olarak artan mevsimlik nüfus
artışları karşısında, yerel kamu hizmetlerinin karşılanmasında karşılaşılan sorunlar,
56 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1982 yılında yürürlüğe giren 2364 sayılı "Turizm Teşvik Yasası" ile başlayan süreçte
devletçe sağlanan arazi tahsisi, parasal sübvansiyonlar, düşük faiz oranları, bazı
hizmetlerden düşük bedellerle yararlanma ve vergi bağışıklığı gibi özendirici önlemler ile
iç ve dış konjonktürden kaynaklanan turizm talebi sonucunda çoğu yüksek standartlı
organize tesisler yapılmıştır.
Toplumun yararlanması bakımından turizme göre daha kısıtlı ve dar bir gruba hizmet veren
yazlık konutlar, spekülatif amaçlı olmaları nedeniyle çok daha geniş alanlara yayılmıştır.
Bu gelişmeler kıyıdaki nüfus artışı (ki bu yaz aylarında çok daha büyük boyutlara
ulaşmaktadır) altyapısız, yoğun ve denetimsiz gelişmelerin ve ekolojik dengenin
bozulmasına varan sorunların belirleyici ekonomik ve toplumsal etkenleri olarak
görünmektedir.
Doğal ve kültürel çevrenin çoğu kez geri dönülmeyecek şekilde bozulmasına neden olan bu
süreç içinde bugünkü parçacı planlama yaklaşımlarının getirdiği sonuçlarda sorunun bir
başka boyutunu oluşturmaktadır.
Kıyı bölgelerini ilgilendiren yasal çerçeveninde bazı dönemlerde bu olumsuz gidişe prim
verecek yönde düzenlendiğini söyleyebiliriz.
Kıyılardaki çarpık yapılaşma ve bozulma süreci ile ülke ekonomik politikaları ve yasal
düzenlemeler arasında bir paralellik vardır. Getirilen yasal düzenlemeler ile kıyı
bölgelerindeki orman ve tarım arazilerinin azalmasına, yaratılan yasal boşluklarla da
kıyılardaki betonlaşmaya ortam hazırlanmıştır.
57 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bu konuda,
-Kıyı kuşağını 10 metre olarak belirleyen ve kıyıda, eğitim, spor, turizm ve bazı sanayi
tesislerine izin veren, 1985'de yürürlüğe girmiş olan, 3086 sayılı Kıyı Yasası,
-Anayasa Mahkemesi'nin 10.07.1986 tarihli ve 1986/4 sayılı kararı ile iptal edilmiş olan
3086 sayılı Kıyı Yasasının 4 yıla yakın süre uygulamada, bir anlamda boşlukta bırakılması,
(15 Temmuz 1987 tarihli Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Genelgesi ile genelgeler dönemi),
-Tarım alanlarının, tarım dışı amaçlı kullanımında oldukça esnek hükümler taşıyan
11.3.1989 tarihli "Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye ile Kullanılmasına Dair
Yönetmelik",
-Turizm amaçlı plan değişikliklerinde, plan ana kararlarına aykırı olarak yoğunluk
arttırmayı özendirici nitelikli 1985 tarihli Turizm Bakanlığı genelgesini sayabiliriz.
Anayasa Mahkemesi 1 Aralık 1984'te yayınlanan ve Haziran 1985'de yürürlüğe giren 3086
sayılı Kıyı Yasasını 25 Şubat 1986'da iptal etmiştir. Yasanın iptalinden sonra, 25 Temmuz
1986'ya kadar Mahkemenin verdiği süre içinde aynı yasa yürürlükte kalmış, 3621 sayılı
Kıyı Yasasının kabul edildiği 4 Nisan 1990 tarihine kadar, Bakanlık Genelgeleri ile
uygulama yürütülmüştür. Yasal boşluk oluşturan yaklaşık 4 yıla yakın süre kıyılardaki
yapılaşmanın en yoğun olduğu bir dönem olup, kıyılar büyük ölçüde, bir anlamda Anayasa
Mahkemesi’nin iptal ettiği bir yasaya göre biçimlendirilmiştir.
1990 yılında çıkarılan 3621 sayılı Kıyı Kanunu yine Anayasa Mahkemesi tarafından iptali
sonrasında 1992 yılında kabul edilen 3830 sayılı yasa ve ilgili yönetmelikler gelmiştir.
Ancak bu yasa da Türkiye kıyılarının farklı fiziki özelliklerini ve kıyı yerleşmelerini
dikkate almadan hazırlanmıştır.
İmar mevzuatına uygun olarak veya ruhsat dışı yapılan inşaatların kontrolünde yerel
idareler kadro, teçhizat ve olanaklar açısından zayıf kalmışlardır. Kıyılardaki yoğun
yapılaşma talepleri ile birlikte altyapı hizmetlerine olan aşırı yük karşısında zaten yetersiz
durumda bulunan teknik ve ekonomik güçleri ile kıyı belediyeleri, sorunların çözümünde
zor durumda kalmışlardır.
Genellikle sonradan garip bir mozaik oluşturan "mevzii planlar" biçiminde parça parça
oluşturulan kooperatif gelişmeler ya da yazlık siteler, daha sonra planın bir bütün olarak ele
alınmasında sorunlara yol açmaktadır.
Turizm Bakanlığı 1982 yılında yürürlüğe girmiş olan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile,
Turizm Bölgesi, Alanı ya da Merkezi ilan edilen yerlerde, Bakanlığa, bu yerleri planlama,
düzenleme, yönetme ve mali teşvikler sağlama yetkileri verilmiştir. Daha çok, daha çok
58 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
turist anlayışı ile plansız olarak teşvik edilen turistik tesisler, giderek çevre açısından doğal
dengeyi bozmuştur.
6831 sayılı Orman Kanunu’na göre, devlet mülkü olarak, kamunun ekonomik ve toplumsal
yararı doğrultusunda korunarak yönetilmesi gereken ormanlar, Turizmi Teşvik Kanunu ile
turistik tesis yapımı amacı ile kullanılabilmektedir. Kaldı ki; turizm alanı veya merkezi
dışında kalan devlet ormanları da 1987 yılında Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikle ve
7.2.1988 tarihli yönetmelikle, turistik tesislere tahsis edilebilmektedir. Bazı hallerde harita
ve plan çalışmaları yapılmadan gerçekleşen bu tahsisler, kıyı bölgelerinin plansız
gelişmesinde önemli etkenlerden biri olmaktadır.
1989 yılında yürürlüğe giren "Tarım Alanlarının Tarım Dışı Amaç İle Kullanılmasına Dair
Yönetmelik" ile; tarımsal faaliyetleri olumsuz yönde etkileme pahasına da olsa, kıyı
bölgelerindeki verimli tarım alanları kooperatif, turizm, sanayi v.b. tarım dışı kullanıımlara
açılmıştır.
Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Limanlar Hava Meydanları Genel Müdürlüğü gibi
kuruluşlar, karayolu güzergahı, liman, havaalanı yer seçimi ve ulaşım kararlarının
alınmasında kıyı bölgeleri için de söz sahibi durumdadır. Bu kuruluşların aldığı kararlar, bu
alanlara getirilen planlamalar için de bağlayıcı olurken, gelişmelere de potansiyel ortam
yaratmaktadır.
2863 sayılı "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu" ile doğal, tarihsel, kentsel ve
arkeolojik sit alanlarının korunma yetkisi Kültür Bakanlığına verilmiştir. Kıyı bölgelerinin
doğal cazibesi nedeniyle tarih boyunca bir çok medeniyet buralarda yer seçmiştir. Bu
nedenle de kıyılarda çok sayıda sit alanı bulunmaktadır. Türkiye'deki doğal ve tarihsel
öneme sahip bu alanların Kültür Bakanlığınca korunmasında güçlüklerle
karşılaşılmaktadır.
Kıyı bölgeleri ile ilgili olarak 22 kurum ve kuruluş devrededir. Türkiye'de yaşanan
sorunların pek çoğu, yasalarla tanımlanan yetki ve sorumlulukların birbirleriyle çakışması,
kurumların sektörel yapısı ve yasalardaki boşluklardan kaynaklanmaktadır. Bu kaos
ortamında yetki boşlukları bulunması kaçınılmazdır. Farklı amaçlarla kurulan merkezi ve
yerel kurumların denetimi altındaki bölgelerin sayısındaki artış ve bunların arasındaki
eşgüdümün sağlanamayışı ulusal kıyı şeridinin toplumun yararına korunmasına ilişkin yetki
ve görev kargaşasına yol açmaktadır.
59 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
4. POLİTİKALAR VE STRATEJİLER
Türkiye'de çevre politikaları, önceleri sadece ortaya çıkan kirliliği giderici amaçlara
dayanırken, sonraları kirlenmeyi önleyici politikalar şeklinde bir gelişim göstermiştir.
Çevre sorunları ilk kez 1973-77 dönemini kapsayan III. Beş Yıllık Kalkınma Planında ayrı
bir bölüm olarak yer almıştır. Bu dönemdeki çevre politikalarını belirleyen temel yaklaşım
Türkiye'deki çevre sorunlarına gelir azlığı ve kaynakların yeterince kullanılamamasının
sebep olduğu varsayımıyla sanayileşme ve kalkınmaya zarar verecek çevre politikalarının
kabul edilemez olduğu anlayışı olmuştur.
1979-83 dönemini kapsayan IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı ise, çevre konusunda önleyici
politikaların esas alınmasını kabul ederek, temel yaklaşım olarak sanayileşme, tarımda
modernleşme ve şehirleşme sürecinde çevrenin de dikkate alınmasını öngörmüştür.
1985-89 dönemini içeren V. Beş Yıllık Kalkınma Planındaki temel ilke ise sadece mevcut
kirliliğin ortadan kaldırılması ve muhtemel kirliliğin engellenmesi değil, kaynakların
gelecek nesillerin de yararlanabilmesi için en iyi şekilde muhafazası ve geliştirilmesidir.
Halen uygulanmakta olan VI. Beş Yıllık Kalkınma Planının temel stratejisi ise "insan
sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya imkan verecek şekilde
doğal kaynakların yönetimini sağlamak ve gelecek kuşaklara insana yakışır bir doğal, fiziki
ve sosyal çevre bırakmak" temel ilkesidir.
Bu başarısızlığın nedenleri VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı için hazırlanan Yüksek İhtisas
Raporunda:
60 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
olarak belirlenmiştir.
Kentlerde ise, kensel arsa arzının artırılması girişimleri Cumhuriyet'in ilk dönemlerinden
başlayarak çeşitli aralık ve amaçlarla gerçekleşmiştir. Bu tip girişimler, ilk kez Başkent
olmasından sonra hızlı bir kentsel gelişim ve göçle karşı karşıya kalan Ankara'da
başlamıştır. Burada ana politika, araziyi kamunun elinde tutarak, kentsel arsa yaratıp,
arazinin fiyat artışını önleyen bir konut üretimini sağlama modeli oluşturmaktır. Bu
amaçla, 1948 yılında Ankara'da gecekondu sorununa çözüm bulmak için Yenimahalle
Projesi geliştirilmiştir. Bu proje ile Belediye ucuz arsa sağlama olanağı bulmuştur. Ancak,
bu girişimler pek etkili olamamıştır.
61 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
1980'li yıllarda alınan ekonomik kararların, kent mekanına yansıyan yönünde, kişilerin
tasarrufa yönlendirilmesini savunan ve devletin özel kesimindeki toplu konut kuruluşlarını
gerekli fonlarla destekleyen politikalar göze çarpmaktadır.
1981 yılında 2487 sayılı Toplu Konut Kanunu ve 1984'te bu yasanın revize edilmesiyle
ortaya çıkan 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu, temelde konutun ekonomiyi canlandırıcı ve
istihdam yaratıcı bir özellikte olduğundan hareketle çıkarılmış yasalardır. Bu kanun
doğrultusundaki uygulamalar, kent çeperinde ve büyük bir bölümü mevcut kamu arazileri
üzerinde gerçekleşmiştir. Bu kanunlar, bir taraftan mevcut Nazım Plan kararlarının
değiştirilmesine, diğer taraftan kanunların esas hedef kitlesi olan alt-gelir gruplarına hitap
edememesiyle sonuçlanmıştır.
Yine kamu arazilerinin özelleştirilmesi ile ilgili diğer bir uygulama 1983 yılında çıkartılan
2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu’dur. Bu kanun, ne pahasına olursa olsun, orman gibi
kamu arazilerini de içine alarak, kıyılardaki kamu arazilerini özel girişimciye açmayı
amaçlamıştır. Bu yasayla birlikte, 2. konut talebi güdülenirken, plansız kentleşmenin en
bariz örnekleri kıyılarda oluşturulmuştur.
4046 sayılı yasa ile kurulan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Bakanların oluşturduğu
Yüksek Kurul, KİT'lerin arsalarına özel imar planı hazırlayıp, onaylayacaklardır. Böylece
kent içindeki konumları nedeniyle zaten değerli rant fırsatlarına sahip KİT arsaları, parçacı
plan yaklaşımı ile sunulan yeni imar haklarıyla birlikte özelleştirmek istenmektedir.
Özelleştirme programındaki kuruluşlara ait taşınmazların devri, ifrazı, irtifak, intifa işletme
ve kira haklarının devri ve tasfiyesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın görüşü ile Maliye
62 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bakanlığı görevli ve yetkili olacaktır. Bu taşınmaz malların ifrazında 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun getirdiği sınırlama ve kısıtlamalar uygulanamaz hükmü getirilerek KİT
arazilerinin İmar Kanunu dışında ifraz edilmesi diğer deyimle parsellenerek devir ve satış
işlemi kolaylaştırılmaktadır. Öncelikle "ifraz" konusunda İmar Yasası ve Belediyeler devre
dışı bırakılmaktadır.
Bu konuda 4046 sayılı Özelleştirme Yasası’nın 41. maddesi şöyledir: "3194 sayılı İmar
Kanunu’nun 9. maddesine birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
Belediye hudutları ve mücavir alanlar içerisinde bulunan ve özelleştirme programına
alınmış kuruluşlara ait arsa ve arazilerin, ilgili kuruluşlardan gerekli görüş ( İSKİ, ASKİ,
Belediye, Mimarlar Odası) alınarak çevre imar bütünlüğünü bozmayacak mevzi imar
planlarının ve buna uygun imar durumlarının Başbakanlık Özelleştirme İdaresi
Başkanlığınca hazırlanarak Özelleştirme Yüksek Kurulunca onaylanmak suretiyle
yürürlüğe girer ve ilgili Belediyeler bu arsa ve arazilerin imar fonksiyonlarını 5 yıl
değiştiremezler."
Planlama ile hiç ilgisi olmayan bir idare tarafından kent planlama anlayışı bütünlükten
yoksun, mevzii imar kararına indirgenmiş ve kent-içi KİT arsaları spekülatif amaçlı rant
projesine dönüştürülmüştür.
2000'li yıllara girerken Özelleştirme başlığı altında öngörülen bu uygulama ile ülkenin ve
kentlerin devlet malı niteliğindeki değerleri, gelişigüzel yokedilmek istenmekte ve kamu
yararına aykırı oluşacak kentsel çevre ve aşırı yapılaşmaya zemin hazırlama tehlikesi
yaratmaktadır.
63 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
5. DEĞERLENDİRME
Raporun hazırlık aşamasında duyarlı çevreyi oluşturan konularla ilgili kurum, kuruluş ve
kişilerle görüşmeler yapılmış, basılmış ve yazılı diğer belgelerden, seminer sonuçları,
araştırmalar, bildirilerden yararlanılmıştır.
Ortaya çıkan sonuçlar, sorunların bir dizi ortak başlıklar altında birleştiğini göstermektedir.
Ancak bu ana başlıklara geçmeden önce çok önemli bir "ön koşul"a değinilmesi zorunlu
görülmektedir:
Bu ana koşul yerine getirilmediği sürece aşağıda sıralanan bulgular, öneriler bundan önce
yıllardır süregelen ancak bir türlü yerine ulaşamayan uyarılar dizisinin bir yenisi olmaktan
öteye geçemeyecektir.
Duyarlı alanlar ve konularla ilgili kişilerin kendi aralarında sürekli tartıştıkları konular ne
yazık ki karar odaklarındaki görevlilere hala yabancı, "kalkınma" olgusunun yanında
küçümsenen, önemsiz konular olarak görülmektedir.
Duyarlı çevreye zarar verenlerin yalnız kısa dönemde kişisel kar amacı güden çıkarcı
gruplar değil aynı zamanda bilinçsizlikle -hatta bazan iyi niyetle- bu katliama ortak olan
kişi ve kuruluşlar olabildiği gözlemlenmektedir.
2. Araştırma süresinde hemen hemen her kuruluşun ortak ve belirgin sorun olarak belirttiği,
yasaları bile işlersiz hale getiren "Politik Baskı" olgusudur.
64 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
En yaşamsal kararlarda bile politik amaçları, çıkarcı çevreleri koruyan nedenler ön plana
geçmekte, kamu yararları tamamen gözardı edilebilmektedir.
Bunun yanısıra sık sık değişen, sürekliliği olmayan politikalar ve stratejiler uzun vadeli
çalışmaları engellemekte, köklü değişimlere olanak vermemektedir.
Süre gelen bu uygulama toplumda ve bürokraside bezgin bir kabullenme, "böyle gelmiş
böyle gider" anlayışı ile adeta bir ümitsizlik ve güvensizlik ortamı yaratmıştır.
Teknik bilgi altyapısına dayandırılmayan, anlık, tek sektör amaçlarına yönelik değişken
kararlar bugüne değin çoğu duyarlı çevrenin yok olmasına neden olmuştur.
3. Yönetsel yapıdaki halihazır karmaşa, çalışma kapsamındaki her konuda çarpıcı bir
biçimde karşımıza çıkmıştır.
Araştırma, denetim, uygulama gibi görevlerin birden fazla kuruluşun sorumluluğu altında
olması, kuruluşların çakışan sorumluluk alanlarını kıskançlıkla korumaları ve eşgüdüm
eksikliği, görevlerin istenen düzeyde yerine getirilememesine ve kaynak israfına neden
olmaktadır.
Doğal kaynakların yönetimi sisteminin kurulması için uygun yönetsel yapının araştırılması
gereklidir.
Kalıcı ve etkin bir yönetim sistemi içinde oluşacak piramit içerisinde görev alacak
kuruluşların görevleri ve çalışma alanları gibi idari, mali ve teknik sorumluluklar da
belirlenmelidir.
Sistem içinde yer alacak kuruluşların verimli ve hızlı çalışabilir bir şekilde yapılanması
sağlanmalıdır.
65 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
sisteminin de havza bazında saptanacak bir kıyı bölgesinde pilot proje olarak uygulanması
önerilmiştir.
Doğal kaynakları esas alan, herbir kaynağın etkileşim alanıyla birlikte koruma-kullanma
dengesini sağlayacak havza bazındaki bölge planları ile gerçekleştirilebileceği görüşü
çoğunluktadır. Bu amaca yönelik karar, organizasyon, planlama ve yürütmeyi
gerçekleştirecek bir sistem arayışı başlatılmalıdır.
Yukarıda değinilen "Kıyı Yönetimi Raporu" ve/veya bu konuda yapılmış diğer tüm öneriler
tartışılmalı, gerekli düzenlemeler yapılarak bir pilot bölge uygulamasina başlanmalıdır.
Gerek kalkınma planlarında gerekse Anayasa dahil pek çok yasa, kararname ve
yönetmeliklerde farklı kuruluşların yetkileri içine giren doğal çevreyle ilgili mevzuat
sadeleştirilmeli ve tüm ilgililerin kolayca takip edebileceği, yaptırım gücü olan ve tek elde
toplanmış mevzuat şekline sokulmalıdır.
66 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
- Çevre stratejilerinde diğer politikalara uygun sistematik bir akış, iyi bir koordinasyon ve
uygulamanın gereği üzerinde durulmuştur.
Doğayı koruma stratejisi genel kalkınma programının vazgeçilmez bir ögesi haline
getirilmeli ve doğal çevreyi ilgilendiren tüm planların, (Orman Bakanlığı, Turizm
Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, yerel yönetimler vb.) planlama
ekiplerinde, doğa ve canlı varlıklar konusunda uzman kişilerin görev alması veya en
azından uzmanların görüşlerinin alınması sağlanmalıdır.
67 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Bugüne kadar yapılan kıyı ve açıkdeniz çalışmaları toplanarak, bir merkezde kullanıcıya
açılmalı, bir veri bankası kurulmalıdır. Jeomorfolojik ve ekolojik bilgilerin de yapılan
araştırmalar kapsamına alınması gereklidir.
7. Halk Katılımı
Çoğulcu sistemde karşıt çıkarları bağdaştırmayı amaçlayan bir yaklaşım geniş kapsamlı bir
katılım kavramını da kendiliğinden içermektedir. Bu yaklaşım, sivil toplum
bilinçlenmesinin önemini de vurgulamaktadır.
Şimdiye kadarki uygulamadaki "emret ve kontrol et" yaklaşımının pek başarılı olmadığı
ortadadır. Bunun yerine "ekonomik teşvik" sisteminin denenmesi gereklidir.
Halk katılımı konusunda, kimlerin, ne zaman, nasıl katılacağı ve alınan kararların nasıl
denetleneceği konularının tartışılması gerekmektedir. Halk katılımı ile birlikte ortak kamu
yararı'nın ne olduğu da ele alınmalı; örneğin kentte oluşan rantın, kentliye dönüşünün nasıl
sağlanacağı, bu rantın oranının tespit edilerek kentli payının oluşturulması konuları da
çözümlenmelidir. Ayrıca, kentlinin üretilen hizmetlerin finansmanına katkıda bulunacağı
bir yöntem geliştirilmelidir.
8. Planlama
Ülkemizde süre gelen planlama sistemine baktığımızda, ortaya çıkan sonuçlar gösteriyor
ki, nitelik ve nicelik açısından yeterli planlar hazırlayamıyoruz veya hazırlasak bile bunları
uygulayamıyoruz. Demek ki; artık planlamada yeni yöntem, yalnızca yeterli plan
hazırlamak değil, onun politikasını da kurmak olmalıdır. Bu amaca yönelik;
- Etkin bir planlama sürecini oluşturmak için; fiziki ölçekli planlar kadar uygulama
stratejileri ve politikaları da geliştirilmelidir.
68 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Çerçeve yasa, aynı zamanda ister makro, ister mikro veya sektörel olsun, tüm planlamaların
birbiriyle bağını zorunlu kılan bütüncül bir sistemin kurucusu ve uygulatıcısı olmalıdır.
69 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
6. ÖNERİLER
Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanları Yönetimi çalışması UÇEP Projesinin diğer konu
başlıklarından değişiklikler göstermektedir. Konunun doğası gereği çalışma çok geniş bir
yelpazeye yayılmakta ve UÇEP’in diğer birçok konusunu da içermektedir. Gerek konunun
bu denli kapspmlı oluşu gerekse ülke bazında ele alınma zorunluluğu birtakım detay
araştırma ve önerilere inilmesini olanaksız kılmıştır.
Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı dönemi bütünüyle ülkede gerek merkezi hükümet
düzeyinde gerekse bölgesel ve yerel düzeyde çevresel kurumsallaşmanın en iyi şekilde
gerçekleşmesine ayrılmalıdır. Çevre yönetiminin kurumsal yapısının oluşturulması bu plan
döneminin en önde gelen önceliği olmalıdır. Ulusal siyasal iradenin açıklıkla ortaya
konması sağlanmalıdır. Ülkemizin çevre ve kalkınma politikası hedefleri yeni bir anlayışla
ve kapsamlı bir şekilde bütünleştirilmeli, ulusal çevre politikamızın temel prensip ve
yaklaşımları, bir "Ulusal Çevre Yönetimi Stratejileri" olarak belirlenmelidir.
Şimdiye kadar ki deneyimler, çevre yönetiminde klasik anlamda kurulmuş bir "Bakanlık"
örgütlenmesinin başarısız olduğunu göstermiştir. İşlerliği olan bir yönetsel yapının
oluşturulmasındaki en önemli adımlar:
1. Halihazır idari yapı içerisinde araştırma, koruma, uygulama, izleme ve denetim görev ve
sorumlulukları olan kuruluş temsilcilerinden kurulu bir komisyon oluşturulmalıdır.
Komisyon tarafından yönetsel yapıdaki görev çakışmaları irdelenerek halihazır yönetsel yapı
70 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
çerçevesinde "gereğinde kurum veya kuruluş birimlerini aynı çatı altında toplanmasını da
kapsayan" bir ara dönem düzenlemesine gidilmelidir.
2. Eşzamanlı olarak daha köklü bir reform çalışması ile merkezi idarenin küçültülmesi ve
daha verimli çalışması, yerelleşme, demokratikleşme ve halkın yönetime katılması ilkeleri
çerçevesinde Merkezi-Bölgesel-Yerel yönetim birimlerinin yetki ve sorumluluklarını
tanımlamaya yönelik bir yeniden yapılanma çalışması sürdürülmelidir.
3.Bu bağlamda Merkezi Yönetim ve Yerel Yönetimler arasında bir ara kuruluş olarak,
sınırları doğal öğeler çerçevesinde (örneğin su havzaları) bilimsel olarak belirlenmiş bir
bölgeleme sisteminin kurularak havza bazında çevre yönetim birimleri oluşturulmalıdır
(Şekil 1). Yasal ve yönetsel karmaşaya neden olmaması açısından bu sınırların halihazır
yönetim-idari sınırlarla çakıştırılması düşünülebilir.
4.Bu konuda şimdiye kadar yapılmış çalışma ve önerilerin ışığında bir örnek bölge
seçilerek, en kısa zamanda bir pilot proje başlatılmalıdır. Ülkemizde bölgesel çevre
yönetim modeli konusunda detaylı araştırmalar yapılmıştır. 1992 yılında Çevre
Bakanlığının "İskenderun Körfezi Çevre Yönetim Projesi" adı altında hazırlattığı raporda,
ilgili bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar, yerel yönetim ve birlikleri ve yerel toplumsal
aktörlerden kurulu bir tüzel kişilik olan "Karma Anonim Şirket" önerilmiştir [22].
1991 yılında Dünya Bankası METAP kapsamında o zamanın Çevre Müsteşarlığı tarafından
hazırlatılan "Türkiye'de Kıyı Alanları Yönetim Raporu"nda "Kıyı Kurulu" adıyla kıyı
bölgelerinde yetki sahibi olacak yeni bir bölgesel birimin kurulması öngörülmektedir. Bu
Kurulun Merkezi Hükümet, Valilik ve Yerel Yönetimden kamu görevlileri, özel sektör
yatırımcıları ve kamuoyundan çeşitli baskı gurupları ve/veya bölge halkı arasından ilgili
konular üzerinde bilgi sahibi kişilerden oluşması önerilmiştir. Kıyı Kurulu, bölgedeki
görevlerini "Kıyı Yönetim Birimi" aracılığı ile yürütecektir. Kıyı Yönetim Birimi ise;
"planlama", "değerlendirme" ve "izleme-uygulama" birimleri olarak üç birimden
oluşacaktır [23].
Önerilen bu modellerden biri veya karma bir başka model tartışılarak en kısa zamanda
havza bazında belirlenmiş bir pilot bölge yönetim örneği olarak yaşama geçirilmelidir. Kıyı
alanları sorunlarının yoğunlukla hissedildiği Muğla-Antalya illeri civarını kapsayan
Güneybatı Akdeniz havzası pilot bölge çalışması için önerilebilir.
Bütüncül bir çevre politikasını benimsemek ve bunu yansıtacak bütüncül bir yasal çerçeve
yaratmak artık bir zorunluluktur. Çevre politikaları sektörel ve sektörlerarası konularla
uygulamada özdeşleşmeli, yatay ve dikey bütünleşme sağlanmalıdır. Bu amaçla;
1. Çağdaş çevre yönetim sistemlerine ayak uydurarak bütüncül bir çerçeve yasa
hazırlanması gereklidir.
71 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Ayrıca, Yerel Yönetimler, hem üst ölçek (yapısal) hem yerel planlarını üretecek ve
yürütecek planlama birimleri ile donatılmalıdır.
4.Pilot proje olarak ele alınması öngörülen havza bazındaki bölgesel yönetim birimine
işlerlik kazandıracak yasal düzenleme öncelikle ele alınmalıdır.
5. Bütüncül yaklaşıma geçilirken yürürlükteki ÇED Yönetmeliği ile sadece proje bazında
uygulanan ancak toplam çevresel etkiyi (ekosistem sınırlarında) veremeyen ÇED
uygulamalarından önce plan, program ve politikalarla uygulanan “stratejik ÇED”lerin
yapılması için gerekli yasal düzenleme getirilmelidir.
Fiziki planlama, özellikle arazi kullanım planlaması, peyzaj planlaması, imar planlaması,
kentsel tasarım planlaması ile çevre olgusu, kavramsal içerikte entegre edilmelidir. Bir
başka deyişle doğal ve yapay çevrenin bir bütün olduğu anlayışı ile plan isimleri, içerikleri
ve ölçeklerinin yeniden düzenlenmesi ve kapsanmamış ölçek kalmaması sağlanmalıdır.
Bu amaca yönelik, ilgili kuruluş ve kişilerden kurulu bir çalışma grubu oluşturulmalı ve
4. Ülkemizde şimdiye dek ihmal edilen ve yokluğu birçok soruna neden olan Bölge
Planlama Sistemi, -havza bazında planlama üniteleri çerçevesinde- yaşama geçirilmelidir.
6. Kısa vadede, konu çerçevesinde şimdiye dek yapılan çalışmaların ışığında uygun
öneriler değerlendirilmeli ve yukarıda önerilen "Pilot Proje" kapsamında yeni planlama ve
uygulama yöntemleri sınanmalıdır.
72 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
6.6. KATILIM
Genel olarak halkın, hükümet dışı kuruluşların, meslek odalarının çevresel kararlara
katılımlarının sağlanması halinde, hükümetlerin öngördüğü "şeffaflık" politikaları ve
"temiz toplum" gibi olguların gerçekleşmesinde önemli adımlar atılabilecektir.
Planların başarısı ise güvenilir veri tabanına dayalı olmaları ile doğru orantılıdır.
1. Kısa dönemde bilgi sistemleri oluşturulması konusunda, her disiplinin kendi alanında
üzerine düşen görevleri yapmasının yanısıra, ulusal standart ve tekniklerin gerçek veri akışı
sağlayacak bir yapıya kavuşmasını sağlayacak koordinasyon eksikliklerinin süratle
giderilmesi gereklidir.
73 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
3. Kısa ve orta dönemde, ivedi projelerin tamamlanması amacı ile yukarıda bahsedilen
"Koordinasyon Kurulu" aracılığı ile çalışmalar sürerken, eş zamanlı olarak Ulusal Veri
Merkezinin kurulması çalışmaları yapılmalıdır.
4. Halihazır çalışmalar incelenerek "pilot bölge" eylem planı için gerekli veri tabanı
oluşturulmalı, arazi kullanım haritaları üzerinde çalışma yapan (örneğin "DİE'nin uydu
görüntüleri kullanılarak Arazi Örtüsü Belirleme Projesi") kuruluşların önceliklerinin "pilot
bölge" üzerinde yoğunlaştırılması sağlanmalıdır.
- Yaşayan deniz kaynakları-su ürünleri konusunda, ülke çapında, bugüne kadar yapılmış
olan envanter çalışmalarının derlenmesi ve genişletilmesi,
- Sulak alanlar konusunda, ülke çapında, bugüne kadar yapılmış olan envanter
çalışmalarının derlenmesi ve genişletilmesi,
- D.S.İ. Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen veya proje safhasında olan baraj, gölet
ve sulama alanlarını belirleyen “Türkiye Baraj, Gölet ve Sulama Alanları Projeleri”nin
hazırlanması,
- Biyolojik çeşitlilik ve yaban hayatı konusunda bugüne kadar yapılmış olan çalışmaların
bütün ülke flora ve faunasını kapsayacak biçimde genişletilip güncelleştirilmesi. Bitkiler
için yapılmış olan “Red Data” çalışmasının bütün canlı kaynakları ve bunların habitatları
konusunu kapsayacak bir biçimde hazırlanması,
74 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
- Ülke bazında toprak kaynağının potansiyeli ile sorunlu ve kirli alanların potansiyel
kaynaklardaki dağılımını saptayan araştırmalar yapılması,
- Tüm arazileri kapsayacak şekilde, özellikle de kıyı alanları öncelikli olmak üzere kadastro
işlemlerinin tamamlanması,
- Giderek azalmakta olan Orman Gen Kaynakları, tarım alanları, meralar ve biyolojik
çeşitliliğin korunması amacıyla araştırmalar yapılması ve "korunan alan" sisteminin daha
etkin ve yaygın hale getirilmesi,
- Sit alanlarının tesbit, tescil ve denetiminden sorumlu kuruluşların katılımıyla oluşturulan bir
komisyon tarafından yukarıdaki konularda karşılaşılan darboğazların saptanması ve akılcı bir
"uygulama sisteminin" yürürlüğe konması.
75 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
KAYNAKLAR
14- "Yaban Hayvanı Üretme İstasyonu ", Liste., T.C. Orman Bakanlığı
76 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
18 - "Yayla Planları Hakkında Bilgi Notu", T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Teknik
Araştırma ve Uygulama Gn. Md.
19 - "Organize Sanayi Bölgeleri - Yatırım Kararı, Yer Seçimi, İmar Planı Hazırlama - Usul
ve Esasları", DPT, Sosyal Planlama Gn. Md., 1992.
21 - "İmar Planlarının Düzenlenmesi İle İlgili Teknik Şartname", İller Bankası Genel
Müdürlüğü, 1990.
22 - "Bir Model Önerisi: Karma Anonim Şirket", "İskenderun Körfezi Çevre Yönetim
Projesi", A. Ü. Siyasal Bilgiler Fak., T.C. Çevre Bakanlığı, 1992, sayfa 86 - 93.
77 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
EKLER
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Kızılot Bölgesi
Kızılot Batı Kumsalı 36.44/31.29 - 36.42/31.34
Kızılot Doğu Kumsalı 36.42/31.34 - 36.40/31.39
81 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
EK 2.
82 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
Barselona Sözleşmesi’ne taraf ülkelerin Eylül 1985’te yaptıkları toplantıda kabul ettikleri
“Cenova Deklerasyonu” gereği seçilmiş ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından
yayımlanmış olan Akdeniz’de Ortak Öneme Sahip 100 Kıyısal Tarihi Sit listesinde yeralanlar:
1. ANTALYA 1, 4
2. ASPENDOS 1, 4, 5
3. BURSA 1, 4
4. DİDYMA 1, 4, 5
5. EPHESUS 1, 2, 5
6. FETHİYE-ÖLÜDENİZ 1, 4 (Kültürel/Doğal Sit)
7. HALİKARNASOS 1, 5
8. İSTANBUL 1, 2, 3, 5
9. KAUNOS 1, 4, 5
10. KEKOVA 1, 4 (Kültürel/Doğal Sit)
11. KNİDOS 1, 4, 5
12. MİLETOS 1, 4, 5
13. BERGAMON 1, 2, 5
14. PHASELİS 1, 4, 5
15. PRİENE 1, 4, 5
16. TROY 1, 4
17. XANTHOS 1, 4
83 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf
Ulusal Çevre Eylem Planı: Arazi Kullanımı ve Kıyı Alanlarının Yönetimi
84 http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/arazikul.pdf