Sie sind auf Seite 1von 102

BİRİNCİ GÖREV OKULU

ATATÜRKÇÜ ÖĞRETİ DERSLERİ


(İlk Düzey)

Cihan Dura
2016
İÇİNDEKİLER
Önsöz 2
Giriş Dersi: Atatürkçü Öğretinin Genel Yapısı 4
Milliyetçilik İlkesi 8
Millî Egemenlik İlkesi 19
Tam Bağımsızlık İlkesi 29
Halkçılık İlkesi 43
Cumhuriyetçilik İlkesi 55
Devletçilik İlkesi 68
Diğer Dört İlke 96

Ek: Atatürkçüler Ne Yapmalı 98

1
ÖNSÖZ
Birinci Görev Okulu (1.GO) Atatürkçü Düşünce’yi en doğru şekilde öğretmek ve
öğrenmek, bu bilgiyi kullanmak, Atatürkçülere ortak bir düşünme zemini oluşturma
amacıyla kurulmuştur. Üyelerine belli bir yol tavsiye eder, bu yolu açıklar ve sürekli
olarak geliştirir.
Biliyoruz ki, insan yalnız kendisi için yaşamaz. Vatanı için de, milleti için de yaşar.
Ahlak da, din de bunu gerektirir. Öyleyse her birimizin, vatanımız için, milletimiz
için yapacağı hizmetler vardır. Sırf konuşma ve yazıp çizmeyi, eleştirmeyi,
kötülemeyi, çekiştirmeyi, kınamayı, yakınmayı bırakıp iş yapmalıyız, ortaya somut
eserler koymalıyız; bir araya gelerek her bakımdan güçlendiğimizi hissetmeliyiz,
sonra güçlü olduğumuzu iş ve eserlerimizle göstermeliyiz.
** * **
Burada yapacağınız hizmet basittir, sadece Atatürkçülüğü yeni baştan, bu kitaptan
doğru ve sistemli olarak öğrenmektir. Bunu çeşitli şekillerde gerçekleştirebiliriz:
1- Bireysel öğrenme (kendi kendine öğrenme) : Kişi tek başına çalışır, öğrenir.
2- Aile içi öğrenme: Aile üyeleri bir araya gelir. Bir sohbet havası içinde veya ders
yaparak öğrenir.
3- Arkadaş ekibi oluşturma: Birkaç arkadaş bir araya gelir, birlikte öğrenir.
4- Öğretici faaliyeti: Konuları iyi bilen biri kurs açar, evinde veya uygun bir yerde
ders verir; sohbet eder.
5- Dernek veya benzeri bir kuruluşta öğrenme: Herhangi bir dernek, 1.GO derslerini
kendi bünyesinde bir eğitim faaliyeti olarak uygulayabilir.
6- Öğretmen faaliyeti: Öğretmenler, öğrencilerine anlatır, konu konu işler. (Tarih
derslerinde, Üniversitelerde “İnkılap” derslerinde…)
7- Medyada: 1.GO dersleri basında, Internet sitelerinde kısım kısım yayınlanabilir.
8- Sosyal medyada, benzeri ortamlarda 1.GO tanıtımı yapılabilir, teşvik edilir.
Yukarda saydığım işlerin tamamı birer 1. Görev Ekibi faaliyeti olarak kabul
edilebilir.
** * **
Ekipler millî bir amaca, vatan ve millete hizmete yönelik gruplardır. İki kişi… üç
kişi, daha fazla kişi bir araya gelir. Bir “ekip” kurar: “Birinci Görev ekibi”
veya Birinci Görev sınıfı” adını verebiliriz buna.

2
Ekipler uygun bir yerde, evde, dernekte, bir kurumda haftada bir, iki kez düzenli
olarak toplanır, Atatürkçü Düşünce’yi öğrenir, öğretir. Kendilerini Atatürkçü
Düşünce hakkında bilinçlenecek, sorunları ve çözüm yollarını öğrenip bulacak, günü
gelince yasal çerçevede sorumluluk yüklenecek şekilde yetiştirirler.
Milliyetçilik, Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık başta olmak üzere Atatürkçü
düşüncenin temel ilke ve kavramlarını, birlikte, daha yakından tanırlar, iyice
öğrenip sindirir, bilinçlenirler.
Atatürkçü öğretiyi aslında çok eksik, bazen yanlış olarak biliyoruz. Aile içinde,
çeşitli kurum ve arkadaşlık ortamlarında oluşan Birinci Görev toplantıları sayesinde
mevcut bilgilerimiz tamamlanacak, düzeltilecek, doğru hale getirilecektir.
Bugün Atatürkçülerin en büyük sorunu bir araya gelip birlik oluşturmadaki
başarısızlıklarıdır. Şunu akıldan çıkarmamalı ki, Atatürkçüler ancak ortak fikir,
ortak duygu, ortak eylem sahibi olurlarsa birlik olabilirler! Demek ki, işin başında
ortak fikir gelmektedir. Ortak fikir ise ortak bir öğreti ile mümkündür. Başka bir
deyişle ortak fikir ancak ortak bir öğreti içinde düşünülür, muhakeme edilir,
değerlendirilir, konuşulursa gerçekleşir. İşte bu derslerin asıl büyük faydası bu
noktada kendini gösterecektir: Atatürkçüler bu dersler sayesinde ortak bir düşünme
ve tartışma, ardından ortak bir duygu ve iş yapma zeminine kavuşacaklardır.
** * **
Birinci Görev ekibi girişimi, bir örgütlenme değildir; bir aydınlanma, bir bilgilenme
ve bilgiyi yayma faaliyetidir. Zaten mevcut olan veya yeni kurulan sosyal bağların,
bir parça da Atatürkçülük ve vatan hizmetinde kullanılması girişimidir. “Birinci
Görev Ekipleri” bir okulun birer küçük sınıfı gibidir: Orada yalnız bilgi ve öğrenme
vardır, Atatürk yolunda, vatan hizmetinde karşılıklı öğretme vardır, yetişme ve
olgunlaşma; cehaleti, üzerine bilgiyi yayarak yok etme vardır.
Birinci Görev ekiplerinin, Milliyetçilik, Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık, Halkçılık,
Cumhuriyetçilik ve Devletçilikle ilgili olarak uygulayacağı programı, kullanabileceği
dokümanları bu kitapta bulacaksınız. Bunlara, yazımları tamamlanıp zamanı
geldikçe, Devrimcilik, Laiklik, Bilimcilik ve Sosyal Ahlak ilkeleriyle ilgili ders
içeriklerini de ekleyeceğim.
Şunu da ilave edeyim ki, bu dersler başlangıç düzeyinde olan derslerdir. Asıl ve çok
daha geniş ve ayrıntılı olan, bir üst düzeydeki ders içerikleri başlangıç dersleri
tamamlandıktan sonra yayımlanacaktır. Söz konusu üst düzey ders içeriklerini
destekleyici bazı yazılara WEB sitemden ulaşılabilir (Bu yazıların çoğunun
başlıklarında “Atatürk Anlatıyor” ifadesi vardır). Adres şudur: www.cihandura.com
(Kategoriler: Atatürk Yazıları, Birinci Görev Okulu)

Cihan Dura
www.cihandura.com
5. 12. 2016

3
GİRİŞ DERSİ: ATATÜRKÇÜ ÖĞRETİNİN GENEL YAPISI
Atatürkçü Öğreti 4 ilke grubundan oluşur:
Ana ilke, Varoluş ilkeleri, Uygulama ilkeleri, Uyum ve Yöntem ilkeleri.

Atatürk öğretisinin temeli Millet olgusudur. Millet birinci realite, dayanak ve


başlangıçtır. Her şeyden önce üzerinde durulacak, savunulacak ve geliştirilecek
olan, Millettir. Öncelikle öğrenilecek ve korunacak olan, odur.
1) Ana İlke
Bu anlayış milliyetçilik ilkesinde yerini bulur. Birinci ilke budur.
2) Varoluş İlkeleri
Milletin varlığı ve korunması iki koşula bağlıdır: Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık
(M ve T).
3) Uygulama İlkeleri
Bu koşullar (M ve T) üç ilke ile somutlaştırılır, uygulamaya konur, işler hale
getirilir:
-Halkçılık (H) -Cumhuriyetçilik (C) -Devletçilik (D)
Geri kalan dört ilke Uyum ve Yöntem ilkeleridir.
4) Uyum ve Yöntem ilkeleri
-Uyum İlkeleri: Laiklik, Devrimcilik.
-Yöntem ilkeleri: Yukardaki tüm ilkelerden en iyi sonuçların alınabilmesi için,
uygulama sırasında şu iki ilkenin gerekleri daima yerine getirilecektir: Bilimcilik,
Sosyal Ahlak.
**
Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin yapısı, öz olarak budur.
Aşağıda sistemin ayrıntılarına giriyorum.

1) ANA İLKE: MİLLİYETÇİLİK İLKESİ


A) BİRLİK YASASI
Birlik yani bir araya gelme; yaradılışın temel bir kuralıdır.
Bütün oluşum ve varlıklarda ögeler sistemli olarak ve durmaksızın bir araya gelir;
böylece en basitinden en karmaşığına yeni ve daha gelişkin varlıklar ortaya çıkar.

4
Birlik yasasına insanlar da tabidir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Başlangıçtan beri bir arada yaşar. Yaşamını topluca
sürdürür, ihtiyaçlarını topluca karşılar. Oluşturduğu topluluklar giderek büyür,
sayıca artar, aralarında ilişkiler kurulur, zamanla birleşir, daha büyük topluluklar
kurarlar. Kabile ölçeğinden kavim, oradan millet (ulus) ölçeğine, sonunda
uluslararası ölçeğe yükselir.
B) ÖRGÜTLENME VE MİLLET
Toplu yaşam düzen gerektirir. Kurallar konulmasını, bunların uygulanmasını içerir.
Kural koyucular, uygulayıcılar ortaya çıkar. Bu oluşum, topluluğun örgütlenmesi
demektir. Öyle bir zaman gelir ki, örgütlenme devlet şeklini alır.
Bir toplum devlet sahibi olunca, millet adını alır.
Baştan beri esas, bir arada olmaktır; bu “bir arada oluş”, yani birlik; milletin,
dolayısıyla bireylerin yaşam ve gönençlerinin ilk kaynağı ve koşuludur. Dolayısıyla,
var olmak, varlığını sürdürmek ve iyi yaşamak için millet oluşumunu sürdürmek,
korumak ve savunmak, üzerinde titremek esastır; akıl ve mantık gereğidir.
Toplumun bu hali, “ulus-devlet” halidir. Milletçe yaşamak, haklarını savunmak ve
kalıcı olmak için, bugünün koşullarında tek yöntem budur, başkası yoktur.
Bu gereklilik Milliyetçilik ilkesinde ifadesini bulur.
Milleti Milliyetçilik İlkesi ile tanır ve tanımlarız; niteliklerini, koşullarını, muhafaza
yollarını öğreniriz.
2) VAROLUŞ İLKELERİ
A) YÖNETİM VE YOZLAŞMA
Devlet olunca, artık bazı kişiler başa geçecek, milleti yönetecektir.
Yönetilmek başlangıçtan beri insan toplumlarının bir ihtiyacıdır. Zamanla birileri bu
alanda kendini gösterir; diğer ihtiyaçlarda olduğu gibi: Birileri çiftçi, inşaatçı,
öğretmen, mühendis,… olurken; birileri de yönetici olur, bunu sürekli bir uğraş
haline getirirler.
Peki, bu “yönetici” dediğimiz kişiler nasıl ortaya çıkar? Genel olarak, iki şekilde
diyebiliriz:
-Ya kendiliklerinden, kendilerini zorla dayatarak,
-Ya da millet tarafından seçilip görevlendirilme yoluyla...
Başka bir deyişle ya zorbalıkla, ya da milletin uygun görüp seçmesiyle yönetici
konumuna gelirler.
Ne var ki, yöneticilik birtakım sorunları da beraberinde getirir. Şöyle ki:
Millet içinde yeni bir sınıf oluşur: Baş yönetici, alt yöneticiler, daha alt
yöneticiler,… ortaya çıkar. Teşkilatlanma başlar ve artar, genişlik ve derinlik
kazanır.
Yönetim demek güç, kuvvet demektir. Çok büyük kaynaklar yöneticinin ve
çevresinin kontrolü altına girer. Mevcut yetkiler pekişir, yeni yetkiler elde edilir.

5
Yönetici mitleşir, ihtişam ve erişilmezlik kazanır. Yöneticinin milletle arasındaki
mesafe açılır. Hatta, bazen insanüstü görülmeye bile başlar.
Ellerine büyük kaynaklar ve güç geçince yönetici sınıf kendi tutku ve çıkarlarını
kollamaya meyleder. Millet sömürülür; baş yönetici ve onun altındakiler, hepsi
katılır bu sömürüye. Bu süreç hemen bütün toplumlarda görülmüştür, görülüyor.
Yönetici sınıf koşullar gerektirince iç ve dış sermaye sınıfı ile ittifak kurmuş, çoğu
zaman onların emrine girmiştir. Hatta onların onayı ve desteğiyle iktidar olmuştur.
Bugün de öyledir.
B) BU OLUMSUZ GELİŞME NASIL ÖNLENEBİLİR?
İleri sürülen bir çözüm, yöneticilerin “millet tarafından seçilmesi”dir. Bu takdirde
yönetimin yozlaşması; bazı koşullar yerine getirilirse, önemli ölçüde önlenebilir.
Bununla birlikte, devletin ve milletin varlık ve bütünlüğüne, devamlılığına yönelik
iç ve dış kaynaklı tehlikeler tamamen ortadan kalkmış olmayacak, var olmaya
devam edecektir. Bunlar Atatürk’ün Nutuk’ta “iç ve dış bedhahlar” olarak andığı
düşmanlar ve onların tasallut ve saldırılarıdır. Bu saldırılara karşı çare ise, varoluş
ilkelerini en sıkı şekilde uygulamaktır:
-Millî Egemenlik: Millet içerde bütün kararlarını kendisi alır.
-Tam Bağımsızlık: Millet dışa karşı bütün kararlarını kendisi alır.
Bu iki ilkenin gerekleri ne derecede yerine getirilirse, devlet ve milletin varlığının
dokunulmazlığı, devamlılığı ve gelişip kökleşmesi de o derecede garanti altına
alınmış olur.
Ancak varoluş ilkelerinin gerekleri ve işlevleri de kendiliğinden sağlanamaz.
3) UYGULAMA İLKELERİ
Peki, varoluş ilkelerinin işlemesi nasıl sağlanacaktır?
Varoluş ilkeleri (M ve T) soyuttur. Onları şu üç uygulama ilkesi ile somutlaştırır,
gerçekleştiririz:

-Halkçılık İlkesi (H)

-Cumhuriyetçilik İlkesi (C)

-Devletçilik İlkesi (D)

H: Milliyetçiliğin, C: Millî Egemenliğin ete kemiğe bürünmesidir, uygulamaya


konulmasıdır. D: İhtiyaçların karşılanması, güçlü bir ekonomi, Tam Bağımsızlığın
güvence altına alınmasıdır.

HALKÇILIK Milliyetçilik ilkesini sağlamlaştırır. Halk, milletin somut halidir; gözle


görülür, elle tutulur halidir. Onu bu ilke çerçevesinde düşünüp davranarak
tanıyabiliriz.
CUMHURİYETÇİLİK Millî Egemenliği somutlaştırır. Millî Egemenliğin ete kemiğe
bürünmesidir. Bütün ülkeyi kaplamış, dal dal ayrılan dev bir örgüt olarak karşımıza

6
çıkar. Tam Bağımsızlığı destekler. Eğer Millî Egemenliği ruha benzetirsek,
Cumhuriyet o ruhun bedenidir.
DEVLETÇİLİK: Güçlü, kendine yeterliliği yüksek bir ekonomi yaratır. Tam Bağımsızlık
ancak güçlü ve ulusal bir ekonomi ile mümkündür.
4) UYUM VE YÖNTEM İLKELERİ
Geri kalan dört ilke Uyum ve Yöntem ilkeleridir. İlk 6 ilkenin nasıl, hangi
yollardan gidilerek uygulanacağını gösterir.
a) Uyum ilkeleri
Türkiye çağa uyum sağlayamamış bir ülkedir. Bu özelliği şu iki ilkenin uygulanmasını
gerektirir: Devrimcilik, Laiklik. (Dm ,L),

-Kalıplaşmayacağız, zamana ve değişime uyacağız, Devrimcilik: Dm

- Din gereğidir diye geçmişe ve geleneklere bağlı kalınamaz, Laiklik (L). Laiklik
Millet hayatında aklı ve doğru bilgiyi öne çıkarır, etkin kılar.
b) Yöntem ilkeleri
Yukardaki tüm ilkeler uygulanırken, iki ilkenin gerekleri daima yerine getirilecektir.
Ancak bu takdirde tüm ilkelerin mükemmel şekilde uygulanabilecek, en iyi sonuçlar
sağlanabilecektir. Bu ilkeler şunlardır: Bilimcilik, Sosyal Ahlak (B, A).

-Bilimin (B) kural ve verilerine uyacağız.

-Bütün ilkelerin anlayış ve somutlaştırılmasında ahlaki esaslara uyacağız. Bilimsel


kuralları insanileştireceğiz, Ahlak: A.

Atatürk Öğretisi’nin 10 ilkeden oluşan mimarisi, bu yukarda açıkladığım şekildedir.


Aşağıda şematik olarak sunuyorum.

1 2
ANA İLKE VAR OLUŞ İLKELERİ
-Milliyetçilik -Millî Egemenlik
-Tam Bağımsızlık
3 4
UYGULAMA İLKELERİ UYUM VE YÖNTEM İLKELERİ
-Halkçılık -Devrimcilik
-Cumhuriyetçilik -Laiklik
-Devletçilik *
-Bilimcilik
-Ahlak

7
BİRİNCİ DERS: MİLLİYETÇİLİK İLKESİ
Atatürk öğretisinin temeli Millet olgusudur. Millet birinci realite, dayanak ve
başlangıçtır. Her şeyden önce üzerinde durulacak, savunulacak ve geliştirilecek
olan, Millettir. Öncelikle öğrenilecek ve korunacak olan, odur. Bu
anlayış milliyetçilik ilkesinde yerini bulur. Milliyetçilik ana ve birinci ilkedir.
Milliyetçilik ilkesi aşağıdaki sekiz alt konuyu kapsar.
I. Konu: Milliyetçiliğin Tanımı ve Önemi
2. Konu: Milliyetçiliğin İki Temel Özelliği
3. Konu: Milliyetçiliğin Diğer Özellikleri
4. Konu: Millet Kavramı
5.Konu: Türk Milleti
6.Konu: Ulusal Bilinç
7. Konu: Millî Birlik
8. Konu: Millî Birliğimizi Nasıl Güçlendirebiliriz?
**

1. KONU: MİLLİYETÇİLİĞİN TANIMI VE ÖNEMİ


Atatürk Türk milliyetçiliğini şöyle tanımlar: “Türk milliyetçiliği Türk
toplumunun kendine özgü karakterini ve bağımsız kimliğini korumak
demektir. Ancak aynı zamanda ilerleme ve gelişme yolunda, bütün çağdaş
uluslarla uyum içinde yürümek demektir.”
Toparlarsak, Türk ulusu bir yandan çağdaşlaşırken, bir yandan da kendi
varlığını ve benliğini koruyacaktır. Öz bir deyişle, tarihsel köklerinden
çağdaş uygarlığa yükselecektir.
Milliyetçilik bir topluma başlı başına kuvvet ve sağlamlık kazandırır, hayat
yeteneğini genişletir. Bir toplumun bireyleri bu konuda cahilse, gaflet
içindeyse o toplum çürümeye, dağılmaya mahkûmdur.
Atatürk milliyetçiliği aynı topraklar üzerinde benzer koşulları paylaşan
insanların, dışa karşı korunma ve dayanışma gereksinmelerini karşılayan
bir ideolojidir.
8
Ancak milliyetçiliğin düşmanları da vardır. Atatürk’ün dediği gibi, “millet
idealini yok etmeye çalışan görüşler ileri sürülmüştür. Ancak bunlardan
hiçbirinin uygulanması mümkün olmamıştır. Milliyet duygusu yok
edilememiş, kuvvetle yaşamıştır.”
Milliyet duygusuna yönelik saldırılar günümüzde de geçerlidir. Bu saldırı
küreselleşme aldatısı çerçevesinde, küresel şirketler tarafından, onların
hizmetlisi Batı hükümetleri tarafından gerçekleştiriliyor. Çünkü refah ve
zenginliklerini sürdürmelerinin önündeki tek engel olarak milliyetçiliği,
“ulus devlet”leri görüyorlar. Çünkü dünyaya dayattıkları neoliberal
politikalara (serbest ticaret, borçlandırma, özelleştirme, yabancı
sermaye,…) karşı direnişi ancak ulus-devletler gösterecektir.

Sorular:
1) Atatürk, Türk milliyetçiliğini nasıl tanımlamıştır?
2) Milliyetçilik bir topluma hangi faydaları sağlar?
3) Bir toplum milliyetçilik konusunda cahilse, bunun sonucu nedir?
4) Günümüzde milliyetçiliğe saldırılar kimler tarafından, neden yapılıyor?

2. KONU: MİLLİYETÇİLİĞİN İKİ TEMEL ÖZELLİĞİ


Türk milliyetçiliğinin başta gelen iki özelliği şunlardır: Bir…,Türk
milliyetçiliği bir kültür milliyetçiliğidir; iki…, Türk milliyetçiliği anti-
emperyalisttir.
a) Kültür Milliyetçiliği
1) Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı bir ''kültür milliyetçiliği''dir. Ülkemizde
bin yılda oluşmuş bir kültür ortaklığı üzerinde inşa edilmiştir. Amacı, bu
topraklar üzerinde yaşayan insanlar arasında bir “biz” duygusu, bir
dayanışma duygusu yaratmaktır. Büyük küçük yirmiyi aşkın etnik kökenden
gelen yurttaşlardan çağdaş bir toplum yaratmaktır.
Atatürk milliyetçiliği aşiret düzenini aşar; etnik, yöresel, inançsal
ayrımların ötesine geçer. Irkçılıktan uzaklaşır, birleştirici olur.
2) Atatürk ulusçuluğu, “Türk” sözcüğüne iki anlam yükler; biri “üst
kimlik”tir; yani ona, herhangi bir soy ya da “etnik” anlamı yüklemez.
Atatürk ulusçuluğu her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını “Türk” kabul
eder.

9
Farklı köken sahiplerini ve kendini Türk sayanları ortak bir kimlik
yaratmaya, yeni bir ulus yaratmaya çağırır. Bu kimlik, bin yıllık bir kültür
alaşımı üzerinde yükselmektedir.
Gelişkin bir madde, nasıl elementlerine ayrıldığı anda yok olursa, farklı
kökenliler ayrılık güderse; üst kimlik, yani ulus da darmadağın
olur. Atatürk’ün “dış ve iç düşmanlar” olarak tanımladığı güçler, ne yazık
ki günümüzde bu ayrışmayı gerçekleştirmek için büyük çaba gösteriyorlar.
3) Böyle olunca, “Türk” sözcüğünün iki anlamını şöyle tanımlayabiliriz:
- Soy anlamı: Tarihte Asya içlerinden Batı’ya göç ederken, bir bölümü
Anadolu’ya yerleşmiş, orayı, devletler kurarak kendine vatan yapmış bir
kavim, bu kavimin üyesi.
- Üst kimlik anlamı: Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının adı,
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes.
Günümüzde, Türkiye’yi neredeyse bölünme noktasına getiren “etnik
sorun” açısından ifade edersek, çözüm “x asıllı Türk” ifadesinde kendini
gösterecektir. Bu ifade ile, ilgili kişi:
-“x asıllı” terimini kullanarak, etnik kökenini;
-“Türk” terimini kullanarak da “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olduğunu
belirtmiş olur.
b) Türk Milliyetçiliği Anti-Emperyalisttir
Türk Milliyetçiliği bir mazlum milletler milliyetçiliğidir; dolayısıyla anti-
emperyalisttir, sömürgeciliğe şiddetle karşıdır.
Bir Türk Milliyetçisi yabancı güçlere karşı devletimizin tam bağımsızlığını,
hak ve çıkarlarını her zaman, her yerde ödünsüz olarak savunur.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni bir ulus-devlet olarak kurmuştur. Türk
Milliyetçiliği Emperyalizm’e karşıdır, karşı olmak zorundadır. Çünkü bizzat
Emperyalizm ona karşıdır, onu yok etmeye çalışmaktadır. Günümüzde
Emperyalizm, bunun küresel unsurları ulus-ötesi şirketler ulus-devlete
karşıdır.
Bir an bile aklımızdan çıkarmayalım: Ulusal benliğini bulmayan
milletler, başka milletlerin avı olur.

Sorular:
1) Türk milliyetçiliğinin iki temel özelliği hangileridir?
2) Atatürk milliyetçiliğinin amacı nedir?
3) Türk milliyetçiliğinin "anti-emperyalist" olması ne demektir, açıklayınız?

10
4) Türk milliyetçiliği neden emperyalizme karşı olmak zorundadır?
5) Ulusal benliğini bulmayan milletler, neden başka milletlerin avı olur?

3. KONU: MİLLİYETÇİLİĞİN DİĞER ÖZELLİKLERİ


Atatürk milliyetçiliği bilimseldir, insancıl ve barışçıdır. Çağdaştır, taklitçi
değildir. Bencil değildir, içe kapanmaz.
a- Türk Milliyetçiliği bilimseldir; bilimsel yöntemlere, pozitif bilimlere
dayanır. Gerçekçidir, bizi gerçekleri görmeye çağırır. Bu gerçeklerden
biri; tarihimizin olumlu, olumsuz her türlü yönünün olabileceğidir. Diğeri,
“Araplaştırılmış” bir İslâm kimliği içinde fark etmez duruma
düşürüldüğümüz “ulusal benliğimiz”dir.
b- Türk milliyetçiliği insancıl ve barışçıdır. İnsancıllığı temel alır; soy, dil,
din farklılıklarına saygılıdır. Başka ulusları hor görmez. Türk ulusunun
gönencini, bütün dünya uluslarının gönenci ile birlikte düşünür. Yurtta ve
dünyada barışı gözetir, asla saldırgan değildir, Milleti, olmayacak emeller
ardında serüvene sürüklemez.
c- Atatürk’ün milliyetçiliği çağdaştır, ancak taklitçi değildir. ''geçmiş''e
değil ''çağdaş'' olana ve ''gelecek''e dönüktür. Türkiye çağdaş dünyada
yerini almalıdır, ancak kendi benliğiyle ve kendi kimliğiyle!... Başka
toplumların deneyimlerinden yararlanmalıdır, ancak “taklit”ten
kaçınmalıdır.
d) Türk milliyetçiliği bencil değildir, gururlu bir milliyetçilik değildir. İçe
kapanmaz. Dış politikada diğer ulusların hukukuna saygılıdır. Bizimle
işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyar. Kendi milletimizin varlığı ve
mutluluğu için ne istiyorsak, onlar için de aynısını isteriz. Ancak
hakkımızı, hayatımızı, ülkemizi, namusumuzu savunuruz.

Sorular:
1) Türk Milliyetçiliğinin diğer özelliklerini sayınız.
2) Türk milliyetçiliğinin "bilimsel" olması ne demektir?
3) Diğer uluslara saygı,Türk milliyetçiliğinin hangi özelliğini ifade eder?
4) Türk milliyetçiliğinin çağdaş olma özelliğini açıklayınız.
5) "İçe kapanma" ne demektir? Bir milletin, kendi içine kapanması sakıncalı mıdır,
neden?

11
4. KONU: MİLLET KAVRAMI
Millet kısaca aynı kültürden olan insanların oluşturduğu bir toplumdur.
Aynı kültürden kasıt, “millî kültür”dür.
Bir milleti oluşturan temel ögeler; ortak tarih, o tarihin ürünü olan
ortak dil ve sonuç olarak ortak kültürdür. Daha geniş bir tanımla, millet
birbirine dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan yurttaşların oluşturduğu
siyasal bir topluluktur.
“Millet” kavramını, “kavim” ve “devlet” kavramlarıyla karıştırmamak
gerekir.
Millet denince siyasi bir topluluk kast edilir; kavim sözcüğü ise her şeyden
önce kökeni ve soyu hatırlatır. “Millet” ve “devlet” kavramları da bir
değildir. Devlet milletin ancak bir teşkilat unsurudur, şekillenmesidir.
Millet, yasalarını devlet eliyle uygular, savunmasını devlet eliyle yapar.
Bir Milleti meydana getiren başka unsurlar da vardır.
Birbirinden farklı olan kavimler de bir millet oluşturabilir.
Bu kavimlerin insanlarını ancak iki unsur birleştirebilir:
-Biri, “zengin bir hatıralar mirası”na sahip olmak,
-Diğeri, “birlikte yaşamak hususundaki arzu ve rıza” ile “sahip olunan
mirasın muhafazasına devam hususundaki irade”dir.
Buna göre milletin diğer ve işlevsel bir tanımını şöyle yapabiliriz: Zengin
bir hatıralar mirasına sahip bulunan, birlikte yaşamak hususunda ortak
arzu ve uzlaşmada içtenlikli olan, sahip olunan mirasın korunmasına
birlikte devam hususunda iradeleri ortak olan insanların bir araya gelip
birleşmesinden meydana gelen topluma millet denir.

Sorular:
1) Bir milleti oluşturan temel ögeler hangileridir?
2) Millet, kavim ve devlet kavramlarının farkları nelerdir?
3) Birkaç kavim hangi unsurlar sayesinde bir araya gelip bir millet oluşturabilir?
4) Kavimlerin oluşturduğu milleti nasıl tanımlayabiliriz?

12
5. KONU: TÜRK MİLLETİ
Atatürk millet (ulus) konusunda hiçbir zaman ırkçı bir yaklaşım içinde
olmamıştır. Onun millet anlayışı üç unsur üzerine kuruludur: Ortak tarih,
ortak dil ve ortak kültür. Türk, Kürt, Laz, Çerkez,… bu topraklar üzerinde
yaşayan herkesin bir bütün oluşturduğu anlayışından hareket etmiştir. İrili
ufaklı birkaç soyun karmaşığı olan bir kültürel bütündür Anadolu insanı. Ve
biz Türkiye ile kendimizi sınırlayarak, Türk milleti dediğimiz zaman bunu
anlıyoruz.
Atatürk’e göre: Türk milletini oluşturan insanların tarihleri birdir, dili
Türkçedir. Türk milleti birbirine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu,
yazgı ve çıkarları ortak bir toplumdur.
Atatürk’ün son derecede birleştirici bir millet tanımı daha vardır ki, o da
şöyledir:” Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti
denir.”
Dünyada hiçbir millet yoktur ki, büyük veya küçük saldırı ve zulümlere,
darbelere maruz kalmamış olsun. Bunlar iki sonuca yol açmıştır:
-Birincisi, söz konusu darbeler milletin benliğini ve varlığını mahvetmiştir.
-İkincisi, bu darbeler mevcut şekli yıksa bile, asli unsuru yok edememiştir.
Böyle darbelere maruz kalan bir ülkede ikinci sonucun meydana
gelebilmesi için, o ülkenin barındırdığı milletin çok kuvvetli olması
lazımdır. Türk milleti böyledir. Türk milleti maruz kaldığı darbeler
karşısında varlığını hep muhafaza etmiştir.
Türklerin her şeye rağmen, bütün devirlerde ulusal dayanışma ve
bağlılıklarının korunmuş olmalarında, hemen hemen devamlı savaş halinde
bulunmalarının da etkisi olmuştur. Savaş da kavimlerin birleşmesinde
kuvvetli bir etkendir ki, o da ortak tarihin bir unsurudur.

Sorular:
1) Atatürk'ün millet anlayışı hangi üç unsur üzerinde kuruludur?
2) Atatürk'ün "son derecede birleştirici" olan millet tanımı hangisidir?
3) Milletlerin uğradığı saldırı ve zulümler hangi iki sonuca yol açmıştır?
4) Savaşın Türkler üzerindeki etkisi nasıl olmuştur?

13
6. KONU: ULUSAL BİLİNÇ
Atatürk’ün üzerinde sıklıkla durduğu sorunlarımızdan biri de toplumdaki
ulusal bilinç eksikliğidir, “ulusal bilinç” sorunudur.
Bir toplumda ulusal bilincin oluşmasının ilk gereği; milletin kendini
tanıması, bu yoldan yürüyerek ulusal benliğini bulmasıdır. Atatürk, Türk
milletini kendi özünü tanımaktan alıkoyan engellerin üzerine yürümüş,
onları olabildiğince yıkmış, yok etmiştir. Geçmişte Arap kültürü, Türk
ulusal bilincinin gelişmemesinde başlıca rolü oynamıştır. Zamanla bu
etkiye bir diğer faktör eklenmiştir: O da Avrupa ulusları karşısında,
Tanzimat’la başlayan aşağılık duygusudur.
Türk Milleti içine düşürüldüğü bu hâkir durumdan nasıl kurtulacaktı? Tek
bir yolu vardı bunun: Ona ulusal bilinç aşılamak, bu bilinci sürekli
geliştirmek... Atatürk işte bu gerçeği görmüş çözümü için harekete
geçmiştir. Türk ulusunun bir üyesi olmaktan gurur ve övünç duymuştur.
Türk ulusunu Avrupalı emperyalistler karşısındaki aşağılık kompleksinden
kurtarmış, Arap etkisinden önemli ölçüde uzaklaştırmıştır.
Milletimiz ulusal benliğini fark etmeye başlaması Atatürk sayesinde
olmuştur. Atatürk Türk milletinin bilinçlenmesine çok büyük önem vermiş,
bu amaçla bizzat kendisi incelemeler yapmış, bilimsel araştırmalar
yaptırmış, kurumlar kurdurmuştur.
Günümüze bakarsak, ulusal bilinç bakımından ülkemizin görünümü hiç de
iç açıcı değildir. Atatürk’ün aramızdan ayrılışından hemen sonra geri
dönüşler başlamış, ihanetler görülmüş, bunlar günümüzde doruk noktasına
ulaşmıştır. Öyle ki, bugün Türkiye’de Türk ulusal bilincine karşı bir savaş
açılmıştır desek, doğruyu söylemiş oluruz.
Bu, neden böyle olmuştur? Başlıca iki kaynaktan dolayı: Birincisi,
Emperyalizm canavarının sinsi çalışmaları; ikincisi, bu canavarın
aramızdaki ortakları... Kısacası, Nutuk’ta bizi uyardığı iç ve dış
düşmanlar… Bugün bütün yurdu kaplamış bulunan Emperyalizm destekli
ümmetçilik propagandası her yerde eyleme geçmiş bulunuyor.
Peki, Atatürkçüler bu saldırıya karşı ne yapmalı? Yurttaşlarımızda ulusal
bilincin zayıflamaması, daha pekiştirilmesi, geliştirilmesi için nasıl bir yol
izlemelidir?
-Laiklik kesinlikle korunmalıdır. Çünkü Laiklik, Türklük bilincinin
kökleşmesinin birinci teminatıdır.
-İkinci olarak, milletimizi iyi tanımak gerekir. Onun ruhu, tarihi, sanatı,
gelenekleri gözlemlenmeli, doğru, sağlam bir bakışla görmeli, yazılmalı,
anlatılmalıdır.

14
-Ulus bireylerinde, özellikle gençlerde millî bir karakter yaratmak
gerekir.
-Çocuklarımızı ve gençleri yetiştirirken, onlara özellikle kendi hakları ile,
varlık ve birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele gereği
aşılanmalıdır. Ulusal fikirleri büyük bir olgunlukla ve mukabil düşünceye
karşı şiddetle ve özveriyle savunma zorunluluğu telkin edilmelidir.
-Milletimize gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü biliminden,
bütün buluşlarından, ilerlemelerinden faydalanmalıdır, ancak asıl temeli
içimizden çıkarmalıdır.
- Çocuklarımıza, gençlerimize öyle bir millî bilinç aşılamalıyız ki, Türk
olmaktan gurur duymalılar.

Sorular:
1) Geçmişte Türk ulusal bilincinin gelişmemesinde hangi iki faktör etkili olmuştur?
2) Atatürk milletimizin, ulusal benliğini fark etmesi için neler yapmıştır?
3) Ulusal bilinç bakımından günümüzdeki durum nasıldır, neden böyle olmuştur?
4) Ulusal bilincin korunması ve geliştirilmesi için gerekli önlemlerden üçünü
söyleyiniz.
5) Ulusal bilincin varlığı açısından laiklik neden önemlidir?

7. KONU: MİLLÎ BİRLİK


İnsan sosyal bir varlıktır. Doğası itibariyle toplu yaşamaya, hayatı birlikte
sürdürmeye eğilimlidir. Toplum büyüdükçe, birlik olmanın önemi artar; Bu
nitelik “millet” dediğimiz toplumlar için de doğrudur.
Millet birbirine tarih, dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan yurttaşların
oluşturduğu siyasal bir topluluktur. Millî Birlik; işte bu “alt birlikler”
diyebileceğimiz tarih, dil, kültür, ülkü birliklerinden doğan bir tür “üst
birlik”tir; denebilir ki, adı geçen alt birliklerin toplamı veya bileşkesidir.
Millî Birlik ne kadar kuvvetli olursa, o kadar iyidir. Ancak değişkendir:
Güçlenebilir, zayıflayabilir; bu nedenle, sürekli ilgi gerektirir.
İnsan dahil, nasıl her canlı bir hayat mücadelesi içindeyse, bir millet de
öyledir: Varlığını sürdürmek için “dışa karşı kendini koruma gereksinimi”
duyar. Bunu da toplu yaşama yoluyla, bunun güçlenmiş şekli olan Millî
Birlik yoluyla sağlar.

15
Millî Birlik bir milletin en değerli varlığı, en büyük gücü, en etkili silahıdır.
Yurttaşların millet bilinci etrafında birbirine bağlanması, birbiriyle
kenetlenmesidir. Millî Birlik; milletin varlığını ve vatanı korumak için,
bütün yurttaşların canlarını ve her şeylerini gerektiği an ortaya koyma
kararlılığıdır!
Millî Birliğin derecesi; halkın büyük olaylar karşısındaki tepkisinin
şiddetinden, milletin varlığına yönelik olumlu veya olumsuz olaylar
(başarılar, felaketler) karşısında sergilediği tepkiden anlaşılır. Millete
yönelik bir tehlike (felaket) karşısında, halkın o tehlikeyi önleme ve
bertaraf etme kararlığıyla maddî ve manevî olarak bir araya gelebilme
yeteneğinde kendini gösterir.
Millî Birlik milleti bir bütün yapar; Atatürk’ün deyişiyle “millet ve biz
yoktur, birlik halinde millet vardır. Biz ayrı, millet ayrı değildir.” Millî
Birlik millet içinde hiçbir bölücü, ayırıcı unsura yer vermez. Tüm
yurttaşları eşit sayar.

Sorular:
1) Millet hangi "alt birlik"lerden oluşur?
2) Millî Birlik neden sürekli ilgi gerektirir?
3) Millî Birlik nedir?
4) Millî Birliğin derecesi nelerden anlaşılır?
5) Milletin bir bütün olması ne demektir?

8. KONU: MİLLÎ BİRLİĞİMİZİ NASIL GÜÇLENDİREBİLİRİZ?


Hepimiz biliyoruz ki, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve bütünlüğü
büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla Millî Birliğimizin üzerinde
yeniden durmak, onu canlandırmak, yeniden güçlendirmek zorundayız.
Peki, nasıl sağlayabiliriz bunu, neler yapabiliriz?
Genel olarak yapılması gereken işler, alınacak önlemler şunlar olabilir:
a) İlk olarak, yurttaşlarda bir ortak tarih bilinci oluşturulmalı, var olan
bilinç güçlendirilmelidir. Bu da eğitim ve öğretimle olur. O halde, millî
tarih öğretimini yaymak gerekir; yalnız okullarda değil her yerde, evlerde,
kışlalarda, dairelerde bu öğretime yönelik faaliyetler yapılmalıdır. Millî
günlere, hatıralara, ulusal değerlere sahip çıkmalı, bu değerler özellikle
çocuklara, gençlere öğretilmeli, benimsetilmelidir.

16
b) Herkes dilini, devletimizin dili olan Türkçe’yi daha iyi öğrenmeye, en
iyi şekilde kullanmaya çalışmalıdır.
Ortak anlaşma dilimizi ne kadar doğru konuşur ve yazarsak, diğer
yurttaşlarımızla o kadar kolay anlaşırız. Bu uyum elbette birliğimizi olumlu
etkiler, güçlendirir.
d) Millî kültürümüzü oluşturan dil, bilim, sanat ve ahlaka ilişkin ögelerin
ön plana çıkması için çaba göstermelidir. Millî kültür işlenerek, uygun
hallerde modernleştirilerek, Batı kültürüyle rekabet edebilir bir duruma
getirilmelidir. Bireylerde millî ahlak bilinci oluşturulmalıdır.
e) Atatürkçü düşünce sistemi Türkiye’de gerçek anlamında bilinmiyor,
öğretilmiyor. Oysa Cumhuriyetimiz bu büyük öğreti üzerinde yükselmiştir.
Atatürkçülük bizim millî ülkümüzü içerir. Dolayısıyla, yurttaşlarımıza,
özellikle de gençlerimize gerçek Atatürkçülüğü anlatmaya yönelik öğretim
kampanyaları başlatılmalıdır. Cumhuriyetimizin dayandığı fikir temelleri
öğretilmeli, buna uygun tutum ve davranışlar benimsetilmelidir.
f) Millî Birliği oluşturucu unsurlar çoğu zaman örgütlenme ister. Bu
bakımdan, bireyler her alanda örgütlenmeye teşvik edilmelidir.
Yurttaşlarımıza örgütlenme eğitimi verilmelidir.
g) Ekonomiye, sanayileşmeye, ekonomik kalkınmaya büyük önem vermek
gerekir. Ülkede kalkınma dengeli olmalıdır. İşsizliğin önlenmesi, başlıca
hedeflerden biri olmalıdır.
Devlet yalnızca Türk milletine hizmet etmeli, hükümetler yalnızca Millî
İrade’nin yerine gelmesi için çalışmalıdır. Politikada millî ahlakın hâkim
olması, gelir dağılımında adalet sağlanması için gayret edilmelidir.
h) Türkiye bugün olağanüstü bir dönemden geçiyor. Devlet ve milletin
bütünlüğü tehlikededir. Halka bir felaketle karşı karşıya bulunduğumuz,
herkesin anlayacağı şekillerde kesintisiz anlatılmalıdır. Bu faaliyet etkili
bir örgütlenme ve geniş çaplı kampanyalar gerektirir.
Genel olarak, büyük bilgilendirme kampanyaları kapsamında halka Millî
Birliğin neden gerekli olduğu, bireye ve topluma sağlayacağı faydalar
kesintisiz olarak, somut örneklerle anlatılmalıdır. Tüm faaliyetlere başta
medya, ilgili kurumların katılımı sağlanmalıdır.

Sorular:
1) Ortak tarih bilincini nasıl güçlendirebiliriz?
2) Cumhuriyetimiz hangi büyük öğreti üzerine kurulmuştur, millî birliğimizi
güçlendirmek için bu alanda neler yapmalıyız?
3) Millî birliği güçlendirmek için ekonomiye neden önem vermeliyiz?

17
4) Büyük bilgilendirme kampanyaları kapsamında neler yapmalıyız?
5) Millî birliğimizi güçlendirmek amacıyla yapmamız gereken işlerden üçünü sayınız.

18
İKİNCİ DERS: MİLLÎ EGEMENLİK İLKESİ
Millî Egemenlik İlkesi varoluş ilkelerinden birincisidir. Milletin içerde bütün
kararlarını serbestçe kendisinin alması demektir.
Milletin varlığı ve korunması, Tam Bağımsızlık İlkesi ile birlikte Millî Egemenlik
İlkesine bağlıdır. Bu iki ilkenin gerekleri ne derecede yerine getirilirse, devlet ve
milletin varlığının dokunulmazlığı, devamlılığı ve gelişip sağlamlaşması da o
derecede garanti altına alınmış olur.
Millî Egemenlik ilkesini aşağıdaki plana göre öğreneceğiz.

1.Konu: İrade Nedir?


2.Konu: Millî İrade Nedir?
3. Konu: Millî İrade Nasıl Gerçekleşir?
4. Konu: Türkiye Örneğinde Millî İrade
5. Konu: Millî Egemenlik Düzeninin Tahrip Edilmesi
6. Konu: Millî Egemenlik: Kaynakları, Tanımı Ve Nitelikleri
7. Konu: Millî İrade Ve Millî Egemenlik Beraberliği
8. Konu: Türkiye'de Durum

1.KONU: İRADE NEDİR?


Millî Egemenliğin ne olduğunu öğrenmek için, önce Millî İrade kavramını
öğrenmemiz gerekir.
Millî İrade Atatürkçü Öğreti’nin temel kavramlarındandır.
Anlama kolaylığı için, önce birey açısından “irade” nedir, bu kavramı
öğrenmeliyiz. Ardından, konuyu millet açsından ele alacağız.
İrade birey açısından, isteme, istek anlamına gelir. Egemenlik ise bu
isteği gerçekleştirme gücüdür.
Bireyin iradesine konu olan istekler ihtiyaçlardan kaynaklanır. İhtiyaçlar
çeşitlidir. Örneğin, “bireysel ihtiyaçlar” vardır, “sosyal ihtiyaçlar” vardır.

19
Bu iki grubun kapsamında ise beslenme, giyinme, barınma, güvenlik,
sevme, sayılma, özgürlük, adalet, prestij,… gibi daha somut ihtiyaçlar yer
alır.
Birey iradesi bir şeyleri isterken, aslında bu ihtiyaçları dile getirir. Ancak
sadece istemekle tatmin sağlanamaz, isteğin yerine gelmesi bir koşula
daha bağlıdır: Yeterli güç, egemenlik!... Demek ki bireyin iradesinin, yine
bireyin sahip olduğu bir kuvvetle, “egemenlik” dediğimiz kuvvetle bir
arada bulunması, onun tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Aksi
halde istek yerine getirilemez.
İki örnek:
-Bir bebek acıkınca ağlar, bağırır, tepinir; ancak isteğini kendisi yerine
getiremez. Çünkü gücü yoktur. Ancak büyüdüğü zaman bu isteğini yerine
getirebilir.
-Yoksul bir işçi lüks bir lokantada yemek yiyemez, çünkü parasal gücü
yoktur. Bunu ancak patronu yapabilir.

Sorular:
1) İrade ve egemenlik kavramlarını tanımlayınız.
2) İsteklerin kaynakları nelerdir?
3) Birey iradesinin gerçekleşmesi için ne gereklidir?
4) Örnekteki bebek, büyüyünce, beslenme isteğini neden kendisi yerine getirebilir?
5) İşçinin lüks bir lokantada kendine yemek ısmarlayabilmesi için ne gereklidir?

2.KONU: MİLLÎ İRADE NEDİR?


İrade ve egemenlik kavramları, bir birey için söz konusu olduğu gibi, bir
topluluk için, bir millet için de söz konusudur. Bu son durumda “Millî
İrade” ve “Millî Egemenlik” dediğimiz kavramları elde ederiz. Bunlar
sırasıyla “millete ait irade”, “millete ait egemenlik” anlamında kullanılır.
Millî İrade bir milletin ortak arzuları, tercih ve eğilimleridir; milleti
oluşturan bireylerin arzularının, emellerinin bileşkesidir.
a-Bu tanımdaki “ortak” sözcüğü “birden fazla kimseyi ilgilendiren”
anlamındadır.
Örnek: Beslenme, barınma-konut, giyim, sağlık, güvenlik,… gibi istekler
birçok insana, hatta bütün insanlara özgü olan, onların her birini

20
ilgilendiren ihtiyaçlardan kaynaklanan ortak arzulardır. Sevme ve sevilme,
ilgi görme, bir gruba üyelik, başarı, prestij gibi sosyal ihtiyaçlardan
kaynaklanan arzular da öyledir. Bunlar da birden fazla insan tarafından
açığa vurulan isteklerdir.
b-“Bileşke” ise, “bir toplumun, bir milletin belli bir anda hissettiği birkaç
ihtiyacın toplam şiddetine eşit olan ihtiyaç durumu” anlamına gelir. Hangi
ihtiyaç güçlü ise öncelik ondadır, diğerleri şiddetlerine göre sıraya girer.
Varsayalım ki toplumun yalnızca iki ihtiyacı var: Beslenme ve özsaygı…
Beslenme arzusu özsaygıdan daha şiddetli hissedilir. Bu takdirde bileşke;
iki ihtiyacın da hissedildiği, ancak beslenme arzusunun özsaygıdan daha
kuvvetli (ağırlıklı) hissedildiği bir ihtiyaç durumu olacaktır. Beslenme
arzusu, özsaygıdan önce gelecek, özsaygı ikinci sıraya yerleşecektir.
Tıpkı birey iradesi gibi, Millî İrade de realite olmak, fiilen gerçekleşmek
ister.
Acaba, bu gerçekleşmenin koşulu nedir?

Sorular:
1) Millî İrade kavramını tanımlayınız.
2) Millî irade tanımında geçen "ortak" sözcüğü ne anlama gelmektedir*
3) Millî irade tanımında geçen "bileşke" sözcüğü ne anlama gelir?
4) Az sayıda insan arasında ortak olan ihtiyaçlara bir örnek veriniz.
5) Varsayalım ki, bir toplumda sadece iki ihtiyaç var: Beslenme ve barınma. Bu
takdirde adı geçen isteklerin bileşkesi nasıl olacaktır?

3. KONU: MİLLÎ İRADE NASIL GERÇEKLEŞİR?


Bundan önceki konuyu şu soruyla bitirmiştim: “Tıpkı birey iradesi gibi,
Millî İrade de realite olmak, fiilen gerçekleşmek ister. Acaba, bunun
koşulu nedir?” Başka bir deyişle Millî İrade’nin fiilen gerçekleşmesinin
koşulu nedir? Konumuz budur.
a) “Millî İrade'nin Gerçekleşmesi” Ne Anlama Gelir?
Önce, “Millî İrade’nin gerçekleşmesi” ne demektir, kısaca açıklayalım.
Millî İrade’nin gerçekleşmesi demek, halkın bütün bireylerinin isteklerinin,
yani ihtiyaçlarının yeterli ölçüde karşılanması demektir. Örneğimize göre,
milleti oluşturan bireyler; yeterli ölçüde beslenebilmekte, elverişli

21
konutlarda oturmakta, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yeterli ölçüde
yararlanabilmektedir. Millî İrade yerine gelmiştir, gelmektedir.
Bu ihtiyaçlardan biri veya birkaçının tatmin edilmemesi, Millî İrade’nin
gerçekleşmemesi anlamına gelir.
b) Millî İrade’nin Gerçekleşmesi Koşulu
Bu koşul şu iki unsuru kapsar:
- Millî İrade, Millî Egemenlik, yani "milletin gücü" tarafından
desteklenecek,
- Millî İrade’yi tatmine yönelik devlet hizmetleri olacak.
Buna göre: Milli İrade’nin gerçekleşmesini ülkedeki kurulu düzen, yani
devlet teşkilatı sağlayacaktır, Ancak bu teşkilatın bütününde egemenlik
yalnızca milletin elinde olacaktır.
Millî İrade’nin gerçekleşmesi koşulu kısaca şudur: Millet; kendi
egemenliğine dayanarak, devlet teşkilatı vasıtasıyla iradesini, yani Millî
İrade’yi yerine getirir. Böylece Millî İrade bir realite olur, gerçekleşmiş
olur.
Örnek veriyorum:
-Bireyin, yani yurttaşın beslenmesi, barınması, giyinmesi,… gerekir. Bunun
için gelir sahibi, bir iş sahibi olmalıdır. Devlet; onlara iş imkânları
açmalıdır.
-Vatandaş fiziki varlığının korunmasını ister. Canı, malı emniyette olsun
ister. Öyleyse devlet ülkede emniyet ve asayiş sağlamalıdır.
-Yurttaş, sağlığı yerinde olsun ister. Ülkede yeterli sağlık hizmetleri
olmalıdır. Yurttaş bu hizmetlerden bir engel olmadan, kolaylıkla
yararlanabilmelidir.
Örnekler artırılabilir.
Bu ve benzeri hizmetlerin bazıları, devletin kontrolü altında özel sektör
tarafından da yerine getirilebilir.

Sorular:
1) Millî İrade’nin gerçekleşmesi ne demektir, açıklayınız.
2) Millî İrade'nin gerçekleşme koşulunun iki unsurunu sayınız.
3) Millî İrade'nin gerçekleşme koşulunu bir cümle ile ifade ediniz.
4) Devletin, yurttaşlarına yeterli iş alanları açmaması ne anlama gelir? Neden?

22
4. KONU: TÜRKİYE ÖRNEĞİNDE MİLLÎ İRADE
Konuyu Türkiye örneğinde ele alalım:
Türk Milletinin sahip olduğu kaynaklar (insan gücü, doğal kaynaklar,
sermaye, teknik bilgi); yine milletin hizmetinde, onun iradesi yönünde,
onun ihtiyaçlarını tatmin istikametinde kullanılmalıdır. Türk milleti;
egemenliğine dayanarak, kurduğu devlet teşkilatı vasıtasıyla kendi
iradesini, Millî İrade’yi yerine getirir.
Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ana görevi şudur: Ulusal
egemenliğin, her zaman, Türk milletinin iradesini yerine getirecek
şekilde kullanılmasını sağlamak.
Bu görevi ifa etmek üzere, devlet -Anayasamızda belirtildiği gibi- üç temel
işleve göre örgütlenmiştir: Yasama, Yürütme, Yargı. Yasama görevini,
Türkiye Büyük Millet Meclisi; Yürütme görevini, cumhurbaşkanı ve
hükümet; Yargı görevini mahkemeler yerine getirir. Bu üç organ yalnızca
tek bir merkezden emir almalıdır: Millî İrade!....
Türk Milleti, egemenliğini, vekâlet yoluyla kullanır. Vekili, bu amaçla
seçtiği kişilerden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Ne var ki,
milletvekilleri, Millî Egemenliği, milletin arzu ettiği yönde, Millî İrade
yönünde kullanmayabilirler.
Cumhurbaşkanı ve hükümetin bütün çalışmaları –bir şahsın, bir grubun
veya bir dış gücün değil- yalnızca milletin ihtiyaçlarının tatmini ile ilgili
olacaktır. Kamu hizmetleri Millî İrade esas alınarak hükümetçe belirlenir
ve yürütülür. Yargı ise bütün kararlarını Millî İrade’nin adalet ihtiyacına
göre alır.
Ne var ki milletvekilleri, cumhurbaşkanı ve hükümetin, mahkemelerin,
Millî Egemenliği, milletin arzu ettiği yönde, Millî İrade yönünde
kullanmaması riski daima mevcuttur.

Sorular:
1) Türk milletinin sahip olduğu kaynaklar nelerdir, bunlar nasıl kullanılmalıdır?
2) Türkiye Cumhuriyeti devletinin ana görevi nedir?
3) Devletimiz, ana görevini yerine getirmek üzere nasıl örgütlenmiştir?
4) Millî İrade her zaman kesin olarak gerçekleşir mi, yoksa her zaman bir risk söz
konusu mudur?

23
5. KONU: MİLLÎ EGEMENLİK DÜZENİNİN TAHRİP EDİLMESİ
Demokrasi rejimini, egemenliğin gerçekten milletin elinde bulunduğu
rejimi, “Milli Egemenlik düzeni” olarak tanımlayabiliriz. Ne var ki, bu
düzenin sürüp gitmesinin garantisi yoktur.
a) İki Düşman
Millî Egemenlik düzeni biri iç kaynaklı (ülkenin içinden gelen), öbürü dış
kaynaklı (yabancı ülkelerden gelen), iki düşman güç tarafından
bozulabilir. Atatürk Gençliğe Hitabesi’nde bunları iç ve dış
bedhahlar olarak adlandırmıştır.
İç ve dış bedhahların (düşmanların) hedefi, acaba neden Millî Egemenlik
düzenidir?
Çünkü her ikisinin de gözü ülkenin ekonomisindedir, kaynaklarında,
stratejik konumundadır. Kendi ihtiyaçlarını tatmin için, servetlerini
artırmak için, ülkenin kaynaklarını olabildiğince ele geçirmek isterler. Bu
da devlet işlerinin, Millî İrade doğrultusunda değil, onun dışındaki, düşman
güçlerin iradelerine uygun olarak yürütülmesini gerektirir. Gerçek hayatta
olan da budur: Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, mahkemeler, kamu
hizmet birimleri; görevlerini yaparken, Millî İrade’ye göre değil, düşman
iradelere uygun olarak hareket edebiliyorlar.
b) Düşman Düzeni
İşte yozlaşmış olan bu ikinci düzene, “ “düşman düzeni” veya “sömürü
düzeni” adını verebiliriz.
“Düşman düzeni”nde Millî İrade bertaraf edilmiş, millet devlet
teşkilatından dışlanmış, ülke sömürgeleştirilmiştir. Geçerli olan; yalnızca
yabancılar, dış güçler ile, -genellikle bir süper güç ile- iç bedhahların,
işbirlikçilerin iradeleridir. Milletin gücü, Millî Egemenlik, dolayısıyla da
ülke kaynakları artık tamamen bu millî olmayan güçlerin iradeleri ve
planları yönünde kullanılmaktadır. Millî irade felç olmuştur.
Böyle bir düzenin çok tehlikeli bir sonucu daha vardır ki, o da Tam
Bağımsızlığın tahrip edilmesi, zamanla yok olmasıdır. Hatırlayalım ki, Tam
Bağımsızlık Millî Egemenlikle birlikte Türkiye Cumhuriyeti'nin iki temel
taşından biridir.

24
Türkiye bugün ne yazık ki, bu durumdadır: Ekonomik kaynaklarımız iç ve
dış düşmanların, yabancıların eline geçmiştir, geçmektedir. Millî Eğitim
milletin hizmetinde olmaktan çıkmıştır. Millî savunma ülküsü terk
edilmiştir.
Peki, nasıl önleyeceğiz bu ölümcül sapmayı?
Atatürkçülükle önleyeceğiz.
Bence, Atatürkçülerin milletimize yapacakları, en önde gelen
hizmetlerinden biri; Millî Egemenlik düzeni için mücadele etmeleridir, bu
düzenin bilincini her insanımıza aşılamak üzere seferber olmalarıdır.

Sorular:
1) Millî Egemenlik düzenini tanımlayınız.
2) İç ve dış düşmanların hedefi neden Millî Egemenlik düzenidir?
3) Düşman düzeninin diğer ikinci tehlikesi nedir?
4) Türkiye'de bugün hangi düzen geçerlidir, Millî Egemenlik düzeni mi, düşman
düzeni mi, neden?
5) Düşman düzenine karşı Atatürkçüler nasıl mücadele etmelidir?

6. KONU: MİLLÎ EGEMENLİK: KAYNAKLARI, TANIMI VE NİTELİKLERİ


“Milli Egemenlik’ Atatürkçü öğretinin temel kavramlarındandır.
Millî Egemenlik bir güçtür, maddî ve mânevi bir kuvvettir.
Bu güç nereden kaynaklanır, nasıl tanımlanabilir, nitelikleri nelerdir?
a) Millî Egemenliğin Kaynakları
Millî Egemenliğin kaynakları dörttür, aşağıda sayıyorum:
-Ülkenin nüfusu (insangücü, ordusu),
-Beyin ve bilim gücü (eğitim düzeyi, kültürel, bilimsel ve teknolojik
birikimi),
-Ekonomik güç (doğal kaynaklar, işgücü, sermaye, üretim),
-Sosyal ahlak düzeyi.
Millî Egemenliği “oluşturucu güçler” adını verebileceğimiz bu dört gücün
bileşimi Millî Egemenliği meydana getirir.
b) Millî Egemenliğin Tanımı
25
Öyleyse Millî Egemenliği şöyle de tanımlayabiliriz: Sayıca insan çokluğu
(nüfus); coğrafya, geniş ve çeşitli doğal kaynaklarla, kültür birikimleri,
ekonomi, düşünce ve duygu hazineleri ile bir araya gelerek muazzam
boyutlarda maddî ve manevî bir güce hayat verir ki, bu güce “Milli
Egemenlik” adı verilir.
Bir millet fizikî, ekonomik, mâlî, kültürel, bilimsel, askerî bakımlardan ne
kadar güçlü ise, Millî Egemenlik de o kadar yüksek düzeyde ve etkili olur.
Örneğin bir halk ne kadar bilimselleşmişse, egemenliği o kadar etkili olur.
Ekonomik bakımdan ne kadar güçlü ise, egemenliğini, kendi iradesi
yönünde o kadar rahat kullanır, kullandırır. Sosyal ahlak ne kadar
yüksekse, milletvekilleri, hükümet üyeleri, memurlar, hâkimler;
görevlerini yaparken o kadar milletin çıkarlarını düşünürler.
c) Millî Egemenliğin Nitelikleri
Ulusal egemenliğin olmazsa olmaz nitelikleri vardır. Atatürk bunları şöyle
sıralamıştır:
-Millî egemenlik birdir.
-Millî egemenlik bir bütündür, bölünemez, parçalara ayrılamaz.
-Ortak kabul etmez.
-Millî egemenlik terk ve iade edilemez, devredilemez, kimseye
bırakılamaz. Tek bir zerresi bile feda edilemez.
İç ve dış düşmanlar; Millî Egemenliği zayıflatmak için, gasp etmek için bu
saydığım niteliklere saldırır, onları ortadan kaldırmaya çalışırlar. Çünkü
ancak o zaman ülke kaynaklarını kendi çıkarları için kullanabilirler.
Sorular:
1) Millî Egemenliğin kaynakları nelerdir, sayınız.
2) Kaynaklarını esas alarak, Millî Egemenliği tanımlayınız.
3) Şunlar Millî Egemenliğin hangi kaynaklarıyla ilgilidir: Eğitim düzeyi, insan gücü.
üretim?
4) Millî Egemenliğin niteliklerini sayınız.
5)Düşmanlar Millî Egemenliği hangi amaçla gasp etmeye çalışırlar?

26
7. KONU: MİLLÎ İRADE VE MİLLÎ EGEMENLİK BERABERLİĞİ
Millî İrade bakımından yaşamsal olan bir koşul vardır ki, o da şudur: Millî
Egemenlik daima Milli İrade ile bir arada olmalıdır, yoksa gerçekleşemez,
somutlaşamaz.
a) Neden Beraberlik?
Milletin varlığının tek güvencesi bu beraberliktir. Neden? Çünkü Millî
Egemenlik kendi elinde değilse, millet; iradesini uygulayamaz, kendi istek
ve ihtiyaçlarını fiilen karşılayamaz. Gelişemez, ilerleyemez, yoksul kalır.
Dış saldırılara açık hâle gelir.
Eğer güç kendi elinde değilse, Millî Egemenlik, bunun insan gücü, bilim ve
teknoloji, üretim gibi kaynakları milletin dışında iç ve dış başka odakların
eline geçmiş demektir. Bu durumda egemenlik, kendisine yabancı
unsurların istek ve emelleri, o odakların refahı ve zenginliği hizmetinde
kullanılıyor demektir.
b) Somut Örnek
Örneğin milletin madenleri var, onları kendi çıkarı, kendi refahı yönünde
kullanmak, işletmek istiyor; bu istek Millî İrade’dir. Ancak işletemiyor,
neden? Çünkü bunu yapmak için güç gerekli, kendisi lehine iş yapacak
yasama erki (Meclis), icra erki (hükümet) gerekli… Bu koşullar yok…,
madenleri yabancılar işletiyor, bu sayede zenginleşiyorlar. Çünkü milletin,
egemenliğini geçici olarak emanet ettiği Meclis, yasaları yabancıların
lehine çıkarmış; hükümet, devlet teşkilatı da onların lehine iş yapıyor.
Milletle ilgisi olmayan bir takım çıkar odakları; büyük gücü, Milli
Egemenliği, kendi lehlerine iş yapar hale getirmişler; bu yoldan
güçleniyor, zenginleşiyorlar.
c) Devletin Önemi
Bir ülkede Milli İrade’nin tüm içeriği ile tecelli etmesi, yani gerçekleşmesi
şartı şudur: Egemenliğin, bütünüyle milletin hizmetinde kullanıldığı bir
devlet teşkilatının var olması... Eğer bu teşkilatta egemenlik; millet değil
de, başka odaklar lehinde, yurt içinde bir şahıs veya grup, dışarıda
yabancı bir devlet veya kuruluş lehinde kullanılıyorsa, egemenlik milletin
elinden alınmış demektir. Dolayısıyla, Millî İrade de lafta kalır, felç olur,
gerçekleşemez.

Sorular:
1) Neden Millî İrade ve Millî Egemenlik beraberliği, Milletin varlığının biricik
güvencesidir?
2) Millî İrade (Mİ) ve Millî Egemenlik (ME) beraberliğinin olmaması, "sosyal ahlak"ın
bozulmasından ileri gelebilir mi, nasıl?

27
3) Mİ ve ME beraberliğinin olmaması, metinde örnek verdiğim madencilikten başka
sektörler, örneğin bankacılık için de söz konusu olabilir mi, nasıl?
4) Bir ülkede Mİ'nin gerçekleşme koşulu nedir?
5) Mİ hangi durumda gerçekleşmez?

8. KONU: TÜRKİYE'DE DURUM


Türkiye’de durum nedir?
Soru şudur: “Türkiye’de Millî Egemenliğin “bölünmezlik ve
devredilmezlik” niteliklerine gereken özen ve saygı gösteriliyor mu?”
Yanıtım kesin bir “hayır” olacaktır. Bu saygısızlığın pek çok sebep ve
örnekleri vardır.
Birincisi, Türkiye’de gerçek demokrasi rejimi yoktur, “lider demokrasisi”
vardır. Kararları tek bir şahıs, onun çevresi; kendi veya dış güçlerin
çıkarlarını gözeterek, almaktadır.
İkincisi, Türkiye’de “sadaka demokrasisi” vardır. Bu durum, halkın siyasal
iradesinin, ipotek altına alınmasını kolaylaştırmaktadır.
Üçüncüsü, kimi emperyalist ülkelerle yapılan anlaşmalar sebebiyle, ulusal
kararlar bu odakların çıkarları yönünde alınmaktadır.
Dördüncüsü, TBMM bazı yasama yetkilerini -üyesi bile olmadığı- Avrupa
Birliği adlı uluslararası kuruluşun organlarına devretmiştir.
Özetle, Türkiye’de Millî Egemenlik kullanılırken, Millî İrade hesaba
katılmıyor. Türkiye’de Milli Egemenlik kâğıt üzerinde millete aittir,
uygulamada ise iç ve dış Millî İrade düşmanlarına…
Oysa, egemenliğin millete ait olduğu bir devlette Meclis yalnızca milletin
lehine yasalar çıkartır, hükümet yalnızca milletin lehine işler yapar,
mahkemeler yalnızca milletin lehine olan kararlar alır; bir şahsın, bir
zümrenin veya yabancı güç odaklarının, emperyalist devletlerin değil!...
Sorular:
1) "Lider demokrasisi" nedir, araştırıp öğreniniz. Millî Egemenliğe neden zarar verir?
2) "Sadaka demokrasisi" nedir, araştırıp öğreniniz. Millî Egemenliğe neden zarar
verir?
3) Avrupa Birliği nedir, araştırıp öğreniniz. Millî Egemenlikle neden uyuşmaz?
4) Egemenliğin millete ait olduğu bir ülkede Meclis, hükümet ve yargı nasıl
davranır?

28
ÜÇÜNCÜ DERS: TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ
Tam Bağımsızlık İlkesi varoluş ilkelerinden ikincisidir. Milletin dışa karşı bütün
kararlarını serbestçe kendisinin alması demektir.
Milletin varlığı ve korunması, Millî Egemenlik İlkesi ile birlikte Tam Bağımsızlık
İlkesine bağlıdır. Bu iki ilkenin gerekleri ne derecede yerine getirilirse, devlet ve
milletin varlığının dokunulmazlığı, devamlılığı ve gelişip sağlamlaşması da o
derecede garanti altına alınmış olur.
Tam Bağımsızlık İlkesini aşağıdaki plana göre öğreneceğiz.

I. Konu: “Tam Bağımsızlık” Nedir?


2. Konu: Tam Bağımsızlığın Özellikleri
3. Konu: Tam Bağımsızlıktan Yoksunluk
4. Konu: Bağımsız Olmayan Bir Ülkenin Başına Gelenler
5. Konu: Tam Bağımsızlık Nasıl Kazanılır?
6. Konu: Tam Bağımsızlık Nasıl Kaybedilir: Emperyalizm
7.Konu: Tam Bağımsızlık Nasıl Kaybedilir: Askerî İşgal ve Antlaşmalar
8. Konu: Tam Bağımsızlık Nasıl Kaybedilir: Diğer Sebepler
9. Konu: Emperyalizmin Ekonomik Silahları
10. Konu: Emperyalizmin Diğer Silahları
11. Konu: Emperyalizm: Sonuç

I. KONU: “TAM BAĞIMSIZLIK” NEDİR?


Bağımsız sözcüğü “tutumunu, davranışlarını, girişimlerini herhangi bir
gücün etkisinde kalmadan düzenleyebilen" demektir. Bu anlamda "özgür,
hür, özerk, müstakil" sözcükleri de kullanılır.
Bağımsızlık (istiklal) bir millet için söz konusu olduğu kadar, bir birey için
de söz konusudur. Bu takdirde ona “özgürlük” deriz. Özgürlük bireyin
başta gelen haklarındandır. Özgürlüğü kısaca, “bireyin, kendini
ilgilendiren kararları kendisinin alması ve uygulayabilmesi” şeklinde

29
tanımlayabiliriz. Bu husus, bir millet için de böyledir: Eğer bir millet;
kararlarını, doğrudan veya kendi kurumları aracılığı ile serbestçe kendisi
alıyor ve uyguluyorsa, o millet bağımsız demektir.
Atatürk, zamanının koşulları gereği olarak sıklıkla "tam bağımsızlık"
sözcüğünü kullanır ve tam bağımsızlığı şöyle tanımlar: "Tam bağımsızlık
demek, siyaset, iktisat, maliye, adalet, askerlik, kültür gibi bütün
alanlarda karar alma ve uygulama serbestliği demektir."
Ona göre tam bağımsızlık (istiklal-i tam) bir milletin, varlığını
sürdürmesinin ve kendini geliştirmesinin temel koşullarındandır.
Tam Bağımsızlık; Millî Egemenlikle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin, üzerinde yükseldiği iki temelden biridir. Tam Bağımsızlık
olmazsa, Millî Egemenlik de olmaz; bunun tersi de doğrudur. Millî
egemenliğe dayanmayan bir devlet, tam bağımsız da olamaz. Ayakta
duramaz, devlet olmaktan çıkar; zamanla “şunun bunun”, iç ve dış
düşmanların “oyuncağı” haline gelir.
Tam bağımsızlık, devletimizin başka bir devletin veya herhangi bir
uluslararası kuruluşun kesin etkisi ya da vesayeti altında bulunmamasıdır.
Bir diğer yönüyle Tam Bağımsızlık “yabancılara hiçbir ayrıcalık
tanınmaması” demektir. Bütün bu saydığım alanlarda meclis,
cumhurbaşkanı ve hükümetin, yargının bütün karar ve tercihlerinin,
serbestçe ve Millî İrade’ye uygun olarak gerçekleştirilmesidir.

Sorular:
1) "Bağımsız" ne demektir?
2) Atatürk Tam bağımsızlığı nasıl tanımlar?
3) Bir millete ne zaman "bağımsız" deriz?
4) Tam bağımsızlıkla Millî Egemenlik arasında nasıl bir ilişki vardır?
5) Tam Bağımsızlığı Türkiye açısından açıklayınız.

2. KONU: “TAM BAĞIMSIZLIK”IN ÖZELLİKLERİ


Tam bağımsızlığın beş özelliği vardır.
-Tam bağımsızlık çok yönlü, çok unsurlu bir kavramdır. Genel olarak,
“siyasal bağımsızlık”tan daha çok söz edilir. Oysa, tam bağımsızlık sadece
siyasal bağımsızlık demek değildir; tersine – tanımından da anlaşılacağı
üzere- çok yönlü, çok unsurlu bir kavramdır.

30
Tek başına siyasal bağımsızlık, tam bağımsızlığın “aldatıcı olanı”dır, bir
tür “dolaylı bağımlılık”tır. Siyasal bağımsızlık “bir devletin dışta ve içte
başka bir devletin, açıkça ve resmen denetimine ya da yönetimine tabi
olmaması” demektir. Bir bağımsızlık; “tam” ve “gerçek” olabilmesi için,
yalnız idarî değil, diğer bütün alanlarda da, yani ekonomik, mâlî
(finansal), adlî, askerî, sosyal ve kültürel alanlarda da gerçekleştirilmiş
olmalıdır. Eğer bir devlet bu saydığımız alanlarda başka bir devletin etkisi
altında ise, o zaman bağımsızlık değil, bağımlılık söz konusudur. “Etki”den
maksat, devletin “kendi işlerinde serbestçe yön belirleme ve karar alma
yetkisinin fiilen ortadan kalkmış” olmasıdır.
Tam bağımsızlığın diğer özellikleri şunlardır:
- Tam bağımsızlık; Millî Egemenlikle birlikte bir ulusun –örneğin Türk
ulusunun- varlığını sürdürmesinin ve ilerlemesinin temel bir koşuludur.
-Tam bağımsızlık istisna tanımaz. Siyasetten adliyeye, ekonomiden
kültüre, bütün diğer alanlara kadar her alanda mevcut olmalıdır.
- Bir millet, bir devlet; bağımsızlığını başka milletlere, uluslararası
topluma zarar verecek şekilde kullanamaz.
- Tam bağımsızlık bir ülkenin kendi içine kapanması anlamına gelmez.

Sorular:
1) "Siyasal bağımsızlık" nedir, açıklayınız.
2) Bağımsızlığın tam olmasının koşulu nedir?
3) "Bağımlılık" hangi durumda söz konusu olur?
4) Tam bağımsızlığın beş özelliğini sayınız.
5) Tam Bağımsızlığın istisna tanımaması ne anlama gelir?

3. KONU: TAM BAĞIMSIZLIKTAN YOKSUNLUK


Bir milletin tam bağımsızlıktan yoksun olması, nasıl bir durumdur? Başka
bir deyişle, bir devletin, bir milletin bağımsız olması ya da olmaması ne
anlama gelir?
Bir birey düşünün ki ihtiyaçlarını kendisi belirleyemez, başkası belirler.
Neyi yiyeceğine, neyi giyeceğine, nerede barınacağına başka biri karar
verir. Yapabildiği tek şey, kendisine dayatılan kararları uygulamaktan
ibarettir. Sosyal ilişkileri, arkadaşlık kurması, evlenmesi, çoluk çocuk

31
sahibi olması; başka birinin, örneğin efendisinin iznine bağlıdır. Nerede,
hangi işte, nasıl çalışacağına da efendisi karar verir. Eğer bir insan bu
koşullar altında yaşıyorsa, o insan “bağımsız” olmayan biridir, yani
“özgür” değildir, olsa olsa bir köledir. Böyle bir insan aşağılanmaya, her
türlü istismara ve haksızlığa açıktır. Kimseden saygı görmez; şereften,
onurdan yoksundur.
İşte bağımsız olmayan bir millet de tıpkı bu insan gibidir: Özgür değildir,
bir “köle-millet”tir! Kullanılır, sömürülür, aşağılanır.
Tam bağımsız bir devlet (millet), her alanda tam serbestliğe sahiptir.
İşlerine hiçbir yabancı devlet veya uluslararası kuruluş karışamaz. Siyasal,
askerî ve ekonomik açılardan, öteki devletlerle tam olarak eşit bir
konumda bulunur. Onur ve saygınlık sahibidir. Kaynaklarını kendisi ve
kendi halkı için kullanır.
Bağımsız olmayan bir devlet ne durumdadır, başına neler gelir? Şimdi bu
soruyu yanıtlayalım.
Bir devlet tam bağımsız değilse, siyasal rejim sorunu dahil, hiçbir sorunu
halk yararına olumlu bir çözüme kavuşturamaz. Çünkü yabancı güç her işin
kendi lehine düzenlenmesini isteyecektir. Örneğin, ülkede millî
egemenliğin kurulmasını, gerçek bir demokrasinin uygulanmasını
engelleyecektir. Neden? Çünkü millî egemenlik geçerli olduğu sürece, o
ülkeye nüfuz edemeyecektir. “Demokratik mekanizmanın gereği gibi
işlemesine razı olursa, ekonomik alanda sağladığı ayrıcalıklı durumun
yani sömürünün, sona ermesine kapı açmış olacaktır. Oysa Atatürk’ün bizi
uyardığı gibi, ülke ticaretinin, sanayisinin, her türden ekonominin gelişip
yükselmesi; ancak tam bağımsızlıkla mümkündür.
Eğer ekonomik, mali, kültürel, adli, askeri bağımsızlık yitirilirse, yani dışa
karşı “eşit taraf” durumundan çıkılırsa, bu davranış siyasal bağımsızlığın
da kaybolması; “barışçı yol”dan, köleliğin kabul edilmesi sonucunu
verecektir.
Atatürk’ün dediği gibi, herhangi bir alanda bağımsızlığı yitirmek, onu
tümden yitirmek sonucunu doğurur.
Sorular:
1) Özgür olmayan, bağımsız olmayan bir kişinin hayatı nasıldır, bu birey hangi
koşullar altında yaşar?
2) Bağımsız olmayan bir devlet ne durumdadır, nelerle karşılaşır?
3) Bir ülkeyi sömürmek isteyen yabancı güç, neden o ülkede Millî Egemenliğin
geçerli olmasını istemez?
4) Bağımsızlığın herhangi bir alanda yitirilmesi, onun tümüyle yitirilmesi sonucunu
doğurur; neden?

32
4. KONU: BAĞIMSIZ OLMAYAN BİR ÜLKENİN BAŞINA GELENLER
Bağımsız olmayan bir ülkede başlıca şu durumlar görülür:
-Devlet yabancı güçlerin (devlet ve kurumların) nüfuz ve egemenliğine
girmiştir.
-Yabancılara başta ekonomik nitelikte olmak üzere ayrıcalıklar
tanınmıştır.
-Birçok kamu hizmetinin yerine getirilmesi yabancı güçlerin iznine tabidir.
-Ülke ihtiyaç duyduğu birçok malı kendisi üretemez, ithalatla karşılamak
zorundadır.
-Ülke aşırı borç yükü altındadır.
- Devlet içerde ülke aleyhinde çalışan, yine dış güçlerin koruma altına
aldığı azınlıklara ve benzeri topluluklara karşı etkisizdir.
-Devlet yabancı uyrukluları yargılayamaz, onlardan vergi alamaz.
-Millet kendi iradesini ve egemenliğini kullanamaz.
Peki, bir devlet neden bağımsızlığını yitirir, uğradığı bu trajik durumun
sebebi nedir? Bu düşüşün ana sebebi milletin kendi iradesine ve kendi
egemenliğine sahip olmamasıdır, irade ve egemenliğin şunun bunun eline
geçmiş, kendi kişisel çıkarlarından başka şey düşünmeyen yöneticiler
tarafından kullanılmakta olmasıdır.
Osmanlı Devleti, emperyalist ülkelere çeşitli yollardan pek çok ayrıcalık
tanıdığı için, kararlarını almakta özgür olmadığı için hemen bütün
alanlarda bağımsızlığını geniş ölçüde yitirmiş; tamamiyle yabancı güçlerin
nüfuz ve egemenliği altına girmişti.
Sonuç olarak:
Türkiye Cumhuriyeti deyince, onu daima iki temeli ile birlikte
düşüneceğiz: Millî Egemenlik, Tam Bağımsızlık... Devletimiz ancak bu ikisi
varsa, vardır.
Yurtseverlik; devletinin yalnızca topraklarına, bayrağına, sınırlarına sahip
çıkmaktan ibaret değildir. Bir yurtsever bunların yanı sıra Millî İrade’ye ve
Millî Egemenliğe, ülkenin ekonomisine, maliyesine, ordusuna, adalet
kurumlarına, kültürüne de, kısacası Tam Bağımsızlığına da sahip çıkar.
Egemenliğini kendi elinde tutmayan bir millet, bağımsızlığını da
kaybetmeye mahkûmdur. Bu sonuç, bir bilimsel yasadır. Ne büyük bir
hüsrandır ki, Atatürk’ün iki sağlam temel üzerinde özenle kurduğu Türkiye

33
Cumhuriyeti, bugün bu yaşamsal temellerden yoksun bırakılmış bir
durumdadır.

Sorular:
1) Bağımsız olmayan bir ülkede görülen durumlardan üç tanesini sayınız.
2) Bir ülkenin aşırı borç yükü altında bulunması neyin göstergesidir?
3) Bir devletin, bağımsızlığını yitirmesinin ana sebebi nedir?
4) Bir yurtsever vatanı ve bayrağının yanısıra ülkesinin başka hangi unsurlarına sahip
çıkmak zorundadır?
5) Osmanlı devleti neden dolayı bağımsız değildi?

5. KONU: TAM BAĞIMSIZLIK NASIL KAZANILIR?


Tam bağımsızlık bir olgudur, gözlemlenebilir. Her olgu gibi, onun da
meydana gelmesine, oluşmasına yol açan başka olgular vardır. Bu
etmenlere “tam bağımsızlığın belirleyicileri” adını veriyoruz.
Tam Bağımsızlığın belirleyicileri iki açıdan ele alınabilir. “Tam Bağımsızlığı
sağlayıcı” etmenler, “tam bağımsızlığı yok edici” etmenler…
Atatürk’e göre tam bağımsızlığı sağlayıcı üç etmen (sebep) şunlardır:
-Milletimizin kaynak kullanma başarısı,
-Uygarlık yeteneği,
-Egemenlik bilinci.
a) Birincisi kaynak kullanma başarısı… Atatürk bu kavramdan, “bir
milletin ekonomik yaratıcılığı”nı kast eder. Millet kendi insanını, doğal
kaynaklarını, sermayesini ve mevcut üretim tekniklerini gereğince
kullanmalı, bunları değerlendirebilmeli, onlarla katma değer (yeni üretim)
yaratabilmelidir. Öyleyse, Türk milleti sahip olduğu arazinin servet
kaynaklarından faydalanmalı, bu yoldan bütün insanlığa da fayda
sağlamalıdır.
Kaynak kullanmakta başarılı bir millet zenginleşir. Faydalı eserler ortaya
koyar: yeni teknolojiler bulur, bilgili ve yetenekli insanlar yetiştirir. Bu
sayede kuvvetlenir. Dış saldırılara karşı kendini kolayca savunur. Kendi
kararlarını kendi alır. Dünyayı, başka ulusları etkileme gücü artar.
b) İkincisi, uygarlık yeteneği… Uygarlık (medeniyet) “bir toplumun fikir,
sanat, bilim, teknoloji, ekonomi ve benzeri alanlarda önemli gelişmeler
göstermesi, ortaya değerli ve faydalı eserler koyması”dır. Uygarlık
yeteneği ise, “uygarlık yaratma, uygarlaşma gücü” olarak tanımlanabilir.

34
Atatürk şöyle diyor: Bir milletin, devletiyle ayakta kalması ve yaşaması
için maddi güç yeterli değildir. O millet aynı zamanda uygar eser yaratma
yeteneğine sahip olmalıdır: Edebiyatı ile, sanatı ile, bilimsel birikimi ile,
teknik buluşları ile, dünya çapında kendini göstermesi, kanıtlaması
gerekir.
Uygar eser meydana getirme yeteneğinden yoksun bir milletin,
bağımsızlığı da tehlikeye girer. Neden böyledir? Çünkü uygar eserler o
toplumu güçlü kılar, ona karşı ilgi ve saygı uyandırır. İnsan kalitesi, bilgisi
ve teknik imkânları, karar süreçlerine dış müdahaleyi zorlaştırır.
c) Tam bağımsızlığı sağlayıcı üçüncü etmen, Egemenlik Bilincidir. Yani
milletimizin kendi iradesine, kendi egemenliğine sahip çıkabilmesidir. Bu
egemenlik değersiz insanların, işbirlikçi bedhahların eline
bırakılmamalıdır. Bırakılırsa, karar alma süreçleri iç ve dış düşmanların
etkisi altına girer, milletin değil, düşman güçlerin lehine çalışır. Millî
Egemenlik ne kadar millet lehinde kullanılıyorsa, Tam Bağımsızlık da o
derecede sağlanıyor demektir.

Sorular:
1) Tam Bağımsızlığı sağlayıcı etmenler hangileridir?
2) Kaynak kullanma başarısı ile Tam Bağımsızlık arasında nasıl bir ilişki vardır?
3) Şu iki kavramı tanımlayınız: Uygarlık, uygarlık yeteneği.
4) Uygarlık yeteneğinden yoksun bir milletin bağımsızlığı, neden tehlikeye girer?
5) Egemenlik bilinci nedir, Tam Bağımsızlıkla nasıl bir ilişkisi vardır?

6. KONU: TAM BAĞIMSIZLIK NASIL KAYBEDİLİR: EMPERYALİZM


Tam Bağımsızlığın kaybedilmesinin ana sebebi Emperyalizm’dir.
Dünyada, kendi refah ve gelişmelerini önemli ölçüde başka milletleri
sömürmeye dayandırmış olan ülkeler vardır. Bunlar başka ülkelerin
kaynaklarını, pazarlarını ele geçirirler. Yöneticilerini kendilerine bağlar,
kullanırlar. Bu olguya emperyalizm diyoruz.
Dünyada emperyalizm olduğu sürece milletlerin, bu arada Türk milletinin
de bağımsızlığı hep tehlikede olacaktır. Ne yazık ki ülkemiz söz konusu
güçlerin etkisi altına uzun yıllardır girmiş bulunuyor. Bu odakların başında
ABD gelmektedir. Onu İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkeler takip
ediyor. Ancak onları da kullanan asıl sömürgen güçler vardır ki, bunlar dev
küresel şirketlerdir.
Emperyalizm nedir, biraz daha yakından görelim.
35
Emperyalizm genel olarak “bir devletin yayılmacı bir dış politika izlemesi,
yani diğer devletler aleyhine sınırlarını genişletmesi, o ülkeleri siyasi,
ekonomik veya kültürel etkisi altına alması olgusu”dur.
Emperyalizmin üç şeklinden söz edilebilir:
-Siyasal Emperyalizm: Kendisini güçlü gören bir devlet, diğer bir ülkeyi
veya ülkeleri sınırları içine katarak veya boyunduruğu, yani kontrolü altına
alarak genişler. Tarihte pek çok örneği vardır.
-Ekonomik Emperyalizm: Günümüzde asıl görülen, bu tür
emperyalizmdir. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere sanayileşen Avrupa
ülkelerinde, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki birinci
temsilcisi Amerika’dır. Amacı diğer ülkelerin aleyhine olmak üzere
ekonomik üstünlük ve çıkar sağlamak, o ülkelerin ekonomisini, pazarlarını
ve doğal kaynaklarını ele geçirmek, bu yoldan zenginleşmektir.
-Kültür Emperyalizmi: Emperyalist devletin, kendi kültürünü hedef aldığı
ülkeye yayması, o ülke insanlarına benimsetmesidir. Bu yoldan, hedef
ülkenin kültürünü yozlaştırır, ortak olmaktan çıkarır, milli birliği bozar.
Emperyalist devlet; az gelişmiş ülkenin kamuoyuna egemen olmak üzere,
kitle eğitim ve haberleşme araçları (basın, radyo, televizyon, Internet)
yoluyla, yurttaşların kafaları sürekli olarak yıkanır. Eğitim ve kültür
kurumları, şu ya da bu yoldan emperyalist devletin buyruğu altına girer.
Emperyalizmin en belirgin özelliği, dev boyutlu şirketlerin geniş ekonomik
ve politik egemenliği, dünya pazarlarını ve kaynaklarını paylaşma saldırı
ve mücadeleleridir. Bu amaçla ekonomik, politik, askerî her türlü aracı
kullanırlar. Dolayısıyla dünyadaki savaşların birinci sebebi
Emperyalizm’dir. Emperyalizm var oldukça, evrensel barış da
olmayacaktır.
Sorular:
1) Hangi ülkeler emperyalist ülkelerdir?
2) Emperyalizm'i tanımlayınız.
3) Emperyalizm hangi şekilleri alır? Adlarını sayınız.
4) Ekonomik emperyalizmi açıklayınız.
5) Kültür emperyalizmini açıklayınız.

7. KONU: TAM BAĞIMSIZLIK NASIL KAYBEDİLİR: ASKERÎ İŞGAL VE


ANTLAŞMALAR
a) Emperyalizm bir ülkenin bağımsızlığını hangi yollardan yok etmektedir?
Bu yollardan birincisi askerî işgal ve antlaşmalardır.

36
Bir ülkenin işgali iki şekil alır: Birinci durumda ülke yabancı güçlerce
temelli işgal edilir. Ulusun her türlü bağımsızlığına son
verilir. İkinci durumda ülke fiilen işgal edilir. Ardından, ülkenin yabancı
askerlerden arındırılması karşılığında, o ülkeden bağımlılık yaratacak
ödünler kopartılır.
Büyük devletlerin, az gelişmiş ülkelerin bağımsızlıklarını ortadan
kaldırmak için başvurdukları yollardan biri de “askerî ittifaklar” ile
bunları izleyen “ikili anlaşmalar”dır. Bu çerçevede yapılanlar; az gelişmiş
ülkenin iç işlerinin, büyük devletin denetimine geçmesi sonucunu doğurur.
Tam bağımsızlığın ihlaline tarihî bir örneği kapitülasyonlardır. Bunlar
anlaşma yoluyla yabancı bir devlete ödün verme, ayrıcalık tanıma şeklinde
ortaya çıkar. Yabancının kazandığı –dolayısıyla milletin kaybettiği- bu
hakka genel olarak “kapitülasyon” adı verilir.
Emperyalist devlet; “sömürdüğü ülkenin sanayileşmesine, doğal
kaynaklarını kendi öz yararı için kullanmasına izin vermez. Bağımlı duruma
getirilen millet; artık, ya “tarımcı,” ürünlerini yok pahasına satan, dışa
bağlı ve muhtaç, ya da yeraltı zenginliklerini işlemeden satan, asalak bir
insan yığını haline gelir.
b) Osmanlı Devleti, son yüzyıllarında Avrupa devletlerine antlaşmalar
yoluyla ödün vere vere, sonunda ekonomik, malî ve politik bağımsızlığını
yitirmiş, Avrupa devletlerinin, kapitülasyon zincirleriyle diz çöktürülmüş
bir uydusu haline gelmişti.
Geçmiş ve günümüzdeki Cumhuriyet hükümetleri de tam bağımsızlığımızı
zedeleyen ya da ortadan kaldıran kararlar almış, antlaşmalar yapmışlardır.
Örnekler: ABD ile yapılan İkili Antlaşmalar, IMF ile ilişkiler çerçevesinde
alınan kararlar, Avrupa Birliği ile ilişkiler çerçevesinde yapılan anlaşmalar,
kabul edilen bazı yasa ve yönergeler.
Sorular:
1) Bir ülkenin işgali kaç şekil alır?
2) İkili antlaşmalar hangi sonucu doğurur?
3) Kapitülasyonlar nedir, açıklayınız.
4) Osmanlı devletinin Avrupa ülkeleriyle yaptığı antlaşmalar hangi sonucu vermiştir?
5) Türkiye Cumhuriyeti'nin yaptığı, bağımsızlığını zedeleyici antlaşmalara örnek
veriniz.

8 . KONU: TAM BAĞIMSIZLIK NASIL KAYBEDİLİR: DİĞER SEBEPLER


a) İşbirlikçi ve Zayıf Karakterli Yöneticiler
Emperyalist devlet kurban seçtiği toplumda “Biz büyük bir devletin
yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” diyen kişiler bulur, onları iş
37
başına getirtir. Bu işbirlikçi yöneticiler ülkenin yazgısını her bakımdan
emperyalist devlete bağlar. Devlet ve toplum, uzun erimde emperyalist
devletin emellerini gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenlenir. Bir
ülkenin bağımsızlığını yok etmenin bu şekline, çöküş halindeki 19. Yüzyıl
sonlarının Osmanlı devleti örnek olarak verilebilir.
Kimi zayıf karakterli politikacılar ve devlet adamları; zorluklar arttıkça,
tam bağımsızlık yerine “yarı bağımsızlığa” razı olmaya, halkı da buna
boyun eğdirmeye çalışırlar. Bu nedenledir ki, tam bağımsızlığı korumada
en önemli sorunlardan biri, bir toplumun, başına namuslu yöneticileri
getirmesi sorunudur.
İşbirlikçi ve zayıf karakterli yöneticilere bir örnek verelim: Yıl 1946... Türk
Dış İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin, bakın, ne diyor:
“Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe
kavuşabilir.” Bu öneri Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Şükrü
Saraçoğlu tarafından kabul görmüştür.
b) Bilinçlenme Eksikliği
Tam bağımsızlığın zayıflığına yol açan bir diğer faktör de halktaki
bilinçlenme eksikliğidir.
Türkiye bakımından açıklamak gerekirse, halkımızın bağımsızlık ve
özgürlüğün mahiyetini, yüksek değerini kavramış olduğunu ne yazık ki,
söyleyemeyiz. Bu tehlikeli durumun temel sebebi; tam bağımsızlık
bilincinin, yıllardır, bir eğitim konusu olarak görülmemiş, halkımıza sürekli
ve yeterli şekilde aşılanmamış olmasıdır. Aydın olarak nitelediğimiz birçok
kimselerde bile tam bağımsızlık bilinci ya yoktur, ya da zayıftır. Bunda,
son yıllarda dal budak salan küreselleşme ve liberalizm propagandasının
önemli etkisi olduğu bir gerçektir.
Sorular:
1) Tam bağımsızlığın kaybına yol açan diğer sebepler hangileridir?
2) İşbirlikçi yöneticiler nasıl davranır, devlet ve toplum bundan nasıl etkilenir?
3) İşbirlikçi ve zayıf karakterli yöneticilere bir örnek veriniz.
4) Türkiye'de tam bağımsızlık bilincinin zayıf olmasının temel sebebi nedir?

9. KONU: EMPERYALİZMİN EKONOMİK SİLAHLARI


Batı’nın zengin sanayileşmiş ülkeleri “uluslararası gelişme yarışı”nda kural
tanımazlar. Çünkü az gelişmiş olan, ülkelerin kendilerine yetişmesini
istemezler. O ülkelerin, kendi uygulamış oldukları gelişme politikalarını

38
kullanmasına engel olurlar. Bu sinsi politikaya “Batı’nın merdiveni itme
stratejisi”, kısaca “MERİT” stratejisi adı verilir.
Derin Merkez (dev küresel şirket yöneticileri), MERİT stratejisini
uygularken birtakım araçlara ihtiyaç duyar. Bunlardan başta geleni serbest
mübadele dayatmasıdır. Diğerleri şunlardır:
ülkeyi borçlandırmak, özelleştirme, yabancı sermaye, toprak
sattırmaktır. Altıncısı, politik bir silah olan, hedef ülkede etnik, azınlık
sorunu yaratmaktır. Derin-Merkez bu silahları kullanırken kendini gizler,
görünmez; taşeronlarını öne sürer ki bunlar ABD hükümeti, Avrupa Birliği
yönetimi ile hedef ülkelerdeki işbirlikçilerdir.
“Emperyalizm- sömürülen ülke ilişkisi”inde çoğu kamufle edilmiş birtakım
silahların varlığını görmek zor değildi. Bunları ekonomik silahlar ve diğer
silahlar olmak üzere iki başlık altında ele alabiliriz. Önce “ekonomik
silahları”ı görelim.
a) Serbest Piyasa
Neoliberalizm’in bir ekonomi düzeni olarak başta gelen tezlerinden biri
şudur: Bugünün sanayileşmiş ülkeleri serbest piyasa politikalarını
benimsedikleri, bu politikalara bağlı kaldıkları için gelişip
zenginleşmişlerdir. Devlet müdahaleciliği daima başarısızlığa
mahkûmdur.
Oysa bu doğru değildir. Çünkü bugünün sanayileşmiş ülkeleri özellikle ilk
sanayileşme atılımları sırasında yoğun devlet müdahalelerine
başvurmuşlardır. Günümüzde de çıkarları her gerektirdiğinde ekonomiye
müdahaleden geri durmazlar. Gerçek bu olmasına rağmen, Türkiye ve
birçok Çevre ülkesi kendilerine emperyalist ülkeler (daha doğrusu dev
küresel şirketler) ve yerli destekçileri tarafından dayatılan serbest rekabet
yalanının kurbanı olmuşlar, bağımsızlıklarını bu yüzden önemli ölçüde
yitirmişlerdir.
b) Açlık
Emperyalizm, açlığı da, Gıda maddelerini kontrolü altına alarak bir silah
olarak kullanır. Bu silahı kullanarak sanayileşmesi engellenmiş ülkeleri, bir
yandan “açlık”la tehdit ve terbiye ederken, bir yandan da onlara
istedikleri şekli vererek, arzuladıkları yöne sevk edebiliyorlar.
c) Para
Para yalnız bireysel ilişkilerde, toplum ölçeğinde değil, uluslararası
ilişkilerde de belirleyici bir rol oynuyor. Para en güçlü bir silahtır. Dünyaya
hâkim olmaya çalışan küresel oligarşi (Derin Merkez), muazzam ölçülerde
para ve güç sahibidir. Hedeflerine ulaşmak için parayı kullanıyor, onunla
insanları satın alıyorlar. Fulbright bursları, AB fonları, Soros yardımları,
rüşvetler,… hep bu amaca yöneliktir.

39
d) Ekonomik Tetikçiler
Derin Merkez’i bir ahtapota benzetirsek, kolları küresel (ulusötesi)
şirketlerdir. Bu şirketlerin, hedeflerine ulaşmak için kullandığı araçlardan
biri “ekonomik tetikçiler”dir. Bunların görevleri, sanayileşmeleri
engellenmiş Türkiye gibi ülkelerde, hükümetlere, Batı’nın küresel
şirketlerinin çıkarlarına hizmet edecek kararlar aldırmaktır. Bu kararlar o
ülkelerin bağımsızlığını ihlal sonucunu doğurur.
Sorular:
1) Merit stratejisi nedir?
2) Derin Merkez merit stratejisini uygularken, hangi araçları kullanıyor?
3) Neoliberalizm'in başta gelen tezi hangisidir, bu tez neden doğru değildir?
4) Emperyalizm'in ekonomik silahlarından "para" silahını açıklayınız.
5) Emperyalist ülkeler, bir silah olarak "ekonomik tetikçiler"i nasıl kullanır,
açıklayınız.

10. KONU: EMPERYALİZMİN DİĞER SİLAHLARI


Emperyalizm’in Türkiye gibi gelişmesi önlenmiş ülkelere sızmak için
kullandığı diğer silahlara şu örnekleri verebilirim: İşbirlikçiler,
antlaşmalar, kirli bilim, kültür manipülasyonu ve kavram emperyalizmi,
yabancı dilde eğitim.
a) İşbirlikçiler
Emperyalizm’in kullandığı çok etkili bir diğer silah, ülke içinde edindiği
işbirlikçilerdir. Atatürk’ün Nutuk’ta “dahilî bedhahlar” adıyla andığı
kimselerdir. Bunlar kendi kişisel çıkarları için Emperyalizm ile ortak
hareket ederler. Kendi milletinin aleyhine yabancılarla, yabancı ülkelerle
ortak çalışan kimse ya da kuruluşlardır.
b) Antlaşmalar
Derin Merkez, hedeflerine ulaşmak için, uluslararası antlaşmaları da araç
olarak kullanıyor. Uluslararası antlaşmalar pek çok…, bir örneği “İkiz
Sözleşmeler”dir. Bunlar ülkemizdeki bölücülerin de kuvvet aldığı, zamanı
geldiğinde dayanak olarak kullanacakları uluslararası hukuk metinleridir.
İkiz Sözleşmeler’in uygulanmasının, üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin
geleceği açısından çok olumsuz sonuçlar doğuracağı açıktır.
c) Kirli Bilim, Kültür Manipülasyonu ve Kavram Emperyalizmi
Güzel Batı, temiz bilim… Çirkin Batı, kirli bilim…

40
Çirkin Batı’nın “kirli bilim”i; siyasetin emrindedir; vahşi kapitalizmin,
Derin Merkez’in emrindedir. Bilim kavram ister, teori, politika ister. Ne
var ki “kirli bilim” Derin Merkez’in çıkarlarını sağlayacak ve sürdürecek
şekilde kavram oluşturur, teori kurar, politika geliştirir (Örnek:
Günümüzde üniversitelerde okutulan ekonomi bilimi).
Batı, “kültür kavramı” manipülasyonu yapar. Koşullara göre kültür
anlayışının içini boşaltır, farklı bir içerikle yeniden doldurur. Bu yapay
değişiklikler, ilericilik, demokrasi gibi yaftalar altında, Türkiye gibi
ülkelerin kamuoyuna, aydınlarına ve hükümetlerine dayatılır.
Küresel şirketlerin saldırısı yalnızca ülkelerin ekonomisine yönelik değildir,
aynı zamanda düşünüş biçimlerine, kullanılan kavramlara da yöneliktir ki
buna “kavram emperyalizmi” adını verebiliriz.
Mevcut süreçte olayların mahiyeti ve akışı hep küresel şirketlerin istediği
şekilde olduğundan, adı geçen şirketler hedeflerine bu yoldan da ulaşıyor.
Zaten mevcut olan kavramları manipüle ediyor, içeriklerini değiştiriyorlar.
Kavramları kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden
oluşturuyorlar. Çünkü çok iyi bilmektedir ki, eğer insanların kafaları ele
geçirilirse, yürekleri ve elleri de peşinden gelecektir.
d) Yabancı Dilde Eğitim
Kültür Emperyalizmi’nin başta gelen araçlarından biri de yabancı dilde
eğitim ve öğretimdir. Yabancı dilde eğitim, bugün neredeyse kreşlere
kadar nüfuz etmiştir. Oysa yabancı dilde eğitimin, faydasından daha çok
sakıncaları olduğu yadsınmaz bir gerçektir. Şöyle ki: Yabancı dilde eğitim,
eğitimin kalitesini düşürür.Türk dilini ve kültürünü yozlaştırır. Ülkenin
sömürgeleştirilmesine araç olur.
Sorular:
1) Emperyalist ülkelerin Türkiye'ye sızmak için kullandığı diğer silahlar hangileridir,
örnekler veriniz.
2) İşbirlikçiler kimlerdir, ne yaparlar?
3) İkiz Sözleşmeler nedir? Açıklayınız.
4) Şu kavramları açıklayınız: Kirli bilim, kavram emperyalizmi.
5) Yabancı dilde eğitimin sakıncaları nelerdir?

11. Konu: EMPERYALİZM: SONUÇ


a) Emperyalist ülkeler dediğimiz Batı ülkeleri (ABD; İngiltere, Fransa,
Almanya,…) genellikle doğal kaynak bakımından yoksul, ileri derecede
sanayileşmiş olmaları sebebiyle geniş pazar ihtiyaçları olan ülkelerdir. Bu

41
yüzden diğer ülkelere, Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerine muhtaç
durumdadırlar. Doğal kaynak ve pazar eksiklerini gidermek amacıyla,
henüz sanayileşememiş ülkeleri çıkarlarına uygun bir konumda tutmak
isterler. Oralardan üretim hammaddeleri ithal edecekler, kendi
ürettiklerini oralara uygun koşullarda satacaklardır. Bu tür bir düzenin
devamlılığı neyi gerektiriyor? Elbette hedef ülkelerin emperyalist ülkelerin
lehine çalışan bir düzeni kabullenmelerini…, bağımsızlıklarından fedakârlık
etmelerini!...
İşte bu amaçla, emperyalist ülkeler kendi dünya görüşleri olan liberalizmi,
serbest piyasa anlayışını dayatıyorlar az gelişmiş ülkelere. Bu kapsamda
bir takım antlaşmalar yoluyla, merit stratejisini uyguluyorlar. Araç olarak
serbest ticaret, borçlandırma, özelleştirme gibi ekonomik silahlar
kullanıyorlar, daha başka yollara da başvuruyorlar.
b) Türkiye Cumhuriyeti esas itibariyle üç temel üzerinde yükselir:
Milliyetçilik, Milli Egemenlik ve Tam Bağımsızlık... Emperyalizmin bütün
saldırıları bu temellere yöneliktir, bütün silahlarını bu amaçla kullanır.
Ana hedef ulus-devleti yıkmaktır, milliyetçi anlayışı silip ortadan
kaldırmaktır. Bu amaçla önce Millî Egemenliği hedef alır. Devlet ve millet
sahip çıkmazsa, Millî Egemenlik zayıflamaya, ardından bağımsızlık da
zayıflamaya başlar. Millî Egemenlik olmayınca Millî İrade felç olur. Milletin
vekilleri, hükümet, hatta yargı yabancıların hizmetine girer. Millet hiçbir
arzusunu, emelini, kararını uygulamaya koyduramaz, gerçekleştiremez;
yabancı güçlerle yerli işbirlikçilerin kölesi haline gelir, bütün kaynaklarıyla
sürekli sömürülür.
1938 yılından sonra ve özellikle 2003’den beri Türkiye’nin başına gelen,
budur.
Sorular:
1) Emperyalist ülkeler hangi bakımlardan diğer ülkelere muhtaç durumdadır?
2) Emperyalist ülkeler, kendi düzenlerini hangi sebepten dolayı az gelişmiş ülkelere
dayatıyorlar?
3) Emperyalizmin Türkiye'de ana hedefi nedir?
4) Emperyalist ülkeler ulus devleti yıkmak için nasıl bir yol izler?

42
DÖRDÜNCÜ DERS: HALKÇILIK İLKESİ
Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık ilkeleri üç ilke ile somutlaştırılır, uygulamaya
konur, işler hale getirilir. Bunlardan ilki Halkçılık İlkesidir.
Halkçılık Milliyetçiliğin, ete kemiğe bürünmesidir. Halkçılık Milliyetçilik ilkesini
sağlamlaştırır. Halk, milletin somut halidir; gözle görülür, elle tutulur halidir. Onu
bu ilke çerçevesinde düşünüp davranarak tanıyabiliriz.
Halkçılık İlkesini aşağıda dokuz konu halinde özet olarak anlatıyorum.

1. Konu: Halk ve Halkçılık


2. Konu: Eşitlik
3. Konu: Sosyal Adalet
4. Konu: Dayanışma
5. Konu: Dayanışma: Çalışma Toplulukları
6. Konu: Demokrasi
7. Konu: Halkla Kaynaşmak
8. Konu: Halkla Kaynaşmak: Doğal Uyum
9. Konu: Halkla Kaynaşmak: Aydının Görevleri

1. KONU: HALK VE HALKÇILIK


Halk nedir, nasıl tanımlanır? Millet kavramından farkı nedir? Halkçılık
nedir? Burada bu soruları yanıtlamaya çalışacağız.
Halk sözcüğü şöyle tanımlanabilir: Aynı ülkede yaşayan, aynı uyruktan
olan, mutluluğunu ve yazgısını o ülkeye bağlamış olan insanların tümü…
Halk ve millet sözcükleri bazen aynı anlamda kullanılır, ancak millet çok
daha geniş bir anlam içerir. Geçmişi, bugünü ve geleceği içine alır. Ne
zaman ki, bugünkü, şu andaki milleti düşünür, algılarız; işte o varlığa
“halk” deriz. Millet nispeten soyut bir kavramdır. Halk ise milletin belli bir
andaki somut, canlı, yaşayan, duyumlanan, gözle görülebilen halidir.
Bazen milletin bir parçasına da halk deriz: Samsun halkı, Sivas halkı,
Ankara halkı gibi.
43
Bir halkçı hiç kimse veya grup için ayrıcalık tanımayan ve kabul etmeyen
kişidir. Bu nitelikte bireylerin yönetici olması halkçılığın temel bir
özelliğidir.
*
Halkın yapısında, onu oluşturan bireylerde geçmişten gelen bozukluklar,
eksiklikler var. Bunlar düzeltilmeli, giderilmeli. Örneğin:
-Eşitsizlik var, sosyal adalet sağlanamamış, çalışma ve hak esası ihmal
edilmiş,
-Cehalet var; yetişme, kültür eksikliği var; halk yardıma, desteğe
gereksinim duyuyor.
Bundan başka, halkın oluşumunu, yapısını iyi bilmek gerekiyor; özellikle
“dayanışma” olgusunu.
Eşitliğin gerektirdiği bir yönetim, yani demokrasi…
Bütün bu konularda aydınlara büyük görevler düşüyor, halka gitmeleri,
onunla kaynaşmaları gerekiyor.
O zaman, Halkçılığı dört ana unsur olarak ele alıp inceleyebiliriz:
-Eşitlik ve sosyal adalet,
-Dayanışma
-Halk yönetimi (demokrasi)
-Halkla kaynaşmak…
Buna göre halkçılığı şöyle tanımlayabiliriz: Halkçılık; yurttaşlar arasında
eşitliği ve sosyal adaleti öngören, dayanışmayı ve halk yönetimini esas
alan, halkla kaynaşmayı amaçlayan ilkedir.
Sorular:
1) Halk nedir, tanımlayınız.
2) Milletin soyut, halkın somut bir kavram olması ne demektir, açıklayınız.
3) Bir halkçı nasıl olur?
4) Halkçılığın dört ana unsurunu sayınız.
5) Halkçılığı tanımlayınız.

2. KONU: EŞİTLİK
Eşitlik halkçılığın temel bir ögesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes dil,
din, mezhep, soy, cinsiyet ve siyasi görüş farkı gözetilmeksizin yasalar

44
önünde eşittir, eşit muamele görür. Hiçbir kişiye, aileye, sınıf veya
topluluğa ayrıcalık tanınmaz. Bütün vatandaşlar devlet hizmetlerinden
eşit şekilde faydalanır.
Atatürk’ün halkçılık anlayışı, Osmanlı toplumsal yapısına bir tepki olarak
ortaya çıkmıştır. Osmanlı toplumunda ayrıcalıklı sınıflar vardı. Bunlar
kendilerini halkın üzerinde görüyorlardı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan
halk; askere gider, vergi öder ve istenilen her şeyi yaparken, geri kalan az
sayıda insan bunlardan muaftı. Halkçılık ilkesi ile, toplumun bütün
bireyleri arasında siyasal, hukuksal eşitlik sağlanmış, grup ve sınıf
ayrıcalıkları kaldırılmıştır.
Cumhuriyet’le birlikte Türkiye’ye getirilen bu haklar; 1948’de
yayımlanacak olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilk maddeleri
arasında da sayılmaktadır.
Halkçılık'ta çalışma ve hak esastır. Halkçılık toplum düzenini emeğe ve
hakka dayandırmayı amaçlayan bir ilkedir. Buna göre, insan ancak
çalışmakla bir hak kazanır.
Bireyler eşittir, ancak sorumlulukları da vardır. Sorumluluğun esası “çok
çalışmaktır.” Bireyler gereğince çalışmazsa toplumun yaşamı ve varlığı
tehlikeye girer. Sosyal düzen ancak kişinin çalışmasıyla korunabilir ve
sürdürülebilir. Ülkede nimet ve külfet her yurttaş için eşit tutulur. Herkes
çalıştığı kadar hak sahibi olur. Bu koşul ülke çapında ne kadar
gerçekleşirse, eşitlik koşulu da o kadar yerine gelmiş olur. Emek ve hak
ölçütünün esas alındığı bir toplumda ayrıcalıklardan söz edilemez.
Dolayısıyla, Halkçılık “ayrıcalıksız, sınıfsız” bir toplum ister. Seçkinciliğe
karşıdır. Halktan yanadır.
Atatürk “çalışma ve hak” konusunda şöyle diyor: Ne olduğumuzu bilelim.
Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız!
Bundan dolayıdır ki, her birimizin hakkı vardır, yetkisi vardır. Bir hakkı
ancak çalışmak sayesinde kazanırız. Yoksa sırt üstü yatıp hayatını
çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzda yeri yoktur,
hakkı yoktur! O halde Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya ve hakka
dayandıran bir toplum sistemidir.
Sorular:
1) Halkçılığın temel bir ögesi olarak eşitlikten ne anlamak gerekir?
2) Halkçılık hangi yapıya tepki olarak ileri sürülmüştür, açıklayınız.
3) Şu ifadeyi açıklayınız: “Bireyler eşittir, ancak sorumlulukları da vardır.”
5) Bir ülkede “nimet ve külfetin eşit olmaması” ne demektir, sonucu nedir?
4) Atatürk “çalışma ve hak” konusunda ne diyor?

45
3. KONU: SOSYAL ADALET
a) Halkçılık sosyal adaletçidir. Her alanda yönetimde, ekonomide halkın
yararını gözetir, güçsüz kesimlerin korunmasını öngörür. Ulusal servetin
paylaşımında daha mükemmel bir adalet, çalışanların daha yüksek refahı
ulusal birliğe de katkıda bulunur. Her türlü sömürüye karşıdır.
Halkçılığın sosyal adalet hedefleri şunlardır:
Türk halkının öteden beri maruz bulunduğu ekonomik sefaletin nedenleri
kaldırılarak, yerine gönenç ve mutluluk ikame edilmelidir: Bunun için tüm
alanlarda toplumsal kardeşlik ve yardımlaşma egemen kılınacak, halkın
gereksinimlerine göre sürekli yenilikler yapılacak, kuruluşlar
oluşturulacaktır.
Toplumun ekonomik bakımdan güçsüz kesimlerinin, özellikle köylülerin,
kent varoşlarında ve gecekondularında oturanların gönenç düzeyi
yükseltilecektir. Sağlıklı bir toplum düzeni ancak bu şekilde kurulabilir;
bu, zaten eşitliğin de gereğidir. Bu iyileştirmeler; sosyal adaletle, sosyal
güvenlikle, adaletli gelir dağılımıyla sağlanacaktır.
Halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak esas olduğu için,
halkçılıkta halkın şikâyetlerine büyük önem verilir.
b) Bireyler arasında eşitliğin sağlanması, ancak, Osmanlı’dan kalan
eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilirdi; nitekim öyle
oldu. Bu konuda Halkçılığın gereği olarak atılan adımlardan ilki, kadın-
erkek eşitliğinin sağlanmasıdır. Bundan başka eğitim alanına eşitlik
getirilmiş, öğretim birliği gerçekleştirilmiştir.
Halk devletin yönetiminde söz sahibi olmuştur. Yurttaşlar dil, din,
mezhep, ırk, cinsiyet ve siyasi görüş farkı gözetilmeksizin kanun önünde
eşit sayılmıştır. Bireylerin, devlet organları önünde eşit muamele görmesi,
hiçbir sınırlama olmaksızın, yetenekleri ve çalışmaları ölçüsünde kamu
görevlerine gelebilmeleri, devletin imkânlarından eşit şekilde
yararlanmaları sağlanmıştır.

Sorular:
1) “Sömürü”nün sosyal anlamı nedir? Sömürüye karşı olması, halkçılığın hangi
yönünü gösterir?
2) Halkçılığın sosyal adalet hedefleri hangileridir?
3) Halkçılık, halkın şikâyetlerine neden önem verir?

46
4) Halkçılığın, Osmanlı’dan kalan eşitsizlikleri kaldırmak için attığı ilk adımlar
hangileridir?

4. KONU: DAYANIŞMA
İnsan sosyal bir varlıktır; bir arada yaşar, birlikte çalışır. Peki, aralarında
nasıl bir yapısal ilişki vardır?
-Bir görüşe göre halk sınıflardan oluşur ve bu sınıflar
arasında mücadele vardır (sınıf mücadelesi)
-Diğer bir görüşe göre, halk çalışma topluluklarından oluşur ve bu
topluluklar arasında dayanışma vardır.
Halkçılık sınıf çatışmasını kabul etmez. Toplumda çatışma değil,
dayanışma vardır. Türkiye halkı sınıflardan değil, çeşitli mesleklere sahip
topluluklardan oluşur. Aralarında işbölümü vardı, her biri diğerine
muhtaçtır. Toplumsal uzlaşma ve meslek gruplarının dayanışması esastır.
Önce sınıf mücadelesi nedir, onu öğrenelim.
a) İnsanlar yaşamak, iyi yaşamak ister. Bu, birtakım ihtiyaçların tatminini
gerektirir. İhtiyaçlar üretilen mallarla karşılanır. İnsanlar mal ve hizmet
üretir, sonra bunları aralarında paylaşırlar. Üretim ve paylaşım çeşitli
usullere göre olur. Almanya, Fransa, ABD gibi "gelişmiş" ülkelerin üretim
ve paylaşım usulüne “kapitalizm” denir. Kapitalist yöntem, dünyanın diğer
birçok ülkesinde de uygulanır.
İnsan ihtiyaçlarını tatmin eden mal ve hizmetlerin üretimi birtakım
araçlarla yapılır ki, bunlara “üretim faktörleri” denir: Doğal kaynaklar,
insan emeği, sermaye, teknoloji birer üretim faktörüdür.
Üretim faktörleri toplumda bazı sınıfların mülkiyetindedir. Kapitalist
sistemde emeğin sahibi olanlara “işçi sınıfı”, diğerlerinin mülkiyetini
elinde bulunduranlara ise “kapitalist sınıf” adı verilir.
b) Kapitalist sınıf, gelirini (kârını), işçi sınıfını fabrikalarda çalıştırarak
sağlar. Kapitalistin (işadamının) en belirgin bir karakteristiği olabildiğince
zenginleşmek, servetini sürekli artırma eğilimidir. Bu sebeple, elinden
geldiğince kârını artırmaya çalışır. Bunu iki şekilde sağlar:
-Üretimi sürdürmesi için gerekli faktörlere, bu arada işçiye olabildiğince
az ödeme yapmaya, ücretini düşük tutmaya çalışır.
-Ürettiği malı olabildiğince yüksek fiyattan satmak ister.

47
Bu her iki yöntem de işçi sınıfının aleyhinedir. Şöyle ki: patron işçiye az
ücret ödemeye çalıştıkça, işçinin ekonomik durumu kötüleşir. Ürün
fiyatların artırılması da aynı sonucu doğurur.
İşte bu uygulamadır ki, işçiyle patronu karşı karşıya getirir. İşçi sınıfı ile
kapitalist sınıf hep bir mücadele içinde olur. Kapitalist, kapitalist olarak
kalabilmek için kâr etmek ve kârını artırmak zorundadır; işçi de insanca
yaşayabilmek için yeterli ücret alma çabası içindedir. Görülüyor ki,
taraflar ancak karşısındakinin zararı pahasına kendi amacına ulaşabilir.
İşte bu iki sınıf arasındaki bu çatışmaya “sınıf mücadelesi” adı
verilmektedir.

Sorular:
1) Halkın oluşumuyla ilgili olarak hangi görüşler ileri sürülmüştür?
2) Halkçılık sınıf çatışması yerine toplumda hangi tür ilişkiyi kabul eder?
3) Mal ve hizmetlerin üretimi için gerekli araçlara ne ad verilir, bunlar hangileridir,
sayınız.
5) Şu terimleri tanımlayınız: Kapitalist sınıf, işçi sınıfı.
4) Sınıf mücadelesinin sebebi nedir, anlatınız.

5. KONU: DAYANIŞMA: ÇALIŞMA TOPLULUKLARI


Atatürk Türkiye’de bir sınıf mücadelesi olmadığını savunur. Görüşüne
temel olarak, yaşadığı dönemin Türkiye’sini alır. O dönemin yoksul ve geri
kalmış Türk toplumu üzerindeki gözlemlerine dayanır: Tarım toplumu
olan, sanayileşmesi çok zayıf, patron ve işçi sınıfının olmadığı, olsa bile
çok az sayıda olan bir Türkiye…
Görüşünü şöyle ifade diyor: Türkiye Cumhuriyeti halkı birbiriyle çatışan
ayrı sınıflardan meydana gelen bir toplum değildir. Tersine, işbölümü
yoluyla çeşitli “çalışma toplulukları”na ayrılmış bir toplumdur.
-Meslekler işbölümünün eseridir. İnsanlar tek başına, sadece bireysel
olarak çalışırsa, ilerleyemezler. Toplum ilerledikçe her insanın diğer
insanlarla birlikte çalışma ihtiyacı artar. Toplum üyelerinden her biri belli
bir iş yapar. Bu işler bireylerin ve toplumun ihtiyaçlarını karşılar. Bir
toplumun ve onun üyelerinin işleri, bireyler arasında bölünmüştür ki,
buna işbölümü denir. Büyük uzmanlaşmalar, yeni buluşlar, ilerlemeler hep
işbölümü sayesinde olur.
-Küçük çiftçiler, küçük sanayi erbabı ve esnaf, amele ve işçi, serbest
meslek erbabı, sanayi erbabı ile büyük arazi ve iş sahipleri ve tüccarlar;

48
Türk halkını oluşturan başlıca “çalışma toplulukları”dır. Bunların her
birinin çalışması diğerinin ve bütün toplumun yaşamı ve mutluluğu için
zorunludur.
Türkiye’de halkın bütün bireyleri birbirinin yardımcısıdır, birbirinin
koruyucusudur. Biri öbürünün çalışmasının sonuçlarına muhtaçtır. O halde
aralarında çatışma değil, dayanışma vardır.
Hedef iç barış olmalıdır. Bu amaçla:
-Sınıf mücadelesi yerine toplumsal düzen ve dayanışma sağlanmalıdır.
-Çalışma toplulukları arasında düzen ve çıkarları arasında uyum
kurulmalıdır.
-Çıkarlar, yetenek ve çalışma derecesiyle orantılı olmalıdır.
-Çalışma grupları, grup amaçlarından önce, toplumun amaçlarına hizmet
etmelidir.

Sorular:
1) Atatürk hangi gözlemlere dayanarak Türkiye’de sınıf mücadelesi olamayacağını
ileri sürmüştür?
2) İşbölümü nedir, açıklayınız. İş bölümü toplumda hangi olumlu gelişmelere yol
açar?
3) Türk halkını oluşturan başlıca çalışma toplulukları hangileridir?
4) Türkiye’de bireyler arasında neden çatışma yerine dayanışma olmalıdır?.
5) İç barış için hangi önlemlere ihtiyaç vardır?

6. KONU: DEMOKRASİ
Halkçılığın üçüncü unsuru halk yönetimidir, demokrasidir. Halkçılık ulusal
egemenliğin somutlaşmasıdır.
a) Halk Devleti
Türkiye Cumhuriyeti demokrasi esasına dayanan bir devlettir. İrade ve
egemenlik millete, halka aittir.
Atatürk; Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir “Halk devletidir” der ve
halkçılığı kısaca “Hükümetin, halkın eline geçmesi” olarak tanımlar. Biraz
geniş olarak ise, halkçılık “gücün, kudretin, egemenliğin, yönetimin
doğrudan doğruya halka ait olması, halkın elinde bulunması" demektir.
Halkçılık “halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi”dir.

49
Türkiye Cumhuriyeti devleti herhangi bir şahsın veya bir sosyal sınıfın
devleti değil, halkın devletidir. Osmanlı Devleti, şahıs egemenliğine
dayandığı için, bir şahıs devleti idi.
b) Demokrasinin Özellikleri
Demokrasi siyasi bir kavramdır. Bir maddî gönenç sorunu değildir. Hedefi,
siyasî özgürlük temin etmektir. Demokrasi düşünseldir, bir kafa sorunudur.
Demokrasinin bir özelliği de “eşitlikçi” olmasıdır. Demokraside bütün
bireyler aynı siyasî haklara sahiptir.
c) Halka Hizmet
Halkçılık ilkesinin benimsediği demokrasi rejiminde ülkeyi yönetenler
yalnızca halkın çıkarlarını sağlamak ve korumak için görevlendirilmiştir.
Yalnızca milletin çıkarları için çalışır, yalnızca halkın hizmetinde
bulunurlar.
Bütün kamu hizmetleri halk içindir. Devlet bütün işlerinde halkın
çıkarlarını gözetir, halka hizmet götürür. Örneğin, ilkokuldan üniversiteye
kadar halka eğitimde fırsat eşitliği ve ücretsiz eğitim imkânı tanınır.
Devlet hastanelerinde ücretsiz sağlık hizmeti verilir. Aynı şekilde kültür
hizmetleri de devletin ana görevlerindendir.
Halkın ihtiyacı olan altyapı yatırımları devlet tarafından yapılır. Bütün
ülkede okul, sağlık ocağı, yol, elektrik, su ve sulama hizmetleri, doğrudan
karşılık olmadan devlet tarafından yerine getirilir.
d) Hedef
Atatürk bize “halk yönetiminin, lâyık olduğu gelişme noktasına
eriştirilmesini” hedef olarak göstermiştir. Bu nedenledir ki, gençlere şöyle
seslenmiştir: Halkla konuştuğunuz zaman yüksek sesle söylemeyi
unutmayın; yüksek ses imanın ifadesi olduğu zaman, tesir yapmaktan
uzak kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük ülküyü halkın kalbinde bir fikir
halinden, bir duygu haline getirin. Demokrasinin ne olduğunu halka
anlatmak özellikle sizin görevinizdir.

Sorular:
1) Atatürk, halkçılığı nasıl tanımlar?
2) Demokrasinin özelliklerini sayınız.
3) Demokraside halka hizmet deyince ne anlaşılır?
4) Halk yönetiminin geliştirilmesini isteyen Atatürk gençlere nasıl seslenmiştir?
5) Demokrasinin ne olduğunu bilmeyenlerin oy kullanması doğru mudur, neden?

50
7. KONU: HALKLA KAYNAŞMAK
Halkçılığın dördüncü unsuru “halkla kaynaşmak”tır. “Halkla kaynaşmak”
ne demektir? Bu ve takip eden konularda bu sorunun yanıtını vereceğiz.
Halkla kaynaşmak; halkçılığın ilk üç unsurunun tam olarak gerçekleşmesi
ve güçlenmesi için gerekli bir unsurdur. Devlet hizmetleri dışında aydınlar
tarafından gerçekleştirilir. Halkla kaynaşmak kendiliğinden olmaz; bilinçli
ve hazırlıklı olarak doğrudan doğruya, aydınların halka gitmesiyle, halkla
bütünleşmesiyle olur. Aydınlar halkı eğitir, bilinçlendirir, bilgilendirirler.
Atatürk’e göre halka hizmet yüce bir görevdir. Aydınlar halkın içine
girmeli, onunla kaynaşmalı, ondan esinlenmelidir. Eğer bir mucize olsa da,
Atatürk’ün bu “halkla kaynaşma” yöntemini kendisine sorabilseydik,
sanırım, aşağıdaki gibi özetlerdi bize.
a) Halkı Tanımak
Halkımızın düzeyini toplumsal olarak yükseltmek, herhangi bir makam
tutkusundan çok daha iyidir. Bir insanlık mücadeledir ki, karşısında bütün
siyasî mücadeleler bayağı kalır. Aydınlarımız, işte buna çalışmalı; ülkeyi
dolaşıp milleti tanımalı, eksiği nedir, görüp göstermeli. Milleti sevmek
ancak böyle olur.
Ben ülkemin her yerini görmek, halkımın her bir üyesiyle ayrı ayrı
görüşmek, konuşmak, tanışmak istemişimdir. Milletle yakından ve teklifsiz
sohbet etmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Millet ve ülke hayrına
hangi atılımları, hangi devrimleri yapmış isem, hep böyle halkımızla temas
ederek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri içtenlikten kuvvet
alarak, esinlenerek yaptım.
b) Halkevleri
Halkevlerini de işte bu anlayışla, bu amaçla kurdurdum. Türk aydınını
halkevleri çatısı altında toplayarak, o ulusal ülküyü, halkla buluşmayı
gerçekleştirmek istedim. Halkevleri Türk aydınlarını halkın yaşayışına
doğru yöneltmek için açtığım geniş kapılardı. Halkı tanımamızdaki
yetersizlik ancak o kurumlarla ortadan kaldırılabilirdi.
Ne acıdır ki, halk düşmanlarının yok edici pençesi onlara da uzandı:
Halkevleri, Türk halkının değerlerine açtığım o kapılar kapatıldı!
Bugün, benim yolumdan gidenlerden beklediğim; halkevlerini diriltmeyi,
uyandırmayı, o ocakları bir devrim ilkesi gibi yeniden tutuşturmayı bir
ödev bilmeleridir.

51
Sorular:
1) Halkla kaynaşma kimler tarafından, nasıl gerçekleştirilir?
2) Atatürk aydının hangi görevini bütün makamlardan üstün tutar?
3) Atatürk yaptığı atılım ve devrimlerde halkın rolünü nasıl belirtir?
4) Atatürk aydınlarımızı hangi amaçla halkevleri çatısı altında toplamıştır?
5) Halkevleri yeniden kurulabilir mi, neden, nasıl?

8. KONU: HALKLA KAYNAŞMAK: DOĞAL UYUM


Atatürk aydının halka karşı sorumluluğu üzerinde önemle durmuştur.
Görüşü ana çizgileriyle şöyledir:
Geri kalışımızın başlıca nedenlerinden biri, aydın ve halk arasındaki
uyumsuzluktur. Bu uyumsuzluk zihniyet farklılığından ileri gelir; mutlaka
giderilmesi gerekir, çare “doğal uyum”dur.
Aydınlar halka yol göstermelidir. Ülkenin her tarafına gitmeli, her yerde
aydınlanma merkezleri kurmalı veya kurulmasını sağlamalıdır. Fikirlerini
halkın ruhundan almalıdır.
Aydınlar yapacakları işleri önceden kararlaştırmalı, halk tarafından
sindirilir hale getirmeli, ondan sonra harekete geçmelidir.
Şimdi bu görüşün ayrıntılarına geçiyorum.
a) Aydın-Halk Uyumsuzluğu
Atatürk’e göre ilerleyemeyişimizin, toplum olarak geri kalışımızın, “asıl
sebebi, aydınlarımızla halk arasındaki uyum yokluğudur.
Şöyle açar bu görüşünü: İslam dünyası iki ayrı sınıftan oluşur; biri
çoğunluğu oluşturan halk, öbürü azınlığı oluşturan aydınlar... Bozuk
zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf
başka hedefe sahiptir. Aydınlar ana kitleyi kendi hedefine sevk etmek
ister, halk kitlesi ise aydın sınıfına uymak istemez. Aydın sınıfı ikna
etmekte başarılı olamayınca, halka hükmetmeye, onu küçük görmeye
başlar; despotluk yapmaya kalkar. Ancak yine başaramaz.
b) Çare: Doğal Uyum
Oysa başarı için vazgeçilmez bir koşul vardır, o da aydın sınıfın ve halkın
zihniyet ve hedefleri arasında doğal bir uyum olmasıdır. Ülkeyi kurtarmak
için önce bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı gidermek gerekir. Bunun için de

52
halk kitlesi biraz yürümesini hızlandırmalı, biraz da aydınlar çok hızlı
gitmemelidir.
Çare aydınlarımızın, özellikle de öğretmenlerimizin her vesileden
yararlanarak halka koşması, halk ile bir arada bulunmasıdır. Halka
yaklaşmak, halkla kaynaşmak daha çok aydınlara düşen bir görevdir.
Bunda başarılı olmak için de aydın sınıfının zihniyet ve hedefi ile, halkın
zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum olması gerekir. Bunu
sağlamanın yolu da şudur: Aydınlar halka telkin edeceği idealleri, halkın
ruhundan, vicdanından almalıdır.
Oysa bizde böyle mi olmuştur? Aydınların telkinleri halkımızın ruhunun
derinliğinden alınmış idealler midir? Ne yazık ki, hayır! Genel olarak şu
hatamız vardır ki, gözlem ve muhakemelerimize, araştırmalarımıza alan
olarak çoğunlukla kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi,
kendi özellik ve ihtiyaçlarımızı almıyoruz.

Sorular:
1) Atatürk’e göre geri kalışımızın başlıca sebeplerinden biri hangisidir?
2) Atatürk’e göre İslam dünyası hangi iki sınıftan oluşur, bu sınıflar arasında nasıl
bir sorun vardır?
3) Doğal uyum nasıl sağlanır?
4) Bugünkü Türkiye’de doğal uyum var mıdır, neden?

9. KONU: HALKLA KAYNAŞMAK: AYDININ GÖREVLERİ


Aydınlar halka yol göstermek için çalışmalı, bunu amaç edinmelidir.
Aydın iyi günde, kara günde, her olayda milleti aydınlatır, uyarır; kurtuluş
yolunu gösterir. Yurttaşları daima ulusal hedeflere yöneltir.
Bizim milletimiz ilerlemeye, yeniliğe, gelişmeye son derecede yetenekli
ve istekli bir toplumdur. Aydınlarımız milletin bu özlemini, bu arzusunu
tatmin etmeyi resmî ve günlük görevleri dışında, bunların üzerinde yüce
ve millî bir görev olarak görmelidir.
Atatürk şöyle der: Çok temiz kalplidir bizim halkımız, çok asil ruhludur;
ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bir kani olursa muhataplarının
kendisine içtenlikle hizmet ettiklerine, her türlü hareketi derhal kabule
hazırdır. Demek ki aydınlar her şeyden önce, millete güven
vermek zorundadır.

53
Aydınlarımız, gençlerimiz hangi hedeflere, ne için yürüdüklerini ve ne
yapacaklarını önce kendi zihinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk
tarafından iyice sindirilebilir ve kabul edilebilir bir hale getirmelidir.
Ancak ondan sonradır ki, ortaya atmalıdır fikirlerini.
Aydın halkı küçük görmemelidir. Ona güven vermeli, kendini
sevdirmelidir, Amaçları için örgütlenmeli, platformlar oluşturmalı,
dernekler kurmalıdır. Halkı araştırmalı, halkın arasına girmeli, sorunlarını
öğrenmelidir.
Bugün durum nasıldır? Ne yazık ki, aydınla halk arasındaki uyumsuzluk yok
edilemedi, bugün de devam ediyor. Bunun asıl sorumlusu, aydınlardır.
Ancak umutsuz olmamak, cesaretini yitirmemek gerekir. Aydınlar bugün
de bir araya gelebilir, çalışır, iş yapabilirler. Her şeylerini, bilgilerini,
çözümlerini halka götürebilirler.

Sorular:
1) Aydınların halka yapabileceği hizmetlere örnekler veriniz.
2) Atatürk’ün halkımız hakkındaki görüşü nedir?
3) Aydınlarımız fikirlerini ortaya atmadan önce neler yapmalıdır?
4) Aydın halkı küçük görmemelidir, diyoruz. Neden?
5) Bugünkü Türkiye’de aydın-halk uyumsuzluğu var mıdır, varsa ne yapmalıyız?

54
BEŞİNCİ DERS: CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ
Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık ilkeleri üç ilke ile somutlaştırılır, uygulamaya
konur, işler hale getirilir. Bunlardan ikincisi Cumhuriyetçilik İlkesidir.
Cumhuriyetçilik Millî Egemenliğin, ete kemiğe bürünmesidir; uygulamaya
konulmasıdır. Cumhuriyetçilik Millî Egemenliği somutlaştırır. Bütün ülkeyi kaplamış,
dal dal ayrılan dev bir örgüt olarak karşımıza çıkar. Aynı zamanda Tam Bağımsızlığı
destekler. Eğer Millî Egemenliği ruha benzetirsek, Cumhuriyet o ruhun bedenidir.
Cumhuriyetçilik nedir? Aşağıda sekiz konu halinde özetle açıkladım.

I. Konu: Türkiye Cumhuriyeti


2. Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisi
3. Konu: Hükümet: Atatürk Dönemi
4. Konu: Hükümetle İlgili Diğer Hususlar
5.Konu: İdare ve Ordu
6.Konu: Adliye Teşkilatı
7. Konu: Cumhuriyeti Korumak
8. Konu: Gençler ve Öğretmenler

1.KONU: TÜRKİYE CUMHURİYETİ


Cumhuriyet, Millî Egemenliğin somutlaşmasıdır, ete kemiğe bürünmesidir.
Bütün ülkeyi kapsayan dev bir örgüt olarak kendini göstermesidir. Türkiye
Cumhuriyeti bunun bir örneğidir.
a) Cumhuriyetin Tanımı ve Nitelikleri
- Cumhuriyet halk idaresidir, demokrasi esasına dayanan devlet şeklidir.
Millî Egemenlik en iyi Cumhuriyet’le gerçekleşir. Cumhuriyet yüksek
ahlaka dayanır. Ahlakın zayıf olduğu toplumlarda yaşamaz.
Türkiye cumhuriyetle idare edilir. Türkiye Cumhuriyeti milletimizin
doğrudan doğruya, kendiliğinden kurduğu devlet teşkilatı ve hükümettir.
55
- Cumhuriyet idaresi Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun olan
yönetim şeklidir. Cumhuriyet’te hükümet millettir, millet de hükümet.
Milletle hükümet arasında ayrılık yoktur.
Cumhuriyet demokrasiyle özdeştir. Herkesindir: Yurttaş olarak “ne mutlu
Türküm” diyen herkesin cumhuriyetidir. Ulusaldır: Türkiye Cumhuriyeti
kat kat ulusallık üzerinde yükselmiştir: Ulusal savunma, ulusal iktisat,
ulusal kültür, ulusal eğitim ve öğretim gibi.
- Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı temeller devrimlerdir, devrim
kanunlarıdır; Türk toplumudur, yüksek Türk kültürüdür. Türkiye
Cumhuriyeti Emperyalizm’e karşı verilen silahlı bir mücadele sonunda
kurulmuştur. Temelinde antiemperyalist bilinç yatar. Türk
kahramanlığının, ulusal azmin ve ulusal bilincin ürünüdür.
b) Cumhuriyetin İşlev ve Faydaları
Cumhuriyet idaresi çok önemli işlevleri yerine getirmiş, halkımıza birçok
faydalar sağlamıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
- Millî Egemenlik: Cumhuriyet’in ilk işlevi millet egemenliğini
gerçekleştirmesidir. Cumhuriyet Milli Egemenliğin korunmasının en sağlam
güvencesidir.
- Halkın Özgürlüğü, Gönenci ve Güvenliği: Cumhuriyet idaresi yurttaşların
özgürlüğünü tanır, ona saygı gösterir. Milletimizin gönenç ve huzuruna her
şeyden fazla önem verir. Yurttaşların güvenlik içinde yaşamalarını sağlar.
Cumhuriyet idaresinde Meclis, Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet yalnızca
halkın özgürlüğü, halkın rahatı ve güvenliği için çalışır.
- Karşılıklı Güven ve Benimseme: Cumhuriyet halkımıza özgüven vermiştir,
devletine güven duygusu aşılamıştır. Devleti ve hükümeti kendi eseri ve
koruyucusu bilmek, bir millet için büyük nimettir, büyük onurdur. Türk
milleti bu sonuca Cumhuriyet’le ulaşmıştır.
- Ulusal Kaynakları İşleme: Cumhuriyet milletimizin uygarlık yeteneğini
geliştirir, ülkenin maddi ve manevi kaynaklarını işletir. Bu kaynakları Türk
milletinin gönenci ve gelişmesi yolunda kullanır.
- Uluslararası Saygınlık: Cumhuriyet ülkemizin hak ettiği itibarı sağlayıp
koruyacak biricik yönetim şeklidir. Milletin yüksek çıkarlarını dış
tehlikelere karşı savunmaya hazırdır.

Sorular:
1) Cumhuriyet hangi toplumlarda yaşamaz?
2) Cumhuriyetimiz ulusal mıdır, hangi bakımlardan?
3) Türkiye Cumhuriyeti hangi temellere dayanır?

56
4) Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk işlevi hangisidir?
5) Cumhuriyet’in “karşılıklı güven ve benimseme” ve “kaynakları işleme” işlevlerini
açıklayınız.

2. KONU: TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ


a) TBMM’nin Görevleri ve Oluşumu
Devletimiz Millî İrade’yi yerine getirmek üzere üç temel işleve göre
örgütlenmiştir: Yasama, Yürütme, Yargı. Yasama görevini, Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TBMM) yerine getirir. Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnızca
milletin emrine itaat eder. Ülkenin yazgısında biricik yetki ve kudret
sahibidir. TBMM milletin seçtiği vekillerden oluşur. Milletvekilleri yetki ve
görevlerini millet adına kullanır. Ülkenin çıkarlarını kişisel çıkarlarının
üstünde tutar.
Yurttaşlar ülkeyi ve milleti en çok seven, aklına, bilgisine, vicdanına en
çok güvendikleri, liyakatli ve ahlaklı insanları vekil olarak seçmelidir.
Ancak bu sayede meclis halkın arzularını yerine getirir, millete hizmet
eder. Bu, Millî İrade’nin gerçekleşmesi demektir.
b) İlk Meclis’ten Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne
- İlk Meclisimiz: İlk meclisimizi Atatürk şöyle anlatır: Büyük Millet Meclisi
(BMM) Millî İrade’ye dayanarak Türkiye’nin yazgısına el koymuş olan biricik
meşru, egemen ve bağımsız kuvvettir. Emperyalist ülkelerce milletin
varlığına karşı yapılan saldırının ardından, 23 Nisan 1920’de kuruldu. Hem
kanun yapma hem de yürütme kuvvetini kendinde toplamıştır. Millet ve
ülke için yapılması gereken bütün işler Büyük Millet Meclisi’nin
yetkisindedir.
-Bugünkü Meclisimiz TBMM: Bütün bu esaslar ve görevler -kuvvetler
birliği esası dışında- bugünkü meclisimiz için de geçerlidir. 29 Ekim
1923’de Cumhuriyet’in ilanı sırasında yasa erki ile yürütme erki
birbirinden ayrılmıştır. O tarihten beri Meclis yasa yapar, hükümetse
yasaları uygular. Meclis görevini yaparken, Millî İrade’ye göre hareket
eder.
-Meclis’in Görev Süresi: Atatürk’e göre bir meclisin görev süresi uzun
olmamalıdır. Aksi halde vekillerle temsil edilenlerin görüşleri birbirinden
ayrılmaya ve aradaki bağlar kopmaya başlar. Uzun süre iktidara sahip
olarak görev yapan milletvekilleri, yavaş yavaş Millî İrade’den uzaklaşırlar.
Süre ne kadar az olursa, millet için o kadar iyidir.
c) Yasalar

57
- Yasalar Nasıl Yapılmalı: Meclis’in görevi yasa yapmaktır. Partiler yasaları
kendi programlarına uygun olarak çıkarmak ister. Ancak çoğunluk
partisinin programı önceliklidir. İdeal olan, iktidar partisinin, diğer
partilerle uzlaşma araması, onların görüşlerini de dikkate almasıdır. Bu
takdirde Millî İrade daha geniş ölçüde yerine getirilmiş olur.
Yasalar duygularla yapılmaz. Tersine gerçekçi bir yaklaşımla
hazırlanmalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi hayallerden uzak,
gerçeksever olmak zorundadır.
Yasalarda aranacak üç özellik şunlardır: Ulusal ihtiyaçlara uygunluk, hukuk
bilimine uygunluk, çağa uygunluk...
- Yasa Koyucuların Nitelikleri: Yasa koyucular birtakım üstün niteliklere
sahip olmalıdır. Yasa teklif eden, yasa yapan, yasa koyucu bir kimse;
insanlığın bütün duygularını, bütün tutkularını herkesten daha çok
kavramış olmalı, onları herkesten daha iyi bilmelidir.

Sorular:
1) İlk meclisimiz hangi tarihte kuruldu, yetkileri nelerdi?
2) Atatürk’ün Meclis’in görev süresi hakkındaki görüşü neydi?
3) Yasalar nasıl yapılmalıdır?
4) Yasalarda aranan özellikleri sayınız.
5) Yasa yapanlar hangi özelliklere sahip olmalıdır?

3. KONU: HÜKÜMET: ATATÜRK DÖNEMİ


Devletimizin üç temel işlevinden Yürütme görevini, Hükümet ve
cumhurbaşkanı yerine getirir.
Hükümet toplumsal bir ihtiyacın gereğidir. Bir toplumun hükümet
yapmaktaki gayesi, ikidir: bir, varlığını korumak; iki, maddi ve manevi
bakımdan gönençli ve mutlu olmak. İnsanlar bu iki şey için devlet sahibi
olmak, hükümet teşkil etmek zorundadır.
Milletin gönenç ve mutluluğunu temin etmeyen hükümet zararlıdır,
kötüdür; terk edilmesi lazımdır.
a) Millî Mücadele Yılları
- Atatürk bağımsızlık savaşımızı yürüten, Millî Mücadele yıllarının Büyük
Millet Meclisi Hükümeti’ni şöyle anlatır: Hükümetimiz milletin hayat ve
bağımsızlığını kurtarmayı biricik kutsal amaç bildi. Bunun için:

58
--Halkı emperyalizm ve kapitalizmin tecavüz, tahakküm ve zulmünden
kurtarmalıydı.
--Milleti, irade ve egemenliğin gerçek sahibi kılmalıydı.
Dış düşmanları kovmak için, onlarla işbirliği yapıp milleti aldatmaya ve
karışıklık çıkarmaya çalışan iç hainleri yola getirmek için orduyu yeniledi,
sağlamlaştırdı; orduyu milli bağımsızlığın dayanağı yaptı.
- Yönetimde kuvvetler birliği mi, yoksa kuvvetler ayrılığı mı geçerliydi?
Atatürk bu soruyu şöyle yanıtlar: Ben ve arkadaşlarım hükümeti Millî
İrade’ye dayandırdık, kuvvetler birliği esasına göre kurduk.
"Kuvvetler birliği", yasama ve yürütmenin aynı erkte (mecliste)
toplanmasıdır. Bunların birbirinden bağımsız olmasına ise, "kuvvetler
ayrılığı" adı verilir.
b) Sonraki Yıllar
Atatürk Cumhuriyet rejimine geçildikten sonra, 1930’lu yıllarda hükümetle
ilgili görüşlerini aşağıdaki gibi ifade etmiştir.
- Hükümetimiz kişilerin iradesine değil, milletin iradesine dayanır: Bir
hükümet Millî İrade’ye dayanmazsa, kararları kişisel olur, keyfî olur. Bu
tür kararlar milletçe kabul görmez, dışarda da geçerli olmaz.
- Hükümetimiz bütün milletin hizmetindedir: Biz bütün Türk milletinin
hizmetkârıyız. Vatandaşlar arasında ayrım gözetmeyiz.
- Tek kaygımız ulusal sorunların çözümüdür: Cumhuriyet Hükümeti
ulusal sorunlar üzerinde şaşmaz bir dikkatle durur. Vatandaşların derdine
çare bulmak, ona yardımcı ve destek olmayı görev bilir.
- Bireylerle hükümet arasında görev ortaklığı vardır: Ülke çıkarları
konusunda millet bireyleri ile hükümet arasında görev bakımından ortaklık
kurduk. Halkın, hükümetin kudretine olduğu kadar şefkatine de içtenlikle
inanmasını sağlanmaya özen gösterdik. Halkın güvenini kazanmaya büyük
önem verdik. Halkın, hükümetin kendi hükümeti olduğuna mutlaka
inanması gerekiyordu.
Bir hükümet millet iradesine dayanmalı, bütün millete hizmet etmelidir.
Tek hedefi ulusal sorunların çözümü olmalıdır. İşleri yürütürken
yurttaşlarla ortak çalışmalıdır.

Sorular:
1) Bir toplum hangi amaçlar için hükümete ihtiyaç duyar?
2) Atatürk bağımsızlık savaşımızı yürüten Büyük Millet Meclisi Hükümeti hakkında
neler söylemiştir?

59
3) Devlet yönetiminde kuvvetler birliği ile kuvvetler ayrılığı ne anlama gelir?
4) Bir hükümet Millî İrade’ye dayanmazsa, hangi olumsuz sonuçlara yol açar?

4. KONU: HÜKÜMETLE İLGİLİ DİĞER HUSUSLAR


Hükümetin kuruluşu, çalışma usulü ve mahiyeti ile ilgili diğer hususlar
şunlardır:
a) Kuruluşu
Kural olarak, Meclis’te milletin çoğunluğunu temsil eden parti, hükümeti
kurma sorumluluğunu üzerine alır ve kendi programını uygular. Ancak
programını uygularken, diğer partilerin hedeflerini de olabildiğince göz
önünde tutmalıdır. Çünkü Milli İrade’ye tam uyum bunu gerektirir.
b) Çalışma Usulü
-Yönetimde tek destek ve yol gösterici halkın iradesidir. Hükümet ve onun
üyeleri bütün işlerini millet adına ve yalnızca millet lehine yapmakla
görevlidirler. Yöneticiler de görevlerini yaparken, milletvekilleri gibi Milli
İrade’yi, onun istek ve beklentilerini bir an akıllarından çıkarmayacaktır.
-Hükümet işleri asla tek bir şahsın iradesiyle yürütülemez. Kararlar görüş
alış verişi yapılarak alınır. Bakanlar ne başbakanın ne de başka birinin
emir kulu olamaz.
-Her şey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine her şey o kanunları
uygulamak ve uygulatmaktan ibarettir.
c) Cumhurbaşkanı
Yürütme erkinin iki unsurundan biri hükümetse, diğeri de
cumhurbaşkanıdır.
Cumhurbaşkanı Cumhuriyet’in yasalarına ve millî egemenlik esaslarına
riayet eder ve bunları savunur. Bir görevi de Türk milletine yönelecek her
tehlikeyi önlemektir.
d) İslam’da Hükümet
Bizim dinî hükümlerimizde belirli bir hükümet şekli yer almaz. Cumhuriyet
veya mutlakiyet gibi bir şekil belirlenmemiştir.
e) Halka düşen görevler
Bir halk, hükümetin icraatının takipçisi olmalıdır. Yaptıklarını
değerlendirmelidir. Bu amaçla şu ölçütü kullanmalıdır: Hükümet; yaptığı
icraatta Millî İrade’ye mi dayanıyor, yalnızca milletin isteklerini mi yerine
getiriyor? Bundan başka, hükümetlerin icraatı olumsuz olup da millet

60
itiraz etmez, o hükümete geri adım attırmaz veya o hükümeti
düşürmezse, bütün kusur ve kabahate kendisi de ortak olmuş olur.
Türkiye’yi yönetenlere, kendilerini o makamlara getiren gücü
unutmamaları, o makamlara yalnızca millete hizmet için getirilmiş
oldukları her fırsatta hatırlatmak gerekir. Onlara hatırlatmalıdır ki, bir
devlet adamı kendi duygularının tutsağı olamaz. Yoksa devlet işlerini
yürütemez, halledemez. Ülke kimsenin malı mülkü değildir.
Öte yandan halk da hükümetten hizmet talep ederken, ahlakî davranmayı
elden bırakmamalıdır.

Sorular:
1) Bir hükümetin, kendi programını uygularken, diğer partilerin hedeflerini de göz
önünde tutması neden faydalıdır?
2) Hükümetin çalışma usulünü anlatınız.
3) İslam dini bir hükümet şekli belirlemiş midir?
4) Halk hükümetin icraatını takip ederken, hangi ölçütü kullanmalıdır?
5) Türkiye’yi yönetenlere hangi hususlar sürekli hatırlatılmalıdır?

5. KONU: İDARE VE ORDU


a) Memurlar
- Görevleri: Devlet teşkilatının insan unsuru esas itibariyle âmirler ve
memurlardır. Ülkenin çeşitli kısımlarının yönetimi, halkın gönenç ve
mutluluğunun sağlanması memurların emin ellerine bırakılmıştır.
Memurlar huzur ve sükûnun gereğince kurulmasına ve hükümetin görevi
olan yasa egemenliğinin gerçekleşmesine gayret eder.
Memurlar görevlerini herkes için eşit olarak yerine getirmelidir. Halka iyi
davranmalı, işlerini geciktirmeden halletmelidir.
- Valiler: İllerin başına iradesi ve önemli işleri başarma yeteneği ile
sivrilen yükseköğrenim görmüş, deneyim sahibi, seçkin ve liyakatli insanlar
getirilmelidir. Valiler öncelikle Millî İrade’yi göz önünde tutarak iş
yapmalıdır. Kendilerine emanet edilen millet gücünü, bu yolda
kullanmalıdırlar.
- Başkent: Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet merkezi Ankara’dır.

61
- Halk Şikâyetleri: Halktan gelen başvuru ve şikâyetler devlet teşkilatında
daima esaslı bir yankı bulmalıdır. Millî İrade’nin yansımaları olan
şikâyetleri en yüksek düzeyde bir ilgiyle sonuçlandırmak gerekir.
Halk şikâyetlerinin bir faydası, devlet işlerinin nasıl yürüdüğünü anlama
imkânı sağlamasıdır. Bu şikâyetler aynı zamanda halkın hangi noktalarda
aydınlatılmaya muhtaç olduğunu da gösterir.
b) Ordu
Ordu Millî Egemenliğin bir unsurudur, Tam Bağımsızlığın güvencesidir.
- Yurt Savunması: Ordu ancak milletin emrinde ve hizmetindedir. Görevi,
Millî İrade’nin emrettiği biçimde ulusal çıkarları korumak ve savunmaktır.
Vatan savunması ulusal ödevlerin en kutsalıdır. Ordunun kendisine verilen
yüksek ödevi her zaman başarabilecek güçte ve son teknik araçlarla
donanmış olmasına özen göstermelidir.
- Askerlik görevi: Askerlik istisnasız bütün vatandaşlara uygulanır.
- Ordu Siyaset Dışıdır: Orduyu politikanın dışında tutmak esastır. Siyasi
görüşü şu esasla sınırlıdır: Türkiye’nin, ulusal sınırları içerisinde tam
bağımsızlığını savunmak.

Sorular:
1) Memurlar görevlerini yaparken hangi hususlara dikkat etmelidir?
2) Valilik makamına hangi niteliklere sahip olanlar getirilmelidir?
3) Halk şikâyetleri neden önemlidir?
4) Ordu kimin emrindedir, görevi nedir?
5) Ordunun siyasi görüşü hangi esasla sınırlıdır?

6. KONU: ADLİYE TEŞKİLATI


Devletin üç temel işlevinden biri de Yargı’dır. Yargı görevini adliye
teşkilatı, mahkemeler yerine getirir. Diğerleri gibi mahkemeler de Millî
İrade’ye göre iş yapar.
a) Adalet ve Mahkemeler
- Adaletin Önemi: Hükümet ülkede yasaları hâkim kılmak ve adaleti en iyi
şekilde dağıtmakla yükümlüdür. Bağımsızlık, özgürlük, devletin geleceği,
her şey adaletle ayaktadır. Bağımsız devletin ayrılmaz bir hakkı olan

62
adalet dağıtma görevine başka kimse karıştırılmaz. Adalet yasalarla
dağıtılır.
- Cumhuriyeti Koruma: Adliyemizin yüksek gücü sayesindedir ki,
Cumhuriyet sağlam kalacak, gelişecektir.
- Mahkemeler: Türkiye’de yargı yetkisi millet adına yasalar ve usuller
çerçevesinde bağımsız mahkemelerce kullanılır. Mahkemelerin
tarafsızlığını sağlamak her işin başında gelir. Aksi halde Millî İrade yerine
gelmemiş olur.
b) Adalet Görevlileri
- Ülkede devrimlerin korunması, cumhuriyetçi ve halkçı bir idarenin
nimetlerinin geliştirilmesi gerekir. Bunların sağlanmasında, mükemmel ve
çağdaş bir adliye ile onun yetenekli hâkimlerinin katkısı büyüktür.
- Hâkimler ve diğer adliye mensuplarının çok iyi yetişmiş olmaları, hizmet
şerefleriyle orantılı üstün liyakate sahip bulunmaları adliyemizin ruhu
derecesindedir. Bu nitelikleri ölçüsünde, Millî Egemenlik etkili olur.
Yargıçlar görevlerini yaparken hem yurttaşların özgürlüğünü düşünmeli,
hem de devlet otoritesinin güçlü kalmasına özen göstermelidir.
c) Hukukta Değişme
- Hukukta Hedef: Hukukta, takip edilecek yol ancak uygarlık yoludur.
Hukuk alanında idarei maslahat, yani işleri oluruna bırakmak, hurafelere
bağlılık; milletlerin uyanmalarını, ilerlemelerini engelleyen en ağır bir
kâbustur.
- Zamanın İcapları: Zamanın değişmesiyle hükümler değişir ve
değişmelidir. Türkiye halkı insanlık dünyasından soyutlanarak tek başına
yaşayamaz. Bütün dünya ile ve bütün insanlıkla beraber yaşar ve yürür!
Adliyede de zamanın gereklerini daima dikkate almalıdır. Bütün yeni
yapılacak şeyleri ona göre yapılmalıdır.
d) Türkiye’de Durum
Ne yazıktır ki, bugün Türkiye’de adlî sistem bozulmuştur; mahkemelerimiz
bağımsız olmaktan çıkmıştır. Gerekli iyileştirici önlemler gecikmeden
alınmalıdır: Yargı bağımsızlığı yeniden sağlanarak nesnel ölçütlere
dayandırılmalıdır. Yargıç teminatı tam olmalıdır. Çağdaş gelişmelerin
gerektirdiği yasalar, zamanında, en uygun şekilde çıkarılmalıdır.
Yasaları işin ehli olanlar hazırlamalıdır. Yasa yapılırken, uygulanırken,
yalnızca Millî İrade göz önünde tutulmalıdır.

63
Sorular:
1) Türkiye’de yargı yetkisini hangi kurumlar kullanır?
2) Hakimler ve diğer yargı mensupları nasıl olmalıdır?
3) Zamanın değişmesi hukuk alanını, adliyeyi nasıl etkiler?
4) Bugünkü Türkiye’de adliye ne durumdadır?
5) Ülkemizin adli sisteminde hangi iyileştirici önlemler alınmalıdır?

7. KONU: CUMHURİYETİ KORUMAK


a) Cumhuriyet’in Düşmanları
- İç ve Dış Düşmanlar: Bağımsızlığımızın düşmanı olan, bizi kalkınma
hedefimize erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış bedhahlar, yani
dış düşmanlardır. Bunlar ülkemizi sömürge yapmak isteyenlerdir, bunun
için de uyanmamızı, kalkınmamızı istemeyenlerdir. Ancak, bizim için dış
düşmanlardan daha zararlı, daha öldürücü birileri daha vardır ki onlar da
iç düşmanlardır, aramızdaki hainlerdir. Bunlar dış düşmanlara yanaşır,
onlara hizmet ederler. Ulusal bağımsızlığımızın, Cumhuriyetimizin en
büyük düşmanı, asıl bunlardır. Çünkü onların işbirliği olmasa, dış
düşmanlar bağımsızlığımıza, Millî Egemenliğimize zerre kadar zarar
veremez.
İç düşmanlardan dincilere ve sahte Atatürkçülere dikkat! Onlar
emperyalistlerle işbirliği yapıp Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmaya, hatta
yıkmaya çalışmaktadır. Bugün neredeyse yok olma noktasına
getirmişlerdir.
-Uyanık ve Birlik Olmak: Evet,1938’den sonraki Türkiye’de bazı
aksaklıklar, aykırılıklar ve başarısızlıklar olmuştur. Ancak bunların bütün
vebalini Cumhuriyet rejimine yükleyemeyiz. Asıl Atatürk’ün yolundan
ayrılan yöneticilerin, sözde aydınların, ayrımcılığa, bölücülüğe, dinsel ve
etnik sömürülere, emperyalizme ödün verenlerin, kifayetsiz
Atatürkçülerin büyük kusurları olmuştur. Bunları görmezden gelmemek
gerekir.
Her ne olursa olsun, bugün asıl yapmamız gereken şey; geçmişten ders
alarak, Cumhuriyet düşmanlarına karşı sağ görülü ve uyanık olmaktır,
birlik olmaktır.
b) Cumhuriyeti Yüceltmek

64
Cumhuriyeti yükseltmek ve korumak birinci görevimizdir. Birlik olacak,
Cumhuriyetimizi sonsuza kadar koruyacak ve savunacağız. Halkımızı
aydınlatacak, ona cumhuriyeti anlatıp sevdireceğiz. Cumhuriyeti korumak
fikir, eylem, bilinçlenme olduğu için, bu yönde elimizden geleni
yapacağız. Ve zamanı gelince Cumhuriyete hizmet görevini, bizden
sonrakilere bir parola gibi devredeceğiz.
Atatürk söz konusu görev ve sorumlulukları şöyle açıklamıştır bize:
-Bizim için tek bir taraftarlık vardır: Cumhuriyet taraftarlığı, düşünsel ve
toplumsal devrim taraftarlığı!... Cumhuriyet’e karşı olan tek bir
kıpırdanmaya bile göz yummayacak, her an, her yerde mücadele içinde
olacağız.
-Yükselteceğiz Cumhuriyetimizi, en yüce mertebelere eriştireceğiz! Hep
birlikte kafa yoracağız bu hedef doğrultusunda, her vasıtadan yalnız ve
ancak tek bir görüş açısından faydalanacağız. Bu açı şudur: Türk milletini
uygar dünyada layık olduğu konuma yükseltmek… Türk Cumhuriyeti’ni
sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha fazla güçlendirmek…
- Cumhuriyet prensiplerini yurttaşlarımıza sevdirmek, kalplerine iyice
yerleştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamalıdır.
- Türk Milletine, onun uyanıklığına, ilerleme ve gelişme yeteneğine
güvenmelidir.
- “Millî kültür”ün her alanda gelişip yükselmesi sağlanmalıdır, çünkü o
Cumhuriyetimizin temel taşıdır.
- Cumhuriyeti korumak düşüncedir, eylemdir, özveridir. Cumhuriyeti
korumak Türk kültürüne sahip çıkmaktır. Cumhuriyet’in kutsal temelleri
hakkında bilinçlenmektir. Onun sonsuz hayatına inanmak, onun temeline
tuğla ve harç taşıyanları anmak, tanımak, tanıtmaktır.
Ey Türk milletine veda ederek bu dünyadan göçmek üzere olanlar! Geride
bıraktıklarınıza, çocuklarınıza son sözünüz şu olsun: “Benim Türk
milletine, Türk Cumhuriyeti’ne, Türklüğün geleceğine ait ödevlerim
bitmemiştir; onları siz tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere
benim sözümü tekrar ediniz”.

Sorular:
1) “İç ve dış bedhahlar” kimlerdir, neler yaparlar?
2) 1938 sonrasındaki bazı aksaklık ve başarısızlıklardan, asıl kimler sorumludur?
3) Birinci görevimiz nedir, bu uğurda neler yapmalıyız?
4) Atatürk “Bizim için tek bir taraftarlık vardır” derken, neyi kast etmiştir?
5) Zamanı gelince, geride bıraktıklarımıza son sözümüz ne olacaktır?

65
8. KONU: GENÇLER VE ÖĞRETMENLER
a) Birinci Görev
Atatürk gençlere hitap ederek diyor ki: “Ey yükselen yeni nesil, gelecek
sizindir, Cumhuriyet’i biz kurduk, onu yüceltecek ve devam ettirecek
olan, sizsiniz. Türkiye Cumhuriyeti siz değerli evlatlarının, bugünkü ve
gelecekteki kuşağın demir elleri üzerinde yükselecek, sonsuza kadar var
olacaktır.”
Ancak ilk görev öğretmenlere düşer. Çünkü yeni nesilleri, Cumhuriyet’in
fedakâr öğretmenleri, eğitimcileri yetiştirecektir; o kuşaklar onların eseri
olacaktır.
-Öğretmenler asla hatırdan çıkarmamalıdır ki, Cumhuriyet onlardan “fikri
hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. Öğretmenlerin başarısı,
Cumhuriyetimizin başarısı olacaktır.
Peki, nasıl başaracak öğretmenler bu kutsal görevlerini? Gençlerimizi
devrimlerin ve Cumhuriyet rejiminin sahibi ve bekçisi olarak, bunların
lüzumuna inanmış yurttaşlar olarak yetiştirerek!
b) Atatürk’ün Gençliğe Hitabı
- Birincisi: Türk Genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir.
Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve
devrimleri benimsemiştir. Onları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük
bir kıpırtı, bir hareket duyduğu an, bu ülkenin polisi vardır, jandarması,
ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
- İkincisi: Ey Türk gençliği! Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk
Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar korumak ve savunmaktır. Varlığının ve
geleceğinin biricik temeli budur.
Bir gün bağımsızlığını ve Cumhuriyetini savunma mecburiyetine düşersen,
göreve atılmak için, içinde bulunduğun durumun imkân ve koşullarını
düşünmeyeceksin!
Bağımsızlığına ve Cumhuriyet’ine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada
benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilir. Zorla ve hile ile
sevgili vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş,
bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir.
İktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını, istilacıların siyasî emelleriyle
birleştirebilir.

66
Ey Türk geleceğinin evlâdı! İşte, bu durum ve koşullar içinde dahi görevin,
Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Sorular:
1) Atatürk hangi sözüyle genç kuşakları Cumhuriyet’i yüceltmekle görevlendirmiştir?
2) Cumhuriyet’in korunması ve yüceltilmesinde öğretmenlerin rolü nedir?
3) Türkiye’de devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisi kimdir?
4) Türk gençliğinin birinci görevi nedir?
5) Türk gençliği hangi durum ve koşullarda dahi, görevini yerine getirmekte
tereddüt etmeyecektir?

67
ALTINCI DERS: DEVLETÇİLİK İLKESİ
Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık ilkeleri üç ilke ile somutlaştırılır, uygulamaya
konur, işler hale getirilir. Bunlardan üçüncüsü Devletçilik İlkesidir.
Devletçilik yurttaşların ve toplumun ihtiyaçlarının güvenli ve âdil bir şekilde
karşılanması, güçlü bir ekonomi, Tam Bağımsızlığın güvence altına alınması için
gereklidir.

Devletçilik ilkesinin ne olduğunu aşağıdaki planı izleyerek öğreneceğiz.

I. Konu: Devletçilik
2. Konu: Türkiye’de Devletçilik
3. Konu: Ekonomi
4.Konu: Maliye
5. Konu: Kalkınma
6.Konu: Üretim Faktörleri
7.Konu: Tarım
8. Konu: Tarım Politikası
9. Konu: Sanayi
10. Konu: Sanayi Programları
11. Konu: Eğitim ve Öğretim
12. Konu: Eğitimde Uygulamalar

I. KONU: DEVLETÇİLİK KAVRAMI


a) Devletçilik Nedir?
Devletçilik Cumhuriyetimizin dayandığı temel ilkelerdendir.
Devlet toplum halinde yaşayan insanların, güvenliği ve düzeni sağlamak,
ortak ihtiyaçları karşılamak amacıyla kurdukları teşkilattır.

68
Devletçilik; devletin ekonomik hayata müdahale etmesi, ekonomik
hayatta rol almasıdır.
Devletçilik ekonomik işlerin tümüyle bireylere bırakılmayıp bazılarının
devlet tarafından yapılmasının daha uygun olacağını savunur. Buna
karşılık, bu işleri devletin değil de bireylerin yapması gerektiğini savunan
görüşe ise “bireycilik” denir. Bireyciliğin ideolojisi liberalizmdir.
Atatürk’ün takibini uygun gördüğü devletçilik, ılımlı devletçiliktir. Ilımlı
devletçilik; özel girişimi “esas” kabul eder, ama toplumun genel yararının
gerektirdiği her noktada devleti görevli sayar. Bu sistemde devlet bireye
karşı olmadığı gibi, birey de devlete karşı olamaz. Önemli olan, devlet ve
bireylerin birbirini tamamlamalarıdır.
b) Neden Devletçilik?
Devletin ekonomide görev almasını gerektiren sebepler vardır:
-Devletin Görevlerinin Artması: Milletlerde özgürlük ve uygarlık ilerlediği
ölçüde, toplumsal ihtiyaçlar artar, yeni ihtiyaçlar doğar. Bunlar yeni
örgütler, kamusal hizmetler ve kurallar gerektirir. Bunları sağlayacak
olansa, devlettir.
-Bireyin Zayıflık ve Yetersizliği: Bireyler ve şirketler devlete kıyasla
zayıftır. Özel sektör sermaye, teknik ve girişimcilik bakımından
yetersizdir.
Bireyler bazı büyük ortak çıkarların tatmininde yeterli olamazlar. Bu gibi
işlerde bireylerin kurmayı başaramayacakları geniş ve kuvvetli bir teşkilat
gerekir. Bu işler millet için yaşamsal önemde olabilir ki, bunları ancak
devlet yapabilir.
Devlet işletmeciliğinin verimsiz olduğu, kâr edemediği savı doğru değildir.
-Amaç Farklılığı: Devlet bir toplumun ortak çıkarını, ilerlemesini
hedefler. Bu bakımdan devletin amacı, bireyinkinden farklıdır. Özel
çıkar kişiseldir ve rekabete dayanır. Yalnız rekabetle ekonomik düzen
kurulamaz. Serbest rekabet zayıflarla kuvvetlileri karşı karşıya bırakır.
c) Devlet Faaliyetinin Sınırları
-Devlet faaliyeti bireyin gelişmesini engellememelidir. Bireyin kişisel
faaliyeti, ekonomik ilerlemenin esas kaynağı olarak kalmalıdır.
-Birey Haklarına Dokunmamak Gerekir: Yurttaşların özgürlük, eşitlik,
dokunulmazlık ve mülkiyet hakları korunmalıdır. Ancak bireyler haklarını
kullanırken, topluma zarar veremezler.
-Yurttaşın Özgürlükleri Yasal Koşullara Bağlıdır: Her yurttaş ekonomik
özgürlüğe, çalışma ve sanat özgürlüğüne sahiptir. Ancak bu özgürlük,
kamunun iyiliği adına, birtakım yasal koşullara bağlıdır. Örneğin kimse

69
ülkede istediği gibi öğretmenlik, doktorluk yapamaz; bunun için birtakım
niteliklere sahip olmalıdır.
-Mülkiyet Hakkına Müdahale Edilemez: Bireysel mülkiyet, bir insanın,
emeğinin ürünü olan her şeye sahip olmasıdır. Fikir ve kalem ürünü olan
her eser de sahibinin hakkıdır. Mülkiyet bireyin, devletin müdahale
edemeyeceği haklarındandır. Mülkiyet hakkını sınırlayan tek bir durum
vardır, o da kamulaştırmadır.
d) Devletin Görevleri
Devletin İki Esas Görevi: Devletin ve hükümet teşkilatının, yurttaşlara
karşı yetkileri olduğu gibi görevleri de vardır. Bunlar önce iki esas görev
olarak karşımıza çıkar:
-Devlet yurttaşın özgürlüğünü korur. Bunun için ülke içinde güvenliği ve
adaleti sağlayıp devam ettirir.
- Devlet milletin bağımsızlığını korur. Bunun için de dış politikayı ve diğer
milletlerle ilişkileri iyi yönetir, içerde her türlü savunma kuvvetlerini
daima hazır bulundurur.
Açıktır ki, bunlar yurttaşların birey olarak yapamayacakları işlerdir.
Devletin Diğer Görevleri: Bunlar yollar, demiryolları gibi bayındırlık
işleri, eğitim ve öğretim işleri, sağlık işleri, tarım, ticaret, sanayiye ait
ekonomik işler ve benzerleridir.
Devlet hangi işleri üzerine alabilir: Bir iş ki, büyük ve düzenli bir yönetim
gerektirir, özel girişim elinde tekelleşme tehlikesi gösterir ya da genel bir
ihtiyacı karşılar, o işi devlet üzerine alabilir. Madenlerin, ormanların,
demiryollarının, deniz taşımacılığı şirketlerinin devlet tarafından
yönetilmesi bu işlerdendir.
Bir devletin ülke güvenliğiyle ilgili görevleri vardır. Bu hizmetler
yaşamsaldır, her zaman gereklidir. Bu hizmetler bireysel çıkar aracı
yapılamaz, esas olan kamunun çıkarıdır. O da ancak devletçilikle sağlanır.

Sorular:
1) “Devlet” ve “devletçilik” terimlerini tanımlayınız.
2) Atatürk’ün takibini uygun gördüğü devletçilik hangisidir, açıklayınız.
3) Devletin, ekonomide görev almasını gerektiren sebepleri sayınız.
4) Devletin iki esas görevi hangileridir?
5) Devlet hangi işleri üzerine alır?

70
2. KONU: TÜRKİYE’DE DEVLETÇİLİK
a) Hedef: Kısa Sürede Kalkınma
Atatürk ve arkadaşlarının ülküsü Türkiye’yi az zamanda kalkındırmak,
halkı gönence kavuşturmaktı. Bunun içindir ki, ekonomik alanda, büyük
işlerde devleti fiilen ilgili kılmak önemli bir prensipleri olmuştur. Bu ülkü
bireycilikle, liberalizmle gerçekleştirilemezdi. Bunun tek yolu
devletçilikti. Devleti, geri kalmışlıktan kurtulmanın, toplumsal adaleti
sağlamanın biricik aracı olarak görüyorlardı.
b)Türkiye’ye Özgü Devletçilik
Atatürk ve arkadaşlarının uyguladığı devletçilik sistemi Türkiye’ye
özgüydü. Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuştu.
Atatürk devletçilikten, yani ılımlı devletçilikten şu üç esası anlıyordu:
-Ekonomide bireylerin faaliyetleri esas olacaktır.
-Büyük bir ülkenin bütün ihtiyaçları, birçok şeylerin yapılmadığı göz
önünde tutularak, ülke ekonomisini devlet eline alacaktır.
-Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılmayacaktır.
c) Neden Devletçilik?
Neden ülke ekonomisinin yönetimini, büyük işleri devlet üstleniyordu?
1) Çünkü cumhuriyetimiz henüz çok gençti. Geçmişten miras kalan
hizmetler, günün gereklerini tatmin etmekten uzaktı. Bunu sağlamak için
bireylerin girişimlerinin sonucunu beklemek doğru değildi. Hükümet
önemli ve büyük işleri, olabildiğince üzerine almalıydı.
2) Devletçilik ilkesinin kabulü asıl şu bakımdan zorunluydu: Osmanlı
İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti devletine harap bir yurt parçası
miras kalmıştı. Ülke ekonomisini yeni baştan kurmak gerekiyordu. Ne var
ki, ülkenin kalkınmasını, çok zayıf olan özel girişimden beklemek hayaldi.
Bu koşullar altında devletçilik Türkiye için kaçınılmazdı.
d) Planlı-Programlı Çalışma
Başarı için planlı olarak çalışmak gerekiyordu.
1) Kurtuluş ve bağımsızlık için yapılan mücadeleyi tamamlamak, ülkemizin
ekonomik kaynaklarından en yüksek şekilde istifade ederek zayıflık
sebeplerimizi gidermek için, her şeyden önce çalışmak gerekiyordu.

71
Ancak yapılacak çalışmalar yıllarca takip edilecek bir programa
dayanmazsa başarısızlığa mahkûmdur. Başarı ancak yasal bir planla ve en
akılcı bir şekilde çalışmakla sağlanabilirdi.
2)Bir devletin yönetimi bilime dayanmalıdır. Bilim ise düzen ister, plan
ister. Büyük bir ülke planlama olmadan yönetilemez. Özel girişime engel
olmadan, planlamanın erdemlerinden yararlanmak şarttır.
e) Sonrakiler Saptı
1) Atatürk ve arkadaşları çok işler yapmış, başarmıştır. Ancak insan ömrü
çok büyük işleri, işlerin hepsini başarabilecek kadar uzun değildir. Doğal
olarak, eserin tamamlanmasını sonraki kuşaklara bıraktılar. Ne var ki,
izleyen kuşaklar işin sonunu getiremediler. Diğerlerinde olduğu gibi
Devletçilik İlkesinden de saptılar.
2) Atatürk devletçiliği bize özgüdür. Türkiye’nin koşullarıyla yoğrulmuştur.
Liberalizm ise Batı’ya özgüdür, yapıca bizden farklı olan Batı
toplumlarının dünya görüşüdür, evrensel değildir. Yapılabilecek hataların
en büyüğüdür Liberalizmi alıp, bizim toplumumuza uygulamak. Ancak
sonra gelenler her açıdan Batı’nın peşinden giderek, liberal ekonomi
uygulamasını benimsemişlerdir. Bu yüzdendir ki, sanayileşmemiz ve
kalkınmamız durmuş, birçok önemli sorunumuz çözümsüz kalmıştır.

Sorular:
1) Atatürk’ün ılımlı devletçiliği hangi üç esasa dayanmaktadır? Açıklayınız.
2) Türkiye’de devletçilik sisteminin kabulü hangi bakımlardan zorunluydu?
3) Başarı için neden planlı çalışma gerekiyordu?
4) Sonraki yıllarda Liberalizmin esas alınması neden hata olmuştur?

3. KONU: EKONOMİ
a) Ekonomi Nedir?
- Ekonomi (iktisat) insan ihtiyaçlarını tatmine yönelik faaliyetlerin
tümüdür.
Atatürk’e göre ekonomi demek, her şey demektir, hayat demektir.
Yaşamak için, mutlu olmak için, kuvvetli bir devlet için, insanın varlığı için
ne lazımsa, onların tamamı demektir. Tarım demektir, ticaret demektir,
çalışmak demektir.

72
- Bir ulusun varlığının değeri, uygarlık alanında yaptıklarıyla ölçülür. Bu
varlıkların güçlenmesinde en çok gereken şey ekonomidir. Ekonomide
ilerlememiş milletler varlıklarını koruyamazlar.
b) Ekonominin Önemi
- Tarihî olayların siyasi, askerî, toplumsal ve ekonomik nedenleri vardır.
Bir milletin yaşamıyla, yükselmesiyle, çöküşüyle ilgili olan en önemli
neden, o milletin ekonomisidir. Bu Türk tarihi için de doğrudur. Gerçekten
Türk tarihi incelenirse görülür ki, bütün yükselme ve çöküş sebeplerinin
başında ekonomi gelir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti'ni
yaşatmak ve yükseltmek için, ekonomiye birinci derecede önem vermek
gerekir.
- Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, ekonomik durumumuz içler acısıydı:
Tarım zayıftı, sanayi yoktu. Eğitim çok kötüydü. Bütçemiz, gelirimiz
yetersizdi. Kısacası her şey ikinci bir zafere, ekonomide de başarılı
olmamıza bakıyordu. Çünkü kalkınmanın gerektirdiği kuvvet ve araçlar
yalnız onda vardı. Ancak ekonomiye önem vererek gelirimizi artırabilir,
yoksulluktan kurtulabilirdik.
Asıl büyük zafere ulaşmamız, ekonomideki başarılarla mümkün olacaktı.
Çünkü ekonomik bakımdan zayıf bir millet yoksulluktan kurtulamaz; ileri
bir uygarlığa kavuşamaz. Ülkenin bağımsızlığını korumak için gerekli olan
araçlar, ancak ekonominin gelişmesiyle elde edilebilir.
- Aydınlar ve yöneticiler milleti mevcut durumundan daha ileriye
götürmekle yükümlü olan insanlardır. Bu ilerleyiş için savaşlarda kazanılan
zaferler yeterli değildir. Asıl ilerleyiş ekonomi alanında olur.
Her alanda olduğu gibi, ekonomi alanında da akılcı, verimli işler
yapmalıdır. Bu yolda ne derecede başarılı işler yapılırsa, ulusumuz da o
derecede zenginleşmiş, o denli yükselmiş ve gönenç bulmuş olur.
c) Devletin Ekonomi Temeli
Cumhuriyetimizi kuran kadro yeni Türkiye devletinin mutlaka ekonomiye
dayandırılması gerektiğini düşünüyordu. Hükümetin esasları iktisat
programından çıkarılmalıydı. Milletçe bütün varlığımızla, bütün bilgi ve
çalışmalarımızla ekonomiye odaklanmalıydık.
- Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik temelini şöyle ifade etmiştir:
Yeni Türkiye devleti; temellerini süngü ile değil, süngünün de dayandığı
ekonomi ile kuracak, bir iktisat devleti olacaktır.
Hükümetimizin bütün esasları, bütün programları iktisat programından
çıkarılmalıdır. Çocuklarımız ticaret, sanayi, tarım ve sanat alanlarında
verimli, etkili, pratik bir eleman olacak şekilde yetiştirilmelidir. Eğitim

73
programlarından başka, diğer devlet birimleri için düşünülecek programlar
da, iktisat programına dayanmalıdır.
Ekonomide başlıca hedeflerimiz; bağımsızlığımızı korumak ve en uygar,
gönençli bir millet olarak varlığımızı yükseltmektir.
- Nasıl başaracağız?
Atatürk yanıtlıyor: Çok çalışarak, halka danışarak, milletçe ekonomiye
odaklanarak…
Çalışacağız ve az zamanda durumumuzu en uygar bir düzeye getireceğiz.
Yapılacak işleri anlamak için çok kitap okumakla yetinmeyip, tarım, sanayi
erbabı ve tüccarla doğrudan doğruya görüşmek gerekir. Bu maksatla
İzmir’de bir kongre topladık.
Hayat demek ekonomi demekse, bütün görüşlerimizi, bütün çalışmamızı
mutlaka ekonomide başarılı olmaya odaklamalıyız. Örneğin, eğitim ve
öğretim programımız öyle olacaktır ki, onu takip eden insanlar güzel
çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak; güzel iş yapan adam, faydalı
adam, verimli adam olacaktır.
Sonuç şudur ki, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en başta gelen
işimiz iktisat işleridir. Bu işte en yüksek başarıyı temine çalışmak
yaşamsaldır, zorunludur.

Sorular:
1) Atatürk’e göre ekonomi ne demektir?
2) Ekonomiye neden birinci derecede önem vermelidir?
3) Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ekonomimiz ne durumdaydı?
4) Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik temelini nasıl ifade etmiştir?
5) Ekonomide başarıyı nasıl sağlayacağız?

4. KONU: MALİYE
a) Kamu Maliyesi Nedir?
Kamu maliyesi devlet işlerinin yürütülmesi için gerekli gelirleri sağlama
ve harcamaları planlama amacına yönelik devlet hizmetidir.
Devletin, işsizliği, enflasyonu önlemek gibi ekonomik ve sosyal hedeflere
ulaşmak için, malî araçlar kullanmasına “maliye politikası” denir. Bu

74
amaçları gerçekleştirmek için kullanılan araçlar; kamu harcamaları,
vergiler ve borçlanmadır.
b) Önemi Ve Esaslar
- Bir devlet; maliyesi sayesinde ayakta durur. Devletin varlığı ve bekası
bakımından çok önemlidir. Maliye düzenli olmalıdır, güven ve disiplin
üzerine kurulu olmalıdır.
Özellikle devletçi ve halkçı olan bir yönetimde ve ekonomide, maliyenin
kudret ve düzenliliği başlıca dayanaktır.
- Atatürk’ün maliye politikasının temel amacı; halka sıkmadan ve
yabancıya muhtaç olmadan bütçe dengesinin sağlanması, kamu
hizmetlerinin yürütülmesidir.
Bir diğer hedef de, yeni Türkiye’nin hızla kalkınması gerektiğinden, devlet
bütçelerinin, bütçe fazlaları vermesinin sağlanmasıdır. Bu fazlalar
yatırımlara tahsis edilecektir.
c) Bütçe
Hükümetin, bir yıl içinde elde edeceği gelirlerle, yapmayı planladığı
harcamaları gösteren tabloya devlet bütçesi denir. Eğer bütçede
planlanan harcamalar, planlanan gelirlerden fazla ise bütçe açığı, daha az
ise bütçe fazlası söz konusudur.
Bütçe devlet hizmetlerinin, planlı bir şekilde yapılmasını ve
denetlenmesini sağlar.
Atatürkçü öğretinin bütçe ile ilgili esasları şunlardır:
- Devlet bütçesi denk olmalıdır. Atatürk’ün maliye politikasında devlet
bütçesinin açık vermemesi, dengede olması esastır. Çünkü açık bir
bütçenin sakıncaları vardır. Denklikten anlaşılan, devletin gelirleri ile
harcamaları arasında eşitliğin sağlanmasıdır, denkliğin borçlanma yoluyla
sağlanması kabul edilemez.
- Devlet bütçesi ekonomik yapıyla orantılı olmalıdır.
- Devlet bütçesi koruyucu ve kurucu olmalıdır. Verimli işlere her
defasında daha fazla pay ayırmalıdır.
Devlet bütçesinin denk olması, ekonomik yapıyla orantılı olması malî
bağımsızlığımızın koşullarındandır.
Atatürk döneminde uygulanan maliye politikası olumlu sonuçlar vermiştir.
Bu politikanın ulusal faaliyet üzerinde yarattığı etkiyledir ki, bütçe tahmin
rakamları yalnız gerçekleşmekle kalmamış, daima fazla ile kapanmaya
başlamıştır.
d) Vergiler

75
-Vergi ve Vergi Politikası: Kamu harcamalarını yapabilmek için, devletin,
kişi veya kurumların gelirlerinden aldığı paya vergi denir. Vergi koymanın
en önemli işlevi, kamu hizmetlerini yürütebilmek için devlete para
aktarmaktır. Vergilemenin gelir dağılımını dengelemek, enflasyon ve
işsizliği azaltmak gibi başka işlevleri de vardır. Bu gibi amaçlara ulaşmak
için hükümetin, vergi aracını kullanmasına “vergi politikası” adı verilir.
-Atatürk Dönemi Vergi politikası: Atatürk döneminde uygulanan vergi
politikasının esaslar şöyle belirtilebilir.
--Atatürk’ün maliye politikasının temel amacı, kamu maliyesinin yurt
içinde ve dışında güçlü olmasıdır. Vergi artışları halkın gelir düzeyi ile
orantılı olmalıdır.
Atatürk döneminde halka ağır gelen vergi, resim ve harçlar kaldırılmış;
bunların yerine halkın gelir düzeyine göre ayarlanabilen vergiler
getirilmiştir.
--Vergiler ekonomiyi olumsuz etkilememeli, üretimi azaltmamalıdır.
--Vergi yasaları ve vergi toplama usulleri iyileştirilmelidir. Vergi yasaları
bilimsel ve uygulamalı bir şekilde ve milletin ödeme yeteneğine önem
veren bir zihniyetle geliştirilmelidir.
-- Vergi, yurttaşın mutlaka ödemesi gereken bir borçtur. Maliye’ye olan
yükümlülüğü, yurttaşın başta gelen ödevlerindendir. Askerlik nasıl bir
vatan borcu ise, vergi de vatandaşın yerine getirmeye mecbur olduğu bir
borçtur.
E) Dış Borçlanma
Dış borçlanma devletin, yabancı bir devlete ya da mali kuruluşa yaptığı
borçlanmadır.
-Her uygar devlet gibi Türkiye de dış borçlanma yapabilir.
-Dış borçlanmaya ancak şu iki koşulla olumlu bakılabilir:
--Yapılan borçlanma ülkenin bayındırlığını, halkın gönencini sağlayacak,
üretimi ve gelir kaynaklarımızı geliştirecek verimli borçlanma olmalıdır.
--Borçlanma, borç verenler tarafından ülkeye baskı yapma aracı olarak
kullanılmamalı, bağımsızlığımızı zedelememelidir.

Sorular:
1) Kamu maliyesi ile maliye politikası terimlerini tanımlayınız.
2) Atatürk’ün maliye politikasının temel amacı nedir?
3) Atatürkçü öğretinin bütçe ile ilgili esasları nelerdir?

76
4) Şu terimleri tanımlayınız: Vergi, vergi politikası.
5) Dış borçlanmaya hangi koşullar altında olumlu bakılabilir?

5. KONU: KALKINMA
Atatürk yaptığı konuşmalarda, Türkiye’nin ekonomik kalkınma
zorunluluğundan söz etmiş, kalkınmanın nasıl gerçekleştirilmesi
gerektiğini çeşitli yönleriyle anlatmıştır. Bu konudaki görüşlerini aşağıda
kendi ağzından dinleyelim.
a) Kalkınma Hedefimiz
Biz mücadelemizi ülkemizin bağımsızlığı ve mutluluğu için yaptık.
Halkımız çok yoksuldu, ülke imara muhtaçtı. Oysa Türkiye’nin her yeri
gönençli ve kalkınmış olmalıydı. Bunu mutlaka başarmalıydık. Biz bütün o
uzun ve zor mücadeleleri, vatanın ve milletin bağımsızlığı için yapmıştık.
Ondan sonraki faaliyetlerimizin de asıl hedefi; kalkınmış bir Türkiye’nin
gerçekleştirilmesi olacaktı. Ülkemizi bayındır, halkımızı mutlu ve gönençli
kılacaktık.
Ülkemiz haraptı, milletimiz yoksuldu. Eğitimimiz geri, ekonomi zayıftı.
Ama biz kararlıydık; kesin emelimiz; ülkemizi imar etmek, halkımızı
aydınlatmak, gönence kavuşturmaktı. Önceliğimiz ekonomiydi:
Ekonomimizin iyileştirilmesine ne kadar önem verirsek, ülkemiz o kadar
güçlü ve gönençli olacaktı.
Ülkemizde köylere varıncaya kadar bütün şehirlerimizin, birer gönenç ve
bayındırlık manzarası göstermesi önde tuttuğumuz amaçtı.
Kısacası, Büyük bir yoksulluk gerçeğiyle ve yüzyılların ihmalleri ile karşı
karşıyaydık. Bu nedenledir ki, yapılması gereken tek bir şey vardı:
Türkiye’nin her bakımdan kalkınmasını sağlamak!
b) Kalkınma Politikamız
Ancak biliyorduk ki, kalkınma kendiliğinden olmaz. İlerlemek, kalkınmak
için bilgi gereklidir, insan gücü, makine gereklidir. Yollar yapılmalı,
fabrikalar kurulmalıdır. Genel cehalet yok edilmelidir.
- Doğal Kaynaklar
Bizim ülkemiz bir tarım ülkesidir. Ancak sadece bir tarım ülkesi olarak
kalamaz. Yurdumuz keşfedilmemiş maden hazineleri ile doludur, kaliteli
topraklara sahibiz. Bunların hepsini açmak, işletmek, para yapmak
lazımdır.

77
- Modern Bilgi, Teknoloji ve İnsangücü
Dünyanın güçlü ülkeleri karşısında ezilmemek, başarılı olabilmek, mevcut
en son uygarlık ve gelişmişlik derecesine ulaşmayı hedeflemekle
mümkündür. Bu da hiç kuşku yok ki, çağdaş bilimsel ve modern araçları
almamızı ve hakkıyla uygulamamızı gerektirir. Ekonomide başarılı olmak
istiyorsak, gelişmiş ülkeler ne yapmaktadır, ne gibi araçlara
başvurmaktadır? Onları öğrenmeli ve almalıyız.
Nüfusumuz sadece sekiz milyon!... Bu koca ülkeyi bu sekiz milyon
işleyemez. İnsangücü lazımdır işlemek için. O zaman insanlarımızı sekiz
milyondan seksen milyona çıkarmak lazımdır ve şüphe yok, bunun için
gereken her araca başvurmalıyız. Fakat biz bunu bekleyemeyiz. İnsan
eksiğini, el eksiğini başka bir şeyle telafi etmek zorundayız ki, o da
teknolojinin bahşetmiş olduğu araçlardır. Onun adına makine derler. On
beş kişinin, yüz kişinin yaptığını yapabilen teknoloji gücüne başvurmak
zorundayız.
- Eğitim ve Öğretim
Cahil insan yukarda söylediğim şeylerin hiçbirini yapamaz. Oysa ülkemizde
genel denecek derecede yaygın olan bir cehalet vardır. O halde her
şeyden önce bu cehaleti yok etmek lazımdır. Bu da eğitim ve öğretime
yeni bir şekil vermekle olur. Yeni eğitim sistemimiz ekonominin isteyeceği
gibi olmalıdır.
Eğitimimiz o şekilde olmalı ki, çocuklarımız ülkede en çok gerekli olan
şeyi öğrenmelidir. Hayat için gerekli olan şeyleri başarıyla, kolaylıkla elde
etmek için bilinmesi gereken şeylerin hepsi eğitim ve öğretim
programımızda bulunmalıdır.
Özetlersek, önce genel cehaleti yok etmeye çalışacağız. Bunun için
herkes rast geldiği yerde yurttaşlarını aydınlatmayı ulusal bir görev
bilmelidir. Yetişecek olan çocuk teorik olarak kalmamalıdır. Çalışma
hayatında verimli olmalı, faal olmalıdır. Günün istediği meslek sahibi
olarak yetişmelidir.
Ayrıca yüksek meslek adamları da yetiştirmek lazımdır. Bütün bunlar için
gereken her türlü bilim ve öğretim kurumları açılacak, geliştirilecektir.
- Neler Yapacağız?
Görülüyor ki, yapılması lazım gelen çok şey var. Yol yapacağız,
demiryolları, limanlar yapacağız. Tarımda tamamen modern, teknik
araçlar kullanarak tarımı geliştireceğiz. Sonra, sanayicilerimizi
yetiştireceğiz. Dünya ile rekabete girebilecek biçimde hareket edeceğiz.
Tabii bu da fabrikalarla olacaktır. Çalışmalarımızın ürününden en yüksek
ve gerçek faydayı sağlayabilmek için de aradaki aracıları çıkaracağız.

78
Bugüne kadar yaşadığımız felaketlerin nedenlerinden biri de milletimiz ile
dışarı arasında yabancıların aracı olmasıdır.

Sorular:
1) Atatürk’ün, kalkınma açısından, doğal kaynaklar hakkındaki görüşü nedir?
2) Atatürk kalkınma için, nüfusla ilgili hangi iki öneride bulunuyor?
3) Yeni eğitim ve öğretim sistemi nasıl olmalıdır?
4) Genel cehalet nasıl yok edilebilir?

6. KONU: ÜRETİM FAKTÖRLERİ


Burada Atatürk’ün üretim faktörleri hakkındaki görüşlerini yine kendi
ağzından öğreneceğiz. Ancak, önce iki önemli kavramı basitçe
tanımlamamız gerekiyor: Üretim ve üretim faktörleri… Üretim, insanların
ihtiyaçlarını tatmin eden malları elde etme faaliyetidir. Üretim
faktörleri ise üretimde kullanılan, doğal kaynak, emek, sermaye, bilgi gibi
unsurlardır.
Atatürk’ü dinliyoruz:
Bağımsızlık savaşımızı zaferle noktalamıştık. Ancak işimiz daha
bitmemişti, asıl mücadele bundan sonra başlıyordu. Ülkemiz haraptı,
milletimiz yoksuldu. Ekonomimiz zayıftı. Ülkemizi imar etmek, halkımızı
yoksulluktan kurtarmak gerekiyordu. Artık bunun mücadelesini
vermeliydik, ülkemizi kalkındırmalıydık. Ne var ki, kalkınma için kaynak
gerekliydi, doğal kaynaklar, insan gücü, makine, bilgi gerekliydi.
Bu konudaki görüşlerimi aşağıdaki gibi ifade ediyordum.
a) Doğal Kaynaklar
Öncelikle doğal kaynaklarımızı işlemeli, değerlendirmeliyiz. Doğal
kaynaklar toprakla, bunun üstünde ve altında bulunan zenginliklerdir.
Bütün bu hazineleri açmak ve bunları işletmek, servet ve mutluluk
kaynaklarını bulmak, bizlere, milletimize düşen görevlerdir.
b) İşgücü
İkinci ekonomik kaynağımız işgücüdür. İşgücü (emek), üretim için gerekli
olan insan beden ve beyin gücüdür.
İşgücü nüfusa bağlıdır. Nüfus ekonomi ve ülke savunması açısından
önemlidir. Nüfusumuz çok azalmıştır, artırmak lâzımdır. Bunun için
önlemler almak zorundayız.
79
Bundan başka, Türk kadını çalışma hayatının içinde olmalıdır. Kadının, bir
ulusun yükselişinde yeri eşsizdir. Türkün yakın geçmişteki gerileyişi,
kadının işten uzaklaştırılması ile başlamıştır.
c) Sermaye
Ekonomik kalkınmanın diğer bir kaynağı da sermayedir. Sermaye; üretim
sürecinde kullanılan makine, bina, yol gibi insan eseri olan araçlardır.
Sermayenin kaynağı emek ve tasarruftur. Tasarruf vatanın gönencini
temin edecek en sağlam bir araçtır. Bunun için, daha fazla çalışmak,
tasarruf fikrini kökleştirmek, başlıca prensiplerimizdendir.
Ülkemizin genişliği ile nüfusumuz arasındaki orantısızlık vardır. Nüfusun
azlığını, eksik olan el emeğini başka bir araçla telafi etmek
mecburiyetindeyiz; o da makinedir, teknik aletlerdir.
Tutumlu olan bir ulus, devletin varını artırıyor demektir. Ancak bu
artırılmış paralar verimsiz şekilde birikip kalmamalı, ulusal kurumlara,
bankalara akmalıdır.
d) Bilgi Ve Ahlak
Bilgi öğrenme yoluyla elde edilen gerçeklerdir. Ahlak bireyin hayatta
yüksek değerlere bağlı olarak davranmasıdır. Bilgi ve ahlak da üretim
sürecini belirler.
Bir toplum için en büyük sermaye zekâ, dikkat, doğruluktur; teknik ve
metotlu çalışmasını bilmektir. Bir işte başarılı olmak; eğer kişisel bir onur
sorunundan daha ileri, ulusal bir onur sorunu yapılırsa, çalışmak için,
hedefe ulaşmak ve daha yükselmek için gerekli enerji yüreklerde bol bol
bulunacaktır.
Sorular:
1) Şu terimleri tanımlayınız: Üretim, üretim faktörleri.
2) Atatürk, zaferin ardından, karşı karşıya bulunduğu Türkiye’yi nasıl betimliyor?
3) Kalkınma için hangi kaynaklar gereklidir?
4) İşgücü nedir, Atatürk işgücü hakkında hangi önerilerde bulunuyor?
5) Sermaye nedir? Atatürk’ün, kalkınmada sermayenin kullanılmasına ilişkin
görüşleri nelerdir?

7. KONU: TARIM
Atatürk Türkiye’nin kalkınmasının öncelikle tarım sektörüne
dayandırılmasını istiyordu. Çünkü halkın en geniş ölçüde faaliyet
gösterdiği kesim tarım sektörüydü.
80
Bu konudaki görüşlerini de aşağıda kendi ağzından dinleyelim.
a) Tarımın Tarihsel Önemi
Biz bir tarım ülkesiyiz. Kendimizi önce bu alanda göstermeliyiz.
Çiftçilerimiz, köylülerimiz, zengin ve gönençli olmaya herkesten önce
layıktır.
Dünyada fetihlerin iki aracı vardır. Biri kılıç, diğeri saban... Zaferinin aracı
yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet, bir gün girdiği ülkeden kovulur.
Gerçek fetihler yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır. Çünkü milletleri
vatanlarında sağlam bir şekilde yerleştirmenin, millete istikrar vermenin
aracı sabandır.
b) Tarımımız Neden Geri Kaldı?
Halkımızın çoğunluğu çiftçidir, çobandır. Ancak şu da var ki, halkımız
yüzyıllardan beri hakkıyla ne çiftçilik yapabilmiştir, ne de çobanlık…
Bunun sebebi Osmanlı’nın siyasetidir. Bu, bütün dünyayı zapt etmek,
cihangir olmak siyasetidir. Millet evini, köyünü, bağını, tarlasını, öküzünü
unutmuş, atına binmiş, ülke ülke dolaştırılıyordu. İşte bu hareket biçimi,
asli unsurun, yani Türklerin kendi yaşamsal icaplarıyla, ülkenin icaplarıyla
uğraşmasına, kuvvetli olmak için, zengin olmak için gerekli olan çiftçilikle
uğraşmasına engel oluyordu. Her şeyimiz gibi çiftçiliğimizin de arz ettiği
sefalet manzarası bundandır.
Devamlı bir şekilde bugüne kadar sürüp gelen savaşlar, çiftçiliğimizi, ne
yazık ki, çok geri bırakmıştır. Oysa çiftçi, yalnızca ulusal sınırları içinde
hayatı için, bağımsızlığı ve egemenliği için silaha sarılmalıdır. Bundan
sonra biz sakat hareketlerden kaçınarak, çiftçilerimizi kendi işlerinde
faaliyette bulundurmak için çalışacağız.
c) Türkiye: Tarım Ülkesi
Bizim ülkemiz tarım ülkesidir, çiftçi ülkesidir. Halkımızın çoğunluğu
çiftçidir, çobandır. Biz ülkemizin servet kazanma yolunu her şeyden önce
tarımda ve tarımsal sanayide arıyoruz.
Bugüne kadar vatanın birçok unsurları içinde en çok sıkıntı çekenler
çiftçilerimiz olmuştur. Çiftçiler Osmanlı zamanında, çoğu kez hemen hiç
düşünülmemiştir. Onları ya savaş olunca, ya hazinelerini doldurmak
gerekince hatırladılar. Çalışan onlardı; buna karşılık ölen, sefalete
mahkûm olan onlardı. Artık böyle olmayacaktır. Çiftçiler her şeyden önce
kendilerini düşünecek, kendi gönençlerini sağlayacak, ancak ondan
sonradır ki, başkalarını düşüneceklerdir.
Çiftçilerimizin gayretleriyle ülkemizin verimli tarlaları da birer bayındırlık
kaynağı olacaktır. Çiftçilerimiz elbette yalnız kişisel ihtiyaçlarını gidermek
için çalışmayacaklar. İhtiyaçlarından fazla olan ürünleri dışarıya sevk

81
edecek ve onları altına çevirecekler. Bunu yapabilmek için tüccarlara
ihtiyaç vardır. Eğer tüccarlar bizden olmazsa, milli servetin çok önemli bir
kısmı şimdiye kadar olduğu gibi yine yabancılarda kalacaktır. Onun için
ulusal ticaretimizi de yükseltmeye mecburuz.
d) Köylü Efendimizdir
Türkiye’nin hakiki sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde
herkesten daha çok gönenç, mutluluk ve servete hakkı olan, buna layık
olan, köylüdür. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin
ekonomi politikası, bundan böyle bu esas amacı elde etmeye yöneliktir.

Sorular:
1) Tarımın tarihsel öneminden ne anlıyoruz?
2) Osmanlı siyasetinin tarımımız üzerindeki olumsuz etkisi neydi?
3) Çiftçilerimiz Osmanlı zamanında ne durumdaydı? Atatürk nasıl bir yol izledi?
4) Çiftçilerimiz kişisel ihtiyaçları dışında başka hangi amaçla çalışacaklardı?
5) Atatürk’ün “köylü efendimizdir” sözü ne anlama gelmektedir?

8. KONU: TARIM POLİTİKASI


Atatürk Türkiye’nin kalkınmasının öncelikle tarım sektörüne
dayandırılmasını istiyordu. Peki, bunun için nasıl bir tarım politikası
izlenmelidir? Bu konudaki görüşlerini de yine kendisinden dinleyelim.
a) Tarımsal Kalkınma
Tarım ekonominin temelidir. Onun için tarımsal kalkınmaya büyük önem
verdik. Köylere kadar yayılacak programlı ve uygulamalı çalışmalar,
hedefimize ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Tarımın ve köyün kalkınması ancak
planlı ve sistemli şekilde gerçekleştirilebilir. Kalıcı bir tarım politikası ve
rejimi gereklidir; öyle ki, her gelen hükümete göre değişmesin.
Ülke iklim, su ve toprak verimi bakımından tarım bölgelerine ayrılmalıdır.
Bu bölgelerin her birinde köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları
için örnek alacakları verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri
kurulmalıdır.
b) Çiftçinin Desteklenmesi
Önce çiftçiyi kalkındıracağız, bunun için ona her türlü modern desteği
sağlayacağız.

82
Devlet aslî unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek zorundadır.
Köylüler hepimizin efendisidir. Köylüyü kuvvetlendirmek için, bilimin,
teknolojinin, çağın emrettiği araçlara ve yollara fiilen girişmek lazımdır.
Köylünün çalışmasının verim ve sonuçlarını kendi menfaati lehine
olabildiğince yükseltmek, iktisat politikamızın esas ruhudur. Dolayısıyla
bir taraftan çiftçinin çalışmasını artıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve
teknik aletlerin tamamlanmasına ve yayılmasına, diğer taraftan çiftçinin,
çalışmasının sonuçlarından en yüksek düzeyde yararlanmasını sağlayacak
ekonomik önlemlerin alınmasına çalışmak lazımdır.
Çiftçinin sömürülmesine izin verilemez. Çiftçi örgütlenmeli, ürününü
refahını artıracak fiyatlarla satabilmelidir. Bu, yalnız eşitlik ideali
bakımından değil, ulusal birliğimizin pekişmesi bakımından da önemlidir.
c) Üretim Girdileri
-Çiftçiye hizmet: Köylüye ulaştırma, sağlık ve eğitim hizmetleri
götürmeliyiz. Tarım okulları açmalıyız. Çiftçilerimizi makineli tarıma
yönlendirmek de amaçlarımızdandır.
Başarımız tarıma bağlıdır. Tarım okulları açmalıyız, traktör ve diğer
modern tarım makineleri getirmeli, yeni bir tarım bilimi geliştirmeliyiz.
Tarımın değerini, önemini köylüye anlatmalı, onu en yüksek faydayı
sağlayacak faaliyete yönlendirmeliyiz. Bunun için okul gereklidir, tarım
okulları gereklidir.
-Makineleşme: Çok azalmış olan nüfusumuzu bir yandan artırırken, bir
yandan da nüfus azlığını makine ile telafi etmeliyiz. Ancak makine ile
tarım ülkesi olabiliriz. Yüzyıllardan beri kullanmakta olduğumuz sabanları
bir tarafa bırakacağız. Çağdaş ilerlemelerin gerektirdiği bütün tarımsal
alet ve edevatı ülkeye getireceğiz. Fakat çalışmanın yolunu da bilmek
lazımdır. Bunun için de bilim ve teknoloji gerekir, kültür gerekir.
Dolayısıyla çiftçilerimizi bu bakımdan yetiştirmek lazımdır.
Hemen yapılması gereken şey; bütün çiftçilerimizin makine sahibi olması,
makine kullanmasını bilmesidir, makine yapan kurumlara sahip olmasıdır.
Makinesiz tarım olmaz. El emeği güçtür.
d) Toprak Reformu
Tarımda yapılacak önemli işlerden biri çiftçinin gereğince
topraklandırılmasıdır; bir diğeri de, toprağın bölünmemesidir.
Meclis, Toprak Kanunu’nu bir sonuca vardırmalıdır. Her Türk çiftçi
ailesinin, çalışacağı ve geçineceği toprağa sahip olması kesinlikle
gereklidir. Ülkede topraksız çiftçi kalmamalıdır. Çiftçiye arazi verilmesi
hükümetin sürekli izlemesi gereken bir konudur.

83
Bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprak, hiçbir nedenle ve şekilde
bölünmemelidir. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi
genişliği, arazinin bulunduğu bölgenin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim
derecesine göre sınırlandırılmalıdır.
Tarımda üretim organizasyonu iyi değildir. Toprak dağılımı eşitsizdir.
Ortalama işletme ölçeği küçüktür, işletmelerin sahip olduğu topraklar çok
parçalıdır. Bu yüzden, modern teknolojiler kullanılamıyor. Bu sorunlara da
el atmak gerekir.
e) Tarım Ve Diğer Sektörler
Tarımla sanayi sektörümüz arasında da dayanışma olmalıdır. Tarım bir
yandan besin ihtiyacımızı karşılarken, bir yandan da sanayi girdileri
sağlamalıdır. İhracatımızı oluşturan ürünler miktarca artırılmalı ve
kaliteleri yükseltilmelidir.
Maliyetlere, sulamaya, hastalık ve zararlılarla mücadeleye önem
vermelidir. Geniş bir sulama politikasının uygulanması gereklidir
Tarımsal faaliyet için de yollar, demiryolları, otomobiller lâzımdır ve
bunların hepsinin faaliyete geçmesi lazımdır.
f) Ormanlar
Ormanlar ülkemizin çok önemli bir servet kaynağıdır, tarımla uğraştığımız
kadar ormanlarımızla da ilgilenmeliyiz. Ormanlarımızı çağdaş önlemlerle
iyi halde bulundurmak, genişletmek ve ondan en yüksek faydayı sağlamak
esas prensiplerimizdendir.
Yurdumuzun neresi çoraksa, boz topraksa, orayı orman kılmalıdır.
Yurdumuz öyle ağaçlandırılmalı ki, kör bir insan bile fark edebilmelidir
yeşillikler arasında olduğunu.
g) Uygulamalar
Atatürk’ün zamanında bu sorunların birçoğuna el atılmış önemli başarılar
sağlanmıştır. Bunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
Köylünün en büyük sıkıntısı, aşar veya öşür denilen mahsulünün onda birini
vergi olarak ödemesiydi. Büyük bir mali fedakârlığı göze alan hükümet,
1925 Şubatında Aşar Vergisini kaldırdı. Böylece köylü ağır ve sıkıntılı bir
vergi sisteminden kurtulmuş oldu.
1925’te çıkarılan başka bir kanunla Hükümet, köylüyü topraklandırmak
amacı ile bedelini yirmi yılda ödemek üzere toprak dağıttı. Ziraat Bankası,
küçük çiftçilere kredi kolaylıkları tanımakla ve faiz haddini düşürmekle
yararlı hizmetler yaptı. Kooperatifçiliğe önem verildi. 1928’de kurulan
Tarım Kredi Kooperatifleri, Ziraat

84
Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı. Çiftçiye destek verilerek
ekonomiyi canlandırmaya çalışılmıştır.
Köylüye yararlı olmak ve yardım sağlamak amacı ile tohum ıslah
istasyonları, örnek Devlet Üretme Çiftlikleri açıldı. Traktör kullanımı
teşvik edilerek, ucuz alet ve makine dağıtımı yapıldı. Atatürk çiftlikler
kurarak ve modern yöntemler uygulayarak çiftçilere örnek oldu.

Sorular:
1) Atatürk tarımın kalkınması hakkındaki görüşleri nelerdir?
2) Çiftçinin desteklenmesi için neler yapılması gerekiyordu?
3) Tarımda makineleşme neden gerekli görülüyordu, bunun için neler yapılmalıydı?
4) Toprak reformu kapsamında tarımda yapılması gereken iki önemli iş hangileridir?
Bunları kısa kısa açıklayınız.
5) ormanlarla ilgili olarak nasıl bir politika izlenecekti?

9. KONU: SANAYİLEŞME
Atatürk’e göre Türkiye kalkınmasını önce tarıma dayandırmalıdır. Ancak
sanayileşmeyi de ihmal etmemelidir. Ona göre sanayi bir yaşam temelidir;
yokluğu felakettir. Atatürk’ün sanayileşme hakkındaki görüşünü yine kendi
ağzından öğrenelim.
a) Neden Sanayileşmeliyiz?
Sanayileşmek en büyük ulusal davalarımızdandır. Çalışması ve yaşaması
için ekonomik elemanları ülkemizde var olan her türlü sanayiyi kuracağız
ve işleteceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınmasını, tarımsal gelişmenin yanı sıra kamu
öncülüğünde bağımsız bir sanayileşmeye bağlamıştık.
-Ülkemizin türlü ve zengin kaynaklarından faydalanabilmek için,
milletimizi mutlu ve gönençli kılmak için sanayileşme mutlaka gereklidir.
-Sanayisiz kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.
Bir millet sanayiye önem vermedikçe, büyük felaketlere mahkûmdur.
-Evet, en büyük kuvveti tarımda göstereceğiz, fakat aynı zamanda
sanayimizi de geliştirmek zorundayız. Eğer sanayi konusunu yine
görmezden gelirsek, o takdirde sanayi ürünlerinde yine yabancı ülkelerin
haraç vereni oluruz.

85
b) Büyük İhmal
Bir millet sanayisiz yaşayamaz. Geçmişte büyük fabrikalar halinde değil,
fakat her evde bir tezgâh veya birçok tezgâh vardı. Bugün ne yazık ki bu
da bitmiştir. Çünkü yabancılara verilen imtiyazlar (ayrıcalıklar) nedeniyle,
bu küçük tezgâhlar varlığını sürdüremezdi. Ayrıcalıklı ithalat sonucunda
sanayimiz sönmüş, mahvolmuştur. Bugün, sanayimizin canlandırılması
lazımdır. Büyük sınai kuruluşlar vücuda getirmeye, fabrikalar kurmaya
ihtiyacımız vardır.
Bizi mahvetmek isteyenler zanaatın, sanayinin her dalında ilerlemişlerdir.
Bugünkü tezgâhlarla Amerika ve Avrupa’ya karşı varlık gösteremeyiz.
Bunun için sanayi alanında neyi öğrenmek gerekiyorsa, onu öğrenmek
zorundayız.
Zanaatkârların küçük dükkânları yerine görkemli fabrikalar kurulduğunu
gördüğüm gün, sevincim, mutluluğum en yüksek dereceyi bulacaktır.
c) Sanayileşme Politikamız
-İşte, bu düşünce ve hedeflerle, ben ve arkadaşlarım büyük bir sanayi
programı başlattık. Sanayileşmeyi planlı ve yaygın olarak
gerçekleştirecektik. Başta dokuma sanayisi olmak üzere, diğer tarımsal
sanayilerin canlandırılmasına ve korunmasına öncelik tanıdık.
-Ana Program
Kalkınmış Türkiye idealini gerçekleştirme yönünde asıl öncelik verdiğimiz
iş, büyük bir sanayi programını uygulamaya başlamak olmuştur.
Başlıca şu esasları belirledik: Ülkeyi sanayileştirmek için, devletin ve özel
girişimlerin meydana getireceği kurumlar bu ana programa uygun olacak.
Devlet planları, yurdu kısa bir zamanda ihtiyacı olan sanayilerle donatmak
gayesine göre yapılacak. Sanayinin, ülkenin belirli köşelerinde toplanması
yerine bütün ülkeye yayılması sağlanacak.
-Tarımsal Sanayi
Ekonominin hızla gelişip ilerlemesi için alınacak önlemler arasında
ülkemizde Avrupa rekabeti yüzünden mahvolmuş tarımsal sanayimizi
canlandırmayı ve çağdaş ekonomik araçlarla donatmayı önemle göz
önünde tuttuk.
-Savaş Sanayisi
Savaş sanayisi alanında önemli adımlar attık. Silahlanma ve teçhizat
programımızın uygulanmasında başarılar elde ettik. Bunları yurt içinde
üretme emelimiz gerçekleşme yoluna koyduk. Sanayileşme
çalışmalarımızda ordunun ihtiyacını ayrıca göz önünde tuttuk. Denizaltı
gemilerini ülkemizde yapmaya başladık. Hava kuvvetlerimiz için yapılmış

86
olan üç yıllık program da, büyük milletimizin yakın ve bilinçli ilgisiyle
başarılı oldu. Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının
ülkemizde yapılması ve hava harp sanayimizin de bu esasa göre
geliştirilmesini hedefledik.
-Madencilik
Madencilik ulusal kalkınmamızla yakından ilgili olan, önemli konulardan
biridir. Topraklarımızın altında işlenmeden duran maden hazinelerini az
zamanda işleterek, milletimizin hizmetine sunmak ancak
devletleştirmeyle mümkündür.
Madencilikle ilgili olarak şu esasları belirledik: Maden arama ve işletme
işine, her şeyden önce dış ödeme araçlarımızı, döviz gelirimizi
arttırabilmek için devam etmeye ve özel bir önem verilmelidir. Elde
bulunan madenlerin en önemlileri için üç yıllık bir plan yapılmalıdır.
d) Günümüzde Durum
Türkiye, tarımını geliştirmelidir, ancak aynı zamanda sanayileşmelidir.
Ekonomide ana hedef buydu.
Ne var ki, daha sonra çok ihmaller oldu, geri adımlar atıldı. Devletçilikten
vazgeçildi. Üretimde, kaynak dağılımında, yatırımlarda kamunun ağırlığı
azaltıldı.
Küreselleşme safsatası sanayi sektörümüzü çok olumsuz etkiledi. Gümrük
Birliği devletin müdahale yeteneğini önemli ölçüde azalttı. Elde olanlar da
yitirildi; sanayileşmemiz durdu.
Oysa, Türkiye devletçi olmadan sanayileşemez.
Önümüze yığılan tüm engellere rağmen, tüm ilgi ve gayretimiz ülke
tarımının geliştirilmesi ve sanayi donanımının tamamlanmasına yönelik
olmalıdır.

Sorular:
1) Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınması kamu öncülüğünde bağımsız bir
sanayileşmeye bağlanmıştı, neden?
2) Osmanlı zamanında mevcut olan sanayiler neden zamanla yok olmuştur?
3) Atatürk ve arkadaşları sanayileşmeyi nasıl gerçekleştirecekti? Hangi sanayilerin
canlandırılmasına ve korunmasına öncelik tanıdılar?
4) Savaş sanayisi alanında neler yapıldı?
5) Günümüzde durum nedir?

87
10. KONU: SANAYİLEŞME PROGRAMLARI
a) Genel Olarak
17 Şubat 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde siyasi
bağımsızlığın ekonomik bağımsızlıkla güçlendirilmesi kararı alınmıştır.
1927’de Sanayi kuruluşlarının teşviki ve korunması için Teşvik-i Sanayi
Kanunu ve Gümrük Kanunu çıkarılmıştır. 1929 yılında Dünya'yı sarsan
ekonomik bunalım nedeniyle devletçilik politikası uygulanmaya başlamış,
yerli malların ülke içindeki payını artırmak için yabancı mallara yüksek
gümrük vergileri konulmuştur. Devletin ekonomideki etkinliğini artırmak
amacıyla 1933 yılında Sümerbank kurulmuştur.
Türkiye ekonomisinde devlet müdahalesi çeşitli şekillerde uygulanmıştır.
İlk olarak yabancı sermayenin elinde bulunan birtakım işletmeler
millileştirilmiştir. 1924 yılında demiryolu, bankacılık, ticaret, imalat,
madencilik, elektrik ve havagazı alanlarında faaliyet gösteren 100’e yakın
yabancı sermayeli şirketten 22’si satın alınarak millileştirilmiştir.
b) Sanayileşme Planları
Ekonomi de devletçiliğin uygulamasına geçilmesi, ülke sanayisinin
öncelikle nasıl kurulup geliştirileceği sorusunu gündeme getirmişti. Özel
sermaye birikiminin yetersizliği nedeniyle
1933 yılında devletçilik yoluyla sanayileşme politikasına geçilmiştir.
Çözüm için Sovyet Rusya’dan esinlenerek sanayileşmenin bir plana
bağlanması uygun görülmüştü.
-Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
Planlı sanayileşmeyi sağlamak için 1933 - 1937 yıllan arasında I. Beş Yıllık
Sanayi Planı uygulanmıştır.
SSCB'nin teknik ve mali yardımıyla ve ABD'li uzmanların raporlarından da
yararlanılarak hazırlanmıştır. Hedef ham maddeleri Türkiye'de bulunan
veya sağlanabilecek sanayilerin kurulmasıdır. Kurulmasına karar verilen
sanayilerin üretim kapasitesi ile Türkiye'nin ihtiyaç ve tüketimi arasında
paralellik kurulması gözetilmiştir. Ekonomik gelişmenin ülkenin çeşitli
yörelerine dengeli bir şekilde dağılmasına özen gösterilmiştir.
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, kamu kesimine ait yatırım programlarından
oluşuyordu. Çeşitli illerde kurulan iplik, dokuma, kâğıt, demir, gülyağı,
suni ipek, süper fosfat, cam, çimento, seramik fabrikaları esas
hammaddesi memlekette yetişen veya yetişmemekle beraber kısa bir
zamanda temini mümkün görülen ve Türkiye’nin ihtiyacına (tüketim) göre
hazırlanmıştır.

88
1939 yılına gelindiğinde Türkiye Şeker, Çimento, kereste, kauçuk ve deri
ürünleri alanlarında kendi gereksinimlerini tümü ile karşılayacak duruma
gelmişti. Ulusal gereksinimlerde yeterlilik oranını yünlü dokumalarda %
83’e, pamuklularda % 43’e, kağıt ve mukavvada % 32’ye, cam eşyada %
63’yükselmişti.
Aynı plan çerçevesinde maden ve enerji kaynaklarını bulmak ve işletmek
üzere 1935’de Etibank kurulmuştur.
-İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
II. Beş Yıllık Sanayi Planı 1938 - 1942 dönemi için hazırlanmıştı. Birinci
planda çok az yer almış olan madencilik, enerji santralleri, toprak, gıda
makine ve kimya sanayilerine yer verilmişti. 100 yeni tesisin yapılmasını
öngörüyordu. Ne var ki, II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya
konulamamıştır.
Savaş sonrasında ise ekonomide devletçilik politikasının etkilerinin
azaltılmaya çalışıldığını görüyoruz.

Sorular:
1) İzmir İktisat Kongresi’nde hangi önemli karar alınmıştır?
2) Türkiye ekonomisinde devlet müdahalesi şekillerinden millîleştirme yoluyla hangi
girişimlerde bulunulmuştur?
3) Birinci Beşyıllık Sanayi Planı hangi yıllar arasında uygulandı, hedefi neydi?
4) 1939 itibariyle Türkiye şekerde, yünlü dokumada, kâğıt ve mukavvada hangi
yeterlilik oranlarına yükselmişti?
5) İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hangi sektörleri kapsıyordu, den uygulanamadı?

11. KONU: EĞİTİM VE ÖĞRETİM


Atatürk’e göre milletin ve ülkenin gerçek kurtuluşu, devletin sağlam
olması için en kuvvetli temel, eğitim ve öğretimin hazırlayacağı temeldir.
Bu nedenle eğitim-öğretim hizmetleri devletin birinci görevidir.
a) Önem, Program ve Hedefler
- Önemi
İnsanlar yalnız maddi değil, özellikle manevi kuvvetle de iş yapıcı olurlar.
Milletler de böyledir. Manevi kuvvet özellikle bilim ve kültürle en yüksek
derecede gelişir. Bilim ve kültür ise eğitimle kazanılır. Bu nedenledir ki,

89
millî eğitim işlerinde başarılı olmak şarttır. Gerçek kurtuluşumuz millî
eğitimde ulaşacağımız zaferlerle mümkün olacaktır.
Cumhuriyet fikir bakımından, bilim ve teknik bakımından kuvvetli, sağlıklı,
ahlaklı, işini iyi yapan, yasalara saygılı yurttaşlar ister. Devlet
hizmetlerinin, her türlü işin en iyi şekilde yapılması buna bağlıdır.
Bu nedenledir devlet bütün yurttaşlara eğitim ve öğretim hizmeti
götürmekle yükümlüdür.
- Program ve Hedefler
Eğitim işlerinde başarılı olabilmek için takip edilecek program milletimizin
ihtiyaçlarıyla, çağın gerekleriyle uyumlu olmalıdır. Atatürk bunun
gerçekleştirilmesi için hükümetlerin önüne şu hedefleri koymuştur:
-Okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakılmayacak,
-ülkenin kalkınma çabasının gerektirdiği uzmanlar, teknik elemanlar
yetiştirilecek;
- ülke davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, kuşaktan kuşağa
yaşatacak birey ve kurumlar yaratılacak.
b) Nasıl Bir Eğitim?
Atatürk’e göre Türkiye’nin takibe mecbur olduğu eğitim ve öğretim
politikasının ana hatları aşağıdaki gibidir.
-Cehaleti Giderme
Önce mevcut cehalet hızla yok edilmelidir. Genel olarak bütün köylüye
okumak ve yazmak, vatanını, dinini, dünyasını tanıtacak kadar bilgi
vermek eğitim programımızın ilk hedeflerindendir.
- Ancak bu hedefe yalnızca çocukları yetiştirmekle varılamaz, aynı
zamanda ana ve babalar da aydınlatılmalıdır; öyle ki, çocuklarını bu
millete ve ülkeye hizmet eden, fayda sağlayacak kimseler olarak
yetiştirsinler!
- Düşmana Karşı Donanımlı Olmak
Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken, millî birlik ve varlığımıza
düşman olan her kuvvete karşı savunma yeteneğiyle donanmış bir kuşak
yetiştirmeyi amaç edinmeliyiz. Bu nitelikler ve yetenek yeni kuşağın
ruhuna aşılanmalıdır. Çocuklarımıza ve gençlerimize, her şeyden önce şu
üç görev öğretilmelidir: Birincisi, milliyetine; ikincisi, Türkiye Cumhuriyeti
devletine; üçüncüsü, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetine düşman
olanlarla mücadele etmek.
- Gençlik

90
Türkiye bilime ve kültüre çok muhtaçtır. Yurt dışında tahsil yapmış,
diploma alıp gelmiş olanları himaye etmek doğaldır. Ancak bundan başka,
bilim ve fen öğrenmek için Avrupa’ya, Amerika’ya ve her tarafa
gençlerimizi göndermeye mecburuz.
Gençlik, devrimi ve bütün bağımsızlık koşullarıyla yurdu korumayı en
üstün ödev tanıyacak şekilde yetiştirilmelidir.
Gençlik, her zorlu işin başarılmasında tek unsur olan sıkı disiplin altında
çalıştırılacaktır.
c) Eğitimin Üç Niteliği
- Hurafeler ve Dış Etkilerden Uzak Bir Eğitim
Millî bir eğitim programından kast edilen; bütün hurafelerden sıyrılmış,
doğudan ve batıdan gelen yabancı etkilerden uzak ve ulusal karakterimizle
uyumlu bir kültürdür. Milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültürle
mümkündür.
Genç beyinleri, hurafeler gibi paslandırıcı, uyuşturucu, hayalî, gereksiz
şeylerle doldurmaktan dikkatle kaçınmalıdır.
Eğitim ulusal, yurtsever, yabancı fikirlerden uzak olmalıdır. Millî eğitimin
dilini, yöntemini, araçlarını da millî yapmak zorunludur.
- Öğretim Birliği
Gençlerimizin ortaklaşa ve eşit olarak öğrenmeye mecbur oldukları
bilimler vardır. Yüksek meslek ve uzmanlık erbabının ayrılabileceği
öğrenim derecesine kadar eğitim ve öğretimde birlik, toplumumuzun
ilerlemesi ve yükselmesi bakımından çok önemlidir. Şunu bilinmelidir ki,
iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır.
- Faydacı Eğitim
Eğitim ve öğretimde izlenen yöntem; bilgiyi, yurttaş için maddi hayatta
başarılı olmayı sağlayan bir araç haline getirmelidir. Bir eğitim programı,
mutlaka insanlığın ve uygarlığın gerektirdiği bilgileri vermelidir. Çocuk
okuldan çıktığı zaman aç kalmayacağından emin olmalıdır.
d) Halk Eğitimi
Eğitim hedeflerine yalnızca çocukları yetiştirmekle varılamaz. Çocuklar
geleceğindir. Fakat geleceği yapacak olan çocukları yetiştirecek analar,
babalar, kardeşler hepsi yeterli derecede aydınlanmış olmalıdır. Bu
nedenle klasik okul eğitimi dışında, halk yığınlarına, devamlı ve
Türkiye’nin ilerleyişine uygun bir halk eğitimi verilmesi önemlidir. Bu
hizmet için açılmış olan halkevleri korunmalıdır.
Köylüye bilgiyi, gözle görebileceği şekilde, uygulamalı olarak götürmelidir.

91
e) Yurttaş ve Eleman Yetiştirme
Toplum hayatında etkili, iş gören ve verimli yurttaşlar yetiştirmek
lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin pratik, uygulamalı bir şekilde
olmasıyla mümkündür.
Bundan başka yüksek meslek adamları da yetiştirilmelidir.
Kız çocuklarımız aynı öğrenim derecelerinden geçirerek yetiştirmeliyiz.
Cumhuriyetçi, ulusçu, halkçı, devletçi, laik ve devrimci yurttaş
yetiştirmek, bütün öğretim derecelerinde zorunluluk ve özen noktasıdır.
Türk milletine ve devletine hizmet etmek ve ettirmek duyarlılığı bütün
yurttaşlara bir görev olarak aşılanmalıdır.
Devletimiz güvenlik için, ülkeyi savunmak için, sağlıklı, gürbüz;
anlayışları, millî duyguları, vatan sevgileri yüksek yurttaşlar ister. Devletin
içte ve dışta millet işlerini gördüreceği, yüksek yetenekli yurttaşlar
yetiştirilmelidir.
Ülkemizin kaynaklarından faydalanabilmek için, alanında uzman, yüksek
meslek adamlarına ihtiyaç vardır. Bilimsel meslek adamları lazımdır.
f) Öğretmenler
Öğretmen “insan yapıcı”dır, “millet yapıcı”dır. Gerçek zafer ordusu
öğretmenlerdir. Onlar devrimlerin güvencesi, geleceğimizin mimarıdır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de, bütün hedeflerimize ancak onların
gayretiyle ulaşabiliriz.
Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden,
eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak yeteneğini
kazanmamıştır. Bir topluluk, millet olabilmek için mutlaka eğiticilere,
öğretmenlere muhtaçtır.
Millet öğretmenlerden yüksek hizmet bekler. Ancak onlar faaliyete
geçtikten sonradır ki, bir milletin yeteneği en yüksek derecede işe
dönüşür.

Sorular:
1) Millî eğitim işlerinde başarılı olmak neden şarttır?
2) Atatürk, eğitim işlerinde başarılı olabilmek için takip edilecek program için hangi
hedefleri koymuştur?
3) Atatürk Eğitimin üç niteliğinden neleri anlıyor?
4) Halk eğitimi neden gereklidir?
5) Atatürk öğretmenler hakkında neler söylemiştir?

92
12. KONU: EĞİTİMDE UYGULAMALAR
Önce eğitimde hedefler ortaya kondu. Bu hedeflere ulaşmak için rasyonel
programlar yapıldı. Kaynaklar ayrıldı. Cansiperane çalışılarak iyi sonuçlar
alındı.
a) Prensipler, Kaynaklar Ve Çalışmalar
Eğitimde esas olacak prensiplerin belirlenmesini Milli Eğitim Bakanlığı
üstlendi. Bu prensipler Türk gençliğinin beyninde ve Türk milletinin
bilincinde daima canlı tutulacaktı. Bu, üniversitelerimize ve
yüksekokullarımıza da düşen başlıca görevdi.
Eğitime ayrılan kaynaklar dört yıl içinde on katına çıkarıldı.
Eğitim alanında bütün millet bireylerinin, hükümetin, eğitim
mensuplarının olağanüstü çalışması lazımdı. Yalnızca bir bakanlık
değil; ilgili herkes, bütün uzmanlar fikir üretmeliydi.
Millî eğitim politikasının temel taşı, cehaletin yok edilmesiydi. Bu alanda
çok çalışıldı, çok işler başarıldı. İlköğretimde hedef öğretimin genel
olmasını sağlamaktı.
b) Eğitim Programları
Atatürk’e göre her alanda olduğu gibi eğitimde de amaç, araç, program
sürekliliği olmalıdır. Eğitimde sık sık değişiklik yapmak, verimsizliğe ve
çözümsüzlüğe yol açar. Ne yazık ki Osmanlı zamanında böyle olmuştur.
Artık buna bir son vermelidir. Bunun için de bilgi ve deneyim sahibi kişiler
bakanlığa yardım etmelidir. Düşündüklerini, incelemelerini yazarak,
bakanlığı aydınlatmalıdır.
c) Öğretim Usulü
Öğrencinin iyi yetişmesi, eğitim ve öğretimin araçları ve etkenleri
derecesiyle orantılıdır.
Özellikle fizik, kimya gibi fen derslerine önem vermelidir. Ülke kalkınması
fenle, yani teknikle, pozitif bilimlerle olacaktır. Bilime ve tekniğe önem
veren milletler çok çabuk kalkınmışlardır.
Kitapların cansız teorileri ile karşı karşıya gelen genç zihinler, öğrenmiş
olduklarıyla ülkenin gerçek durum ve çıkarları arasında bağlantı
kuramıyorlar. Bu sebeple eğitim pratik ve toplumsal ihtiyaçlarla uyumlu
olmalıdır.

93
Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi, özellikle eğitim hayatında
disiplin de başarının temelidir.
d) Üniversiteler
-Üniversite Reformu: Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında başta gelen
sorunlardan biri de üniversite sorunuydu. O zamanlar yalnızca İstanbul’da,
adı Darülfünun olan tek bir üniversite vardı. Bu kuruluşun en büyük zaafı
öğrencileri düşünme ve araştırmaya sevk edecek şekilde öğretim
yapmaması, onlara sadece ansiklopedik bilgi vermekle yetinmesiydi.
Çözüm üniversite reformu yapmakta bulundu. Böylece üniversitenin çağa
uyum sağlamasının yolu açılmış oldu.
Yükseköğretim kurumları milli bilince ve modern kültüre sahip kuşaklar
yetiştirmeliydi.
Bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde başlangıçta önemli başarılar sağlandı.
Ne yazık ki, Atatürk’ün aramızdan ayrılışından sonra atılımlar
sürdürülmedi. İşlevlerden sapıldı, hedefler terkedildi.
-Kültür Planı: Cumhuriyet’in ilk yıllarında duyulan bir ihtiyaç da ülke
çapında bir kültür planı hazırlanıp uygulanmasıydı. Çünkü sorun sadece
üniversite reformu değildi, bütünüyle bir kültür davasıydı. Kültür düzeyi
bütün ülkede yükseltilmeli, çağdaş kılınmalı. Bunun için de gerekli
çalışmalar başlatıldı.
Uygulanacak planın omurgası, özü millî olacaktı. Yabancı uzmanların
fikirlerinden, görüşlerinden istifade edilecek, ancak asıl çare kendi
içimizden çıkarılacaktı. Yabancı uzman ve bilim adamlarından beklenen,
omurgayı güçlendirmek, pekiştirmekti.
-Kültür Bölgeleri: Bu amaçla ülke üç büyük kültür bölgesine ayrıldı.
--Batı bölgesi için Darülfünun’da başlatılmış olan reform programı radikal
bir biçimde uygulanarak Cumhuriyet’e modern bir üniversite
kazandırılmalıydı.
--Merkez bölgesi için Ankara üniversitesi kurulmalıydı.
--Doğu bölgesi için Van Gölü kıyılarında, okullarıyla ve üniversitesiyle
modern bir kültür şehri yaratmak için hemen uygulamaya geçilmeliydi.
Sonuçta, Darülfünun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi
kuruldu. Ankara Üniversitesi Cumhuriyet’in ilk üniversitesi olarak 1946’da
kuruldu. Doğu’nun ilk üniversitesi Van’da değil, Atatürk Üniversitesi adıyla
Erzurum’da 1957’de kurulabildi. Van’da bir üniversite, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, ancak 1982’ yılında açılabildi.
Ne var ki, kültür bölgeleri kavramı zamanla unutuldu.

94
e) Köy Enstitüleri
Köy enstitüleri projesi, Atatürk’ün eğitim anlayışının bir eseriydi. Ne yazık
ki daha körpe çağında iken Devrim’in iç ve dış düşmanları tarafından yok
edildi. Bunun, Türk aydınlanması ve kalkınması üzerindeki etkisi çok
olumsuz oldu. ABD, köy enstitülerinden ciddî olarak rahatsızdı. Köy
enstitülerinin, ABD’nin istek ve dayatmasıyla, kapatılmasının ilk adımları
bizzat İnönü hükümetleri tarafından atıldı. Kapılarına kilit ise 1950’lerde
Demokrat parti iktidarında vuruldu.
Halkevleri ile köy enstitülerinin kapatılması, Türkiye aydınlanmasını
durdurup geriye çeviren, yeniden karanlığa dönülmesine neden olan büyük
yanlışlıklardı.
f) Sonrası
Ulusal eğitimin Atatürkçü ilkeleri millî eğitimimizde ne ölçüde uygulanma
olanağı bulabildi? Yanıt iç açıcı değildir: Atatürkçülük savları çoğu yerde
havada kaldı, Atatürk'e karşı olan bir Atatürkçülük politikası izlendi.
Gerçekçi ve idealist atılımlar giderek yerini umursamazlığa, yozlaşmaya
bıraktı, Atatürkçülüğün karşıtları gelişme ve söz sahibi olma imkânı buldu.
Eğitim zamanla gerici güçlerin eline geçti.

Sorular:
1) Atatürk’ün, eğitim programları hakkındaki görüşünü yazınız.
2) Atatürk’ün, öğretim usulü hakkındaki görüşleri nelerdir?
3) Atatürk üniversite reformunu neden gerekli gördü?
4) Köy enstitüleri nasıl kapatıldı?
5) Atatürk ilkeleri millî eğitimimizde ne ölçüde uygulandı?

95
DİĞER DÖRT İLKE
Buraya kadar Ana ilke ile Varoluş ve uygulama ilkelerini gördük. Geriye
Uyum ve Yöntem (Laiklik, Devrimcilik ve Bilimcilik, Sosyal Ahlak) ilkeleri
kaldı.

Bu ilkeleri daha önce şöyle açıklamıştık:

Uyum ve Yöntem ilkeleri; ilk 6 ilkenin nasıl, hangi yollardan gidilerek


uygulanacağını gösterir.
1) Türkiye çağa uyum sağlayamamış bir ülkedir. Bu özelliği uyum
ilkelerinin uygulanmasını gerektirir: Devrimcilik, Laiklik. (Dm ,L),

-Devrimcilik İlkesi kalıplaşmayı, donup kalmayı önler, toplumun zamana ve


değişime uyum sağlamasını mümkün kılar.

- Laiklik ilkesi Millet hayatında aklın, bilimin, doğru bilginin öne çıkmasını
mümkün kılar. Din gereğidir diye geçmişe ve geleneklere bağlı kalmanın
önüne geçer
2) Yukardaki tüm ilkeler uygulanırken, yöntem ilkelerinin gereklerinin
daima yerine getirilmesi icap eder. Ancak bu takdirdedir ki, tüm ilkeler
olabildiğince mükemmel şekilde uygulanabilecek, en iyi sonuçlar
alınabilecektir. Bu ilkeler Bilimcilik ve Sosyal Ahlak ilkeleridir.

Herhangi bir ilkeyi anlayıp uygularken:

- Bilimlerin kural ve verilerine uyacağız.

- Sosyal ahlak esaslarına uyacağız. Bilimsel verileri insanileştireceğiz.


Ahlak olmazsa diğer ilkelerin, bilim dahil hiçbiri doğru işlemez, işe
yaramaz, beklenen sonucu vermez.

**
Bu dört ilke ile ilgili dersleri de, her birinin yazımı tamamlanır
tamamlanmaz bu dokümana aşağıdaki sıraya göre ekleyeceğim.
-Devrimcilik İlkesi

96
-Laiklik İlkesi
-Bilimcilik İlkesi
-Sosyal Ahlak İlkesi

97
EK: ATATÜRKÇÜLER NE YAPMALI

Eğer çaresizseniz, bir kurtarıcı beklemeyin, kurtarıcı siz olun. M. K. Atatürk


Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır. Ben hayatımda hiçbir zaman
umutsuz olmadım. M. K. Atatürk

I) EĞİTİM HİZMETLERİ
1- DERS AÇIN: Örnek: Atatürk’ü, Cumhuriyetimizi, Millî Mücadele
kahramanlarımızı, Cumhuriyetimize kanat gerenleri tanıtın.
2- AİLE İÇİ EĞİTİM verin. Aile içinde aile üyelerini, çocuklarınızı,
yakınlarınızı Atatürk, Atatürkçü öğreti ve Cumhuriyetimiz hakkında
bilgilendirin, eğitin.
3- KURSLAR AÇIN: İmkânlarınızın elverdiği ölçüde veya imkân yaratmak
için çaba göstererek kurslar açın. (Örnek: Bilgisayar, resim kursu; Türkçe,
güzel konuşma, yazarlık kursu gibi.
4- YAZARLIK KURSU açın. Dersleri uzmanlığınıza ve yeteneğinize göre
belirleyin. Örnekler: Haber, makale, hikâye, deneme, araştırma, şiir…
Atatürkçü, Cumhuriyetimize bağlı yazar ve şairlerimizden örnekler verin.
Öğrencilerin çalışmalarını değerlendirin. Başarılı yazıların yayımlanmasını
sağlayın.
5- BURS VERİN: Milli değerlerimize bağlı, yurtsever, Atatürkçü, ahlaklı,
ihtiyaç sahibi öğrencilerimize maddi durumunuz ölçüsünde burs verin,
yardımda bulunun. Destek vereceğiniz çocuk veya gençler; ilk, orta veya
yükseköğretim öğrencisi olabilir. Çevrenizi de bu hizmete teşvik edin. Bu
çalışmanızı birkaç arkadaş bir araya gelerek veya bir dernek veya benzeri
bir kuruluş bünyesinde de yapabilirsiniz. Tanıdıklarınızı, yurttaşlarınızı
kitle ulaşım araçlarını kullanarak kampanyaya katabilirsiniz. Mümkünse
sadece maddi destek sağlamakla yetinmeyin. Onlara, diğer gerekli
yönlerden de, örneğin Atatürk’ü ve Cumhuriyetimizin temel değerlerini
tanıtma ve sevdirme amacıyla da yardımcı olun. Örneğin, eğitim
düzeyleriyle orantılı kitaplar armağan edin, konferanslara götürün.
6- KİTAP veya MAKALE TANITIMI yapın. Attila İlhan, Sina Akşin, Turgut
Özakman, Cengiz Özakıncı, Metin Aydoğan, Banu Avar, Mustafa Yıldırım,
Sinan Meydan, Zahide Engin Uçar gibi Atatürkçü yazarlarımızın bir kitabını
veya makalesini tanıtın. Bu tür tanıtım yazılarını başka kaynaklardan da
98
bulabilirsiniz. Siz de eklemeler yapabilirsiniz. Kitabın, makalenin ilginç
bulduğunuz bir bölümünü de özetleyebilirsiniz. Çalışmanızı yayınlayın,
geniş kitlelere ulaştırın.
7- YAPIT İÇERİĞİNİ TANITMA, ALINTILAMA: Başta yukarda belirttiklerim
olmak üzere, Cumhuriyetimize bağlı yurtsever yazarlarımıza ait bir kitap
veya makale edinin, okuyun. Çoğu insan uzun yazılardan uzak duruyor.
Küçük alıntılar yapın, gerektikçe kısa özetler yapın. Sosyal medyada
yayınlayın. Yaptığınız özeti- fotokopisini alarak çevrenizde dağıtın, onlar
da başkalarına ulaştırsın. Derneklere, kuruluşlara, gazetelere, bildiğiniz
diğer adreslere yollayın. Arkadaşlarınızla, komşularınızla sohbet ederken,
sözünü edin, anlatın, yorumlayın. Bu amaçla birkaç arkadaş bir araya
gelerek grup da oluşturabilirsiniz, işbölümü de yapabilirsiniz.
8- YARIŞMALAR Yarışma düzenleyin. Çocuklara, gençlere bir kitap, bir yazı
metni verin. Okumalarını sağlayın. Sonra kitap veya yazı üzerine
oluşturduğunuz sorularla bir yarışma düzenleyin. E iyi yanıt sahiplerine
ödüller verin.
II) BİLGİLEME HİZMETLERİ
1-Bilgi Yayma Faaliyeti (Muhatap: Bütün yurttaşlarımız; Konular: -Acil
ülke sorunları, tehlikeler, çözümleri, -Atatürk, -Millî Mücadele,
Cumhuriyetimiz -Millî Mücadele kahramanlarımız -Cumhuriyete Kanat
Gerenler, -Günümüzde Atatürkçü eser ve düşünce için çalışanlar, kavram
ve kişi içerikli bilgilendirme, -yapıt-alıntı bilgilendirmesi… Hazır belgeler
de kullanılabilir.)
2-Yöneticileri Aydınlatma Faaliyeti (Muhataplar: Siyasetçiler,
milletvekilleri, partiler; dernekler, sendikalar, üniversiteler,(bu
kurumların önde gelen mensupları),…; konular: ülkenin karşı karşıya
bulunduğu sorunlar, tehlikeler, çözüm önerileri; faaliyet şekli: kısa notlar,
kitap ve makale tanıtımı, hazır belgeler,…
3-Girişimleri Destekleme ve Tanıtma Faaliyeti (Mevcut birlikler ve
dernekler, yenileri, toplantıları, konferansları-seminerleri haber verme…)
III) KÜLTÜR HİZMETLERİ
1- Konferans, Seminerler ve Mitingler: Atatürkçü, Cumhuriyetimize bağlı
derneklere üye olunuz. Üyeyseniz bulunduğunuz dernekte seminerler
açılmasını, konferanslar verilmesini teşvik ediniz. Kendiniz de görev
alınız. Aynı amaçla Atatürkçü ve Cumhuriyetçi aydınlarımızı kentinize
davet ederek konferanslar verdiriniz. Bunlara özellikle halkın, gençlerin,
öğretmenlerin katılımını sağlayınız. Cumhuriyetimizin önemi, karşı
karşıya bulunduğu sorunlar ve çözüm yolları, neler yapılması gerektiği
konularında halkımızın sürekli olarak bilgilendirilmesini sağlayınız.
Yürüyüş ve mitinglere katılınız. Yapılacak yürüyüş ve mitingleri elinizdeki
imkânları kullanarak çevrenize, halkımıza duyurunuz.

99
2- Özel Sohbetler: Aile bireyleriyle, tanıdıklarla, arkadaşlarla bir araya
gelindiğinde, sohbetin bir bölümünü Atatürk ilkelerine, Cumhuriyetimize
ayırın. Dünyada ve ülkemizde olup bitenleri Atatürk ilkeleri ışığında
değerlendirin, yorumlayın. Ancak bu sohbetler gelişigüzel, dereden
tepeden olmamalı, önceden hazırlanarak bilinçli bir şekilde yapılmalıdır.
O günün Cumhuriyet tarihimizdeki yeri ve önemi hatırlanabilir, gerekli
bilgi alışverişinde bulunulur. Sohbetler mutlaka bilinçli ve hazırlıklı olarak,
yeni bilgilerle yapılmalıdır.
3- Kitap Okutma İlkokul öğrencilerini belirli alanlarda (açık alan da
olabilir) bir araya getirin, her birine okumaları için aynı bir kitabı hediye
edin. Uygun bir süre verin (3 gün, 1 hafta, 10 gün,… gibi). Süre bittikten
sonra kitap hakkında belirli bir günde yine bir araya getirerek sınava tabi
tutun. Süreci makul şekilde farklılaştırabilirsiniz. Dereceye giren
öğrencilere ödüller verin. Bu faaliyet ayrı ayrı ortaokul, lise, üniversite
düzeylerinde de gerçekleştirilebilir. Faaliyet bir dernek bünyesinde veya
birkaç kişi bir araya gelerek yürütülürse, daha iyi ve kolay sonuç alınır.
Kitap örnekleri için bakınız:
http://www.cihandura.com/tr/makaleler/Kitaplik
4- Meslekle Bütünleştirme: Mesleğini, yeteneklerini vatanın, Türk
milletinin iyiliği, Cumhuriyetimizin korunması için kullan. Şairsen, bu
yolda şiirler yaz. Edip isen bu yolda öyküler, romanlar kaleme al.
Yazarsan, bu yolda araştırmalar yap, kitaplar yaz. Öğretmen isen, her
fırsatta öğrencilerini Cumhuriyetimiz konusunda aydınlat, ilgi yarat, sevgi
aşıla. Firma sahibi isen, firmana Cumhuriyet tarihimizle ilgili adlar ver.
Yanında çalışanları Cumhuriyetimize sahip çıkmaya teşvik et.
Cumhuriyetimiz ve Atatürkçülük çizgisinde faaliyette bulunan kuruluşlara,
derneklere destek ol. Ev hanımı isen, evine Atatürk ve Cumhuriyet
resimleri as. Çocuğunu eğit, ona Atatürk ve Cumhuriyet’le ilgili kitaplar
al, oku. Bu yöntem diğer bütün meslekler için de geçerlidir.
5- Gezi ve Turlar: Başta bulunduğunuz kenttekiler olmak üzere,
Cumhuriyetimizin, Atatürk’ün, Cumhuriyetimize kanat gerenlerin yaşadığı
tarihî mekânları ziyaret ve bıraktıkları hatıraları görmek amacıyla yapılan
gezi ve turlara katıl. Kendin de bu nitelikte geziler düzenle,
arkadaşlarınla işbirliği yap, teşvik et. Bu gezilere özellikle gençlerin
katılımını sağla. O mekânları ve hatıraları sahiplen, korunmalarını gözet.
Haklarında bilgi sahibi ol. Bilgini artır, katılımcıları aydınlat,
bilinçlenmelerine yardımcı ol.
6 - Bayramlaşma ve Anmalar: Millî bayramlarda karşılıklı mesaj yoluyla
kutlama dışında, bir araya gelerek toplu bayramlaşmalar yapın.
Bayramlaşmayı aile içinde de yerine getirin. Bundan başka, 23 Temmuz
Erzurum Kongresi, 4 Eylül Sivas Kongresi,… gibi önemli günleri de
unutmayın. Bu gibi günleri aile içinde, arkadaşlar, komşular arasında anın,

100
birbirinizi bilgilendirme aracı haline getirin. Birbirinize o günle ilgili
kitaplar, benzeri yapıtlar armağan edin.
... ... ...
GENEL TAVSİYELER
-Bütün bu hizmetler tek başına veya bir araya gelinerek yürütülebilir. Bir
ekip oluşturmak, işbölümü yapmak çok daha iyi sonuç verir.
-Bilgilendirme kısa olmalıdır (örneğin en fazla 10 satır kadar). Daha fazla
açıklama gerekiyorsa, asıl metne gönderme yapılır.
-Faaliyet için şu araçlar kullanılabilir: Toplantı, sosyal medya, WEB sitesi,
e-posta, mektup,…
-Yetenek ve imkânlarınıza göre bu çalışmalardan birini veya birkaçını
seçin ve sürekli yapın.
-Çalışmaları tek başınıza, birkaç arkadaş bir araya gelerek veya bir
kuruluş, bir dernek çerçevesinde de gerçekleştirebilirsiniz. Esas olan,
birlikte çalışmaktır.
-Yakınlarınızı, arkadaşlarınızı, komşularınızı, çevrenizi, meslektaşlarınızı
aynı türden faaliyetlerde bulunmaya teşvik edin.
-Faaliyetlerinizi sosyal medya, diğer kitle haber araçları yoluyla, topluma
ulaştırın. Her faaliyetinizi en az 5 kişiye veya kuruluşa ulaştırıp aynı
faaliyeti yürütmelerini sağlayın.
Unutmayın:
Büyük karanlıklar birkaç mumla değil, ancak binlerce mumla
aydınlanır.
*
-Büyük başarıIar, ancak küçük işIer titizIikIe ve sabırla yapılarak elde
edilir. …
-Günlerinizi biçtiğiniz ekinlerle değil, ektiğiniz tohumlarla değerlendirin.
R. L. Stevenson
-Hedefi olmayan heyecan duymaz, heyecan duymayan çalışmaz,
çalışmayan eser vermez. Eser mi vermek istiyorsun, öyleyse hedef sahibi
ol. CD
İNSAN DEDİĞİN, KURBANLIK KOYUN GİBİ SIRASININ GELMESİNİ
BEKLEMEZ.

101

Das könnte Ihnen auch gefallen