Sie sind auf Seite 1von 39

ÂHİRETE İMAN........................................................................................................................

2
Kabir Hayatı:.......................................................................................................................4
Kıyametin Kopması:...........................................................................................................6
HESAP GÜNÜ............................................................................................................................8
KABİR......................................................................................................................................10
Kabirlerin Hazırlanışı:.......................................................................................................10
Kabir Azabı:......................................................................................................................11
Kabristan:..........................................................................................................................12
Nakl-i kubûr:.....................................................................................................................12
Kabir Ziyareti:...................................................................................................................12
Kabir Ziyaretinin Faydaları:..............................................................................................13
Ziyaretin Ölüye Faydası:...................................................................................................13
Ziyaretin Âdabı:................................................................................................................14
Kabirlerden Kalkış:...........................................................................................................14
KIYÂMET................................................................................................................................16
KIYÂMET ALAMETLERİ......................................................................................................18
DECCÂL...................................................................................................................................20
DUHÂN....................................................................................................................................21
DÂBBETÜ'L-ARZ...................................................................................................................22
YE'CÜC ve ME'CÜC................................................................................................................22
MEHDÎ......................................................................................................................................23
SÛR...........................................................................................................................................24
BA'SU BÂDE'L-MEVT............................................................................................................25
HAŞR VE NEŞİR.....................................................................................................................26
HAŞR-I CİSMÂNÎ...................................................................................................................27
AMEL DEFTERİ......................................................................................................................28
MÎZÂN......................................................................................................................................28
SIRAT........................................................................................................................................30
HAVZ-I KEVSER.....................................................................................................................31
ŞEFÂAT....................................................................................................................................32
Peygamberlerin Şefâatı: ...................................................................................................33
CENNET...................................................................................................................................34
CEHENNEM............................................................................................................................37
ÂHİRETE İMAN

"Son" ve "Sonra Olan" anlamında Arapça bir kelime olan "Âhiret", "Âhir" kelimesinin müennes (dişi) şeklidir.
Lügatte "Evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılır. İslâm literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında
kullanılmıştır. Dünya, canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir. Bu kelimeler bazen "dâr=yurt"
kelimesiyle birlikte kullanılır1, Dâr-ı Dünya ve Dâr-ı Ahiret gibi. Bazen de tek başına kullanılır.2 Dünya, yakın
ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir.
Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır.
Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır. Dağlar, taşlar, yerler, gökler
parçalanacak3, Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır.4 Bu hâdiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele
saati"5 ve "Kıyamet Günü"6 diye adlandırır. Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar
yeniden hayat bularak kabirlerinden kaldırılacak ve "Mahşer" denilen düz bir sahada7, hesabı süratle gören
Allah'ın8 huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını9 vermek üzere toplanacaklardır.10 Hesapların görülmesinden
sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve kötülükleri nedeniyle Cehennem'e
gideceklerdir.
İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tükenmez bir halde devam edecek olan âleme "Ahiret
Alemi" denir.
Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din11 olan İslâm'a göre, meydana geleceği ayet12 ve
hadisle13 ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır.
Ahiret Günü denilince;
1- Bu âlemin hepsinin yok olması ve hayatın tamamıyla sona ermesi.
2- Ahiret hayatının başlaması.
Ahiret hâdiseleri denilince de;
a) Canlılar için ahiret hayatının mukaddimesi olan ölüm, berzah âlemi, kabir hayatı.
b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek kabirlerden kalkıp mahşer meydanında toplanması.
c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması.
d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı mizan (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması.
e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri mecburî olan Sırat köprüsünden geçiş.
f) İmanlı ve ameli iyi olanların gideceği Cennet
g) İmansız ve ameli kötü olanların gideceği Cehennem
i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında bulunduğu Kevser Havzı
h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi hadiseler hatıra gelir. İşte bütün bunlar, Ahirete iman konusu içinde
ele alınması gereken konulardır. Kesin nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın şartlarındandır.
Bunlardan birini inkâr ise, ahireti inkâr demektir.
Kur'an, Ahiret âlemini ayrıca "Din Günü"14 ve "Gayb Âlemi"15 olarak isimlendirir .
Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de gayb
denir. Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil, insanlara göredir. Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz.
O, gayb ve şehâdet âlemini bilir.16 Kur'an'a göre varlıklar iki kısımdır: Gayb âlemini meydana getiren;
görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehâdet âlemini meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar.
Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısımdır:
1- Bir kısmının delili yoktur. Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün değildir. "Gaybın anahtarları
Onun yanındadır, onları Ondan başkası bilemez." (el-En'âm: 6/59)
2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir. Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet,
Cehennem ve Melekler gibi. Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir. Onlar da ümmetlerine
1
el-Ankebût: 29/64.
2
el-Bakara: 2/220.
3
el-Karia: 101/4-5.
4
er-Rahman: 55/27.
5
el-Hacc: 22/2.
6
el-Kıyâme: 75/1.
7
el-Hicr: 15/25.
8
Âli İmrân: 3/19.
9
el-Hakka: 69/19, 37.
10
el-Casiye: 45/26.
11
el-Mâide: 5/3.
12
el-Bakara: 2/4.
13
Tecrîd-i Sarih, 47 nolu hadis.
14
el-Fatiha: 1/3.
15
el-Bakara: 2/3.
16
el-Haşr: 59/22.
bildirirler. Müminler, kendilerine vahiy yoluyla bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler.
Mümin zaten inanan insan demektir. Bu haberlere inanmamak ise küfürdür. Ahiret de gayb haberlerinden olup
inanılması zaruri olan vahye dayalı bir haberdir.
Hayatının başlangıç ve sonu olmayan ancak Allah'tır. Bu âlemin de bir gün yok olacağı muhakkaktır. Sonradan
meydana geldiği bilinen bu âlem üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün varlıkların
ölmesi ve yok olması, depremler vs. bu âlemin tamamının bir gün yok olacağının delilleridir. Bu tür hâdiseler
insan iradesinin ve gücünün dışında olan hâdiselerdir.
Başlangıcı itibariyle yoktan var olduğunu kabul ettiğimiz bu âlemin, yok olduktan sonra tekrar yaratılması akla
aykırı değildir. Çünkü onu yoktan yaratan Allah, onu helâk ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette kadirdir. İnsan
da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle dirilecektir.
Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır:
"Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk
yaratıştan) O'na daha kolaydır..." (er-Rûm: 30/27)
"Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı hakkıyla bilir." (Yâsin: 36/79)
Bu ayetler, mahlûkâtı ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir.
İnsanların, hayvanların ve diğer canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten sonra dirilmeye bir
benzetmedir:
"O’dur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip
tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O'nadır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber
verecektir." (el-En'âm: 6/60)
Kur'an-ı Kerim, kuraklık ve mevsim nedeniyle ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın, yağmurla veya
sulanarak eski haline dönüşünü ve bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle
buyuruyor:
"O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu
döktüğümüz zaman titretir ve kabarır. Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir."
(Fussilet: 41/39)
El-Hacc: 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme konusunda şüphede olanların dikkatlerini, yaratılışlarının
safhalarına çekerek, bu ifâdelerin altında tekrar diriltilmenin imkânını ortaya koymaktadır.
Âlemlerin yaratılışı, insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir:
"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu
bilmezler." (el-Mümin: 40/57; en-Naziât: 79/27, 33; Yâsin: 36/79, 81).
İnsanın boşuna yaratılmadığını17; başıboş terkedilmediğini18, her nefsin ölümü tadacağını, inanan ve iyi
amellerde bulunan kişilerin mükâfatlandırılması ve kâfirlerin de cezalandırılması için tekrar diriltileceklerini
bildiren19 ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler.
Mahlûkâtın, ölüp yok olduktan sonra tekrar dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle
kazandıklarının karşılığını görmeleridir. Çünkü bu dünya kazanç ve amel dünyasıdır. Öbür dünya ise,
yapılanların karşılığının görüleceği yerdir.20
İnsanlar bu dünyada rızıklarında, işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı bir yaşayış
içindedirler. Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı üstün, bir
kısmı zelildir. Kimisi iyilik yapar, kimisi kötülük. Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek olsalardı, iyilik yapanlar
mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görmemiş olurlardı. Bu ise Allah'ın adâletine aykırı olurdu. Bundan dolayı
Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır;
"İnkâr edenler, kat'iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar. De ki: "Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka
diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır." (et-Teğabun: 64/7, en-
Nahl: 16/30-40)
Ahirete iman, kâinatta meydana gelecek olan korkunç inkılâbın kesin olduğunu kabul etmektir. Bu dünya hayatı
tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır. Bu âleme iman, İslâm inancını meydana getiren altı esastan
birisidir. Mümin, imanı ve Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmasının neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nâil
olacağına yakînen inandığı için ölüm ve âhiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve
haksızlıkla geçiren kâfir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret hayatını istemez.21
Hz. Ali ahireti inkâr eden birisine şöyle demişti: "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın. Fakat senin
dediğin olursa, ben zararlı çıkmam."

17
el-Müminûn: 23/115.
18
el-Kıyâme: 75/36.
19
Âli İmrân: 3/185; Yunus: 10/4; el-Leyl: 92/4, 11.
20
Âli İmrân: 3/185.
21
el-Bakara: 2/95; Âli İmrân: 3/56; el-İsrâ: 17/10; ez-Zümer: 39/26, 45.
Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür. Cenâb-
ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa, onun emeği
mükâfatla karşılanır." (el-İsrâ: 17/19).
İnsan hayatı ile dünyanın varlığı, ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla
bir anlam kazanır. Aksi takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir nihilizm
hakim olacaktır. Bu da insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine yol açar. Ahirete iman
insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son olmadığını
bildirmektedir. Ölüm yeni bir hayatın başlangıcı demektir. Ahiret inancıyla insanın bu dünyadaki hayatına bir
anlam veriliyor. Ayrıca insanın yaşayışı da büyük bir disiplin altına alınmış oluyor. Zira ahirete iman insana
büyük bir sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap gününe göre hayatını ve diğer
insanlarla ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele dayandırıyor. İnsan dünya hayatında yaptığı bütün
amellerinin karşılığını o gün görecektir. "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı
kötülük yaparsa karşılığını görecektir." (Zilzâl: 99/7-8) Böylece ahirete iman insana büyük bir ümid kaynağı
olduğu gibi onu adâlete ve sonsuzluğa inandırır. Bu da adil, dürüst ve sağlam bir toplumun oluşmasını sağlar.
Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret hayatını özetle şöyle izah eder: "Sûr'a birinci üfleme üflendiği, arz ve
dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o
vak'a olmuştur. Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış, sarkmıştır. Melekler de onun kenarlarındadır. O gün
Rabb'ının tahtını (arşını), bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır. O gün (hesap için Allah'a) arz
olunursunuz. Sizden hiçbir sır gizli kalmaz. Kitabı sağından verilen: "Alın kitabımı okuyun " der, "Ben
hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten. " Artık o, memnun edici bir hayat içindedir. Yüksek bir bahçede,
devşirmesi kolay (meyveleri yakın). “Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için. "
Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana kitabım verilmeseydi. Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım.
Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı. Malım bana hiçbir fayda vermedi. Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti
(hiçbir şeyim kalmadı). (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun onu, bağlayın onu, sonra
Cehennem'e sallayın onu. Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu. Çünkü o, yüce Allah'a
inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu. Bugün onun için candan bir dost yoktur. İrinden başka
yiyecek yoktur. Onu (bile bile) hata işleyenden başkası yemez." (el-Hakka: 69/13-37)
Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu âlem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi
dünyasını, fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği biçimde intizama koymasına en büyük etkendir. Herkesin
toplandığı ve kazandığı kendisine tastamam verildiği22, kimsenin kimseden cezasına karşılık bir şey
ödeyemediği23 ana, baba, evlâd, dost herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak talep edilmesi endişesiyle
birbirinden kaçtığı24, dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olduğu 25 o
ceza gününde insanların makam, mevki, zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir özelliklerine
aldırış edilmeksizin, kulların yaptıklarına göre hak tecelli eder. "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için
ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun; ve Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır." (el-Haşr: 59/18)

Kabir Hayatı:

Dünya hayatından sonra, ahiret hayatından da önce fakat ahiret hayatı için de ele alınması gereken bir başka
hayat daha vardır ki o da kabir hayatı veya "Âlem-i Berzah" denilen hayattır. Berzah, asıl manasında iki şey
arasında bulunan engel, ayırıcı sınır demektir. Bu kelime Kur'an'ın "el-Mü'minûn: 23/100; er-Rahmân: 55/20; el-
Furkan: 25/53" ayetlerinde "iki şey arasındaki engel" manasında kullanılmıştır.
Râgıp, el-Müfredât adlı eserinde şöyle der: "Berzah; ahirette insan ile yüksek menzillere ulaşması arasındaki
engeldir. Bu kelime, el-Beled: 90/11 ayetindeki "el-Akabe" kelimesine işarettir. Ayetin meâli şöyledir: "Fakat o,
(hedefe varmak, yapılan iyiliklere teşekkür etmek için) sarp yokuşu geçemedi." Ayette bildirilen engeli ise ancak
sâlihler asabilir. Berzah'ın ölüm ile kıyâmet arasındaki engel olduğu da söylenir.
İnsan için üç hayat vardır:
Dünya hayatı: Ruhun cesetle birlikte yaşadığı içinde bulunduğumuz hayat.
Berzah hayatı: Ruh, dünyada iken içinde bulunduğu cesetten ayrılmış, azab yahut ta nimet içinde müstakil hale
gelmiştir.
Ahiret hayatı: Ruhların dünyada iken içinde oldukları cesetlere dönmeleri ile meydana gelen son hayat.
Görüldüğü gibi Berzah hayatı, birinci hayat ile ikinci hayat arasındadır. Dünya hayatı çalışma, Ahiret hayatı ise
çalışmanın karşılığını görme hayatıdır. Bu ikisi arasındaki hayat da, beklemekten ibaret olan Berzah hayatıdır.26

22
Âli İmrân: 3/25-30; el-Câsiye: 45/28; Kâf: 50/44; et-Teğâbûn: 64/9.
23
el-Bakara: 2/48, 123.
24
Abese: 80/34-37.
25
Abese: 80/38-42; Âli İmrân: 3/106-107.
26
Âli İmrân: 3/185.
Ölüm anında, ruhlar cesetten ayrılırken rahmet veya azab melekleri vasıtasıyla onlara, hallerine uygun durumlar
gösterilir:
"Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura: "Tadın Cehennem azabını. " diyerek canlarını alırken
bir görmeliydin..." (el-Enfâl: 8/50, el-En'âm: 6/93-94). Ayetlerde bildirilen azab, ölüm anında kâfir ve
günahkârlara yapılan azabtır.
Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde27 yer alan rivayetlere göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Mümin kul,
dünyadan ayrılmak üzere ve ahirete yöneldiği anda ona semadan beyaz yüzlü melekler iner. Yüzleri sanki güneş
gibidir. Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun görebileceği yere otururlar. Ölüm meleği
gelir, baş tarafına oturur ve şöyle der: "Ey güzel ruh, çık ve Rabbi'nin rızasına ve mağfiretine gel." O da,
ağızdan damlayan bir damla gibi çıkar. Kâfir kul dünyadan ayrılmak ve ahirete yönelmek üzere olunca, yanında
kaba bir elbise olan siyah yüzlü bir melek gelir, onun görebileceği bir yerde oturur, şöyle der: "Ey çirkin ruh,
haydi çık, Rabb'inin öfkesine ve gazabına gel. Ruh cesedden korkarak ve güçlükle ayrılır."
Ölümden sonra berzah âleminin ikinci makamı olan kabir hayatı başlar. Kabirde ilk zamanlarda ruh cesetle
birlikte bulunurlar, beraber azab ve mükâfat görürler. Daha sonra ruh cesetten ayrılır ve müstakil olur.
Peygamberimiz (s.a.s.)'in ifadesine göre; "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem
çukurlarından bir çukurdur."28 Ruhun cesetle birlikte kabirde azap ve mükâfat görmesinin bir benzeri, hepimizin
zaman zaman gördüğümüz acı veya tatlı rüyalardır ki kişi kendisini sonsuz nimetler veya azap içinde görür de
bunlar ancak uyanmakla sona erer.
Kabir hayatı hakkında Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Ölüm meleği Mümin kulun ruhunu aldığı
zaman melekler onu, göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin elinde bırakmazlar. Onu alır, bu kefene koyarlar.
Ondan, yeryüzünde bulunan mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu melekler arasından geçirirken: "Bu güzel ruh
nedir?" derler. Dünyada iken söylenen en güzel ismini söyleyerek: "Falan oğlu falandır" derler. Dünya semasına
ulaşıncaya kadar çıkarırlar. Nihâyet Cenâb-ı Allah: "Kulumu 'İlliyyine' yazınız. " buyurur. Bu, Cennet'in en
yüksek derecesidir. "Ben onu yeryüzündeki cesedine iade edeceğim." İki melek yanına gelir ve: "Rabbin kimdir?"
derler. Ruh:
"Rabbim Allah'tır. " der. Onlar:
"Dinin nedir?" derler. Mümin ruh:
"Dinim İslâm 'dır. " der. Onlar:
"Bunları sana bildiren nedir?" derler. O da:
"Allah'ın kitabını okudum, ona inandım ve tasdik ettim" der.
Bunun üzerine semadan bir ses gelir:
"Kulum doğru söyledi. Cennet'te makamını hazırlayınız. Onun için Cennet'ten bir kapı açınız. der."
Kâfir kulun ruhunun berzah hayatı hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Ölüm meleği
kâfir kulun ruhunu aldığı zaman, melekler bu ruhu onun elinde göz açıp kapayıncaya kadar bırakmazlar. Onu
hemen kalın bir elbiseye koyarlar. Ondan yer yüzünde bulunan leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onu semaya
yükseltirler. Meleklerin yanından geçerken: "Bu kötü ruh kimindir?" derler. Melekler, en kötü ismini söyleyerek:
"Falan oğlu falandır." derler. Onun için semanın kapısını açmasını isterler, fakat açmazlar." Bu esnada
Peygamberimiz (s.a.s.) şu ayeti okudu: "Onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe yükselmez) ve deve iğnenin
deliğinden geçinceye kadar (hiçbir zaman) Cennet'e giremezler." (el-A'raf: 7/40). Allah: "Onun kitabını en aşağı
makama yazınız" der. Sonra onun ruhu uzaklaştırılır. Peygamberimiz (s.a.s.) sonra şu ayeti okudu: "...Kim
Allah'a ortak koşarsa o, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor
gibidir." (el-Hacc: 22/31). Ruhu cesede iade olunur da iki melek (Münker ve Nekir) gelir, yanına oturur ve:
"Rabbin kimdir?" derler. O da:
"Şey şey, bilmiyorum,"der. Onlar:
"Dinin nedir?" derler, o da:
"Şey şey, bilmiyorum,"der. Onlar:
"Size kim peygamber olarak gönderildi? Peygamberiniz kimdir?" derler:
"Şey şey, bilmiyorum,"der. Bunun üzerine semadan bir ses:
"Yalan söyledi, Cehennem'deki yerini hazırlayınız." der. Onun için Cehennem'e bir kapı açarlar. Cehennem'in
harareti ve kokusu gelir, kabri daralır ve onu sıkıştırır. Çirkin yüzlü ve kötü elbiseli bir adam gelir ve ona şöyle
der:
"Sana yazıklar olsun, va'd olunduğun gün işte bu gündür. " Kâfir ruh ona:
"Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük getirdi," der. O da:
"Ben senin çirkin amelinim" der. Bunun üzerine:
"Rabbim, kıyameti koparma." der. Sonra kör, sağır, dilsiz ve elinde balyoz olan birisi gelir. Elindeki bu balyozu
bir dağa vursa toprak olur, ona bir vurur, toprak oluverir. Sonra onu Allah eski haline getirir, tekrar bir daha
vurur. Öyle bir çığlık atar ki insanlar ve cinlerden başka her şey duyar."29
27
4/288, 397.
28
Tirmîzî, Kıyâme: 26.
29
et-Terğîb ve't-Terhîb: 3/369.
Ruh, kabirde sorulan suallere verdiği cevaplara göre ya İlliyyîne ya da Siccîn'e gönderilir. Burada, yeniden
diriltilecekleri güne kadar emaneten dururlar. Yeniden dirilme gününde ise Allah'ın emri ile tekrar cesetlere
girerler. İyi, kötü, bütün ruhların kendi kabirleriyle alâkaları vardır. Bu alâka ile ziyaretçilerini tanırlar.
Nimetlerin lezzetlerini, yahut ta cehennem'in acısını yanlarında hissederler. Şehidlerin ruhları ise yeşil kuşlar
gibi Cennet'lerde otlar ve Arş'ın altında asılı bulunan kandillere sığınırlar. Ayette30 Allah yolunda öldürülen
şehidlerin, gerçekte, ölü olmadıkları, Allah katında Cennet nimetleriyle rızıklandırıldıkları bildirilmektedir.
Ayrıca şehid ruhlarının, Cennet'te kendilerine yapılan ikramlar nedeniyle, bir daha Allah yolunda öldürülebilmek
için ruhlarının cesetlerine iade edilmesini istedikleri bildirilmektedir.31

Kıyametin Kopması:

Ahiret hayatı, insanın ölümü ile başlarsa da, genel manada Kıyamet hadisesi ile başlar. Kıyametin ne zaman
kopacağını Allah'tan başka, peygamberler de dahil hiç kimse bilmez.32 Bilgisi Allah'a ait olmakla birlikte,
Kıyametin kopmasına yakın zamanlarda bir takım alâmetler meydana gelir. İnanmayanlar için ihtar mahiyetinde
Allah şöyle buyurur:
"(İnanmayanlar, Kıyamet) saat(in)in, ansızın kendilerine gelip çatmasından başka neyi bekliyorlar? İşte onun
alâmetler(inden sayılan âhir zaman Peygamber)'i gelmiştir." (Muhammed: 47/18) Kıyametin en büyük alâmeti
Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesidir. Ondan sonra artık başka peygamber gönderilmeyecektir.
O, peygamberlerin sonuncusudur.33 İşte bu, dünya hayatının sonunun yaklaştığına en büyük alâmettir. Hz.
Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Ben gönderildiğimde Kıyamet şu iki parmağımın birbirine yaklaştığı gibi
yaklaşmıştır."34
Kur'an ayın ikiye bölünmesini de Kıyamet alâmetlerinden saymıştır:
"Kıyamet yaklaştı, ay ikiye bölündü..." (el-Kamer: 54/1-3)
Bu hadise, Peygamber zamanında ondan mûcize isteyen müşriklerin isteği üzerine, Peygamber'in elinin işaretiyle
ayın ikiye bölünmesi şeklinde meydana gelmiştir. Bu hâdise üzerine de meâlini verdiğimiz ayet nâzil olmuştur.
İslâm bilginlerinden bir kısmı da "Kıyamet yaklaştı, ay bölünecek..." şeklinde gelecek zaman kipiyle mana
vermişlerdir. Her iki manada da özellikle Kıyamet'in yaklaştığı vurgulanmaktadır.
İsrâiloğulları'na peygamber olarak gönderilen Hz. İsa tebliğ görevindeki tüm gayretlerine rağmen, sayılabilecek
kadar az bir cemaat ona iman etmiş, buna mukabil düşmanlarının kendisini öldürme tuzaklarıyla karşılaşmıştır.
Ne var ki Allah, düşmanların kurduğu tuzaklarını başlarına geçirmiş, peygamberini de zatına yükseltmiştir.35 Şu
anda hayatta olarak bulunduğu mevkii Allah'ın ilminde olan Hz. İsa, Kıyamet'e yakın zamanda tekrar dünyaya
gelecek ve yaşadığı sürece Hz. Muhammed'in getirdiği şerîat üzere yaşayacaktır. Hz. İsa'nın tekrar dünyaya
dönüşü, Kıyamet alâmetlerindendir. "O (İsa'nın gelmesi), Kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir..." (ez-
Zuhruf: 43/61)
Kıyamete yakın zamanda, şu anda gördüklerimize benzemeyen şekilde, Kur'an'ın "dâbbe" diye ifade ettiği bir
hayvan ortaya çıkacaktır: "O söz (Kıyamet ve azap günü), başlarına geldiği zaman (kıyamet alâmetlerinin vukûu
başladığı zaman) onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız; onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle
inanmadıklarını söyler." (en-Neml: 27/82)36 "Dâbbetü'l-Arz" diye isimlendirilen bu hâdisenin meydana gelişi,
Kıyamet vaktinin yaklaştığına dair bir alâmettir.
Ye'cüc ve Me'cüc seddinin açılması ve yeryüzünde fesâdın yayılması da Kur'an'da zikredilen Kıyamet
alâmetlerindendir: "Nihâyet Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya) saldırırlar.
Artık gerçek va'd (Kıyamet) yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalır..." (el-Enbiya: 21/96-97)
Bu alâmetler, Kur'an'da bildirilenlerdir. Hadisle bildirilenlere gelince, onlar da Allah'ın vahyine dayanır.
Müslim'in Huzeyfe ibn Useyd el-Gifârî'den rivayet ettiği bir hadiste Huzeyfe şöyle buyurmuştur: "Biz aramızda
müzakerelerde bulunduğumuz bir esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) yanımıza geldi ve: "Neyi müzakere
ediyorsunuz?" dedi. 'Kıyamet'i dediler. Şöyle cevap verdi: "On türlü alâmeti görmediğiniz sürece Kıyamet
kopmaz. Bunlar, Duman, Deccâl, Dâbbetü'l Arz, Güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın inmesi, Ye'cüc
ve Me'cüc ile doğudan, batıdan ve Arap yarımadasından bir yerin batması, son olarak da Yemen 'de bir ateşin
çıkmasıdır."37
Kıyamet'in büyük alâmetlerinden öyleleri vardır ki, onlar görüldükten sonra artık tövbeler kabul olunmayacaktır.

30
en-Nisâ: 4/169.
31
Sahih-i Müslim, 6/38; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dili Kur'an Dili: 2/1229.
32
el-Mülk: 67/26.
33
el-Ahzâb: 33/40.
34
Buhârî: 6/206; Müslim, Terc. Davudoğlu: 8/208.
35
Âli İmrân: 3/54-55; en-Nisâ: 4/157-158.
36
Dâbbe hakkında geniş malûmat için bk. Elmalılı Hamdi Yazır, a.g.e., 5/370.
37
Müslim, Terc. 8/179; Buhârî, Cihad: 94 vd.; Müslim, İman: 248, Zekât: 60, Fiten: 17-18;Ebû Dâvud, Melâhim: 12, Fiten: 1; Tirmîzî, Zühd:
24.
"(İnanmak için) illâ meleklerin gelmesini yahut Rabb'ının gelmesini ya da Rabb'ının bazı ayetlerinin gelmesini
mi bekliyorlar? Ama Rabb'ının bazı (Kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da imanında bir
hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması, bir fayda sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de beklemekteyiz." (el-
En'âm: 6/158)
Ebû Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Üç alâmet vardır ki,
bunlar çıktığı zaman, daha önce iman etmiş yahut ta imanında hayır kazanmış olmadıkça hiçbir kimseye imanı
fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccâl'ın görülmesi ve Dâbbetü'l-Arz'ın zuhuru."38
Kıyametin bu büyük alâmetlerinin dışında Hz. Peygamber'in hadisleriyle sabit olan birçok hâdiseler de
Kıyamet'in küçük alâmetleri olarak kabul edilmiştir: Davaları bir olan iki Müslüman topluluğun birbirleriyle
harp yapması39, 'herc', öldürme olaylarının çoğalması.40 Karanlık geceler gibi olan fitnelerin çoğalması,
müslümanlarla yahudilerin savaşıp, müslümanların onları öldürünceye kadar mücadele etmeleri ve yahudilerin
de taşların ve ağaçların arkasına saklanması, 'Gargat ağacından' başka bütün taş ve ağaçların: "Ey müslüman, Ey
Allah'ın kulu, yahudi arkamdadır, gel onu öldür" demesi, Hicaz topraklarında bir ateşin çıkıp, Basra'daki
develerin boyunlarını aydınlatması, Kahtan'dan bir adamın çıkıp insanları asâsı ile sevketmesi, Fırat nehri
altından bir dağ haline gelip, ondan alabilmek için insanların birbirleriyle harp etmesi, cariyenin efendisini
doğurması; ayağı yalın, çıplak fakir koyun çobanlarının bina yapmada birbiriyle yarış yapmaları vs. gibi olaylar
Kıyamet'in küçük alâmetleri olarak sayılmıştır.41
Allah, bu kâinatın yıkılıp, birinci hayatın sona ermesini istediği zaman İsrâfil adındaki meleğe 'sûr'a bir kere
üfürmesini emredecek, o da bir kere üfürecektir. Kâinatın hepsi bu derin gürültü ile sarsılıp, birbirine bağlı olan
varlıkların düzeni bozulur, irtibat çözülür, korkunç bir zelzele meydana gelir, dağlar atılır, pamuk gibi dağılır,
gökyüzündeki yıldızlar, gezegenler ve güneş arasındaki ahenk yok olur, şimdi mevcut olan çekim kanunu iptal
olur. Güneşin ayın ve yıldızların ziyası gider, gökyüzündeki bütün gezegenler yörüngelerinden çıkar ve âlemin
tamamı Allah'ın yaratmasından önceki hale döner. Bütün bu olaylar, Allah'ın indirdiği vahiy ile bilinmektedir.42
İkinci hayatın tanınması ve anlaşılması, insan aklının kavrayacağı bir şey değildir. İnsan aklı ancak bu hayatta
olanları ve bu kâinatta bulunanları kavrar. Bunun içindir ki, ikinci hayatın tanınması, Allah'ın kitabında bildirdiği
haberler ve Rasulü'nün anlatmalarına dayanır. Ayet ve hadislerden elde edilen bilgilere göre, İkinci hayat,
İsrâfil'in 'sûr'a üflemesiyle bu âlemin yok olmasından kırk yıl geçtikten sonra başlayacaktır.
O hayatın günleri ve ayları bu hayatın günleri ve ayları gibi midir, yoksa başka bir ay ve gün müdür?. Bunu
bilemiyoruz. Bu, zaman geçtikten sonra gökten yağmur inecek, cesetler bitki gibi toprağın altından bitecektir. Bu
iş, yağmur suyu ile her insanın kuyruk sokumunda bulunan küçük kemik vasıtasıyla meydana gelecektir. İkinci
yaratılış tamamlanıp gelişme ikmâl olduğu, cesetlerin heykelleri toprağın altında tamamlanarak hiçbir eksiği
kalmadığı zaman onlara ruh verilir. Bu cesetlere hayat girer, hareket etmeye başlarlar. Ölüm meleğinin bu
dünyada almış olduğu ruhları Allah her insana iade eder. Bu ruhlardan bazıları, sahibinin iman ehli ve amel-i
sâlih sahibi oldukları için güzel ve temiz ruhlardır. Bunlar ulvi âlemde muhafaza edilmişlerdir. Bazıları ise, küfür
sahibi ve günahkâr kişilerin ruhlarıdır, bunlar çirkin ruhlardır, süflî âlemde kalmışlardır. Bu ruhlar, bulundukları
yerden cesetlerine gelirler, sonra Allah'ın görevlendirdiği bir melek: "Yerinizden kalkınız, Rabb'ınıza dönünüz"
diye seslenir. Onlar bu sesi işitirler ve icabet ederler. Yer açılır, kabirlerinden mahşere gitmek için canlı olarak
kalkarlar.43
İkinci defa dirildikten sonra bütün mahlûkâtın bir sahada toplanmasına "Haşr" denir. Bu toplanma, dünyada
yaptıklarından dolayı aralarında hüküm verilmesi içindir. İnsanlar kabirlerinden canlı olarak kalktıktan sonra ilk
defa yaratıldıkları gibi tekrar hayata döndürüleceklerdir: "Mahkukatı ilk yaratmağa başladığımız gibi, yine onu
öldükten sonra iade edeceğiz..." (el-Enbiya: 21/104). Hz. Peygamber (s.a.s.): "Kıyamet gününde insanlar çıplak,
sünnet olmamış ve yalın ayak olarak (mahşer meydanına) geleceklerdir." der. Hz. Âişe: "Ey Allah'ın Rasulü,
kadın ve erkeklerin hepsi bir arada olunca birbirlerine bakmazlar mı?" diye sorunca Peygamberimiz (s.a.s.): "Ey
Âişe, o gün, insanların birbirlerine bakamayacakları kadar durum şiddetlidir."44 buyurarak "haşr" için toplanan
insanların düştükleri sıkıntıyı dile getirmektedir. Muttakî, mücrim ve kâfirlerin haşrolunmaları hakkında Kur'an
şöyle der:
"Takva sahiplerini heyet halinde Rahman(ın huzuruna) topladığımız gün, suçluları da susuz olarak Cehennem'e
sürdüğümüz (gün)." (Meryem: 19/85-86)
"O gün 'sûr'a üflenir ve o gün suçluları (yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) toplarız." (Tâhâ:
20/103)

38
Buhârî, 2/132; Müslim Terc., 1/95-96.
39
Müslim, Terc., 8/170.
40
Müslim, Terc., 8/171.
41
Buhârî, Tecrid: 9/73; Tirmizî, Birr: 25; Fiten: 2; el-Lü'lüü ve'l-Mercân: 3/305, 306-307; et-Tâc: 1/25.
42
bk. el-Hacc: 22/1-2; el-Karia: 101/1-5; el-Mearic: 70/8-15; Zilzal: 99/1-3; İnfitar: 82/1-5; Tekvir: 81/1-6; Vâkıa: 56/1-6.
43
el-Hakka, 69/13-18; Kâf, 50/41-44, el-Kamer, 54/6-8; el-Meâric, 70/41-44; elÂdiyat, 100/9-10.
44
Müslim, Cennet: 56.
"...Kıyamet günü onları (kâfirleri), yüzü koyun, kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz. Varacakları yer
Cehennem'dir..." (el-İsrâ: 17/97; Tâhâ: 20/124)
İnsanların, hesap vermek üzere toplandıkları Mahşer günü güneş, insanların başları üzerine iyice yaklaşır,
sıcaklık çok şiddetlenir. Ve insanlar, günahları nisbetinde tere batarlar. Bir kısmı topuklarına kadar, bir kısmı diz
kapağına, bir kısmı göbeğine ve bir kısmı da ağzına kadar tere batar.45 Hararetin en şiddetli olduğu bu günde, adil
devlet reisi, gönlü mescidlere bağlı genç, sadakayı gizli veren cömert, güzel bir kadının zina davetini Allah'tan
korkusu nedeniyle kabul etmeyen muttakî, sevgileri Allah için olan iki dost, Allah'a ibadetle büyüyen genç ve
tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşla dolup taşan insanı Allah, lûtfuyla Arş'ının gölgesinde
gölgelendirecektir.46
İnsanlar, Rabb'larının huzurunda haşrolunup toplandıklarında ve beklemenin zorluğu, korkunun şiddeti nedeniyle
yorgunluk son haddine ulaştığında insanlar, ruhlarının temizliği ve kirliliğine göre Yüce Allah'ın kendilerine
hükmetmesini beklemeye başlarlar:
"Peygamberler (şahidlik edecekleri) vakit için getirildiği zaman: Ertelenmiş oldukları güne, yani hüküm gününe.
Hüküm gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin? Yalanlayanların vay haline o gün." (el-Mürselât: 77/11-
15)
Bugün haklı ile haksızın, iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, inanan ile inanmayanın ayrıldığı fasıl günüdür.
Özür ve kurtuluş fidyelerinin kabul edilmediği47 dillerin konuşmadığı bu günde48 ancak kendilerine, insanlar için
şefâat etme izni verilenler konuşabilir. İnsanlar Âdem, Nuh, İbrâhim, Mûsa, İsâ peygamberlere, kendilerine
şefâat etmeleri için giderler. Onlar bu konuda özür beyan edince bu defa Hz. Muhammed'e gelirler.
Peygamberimiz (s.a.s.) Rabb'ının huzurunda secdeye kapanarak O’na hamdeder, ümmeti için şefâat diler. Rabb'i
kendisine: "Başını kaldır ve iste, ne istersen verilecektir, şefâat et, şefâatin kabul edilecektir" deyinceye kadar
secdede kalır. Ümmetine şefâat diler. Ümmetinden hesabı olmayanlar Cennet'e girerler.49

HESAP GÜNÜ

Allah tarafından insanların bu dünyada iken yaptıkları iyilik ve kötülüklerden dolayı âhirette hesaba
çekileceklerine dair dikkat çekilen günün adı "Din günü - Ceza günü" ile hemen hemen aynı anlama gelir.
"Hesap günü"ne iman etmek İslâmiyetin inanç esaslarından birini teşkil eder. Bu günün hak olduğu, bir gün
mutlaka ' gerçekleşeceği Kitap (Kur'ân)la sabittir.
"Allah herkesi kazandığının karşılığını vermek üzere (diriltecektir). Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir."
(İbrâhim: 14/51) buyrulmaktadır. Diğer bir âyette Hak Teâlâ şöyle buyurur:
"Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de gönderilmiş olan peygamberlere de soracağız. Ve onlara olup
bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Zaten biz onlardan uzak değiliz." (el-A'raf: 7/6)
Âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, sorguya çekilmesi gereken herkesin, "Hesap günü", ifadesi alınacaktır.
Kendilerine peygamber gönderilen her ümmete peygamberlere itaat edip etmedikleri; peygamberlere de, tebliğ
vazifelerini ne dereceye kadar yaptıkları ve nelerle karşılaştıkları sorulacaktır. Şu kadar var ki: "Biz bir rasûl
göndermedikçe azap edecek değiliz." (el-İsrâ: 17/I5) âyet-i celîlesi hükmünce, kendilerine "Rasûl"
gönderilmeyenler bu hesap ve azaptan muaf olacaklardır. Diğer insanlar da dünyadaki amellerine göre hesaba
çekileceklerdir:
"O gün insanlar, yaptıkları kendilerine gösterilmek için bölük bölük dönerler." (ez-Zilzâl: 99/6)
"Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir."
(el-Mü'min: 40/17)
"Herkesin yaptığı her hayrı ve işlediği her kötülüğü, önünde hazır bulacağı gün yaklaşmaktadır. O gün kişi,
kendisiyle yaptığı kötülükler arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah sizi, kendisinden korkmanız için
uyarıyor." (Âli İmrân: 3/30)
Gerçekten öyle zamanlar olur ki, insanın yaptığının yüzüne vurulması veya yaptıklarıyla yüzleştirilmesi her çeşit
cezadan daha ağır gelir. Ne var ki, böyle bir cezayı hakketmişse bundan kurtuluş da yoktur.
"Hesap günü", kişi yaptıklarıyla yüzleştirildikten sonra, tartıya vurulmayan, cezası verilmeyen zerre miktarı
hayır ve şerrin bırakılmadığı ince hesap anına geçilir. Artık o gün:
"Kim zerre miktarı bir hayır işlemişse, onu görecektir ve her kim de zerre miktarı kötülük işlemişse onu
görecektir." (ez-Zilzâl: 99/7-8)
O dehşetli "hesap günü"nde Allah'ın mü'min kullarına korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Dünyada
iken yaptıklarına karşılık Rablerinin kendilerine hazırladığı nimetlere sevinç içinde kavuşacaklardır. Cenâb-ı
Hak bu gibi mü'minler için şöyle buyurur:

45
Müslim: 8/135; Buhârî: 6/137.
46
Buhârî, Ezân: 36; Hudud: 19.
47
Hadid: 57/15; el-Bakara: 2/254.
48
el-Bakara: 2/255.
49
Cengiz Yağcı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/65.
"Şüphesiz iman edenlerle, Yahudilerden, Hiristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe hakkıyla
inanıp salih amel işleyenler için Rabları katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi
üzülmeyecekler de." (el-Bakara: 2/62) Onlara:
"Îşte bu, hesap günü için size söz verilenlerdir." (Sâd: 38/53) denilecek ve kolay bir hesaptan geçirileceklerdir:
"Kimin kitabı sağından verilirse, kolay bir hesapla hesaba çekilecek ve sevinçli olarak ailesine dönecek." (el-
İnşikâk: 84/7-9)
"Kitabı sağ tarafından verilen; Alın kitabımı okuyun, doğrusu ben hesabımla karşılaşacağımı zaten bekliyordum,
der." (el, Hâkka: 69/19-20) Böylece hakettiği cennete girer.
Rasûlüllah (s.a.s) mü'minlerin "hesap günü"nündeki durumunu şöyle dile getirir: "Mü'min kıyamet günü Rabbine
öyle yaklaştırılır ki, artık Rabbi onun sırrını mahşer ehlinden saklamış olur. Sonra ona bütün günahlarını ikrar
ettirir: "Şunu işlediğini sen bilir misin?" diye sorar. O da: Ya Rabbi bilirim, der. Sonunda, mü'minin işlediği
günahlar hakkındaki itirafları Allah'ın dilediği miktara ulaşınca Allah Teâlâ ona: "Şüphesiz Ben senin işlediğin
günahları dünyada senin için örttüm. Bu gün de senin için günahlarını mağfiret ediyorum," buyurur."50
Bu delillerden açıkça anlaşılıyor ki, dünyada iken Allah'a ve âhiret gününe iman ederek O'nun emirlerine uyan,
yasakladıklarından sakınan ve salih amel işleyen mü'minler, kolay bir hesaptan sonra Allah'ın kendilerine
mükâfat olarak hazırladığı nimetlere kavuşacaklardır. Ancak müslüman olduğu halde, mutlak sûrette cezayı
hakkedecek davranışlarda bulunan kimselerin hesabı zor olacaktır.
Hz. Peygamber bir gün ashabına şöyle sorar:
"Müflis kimdir bilir misiniz?” Ashâb: “Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve malı olmayandır,” demişler.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurur: "Benim ümmetimden gerçek müflis; kıyamet gününde namaz,
oruç ve zekatla gelipte şuna sövmüş, buna iftirada bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş,
başkasını da dövmüş olarak gelendir. Şuna buna hasenâtından verilecek. Şayet davası görülmeden hasenatı
biterse, onların günahlarından alınarak kendisinin üzerine yüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır."51
Günahkâr mü'minin durumu böyle olunca; inkârcıların ve başkalarına zulüm yapanların, daha büyük sıkıntılara
düşeceklerinde şüphe yoktur. Onlar, "Hesap günü"nden söz eden âyetleri işittiklerinde alaylı bir şekilde:
"Dediler ki: Rabbimiz, hesap gününden önce (bize vadettiğin) hissemizi şimdiden ver." (Sâd: 38/16)
Müşrikler böyle söylemekle; "hesap gününe kadar beklemeye ne gerek var, o cezadan bizim payımıza düşeni
şimdiden ver." diyerek alay etmek istiyorlardı. Cenab-ı Hak da:
"Şüphesiz onların dönüşü bizedir. Sonra onların hesaba çekilmesi de bize aittir." (el-Ğâşiye: 88/25-26)
buyurarak, hem Rasûlünü teselli etmiş, hem de onları tekrar uyarmıştır. Bu uyarılara kulak asmayıp sapık
yollarına devam edenler için de şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı çetin bir azap vardır." (Sad: 38/26)
O dehşetli gün gelip de insanlar hesaba çekilmeye başlanınca pişmanlık duymanın hiçbir yararı olmayacaktır.
"Kimlerin tartısı ağır basarsa, işte asıl kurtuluşa erenler onlardır. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar
da kendilerine yazık etmişlerdir, ebediyyen cehennemdedirler." (el-Mü'minûn: 23/102-103)
"Kitapları sol taraflarından verilenlere gelince, o: Keşke bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu
bilmeseydim, der." (el-Hâkka: 69/25-26) Cenab-ı Hak onlara:
"Âyetlerim okunurken onları yalanlayanlar siz değil miydiniz?" (el-Mü'minûn: 23/105) diye sorunca, sanıyorlar
ki konuşmalarına izin verilmiş, kendilerine ümit kapıları açılmış belki suçluluklarını itiraf ederlerse istedikleri
kabul görür:
"Derler ki: Rabbimiz, bize kötülüğümüz gâlip geldi. Biz, sapık bir kavim olduk. Rabbimiz, bizi buradan çıkar,
eğer tekrar inkâra dönersek gerçekten zâlimler oluruz." (el-Mü'minûn: 23/106-107). Onların bu sözlerine
karşılık:
"Allah da buyurur: Kesin sesi. Artık benimle konuşmayın. Çünkü kullarımdan bir zümre vardı ki bunlar,
Rabbimiz inandık, artık bağışla bizi, acı bize. Sen acıyanların en hayırlısısın, diyorlardı. Siz ise onları alaya
alıyordunuz, bunlar size beni anmayı unutturuyordu. Ve hep gülüyordunuz onlara." (el-Mü'minûn: 23/108-110)
diyerek cehenneme gönderilecekler. Bu arada kendilerinin bu acı hallerini gören mü'minler, cehenneme giriş
nedenlerini sorarlar:
"Kitapları sağdan verilenler suçlulara: Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir? diye sorarlar. Onlar derler ki;
"Namaz kılanlardan değildik düşkünü doyurmuyorduk. Bâtıla dalanlarla beraber biz de dalardık. "Ceza
günü"nü yalanlardık. Bu durumumuz, ölüm bize gelinceye kadar devam etti" derler." (el-Müddessir: 74/42-47)
Akâid kitapları, "hesap günü" ile ilgili âyet ve hadislere dayanarak, bu günün gerçek olduğunu şu şekilde
açıklarlar:
a) Amellerin tartılması haktır: Çünkü Cenab-ı Allah "O gün tartı (vezn) haktır." (el-A'râf: 7/l8) buyurmuştur.
Mu'tezile ise amellerin tartılmasını inkâr etmiş ve bu konudaki nasları tevil etmiştir.
b) Amel defteri haktır: Bu defterden maksat, insanlara ait sevap ve günahların üzerinde tesbit edildiği şeydir.
Mü'minlere sağ, kâfirlere sol ve arka taraflarından verilir. 52 Mu'tezile, bu konudaki nassları da te'vil ederek amel
defterini gereksiz görür.
50
Müslim, Tevbe: 52; İbn Mâce, Mukaddime: 13.
51
Müslim, Birr: 59.
c) Öldükten sonra sorguya çekilme haktır.53

KABİR

Mezar, ölen kimsenin toprağa gömüldüğü yer. Çoğulu "kubûr" dur.


İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen bir canlıdır. Ruhun yaratılışı bedenden öncedir. Buna göre insan hayatının
devreleri dörde ayrılabilir. Birincisi, yaratıldığı zamandan bedene ruh üfleninceye kadar ruh devresi.
Kur'an-ı Kerîm'de ruhların topluca yaratılmasından sonra Cenâb-ı Hakk'ın ilk uyarı ve tebliği şöyle ifade edilir:
"Hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahit
tutmuş; ben sizin Rabbiniz değil miyim? demişti. Onlar da; evet rabbimizsin, şahit olduk, demişlerdi. İşte bu
şahitlendirme, kıyamet günü; bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindi." (el-A'raf: 7/172). İkinci safha,
dünya hayatıdır. Doğumla başlar, ölümle sona erer. Dünya hayatının amacı, kimin nasıl fiil ve hareketlerde
bulunacağını denemek, sonuçları tesbit etmektir.54 Üçüncü safha, kabir hayatı olup, ölümle başlar, kıyamet
gününe kadar devam eder. Dördüncü safha ise, kıyametin kopmasıyla sonsuza kadar sürecek olan ahiret
hayatıdır.
Kabir hayatı, bir bakıma ahiretin giriş kapısı ve başlangıcı sayılır. Ölen kimse, ister kabre defnedilsin, yırtıcı
hayvanlarca parçalansın; ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun, onun için kabir hayatı
başlamış olur. Münker ve Nekir melekleri kabir sorgulamasını yapar. Rabbini, peygamberini ve dini sorar. Bu
sorgudan sadece peygamberler ve çocuklar muaftır.
Ehl-i Sünnet inancına göre, kâfirlere ve bazı günahkâr müminlere kabir azabı vardır. Kabir, iman ve salih amel
sahipleri için Cennet bahçelerinden bir bahçe; kâfirler için de Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Kabir
hayatının, azap şeklinin mahiyeti hakkında, âlimler ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Azabın ruha, bedene veya her
ikisine birlikte yapılması, sonucu değiştirmez. Çünkü salih amel sahibi insanlar kabirde güzel bir hayat yaşarken,
kâfirler, büyük bir sıkıntı ve ızdırap içinde bulunacaklardır.55
Kabirdeki ölü cennetlik (said) bir kimse ise, onun ruhu Cennet'e gider, eğer günahkâr ve cehennemlik (şâkî) ise,
Cehennem'in yanına gider. Bir kısım ruhlar da berzah'ta bulunurlar ki, burası ne Cennet ne de Cehennem'dir.
Bazı âlimlere göre, saidlerin rûhu Cennette olmakla birlikte kabirleriyle olan bağlantıları kesilmez. Bu irtibat
özellikle cum'a gecesi ve gündüzü ile cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar, pek canlı bir şekilde devam eder.
Saidlerin ruhları dünya haberlerini izleme imkânı bulabilirler Vefat edip yeni gelenlere dünyadan haber sorarlar.
Kendilerini ziyarete gelenlerin selâmını duyarlar, hatta izin verilirse, selâma karşılık vermeleri de mümkündür.56

Kabirlerin Hazırlanışı:

Kabir hazırlanırken şu hususlara dikkat edilmelidir Kabir, bir adam boyu veya göğüs hizasına kadar kazılır.
Ölüyü daha iyi koruyacağı düşüncesiyle kabir daha derin açılabilir. Toprak sert ise kabrin kıble tarafına bir lahd
(oyuk) açılır. Eğer lahd açılmakla toprak göçecek kadar yumuşak olursa o zaman kabrin ortasında ölünün
sığacağı kadar bir yer açılır ve oraya defnedilir.
İslâm müctehidleri ve fakihleri, kabirlerin kireç ve benzeri ile yapılmasının, kendi toprağına ilâve edilerek
yükseltilmesinin, üzerine kubbeli bina yapılmasının, taşına övücü veya kadere sitem edici kelimeler yazılmasının
caiz olmadığı konusunda görüşbirliği içindedir. Buna karşılık kabrin, yerden bir-iki karış yükselmesi, şeklinin
deve hörgücü gibi olması, kerpiçle yapılması, kabrin baş tarafına bir taş konulması ve ölünün isminin
yazılmasında bir sakınca görülmemiştir. Ancak kabrin üstüne mescit gibi bina inşa edilerek buranın mabed
edinilmesi hadisle yasaklanmıştır.
Hz. Âîşe (r.a), Rasulullah (s.a.s)'ın son hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah, Yahudi ve
Hristiyanlara lânet etsin, Onlar, peygamberlerinin kabrini mabed haline getirdiler." Hz. Âîşe diyor ki: "Eğer
bundan korkulmasaydı, Hz. Peygamberin kabri dışarıdan belli olacak şekilde yapılacaktı."57 Peygamberin ve Hz.
Âîşe'nin ifadelerinden; kabrin dış şekli üzerinde titizlikle durulmasının ve bazı yasaklar konmasının sebebinin
tevhit inancını korumak ve insanların şirke düşmelerini önlemek olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan İslâm dini, israfı yasaklamıştır. israf, malın lüzumsuz yere ve ölçüsüz harcanması, sarfedilmesi
demektir. Aç, çıplak, ilaçsız, tahsilsiz. eşsiz, işsiz, muhtaç müslümanlara yardım etmek yerine, büyük masraflarla
heybetli, süslü ve masraflı kabirlerin bina edilmesi israf sınırları içine girebilir.
52
el-Hâkka: 69/25-26; el-İnşikâk: 84/10; el-İsrâ: 17/13.
53
el-A'râf: 7/6; İbrâhîm: 14/51; Âli İmrân: 3/30; Müslim, Tevbe: 52; Buharî, Mezâlim: 2; Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/395-
397.
54
bk. el-Mülk: 67/2, el-Bakara: 2/155.
55
Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, terc Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1980, s. 235, 237: es-Sâbûnî, Mâtürîdî Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu,
Ankara 1979, s. 185; Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, s. 251; Tirmizi, Kıyâme: 26; Müslim, İman: 34; Ebû Dâvud, Tahâret: 26; Münâvî, Feyzu'l-
Kadîr, Beyrut 1972, 3/29.
56
ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, 4/504, 505.
57
Buhâri, Cenâiz: 216.
Cenaze için namaz kılındıktan sonra cemaatle birlikte yaya veya ihtiyaç olunca araç vasıtasıyla kabristana gidilir.
Derince ve uygun boyda açılan kabre cenazeyi gömmek farz-ı kifayedir. Cenazeyi taşıyanlar gibi kabre
indirenlerin de; "Bismillah ve ala milleti Rasulullah" demeleri müstehabtır.
Ölü, kabirde yüzü kıbleye gelmek şartıyla sağ yanı üzerine yatırılır. Sonra kefenin düğümleri çözülür. Kabrin
tahtası dizildikten sonra kürekle veya elle üzerine toprak atılır. Kabrin üstünü biraz yükseltmek menduptur.
Toprak pekişsin diye kabrin üzerine su serpilebilir.

Kabir Azabı:

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında
bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre
konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir: Dinin
nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet
kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap
veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde,
sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir.58
Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını
ateşin en şiddetlisine sokun." (el-Mümin: 40/46)
Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber efendimiz; "Allah, iman edenlere
bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim: 14/17) ayetinin kabir
nimeti hakkında indiğini açıklamıştır.59
Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir.
Bunlardan bir kaçı şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük
şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor,
diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her
bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal
kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." buyurmuşlardır.60
Hz. Peygamber diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya
Cehennem çukurlarından bir çukurdur"61
Başka bir hadiste de şöyle buyurur: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah
mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap
verir. "O, Allah'ın kulu ve Rasuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de O'nun
kulu ve elçisidir. Bunun üzerine melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik", derler. Sonra onun
mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra
melekler ölüye: "Yat ve uyu" derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin" der. Melekler ona; "Zifafa
giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam
et." derler. Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?"
Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi
konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk." derler. Daha sonra
yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır." diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini
birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder."62
Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur:
"Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından
rızıklandırılmaktadırlar." (Âli İmrân: 3/169)
"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (el-Bakara:
2/154)
Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında
tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe şayandır. Ancak azabın niteliği
hakkında fazla bilgi yoktur. Rûhun gerçeği üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh lâtif (ince,
şeffaf, nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfûzu gibi bedene nüfûz etmiştir. Allah, rûh cesette
kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi âdet kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan kaldırır. Başka bir
görüşe göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete
mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu

58
bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, 4/496 vd.
59
Buhârî, Tefsîr, sure: 14.
60
Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân : 34; Ebû Dâvud, Tahâret: 26
61
Tirmizî, Kıyamet: 26
62
Tirmizi Cenâiz: 70.
söylemişlerdir.63 Ayette şöyle buyurulur: "De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi
verilmiştir." (İsrâ: 17/85)
Ebû Hanife'ye göre, peygamberler, çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe
kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, Cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız
bırakmıştır.64

Kabristan:

Ölülerin toprağa verildiği ve "mezarlık" da denen saha.


İslâm dini, hayatında olduğu gibi ölümünde de insana gereken değeri vermiş ve saygıyı göstermiş, öldüğü andan
itibaren ona yapılacak muameleyi de belirlemiştir.
Toprağa defnedilen insanın en uzun süre bulunacağı yer kabristandır. Bu sebeple İslâm dini, kabristanın düzenli
ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan insanların ölülere karşı bir vefa
borcu olarak görür. Buna rağmen dinimiz öncelikle ölünün cesedine değil hatırasına değer verir. Bu konuda Hz.
Peygamber "Ölülerinizi hayırla yâd ediniz." buyurur.65
Müslümanlara ait kabristan son derece sade, tabiî ve mütevâzi olmalı; mezar yapımında da basit ve ucuz
malzeme kullanılmalıdır. Camide Allah'ın huzurunda-kariyer ve sosyal durumları ne olursa olsun-aynı safı
paylaşan müslümanların mezarlarının da görünüş itibariyle birbirine yakın olması İslâm'ın ruhuna daha
uygundur.
Kabristana cenaze ile birlikte veya daha sonra ölüyü yâdetmek için çelenk getirerek kabrin üzerine konulması,
bid'at olup, gayri müslimlere benzemek amacıyla yapıldığı takdirde ilgilileri manevî sorumlulukla karşı karşıya
getireceği açıktır.

Nakl-i kubûr:

Kabirleri başka yere nakletmek, önemli bir sebep bulunmadıkça caiz görülmemiştir. Bir kabristan ne kadar eski
olursa olsun, artık kendisine ihtiyaç kalmamış olsa bile yine bunun kabristan olarak korunması asıldır. Burasının
satılarak veya üzerine binalar yapılarak, ölü kemiklerinin başka bir kabristana nakli, ölülerin hakkını çiğnemek
olarak değerlendirilmiştir. Çünkü İslâm'da, ölülerin hakları dirilerin hakları kadar koruma altına alınmıştır.
Ancak su basması, yol geçmesi veya düşman tarafında kalması gibi nedenlerle kabristanı başka yere nakletmek
caizdir.
Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah'a teslim edilmiş
sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir. Cenazenin gasbedilmiş yere veya gasbedilmiş bir
elbise ile gömülmesi veya bu yere başkasının sonra şûf'a yoluyla mâlik olması, zaruret hallerine örnek verilebilir.
Bu takdirde, arazi veya elbise sahibinin isteği üzerine kabir açılır. Elbise alınınca kabir kapatılır, ya da cenaze bu
mülkten başka yere nakledilir. Bu yapılmadığı takdirde mülk sahibi toprağı düzelterek ekim yapabilir. Elbise
sahibi de isterse elbisenin kıymetini alabilir.
Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kalmamış olmadıkça kabri açılarak yerine başkası
defnedilemez. Ancak cenazeyi defin için başka bir yer kalmamışsa bu taktirde kemikleri toplanır, kendisiyle,
yeni gömülecek olan ölü arasına toprak vb. şeyler engel olarak doldurulur ve kabir kapatılır.
Zaruret bulunmadıkça iki ve daha fazla cenaze bir kabre gömülmez. Zaruret olursa, aralarına toprak gibi bir
engel konularak toplu mezar kullanımı caiz olur. Nitekim Uhud şehitleri için uygulama böyle olmuştur. Cabir b.
Abdullah'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Uhud savaşında şehit düşen babam, başka bir şehit olan Amr İbnü'l-
Cümûh ile birlikte bir kabre gömülmüştü. Babamı bu şekilde başkası ile bir kabirde bırakmaya gönlüm razı
olmadı. Altı ay sonra kabri açtım. Babamı, kulağından başka, hemen hemen kabre koyduğum gündeki gibi taze
bir halde buldum; çıkardım ve başka bir kabre yalnız başına gömdüm.”
İslâm ülkesinde bulunan zimmîlerin (hristiyan ve yahudiler) kabirleri de, müslüman kabirleri gibi koruma
altındadır. Onlara hayatlarında eziyet edilmesi haram olduğu gibi, ölümlerinden sonra da kemiklerinin kırılması,
kabirlerinin dümdüz edilmesi yasaklanmıştır. Ancak, müslümanların yeni ele geçirdikleri bir yerde, ihtiyaç
görülürse, düşmana ait kabirleri açmak, kemiklerini kaldırıp, burasını müslüman kabristanlığı veya mescid
yapmak gibi başka bir amaçla kullanmak mümkün ve caizdir.66

Kabir Ziyareti:

63
Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 259.
64
Aliyyü'l-Kâri, a.g.e, s. 252-253.
65
Tirmizi, Cenâiz: 34.
66
İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, 2/233-246; el-Fetevâ'l-Hindiyye, Beyrut 1400/1980 1/165-167; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük
İslâm İlmihali, İstanbul 1985, s. 259-267.
Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehab olup, kadınlar için caizdir. Salih kimselerin, anne,
baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp
çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir.
Çünkü Hz. Peygamber, çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten
alıkoymamıştır.67 Diğer yandan Hz. Âîşe'nin de kardeşi Abdurrahman b. Ebi Bekr'in kabrini ziyaret ettiği
nakledilir.68
Hz. Peygamber, henüz kader inancının kökleşmediği ve cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir
ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra serbest bırakmıştır. Hadiste şöyle buyrulur:
"Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz."69 Hz. Peygamber'in kabirleri çok
ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren hadisler70 ziyaret yasağı olan döneme aittir. Tirmizi bunu açıkça
ifade etmiştir.71 Hz. Âîşe ve İbn Abdilberr bu görüştedir.
Hanefilerin sağlam görüşüne göre, saç baş yolma, ağlamayı tazeleme gibi aşırılıklar olmamak şartıyla kadının
kabir ziyareti caiz görülmüştür. Çünkü hadislerde yer alan ruhsat, kadınları da kapsamına almaktadır.72
Kabir ziyaretinin, tarihi akış içinde, ölülerden yardım istemek, hatta tapılmak için de yapıldığı görülmektedir.
İslâm'ın başlangıcında Hz. Peygamberin kabir ziyaretlerini yasaklamasının sebebi bu idi. Yahudi ve Hristiyanlar,
aziz saydıkları kimselerin kabirlerini ibadet yeri edinmişlerdi. Cahiliyye devrinde kabirlere secde ediliyor,
putlara tapılıyordu. Putperestlik, büyük tanınan kimselerin heykellerine saygı ve ta'zim ile başlamış, neticede bu
saygı putlara ibadete dönüşmüştü. İslâm Dininin gayesi tevhid akidesini (Allah'ı yegane hâlık ve müessir tanıyıp
yalnızca ona ibadet etmeyi) kalblere yerleştirmekti. Önceleri Hz. Peygamber (s.a.s) bu sebeple tehlikeli gördüğü
kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat tevhid inancı gönüllere iyice yerleşip müslümanlar tarafından gayet iyi
anlaşıldıktan sonra, kabir ziyaretine izin verilmiştir.
Çünkü kabir ziyaretinde, hem hayattakiler, hem de ölüler için faydalar vardır. Resulullah (s.a.s) Mekke seferi
sırasında annesi Amine'nin kabrini ziyaret ederek ağlamış, etrafındakileri de ağlatmış ve müslümanların kabirleri
ziyaretine de izin verilmişti.73 Bu izin hatta ziyareti teşvik konusu meşhur rivayetlerle sabittir.74

Kabir Ziyaretinin Faydaları:

a) İnsana ölümü ve ahireti hatırlatır ve ahireti için ibret almayı sağlar.


b) İnsanı zühd ve takvaya yöneltir. Aşırı dünya hırsını ve haram işlemeyi engeller. Kişiyi iyilik yapmaya
yöneltir.75
c) Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Hz. Peygamber'in kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık sağlar ve yüce
duyguların oluşmasına yardım eder. Hz. Peygamber'in ve Allah'ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için
yolculuğa çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte; "Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken
ziyaret etmiş gibi olur." buyurulmuştur.76
d) Ziyaret; insanın geçmişi, dinî kültürü ve tarihi ile bağlarının güçlenmesine yardımcı olur.

Ziyaretin Ölüye Faydası:

a) Özellikle anne, baba diğer akraba ve dostların kabirleri, ruhları için Allah'a dua ve istiğfar etmek amacıyla
ziyaret edilir. Ölüler adına yapılan hayır ve hasenâtın sevabının onlara ulaşacağı sahih hadis ve icmâ delili ile
sabittir. Ölüler ziyaret edilirken, onların ruhları için Allah'a dua edilir, Kur'an okunur, yapılan iyiliklerin sevabı
bağışlanır. Kabre ağaç dikmek sevabtır. Dikilen ağaç ve bitkinin ölünün ruhundan azabın hafifletilmesine sebep
olacağına dair hadisler vardır. Hristiyanların yaptığı gibi kabre çelenk götürmek mekruhtur.
Dua ve istiğfarın ölülerin ruhları için faydalı olacağına şu ayet-i kerime de delâlet eder: "Ey Rabbimiz, bizi ve
iman ile bizden önce geçmiş olanları yarlığa. İman etmiş olanlar için kalbimizde bir kin bırakma." (el-Haşr:
59/10) Bu konuda varid olan pek çok hadis vardır.77

67
Buhârî, Cenâiz: 7, Ahkâm, 11; Müslim, Cenâiz: 15.
68
Tirmizi, Cenâiz: 61.
69
Müslim, Cenâiz: 106, Edâhi: 37; Ebû Dâvud, Cenâiz: 77, Eşribe: 7; Tirmizi, Cenâiz: 7; Nesaî, Cenâiz: 100; İbn Mâce, Cenâiz: 47; Ahmed
b. Hanbel, Müsned: 1/147, 452, 3/38, 63, 237, 250, 5/35, 355, 357.
70
Tirmizi, Salât, 21; Cenâiz, 61; Nesaî, Cenâiz: 104; İbn Mâce, Cenâiz: 49.
71
Tirmizi, Cenâiz: 60.
72
Tirmizi, Cenâiz: 60, 61; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, 2/242.
73
İbn Mâce, Cenâiz: 48; Nesâi, Cenâiz: 101;Müslim, Cenâiz: 36; Ebû Dâvud, Cenâiz: 77.
74
İbn Mâce, Cenâiz: 47; Tirmizî, Cenâiz: 60.
75
İbn Mâce, Cenâiz : 47.
76
Mansur Ali Nasif, et- Tâc, el-Câmiu'l-Usûl, 2/190.
77
Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/509; 6/252; İbn Mâce, Edeb: 1.
b) Ölünün dirileri işitmesi. Kabir ziyareti sırasında konuşulanları kabirdeki kişinin duyduğu ve verilen selâmı
aldığı hadislerle sabittir.
Abdullah b. Ömer (r.a)'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber Bedir gazvesinden sonra yerde yatan Kureyş
büyüklerinin cesetlerine karşı: "Rabbinizin va'dettiği azabın doğru olduğunu anladınız mı?" diye seslenmişti. Hz.
Ömer'in: "Ey Allah'ın Rasulu! Bu duygusuz cesetlere mi hitap ediyorsunuz?" demesi üzerine, Resulullah (s.a.s)
şöyle buyurmuştur: "Siz bunlardan daha fazla işitici değilsiniz. Fakat bunlar cevap veremezler." buyurmuştur.78
Bu konuda Hz. Aişe'den, ölülerin işitmesi yerine, Rasulullah'ın; "Gerçeği ölünce şimdi daha iyi anlarlar. Nitekim
Cenâb-ı Hak'da: "Habibim sen, sözünü ölülere duyuramazsın" hadisi nakledilmiştir. Ancak çoğunluk İslâm
bilginleri bu konuda Hz. Âîşe'ye muhalefet etmişler, başka rivayetlere uygun düştüğü için yukarıda zikrettiğimiz
Abdullah b. Ömer'in hadisini esas almışlardır.79

Ziyaretin Âdabı:

Ziyaretçi mezarlığa varınca yüzünü mezarlara döndürerek Peygamberimizin dediği gibi şöyle selâm verir: "Ey
müminler ve müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan
bize ve size âfiyet dilerim." 80
Hz. Âîşe'nin rivayetinde anlam aynı olduğu halde ifade biraz farklıdır. Tirmizi'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde
Rasulullah bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:
"Ey kabirler ahâlisi, size selâm olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin
ardınızdan (geleceğiz)"81 Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin başından geçerken selâm verirse, ölü selâmını alır ve
onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selâmını alır.82
Kabir ziyareti sırasında mezarda namaz kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı da namaz kılmak
mekruhtur. Kabirlere mum dikmek ve yakmak caiz değildir.83
Boş yere para harcandığı için, ya da kabirlere tazim için buralarda mum yakılmasını Hz. Peygamber
yasaklamıştır. Kabrin üzerine oturmak ve mezarları çiğnemek mekruhtur.84
Kabirde ziyaretle bağdaşmayan edep dışı ve boş söz söylemekten, kibirlenip çalım satarak yürümekten sakınmak
ve mütevâzi bir durumda bulunmak gerekir.85 Kabirlere, küçük ve büyük abdest bozmaktan sakınmak gerekir.86
Kabristanın yaş ot ve ağaçlarını kesmek mekruhtur. Kabir yanında kurban kesmek Allah için kesilse bile
mekruhtur. Hele ölünün rızasını kazanmak ve yardımım elde etmek için kesilmesi kesinlikle haramdır. Bunun
şirk olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü kurban kesmek ibadettir; ibadet ise yalnız Allah'a mahsustur.
Kabirler Kâbe tavaf edilir gibi dolaşılıp tavaf edilmez. Ölülerden yardım istemek ve bunun için mezar taşlarına
bez, mendil ve paçavra bağlamak kişiye yarar sağlamaz. Bazı kabir ve türbelerin hastalıklara şifalı geldiğine
inanmak ve bunların taş, toprak ve ağaçlarını kutsal saymak İslam'ın tevhit inancı ile bağdaşmaz.
Diri veya ölü olsun salih kimseleri Allah'tan bir şey istemek için aracı kılmaya "tevessül" denilir. Kabirde kişinin
başkasına bizzat bir fayda vermeye veya bir zararı gidermeye gücü yetmez. ibn Teymiyye ve taraftarlarına göre
Allah'tan bir şey isterken peygamber bile olsa salih kulları aracı kılmak haram, hatta şirktir. Çoğunluk İslâm
âlimlerine göre ise Allah'tan bir şey isterken salih zatları aracı ve vesile kılmak ve bunun için onların kabirlerini
ziyaret etmek caizdir. Meselâ "Hz Muhammed hakkı için, onun hürmetine, ya Rabbi onunla sana dua ediyorum,
şu isteğimi yerine getir" demek duaların kabulüne vesile olur. Hanefi ve Malikilere göre kabir ziyaretini cuma ve
bunun iki yanındaki perşembe ve cumartesi günleri yapmak daha faziletlidir. Şafiîler, perşembe gününün ikindi
vaktinden başlamak üzere cumartesi sabahına kadar ziyaretin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Hanbeliler,
ziyaret için belli bir gün tahsis etmenin doğru olmadığını belirtmişlerdir. Sonuç olarak cuma günü ziyaret daha
faziletli ise de diğer günlerde ziyaret de mümkün ve caizdir.87

Kabirlerden Kalkış:

Kur'an, kıyametin kopmasından sonra Sûr'a ikinci defa üfürülme ile bütün canlı yaratıkların hesap için tekrar
diriltileceklerini ifade eder. O kadar ki, öldükten sonra dirilmenin anlatılmadığı çok az sûre bulunabilir. Pek çok
surede bu konuyu açıklayan örnekler getirilerek, akıllara gelebilecek tereddütleri ortadan kaldırır.
78
Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/121.
79
bk. ez-Zebîdi, Tecrid-i Sarih Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, 4/580.
80
Müslim, Cenâiz: 104; İbn Mâce, Cenâiz: 36.
81
Tirmizi, Cenâiz: 58, 59.
82
Gazzâli, İhyau Ulûmi'd-din: 4. cild. Ziyâretü'l-Kubur bahsi.
83
Müslim, Cenâiz: 98; Ebû Dâvud, Salât: 24; Tirmizî, Salât: 236.
84
Müslim, Cenâiz: 33; Tirmizi, Cenâiz: 56.
85
Nesâî, Cenaiz: 100; Tirmizî, Cenaiz: 46.
86
Nesaî, Cenâiz: 100; İbn Mâce, Cenâiz: 46.
87
Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbea: 1/540.
Kabirlerden kalkış dediğimiz tekrar dirilme inancı, kişilerin ve toplumun ıslahında çok önemli bir ilke olduğu
için Kur'an-ı Kerim bu konuya önemle eğilir. Gerçekten de öldükten sonra tekrar dirilmenin gerçekleşeceğini
bilen insan, hayır ve iyilik yapmaya, işlediği kötülükleri en aza indirmeye çalışır. Fakat yeniden dirilişe
inanmayan kimse topluma ve kendisine her zaman zarar verebilir.
Öldükten sonra tekrar diriliş hem beden hem de ruh ile olacaktır Bu konuya açıklık getiren bir ayette: şöyle
buyurulur:
"Ayetlerimizi inkar ile kâfir olanlar (var ya) onları muhakkak ki ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı tadıp
durmaları için, onları başka derilerle yenileyip değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah mutlak galiptir, yegane hüküm
ve hikmet sahibidir." (en-Nisâ: 4/56)
Kur'an-ı Kerim, öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr eden kimselere karşı, yeniden dirilişin aklen mümkün
olduğunu ve muhakkak meydana geleceğini açıklamak için bir kaç yol izlemiştir.
Yeniden dirilmeyi, ilk yaratmaya kıyaslamıştır. Bu konuda bize şöyle buyurur:
"O, kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi. "Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?" dedi. De ki:
"Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir." (Yâsin: 36/78-79)
Zor bir şeyi yaratmaya gücü yetenin, kolay bir şeyi yaratması elbette mümkündür. Göklerin ve yerin yaratılması,
insanın yaratılmasından daha zordur. Bunu yapabilen, insanı da öldükten sonra diriltebilir. Kur'an-ı Kerim'de
şöyle buyurulur:
"Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonra da tekrar diriltecek olan O'dur. Bu, O'na pek kolaydır. Göklerde ve
yerde en yüce sıfatlar O'nundur." (er-Rûm: 30/27)
"Biz ilk yaratmadan âciz mi kaldık? Hayır, onlar yeniden yaratılmaktan şüphe ediyorlar." (Kâf: 50/15)
Kupkuru ve ölü bir durumda olan yeri, bitkilerle canlandıran, insanı da diriltebilir Ayetlerde şöyle buyurulur:
"...Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman, o harekete gelir,
kabarır; her güzel çiftten nice bitki bitirir. Bunun sebebi şudur: Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Şüphesiz
hakkıyla kâdirdir. O şüphesiz her şeye hakkıyla kâdirdir. O saat elbette gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur.
Doğrusu Allah, kabirlerde olan kimseleri de diriltip kaldıracaktır." (el-Hacc: 22/5-7)
Bir şeyi zıddına çevirmeğe gücü yeten, onu benzerine çevirebilir. Allah, ağaçlarda bol miktarda bulunan suya
rağmen, nasıl ondan ateş çıkartıyorsa, öylece insanları da tekrar yaratabilir. Bu konuyla ilgili ayetlerde şöyle
buyurulur:
"O Allah ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da, simdi siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan,
onlar gibisini yaratılmaya gücü yetmez mi? elbette buna gücü yeter. O herşeyi yaratandır, her şeyi bilendir."
(Yâsin: 36/80-81)
Kur'an-ı Kerim'de ikinci defa Sûr'a üfürülme ile meydana gelecek gelişmeler şöyle açıklanır:
Sûr'a ilk defa üfürüldüğünde kıyamet kopacaktır. Yani bu ilk üfürülmeyle, dünya hayatı sona erecek, Allah'ın
istisnâ ettiği varlıkların dışında bütün canlılar ölecektir. Bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyurulur:
"Sûr'a üfürülünce, Allah'ın dilediğinden başka, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi çarpılıp cansız yere düşer."
(ez-Zümer: 39/68)
İsrâfil (a.s)'ın Sûr'a ikinci defa üfürmesiyle, insanlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru akın akın
koşacaklardır. Bu konuyla ilgili olarak iki ayeti hatırlatmak yeterlidir.
"Sur'a üfürülmüştür. Bir de görürsün ki, onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine doğru koşup gidiyorlar." (Yasin:
36/51)
"Sonra ona (Sûr'a) bir daha üfürülecektir. O anda görürsün ki ölüler dirilip, ayakta bakınıp duruyorlar." (ez-
Zümer: 39/68)
İsrâfil (a.s)'ın Sûr'a iki kez üfürmesi arasında geçecek süre kesin olarak bilinmemektedir. Çünkü Ebû Hüreyre
(r.a)'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) "Sûr'a iki defa üfürülme olayı arasında kırk (zaman)
vardır." buyurmuşlardır. Orada bulunanlar, hadisi nakleden Ebû Hureyre'ye "Ey Ebû Hureyre; kırk gün mü?"
diye sormuşlar; "Bilmiyorum" cevabını alınca, "Kırk ay mı?" demişler; yine: "Bilmiyorum" karşılığını alınca,
"Kırk yıl mı?" diye sormuşlar. Bu soruya da Ebû Hureyre "Bilmiyorum" cevabını vermiştir.88
Kur'an-ı Kerim'de ölülerin diriltilmesi ile ilgili olarak Cenâb-ı Hak'la ile Hz. İbrahim arasında geçen konuşma
ibretlidir.
Rivayete göre Hz. İbrahim (a.s)'ın "Ey Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun? Bana göster," sorusunu sormasının
sebebi şu idi: Bir gün Hz. İbrahim (a.s) deniz kenarında bir insan ölüsü görür. Dalga, ölünün üzerini açtığı
zaman, hemen denizdeki yaratıklar ölüye saldırır, kopardıkları parçanın bir kısmı denize düşer ve diğer kısmını
yerler. Dalga çekilince kara ve hava hayvanları saldırır. Kara hayvanları kopardıklarının bir kısmını yer, bir
kısmını da havada boşluğa bırakırlardı. Bunu gören Hz. İbrahim (a.s) merak eder. Bu parçaların nasıl ayrı ayrı
yerlerden toplanıp bir araya getirileceğini görmek ister. İşte bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şu ayeti
buluyoruz:
"Bir vakit de İbrahim: Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin? Bana göster, demişti. Allah ona; inanmadın mı?
buyurmuştu. O da; hayır, inandım. Fakat kalbim yatışsın diye (arzuluyorum) demişti. (Allah) dedi ki: "Dört kuş

88
Müslim, Fiten: 28; Ebû Dâvud, Sünne: 22.
tut. Onları kendine alıştır, sonra parçalayıp her parçasını bu dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır.
Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah, her şeye üstün ve yegane hikmet sahibidir." (el-Bakara: 2/260)
Cenâb-ı Hak kabirden kalkış ve mahşer meydanında toplanıp hesap verme işinin gerçekleşeceğini şöyle ifade
buyurur: "Ey Rabbimiz; şüphesiz sen, geleceğinde şüphe olmayan bu günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz ki
Allah va'dinden dönmez derler." (el-Bakara: 2/9) Hz. Peygamber, ölümünden sonra insanın her şeyinin çürüyüp
yok olacağını, ancak acbü'z-zeneb denilen "kuyruk sokumu kemiği"nin bundan müstesna olduğunu bildirmiş,
kıyamet koptuktan sonra ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip toparlanacağını belirtmiştir.89
Acbü'z-zeneb'le ilgili hadislerde tasvir edilen ikinci yaratılış, başka bir deyimle kabirlerden kalkış, insanın ana
rahmindeki oluşumuna benzemektedir. Nitekim tıp ilminin verilerine göre, sperm ana rahmine düştüğü zaman,
ilk oluşum sırasında ana rahmi ile insan embriyonu arasında birleştirici bir sap bulunur. Başlangıçta cenin bu sap
üzerinde büyür. İşte bu sap, insan embriyonunun kuyruk sokumuna tekabül eden bölgesi ile bağlantılıdır. Sonuç
olarak hadis-i şeriflerde acbü'z-zeneb veya acmü'z-zeneb diye ifade edilen unsurun ölümsüzlüğünü ve yeniden
dirilişin çekirdeğini teşkil edeceğini düşünmek mümkündür. Allah ve Rasulunun haber verdiği bazı konuların
nasıl gerçekleşeceğini bugün için pozitif, ilimlerin tam olarak açıklayamaması, sonucu değiştirmez. Çünkü
yaratıcı ve O'nun adına konuşan elçisi bir şeyi söylemişse onun doğruluğuna inanmak gerekir. Nitekim, yeni
bilimsel araştırmalar İslâm'ın daha önceki asırlarda açıklanamayan tabiatla ilgili pek çok konularını günümüzde
gün ışığına çıkarmıştır.90

Yüce ruhlar -ki melaikelerdir- bir beden içinde bulunmadan birbirinden ayırdedildiğine, cinler de yine
birbirinden farklı olduklarına göre; bir beden içinde gelişen insan ruhları da elbette birbirinden ayrıdırlar ve
ayırdedici özelliklerini korurlar (bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu'r-Ruh).
Akaid kitapları genellikle ruhun, kabirde cesedine döneceğini bildirir. Bu inanç "Gerçekten ölü kabrine
konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekala işitir" (Müslim, Cenne,
17) şeklinde rivayet edilen hadise istinat etmektedir. Bu konuda İslâm âlimlerinin görüşleri şu şekildedir:
a) Ruh, kabirde cesede girecektir. b) Cesetten ayrılan ruh, kabirde değil, ancak kıyamette bedene girecektir.
c) Cesetten ayrılan ruh, artık hiç bir zaman cesede girmeyecektir. İbn Kayyim el-Cevziyye, ruhların kabirlerde
cesedlerine döneceğini bildiren bazı hadislere dayanarak, öldükten sonra ruhun, kabirde cesede döneceğini, fakat
bu dönüşün, dünyadaki bedene hayat vermesi şeklinde olmayacağını söylemektedir. Ona göre ruhun, bedenle beş
türlü irtibatı (ilişkisi) vardır. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatına benzer. Kabirde ruhun
bedene dönmesi, bedenle bizim fark edemeyeceğimiz biçimde irtibat kurmasıdır. İbn Kayyim, bu görüşünü
ruhun bedene döneceğine dair naklettiği uzun bir hadise dayandırmaktadır. (bk. el-Cevâhir fi Tefsiril-Kur'ân, IX,
117).
Ruh hakkında âyet ve hadisler dışında ileri sürülen bütün görüşler kabule ve redde açıktır. Çünkü mutlak bilgi
anlamında bir bağlayıcılıkları bulunmamaktadır.
"Sana ruh'tan sorarlar. De ki; Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir" (el-İsra, 17/85)
âyetindeki ruhtan, insanı canlı kılan ruhun kastedilmediğini ve dolayısıyla, insanın ruhu hakkında âlimlerin
konuşmalarının câiz olduğunu ileri sürenlerin, ruh hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, hiç bir zaman
ruhun mahiyetinin gerçekliği hakkında ne tatmin edici olmuştur ve ne de aklın ve hayalin ürünü olmaktan ileri
gitmiştir. Çünkü bilgi verilmeyen konu, tamamıyla gayb alemiyle alakalıdır ve gayba dair bilgileri de Allah'tan
başka kimsenin bilmesi söz konusu değildir.
Ruh Çağırma Ruhun varlığını kabul eden fakat hakkında sapık ve gerçek dışı bir anlayışa sahip olan kimseler,
ölmüş insanların ruhlarıyla irtibat kurulabileceğini ve böylece, gayb âleminden bilgi alınabileceğini ileri
sürmüşlerdir. Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların
cehaletlerinden istifade ederek menfaat elde etmektedirler. Ruh, Allah Teâlâ'nın emrinde ve denetiminde olan bir
varlıktır. Onun insanlar tarafından çağrılıp bazı istekleri yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiç
bir dayanağı yoktur.
Ömer TELLİOĞLU

KIYÂMET

Kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek. İslam inancında, evrenin düzeninin bozulması, her
şeyin altüst olarak yok olması ile ölen tüm insanların yeniden dirilerek ayağa kalkması olayını dile getirir. Bu
olay Kur'an'da çok çeşitli isimlerle anılır.
Bunların başlıcaları Yevmü'l-Kıyâme (Kalkış, Diriliş Günü), es-Saa (Saat), Yevmü'l-Âhir (Son Gün), el-Âhire
(Gelecek Hayat), Yevmü'd-Din (Ceza Günü), Yevmü'l-Hesap (Hesap Günü), Yevmü'l-Fasl (Karar Günü),
89
Buhâri, Tefsîru Sure, 39/3, 78/1; Müslim, Fiten: 141-143; Ebû Dâvud, Sünne: 22; Nesâî, Cenâiz: 117; İbn Mâce, Zühd: 32; Mâlik,
Muvatta, Cenâiz: 49; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/322, 428, 499, 3/28.
90
Muhiddin Bağçeci, Mefail Hızlı, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/253-259.
Yevmü'l-Cem’ (Toplanma Günü), Yevmü'l-Hulud (Sonsuzluk, Sonsuzlaşma Günü), Yevmü'l-Ba's (Diriliş Günü),
Yevmü'l-Hasre (Pişmanlık Günü), Yevmü't-Teğabün (Kusurların Ortaya Çıktığı Gün), el-Karia (Şaşırtan
Felâket), en-Naşiye (İnsanı Dehşete Düşüren Felâket), et-Tamme (Herşeyi Kuşatan Felâket), el-Hakka (Büyük
Hakikat) ve el-Vakıa (Büyük Olay)'dır. Bu isimler Kıyamet'in oluş biçimi ve sonuçlarına ilişkin çeşitli nitelik ve
yönlerini açığa çıkarmakta, tanımlamaktadır.
Kıyâmet, Allah inancından sonra İslâm'ın ikinci temel inancı olan Âhiret hayatının ilk aşamasını oluşturur. Genel
bir yok oluş ve yeniden dirilişle birlikte gelişecek Haşr, Hesap, Mizan, Cennet ve Cehennem gibi olaylar hep
Kıyâmet gününün gündem içindedir. Bu nedenle Âhiret inancı, Kıyâmet ve onunla birlikte gelecek olaylara
inançtan başka birşey değildir. Bu büyük önemi yüzünden Kur'an Kıyâmet olayını sık sık hatırlatır, zaman zaman
da bir korkutma, uyarma öğesi olarak kullanır. Kıyamet kesin olarak gerçekleşecek 91, şüphe götürmeyen bir
olaydır.92 Alametleri belirmiş93, yaklaşmıştır.94 Ancak bir göz kırpması gibi ya da daha yakındır.95 Kâfirler bu
günden devamlı, bir şüphe içinde kalırlar96, yalanlarlar.97 Onun ağırlığına ne gökler, ne de yer dayanabilir, ansızın
gelir.98 Sarsıntısı korkunç bir şeydir.99 Belalı ve acı bir Saat'tır.100 Yalanlayanlar için çılgın bir ateş
hazırlanmıştır.101
Kur'an, Kıyâmet olayının kesinliğini, yakınlığını bildirdiği, hatta oluş biçimine ilişkin tasvirler verdiği halde
zamanı konusunda bir açıklama yapmaz. Kıyâmet doğrudan doğruya Allah'ın dilemesine bağlı bir olaydır ve
O'ndan başka hiç kimsenin bu konuda bir bilgisi yoktur. Kur'an, "Kıyâmet saatinin bilgisi şüphesiz Allah
katındadır." (Lokman: 31/34) gibi âyetlerle Kıyâmet'in zamanının hiç kimse tarafından bilinemeyeceğini
belirttikten sonra, bu konuda sorulan soruları şöyle cevaplar: "De ki: 'Onun bilgisi ancak Rabbimin katındadır.
Onun vaktini kendisinden başkası açıklayamaz." (el-A'raf: 7/187) "Kıyâmet'in ne zaman gelip çatacağını
soruyorlar. Senin neyine gerek onun zamanını bildirmek. Onun nihayeti ancak Rabbine aittir." (en-Nâziât: 79/42-
44). Cibril Hadisi olarak ünlü hadiste, Hz. Peygamber (s.a.s) Hz. Cebrâil'in bu konudaki sorusunu "Sorulan
sorandan daha bilgili değildir."102 diye cevaplayarak kendisinin de kıyâmet'in zamanına ilişkin bir bilgiye sahip
olmadığını açıklamıştır.
Kur'an kıyâmet'in oluş biçimine ilişkin ayrıntılı ve dehşet verici tablolar çizer. Buna göre Kıyâmet "Sur'a
üflenince"103 başlayacak, kulakları sağır edecek bir ses ve korkunç bir sarsıntı nedeniyle emzikli kadınlar
kucaklarındaki çocukları unutacak, hamile kadınlar bebeklerini düşürecek, insanlar sarhoş gibi olacaklardır. 104
Gök, erimiş maden gibi, dağlar atılmış yün gibi olacak, kimse dostunu soramayacaktır.105 Gök yarılacak, yıldızlar
dağılıp dökülecek, denizler fışkıracak, kabirler altüst edilecektir.106 Gözler dehşetten kamaşacak, ay tutulacak,
güneş ve ay kararacak, insanlar kaçacak sığınacak bir yer bulamayacaktır. 107 Dehşetten on aylık gebe develer bile
salıverilecek, yabani hayvanlar bir araya toplanacak, denizler kaynatılacak, nefisler çiftleşecek, gök sıyrılıp
düşecek, Cehennem alevlendirilecek, Cennet yakınlaştırılacaktır.108
Kıyâmet'in genel yok oluşu belirten bu ilk safhasını Sur'a ikinci kez üflenmesiyle ikinci safha izleyecek, tüm
insanlar yeniden dirilerek ayağa kalkacaklardır.109 Bu diriliş ve kalkışı (Bas') toplanma (Haşr) izleyecektir.
Kur'an Kıyâmet'in bu ikinci safhasını da canlı tasvirlerle anlatır: O gün insanlar gözleri dönüp kararmış bir halde,
öteye beriye yayılmış çekirgeler gibi kabirlerinden çıkacak ve davet edene koşacaklardır. Bu arada kâfirler "bu
ne çetin gün" diyerek korkularını dile getireceklerdir.110 Muttaki kullar ise Allah'ın huzuruna elçiler olarak
toplanacaklardır.111 O gün herkes kardeşinden, anasından babasından, eşinden ve oğlundan kaçacaktır. Çünkü her
insan ancak kendi derdi ile uğraşacaktır. Mü'minlerin yüzleri parıl parıl parlayacak, gülecek ve sevinç içinde
91
el-Hicr: 15/85.
92
el-Hac: 22/7.
93
Muhammed: 47/18.
94
el-Kamer: 54/1.
95
en-Nahl: 16/77.
96
el-Hac: 22/55.
97
el-Furkan: 25/11.
98
el-A'raf: 7/187.
99
el-Hac: 22/1.
100
el-Kamer: 54/46.
101
Furkan: 25/11.
102
Buhârî, İmân: 37.
103
ez-Zümer: 39/68.
104
el-Hac: 22/1-2.
105
el-Meâric: 70/8-10.
106
el-İnfitâr: 82/1-5.
107
el-Kıyame: 75/6-12.
108
et-Tekvir: 81/1-13.
109
ez-Zümer: 39/68.
110
el-Kamer: 54/7-8.
111
Yûnus: 10/45.
olacaklardır. Kâfir ve fâcirlerin yüzleri ise sanki toprak bürümüşçesine kapkara kesilecektir. 112 Tüm insanlar tabi
oldukları önderlerle birlikte çağrılacak113, peygamberler ümmetlerine şahitlik etmek üzere toplanacak114, gök
beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük ineceklerdir.115
Yeniden diriliş, kalkış ve toplanışın ardından insânlara amel defterleri dağıtılacak, mizan kurularak sevap ve
günahları tartılacak, hakedenler Cennet'e, müstahak olanlar geçici ya da süresiz olarak Cehennem'e gönderilecek;
böylece sonsuz âhiret hayatı mutluluk ya da azabla başlayacaktır.
Kur'an ve Sünnet'ten kesin bir delile dayanmamakla birlikte müslümanlar arasında ölüme küçük Kıyâmet
(kıyâmet-i suğra) denilmesi gelenekleşmiştir. Bazı bilginlere göre bu tanımlama, ölümün âhiret hayatına bir geçiş
olmasına dayanılarak yapılmıştır. Kimi bilginler ise bu tanımlamanın Kur'an'a dayandığını öne sürmektedir. Bu
bilginlere göre "Allah'a kavuş(up huzura çık)mayı yalan sayanlar, gerçekten ziyana uğradı(lar). Nihayet
kendilerine ansızın Saat gelince, onlar (günah) yüklerini sırtlarına yüklenerek (gelirler ve): "Orada (hayatta
iken), işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize! " derler..." (el-En'am: 6/31) ayetinde "Kıyâmet"
anlamındaki "Saat" aynı zamanda ölümü de dile getirmektedir. Bu geleneğe göre gerçek kıyâmet, Kıyâmet-i
Kübra (Büyük Kıyâmet) olarak anılır.
Küçük kıyâmet (ölüm) ile başlayan ve büyük kıyâmet'e kadar süren dönem Kabir Hayatı ya da Berzah olarak
adlandırılır. Kabir Hayatı içinde Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgusu ve ölünün mü'min ya da kâfir oluşuna
göre mutluluk ya da azab vardır. Kabir Hayatı'na ilişkin bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) kabri ya Cennet
bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukur olarak nitelemiştir. 116 Bir başka hadiste de
Münker ve Nekir'in sorgusundan sonra ölünün nimetlendirildiği ya da azaba uğratıldığı anlatılır. Buna göre
Mü'minin mezarı yetmiş arşın genişletilir, aydınlatılır ve ona "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi
tarafından uyandırılan şahıs gibi Mahşer gününe kadar uyumana devam et" denilir. Münafık kişinin mezarına da
"Bu adamı alabildiğine sıkıştır" emri verilir. Yer, cendere gibi adamı, kemikleri hurdahaş oluncaya kadar
sıkıştırır ve ölü yeniden dirilene kadar böyle işkence görür.117

KIYÂMET ALAMETLERİ

(Eşrâtu's-Saa), âhir zamanda (zamanın sonları) ortaya çıkarak Kıyâmet'in yaklaştığını, kopmak üzere olduğunu
gösteren belirtiler. Bu belirtiler genellikle Küçük Alametler (Alâmât-ı Suğra) ve Büyük Alametler (Alâmât-ı
Kübrâ) olmak üzere iki bölüm halinde incelenir.
Kur'an, Kıyâmet'in zamanını Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceğini belirtir.118 Buna karşılık yaklaştığını119,
yakın olduğunu120, ansızın geleceğini121 bildirir. Kıyâmet alametlerinin belirdiğini122 ifade etmekle birlikte bunlar
hakkında bilgi vermez. Ancak, "Saat yaklaştı, ay yarıldı yarılacak" (el-Kamer: 54/1) âyetinin ikinci bölümünün
"ay yarılacak" biçimde anlaşılması durumunda, bu olay Kur'an'da anılan tek Kıyâmet alameti olma özelliği
kazanır.
Hadis külliyâtları ise Kıyâmet'ten önce ortaya çıkacak alametlerden söz eden çok sayıda hadis ihtiva eder. İslâm
bilginleri hadislerde dile getirilen alametleri nitelikleri açısından değerlendirerek bunları Küçük Alametler
(Alâmât-ı Suğrâ) ve Büyük Alametler (Alâmât-ı Kübrâ) olmak üzere iki başlık altında toplamışlardır. Âhir
zaman olarak tanımlanan Kıyâmet öncesi donemde dini duygu, düşünce ve davranışların zayıflaması, dini
kurallara gereken önemin verilmemesi, ibadetlerin terkedilmesi, ahlaksızlığın çoğalması biçiminde kendini
gösteren Küçük Alametler'in başlıcaları şu şekilde sıralanabilir:
a) İnsanların bina yapmakta birbiriyle yarışmaları.123
b) İnsanların ölümü temenni etmeleri.124
c) Câriyenin efendisini doğurması.125
d) Hicaz'da bir ateşin çıkarak Busra'da (Şam yakınlarında bir yer) develerin ayaklarını aydınlatması.126

112
Abese: 80/34-42.
113
el-İsra: 17/71.
114
el-Mürselat: 77/11.
115
el-Furkan: 25/25.
116
Tirmizî, Kıyâmet: 26.
117
Tirmizi, Cenaiz: 70; Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/366-367.
118
el-A'raf: 7/187; Lokman: 31/34; el-Ahzab: 33/63.
119
ez-Zümer: 54/1.
120
en-Nahl: 16/77.
121
el-A'raf: 7/187.
122
Muhammed: 47/18.
123
Buhârî, Fiten: 25; bk. Tecrid-i Sarih Terc: 1/58.
124
Buharî, Fiten: 25; Müslim, Fiten: 53-54.
125
Müslim, İmân: 1.
126
Buhârî, Fiten: 24; Müslim, Fiten: 42.
e) Fırat nehrinin sularının çekilerek, nehir yatağından altın çıkması.127
f) İkisi de hak iddiasında bulunan iki büyük İslâm ordusunun birbiriyle savaşması.128
g) İslâmî ilimlerin ortadan kalkması, cehaletin artması.129
h) Depremlerin çoğalması.130
ı) Zamanın yaklaşması, gece ile gündüzün eşit olması.131
i) Cinâyetlerin çoğalması, fitnelerin zuhur etmesi.132
j) Yahudilerle Müslümanların savaşmaları, Müslümanların Yahudileri öldürmesi.133
k) Zinanın açıkça işlenmesi, içki tüketiminin artması, kadınların çoğalıp erkeklerin azalması.134
l) Kahtân'dan bir kişinin çıkarak, insanları asâsı ile sevketmesi.135
Kıyâmetin büyük alâmetleri ise şu hadis-i şerifte toplu olarak zikredilir: Huzeyfetu'l-Gifarı (r.a)'den rivayet
edilmiştir: Biz bir gün kendi aramızda konuşurken, Hazreti Peygamber yanımıza çıkageldi. Bize "Ne
konuşuyorsunuz?" dedi. Biz de "Kıyâmet gününden konuşuyoruz" diye cevap verdik. Hazreti Peygamber
"Şüphesiz on alâmet görülmedikçe kıyamet kopmayacaktır" dedi ve "Deccâl'i, dumanı (duhan), Dâbbetü'l-arz'ı,
güneşin batıdan doğmasını, İsa (a.s.)'ın yere inmesini, Ye'cûc ve Me'cuc'u, doğuda, batıda ve Arap
yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsünü, son olarak da Yemen'den çıkarak insanları Mahşere sürecek
ateşin vuku bulacağını söyledi"136
Kıyâmetin bu on büyük alameti başka hadislerce ya da İslâm bilginlerince şu şekilde açıklanır:
1. Deccal'in ortaya çıkışı: Deccâl, kıyâmette zuhur edecek yalancı bir kişidir, İslâm Dini'ni ve müslümanları
ifsad edip, kötülüğe ve bozgunculuğa sevketmek isteyecektir. Deccal'in sağ gözünün kör olduğu, iki gözünün
arasında "kâfir" yazdığı, çocuğunun olmadığı, Medine'ye ve Mekke'ye giremeyeceği, ortaya çıktıktan sonra
yeryüzünde kırk gün kalacağı, bu süre içerisinde istidrac türünden bazı olağanüstü olaylar göstereceği, daha
sonra da yine kıyâmetin büyük alametlerinden olan Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesiyle onun tarafından
öldürüleceği sahih hadislerde belirtilmiştir.137
2. Duhan'ın çıkışı: Duman anlamına gelen duhan da kıyâmetin büyük alametlerinden biridir.138 Kıyâmetin
vukuundan önce dünyayı bir duman bulutu kaplayarak, kırk gün ve kırk gece kalacak, mü'minler nezleye
tutulmuş gibi, kâfirler ise sarhoş gibi olacaklardır.
3. Dabbetü'l-arz'ın çıkışı: Kıyâmet'ten önce çıkacağı bildirilen bir yaratıktır. Kelime anlamı "yer hayvanı"
demektir. Kur'an-ı Kerim'de "Kendilerine söylenmiş olan başlarına geldiği zaman, yerden bir çeşit hayvan
(dâbbe) çıkarırız ki o, onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını söyler." (en-Neml: 27/82)
buyurulmaktadır. Hz. Peygamber Dâbbetü'l-arz hakkında "Çıkacak olan kıyâmet alametlerinden ilki, güneşin
batı tarafından doğması ile, bir kuşluk vakti insanlara karşı bir dâbbenin (hayvanın) zuhurudur. Bu iki alametten
biri, arkadaşından evvel olur. Akabinde diğeri de onun izi üzerinde yakın olarak meydana gelir." 139 buyurmuştur.
4) Güneşin Batıdan doğması: Güneş batıdan doğacak, insanlar topluca iman edecek, ancak daha önce iman
etmemiş olanların imanları kendilerine bir yarar sağlamayacaktır.140
5. Hazreti İsa (a.s)'ın inmesi: Ehl-i sünnet itikadına göre Kıyâmetin vukuundan önce Hazreti İsa yeryüzüne
inecek, hristiyanları İslâm'a davet edecek, Deccâl'i öldürecek, Hazreti Peygamber (s.a.s)'in şerîati ile
hükmedecektir.141
6. Ye'cûc ve Me'cûc'ün çıkışı: Kıyâmetin vukuundan önce çıkarak "yeryüzünde bozgunculuk yapacak"142 olan
asılları ve soyları belirsiz iki insan topluluğudur.143 Hz. Zü’l-Karneyn'in önlerine yaptığı seddin yıkılarak144

127
Müslim, Filen: 29-31.
128
Buhâri, Fiten: 25; Müslim, Fiten: 17.
129
Buhârî, Fiten: 4.
130
Buhârî, Fiten: 25.
131
Buhârî, Fiten: 25.
132
Buhârî, Fiten: 4; Müslim, Fiten: 18.
133
Tecrid-i Sarih Tercümesi: 8/341; Müslim, Fiten: 79-82.
134
el-Ali en-Nâsif Tac: 5/335.
135
Buhârî, Fiten: 23.
136
Müslim, Fiten: 39.
137
Buhâri, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 37, 39, 40, 91, 101, 110, 112.
138
Müslim, Fiten: 39.
139
Müslim, Fiten: 118.
140
Tecrid-i Sarih Tercümesi: 12/307; Müslim, Fiten: 118.
141
Buhârî, Büyû: 102; Müslim, İmân: 242-247.
142
el-Kehf: 18/94.
143
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili: 4/3288.
144
el-Enbiya: 21/96.
açılması ile yeryüzüne dağılacaklar insanlara saldıracak, kentleri yakıp-yıkarak harabe haline getireceklerdir.
Bazı rivayetlerde bu seddin Çin seddi olduğu zikredilir.145
7.8.9. Doğuda, Batıda, Arap Yarımadasında olmak üzere üç bölgede yer çöküntülerinin meydana gelmesi
de Kıyâmet'in büyük alametlerindendir.146
10. Yemen'den çıkacak olan büyük bir ateşin insanları önüne katarak sürmesi. 147
Ebu Davud ve Tirmizi'nin Sünen'lerinde yeralan bazı hadislere göre Mehdî'nin çıkması da Kıyâmet'in büyük
alametlerindendir.148
Hz. Peygamber (s.a.s), Kıyâmetin kötü insanlar ve kâfirler üzerine kopacağını bildirmiştir. Bu hadislere göre
Kıyâmet kopmadan önce mü'minlerin ruhları alınacak ve onların âhirete göçmeleri sağlanacaktır.149

DECCÂL

Kıyamete yakın bir dönemde çıkıp İslâm dinini ve ümmetini ifsad edip kötülüklere sürükleyecek olan ve aynı
zamanda kıyametin alametlerinden sayılan biri.
Deccâl, "decl"in mübâlağa siğası olup "çok yalancı, aldatıcı, hilekâr" manasına gelmektedir. O "Bu ümmetin âhir
zamanında çıkacak Yahûdîlerden biri olup ilâhlık iddia edecektir." Yalancı olduğundan kendisine bu isim
verilmiştir. (İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, Beyrut 1389, I, 948).
Deccal, aldatıcı ve yalancı özelliği ile, çok eski batıl dinlerde de varlığı kabul edilmiş olup ilk olarak Zerdüşt
dininde görülmüştür.
Kur'ân-ı Kerim'de Deccâl'den bahsedilmez. Ancak sahih hadis. kitaplarında Deccâl'le ilgili pek çok rivayet
vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadislerinde: "Şüphesiz on alâmet zuhur etmedikçe kıyamet kopmayacaktır."
Doğuda, Batıda ve Arap yarımadasında birer yerin batması: Duman*; Deccâl; Dâbbetü'l-arz ; Ye'cûc ve Me'cuc*;
güneşin battığı yerden doğması ve Aden toprağının sonundan (Yemen'den) bir ateş çıkarak insanları
haşrolacakları yere sürmesi" buyurmuştur. (Müslim, Fiten, 39, 40, 128, 129; Ebû Dâvûd, Melâhim, 12; Tirmizî,
Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28).
Deccâl'in çıkması haktır. Deccâl, belli bir şahıs olup, Cenâb-ı Allah onunla, kullarını imtihan edecektir. Deccâl
olsun, diğer kıyamet alâmetleri olsun bizim için gaybdır. Bunlar hakkında bilgi edinmemiz ancak nakil (Kur'ân
ve hadis)le mümkün olur. Akılla verilebilecek bilgilerin isabet etmeme ihtimali büyüktür. Öteden beri kıyâmet
alâmetleriyle ilgili olarak çok te'vîller yapılagelmiştir. Herhangi bir dayanağı olmayan bu te'villerin geçerliliği de
yoktur. Ayrıca bunlar, akılla ulaşılamayacak bilgiler olduğundan, yapılacak te'viller, halkı yanlış bilgilendirme
vebâline sevk edecektir. Aynı yanılgı ve vebâl bunun için de söz konusudur. Bazıları Deccal'in komünizm
olduğunu ileri sürerler. Ancak komünizm bir şahıs değil, bir sistemdir. Halbuki hadis-i şeriflerde Deccâl'in
vasıfları sıralanırken, onun, her haliyle bir insan olduğu belirtiliyor. Ancak gözlerinin birinin kör olduğu
bildiriliyor. Nitekim bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s.); "Hiç bir peygamber yoktur ki ümmetini tek gözlü
yalancı (Deccâl)'den uyarmış olmasın. Dikkat edin ki onun bir gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir.
Körün (Deccâl'in) iki gözünün arasında KFR (kâfir) yazılmış olacaktır" buyurdular. (Buhârî, Fiten, 26; Müslim,
Fiten, 101; Tirmizî, Fiten, 56)
Hz. Peygamber (s.a.s.) bu hadisleriyle Deccâl'in bazı vasıflarını haber veriyor. Buna göre Deccâl, bir gözü kör
olan bir insandır. Hz. Peygamber de ümmetini Deccâl'e karşı uyarmıştır. Zira Deccâl, bazı harikalar gösterecek
ve tanrı olduğunu iddia edecektir. İmansızlarla, bazı zayıf imanlılar, ona kanacaktır. İmanı kuvvetli olanlar ise
kanmayacaklardır.
Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccâl da bir imtihan vesilesidir.
Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği hârikalara "istidrâc"
denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.
İlâhlık iddia eden Deccâl, istidrâc türünden hârikalar gösterecek ve neticede bazı zayıf inançlılar buna aldanacak,
imanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır. Zira insanlar çok iyi bilirler ki, ilah doğmaz, yemez, içmez,
acıkmaz, susamaz, dünyada insanlar tarafından görülmez. Halbuki Deccâl ise bir insandır, üstelik eksik yani kör
bir insan ve hatta kendi gözünü iyileştirmekten aciz bir yaratıktır. İşte insanlar, akıllarıyla bunları bilebilecekleri
için Deccâl ve benzerlerinin istidrâc göstermeleri mümkinattandır. Müseylemetü'l-kezzâb gibi peygamberlik
iddia edenler ise "ihânet" türünden hârikalar gösterebilirler. Yani isteklerinin zıddı gerçekleşerek rezil olurlar.
İstedikleri yönde harika gösterseler; yalancı peygamberle gerçeğini halk ayırt edemez. Ve bu, halkın sapmasına
sebep olacağından caiz değildir. İnsandan peygamber olur ama ilah olamaz. Hz. Peygamber (s.a.s.), "Dikkat edin
Deccâl'in sağ gözü kördür. Rabbiniz ise tek gözlü değildir" diye ümmetini bu konuda uyararak Deccâl'in
harikalarına aldanmalarını önlemiştir. Hadislerde Deccâl'in iki gözü arasında KFR (kâfir) yazılacağı ve bunun

145
Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., 4/3291, 3374; Buhâri, Enbiyâ: 7; Müslim, Fiten: 1,2.
146
Müslim, Fiten: 39.
147
Müslim, Fiten: 39.
148
Sünen-i Tirmizî: 4/1-93: Sünen-i Ebu Davud, N. Şr. M. Abdul Hamid 4/100, 106.
149
Buhari, Fiten: 5; Müslim, Imare, 53; Ahmet Özgen, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/367-368.
herkes tarafından okunacağının bildirilmiş olduğunu ifade ettik. (Müslim, Fiten,102, 103,105). Deccâl, müminler
için çok büyük bir fitne olduğundan, bütün peygamberler ümmetlerini Deccâl'e karşı uyarmışlardır. (Buhârî,
Fiten, 26; Müslim, Fiten, 101).
Yine hadislerde bildirildiğine göre Deccâl, Medine'ye giremeyecektir. Zira, Deccâl çıktığı zaman Medine'nin
yedi kapısı olacaktır ve her kapıda iki melek bekçilik yaparak Deccâl'i Medine'ye sokmayacaktır. (Buhârî, Fiten,
26; Müslim, Fiten, 112).
Deccâl, Medine'nin dışındaki bazı işlenmedik tarlalara kadar gelecek, o günün en hayırlı insanı çıkıp Deccâl'e,
"Şehadet ederim ki sen, bize Rasûlullah'ın sözünü ettiği Deccâl'sin" diyecektir. Deccâl de yanındakilere, "Ne
dersiniz, bu adamı öldürsem, sonra diriltsem şüphe eder misiniz?" diye soracak, oradakiler de "hayır" diyecekler.
Bunun üzerine Deccâl onu öldürecek, sonra diriltecek. Dirilttiği adam o anda: "Vallâhi senin hakkında hiçbir
zaman şimdikinden daha basiretli olmamışımdır" şeklinde cevap verecektir. Deccâl onu tekrar öldürmek
isteyecek ama buna gücü yetmeyecektir. Bu şahsın Hızır (a.s.) olduğu söylenir. (Buhârî, Fiten, 27; Müslim,
Fiten, 112) Yine Hz. Peygamber, Deccâl'in aldatmacasına karşı da ümmetini şöyle uyarmıştır: "Ben, Deccâl'in
beraberinde olan şeyleri pekala biliyorum: Onun beraberinde sudan bir nehir ve ateşten bir nehir olacaktır. Ama
ateş gördüğünüz şey sudur. Su gördüğünüz şey ise ateştir. Şimdi sizden kim buna erişir de su içmek isterse, ateş
gördüğünden içsin. Çünkü onu su bulacaktır." (Buhârî, Fiten, 26; Müslim, Fiten, 105-109). Demek ki Deccâl,
Allah'ın, insanları imtihan için kıyâmetten önce göndereceği bir sihirbazdır. Cennet'i Cehennem gibi;
Cehennem'i Cennet gibi göstermeye çalışarak fitne ve fesada sebep olacaktır. Kehf sûresinin ilk ve son âyetlerini
(Deccâl'e karşı) okuyan mümin onun fitnesinden korunmuş olur. (Müslim, Fiten, 110)
Deccâl, yeryüzünde kırk gün kalacaktır. Sıkıntıdan dolayı kırk günün birinci günü bir yıl gibi, ikinci günü bir ay
gibi, üçüncü günü bir hafta gibi, diğer günleri normal günler gibi gelecektir. (Müslim, Fiten, 110). Deccal'in
göstereceği harikalar; rüzgâr estirmek, yağmur yağdırmak, bitki bitirmek vb. birtakım harikalardır.
Sonra Cenâb-ı Allah, İsâ (a.s.)'ı Şam'ın doğusundaki Akminareye, iki meleğin kanatlarına elini koymuş olduğu
halde indirecek ve İsâ (a.s.) Deccâl'i öldürecektir. (Müslim, Fiten, 110; Tirmizî, Fiten, 62).
Deccâl'le ilgili hadis kitaplarında pek çok rivayetler vardır. Bunların sahih, zayıf ve merdûdlarını ayırt eden bir
araştırmanın yapılması faydalı olacaktır.
Allah, Deccâl'in fitne ve fesadından Ümmet-i Muhammedi korusun.
Mehmet BULUT

DUHÂN

Duhân; lügatta, "duman" anlamındadır. Terim olarak iki anlamı vardır: 1) Duhân, Kur'ân-ı Kerîm'in 44. sûresinin
adıdır. Sözkonusu sûrenin onuncu âyetinde duhân (duman)dan bahsedildiği için bu adı almıştır. 2) Duhân
(duman), "Kıyâmet alâmetlerinden biri"dir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadiste; "On alâmet zuhur etmedikçe
kıyâmet kopmayacaktır: Doğuda bir yer batması, batıda bir yer batması, Arap yarımadasında bir yer batması,
duman, Deccâl,* Dâbbetü'l-Arz,* Ye'cûc ve Me'cûc*, güneşin battığı yerden doğması ve Aden toprağının
sonundan (Yemen'den) bir ateş çıkarak insanları haşrolacakları yere sürmesi" buyurmuştur. (Müslim, Fiten, 39,
40,128, 129; Ebû Dâvûd Melâhim, 12; Tirmizî, Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28).
Duhân sûresinin "Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle; bu, can
yakan bir azabdır" (10-11) âyetlerinde zikredilen dumanın, bazı âlimler, kıyâmet kopmadan önce zuhur edecek
kıyâmet alâmetlerinden birisi olduğunu söylemişlerdir. Rivâyete göre bu duman kâfirlerin kulaklarından girecek,
başları kebaba dönecek; müminlerin de hâli nezleye yakalanmışa dönecek, bütün yeryüzü bacasız bir fırın gibi
kızacaktır. (Nesefî, Medârik, Beyrut, (t.y.), IV,128). Ashâbdan İbn Abbâs, İbn Ömer ve Zeyd b. Ali'nin rivâyetleri
bu dumanın kıyâmete yakın çıkacağı tarzındadır. (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terc. ve Şerhi, İstanbul
1980, XI, 198)
Abdullâh b. Mes'ûd'dan gelen rivâyet ise şöyledir: Rasûlullah (s.a.s.), Kureyş'in kendisine şiddetle isyanını
görünce: "Yarab! Yusuf'un yedi (yılı) gibi onlara da yedi (yıl kıtlık) vermek suretiyle bana yardım et" diye dua
etmişti. Onları bir kıtlık yakaladı. Birçokları açlıktan öldü. Dirileri, ölü etlerini ve kemikleri yediler. Yerle-gök
arasını herkes açlıktan duman gibi görüyordu. Nihayet Ebû Süfyân Hz. Peygamber'e gelerek dedi ki: "Yâ
Muhammed! Sen bize akrabayı gözetmemizi emrediyorsun. Halbuki kavmin açlıktan ve kıtlıktan helâk oldu.
Allah'a dua et de onlardan bu belâyı kaldırsın." Bunun üzerine Hz. Peygamber dua etti, kıtlık geçti. Bol yağmura
kavuştular. Refâha kavuşunca yine eski inançsızlık ve isyankârlık hallerine döndüler. Bunun üzerine Duhân
sûresinin 10-16. âyetleri indi. (Buhârî, İstiskâ, 2; Tefsîru Sûre 30/1; Tefsîru Sûre 44/5-6; Müslim, Münâfikîn, 39,
40)
Duhân sûresinde geçen duman gerçek duman olmayıp, Hz. Peygamber'e isyân eden Mekke müşriklerinin Hz.
Peygamber'in duası neticesinde açlığa marûz kalıp etrafı duman şeklinde görmeleridir. Veya bu duman,
kıyametten önce zuhur edecek olan kıyâmet alâmetlerinden biridir. Yahut da, Cehennem'in dumanıdır. (el-Aynî,
Umdetü'l-Kârî, Beyrut, (t.y.), VII, 29)
Mehmet BULUT
DÂBBETÜ'L-ARZ

Yer hayvanı, kıyametin büyük alametlerinden biri.


Debb ve debîb; hafif yürüme ve debelenme demektir. Hayvanlar ve çoğunlukla haşereler için kullanılır. İçkinin
bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayeti gibi hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır.
Dâbbe de debelenen, hareket eden demektir. Şu halde tren, otomobil, bisiklet vb. şeylere lügate göre dâbbe
denebilirse de ıstılahta daha çok hayvanlar için kullanılır.
"Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört
ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye kaadirdir." (en-Nûr, 24/45) âyetinden anlaşılacağı
üzere her hayvana dâbbe denir.
"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 11/6) âyetinden de
anlaşılan budur.
"Dâbbetü'l-Arz" da; kıyametin kopmasına yakın, ortaya çıkacağı bildirilen ve kıyametin büyük alâmetlerinden
olan bir yaratıktır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların
âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler." (en-Neml, 27/82) buyrulmaktadır.
Bu âyetten anlaşılan, dâbbenin bir hayvan-ı nâtık yâni konuşan bir canlı olduğudur (M.H. Yazır, "Hak Dini
Kur'ân Dili", V, 3701 vd.).
Râğıbü'l-İsfahânî, yukardaki âyete dayanarak şöyle demektedir:
"Dâbbe, tanıdığımız hayvanlara benzemeyen bir hayvandır. Ortaya çıkması kıyamete yakın bir dönemde
olacaktır. Bir de denildi ki: Bununla, cahiliyyede hayvan mertebesinde olan kötü insanlar kasdedilmiştir (Râğıb,
"Müfredât", debb maddesi.)
Müfessirler yukardaki âyette (27/82) dayanarak "Dâbbetü'l-Arz"ın kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacağını
söylerler. İbn Ömer'e göre, "dâbbe"nin çıkması hadisesi, dünyada iyiliğe emreden ve kötülükten sakındıran
hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır. İbn Merdûye'nin Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiği bir hadîse
göre, aynı şeyi bizzat Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendisinden Ebu Saîd de duymuştur. Bu da, insanın başkalarını
iyilik yapmaya teşvik ve kötülükten sakındırma (emr bi'lma'rûf, mehy, ani'l-münker) vazifesini terkettiği zaman
Allah'ın, kıyametin hemen öncesinde son ihtar vazifesini görmek üzere bir "dâbbe" meydana çıkaracağını
gösterir. Mâmafih onun tek bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istilâ edecek bir hayvan türü mü olduğu açık
değildir (Mevdûdî, "Tefhîm", IV, 128)
Akaid kitaplarına, kıyametin alâmetlerinden biri olarak geçmiş olan "Dâbbetü'l-Arz" (bk. Pezdevî "Ehl-i Sünnet
Akaidi", 352; Nesefî, "Akaid ", şerh ve haşiyesi Kesteli. 194) hakkında Peygamber (s.a.s.)'den şöyle rivayet
edilir.
"İlk çıkacak kıyamet alameti, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin
çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takibedecektir" (Müslim, Fiten,
118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)
"Üç şey vardır ki bunlar çıktığı zaman, daha önceden iman etmeyen hiçbir kimseye (o günkü) imanı fayda
vermez: 1-Güneşin batıdan doğması, 2-Deccâl ve 3-Dâbbetü'l-Arz (Müslim, İman, 249; Tirmizî, Tefsîr, sûre 6)
"Dâbbe, yanında Hz. Musa (a.s.)'nın asâsı ve Hz. Süleyman (a.s.)'ın mührü olduğu halde çıkacaktır. Mü'minin
yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle mühürleyecek. İşte o dönemde yaşayan insanlar biraraya
gelecekler ve mü'minler, kâfir belli olacaktır" (Ahmed b. Hanbel, II, 491; Tirmizî, Tefsîr, süre: 27)
Bu konudaki rivayetler pek çoktur, ancak hiçbiri mütevâtir olmadığından, kıyamet gibi tamamen gaybî olan bir
meselede delil olamazlar. Bunun için, "Dâbbetü'l-Arz"la ilgili teferruâtı bir yana bırakıp, Cenâb-ı Allah'ın bizi
bununla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de bildirdikleriyle yetinmemiz, işin iç yüzünü ve mahiyetini O'na havale
edip dabbetü'l-arz'ın kıyamete yakın zuhur edeceğine iman etmek en doğru yoldur. Bununla birlikte: "Gaybın
anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (el-En'âm, 6/59).
Halid ERBOĞA

YE'CÜC ve ME'CÜC

İslâm inancına göre eşrâtu'ssaat'tan (Kıyametin büyük alâmetlerinden) biri olmak üzere, yeryüzünde
bozgunculuk çıkaran ve gerçek mahiyetlerini Allah'ın bildiği iki topluluk.
Ye'cüc ve Me'cüc kelimeleri Arapçaya başka bir dilden girmiştir. Frenkler buna "Yağuğ ve Mağuğ" demişler,
Şeytanın zürriyeti olduğuna inanmışlardır. Bazı kimseler de yeryüzündeki insanların onda dokuzunun Ye'cüc ve
Me'cüc olduğunu söylemişleridir. İslâm inancına göre ise, Ye'cüc ve Me'cüc, eşrât-ı saattan (Kıyametin
kopacağına işaret sayılan büyük alâmetler)dir. Ye'cüc ve Me'cüc Kitap ve Sünnetle sabittir. Ye'cüc ve Me'cüc
Kur'ân-ı Kerîm'de iki âyette geçer:
1- "Onlar dediler ki: "Zülkarneyn, gerçek şu iki Ye'cüc ve Me'cüc (bu) yerde bozgunculuk çıkaran (kabile)lerdir"
(Kehf, 18/94);
2- "Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc (ün seddi) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd olan (kıyamet)
yaklaştığı zaman o küfr (ve inkar) edenlerin gözleri hemen belirip kalacak" (Enbiya, 21/96-97).
Hz. Peygamber (s.a.s)'in hanımlarından Zeynep binti Cahş (r.a)'dan gelen bir rivâyette ifade olunduğuna göre, bir
defasında telaşla Zeynep (r.a)'ın yanına girerek;
"Lâ ilahe illallah!.. Vukuu yaklaşan bir şerden, büyük bir fitneden dolayı vay Arabın haline? Bugün Ye'cüc ve
Me'cüc'ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı, buyurdu da, başparmağıyla onun yanındaki şehadet parmağını
halkaladı. Bunun üzerine Zeynep b. Cahş;
-Ey Rasûlüllah! İçimizde bu kadar iyi kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordu. Rasûlüllah;
"Evet! Fısk ve füccur, fuhş ve ma'siyet çoğaldığı zaman helak olursunuz!" diye cevap verdi. (Tecrid Tercemesi,
IX, 96).
Tefsir kitaplarındaki bilgilerden öğrendiğimize göre, salih bir zat olan Zülkarneyn (Muhtasaru Tefsiri İbn Kesir
II, 433) dindar kimsedir. İşte bu zat Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir batıya, bir doğuya, üçüncü kere de kuzey tarafa
doğru gitti ve iki sed arasında bir yere vardı ki, işte buradan Ye'cüc ve Me'cüc hücum ediyor, bozgunculuk
çıkarıyor; ekinleri ve insanları yok ediyor. Orada halkın isteği üzerine, Zülkarneyn, Ye'cüc ve Me'cûc'ün
zararından onları kurtarmak için bir sed yaptı. (Seddin yapımı bitince), artık Ye'cüc ve Me'cüc onu ne aşabildiler
ve ne de delebildiler (Kehş; 18/97). Buradan anlıyoruz ki, artık Ye'cüc ve Me'cüc, saldırganlıklarını
sürdürmediler. İşin tarihi yönü böyle. Zülkarneyn, sed yapmış ve Ye'cüc ile Me'cüc'ûn fesadını önlemiştir.
Enbiya sûresi 96-97. âyetlerinden de anlaşılıyor ki, Kıyamet kopmadan önce, onlarla bir takım insanlar arasında
bir engel olarak yapılan sed açılacak; onlar insanlara saldıracaklardır.
Bugün bu Kur'ân'da adı geçen sed var mıdır, yok mudur? Henüz mesele açıklığa kavuşmuş değildir. Yalnız bu
sed Zülkarneyn tarafından yapılmıştır. Ye'cüc ve Me'cûc vardır ve bunların kıyamet kopmadan önce, ortaya çıkıp
çekirgeler gibi bir çok yerleri yakıp yıkacakları kesindir.
Şamil İA

MEHDÎ

Yol gösteren, hidayete eren, doğru yolu bulan, Allah tarafından kendisine rehberlik edilen kimse. Kıyamete yakın
dönemde zulüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip yeryüzünü adaletle dolduracağı ve İslâmı
hâkim kılacağı söylenen Ehl-i beytten birisi.
Mehdi, kelime olarak Arapça He-De-Ye kökünden ismi mef'ul olup hidayete ermiş, hidayet bulmuş kişi anlamını
taşır. Mehdî'nin ahir zamanda çıkacağına ve insanları hayır ve adalete yönelteceğine dair ahad haberler
mevcuttur. Hz. Peygamber (s.a.s)'den nakledilen İtin Mâce'de mevcut hadislere göre Mehdî'nin Ehl-i beytten
olacağı bildirilmektedir:
"Mehdî bizden, Ehl-i beyttendir. Allah onu bir gecede zafere erdirecektir. Mehdî, Fatıma evlâdındandır" (İbn
Mâce, Fiten, 34; Dârimî, Mehdî, 1).
"Biz Abdülmuttalib evlâdı Cennet ehlinin efendileriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî" (Ebu
Davud, Mehdî, 1; Tirmizî, Fiten, 52-53; İbn Mâce, Fiten, 34).
"Dünya hayatının sona ermesine bir gün bile kalsa, Allah zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak Ehl-i
beytten birini gönderecektir" (Ahmed b. Hanbel, II, 117-118).
Bu gibi hadislerin yanısıra diğer muhaddislerin hadis mecmualarında da bazı haberler mevcuttur. Bu hadisleri
takviye edecek mütevatir derecede bir bilgi olmadığı gibi, bununla ilgili olarak Kur'ân-ı nass da mevcut değildir.
Ayrıca Mehdî konusu Maturidî ve Eş'arî gibi Ehl-i Sünnet'in temelini oluşturan akaide dair eserler telif eden
imamların eserlerinde işlenmemiş ve bu konu ele alınmamıştır. Ayrıca fer'i bir konu olduğundan ve ahad habere
dayandığından dolayı bunu inkâr küfre sebeb olmadığı için ilk dönem akaid kitaplarına yansımamıştır.
Ehl-i Sünnet'in akideye dair yazılan son dönemlerinde bu konu ele alınmaya başlanmış ve iman ile aralarında ilgi
kurulmuştur. Bununla birlikte Şiâ'nın bütün kollarında Mehdîlik önemli bir husus olup sürekli işlenen ve Mehdî
beklentisinin hâkim olduğu bir inanç görülmektedir. Şiâ'nın gizli imamı Mehdî'dir. Şiâ'ya göre bu gizlilik
mutlaka bir gün sona erecek, yeryüzündeki bu zulüm ve adaletsizlikler yok olacak ve tarih boyunca haksızlığa
uğratılan Ehl-i beytin intikamı alınacaktır. Onlar Kur'ân-ı Kerim'in Hud, 11/8; eş-Şuara, 24/4; el-Kasas, 28/5 gibi
ayetlerin Mehdî'ye delalet ettiğini söylerler.
Ehl-i Sünnet'te de Mehdî bekleme temayülü olmasına rağmen, ona insan üstü özellikler atfedilmeden toplumu
İslâma yöneltecek bir yönetici veya ilim adamı olabileceği ifade edilmektedir. Ayrıca ahad haberlere dayanan bu
beklentinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini düşünmek insanın inancına gölge düşürmemektedir.
İmam Sahavî ve İbn Hacer el-Heytemi gibi âlimlerin yanı sıra İmam Celâleddin es-Suyûtî "el-Örfü'l-Verdî fi
Ahbâri'l-Mehdî" ve "Kitabü'l-Keşf" adı altında Mehdî ile ilgili hadisleri bir kitabında toplamıştır. Bu eser Ali b.
Hüsameddin el-Muttaki tarafından "el-Burhan fi Alâmâtî Mehdiyyi Âhiri'z-Zaman " adıyla yeni bir tasnif ile ilim
dünyasına kazandırılmıştır. İbn Hâcer el-Heytemî de bu konuda "el-Kavlu'l-Muhtasar fi Alâmâtil-Mehdiyyil-
Muntazar" adlı eserini telif etmiştir. Bu her iki eser Müşerref Gözcü tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. Mehdî ile
ilgili hadisler yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Ebu Davut, Tirmizi, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel gibi büyük âlim
ve muhaddisler tarafından kaydedilmiş hadislerdir. Buna rağmen dikkate şayan bir husus vardır ki Buhârî ve
Müslim bu konudaki hadislere eserlerinde yer vermemişlerdir.
Sahihayn dışındaki hadis mecmualarında yer alan bu hadislerin sıhhat dereceleri tartışılmış ve genellikle zayıf
derecesinde hadis oldukları kabul edilmiştir.
Zaten bunlar arasındaki çelişkiler bu durumu göstermektedir.
Ehl-i Sünnet'te Mehdî inancı söz konusu edilmesine rağmen, bir inanç olarak yerleşmemiştir. Şiâ bunu çok ileri
seviyede akideyi ilgilendiren bir mesele olarak takdim etmiştir. Şia'da Mehdî'nin on ikinci İmam olduğu ifade
edilmekle birlikte daha önceleri beşinci İmam olan Muhammed Bakır'ın Mehdî olduğu da ileri sürülmüştü. Hatta
Ca'fer-i Sadık'ın da Mehdî olduğunu ifade eden görüşlere de tesadüf edilmektedir.
Tamamen siyasî bir rol oynadığı gözlemlenen Mehdî inancı kesin bir delile dayanmamakta olup, İslâm tarihinde
bir çok kanlı çatışmaya neden olmuştur. Emevî ve Abbasî tarihleri boyunca ortaya çıkan bir çok siyâsi grup hep
liderlerinin Mehdî olduğunu söyleyedurmuşlardı. Hatta Kuzey Afrika'da kurulan ve daha sonra Mısır'a da hâkim
olan Şiî Fatımî devletinin ilk hükümdarının Mehdî olduğu inancı bu devleti kuran ve sürdüren kimseler
tarafından inanılan bir husustu.
Ayrıca zaman zaman Türkiye'de ve başta İstanbul'da olmak üzere İslâm dünyasının birçok yerinde Mehdî
olduğunu iddia edenler hiç de eksik olmamıştır. Bu gibi kimseler Mehdî beklentisinde olan bir çok insanı
aldatmış ve hislerini istismar etmişlerdir. Meçhule dayalı olan bir arılayışın İslâm'ın genel prensipleri ile nasıl
bağdaşmadığı görülmektedir.
Bütün bunlar gözönünde bulundurulunca Mehdî inancının İslâmdaki yeri kendiliğinden ortaya çıkar.
Ahmed AĞIRAKÇA

SÛR

Kıyâmet saati geldiği an dört büyük melekten biri olan İsrâfil (a.s)'ın üfleyeceği bir araç. Kur'ân-ı Kerîm'de
Sur'un nasıl bir şey olduğu açıklanmaz. Yalnız, "Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana göklerde
olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyun eğmiş olarak gelirler" (en-Neml, 27/87) âyeti Sur'un
varlığına bir delildir. Bunun dışında Hz. Peygamber'den nakledilen bazı hadisler onun mahiyetini ayrıntılı bir
şekilde açıklar.
Ebû Ya'la el-Mavsıli'nin Müsned adlı hadis kitabında Ebû Hüreyre (r.a)'den nakledilen bir hadis-i şerif Sur'u
açıklar: Ebû Hüreyre der ki: Bir gün Peygamber (s.a.s) bizimle oturuyor sohbet ediyordu. Etrafında sahabelerden
büyük bir topluluk vardı. Bize şöyle dedi: "Yüce Allah gökleri yarattıktan sonra, Sur'u yarattı. Ve onu İsrâfil
(a.s)'a verdi. İsrâfil ağzını Sur'a dayamış ve gözlerini de Arş'a dikmiştir. Sur'a üfürmesi için verilen emri
beklemektedir". Ebû Hüreyre diyor ki; ben, "Ey Allah'ın Rasûlü Sur nedir?" diye sordum. O da, "Boynuza
benzeyen bir alettir" diye cevap verdi. Ben yine, "O nasıl bir şeydir" diye sordum. O da, "O, çok büyük bir
şeydir. Beni hakkı tebliğ etmek üzere gönderen Yüce Allah'a yemin olsun ki, yerler ve gökler onun yanında
küçük kalır. Hepsi onun içine sığabilir" diye cevap verdi... Bu hadisi şerif uzayıp gidiyor. Ayrıntısıyla her şeyi
açıklıyor. Bu hadise göre:
Sur'a üfürülüş üç kez olacak. Birinci üfürüşte korku ve dehşetten bütün yaratıklar sarsılacak. İkinci üfürülüşte
bütün kâinat alt üst olup, bütün canlılar ölecek. Allah yeni bir düzen (ahiret yurdu) kurup hesap günü gelince,
üçüncü bir üfürülüşle bütün ölülerin ruhlan bedenlerine girerek yeniden dirilecekler. Ve ardından hesap, kitap,
mizan, şefaat, sırat, Cennet, Cehennem... kıyamet olayları olacak.
Kur'ân-ı Kerim Sur'un üfürülüşü anında yaşanacak dehşeti, Tekvir, İnfitar, İnşikak ve daha başka sürelerde
genişçe haber vermektedir. "O gün güneş dürülür, yıldızlar kararıp dökülür, dağlar yürütülür, en değer verilen on
aylık develer terkedilir, denizler kaynatılır" (et-Tekvir, 81/1-4,6);
"Gök yarılır, yıldızlar etrafa saçılır, denizler akıtılır" (el-İnfitar, 82/1-3);
"Gök yarılıp Rabbinin emrine boyun eğer, yer uzatılır, içinde olanları atıp tamamen boşalır ve Rabbine boyun
eğer" (el-İnşikak, 83/1-4); "Büyük bir gürültü koparır, o gün insanlar ateş etrafında çırpınıp dökülen pervaneler
gibi olur, dağlar atılmış renkli yüne benzer" (el-Karia, 101/1-5);
"Yer dehşetle sarsılır, ağırlıklarını dışarıya, çıkarır ve insan, "ne oluyor" diye korkusunu dile getirir" (ez-Zilzâl,
99/1-3); "O gün bir sarsıntı sarsar, peşinden bir diğeri gelir kalpler titrer, insanların gözleri yere döner ve "biz
ufalmış kemik olduğumuz zaman eski halimize mi döneceğiz" (yoksa). O takdirde bu zararına bir dönüştür diye
düşünecekler. Tek bir çığlıkla hepsi bir düzlüğe dökülecekler" (en-Nâziat, 79/6-14); Surâ üfürüldüğü gün herkes
bölük bölük gelecek, gökler kapı kapı açılacak, dağlar yürütülüp serap olacak" (en-Nebe; 78/18-20); "Yıldızların
ışığı giderilecek, gök yarılacak, dağlar pamuk gibi atılacak" (el-Mürselât, 77/8-10); "Gözün kamaştığı, ayın
tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman insan "kaçacak yer neresi" diyecek, ama sığınak yoktur o
gün" (el-Kıyâmet, 75/7-11); Arslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler" (el-Müddessir, 74/50-51);
"Yer yüzü ve dağlar sarsılır, dağlar yumuşak kum yığını hâline gelir" (el-Müzzemmil, 73/14);
"Gökyüzü erimiş maden gibi olur, dağlar da atılmış pamuğa döner; hiçbir dost dostunu soramaz" (el-Meâric,
70/8-10); "Sarsıntıyı gören her emzikli kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanlar
adeta sarhoş gibidir. Onlar sarhoş değildir ama Allah'ın azabının şiddeti onları o hâle koyar" (el-Hac 22/1-2).
Ölü bedenlere ruhların verileceği üçüncü üfürülüş anında ise, "Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış
olarak, o çağırana koşarak kabirlerinden çıkarlar. Kafirler 'bu ne zorlu bir gün' derler" (el-Kamer, 51/8-9).
Kabirlerinden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara
doğru koşarlar. İşte bu, söz verilmiş olan gündür" (el-Mearic, 70/43-44).
Yukarıdaki hadis-i şerifte Hz. Peygamberimize; Sur'a üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde
olanlar da yerde olanlar da korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler" (en-Neml,
27/87) âyetindeki Âllah ın diledikleri bir yana" kelamı ile kastedilen kişilerin kimler olduğu Ebu Hüreyre
tarafından soruldu. Rasûlüllah cevaben, "Onlar şehidlerdir. Çünkü şehidler Yüce Allah'ın katında diridirler. Allah
onları, kıyamet gününün dehşetinden, korku ve endişesinden korumuştur. O günün korku ve endişesi sadece
inanmayan âsi ve günâhkâr kullar içindir" karşılığını verdi. Peygamberimiz daha sonra kıyâmet ve sur
konusunda özetle şu bilgileri verdi: "Bütün canlılar öldükten sonra ölüm meleği Azrâil Allah'ın huzuruna çıkar
ve Ey Allah'ım, yaşamasını dilediğin kimselerden başka, yerde ve gökte canlı olarak yarayan bütün varlıklar öldü
der. Allah ise, geride kalanları herkesten daha iyi bildiği halde, ölüm meleğine "Geride canlı kalan kimse var
mıdır?" diye sorar. Azrâil, Ey Allah'ım, ölmeyen ve daima diri olan Zât-ı Celâlin kaldı. Sen bâkisin ve dirisin. Bir
de kalmasını dilediğin Arş'ı ayakta tutan melekler, Cebrâil, Mikâil ve ben kaldım " cevabını verir. Daha sonra
Allah'ın emriyle geride kalan melekler de ölür, Azrâile dönen Yüce Allah Ey meleğim, sen de diğer yaratıklarım
gibisin. Bütün yaratıklarım öldü, sana ihtiyaç kalmadı. Yaratan ve öldüren benim. Artık sen de öl" buyurur ve
Azrâil de ölür. Sonra Yüce Allah "Bugün mülk kimindir?" diye seslenecek ama cevap verecek hiç bir canlı
olmayacak; cevabı Allah kendisi verecektir. "Bugün mülk, tek ve herşeye gücü yeten Allah'ındır?"
Yüce Allah, yerleri ve gökleri değiştirecek, yeni bir âlem yaratacak, her yer dümdüz olacak. Allah'ın
seslenmesiyle bütün varlıklar tekrar eski haline gelecek; yerin altındakiler altta, üstündekiler üstte olmak üzere
dirilme anını bekleyecekler. Allah'ın emriyle gökler kırk gün yağmur yağdıracak, her taraf sularla kaplanacak.
Ardından Allah cesetlere yeniden dirilmelerini emredecek. Cesetler bitkilerin yeşermesi gibi yerden çıkacak. Bu
arada Cebrâil ve Mikâil de yeniden diriltilecek. Ardından Allah bütün ruhları çağıracak. O gün mü'min ruhlar
ışık hâlinde, kâfirlerinki ise karanlık halde gelir. Allah bu ruhları Sur'a doldurup İsrafile emreder. İsrafil emri
yerine getirir ve Sur'u üfler. Surdan çıkan ruhlar yerle gök arasını doldurur; ardından Allah, her ruhun kendi
cesedine girmesini emreder. Ruhların cesetlere girmesinden sonra yer yarılır ve herkes kabrinden çıkıp ilâhî
huzura doğru yürümeye başlar. "Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler gibi yayılmış olarak o çağırana kabirlerinden
koşarak çıkarlar" (el-Kamer, 54/8).
Buna göre Sur, İsrâfil (a.s)'ın kıyâmet anında canların toptan öldürülmesi, kainatın düzeninin bozulması,
ardından yeni bir âlemin kurulması ve nihâyet canlıların tekrar dirilmeleri için toplam üç kez üfleyeceği,
mahiyetini bilmediğimiz, dünyadaki aletlere benzemeyen, ancak hadislerde boru diye tanımlanan bir âlettir.
Fedakar KlZMAZ

BA'SU BÂDE'L-MEVT

Öldükten sonra tekrar dirilmek.


Buna "haşr-ı ecsâd (cesedlerin birleşmesi) neş'e-i uhrâ (ikinci yaratılış) da denir. Bu dirilme İsrafil (a.s.)'ın sûra
ikinci defa üflemesiyle olacaktır. Buna iman etmek İslâmî akîde gereğidir. Kur'an-ı Kerîm'de "Sonra sûra bir defa
daha üflenecektir. Bir de görürsün ki insanlar kabirlerinden doğrulmuş bakıyorlar. " (ez-Zümer, 39/68) buyurulur.
O zaman Allah Teâlâ insanların dağılan parçalarının aslî uzuv ve parçalarını bir araya getirecek ve Âlem-i
Berzah*'da bulunan ruhlarını bedenlerine iade ederek diriltecektir.
Öldükten sonra dirilmenin vukû bulacağını Allah ve Resulu haber vermektedir. Bu konuda akıl, ilim ve
duygularla bilgi elde edilemez. Fakat bunlar öldükten sonra dirilmenin vukû bulmayacağını da ispat edemez.
Öyle ise öldükten sonra dirilme aklen mümkündür. Aklen mümkün olan bir şey hakkında nass* varid olunca
artık ona inanmak gerekir.
Kur'an-ı Kerîm öldükten sonra dirilme üzerinde çok durur. Çünkü Mekke müşrikleri bunu bir türlü kabul
edemiyorlar ve şiddetle karşı çıkıyorlardı. Kur'an-ı Kerim'de ifade edildiği gibi: "Hayat ancak dünya hayatıdır.
Biz tekrar diriltilecek değiliz. " (el-En'am, 6/28) diyorlardı. Kur'anı Kerim öldükten sonra dirilmenin olacağını
sadece haber vermekle yetinmez, ispat etmek için bir takım aklî deliller de getirir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
1-Bir şeyin benzeri ve örneği yok iken onu ilk defa yaratan, öldükten sonra tekrar benzerini meydana getirmeye
elbette kadirdir. "Bütün varlıkları yoktan var eden ve sonra da tekrar diriltecek olan Allah'tır. Bu, O'na pek
kolaydır. " (er-Rum, 30/27). Halef oğlu Ubey bir gün Hz. Peygamber (s.a.s.)'e geldi. Elinde bulunan çürümüş bir
kemiği ufalayarak:
"Böyle çürüdükten sonra bunu tekrar kim diriltecek?" dedi. Bunun üzerine aşağıdaki ayetler indi: "İnsan
kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir. Yarattığımızı unutarak bize
misal getirir ve "çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş" der. De ki:
"Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, bütün yaratılanları çok iyi bilir. " (Yâsîn, 36/77-79; İbn Kesîr, Tefsîru'l-
Kur'ani'l-Azîm, IV, 581).
Bu ve benzer ayet-i kerimelerde öldükten sonra dirilme ispat edilirken ilk yaratılıştan hareket edilmiş, örneği ve
benzeri yok iken ilk defa yaratmanın güçlüğü yanında ikinci defa benzerini yaratmanın daha kolay olduğuna
dikkat çekilmiş, âlemi ilk defa yoktan var eden yüce Allah'ın, ölüleri tekrar diriltmeye haydi haydi kadir olacağı
vurgulanmıştır.
2-Uyku küçük ölüm sayıldığı gibi uyanma da küçük hayat sayılır. İnsanlar uykudan sonra uyandıkları gibi
öldükten sonra da dirileceklerdir. (el-En'am, 6/60).
3- Yağmursuzluk ve kuraklık sebebiyle yeryüzündeki bitkiler ve yeşillikler kururlar. Sonra yağmur yağınca ya da
sulanınca tekrar canlılık kazanırlar. "Yeryüzünü kupkuru görürsün. Üzerine su indirdiğimiz zaman harekete
geçip dirilir. Bu, Allah'ın delillerindendir. Şüphesiz toprağa can veren Allah, ölüleri de diriltir. Muhakkak o,
herşeye kadirdir. " (Fussilet, 41/39). "Sen yeryüzünü kupkuru görürsün. Fakat, biz, oraya su indirdiğimiz zaman
harekete geçer kabarır her çeşit güzel bitkiler bitirir. İşte bütün bunlar delildir ki, Allah haktır, ölüleri
diriltecektir. Allah herşeye kadirdir, kıyamet kopacaktır, bunda şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri kaldıracaktır.
" (el-Hacc, 22/5-7).
4- Adem (a.s.)'ı topraktan yaratıp neslini meniden yaratan kudret, öldükten sonra diriltmeye de kadirdir. Kur'an-ı
Kerîm'de: "Ey insanlar! Eğer tekrar diriltilmemizden şüphe ediyorsanız, ilk yaratılışınızı bir hatırlayın.
Yaratmadaki kudretimizi açıkça göstermek iççin biz sizin aslınızı topraktan,sonra onun neslini nutfe (meni) den
yarattık. " (el-Hacc, 22/5).
5- Göklerin ve yerin yaratılması öldükten sonra insanların tekrar diriltilmesinden daha güçtür. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılması, insanların (ikinci defa) yaratılmasından daha büyük bir iştir.
Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. " (Mü'min, 40/57).
6- Kur'an-ı Kerîm'de öldükten sonra dirilme hakkında geçmişte vuku bulmuş misaller de verilmiştir. Kehf
suresinde anlatılan Ashabu'l-Kehf* hadisesi, Bakara suresinin ikiyüz altmışıncı ayetinde anlatılan Hz. İbrahim
(a.s.)'in paramparça ettiği dört kuşun tekrar diriltilmesi hadisesi, aynı surenin ikiyüzellidokuzuncu ayetinde
anlatılan -tefsirlerin belirttiğine göre Üzeyir (a.s.) hadisesi bunlara misaldir.
Bunların dışında başka deliller de vardır. Hz. Ali öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden birine: "Benim dediğim
olursa sen zararlı çıkarsın, fakat senin dediğin çıkarsa ben bir şey kaybetmem" diye cevap vermiştir. Mevlâna
hazretleri de: "Toprağa hangi tohum atılmıştır da bitmemiştir? İnsanların tekrar dirileceğinden niçin şüphe
ediyorsunuz?" demiştir. (Ayr. bk: Ba's)
Durak PUSMAZ

HAŞR VE NEŞİR

Haşr; bir topluluğu bulunduğu yerden çıkarmak, meskenlerinden koparıp başka bir yere sevketmek, sürgün
etmek ve bir yere toplamak demektir, "Kitap ehlinden inkarcıları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur." (el-
Haşr: 59/2) ayetinde geçen "haşr" sözü kıyamet günü vuku bulacak olan "haşr" değil, onun küçük bir numunesi
olmak üzere Nadiroğulları yahudilerinin yurtlarından çıkarılıp sürülmesi demektir. Bu "haşr" ehl-i kitabın ilk
haşridir. Yani bunda ehl-i kitap, Arap Yarımadasından ilk defa olarak çıkarılmak suretiyle haşrolunmuşlardır.
İkinci haşirleri de herhalde kıyamette olacaktır.
Terim olarak "haşr"; insanların öldükten sonra dirilip dünyada iken yaptıkları işlerden ve söyledikleri sözlerden
dolayı sorguya çekilmek üzere "mahşer" denilen yere sürülmeleri, burada toplanmalarıdır. Nitekim kıyamet
gününe "yevmü'l-ba's" (tekrar dirilme günü) ve "yevmü'n-neşr" denildiği gibi, "yevmü'l-haşr" (toplanma günü)
de denir.
"Neşr"; yaymak, dağıtmak manasına yahut "nuşûr yapmak" yani ölüleri diriltmek anlamındadır.
Buna "neşr", öldükten sonra insanları tekrar diriltmek; "haşr" de onları mezarlarından çıkararak, "mahşer"
denilen yere sevkedip orada toplamaktır.
"Sizi yaratıp yeryüzüne yayan O'dur ve O'nun huzurunda toplanacaksınız." (el-Mülk: 68/24)
Öldükten sonra tekrar dirilmeye ve hesap vermek üzere Allah ile mülâki olmaya (neşre ve haşre) inanmak, iman
esaslarından biridir. Kalbimizde en ufak bir şüphe duymadan bizleri yaratanın Allah olduğuna iman ettiğimiz
gibi, aynı katiyetle O'nun huzunında toplanacağımıza da inanıyoruz. Ne var ki, ölümü gözleriyle gördükleri için
inkâr edemiyen birtakım insanlar, öldükten sonra dirilmeye akıl erdiremiyor, ölümün toprak oluş ve nihayette
yokoluş olduğuna inanıyorlar. Bu gibilerine Kur'ân:
"Kendi yaratılışını unutup,çürümüş kemikleri kim diriltecek? Diyerek bize misâl vermeye kalkar. De ki; onları ilk
defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir." (Yâsîn: 36/78, 79)
"Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak, yeryüzünü ölümden sonra nasıl diriltiyor. Şüphesiz ölüleri O diriltir. O
herşeye kâdirdir." (er-Rûm: 30/50)
"Allah, rüzgarları gönderir, onlar da bulutu kaldırır. Biz de onu ölü bir nehre sürükleriz; onunla yeri,
ölümünden sonra diriltiriz. İşte ölümden sonra dirilme böyledir." (el-Fâtır: 35/9)
"Sonra onu öldürüp kabre koydu. Sonra dilediği zaman onu diriltip kaldırır," (Abese: 80/21-22)
Sağlıklı düşünebilen insan için bunlar ne kadar vecîz ve belîğ ifadelerdir. İlk önce yoktan vareden elbette
öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadirdir. Görmüyor musun, her kış çürüyüp toprağa karışan bitkiler bahar
gelince nasıl canlanarak ayağa kalkıyor, ölü iken yeniden diriliyor. Gören gözlere düşünen gönüllere lisan-ı hal
ile "haşri ve neşri" ispat ediyor.
"Ki, O, gökten belli bir miktar su indirdi de onunla ölü bir beldeyi dirilttik. Siz de böyle diriltilip
çıkartılacaksınız." (ez-Zuhruf: 43/11)
Varı yok edebilen yoktan da varedebilen Allah için, ölüyü diriltmek idrak edemeyeceğimiz kadar kolay ve
basittir.
"Bir şeyi dilediği zaman, O'nun buyruğu sadece, o şeye "ol " demektir, hemen oluverir." (Yâsîn: 36/82)
Bunun için zamana, yardımcıya ve alete ihtiyacı yoktur. Bir kişiyi, bin kişiyi veya bir milyar kişiyi yaratmak,
öldürüp haşretmek O'nun için birdir.
"Sizin yaratılmanız ve (öldükten sonra) tekrar diriltilmeniz, tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi
gibidir. Şüphesiz Allah işitendir, görendir." (Lokman: 31/28)
Allah'ın apaçık ayetlerini gördükleri halde, öldükten sonra tekrar dirileceklerine ve yaptıklarından hesaba
çekileceklerine inanmayarak şeytana uyanlara Cenab-ı Allah şöyle hitabediyor:
"Rabbine andolsun ki, biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin
yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız." (Meryem: 19/68)
Her ne suretle olursa olsun ölüm muhakkaktır. Akıllı kimse odur ki Rabbi ile karşılaşacağını hesaplayarak
kendini buna hazırlar. Ahmak, akılsız kimse böylesi bir hazırlıktan mahrum olarak yakasını Azrail'e kaptırandır.
Madem ki ölüm vardır o halde Allah'ın istediği biçimde ölmeye bakmalıdır.
"Andolsun ki ölseniz de öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız." (Âli İmrân: 3/158)
"Müttakileri o gün Rahman'ın huzurunda O'na gelmiş misafirler olarak toplarız, suçluları da susuz olarak
cehenneme süreriz." (Meryem: 19/85-86)
O gün dehşetli bir gündür:
"O gün, kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün herkesin kendine
yeter bir derdi vardır." (Abese: 80/34-37)150

HAŞR-I CİSMÂNÎ

Haşr; Kıyamet gününde amellerine bakılmak için ölülerin diriltilerek bir yere toplanmaları demek olduğuna
göre; "Haşr-ı Cismânî" bedenen, cisimle, cesetle dirilme, bedenlerin haşri demektir:
Ölümle, ruhların bedenlerden ayrıldığı, dolayısıyla bedenlerin ruhsuz kalarak çürüdüğü ve toprağa karıştığı
malumdur. Ruhlara gelince, onların ölmeyip kıyamete kadar ruhlar âleminde bekletildiklerini biliyoruz.
Dolayısıyla âhirette diriltilecek olan bedenimizdir. Haşrolunacak olan da, ruhları kendilerine avdet etmiş
vücutlarımızdır. Böyle olunca, bazı filozofların iddia ettiği gibi "haşr"; yalnızca ruhların haşredilmesi şeklinde
olan "haşr-ı ruhânî" değil, aksine ruhla birlikte bedenlerin haşri, yani "haşrı cismânî" şeklinde olacaktır. Eğer
haşr filozofların iddia ettiği gibi yalnızca ruhânî olsaydı, Cenab-ı Allah'ın ölümden sonra bedenlerin tekrar
diriltilmesinden söz etmesinin hiçbir anlamı olmazdı.
"Kendi yaratılışını unutur da; "çürümüş kemikleri kim diriltecek" diyerek bize misal vermeye kalkar. De ki;
onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir." (Yâsîn: 36/78-79)
Rivâyete göre Übeyy b. Halef, bir gün Hz. Muhammed (s.a.s)'e elinde çürümüş bir kemikle gelerek
parmaklarıyla onu ufalamış ve: Muhammed! Allah'ın bu çürümüş dağılmış kemiği tekrar dirilteceğini mi
sanıyorsun" deyince Peygamberimiz; "evet, Allah bunu diriltecek, seni de öldürdükten sonra diriltip cehenneme
sokacaktır." demiş, yukarıdaki âyet de bunun üzerine nazil olmuştur.151
Âyette; "çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diye bir soru sorulmakta ve soruya gayet ikna edici bir cevap
verilmektedir: "De ki; onları ilk defa yaratan diriltecektir." Onları yokluk âleminden varlık âlemine getiren Allah,
tekrar diriltmeye kâdir değil midir? Hiç şeksiz şüphesiz kâdirdir.
"Allah rüzgarları gönderir onlar da bulutu kaldırırlar, Biz de onu ölü bir şehre sürükleriz, onunla yeri
ölümünden sonra diriltiriz. İşte ölümden sonra dirilme böyledir." (el-Fâtır: 35/9)
Evet nasıl ki ölü bir belde yağmurla yeniden dirilerek canlanıyorsa, çürümüş, toprağa karışmış cesetler de aynı
şekilde Rableri'nin emriyle dirileceklerdir. "İşte ölümden sonra dirilme böyledir." Dirilme böyle olunca, haşr de
cismânî olacaktır.
"Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak, yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphesiz ölüleri O diriltir.
O, her şeye kadirdir." (er-Rûm: 30/50)
Cenâb-ı Allah, ölümden sonra yeniden dirilmeyi hep bu çeşit örneklerle insanoğluna anlatmaktadır. Maddî olan
çürümüş insan cesedinin diriltilmesini, yine maddeden ibaret olan tabiatın diriltilmesine benzeterek, insanı ikna
yoluna gidiyor. Bu da gösteriyor ki haşr; "cismânî haşr" şeklinde olacaktır.
"Bir de onlar dediler ki; sahi biz, bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olmuş iken, yeni bir hilkatte
dirileceğiz. öyle mi?" (el-İsrâ: 17/49)

150
Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/361-362.
151
Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl ", Tefsîr Sûreti Yâsîn.
"Dirilten de öldüren de O'dur. Gece ile gündüzün birbiri ardından gitmesi de O'nun emrine bağlıdır. Düşünmez
misiniz?" (el-Mü'minûn: 23/80)
"Öncekiler; ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz? demişlerdi." (el-Mü'minûn: 23/82)
"Öldüğümüzde, kemik yığını ve toprak yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz? Diyorlardı." (el-Vakıa:
56/47)
Yukardaki âyetlerde müşriklerin öldükten sonra çürüyecek olan cesetlerinin yeniden diriltileceğine inanmadıkları
anlaşılıyor. Bu da, bize gösteriyor ki Kur'an'da geçen haşrın cismânî olduğunu Câhiliyye Arapları biliyordu.
İnkâr ederken kullandıkları ifadeler buna şâhittir.
Müşrikler "haşr"i tamamen inkâr ederken, İslâm filozofları diye bilinen meşhur bazıları da haşrın rûhânî
olacağını savunarak, Kur'ân'ın bu gayet açık olan nassına muhalefet etmektedirler. Halbuki "haşr-ı cismânî"yi
kabul etmek hem akla, hem nakle, hem de ilâhî adalete daha uygundur. Çünkü, Kur'ân gerek cennet gerekse
cehennemi tasvir ederken devamlı olarak beş duyu ile algılanabilen tablolar çizmektedir. Kur'ân âyetleri haşrı
hep maddî misallerle tasvir etmektedir. Diğer taraftan Allah'ın yarattığı nimetlerin tamamına yakın bölümü, dil,
göz, kulak, burun ve derinin algılayacağı ve takdîr edip yaratıcısına şükredeceği mahiyette yaratılmış olduğunu
biliyoruz. Dünyada bundan yararlanan azalarımız, Allah'ın ibadetinde bulunmanın mükâfatı olarak âhirette de
neden istifade etmesinler.152

AMEL DEFTERİ

İnsanın dünya hayatında yaptığı iyi ve kötü bütün işlerin sözlerin kayıt edildiği defter. Bu defter sesli bir film
misali insanın her türlü hâl ve hareketini, konuşmalarını zapt eden bir defterdir. Bu kayıt ve zabıtlarla insan
ahirette hesaba çekilecek, bu defter insanın leh veya aleyhinde bir şahid olacaktır. Kur'an'da "kitab" olarak
zikredilmektedir .
Dünya hayatında devamlı olarak insanla beraber bulunan ve onun yaptıklarını kaydeden melekler vardır. Kur'an-ı
Kerîm bu melekler hakkında şöyle buyurur:
"...Halbuki üzerinizde gözetleyici melekler var, şerefli yazıcı (melekler). Her ne yaparsanız bilirler." (el-İnfitâr:
82/10-12)
"O, (İnsan) her ne söz söylerse muhakkak yanında hazır bir gözcü vardır." (Kaf : 50/18)
Amel defterine insanın yaptıklarını yazan meleklere Hafaza (Hâfıza) melekleri veya Kirâmen Kâtibîn (Şerefli
Yazıcılar) yahut "Rakîb Atîd" denmiştir.
Her insana, kendi amel defteri, Ahiret gününde verilecek ve insan kendi yaptıklarını orada bizzat görüp
okuyacaktır. Defterleri sağ tarafından verilen kimseler Cennetlik bahtiyarlar, sol tarafından veya arkasından
verilen kimseler ise Cehennemlik bedbahtlar olacaklardır. Bahtiyarların hesabı ya çok basit geçecek veya onlar
hiç hesaba çekilmeyecek; bedbahtlar ise çok çetin bir hesapla karşılaşacaklardır. Kur'an-ı Kerîm bu hususta da
şöyle buyurur:
"...İşte o vakit kitabı (amel defteri sağ eline verilmiş olan kimse der ki: 'Gelin kitabımı okuyun. Çünkü ben
hesabıma ulaşacağımı (hesaba çekileceğimi) zannetmiştim!. Artık o hoşnut bir hayatta yüksek bir Cennet'tedir."
(el-Hâkka: 69/19-22)
"Kitabı sol eline verilmiş olan ise, der ki: 'Eyvah, keşke kitabım bana verilmeseydi... Hesabının da ne olduğunu
bilmeseydim!... Tutun onu hemen bağlayın onu, sonra Cehennem'e atın onu..." (el-Hâkka: 69/25-27, 30-31)
İnsan, kendi amel defterinde hayatının bütün teferruatını görünce hayret edecek ve Kur'an'ın tabiriyle şöyle
diyecek:
"Eyvah bize, bu deftere ne olmuş, küçük büyük bırakmayıp hepsini toplamış..." (el-Kehf: 18/49)
Amel defteri insanın dünya hayatındaki kendi yaptıkları ameller doğrultusunda doldurulduğuna, insan da iradeye
sahip olduğuna göre amel defterinin iyi veya kötü şeyleri ihtiva etmesinde insanın kendisi etkilidir. "İman edecek
salih amel işleyenlerin amelleri zâyi' olmaz. Biz onu yazmaktayız." (el-Enbiyâ: 21/94) Bu hususta başkasını
suçlamasına mahâl yoktur. Arzu edilir ki o defter yüz ağartıcı sahifelerle dolu olsun. Yüzümüzün akı olacak salih
ameller, o defteri süsleyecek olanlardır. Bu da ancak Allah'ın dinini yeryüzünde hakim kılmak, bu dini yaşamak
ve Allah Resulu'nün gösterdiği yoldan gitmekle elde edilir.153

MÎZÂN

Ölçü ve tartı işinde kullanılan terazi, ölçü aleti: ahirette günah ve sevapların iyilik ve kötülüklerin ölçülüp
tartılacağı manevi ölçü aleti. Mizan, sadece eşyanın ağırlık miktarını tartıp bilmeye mahsus ölçü aleti değildir.
Sıcaklık, soğukluk ve hız gibi arazları ölçmeye yarayan ölçü aletleri de vardır. Mîzân (terazi), eşyayı ve bir takım
arazları ölçmek için kullanıldığı gibi; hukuk, iyilik ve kötülüğü ölçmek için de mecazen kullanılır. Adalet
terazisi, hak terazisi, iyilik terazisi, akıl terazisi gibi... Allah Teâlâ bu çeşitli miktar ve değerlere şamil olmak
üzere teraziyi Kur'an'da şöyle beyan eti:
152
Halid Erboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/363-364.
153
Orhan Çeker, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/127.
“Âllah, göğü yükseltti. Mizanda (tartıda) haksızlık yapmayın diye teraziyi koydu. Tartmayı doğru ve adaletle
yapın, terazide (mizanda) haksızlık ve eksiklik yapmayın." (er-Rahman: 55/7-9)
Kıyamet gününde iyi ve kötü amellerin tartılarak miktarının bilinmesine mahsus mîzan (terazi) haktır ve
konulacaktır. Yüce Allah kıyamet gününde konulacak bu terazi için şöyle buyurur:
"Kıyamet günü adalet terazileri koyacağız. Hiç bir kimseye hiç bir haksızlık yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile
olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesab görenler olarak bizler yeteriz." (el-Enbiya: 21/47)
"O gün (kıyamet günü) gerçek ve dosdoğru olan vezin (tartı) vardır. "(el-hakk kelimesi veznin haberi yapılarak
mana verilirse) "O gün vezin (amellerin tartılması) haktır ve gerçektir. Mîzânları ağır basanlar, işte onlar
kurtulanlardır. Mîzânları hafif gelenler, âyetlerimize yaptıkları haksızlıktan ötürü kendilerini zarar ve ziyana
uğratanlardır." (el-A'râf: 7/8-9)
Bir terazinin ağır gelmesi, onunla tartılan şeyin (mevzun'un) ağırlık ve miktarı ile orantılıdır. Ahirette terazinin
ağır gelmesi istenilen tarafı iman ve iyi amellerin konulduğu gözüdür. Terâzide imanla birlikte iyilikleri, hayır ve
hasenâtı ağır gelenler kurtulacaklardır. Yukarıda meali yazdığım âyetlerde geçen "mevazin'in, mîzânın cem'i
olabileceği gibi "mevzun'un" (tartılan amelin) de çoğulu olacağına dair iki görüş rivayet edilmiştir. Allah katında
kıymeti ve ağırlığı olan iyi ameldir ki, mîzânda ağır gelecek olanda budur. Ayetlerde "Mîzân"ın, "mevâzin"
şeklinde çoğul yapılması: mizanın şanını yüceltmek ve önemini belirtmek için veya amelleri tartılacak kişilerin
çokluğundan dolayıdır. Yahut da her ferd için müteaddid mizanların bulunacağına işarettir. Veyahut kalblere ait
ameller ayrı bir terazide sözler bir terazide organların amelleri de başka bir terazide tartılacağı için mîzân cem'i
olarak getirilmiştir. Veya mîzân, kısım ve teferruatı çok olduğundan dolayı cem'ilenmiştir.
Kur'an-ı Kerim'in vezin ve mîzânla ilgili beyanlarından çıkan netice şudur: Âhirette amellerin tartılması için her
halde bir mîzân konulacaktır. Mîzânda amellerin tartılması, amel defterlerinin verilmesinden sonra olacaktır.
Mîzân ile vezin esnasında, zâlimin hasenesi varsa, alacağı oranında mazluma verilecek: Hasenesi (iyiliği) yoksa,
mazlumun günahı olacağı miktarda, zalime verilecektir. Herkesin muhtelif amellerinin tartılmasından sonra kâr
ve zarar hesabı hepsinin toplamından çıkarılacaktır.
Mutezile, "Mîzândan murad, Allah'ın koymuş olduğu adalettir. Ameller, arazdır, iadesi mümkün olsa bile,
tartılmaları imkânsızdır. Kulların amelleri Allah'ın malumudur, tartılması faydasızdır" dedi. Ehl-i Sünnet,
Mutezilenin bu iddiasına şöyle cevap verdi: "Mizanda amellerin vezni bütün halkın içinde Allah'ın dostlarını
düşmanlarından ayırdetmek ve dosdoğru ve mükemmel adaletini göstermek içindir. Böylece herkes, Cenabı
Allah'ın zulmetmekten münezzeh olduğunu anlayacaklardır. Mîzânda iyilikleri ağır gelenlerin derecelerinin
kemali ve faziletlerinin zuhuru sebebiyle ferah ve sürurları artacaktır. Kötülükleri ağır gelenlerin ise, gam,
hüzün, korku, rezillik ve rüsvaylıkları artacaktır. Mevâzin lafzı sırf adalet üzerine hamledilir, diyenlerin delilleri
tutarsızdır. Lafza hakiki manasından aklî bir zaruret olmaksızın mecaz manası vermek caiz değildir. Mîzân
konusunda şu anlamda hadisler varid olmuştur:
a) Mîzânda, tartılacak olan, amel defterleridir.154
b) Gerekli olan değerlerine göre iyilikler güzel ve nurani suretlere (miktarlara) kötülükler de çirkin suretlere
çevirilerek tartılırlar.155
c) İnsan bir defa sırtına iyiliklerini yüklenerek sevabıyla tartılır, ayrıca da veballerini sırtına yüklenerek
günahıyla tartılır.156
O halde kulların amellerinin vezni için mîzânı tasdik etmek gerekir. Bununla beraber veznin (hasıl olacağını)
keyfiyetini ve mîzânın mahiyetini akıl için tafsilatıyla bilmeye imkan yoktur. Bu sebeple bunların keyfiyetinin
tafsilatına iman etmek şart değildir. Vezin ve mîzânı inkar etmeyerek bunları adalet-i ilahi ile te'vil edenler küfre
nisbet olunmaz.
Fakat Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenlere gelince; Allah onların amelleri için hiç bir vezin ve tartı işlemi
yapamayacaktır. Mîzânda vezin, iyilikleri ve kötülükleri bulunanların sevap ve günahlarının miktarı belli olsun
diye gerçekleşecektir. Allah'ı, öldükten sonra diriltilerek hesap vermeyi inkâr ettikleri için kâfirlerin iyilikleri
boşa gitmiştir. Çünkü iyilikleri tutan ve muhafaza eden kap imandır. Ahirette kâfirin küfür ve günahından başka
hiç bir hasenesi kalmayacağından dolayı onun için vezin ve mîzâna gerek kalmaz. Bu sebeple Cenabı Hakk şöyle
buyuruyor:
"De ki: Size amelce en çok ziyanda olanı haber vereyim mi. Bunlar dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiş
olanlardır. Oysa onlar güzel iş yaptıklarını sanıyorlardı. İşte bunlar, Allah'ı ve Ona kavuşmayı inkar edenlerdir.
Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. O halde onlar için kıyamet gününde tartı işlemi yapmayacağız (vezin ikame
etmeyeceğiz)." (el-Kehf: 18/103-105)
Peygamberimiz mahşer gününde üç yerde korku ve endişesi sebebiyle kimse kimseyi hatırlamayacağını söyler
1- Mîzân başında terazisinin ağır çekip çekmeyeceğini öğreninceye kadar
2- Amel defterinin verildiği ve "alın kitabımı okuyun" denildiği zaman kitabının sağında mı solunda mı yoksa
arkasında mı bulunacağını öğreninceye kadar,

154
İbn Kesir Tefsir, Beyrut 1966/1385, 4/566.
155
Fahrüddin er-Razi, Mefatihu'l-Gayb, İstanbul 1398 h. 4/266-267, 8/666.
156
İbn Kesir: 3/146-147.
3- Cehennemin üstüne kurulduğu vakit Sırat'ın yanında.157

SIRAT

Yol, cadde, geçit. Kur'an-ı Kerim'de sırat, daha çok "müstakim" (doğru) ile sıfatlanarak, Allah'ın rızasına uygun
olan ve O'na ileten Tevhid dini ve İslâm dini anlamında kullanılır:
"Kim, Allaha güvenip dayanırsa muhakkak doğru yola (Sırat-ı müstakime) iletilmiştir." (Ali İmrân: 3/101)
"Muhakkak Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O halde yalnız O'na ibadet ediniz. Bu doğru yol
(Sırat-ı Müstakim)dur.” (Ali İmran: 3/51)
Fakat ıstılahta sırat denilince ahiretteki "sırat" akla gelir. Sırat mahşer yerinden itibaren Cehennemin üzerinden
geçerek Cennete kadar uzanacak bir köprüdür. Bu köprü, haşir günü Cehennemin üzerinde kurulacaktır. Mü'min,
günahkâr, kâfir herkes bu köprüye gelecektir. Cennete gidebilmek için bundan başka yol yoktur. Sıratın iki
tarafına konulmuş kancalar, oradan geçmeye iyi amelleri yetmeyen kimseleri Allah'ın emriyle çekip Cehenneme
düşüreceklerdir. İyi amelleri ağır gelenler, kötülükleri sebebiyle tırmalanıp yara almış olsalar bile Sıratı
geçeceklerdir. Bazı mü'minler senelerce sürünerek geçeceklerdir. Sırattan geçiş esnasında Peygamberimiz sırat
üzerinde “Kurtar, ey Rabbim, kurtar" diye mü'minlere dua edip duracaktır (Müslim, İman, 84/329).
Ebu Said el Hudrî'nin rivayetinde Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Mahşerde muhakeme ve muhasebe işlerinden sonra Cehennemin üzerinde bir köprü (Sırat) kurulur. Allah
şefaate izin verir. (Mü'minler) ya Allah selamet ver, selamet ver, diye dua eder durur.'' Ya Rasulallah, köprü
nedir? diye sorulduğunda; "Kaypak ve kaygan bir yoldur. Orada; kancalar, çengeller ve Necid’de bilen sa'dan
denilen sert dikencikler gibi dikenler vardır. Mü'minler amellerine göre kimi göz açıp kapayıncaya kadar, kimi
şimşek gibi, kimi rüzgar gibi, kimi kuş gibi, kimi iyi cins yarış atları gibi, kimi deve gibi süratle geçerler.
Mü'minlerden kimi sapasağlam kurtulur. Kimi de tırmalanmış (hafif yaralı) olarak salıverilir. Kimileri de
Cehennem ateşi içerisine dökülür."158
Ebu Hureyre, Peygamberimizden şöyle rivayet ediyor: "Cehennemin ortasına sırat (köprüsü) kurulur. Oradan
peygamberlerden ümmetleri ile beraber geçenlerin ilki ben olacağım. Peygamberlerden başka o gün kimse
konuşamaz, Peygamberlerin sözleri de "Ey Allah'ım, kurtar kurtar" olur."159
Ebû Sa'id el-Hudri'nin rivayet ettiğine göre, Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskindir. Sırat'ın uzunluğu bin
senelik yokuş, bin senelik iniş ve bin senelik de düzlüktür. Bu mesafe bazı insanlar için olacaktır. Her bir
kimsenin bu mesafeyi geçmesi, amelleri ile orantılı bir zamanda olacaktır. 160 Bazı ulemâya göre Sırat'ın kıldan
ince, kılıçtan keskin olduğuna dair rivayetler, bu köprünün üzerinden geçmenin pek müşkil ve zor olduğundan
kinayedir.
Mü'minlerin Sırat'ın üzerinden çabuk geçip geçmemeleri, onların haramlara yönelip yönelmemelerine bağlıdır.
Kalbine haram işleme düşüncesi gelip de ondan hemen yüz çevirip uzaklaşan kimseler Sırat'tan çabuk
geçecektir.
Sırat üzerinde her bir mü'minin yalnız kendisinin faydalanacağı bir nûru vardır. Bu nurdan başkası
faydalanamayacaktır. Kimse, başka bir kimsenin nûru içerisinde gidemeyecektir. Nurunun intişarı nisbetinde her
bir mü'minin Sırat’ı geniş veya dar olacaktır. Sırat'ın genişliği hadd-i zatında bir ve aynı olduğu halde,
üzerlerinden geçenlerin nurları nisbetinde kimisine ince ve sıkıcı, kimisine enli, rahat ve hoş görünecektir.
Yüce Allah şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, günahlarınıza samimi bir tevbe ile Allah'a dönün! Umulur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi
örter. Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi içlerinden ırmaklar akan
cennetlere sokar. Çünkü onların nurları önlerinden ve yanlarından koşar da, "Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla,
bizi bağışla; muhakkak sen her şeye kadirsin" derler." (et-Tahrim, 66/8)
Bu âyette, mü'minlerin nurlarından kastedilen, iman ve amelleriyle husûle gelen nurlardır. Özellikle bu nurları
Sırat üzerinde onları yedip götürecek ve selamete çıkaracaktır. Münafıklar, karanlıkta kaldıkça mü'minler şöyle
der:
"Rabbimiz, nurumuzu söndürüp de bizi de kâfirler ve münafıklar gibi karanlıkta bırakma! Varacağımız yere
kadar nurumuzu devam ettir ki, bu nurla sevinelim, karanlıkta kalıp perişan olmayalım" derler: "O gün (sıratta)
münafık erkeklerle münafık kadınlar, mü'minlere, bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım, derler. Onlara,
dönün arkanıza da bir nur arayın, denilir. Nihayet, onların arasına, bir kapısı olan ve içinde rahmet ve dışında
azab bulunan bir sür çekilir." (el-Hadid, 57/13)
Allah Teâlâ yine şöyle buyurur:

157
Mansur Ali Nasıf et-Tac: 5/376; Muhiddin Bağçeci, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/219-220.
158
Buhari, Müslim, Tirmizi'den naklen Mansur Ali Nasıf, Tâc: 5/394-395.
159
Buhari ve Müslim'den naklen, Tâc: 5/377-378.
160
Mansur Ali Nasıf, Tâc: 5/394; Acluni, Keşfü’l-Hafa: 2/31.
"Sizlerden hiç bir kimse yoktur ki oraya (Cehenneme) uğramamış olsun. Bu, Rabbin için kesinleşmiş bir
hükümdür. Sonra biz, iman edip kötülüklerden sakınanları kurtarırız. Zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada
bırakırız." (Meryem: 19/71-72)
Bir rivayete göre cennetlik mü'minlerin Cehenneme uğramaları, üzerindeki sırattan geçmelerinden ibarettir.
Herkes bu köprüye gelecek ve Cehenneme girecek olanlar da buradan gireceklerdir. Mü'minlerin Cennete
yollarının Cehennemden geçmesindeki hikmet; sevinçlerinin fazlalaşması ve kurtuldukları için şükürlerinin
artması ve kâfirlerin üzüntülerinin çoğalmasıdır. Çünkü dünyada düşman saydıkları mü'minlerin kurtulması,
kendilerinin Cehenneme atılmaları, kâfirler için azab üzerine azab olacaktır.
Mutezile'nin çoğu ve Kadi Abdulcebbâr el-Hemedâni161, “Üzerinden geçmek mümkün olamaz; mümkün olsa
bile, Sırattan geçmek müminlere eza ve cefa çektirir” diyerek Sıratı inkâr etmişlerdir.
Halimi162 gibi bazı âlimler de, kâfirlerin Sırat'a uğramadan doğrudan doğruya Cehennem'e atılacaklarını
söylemişlerdir. Bunlar, bu görüşlerini Ebu Sa'id el-Hudrî'nin rivayet ettiği bir hadise dayandırmışlardır. Bu
hadise göre, Mahşerde bir münâdi, "Her ümmet dünyada nelere tapıyor idiyse, onların ardına düşsün" diye
çağırır. Bunun üzerine münezzeh ve yüce olan Allah'tan başka şeylere, putlara ve heykellere tapagelen ne kadar
kimse varsa, onlardan hiçbiri kalmaksızın Cehenneme dökülürler. Artık ortalıkta iyi ve kötülerden yalnız Allah'a
ibadet etmiş olanlar ve ehl-i kitabın kalıntılarından başka kimseler kalmayınca, Yahudiler çağırılacak ve onlara
"siz neye ibadet ediyordunuz?" denilecek. Onlar "Allah'ın oğlu Üzeyr'e tapıyorduk" diyecekler. Bunun üzerine
onlara, "yalan söylediniz! Allah hiç bir eş ve oğul edinmedi" denilir. Bunlar susadıklarını söyleyerek Cenab-ı
Allah'tan su isteyince, kendilerine serap gibi görünen ateşe götürülecekler ve birbirlerini çiğneyerek Cehennem
ateşinin içine yuvarlanıp döküleceklerdir. Sonra Hıristiyanlar çağırılacak, "sizler kime ibadet ediyordunuz?"
denilecek. "Allah'ın oğlu Mesih'e ibadet ediyorduk" diyecekler. Onlara da "yalan söylediniz! Allah hiç bir eş ve
oğul edinmedi" denilecek. Bunlar da susadıklarını söyleyerek Allah'tan su isteyince, kendilerine, "Haydi suya
gelmez misiniz" diye işaret olunur. Serap gibi görünen Cehenneme doğru toplanacaklar ve birbirlerini
çiğneyerek Cehenneme döküleceklerdir". Bu hadisin devamında: Geride kalanlara, tanımadıkları bir surette
Allah Teâlâ'nın tecelli edeceği, sonra şiddet ve dehşetin kaldırılarak samimi olarak Allah'a ibadet edenlerin
secde etmelerine izin verileceği, diğerlerinin -secde etmek istediklerinde- kafalarının üzerine düşecekleri, daha
sonra Allah Teâlâ'nın bunlara ilk gördüklerinden başka bir surette (sıfatta) tecelli edeceği bildirilir. Bundan
sonra da Cehennemin üzerine köprü (sıratın) kurulacağı ve şefaate izin verileceği beyan edilir.”163

HAVZ-I KEVSER

Âhiret yurdunda bulunan ve Yüce Allah tarafından Peygamber efendimize verilmiş olan ırmak ve havuzun adı.
"Doğrusu biz sana Kevser'i verdik." (el-Kevser: 108/1) anlamındaki âyeti kerimede Peygamber efendimiz'e
Kevser'in verilmiş olduğu bildirilmekle birlikte, Kur'ân-ı Kerîm'de gerek Kevser'in ne olduğu ve gerekse Havz
hakkında başka bir bilgi yoktur. Bu konudaki bilgilerimiz otuz kadar Sahabî'den çeşitli yollarla gelen ve tümü de
muteber hâdis kitaplârında yer alan 50 dolayındaki hadis-i şerif'e dayanmaktadır. Hadislerden bir bölümünde
Havz, bir bölümünde de Kevser hakkmda bilgiler vardır. Her ikisi hakkındaki ortak noktalar, havz ve ırmaktaki
suyun tad, koku ve rengi ile ilgili olarak verilen bilgilerdir. Diğer özellikler farklı bir biçimde sayılmıştır.
Nitekim, Havz, adından anlaşılacağı üzere bir havuz; Kevser ise, bir Cennet ırmağıdır. Havz'ın genişliği
hakkında bilgiler bulunmaktadır. Birçok kez verilen bu bilgiler sırasında orada bulunanların anlayışlarına göre,
Havz'ın genişliği bir aylık yol veya şu şehirden bu şehire şeklinde tanımlanarak, büyüklüğü hakkında fikir
verilmek istenmiştir. Havuzun kenarlarının ve açılarının eşit olduğu da gelen bilgiler arasında bulunmaktadır.
Kevser Irmağı'nın ise, vâdisi hakkında bilgiler vardır. Buna göre, vâdi, yeryüzü ırmaklarının yataklarında olduğu
gibi derin bir çukur biçiminde olmayıp, düz satıhtadır. Akış, yüzeyin düz olmasına karşın, çevreye dağılmadan,
kendi mecrasında sürüp gitmektedir. Vâdinin tabanı, elmas, yakut ve inci gibi değerli taşlarla kaplıdır ve bu
oluşum içindeki toprak, misk gibi kokmaktadır. Irmağın iki yanı da altın ve yakutla çevrili olup, sahilinde,
boydan boya içi boşaltılarak kubbeler biçimine sokulmuş inciden yapılar vardır.
Havz'ın suyundan bir yudum bile olsa içenler, ebediyen susamayacaklar ve yüzleri de asla kararmayacaktır;
içmeyenler ise, susuzluktan kurtulamayacaklardır. Havz'ın suyunun kardan daha serin olduğu, oraya ilk varanın
Peygamberimiz Efendimiz'in olacağı, ilk içenlerin fakir olup zengin bir kadınla evlenmek yahut idarecilere baş
eğmek yoluyla zenginleşmenin yollarını aramayan, yüzü gözü toprak içinde pejmürde kılıkla Allah yolunda
cihad eden, İslâm'a hizmette bulunan, dünya nimetlerini tadamadan şehitlik şerefine ulaşan muhacirler ve
sonraki mü'minler olacağı da rivayet edilen bilgiler arasında bulunmaktadır.

161
ö. 415/1025.
162
ö. 403/1012.
163
Buhari, Müslim, Tirmizi'den naklen et-Tâc: 5/393-394; metin Müslim'in Sahih'inden özetlenerek alınmıştır, bk. Müslim, Sahih, Kitabü’l-
İman: 81/302. Sa'deddin Taftâzani, Şerhu’l-Makasıd, İstanbul 1305, 2/223; Şerhu’l-Akaid İstanbul 1310; Abdusselâm b. İbrâhim el-Lakkâni,
Şerh-u Cevhereti't-Tevhid, Mısır 1955, s. 235-236; Fahreddin er-Razi, Mefâtihul-Gayb, İstanbul 1308, Kitab-ü Mecmü'atin mine't-Tefâsir, el-
Matbaatül-Âmire İstanbul 1319; Muhiddin Bağçeci, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/410-412.
Havuz, ucu Cennete dek varan altın ve gümüş iki oluktan beslenmektedir. Havuzu besleyen Cennet
Irmaklarından bir ırmak olup, bu da Peygamber Efendimiz'e verilmiş bulunan Kevser Irmağı'dır. Ebu Davud'ta
zikredilen "Kevser nedir, bilir misiniz? O, Cennet'te bana vadedilmiş ırmaktır. Onun üzerinde çok hayır vardır.
Onun üzerinde bir de bir Havuz vardır. Kıyamet günü ümmetim oraya uğrayacaktır." 164 anlamındaki hadis de, bu
yoruma elverici manasıyla, Havuz ve Kevser'i bir arada Havz-ı Kevser olarak anmadaki gerekçeye açıklık
getirmektedir. Nitekim, Aliyyü'l-Kârî165 "Hazret-i Peygamber'in nehri Cennet'te; havzı ise kıyametin koptuğu
yerdedir" diyerek bu duruma açıklık getirmiştir. Havzın Sırat'tan önce mi, sonra mı olduğu konusu tartışmalı
olmakla birlikte, Kurtubî, biri Sırat'tan önce, diğeri Sırat'tan sonra iki Havuz olduğunu ifade etmiştir. Kıyamet
yerindeki bu Havuz'lardan, lâyık olmayanlar kovulacaklardır. Her peygamberin birer havuzu olduğu, son
peygamber'in havuzunun çevresinin daha kalabalık olacağı ve bu Havuz üzerinde minberinin de yer aldığı yine
rivâyet edilen bilgilerdendir. Kevser ise, yalnızca bizim peygamberimize verilmiş olan bir ırmaktır.
Gerek Havuz ve gerekse Kevser Irmağı'nın (burada, artık, Havz-ı Kevser diye ortak adı kullanabiliriz) ortak
yanlarına gelince, suyun rengi kardan, sütten ve güneşten daha beyazdır. Kokusu ise miskten daha hoştur. Tadı,
baldan daha tatlıdır. İçecek olanların kullanması için, orada, sayıları gökteki yıldızların sayısından daha çok olan
altın ve gümüşten yapılma cennet kapları vardır.
Kevser ve Havz hakkında verilen bu bilgiler "tevâtür" derecesinde olduğu için, bunlara imanın farz olduğu
belirtilmiştir. Bununla birlikte, özellikle Kevser Sûresi'nin tefsiri sırasında, aşırı mezhepler ve felsefi açıklama
yönüne gidenler, gerek Havz, gerekse Kevser konusunda kimi bâtınî veya aklî yorumlar yapmaktan da uzak
durmamışlardır.
"Kevser" kelimesinin ifade ettiği geniş manadan yola çıkarak, muteber âlimler de, bu kavrama "Cennet Irmağı"
ile birlikte daha başkaca anlamlar da vermişlerdir. Bu tutumda Kevser Suresinin iniş sebebi de rol oynamıştır.
Gerçekten de, Sure, Peygamber Efendimiz'e, oğlu Kasım'ın ölümünden sonra, "ebter/nesli kesik" diyen
müşriklerin bu sözleri üzerine, alınandan daha fazlasının verildiğini belirtmek ve "ebter" olmadığını vurgulamak
üzere gönderilmiştir. Gerek kelimenin anlamındaki genişlik ve gerekse nüzul sebebi dolayısıyla, tefsirlerde,
Kevser kelimesi, aynı zamanda "çok büyük bir hayır, taşkın hayırlar" anlamı çerçevesinde de ele alınmış ve "bu
büyük hayr, Kur'ân-ı Kerîm'dir yahut İslâm dini'dir veya ümmetin çokluğudur ya da neslinin kesilmeyip, daha
arttığı, artacağı, her yana yayılacağı gerçeğidir" yolunda yorumlarda bulunulmuştur. Kısacası, Kevser,
Cennet'teki ırmakla birlikte daha birçok iyi, güzel ve hayırlı olan olguyla anlatılmış ve bunların tümünün yüce
Allah tarafından rasûlüne verildiği üzerinde durulmuştur.166

ŞEFÂAT

Bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını ve zarardan
vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; birinin önüne düşüp işinin
görülmesi için dua ve niyazda bulunmak. Şefâat edene eş-şâfi', eş-şefi (başkası lehine taleb eden) denilir.
Şu ayette şefâat; aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir:
"Kim güzel bir şefâatla (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefâat ederse, bundan kendisine bir sevab
(hisse) vardır. Kim de kötü bir şefâatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla)
şefâatde bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir." (en-Nisâ: 4/85)
Şefâat-ı hasene, iman edip Allah'ın ve kullarının haklarına riayetle beraber, mü'minlerin iyiliği için uğraşmak,
onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmaktır. Şefaat-ı seyyie, mü'minlerin ve insanların zarara
uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, bir
insan, menfaat sağlayıp zarara uğramasını engelleme yolunda sırf Allah rızası için şefâatta bulunana dünyada ve
ahirette bundan nasib ve ecir vardır. Kötülüğe ve zararlara sebeb olanın da bu şefâat-ı seyyienin vebal ve
günahından nasibi vardır.
Ahiretteki şefâate gelince, dünyada işlenen bazı günahların âhirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için
talebte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefâat, bir mü'minin günahlarının
bağışlanması için Allah'a dua edip yalvarmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), "Her Peygamberin bir duası
vardır. Ben ise, inşaallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefâat etmek için saklamak istiyorum."
buyurmuştur.167
Ahirette, kendilerine şefâat izni verilen her şefi'in şefâatının sınırı, Allah katındaki yakınlığı ve derecesi
nisbetinde nail olacağı izin ve imkânın şâmil olduğu günahkâr mü'minler ile mütenasibtir. Şefâat olunacak
mü'minlerin de şefâat edilmeye lâyık olmaları şarttır.
Allah'ın, kullarından faziletli birisinin diğer bir mü'min için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı
gidermesi, yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Mü'minin,

164
Ebû Dâvûd, Sünne: 26.
165
Fıkh-ı Ekber Şerhi, çev. Yunus Vehbi Yavuz s. 240 da.
166
Zübeyr Yetik, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/377-378.
167
Buhârî, Daavât: 1; Tevhid: 31; Müslim, Nşr. M. Fuâd Abdulbaki, İman: 86.
mü'min kardeşinin günahlarının affı için duası Allah katında ona şefâatı türündendir. Allah katında hayırlı bir
kulun bu duası ister dünyada iken sağ olan mü'min için olsun, ister ölmüş mü'min için olsun yahud âhirette
meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber (s.a.s.)'in mü'minlere duası, onlara bir çeşit şefâatidir. O
daha bu dünyada hayatta iken mü'minlere dua ederek şefâatta bulunmuştur. Nitekim Hz. Âişe (r.an)'nın
naklettiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.) çok defa geceleri yatağından kalkar, mü'min ölülere Allah'tan mağfiret
istemek için "Bakîu'l-Ğarkad" mezarlığına giderdi.168
Yüce Allah'ın kendi yanında mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefâatını -birine kendi
katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç olduğundan rahmet olarak- kabul
etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah'ın âhirette, peygamberlerine ve râzı olduğu bir takım zatlara şefâat
etmeleri için müsaade etmesi, kendisinin bileceği adalet ve lütuf kanununa dahil olan hikmetindendir. Uhdesinde
kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr mü'minleri Allah Teâlâ'nın, Lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca,
peygamberler, mukareb ve iyi kimselerden birinin şefâatına mazhariyetleri halinde bunların Allah'ın mağfiretine
nail olmaları da mümkündür.
Ahirette şefâatın olacağı Kitab ve sünnetle sabittir:
Peygamber, velî, şehid ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil mü'minler gibi Allah'ın müsaade ettiği,
rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefâat etme izni verilebilecektir.169
Peygamberler ve diğer şefâatçıların şefâatları, Allah'ın râzı olacağı ve haklarında şefâat edilmeğe izin verdiği
kimseler hakkında olacaktır.170
Kâfirler için şefâat kapıları kapalıdır.171 Peygamberler bile kâfirlere şefâat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık
oldukları cezâlarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim'in -âhirette babası ile karşılaştığında- onun için hiçbir şefâatta
bulunamaması, Allah'tan "Kâfirlere ben cenneti haram kıldım" cevabını alması da buna delâlet eder.172 Yalnız Hz.
Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde, şefâatı sebebiyle amcası Ebû Talib'in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen
yerinde bulunacağını söylemiştir.173 Bu da sadece Rasûlüllah'a tanınan bir şefâat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebû
Talib, Rasûlüllah'a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.

Peygamberlerin Şefâatı:

Âhirette peygamberlerin hepsine mü'minlere şefâat etme hakkı tanınmıştır.174


Her peygamber kendi ümmetine şefâat edecektir.175 İnsanlar muhakeme olunmak için mahşerde toplandıklarında,
peygamberler, "Allah'ım selâmet ver, Allah'ım selâmet ver" diye duâ edeceklerdir.176 Peygamberlerin ve Hz.
Peygamberin şefâatı "Şübpesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının (şirk kosulmasının) günahını yargılamaz.
Ondan başka dileyeceği kimsenin günahını mağfiret eder." (en-Nisâ: 4/116) âyetinin hükmünce, Allah'ın izniyle
mü'minlere şamil olabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) hadislerinde büyük günah işleyenler de dahil,
mü'minlerin şefâatına nail olacaklarını söylemiştir.177
Peygamberler içinde ilk defa şefâat edecek ve şefâatı kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.178
Âhirette Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu ilk şefâatı, mahşer halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki umûmî
ve büyük şefâattır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir çok hadis kitaplarında zikredilen bu büyük şefâatının (eş-
Şefâ'atü'l'uzmâ) ana hatları şöyledir: Allah, insanların hepsini düz ve geniş bir sahâda hüküm ve hesab için
toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve gamı dayanılmayacak bir dereceye varacaktır. Bu sırada insanların
bir kısmı, diğer bir kısmına, "Size erişen şu fâciayı görmüyor musunuz? Rabbinize size şefâat edecek birisine
gidiniz" derler. Sırasıyla Âdem (a.s.), Nûh (a.s.), İbrahim (a.s.), Mûsâ (a.s.) ve İsâ (a.s.) peygamberlere gelirler.
Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsâ, onları Hz. Muhammed (s.a.s.)'e gönderir.
O vakit Hz. Peygamber (s.a.s.) Arş'ın altında secdeye kapanır. Allah ona secdesinde yapılacak hamdlerin en
güzelini ilham eder. O Allah'a hamdettiği sırada "Başını kaldır, iste, verilir. Şefâat eyle şefâatın kabul olunur."
cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz. Peygamber'in şefâatıyla imanlılardan bir miktar
cehennemden çıkarılır. Rasûlüllah, bir kaç defa daha secdeye kapanarak Allah'a hamd ve dua eder. En nihayet

168
Müslim, Cenaiz: 35.
169
el-Bakara: 2/255; Yûnus: 10/3; Meryem: 19/87; Tâhâ: 20/109; ez-Zuhruf: 43/86.
170
el-Enbiyâ: 21/27-28; ed-Duhân: 44/41-42; Buharî, Cihad: 189; Müslim, İmare: 6.
171
el-Bakara: 2/48, 123, 254; en-Nisâ: 4/116; el-A'râf: 7/53; el-Mü'min: 40/18; es-Secde: 32/4; ez-Zümer: 39/44; el-Müddessir: 74/48; el-
İnfitâr: 82/19.
172
Buharî, Tefsir, Sûre 26; Bu konuyla ilgili olarak bkz. Buharî, Enbiya: 8; Tefsir, Sûre 6; Rikak: 45, 53; Müslim, Fadail: 9.
173
Buharî, Meğazi: 73; Müslim, İman: 90.
174
Buhârî, Rikak: 45; Tevhid: 33; Müslim, İman: 81; Ebû Dâvûd, Cihâd: 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/94 vd. 325, 5/43; Tirmizî, 2/66.
175
Buhârî, Tefsir Sûre 18.
176
Buhârî, Rikak: 52; Müslim, İman: 81.
177
Buhârî, Rikak, 51; Ebû Dâvûd, es-Sünne, 20; Tirmizi, 2/66.
178
Müslim, Fadâil: 2.
onun şefâatıyla, Allah'ın izin ve takdiri dahilinde mü'minlerden büyük bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır.
İşte Hz. Peygamber (s.a.s.)'in haiz olduğu bu şefâat makamı "Makâm-ı Mahmûd"dur.179
Hz. Peygamber'in şefâatıyla hesaba ve sorguya çekilmeden Cennet'e girecekler de olacaktır.180
Cennet'te derecelerin artırılması için ilk şefâat edecek peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bundan dolayı Hz.
Peygamber bir hadisinde, "Cennet'te insanların ilk önce şefâatte bulunanı benim." buyurmuştur.181
Mu'tezile, Cennet'te derecelerin artırılması için yapılacak şefâattan başka şefâatları kabul etmez.182

CENNET

Ağaçlı bahçe; yeşillikleri bol bostan; sık dal ve yaprakları ile yeri gölgelendiren hurmalık ve bağlık.
Peygamberlerin davetine uyarak iman edip, dünya ve ahirete ait işleri, kulluk vazifelerini elden geldiği kadar
güzel bir şekilde yapan temiz ve müttakî kişiler için hazırlanmış bir huzur ve saadet yurdudur. Kısaca ahiretteki
nimetler yurdunun adıdır. Çoğulu Cinân ve Cennât'tır.
Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde Cennet, çeşitli şekillerde tasvir edilmiştir. Bilhassa Kur'an-ı Kerîm'de
ağaçları altından ırmaklar akan Cennetler şeklinde anlatılmaktadır:
"Cennet takva sahiplerine, uzak olmayarak yaklaştırılmıştır. İşte size va'dolunan, gördüğünüz şu Cennet'tir ki, O,
Allah'ın taatına dönen onun (hudud ve ahkâmına) riayet eden çok esirgeyici Allah'a bütün samimiyetiyle gıyâben
saygı gösteren, hakkın taatına yönelmiş bir kalble gelen kimselere aittir." (Kâf: 50/31-33)
"Tövbe edenler, iyi amel ve harekette bulunanlar öyle değil. Çünkü bunlar hiç bir şeyle haksızlığa
uğratılmayarak Cennet'e, çok esirgeyici Allah'ın kullarına gıyâben va'd buyurduğu Adn Cennet'lerine
gireceklerdir. Onun vadi şüphesiz yerini bulacaktır. Orada selâmdan başka boş bir söz işitmeyeceklerdir. Orada
sabah, akşam rızıkları da ayaklarına gelecektir. O, öyle Cennet'tir ki biz ona kullarımızdan gerçekten müttakî
olanları vâris kılacağız." (Meryem: 18/60-63)
Cennet, bu dünyada yapılan iyiliklerin ahirette Allah tarafından verilen karşılığıdır. Kur'an'da Cenâb-ı Allah
şöyle buyurmaktadır:
"Adn Cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte günahlardan
temizlenenlerin mükâfatı." (Tâhâ: 20/76)
Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler183, güzel meskenler.184
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından
koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip.185
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez
nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara Cennet'te bir meyve, içlerinin çekeceği bir et verdik (vereceğiz)" (et-Tûr, 52/21)
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır. Siz de orada devamlı olarak kalacaksınız.
İşte bu, sizin çalıştığınız ameller sebebiyle mirasçı kılındığınız Cennet'tir. Sizin için orada çok meyveler vardır,
onlardan yiyeceksiniz." (ez-Zuhruf: 43/71-73)
"Cennet şarabından (dünya Şarabı gibi) mide ızdırabı yoktur." (Saffât: 37/47)
4- Cennet'te hayat sonsuzdur, kin yoktur, boş lâf ve günah'a sokacak söz işitilmez.
"Biz o Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya
otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değillerdir." (el-Hicr:
15/47-48).
"Onlar Cennet'te ne bir boş laf işitirler ne de bir hezeyan. Ancak bir söz işitirler: Selâm.. (birbirleriyle
selâmlaşır dururlar)." (el-Vâkıa: 56/25-26)
5- Cennet nimetleri insan hayalinin erişemeyeceği güzelliktedir. Cennet'i aslında dünya ölçüleriyle tarif etmek
mümkün değildir. Bununla beraber Cennet'teki eşsiz nimet ve saltanatı anlayabilmemiz için Allah Teâlâ onu bize
şu şekilde tasvir etmiştir:
"İşte bu yüzden Allah onları o günün fenâlığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.
Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak
bulunurlar. Ne yakıcı sıcak görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar;
kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar ve billür kaselerle, gümüşî
beyazlıkta (billûr gibi) şeffâf kupalarla dolaşılır ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını

179
el-İsrâ': 17/79; Buhârî, Tevhid: 24; Müslim, İman: 84.
180
Buhârî, Tefsir, Sûre 18; Müslim, İman: 84.
181
Müslim, İman: 85.
182
Muhiddin Bağçeci, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/17-18.
183
ez-Zümer: 39/20.
184
et-Tevbe: 9/72.
185
er-Rahmân: 55/58-54.
Cennet'teki insanların iştahları) ölçüsünde tayin ve takdir ederler. Onlara orada bir kâseden içirilir ki
karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında
öyle ölümsüz genç nedimler dolaşır ki, onları gördüğünde kendilerini etrafa saçılıp dağılmış inciler sanırsın. Ne
yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan
elbiseler vardır. Gümüş bilezikler takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu sizin
işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir." (el-İnsan: 76/11-22)
Cennet'in tasviri konusunda söylenecek son söz şu kudsî hadisin ifade ettiği durumdur: Hz. Peygamber (s.a.s.)
şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Salih kullanım için ben, Cennet'te hiç bir gözün görmediği hiç
bir kulağın işitmediği ve hiç bir insan gönlünün hatırlamadığı bir takım nimetler hazırladım."186
Başka bir hadislerinde de, Rasûlullah (s.a.s.) Cennet'in gümüş ve âltın kerpiçten yapıldığını, harcının misk,
taşlarının inci ve yakut olduğunu, oraya girenlerin bolluk ve refâh içinde, üzüntüsüz ve kedersiz yaşayacağını
ebedî kalacaklarını, ölmeyeceklerini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliklerinin yok olmayacağını ifade eder.
187

Ehl-i Sünnet inancına göre mü'minler Cennet'te Allah'ı görecekler, bu onlar için en büyük nimet olacaktır. Buna
"Rü'yetullah" denir. Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de: "O gün Rablerine bakan ter-ü tâze (ışık saçan) yüzler vardır."
(el-Kıyame: 75/22-23) buyrulur. Rasûlullah da bir hadislerinde şöyle buyurur: "Siz gerçekten tıpkı şu ayı
gördüğünüz gibi, Rabbinizi gözle (açıkça) göreceksiniz. Onu görmekte haksızlığa uğramıyacak, izdihâma
düşmeyeceksiniz."188 Suheyb (r.a.)'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.s.): "İyi iş ve güzel amel işleyenlere daha
güzel karşılık ve bir de ziyâde (Allah'ı görmek) vardır." (Yunus: 10/26), ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
"Cennetlikler Cennet'e girdiği zaman Allah (c. c.) şöyle buyuracak: "Size daha da vermemi istediğiniz bir şey
var mı?" Cennetlikler de şöyle derler: "Yüzlerimizi ak çıkarmadın mı, bizi Cennet'e koymadın mı, bizi
Cehennem'den kurtarmadın mı? (o yeter)." Rasûlullah sözlerine devam buyurarak: "Cenâb-ı Hak perdeyi
kaldırır, Cennetliklere artık Rablerine bakmaktan daha sevimli gelecek hiç bir şey verilmiş olmaz. "189
Müminlerin Allah'ü Teâlâ'yı Cennet'te görmeleri, herhangi bir yön, yer ve şekilden uzak olarak vukû bulacaktır.
Bunun keyfiyeti bizce meçhuldür. "Allah bilir" deriz. Kur'an ve Sünnet'te bildirildiği için kesinlikle böyle
inanırız. Ehl-i Sünnet inancına göre, Cennet halen vardır, yaratılmıştır, hazırlanmıştır. Nitekim şu ayet bunu
açıkça ifade eder: "Rabbinizin mağfiretine ve eni göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun. O Cennet takva
sâhipleri için hazırlanmıştır." (Âli İmrân: 3/133)
Enes b. Mâlik (r.a.)'den rivayet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demincek Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."190
Başka bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Cennet bana yaklaştı, (yaklaştı), o kadar ki, eğer cür'et edeydim
salkımlarından bir tânesini (alıp) size getirebilecektim."191
Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, Cennet yaratılmış olup hâlen mevcuttur.
Cennetlikler: Kur'an ve Sünnet'te ifade buyrulduğuna göre, peygamberlerin davetine uyup iman eden ve amel-i
sâlih işleyen kimseler Cennet'e gireceklerdir. Bu kimseler Cennetliktir. Esasen Allah'a ve insanlara karşı
görevlerini yerine getirmekle insan daha dünyada iken manevî bir huzura kavuşur, maddî refah sağlanır ama tam
manasıyla huzur ve kardeşlik Cennet'te gerçekleşir:
"Takva sahipleri, elbette Cennet'lerde ve pınarlardadırlar. Girin oraya selâmetle, emin olarak. Biz, O
Cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya
otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz ve onlar oradan çıkarılacak da değiller." (el-Hicr: 15/45-
48)
Kur'an-ı Kerîm namazını eksiksiz kılanların, malından bir kısmını yoksullara ayıranların, ceza-hüküm gününe
inananların, Allah'ın gazabından korkanların, ırzlarına sahip olanların, sözlerine ve emânete sadık kalanların,
doğru şahitlikte bulunanların Cennete gireceklerini bildirmektedir.192 Ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın rızasını dileyerek
sabredenlere193; şükredenlere194 yürekten tövbe edenlere195; Allah yolunda canını feda eden şehitler196 ve Allah'a
yönelmiş bir kalble idealize olmuş müslümanlara "Allah'ın ölçüsünde Allah'a yönelenlere" 197 içinde ebedî
kalınacak Cennet'e girecekleri yüce Rabbimiz tarafından müjdelenmiştir.

186
et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, 5/402.
187
et-Tâc, el-Câmiu li'l-Usül, fî ahâdisi'r-Rasul, 5/402.
188
Buhârî, Mevâkıt: 16, 26.
189
Müslim'in rivayeti, et-Tâc, 5/423.
190
Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, 2/483.
191
Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, 2/713.
192
el-Meâric: 70/23-33.
193
er-Ra'd: 13/20-23.
194
el-Ahkâf: 35/15-16.
195
et-Tahrim, 66/8.
196
el-Bakara: 2/154.
197
Kaf: 50/31-34.
Cennetliklerin hallerini dile getiren Kur'an ayetlerinden bazılarında şöyle buyrulur:
"İman edip sâlih amel işleyen kimseleri, Rableri, imanları sebebiyle, ağaçları altından ırmaklar akan, nimeti bol
Cennetler'e hidâyet buyurur. Bunların, Cennet'te duâları: Allah'ım, seni tesbih ve tenzih ederiz. sözüdür ve
aralarındaki dilekleri de hep selâmdır. Duâlarının sonu ise; "Bütün hamdler, âlemlerin Rabbine mahsustur."
gerçeğidir." (Yunus: 10/9-10)
"Kim de O'na bir mümin olarak sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler var.
Adn Cennetleri vardır ki, (ağaçları) altından nehirler akar, orada ebedî kalacaklar. İşte böyle Cennetler' de
ebedî kalış, küfür ve isyandan temizlenenlerin mükâfatıdır." (Tâhâ: 20/75-76)
"İmran b. Husayn (r.a.)'dan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) Cennet ehlinin çoğunun fakirler olduğunu ifade
buyurmuşlardır.198 Hadis yorumcuları bunu şöyle açıklarlar. Bir çok kötülükleri insana mal işletir. Çoğu insan
mal yüzünden azar. Onun için maldan mahrum fakirler çoğunluğu oluşturduğundan bunların Cennet ehlinin
çoğunluğunu teşkil etmesi de olağandır.
Cennet'e ilk giren bir cemâatin yüzleri ayın ondördüncü gecesindeki gibi berraktır. Onlardan sonra girenler de en
keskin ışık yayan yıldızlar gibidir. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in ümmetinden yetmiş bin, yahut yediyüz bin kişi
hesap ve ikap görmeksizin ilk olarak Cennet'e girecektir.199
Hadislerden öğrendiğimize göre200 Cennete en son girecek kimseye, bu dünya kadar, bu dünyanın on misli kadar
Cennet verilecektir. Çeşitli rivayetlerle sabittir ki, son sözü Kelimei Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir.201
Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır,
onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin
müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de
eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i
kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir.
Nitekim Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın
kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)."202
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince
iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık,
sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.
Cennet Tabakaları: İbn Abbâs (r.a.)'dan gelen bir rivayette, Cennetin yedi tabakası olduğu haber verilmektedir.
Bunlar, Firdevs, Adn Cennet'i, Nâim Cennet'i, Daru'l-Huld, Me'va Cennet'i, Daru's-Selâm ve İlliyyûn'dur. Bu
tabakalardan her birinde, müminlerin yaptıkları iyi işler karşılığında girecekleri veya yükselecekleri derece veya
mertebeler vardır.203 Bunlar:
1- Cennetü'n-Nâim: "Beni Cennetü'n-Nâim'in varislerinden kıl..." (Şuârâ: 26/85)204
2- Cennetü'l-Adn: "Şüphesiz ki, iman edenler ve güzel amel işleyenler yok mu, işte onlar mahlûkatın en
hayırlısıdırlar. Onların mükâfâtı Rableri katında And Cennetleridir ki onların altlarından nehirler akar, orada
onlar ebedî kalıcıdırlar, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da ondan razı olmuşlardır. Bu Rabb'inden korkanlar
içindir." (Beyyine: 98/8)205
3- Cennetü'l-Firdevs: "Şüphesiz, iman edip güzel amel işleyenler için barınak olarak Firdevs Cennetleri
vardır." (el-Kehf: 18/107 ve el-Mü'minun: 23/11)
4- Cennetü'l-Me'vâ: "İman edip güzel amel işleyenlere gelince, onlar için Me'vâ Cennetleri vardır." (Secde:
32/19 ve en-Necm: 53/15)
5- Dârü's-Selâm: "Halbuki Allah Dârü's-Selâm'a çağırıyor ve O, dilediği kimseleri dosdoğru bir yola hidâyet
buyurur." (Yunus: 10/25 ve el-En'âm : 6/127)
6- Dârü'l-Huld: "O Rab ki, fazlından bizi durulacak yurda (Cennet'e) kondurdu." (Fâtır: 35/35)
Her ne kadar İbn Abbâs Cennet'in tabakalarını yedi ile sınırlandırmışsa da, ayetlerden anlaşıldığına göre,
Cennet'in bir çok tabakası vardır. Burada İbn Abbâs'ın haber verdiği ve ayetlerde adları geçen Cennet tabakaları,
Cennet'in en yüksek tabakalarıdır. Çünkü bu tabakalarda da bir çok tabaka vardır. Nitekim Allah Teâlâ'nın Nâim
Cennetleri veya "Firdevs Cennetleri" şeklindeki çoğul ifade eden ayetleri buna delildir. Ayrıca Ümmü Hârise
Hadisinde bu gerçek Hz. Peygamberin dilinden ifade olunmuştur. Ümmü Harise Bedir'de şehit olan çocuğu

198
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 9/40.
199
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 4/41-43.
200
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 2/845.
201
Tecrid-i Sarih Tercemesi: 4/264-275.
202
Tecrîd-i Sarîh Tercemesi: 4/271.
203
el-Beydâvî, Envâru't-Tenzîl, Beyrut (t.y.), 1/119.
204
Ayrıca bk. el-Mâide: 5/65; et-Tevbe: 9/21; Yunus: 10/9.
205
Ayrıca bk. et-Tevbe: 9/72; er-Ra'd: 13/23; en-Nahl: 16/31.
hakkında Hz. Peygamber'den bilgi almak üzere gelmiş ve ona Rasûlullah bir çok Cennet olduğunu belirterek,
çocuğunun da "Firdevs-i Â'lâ'da" olduğunu söylemek suretiyle teselli etmiştir.206
Nitekim Müslim'in Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet ettiği hadiste de, Allah yolunda cihat edenlerin, cihatları
sebebiyle Cennet'te yüz derece yükselecekleri, her derecenin arasının ise, yer ile gök arasındaki mesâfe kadar
olduğu, Hz. Peygamber tarafından haber verilmektedir. 207 Hadiste sözü edilen dereceler konusunda ise şu
ihtimaller öne sürülmüştür. Bu dereceleri zahiriyle anlamak mümkündür. Gerçekten söz konusu derecelerin,
zahirinden anlaşıldığı üzere, birbirinden daha yüksek menziller (tabakalar) olması muhtemeldir. Buna karşılık,
yükseklikten kasdın, Cennet'teki nimetlerin çokluğu, insanın veya bir başka yaratığın hiç aklına bile gelmemiş,
gönlünden dahi geçmemiş iyiliklerin büyüklüğü veya çokluğu anlamında olması muhtemeldir. Zira Allah
Teâlâ'nın mücâhide lutfettiği iyilik veya cömertlik türleri birbirinden çok farklıdır, birbirinden üstündür. Buna
göre, nimetlerin fazilet (üstünlük) konusundaki farklılıkları uzaklık açısından yer ile gök arasındaki mesafe
gibidir. Fakat el-Kadî Iyad208 birinci görüşü tercih etmiştir.209
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Hz. Peygamber, Allah yolunda savaşan mücâhidler için Cennet'te yüz derece
(tabaka) hazırlandığını ve iki derecenin arasının yerle gök arası gibi olduğunu haber vermekte ve sözlerine
devamla "Allah'dan istediğiniz zaman Firdevs'i isteyin... Çünkü Firdevs, Cennet'in ortası ve Cennet'in en
yükseğidir (...). Firdevs'ten Cennet nehirleri doğar." buyurmaktadır.210
Aynî, "Firdevs, Cennetin ortasıdır (vasatıdır)." cümlesini, Cennet'in en iyi yeri veya üstünü (efdali) olarak
yorumlar ve bu görüşüne "Böylece sizi en hayırlı bir ümmet kıldık." (el-Bakara: 2/143) ayetinde geçen "vesetan"
kelimesini delil getirir.211 Çeşitli rivayetlerde Firdevs Cenneti'nin güzellikleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan
hadiste söz konusu edilen Cennet dereceleri arasındaki mesafelerin çeşitli rivayetlere göre "yüz senelik mesafe",
"Beş yüz senelik mesafe" şeklinde değiştiğine işaret edelim.212
Bütün bu ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in birçok tabakası olduğu anlaşılmaktadır. Bu
tabakalardan bazılarının daha yüce ve nimetlerinin daha güzel veya daha efdal olması sebebiyle isimleri bize
bildirilmiştir. Firdevs Cenneti mertebece en yüksek olan Cennet tabakasıdır.213

CEHENNEM

Derin kuyu, ahirette kâfir ve günahkâr kimselerin azap çekecekleri ceza yeri. Kur'an-ı Kerîm'de inanan ve güzel
amel işleyen kimselere Cennet vadedildiği gibi214; kâfir ve günahkâr kimselere de Cehennem vâdedilmiştir.
Kâfir, münâfık ve müşrikler Cehennem'de ebedî kalırlar, orada ölmezler ve azabları hafifletilmez. Tövbe
etmeden günahkâr olarak ölen ve Allah'ın kendilerini affetmediği mü'minler ise Cehennem'de ebedî kalmazlar.
Kendilerine günahları kadar azap edilir. Sonra oradan kurtulup Cennet'e girerler ve orada ebedî kalırlar.215
Allah Cehennem'i diğer yaratıklardan önce yaratmıştır ve şu anda mevcuttur, yok olmayacaktır. Nitekim şu
ayetler bu durumu gayet açık ifade eder:
"Artık o ateşten sakının ki, onun tutuşturucu odun (kâfir) insanlarla taşlardır. O (ateş) kâfirler için
hazırlanmıştır." (el-Bakara: 2/24)
"Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun." (Âli İmrân: 3/131)
Enes b. Mâlik'ten rivâyet olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "Demin
Cennet ile Cehennem şu duvarın yüzünde bana arz olundu."216
Ateş, insan cismine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir ve münâfıkların cezası ateşle verilecektir.
Böylelikle Cehennem, Allah'ın tutuşturulmuş ateşinin ismidir.217
İşte Cehennem'in en açık vasfı ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır:
"Şüphesiz ki münâfıklar nâr (Cehenneın)'ın en aşağı tabakasındadırlar." (en-Nisâ: 4/145)
Kur'an-ı Kerîm'de Cehennem'in yedi kapısının olduğu belirtilmektedir.
"Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır." (el-Hicr: 15/44) Bu
ayet iki şekilde tefsîr edilmiştir:
a- Cehenneme girecekler çok olduğu için;

206
Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü' el-Câmi' li'l-Usul, fi Ahadisi'r-Rasûl, İstanbul (t.y.), 5/4033.
207
Müslim, İmâre: 116.
208
544/1149.
209
en-Nevevi, Şerhu Müslim, Kahire (t.y.), 13/28.
210
Buhârî, Cihad: 4.
211
el-Aynî, Umdetü'l-Kârî fî Şerhi Sahihi'l-Buhârî, İstanbul 1309, 6/539.
212
el-Aynî, aynı yer.
213
Ayrıca bkz. et-Taberi, Tefsir, Mısır 1954, 16/37-8; Durak Pusmaz, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/300-302.
214
el-Kehf: 18/107.
215
Alâuddin Âbidîn, el-Hediyetü'l-Alâiyye: 468.
216
Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi: 2/483.
217
Râğıb el-İsfahani, el-Müfredat: 102.
b- Cezalandırma azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için Cehennem'in yedi kapısı veya tabakası vardır.
Bu kapı veya tabakalar şunlardır:
1- Cehennem: Yukarıda söz konusu edildiği şekilde Kur'an-ı Kerîm'in yetmişyedi ayetinde geçmektedir.
2- Lâzâ (alevli ateş): "Hayır (Allah onu azabdan kurtarmaz) Çünkü o Cehennem alevli bir ateştir." (el-Meâric:
70/15)
3- Saîr (çılgın ateş): "O şeytanlara (ahirette) çılgın ateş azabı hazırladık." (el-Mülk: 67/5) Ayrıca on beş ayette
daha bu isimle geçmektedir. (22/4; 31/21; 34/12 vs.)
4- Sakar (kırmızı ateş): "Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar (Cehennem)." (el-Müddessir: 14/27)
5- Hâviye (uçurum): "O, kızgın bir ateştir." (el-Kâria: 101/9-11)
6-Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı): "Şüphesiz o, Hutame’ye (ateşe) atılacaktır." (Hümeze: 104/4)
7- Cahim (yanan kızgın ateş): "Küfredenler ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar Cahim'in
yarânıdırlar." (el-Mâide: 5/10)
Cehennem'de görülecek azabın miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü'nün bizlere bildirmesiyle ve
bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz. Kur'an-ı Kerîm'de belirtildiğine göre;
a- Cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatır: "Cehennem inkâr edenleri şüphesiz çepeçevre kuşatacaktır." (el-Tevbe:
9/49)
b- Cehennem ateşi sönmez: "Biz sapık kimseleri kıyamet günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak
haşrederiz. Varacakları yer Cehennem'dir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırz." (İsrâ:
17/97)
c- Cehennem dolmak bilmez: "O gün Cehennem'e: "doldun mu?" deriz. O! "Daha var mı?" der." (Kaf: 50/30)
d- Kaynarken çıkardığı ses: "Rablerini inkâr eden kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür.
Oraya atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur.
İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara: "size bir uyarıcı gelmemiş miydi" diye sorarlar. Onlar
evet, doğrusu bize bir uyarıcı geldi; fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık
içerisindesiniz, demiştik " derler." (el-Mülk: 67/6-9)
e- "Ateş onların yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır." (el-Mü'minün: 23/104)
f- "Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar." (el-Mü'min: 40/70-
72)
g- “İnkâr edenlere ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına kaynar su dökülür de bununla karınlarındakiler ve
derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her
defasında oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine "yakıcı azabı tadın"denir.” (el-Hâcc: 22/19-22)
h- Derileri yandıkça azabı tatmaları için yeniden başka derilerle değiştirilir. (en-Nisâ: 4/56)
i- Ölümü isterler fakat azabları devamlıdır, ölmezler. (43/74-77; 35/36).
Hz. Peygamber'in ifadesine göre:
"Cehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri üzerine altmış dokuz derece fazla kılınmıştır. Bunlardan her
birinin harareti bütün dünya ateşinin harareti gibidir."218
Kur'an-ı Kerîm, Cehennem ehlinin çekeceği azap ve yiyecekleri hakkında da bir takım tasvir ve izahlarda
bulunur:
"(Nasıl) ağırlanmak için bu (nimet) mi hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir fitne (sınama
vesilesi veya azap) kıldık. O, Cehennem'in dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların başları gibidir.
Onlar ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklar. Sonra onların, bunun üzerine kaynar su
karıştırılmış bir içkileri vardır. (Yedikleri zakkum, boğazlarını yakar) Yanan boğazlarını dindirmek için içecek
bir şey ararlar. Ama kaynar su katılmış kusuntu ve irinden başka içecek bulamazlar." (Sâffat: 37/62/67)
"O ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe sokacağız, (öyle ki) derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara
başka deriler vereceğiz! Şüphesiz Allah daima üstün ve hikmet sahibidir." (en-Nisâ: 4/56)
Cezalar, işlenen suçlar cinsinden olacaktır. Dilleriyle suç işleyenlerin cezaları dillerine; elleriyle günah
işleyenlerin cezaları ellerine vs. tatbik edilecektir.
Cehennem'in yakacağı hakkında da Kur'an'da bilgi verilmekte ve şöyle denilmektedir: "Ey inananlar, kendinizi
ve ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır." (et-Tahrîm: 66/6)
Kur'an'da Cennet ehli ile Cehennem ehli arasında konuşmalar yapılacağı da belirtilerek bu konuşmalardan
nakiller yapılmaktadır: "O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar (sür'atle Cennet'e girmekte olan)
müminlere derler ki: "(Ne olur) bize bakın da sizin nurunuzdan alalım." Onlara: "Arkanıza dönün de nur
arayın!" denilir (Kendileriyle alay eden bu ses, onlara diyor ki: Arkada kalan dünyaya dönün nur orada aranır.
Nurun kaynağı, dünyada yapılan işlerdir. Böyle denilir ve müminlerle münafıkların) aralarına kapılı bir sur
çekilir ki, onun içinde rahmet vardır. Dış yönünde de azap. (Münafıklar), onlara seslenirler: "Biz de sizinle
beraber değil miydik" Müminler derler ki: "Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz. (İnananların
başlarına felaket gelmesini) gözlediniz. Şüphe ettiniz, kuruntular sizi aldattı. Allah'ın emri (olan ölüm) gelinceye
kadar (böyle hareket ettiniz). O çok aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında aldattı." (el-Hadîd: 57/13-14) Başka bir
yerde de şöyle anlatılır:
218
Tecrîd-i Sârih Tercüme ve Şerhi: 9/50.
"Cennet halkı, ateş halkına seslendi: Rabbimiz'in bize vadettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbiniz'in size
vadettiğini gerçek buldunuz mu? (Onlar da): Evet dediler ve aralarında bir ünleyici: Allah'ın lâneti zalimlerin
üzerine olsun! diye ünledi." (el-Â 'raf: 7/44-45)
İnsanın eğitimi ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından Cennet ve Cehennem inancının dünya hayatına
etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı her şeyin karşılığını, bulacağını ve Cehennem'deki cezânın dehşetini
hatırladığında, elbette hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.219

219
M. Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/280-282.

Das könnte Ihnen auch gefallen

  • 0-Âsâr-I Bediiyye
    0-Âsâr-I Bediiyye
    Dokument795 Seiten
    0-Âsâr-I Bediiyye
    silverpen
    100% (3)
  • Onlisanslisansyonetmelik
    Onlisanslisansyonetmelik
    Dokument20 Seiten
    Onlisanslisansyonetmelik
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Sihir
    Sihir
    Dokument42 Seiten
    Sihir
    silverpen
    100% (5)
  • Peygamberler
    Peygamberler
    Dokument57 Seiten
    Peygamberler
    silverpen
    100% (5)
  • Tevhid
    Tevhid
    Dokument29 Seiten
    Tevhid
    silverpen
    100% (1)
  • S A V A Ş Kıtal
    S A V A Ş Kıtal
    Dokument46 Seiten
    S A V A Ş Kıtal
    AdemBaba1
    Noch keine Bewertungen
  • Tahavi 2
    Tahavi 2
    Dokument99 Seiten
    Tahavi 2
    silverpen
    100% (1)
  • Onlisanslisansyonetmelik
    Onlisanslisansyonetmelik
    Dokument20 Seiten
    Onlisanslisansyonetmelik
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Osmanlıca Usül
    Osmanlıca Usül
    Dokument16 Seiten
    Osmanlıca Usül
    silverpen
    80% (5)
  • Tahavi 1
    Tahavi 1
    Dokument105 Seiten
    Tahavi 1
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Ruh
    Ruh
    Dokument37 Seiten
    Ruh
    silverpen
    100% (2)
  • Sevgi
    Sevgi
    Dokument51 Seiten
    Sevgi
    silverpen
    100% (3)
  • Cin, İblis, Şeytan
    Cin, İblis, Şeytan
    Dokument59 Seiten
    Cin, İblis, Şeytan
    silverpen
    88% (8)
  • Melekler
    Melekler
    Dokument36 Seiten
    Melekler
    silverpen
    100% (4)
  • Hicret
    Hicret
    Dokument32 Seiten
    Hicret
    silverpen
    100% (31)
  • Kader
    Kader
    Dokument20 Seiten
    Kader
    silverpen
    100% (1)
  • Mucize Zeyveli
    Mucize Zeyveli
    Dokument3 Seiten
    Mucize Zeyveli
    silverpen
    100% (1)
  • Kitaplar
    Kitaplar
    Dokument60 Seiten
    Kitaplar
    silverpen
    100% (2)
  • Harikulade
    Harikulade
    Dokument40 Seiten
    Harikulade
    silverpen
    100% (3)
  • Gayb
    Gayb
    Dokument8 Seiten
    Gayb
    silverpen
    100% (2)
  • Dergi Yazıları 1
    Dergi Yazıları 1
    Dokument112 Seiten
    Dergi Yazıları 1
    silverpen
    100% (3)
  • Esma-I Husna
    Esma-I Husna
    Dokument16 Seiten
    Esma-I Husna
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Ayet
    Ayet
    Dokument27 Seiten
    Ayet
    silverpen
    100% (4)
  • Esma-I Husna 1
    Esma-I Husna 1
    Dokument11 Seiten
    Esma-I Husna 1
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Cihad
    Cihad
    Dokument44 Seiten
    Cihad
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Allah 2
    Allah 2
    Dokument44 Seiten
    Allah 2
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Dergi Yazıları 2
    Dergi Yazıları 2
    Dokument28 Seiten
    Dergi Yazıları 2
    silverpen
    Noch keine Bewertungen
  • Ayetü'l Kürsi
    Ayetü'l Kürsi
    Dokument29 Seiten
    Ayetü'l Kürsi
    silverpen
    100% (2)
  • Atalar Yolu
    Atalar Yolu
    Dokument49 Seiten
    Atalar Yolu
    silverpen
    100% (2)
  • Allah
    Allah
    Dokument116 Seiten
    Allah
    silverpen
    100% (1)