Beruflich Dokumente
Kultur Dokumente
ya da
Ya o gider ya da ben!
Entweder gehst du, oder ich gehe.
Ya o suçlanacak ya da ben.
Ya o hatalı ya da ben.
Ya geçecek, ya da geçecek.
Ya hep ya da hiç.
Ya hepsi, ya da hiçbiri.
Ya hep ya da hiç.
O ya sarhoş ya da deli.
Sie sind entweder für uns oder gegen uns.
Ya Londra'da ya da Paris'tedir.
Ya çık, ya gir.
"Çay mı yoksa kahve mi tercih edersiniz?" "Hiçbiri. Ben süt tercih ederim."
„Trinkst
du lieber Tee oder Kaffee?“ – „Weder noch. Ich
ziehe Milch vor.“
"Çay mı yoksa kahve mi tercih edersiniz?" "Hiçbiri. Ben süt tercih ederim."
O, ne zengin ne de ünlüdür.
O, ne iyi ne de kötüdür.
O saçmalık.
Bu saçma.
Bu saçmalık.
O yararsız.
O, yazamıyor ve okuyamıyor.
Ne et ne de balık istiyorum.
İkisinin arası.
İkisinin arası.
İkisinin arası.
O ne burada ne de orada.
O ne burada ne de orada.
Weder Tom noch Maria sind hier.
Ne et ne de balık istiyorum.
O, ne mutfakta ne de salonda.
O ne evde ne de okulda.
An Unterachtzehnjährige verkaufen
wir weder alkoholische Getränke noch Zigaretten.
Es gibt für alles eine Zeit und einen Ort. Jetzt ist
aber weder die Zeit, noch ist hier der Ort.
Her şey için bir zaman ve bir yer vardır. Şimdi ne zamanı ne de yeridir
chevron_right
Onların fikirlerinin her biri hem iyi noktalara hem de kötü noktalara sahiptir.
Sie ist sowohl reich als auch sehr hübsch.
O bilgili ve de deneyimli.
Bu ürün hem bir zemin cilası hem de bir tatlı kaplama malzemesidir.
Ich bin sowohl mit Tom als auch mit Maria befreundet.
Ich habe es sowohl bei Firefox als auch bei Chrome ausprobiert.
Tom war schon sowohl mit Maria als auch mit Elke
zusammen.
Tom ist schon sowohl mit Maria als auch mit Elke
ausgegangen.
Tom hem Mary hem de Alice'le buluşmaya gitti.
Das Buch ist sowohl mit festem als auch mit flexiblem
Einband verfügbar.
Sowohl mein Vater als auch ich haben das Museum zum ersten Mal besucht.
Tom ist sowohl auf seinen Sohn als auch auf seine
Tochter sehr stolz.
In diesem Bild kann man sowohl eine Ente als auch ein
Kaninchen erkennen.
Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma
hakkına sahiptir.
Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de
kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Aufgrund seiner Ursprünge vereint das kanadische
Englisch Eigenschaften von sowohl amerikanischem als
auch britischem Englisch in sich.
Elefen özel bir dildir. Hem Latin hem de Kiril alfabesi ile yazılabilir.
Her iki erkek kardeşin bekar kalmak için ileri sürdüğü neden onların hem
uçaklara hem de bir eşe bakamayacaklarıydı.
"Burjuva" terimi hem orta hem de üst sınıflara bir hakaret olarak
kullanılabilir.
nicht nur..... sondern auch...
Tom ve Mary sadece sevgili değil fakat aynı zamanda en iyi arkadaşlar.
Sadece o değil fakat aynı zamanda onun kız kardeşleri de sinemaya gitti.
Ich kenne nicht nur den Vater, sondern auch den Sohn.
Arkadaşım burada sadece bir piyanist değil fakat aynı zamanda bir besteci
de.
Tom ist nicht nur mein Chef, sondern auch ein Freund.
Liebe ist nicht nur ein Gefühl, sondern auch eine Kunst.
Ballett ist nicht nur für Mädchen, sondern auch für Jungen.
Ich habe ihn nicht nur beraten, sondern ihm auch einen
geblasen.
Ben sadece ona biraz tavsiye vermedim, aynı zamanda onunla oral seks
yaptım
Nicht nur die Schüler, sondern auch ihr Lehrer wünscht
sich Ferien.
Sadece öğrenciler değil fakat aynı zamanda onların öğretmeni de tatil
istiyor.
Nicht nur sie, sondern auch ihre Eltern waren zur Party
eingeladen.
Bu çiçekler sadece güzel değil fakat aynı zamanda güzel kokulu da.
Mary sadece kız kardeşim değil. O aynı zamanda benim en iyi arkadaşım.
Nicht nur sie, sondern auch ich wurde von der Lehrerin
bestraft.
Tom ist nicht nur auf der Arbeit, sondern auch zu Hause
unglücklich.
Ben sadece ona biraz tavsiye vermedim aynı zamanda onunla oral seks
yaptım.
Sir Winston Churchill war nicht nur ein großer Staatsmann, sondern
auch ein großartiger Schriftsteller.
Sir Winston Churchill, büyük bir devlet adamı olmanın yanı sıra, büyük bir
yazardı.
Sadece Çince dilini değil ama aynı zamanda ülkenin kendisi hakkında da
bir şeyler öğrendim.
Odaya girer girmez sadece tütün kokusunu değil aynı zamanda benzin
kokusunu da fark ettim.
Bir taraftan ağır kayıplar verdik fakat diğer taraftan deneyimden birçok şey
öğrendik.
Tabii ki bir yandan açık fikirli olurken diğer yandan dengeli ölçüde şüpheci olmak
yerindedir.
Dein Plan ist zwar gut, aber mein Plan ist besser.
Ich ziele zwar auf Enten, aber ich erschieße sie nicht.
Ich will zwar nicht heiraten, aber Kinder will ich haben.
Ich bin zwar nicht nachtragend, aber ich merke mir alles.
Affetmemezlik yapmam, ama her şeyi hatırlarım.
Tom hat zwar viel Geld, aber nicht sonderlich viele Freunde.
Ich habe zwar viel Zeit, aber ich habe nicht genug Geld.
Es ist zwar ein altes Fahrrad, aber besser als gar keines.
Bu bisiklet eski; ama hiç yoktan iyidir.
Schnell kann ich zwar nicht gehen, aber ich kann lange
gehen.
Ich weiß zwar wirklich nicht, warum, aber sie mögen mich
nicht.
Tom ve Mary birbirini tanıyor ama onlar tam olarak arkadaş değil.
Sie sieht zwar jung aus, ist aber tatsächlich älter als du.
Tom will zwar nicht, dass ich gehe, aber ich gehe
trotzdem.
Tom gitmemi istemiyor ama ben nasıl olsa gideceğim.
Maria und ich sind zwar keine Feinde, aber auch keine
Freunde.
Sie spricht zwar Spanisch, ihr Englisch ist aber bei weitem
besser.
Ich bin zwar anders, aber darin bin ich so richtig gut.
Ich habe zwar einen Wagen, aber ein Pferd habe ich nicht.
Ich bin zwar jung, aber so jung nun auch wieder nicht.
Ich kenne sie zwar vom Namen, aber ich kenne nicht ihr
Gesicht.
Tom'un bir kedisi yok ama Tom'un bir köpeği var, değil mi?
Tom sah Maria zwar nicht an, lauschte aber allem, was sie
sagte.
Tom ist zwar erst sechzehn, sieht aber aus, als wäre er
über zwanzig.
Tom Mary'ye asla yalan söylemediğini söylüyor ama sık sık söylüyor.
Ich sage dir das zwar nicht gern, aber Tom mag dich nicht
leiden.
Tom bunu detaylı olarak açıkladı ama ben hala onu anlamıyorum.
Tom bunu ayrıntılı olarak açıkladı ama ben hala onu anlamıyorum.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa
bir fırsat vermek istedi.
Ich weiß zwar nicht, was hier vor sich geht, aber ich
gedenke es herauszufinden.
Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.
Tom trug zwar keinen Ehering, Maria bemerkte aber die
helle Stelle an seinem Ringfinger.
Tom bir alyans takmıyordu ama Mary onun yüzük parmağında beyaz bir
halka fark etti.
Tom ve Mary iyi arkadaşlar ama onlar flört etmiyorlar. En azından, öyle
olduğunu sanmıyorum.
Ich verstehe zwar den Satz, aber ich bin nicht in der Lage,
ihn zu übersetzen.
Mary tanzt zwar im Moment nicht viel, aber ich weiß, dass
sie früher viel getanzt hat.
Mary şimdi fazla dans etmiyor, ama eskiden çok dans ettiğini biliyorum.
Erkekler ayılar gibidir - Onlar ne kadar çirkin olursa o kadar çekici olurlar.
Ne kadar çok şeyim varsa o kadar çok şey temizlemek zorunda kalacağım.
Tom'la konuyu ne kadar kısa sürede açıklığa kavuşturursan o kadar iyi olur.
Tom'la konuyu ne kadar kısa sürede açıklığa kavuşturursan o kadar iyi olur.
Bana ne kadar fazla bilgi verirseniz size o kadar daha iyi tavsiye
verebilirim.